Cumhuriyet Döneminde Türkçülüğün Çatallanan Yolları
Transcript of Cumhuriyet Döneminde Türkçülüğün Çatallanan Yolları
Cumhuriyet Döneminde Türkçülüğün Çatallanan Yolları
O R H A N G A Z İ E R T E K İ N
Cumhuriyet döneminde Türkçülüğün tarihsel vaziyetlerine ve ideolojik tekamüllerine ilişkin arayış
ların genellikle iki farklı tarihsel dönemi merkez alarak hareket ettikleri gözlenmektedir.1 Bunlardan birincisinde; Cumhuriyet öncesine dönerek OsmanlI'da Türkçülüğe ait düşünceler, entelektüel figürler ve eylemlerin Cumhuriyet dönemine taşınması söz konusu olmaktadır. Böylece, bir yandan Gökalp, Akçura, Te- kinalp vb. gibi figürler ve Türkçülük düşünceleri diğer yandan da İttihatçılık ve Enver Paşa Turancılığının Cumhuriyet dönemindeki izleri sürülmektedir. İkincisinde ise; altmışlarda politik gövdesini bulan milliyetçi hareketin (MHP) köklerine ilişkin oldukça sınırlı ve cılız çağrışımlar önplana çıkmaktadır, MHP'nin ırkçılık-Turancılıgı ve Türkeş’in kişisel biyografisi bu çağrışımlarda belirgin noktaları oluştururlar,
Türkçülük düşüncesine bu iki ağırlık merkezinden bakıldığında Cumhuriyet’in ilk dönemlerini oluşturan otuzlu, kırklı, ellili yıllar Türkçülük süreçleri içinde tali kalmakta, İkinci Dünya Savaşı’nın maceraperest dönemi aynk olmak üzere pek verimli ve alımlı görünmemektedir. Cumhuriyet'in yeni Türk-ulus-devletinin asli bir siyasal gücü olarak “her yaştan milyonlarca genç yarattığı", atak ve uyanık
kıldığı bir dönemin ve dönemin ideolojik altyapısını çepeçevre sarmalayan milliyetçilik atı liralarının yeterli ve derinliğine bir ilgiyle karşılaşmayarak yukarıda belirttiğimiz ağırlık merkezlerinden herhangi birinden hareketle değerlendirilmesi, genel ve yaygın bir bakış açısını da belirlemiştir. Bu çerçevede Cumhuriyet dönemi Türkçülüğü, bir yandan ithal etkenlere atıf yaparak yorumlanırken, diğer yandan Cumhuriyet öncesinden aşırdığı kavram ve konumlarla tanımlanmaya çalışılmaktadır. Bu bakış açısından olgunun bir yanım “İttihatçı maceracılar", "Cumhnri- yet’e miras Ittihatçı-Türkçü artıklar” şeklindeki adlandırmalar, diğer yanını ise “Türkeş’in kafatasçılığı”, MHP’nin “ırkçı özü” vb. gibi adlandırmalar tanımlamaktadır.2
Bu yaklaşım ve yargılar, hem söz konusu dönemlerin asıl muhtevasına dönük bir ilgisizliği ve giderek ihmali beslerken hem de Türkçülük-Türk milliyetçiliği ve her türden varyantlarına ilişkin o zengin lügatin kavranmasının önünde birer engel olarak durmakta; Türkçülükle Kemalist milliyetçilik de dahil her türden Türk milliyetçiliği arasındaki tarihsel ve ideolojik ilişkilerin ve açmazların resmî milliyetçiliğin kendisini paklama çabalarının arasında görünmez hale gelmesine yol açmaktadır. Ay m yaklaşımlar Türkçülük,
M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
Pantürkizm, ırkçılık-Turancılık, milliyetçilik vb. gibi Türk düşüncesi ve siyasî tarihi içinde değişik adlandırmalar alan ideolojik konumların her bir tarihsel durumdaki özgüllüğünü, bunların geçirdikleri değişimleri, kopuş ve eklemlenme süreçlerini çözümlemenin önünde de engel olarak durmaktadırlar.
Bu makale Türkçü düşüncenin gelişim süreçleri ve Türkçü ideolojinin oluşumu hususunda ağırlığı Cumhuriyetin altmışlı yıllarına kadarki ilk dönemlerine verecektir. Türk sağının milliyetçilikten hiza çekilmiş bir politik kulvarı Olarak Türkçü-
3 4 6 lük, Cumhuriyet öncesi (İttihat Türkçülüğü) ve sonrası (MHP Türkçülüğü) ile kurduğu önemli bağlar bulunmakla beraber kendine has başlangıç ve kopuş yolları da açmış, her açıdan kendisi için merak duymaya değer bir düşünsel konum ve tarihe sahip olmuştur. Her şeyden önce; yakın dönem Türk düşüncesinde başlıca gündemlerden birisini oluşturan Türk milliyetçiliği ve varyanllan üzerindeki gerilimler ile hem İkinci Dünya Savaşının ideolojik takipleri ve lıem de sol analiz-yön- tem ve araçlarının güçlenmesi sayesinde gündemi farklı bir ideolojik çerçevede yeniden kuran faşizm ve faşist hareket tartışmaları açısından bakıldığında otuzlu ve kırklı yıllarda cereyan eden tarihi sürecin ve giderek kendini bir siyasî akıma dönüştüren Türkçülük hareketinin -gördüğü ihmale karşın- aııti-komünizm, zenofobia, ırkçılık, milliyetçiliğin mobilizasyonu vb. gibi politik tema ve refleksler üzerinde oldukça anlamlı bir bilgi alanı oluşturduğu görülecektir. Bu makale, Türkiye'de “milliyetçi sağ", “aşın milliyetçi sağ",3 “faşist hareket" vb.lerle adlandırılan politik kimlik oluşumunda bu dönemin kendine ait çok anlamlı ve önemli tarihsel özgüllükler taşıdığım kabul etmektedir. Daha açık olarak ifade edersek, Türk siyasî hayatında başlıca bir politik akını olarak milliyetçiliğin otuzlarda örülmeye başlayan, kırklarda ve özellikle de 1944 yargılamaları çer
çevesinde açılan somut ve canlı husumetler üzerinden öncelikle Türkçülük kulvarında icat edildiği kanısını taşımaktadır. Bu sürecin 11. Büyük Savaş gibi Türkçülerin en özlemli anlarından Soğuk Savaş’ın yeni örgütlenme modellerini çağırdığı özgün siyasal ve toplumsal gündemlerde seyyaliyet kazanması Türkiye’deki politik oluşumlar ve özellikle de milliyetçilik hareketinde toplanan düşünce, eylem ve maharet birikimlerinin şekillenmesi açısından oldukça önemli bir ortam oluşturmaktaydı.
Türkçülüğün otuzlardan başlayarak ellilere doğru Cumhuriyet dönemi Türk düşüncesinde, farklı ve kendine has bir konum almasında katedilen birçok basamaktan bahsedilebilir. Bu yirmi yıllık süreç T ürkçülük açısından son derece, önem lidir. T ürkçülerin daha 1. Tarih Kongresi’nde millî tarih lezinin soyul ve ulıra Türklük anlayışına karşı somut ve muaccel bir Türklük açılımının bilimsel- enlele.klüel mevzilerini hazırlaması. İkinci Dünya Savaşı sırasında özellikle Maarif Müdürü Toııguç ve Maarif Vekili Haşan Ali Yücel in “hümanist" eğitim reformlarına karşı giderek serileşen bir muhalefetle dönemin kamusal alanında kendilerine ait bir konum almaya başlamaları. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında; İnönü’nün denge ayarlı dış politikasına karşı yayılmacı, Pantûrkist-Turancı bir açılım, bir bilgi angajmanı olarak “Türk tarihi”nm üzerine yeni folklorik (P.N. Boratav) ve sosyolojik (Herkes, Boran vb.) oturumlar açılmasına karşı tarilı ve edebiyatın “millî bir terbiye" gözeten sağ disiplinler olarak kurulmaya çalışılması vb. gibi çok yönlü ve çeşitli süreçler Cumhuriyet Türkçülüğüne kendi politik mesafelerini kurgulamasında önemli ölçüde bir tecrübî geçmiş sağlamıştır. Diğer yandan ırkçı-Turaııcı bir program; ırkın, devletin ve savaşın kutsanması, anti-liberalizm, azınlıkların asimilasyonundan tehcirine ve dahi tahribine ve solcuların tenkiline karlar muhtelif
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T p R K Ç O L U Ğ U N Ç A ' A L L A N A N Y O L L A R I
cehdler Türkçülerin sonradan “1944 ruhu" olarak da ifade ellikleri polilik bağlanmayı açığa çıkarmıştır. Türkçülüğün yukarda teker teker sayılan mesailerinin abmış ve yetmişlerdeki ülkücü-milliyelçi militan kimliği başlatan eylemliliklere tarihî bir temel sağladığı da belirtilmelidir..
Bu çerçevede, Türkçülük ve altmışlardan sonra tashih edilmiş biçimiyle milliyetçiliğin Türk siyasî tarihi içindeki yeri, sanıldığından daha derilidedir ve daha eskidir. Türkçülüğü ve onun “44 ruhu’Tru aynı tarihsel çevreyi paylaştığı “46 ru- hu”nun sağ blok dayanışmasına bir ölçüde eklemlenmekle birlikte, esas olarak kendine ait rezervleriyle ve ayrı bir katalog içinde düzenleyerek tarihselleştirmekte yarar vardır. Başka deyişle, “liberal” ve ortodoks Kemalist tarih okumalarına yüklenemeyen bir ideolojik tutum ve tarihi repertuar ile karşı karşıyayız. Bu tutum ya da “ruhi” hal Türk siyasal hayatının diğer aktörlerine göre müstakil bir konfora daha geç kavuşmakla beraber dünya görüşü, kadro birikimi ve ideolojik hamulesi bakımından bir siyasal akıma dönüşebilecek yeterlilikler taşımaya kırklı yılların ikinci yarısından itibaren başlamıştı.
DP harekeli ya da “46 ruhu” iktidarda bulunan CHP’nin içinden bir hizip olarak doğmuştu. Türkçülük ya da “44 ruhu” ise Cumhuriyet kadroları içinde “ağabeyleri” bulunmakla beraber bütünüyle yeni bir gençlik kuşağı tarafından formüle edilmiştir. Bu durum, Türkçülüğün “liberal” bir muhalefete nazaran Kemalist resmiyetle daha serbest, daha takıntısız bir hesaplaşma içine girmesini sağlamıştır. Ama aynı nedenlerin de etkisiyle Türkçülük DP hareketi karşısında daha silik bir politik pozisyon olarak kalmıştır.4
Türkçülük hareketi ve düşüncesi açısından otuzlu, kırklı ve ellili yılların önem inden başka vurgulanm ası gereken ikinci nokta ise; Türkçülük düşüncesinin “ithal” niyetlere bağlanarak ve daha çok dış polilik bağlamlar içinde çözümlenme
si yaklaşımı hilâfına “yerli" olduğu ve Türk düşünce bağlamı içinde geliştiğidir. Türkçülüğün ilk doğuşundan başlayarak farklı tarihsel durumların düşünsel etkilerini yaşadığı genelde ifade edilen bir doğrudur. Oryantalizmin ve Türkoloji’nin doğuşu, TaLar milliyetçiliği başla olmak tızere Rus egemenliğindeki çeşitli Orta Asya milliyetçilikleri, Macar ve Fin Turancılığının düşünceleri Türkçülüğü beslemiş, Rus, İngiliz, Alman yayılmacılıklarının olumlu ve olumsuz etkilerince zorlanmıştır. Bununla beraber, Türkçülük, imparatorluğa ait bu çok katmanlı, dağınık, karmaşık süreçlerin çok yönlü etkisinden giderek kendi içine dönük bir bütünlüğe doğru yol almıştır. OsmanlI'nın son dönemlerinden Cumhuriyet’e doğru ilerlerken, birbirinden farklı tecrübe ve tasarruflardan ortak-merkezî birimlere, dışsal etkilerden içsel açılım lara doğru ilerleyerek kendi çekirdeğini soğutmuş; kendi özsel niteliğini oluşturarak bir zaLiyet haline dönüşmüştür. Başka deyişle, Türkçülük özellikle de Cumhuriyetken sonra dışsal etkilerden çok kendi içsel tarihini yaşamaya başlamıştır.
Bu makalede Türkçülüğün gelişim ve dönüşümünün, farklılaşma süreçlerinin anlaşılabilmesi için öncelikle ilk kuşak Türkçülük ile onu Türk düşüncesi ve siyasal alanı içinde bir zatiyet olarak inşâ eden kuşak arasında bir mukayese yapılacak, Türkçülüğün OsmanlI'nın son siyasî kuşağından Cumhuriyet’in ilk siyasî kuşağına geçişi tespit edilecek, her iki kuşağın loplumsal-ideolojik-poliıik belirlemeleri, iddiaları ve davranış biçimleri birbirinden ayırt edilmeye çalışılacaktır. Kari Manhe- im, insan kuşakları kategorisinin politik kültür, eylem ve süreçlerin değişimlerine ilişkin analitik bir çerçeve oluşturduğunu ifade etmekteydi (Manheim, 1952). Birbirine yakın zamanlarda doğmuş bireylerin ortak mekânlar ve özgül bir deneyim içinde belli bir düşünce ve eylem karakteristiği edindiği şeklindeki kuşaklar teorisinin,
347
M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
348
her bir kuşağın hızlı ekonomik-toplumsal-ideolojik dönüşüme denk düştüğünün vurgulanması koşuluyla Türkçülüğün düşünsel gelişim ve değişimini bir ölçüde açıklayan bir analitik araç olarak kullanılabileceği ifade edilmelidir.
Türkçülüğün OsmanlI’dan Cumhuriyete geçerken yaşadığı dönüşümlerin arkasında iki farklı kuşak bulunmaktaydı. Türkçülüğün ilk kuşağı; kabaca 1870- 1890 yıllan arasında doğan, Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiye’nin sıralarında yetişen, her ne kadar "Adriyatik'ten Çin Seddi'ne" kadarki “büyük Türklük" âlemini ilk keşfeden olsalar da siyasal eylemlerinin merkezinde devleti tutan bir toplumsal grubu ifade etmektedir. Bu kuşak Kızılelma ve Turan’ın peşinde hayal tüketmekle beraber, esas olarak sürekli geri çekilme halindeki bir devletin mensuplan olmaları nedeniyle tutunma, varolma, var kalma içgüdüleri onları sarmalamış durumdaydı, Türkçülüğün ikinci ve onu farklı bir kimliğe doğru taşıyan kuşağı ise yine kabaca 1900-1920 arasında doğan Cumhuriyet döneminde Darülfünunda okümuş, İstanbul Üniversitesi ve DTCFnin sırala- nnda güçlenmiş, “millet" sorununu siyasal eylemlerinin merkezinde tutan ve sürekli olarak kendine güvenmesi, dünya karşısında gurur duyması istenen bir toplumsal gruptur.
Türkçülük bu iki kuşak arasındaki dönüşümle farkU yoğunlaşmalar, bakış açılan ve davranış biçimleri edinmiş, pragmatizmden radikalizme, Turancılıktan ırkçılığa, imparatorluk Türkçülüğünden ulus-devlet Türkçülüğüne, aydın-bürok- rat ve asker çevrelerinin Osmanlı Devle- ti’nitı ihtiyaç ve öncelikleri doğrultusunda yürütülen merkezdeki bir politik tasarruf olmaktan bir çevre hareketi olmaya doğru adım atmıştır. Başka deyişle, Türkçülük, Osmanlı Devletinin farklı tasarruf kalemleri içindeki (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük) bir seçenek olmaktan bir zatiyet haline kaymış, kendine Osman
lI’dan miras asker-aydın-bürokradardan oluşan bir çevrenin, yanında Cumhuri- yet’in yetiştirdiği kuşaklardan (bunlar özellikle Cumhuriyetin misyoner kıldığı öğretmen ve öğrencilerden oluşuyordu) oluşan bir toplumsal taban edinmiş, ittihat Türkçülüğünden Cumhuriyet Türkçülüğüne geçmiştir. Bununla beraber bu sürecin düzçizgisel geliştiği, birbirine devrederek ilerlediği söylenemez. Türkçülüğü bir siyasi cemiyet ve ideolojik bir bütünlük olarak kurmayı başaran II. kuşak Türkçüler, Türkçülük alanını ellili yıllara kadar I. kuşak Türkçüler ile paylaşmışlardır.
ÎTT1HAT TÜRKÇÜLÜĞÜNDEN CUMHURİYET TÜRKÇÜLÜĞÜNE GEÇİŞ
VE TÜRKÇÜLÜĞÜN ÇAIALLANMA51
Cumhuriyet’in ilk dönem Türkçülüğünü toplumsal, siyasal ve ideolojik açılardan bir eleştiriden geçirdiğimizde ilk görmemiz'gereken nokta Türkçülüğün bünyesinde, benliğinde, kimliğinde gelişen çiftlenme süreci ve bu süreçle Türkçülüğün Türk düşüncesi ve siyasî tarihi içinde muhtelif ve dağınık konumlar alması olmalıdır. Her şeyden önce, Türkçülüğün Cumhuriyet dönemindeki serüveninin iki farklı çehresini, iki farklı kuşağını birbirinden ayırmak gerekir, Gökalp, Akçura, Tekinalp, Tanrıöver, Cansever vb. gibi ideolojik ve ajitatörler ve Killigil, Sabis, Erkiiet vb. gibi ikinci Dünya Savaşı sırasında T ürk-Alman ilişkileri nezdinde roller edinmeye çalışan emekli generaller, bürokratlar ve aydınlardan oluşan I. kuşak Türkçüleri ile Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Fethi Tevetoğlu, ismet Tûmtürk, Alparslan Türkeş vb. gibi öğrenci, öğretmen ve bir kısım subaylardan oluşan 11. kuşak Türkçüleri Türkçülüğün iki ayrı mecrasını oluştururlar. Örneğin 1944 yılında başka birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de açılan “Nazi Dosyasü’na, başka adıyla “İrkçılık-Turan-
C U M H H H İ Y H ___D O N E M ' N D E f O R K Ç U L Û S Û N Ç A T A L I A M A N Y O L L A R I
19ı ı te 23 kişi hakkında Anayasanın ana vasıflarını ihlâle m atuf ırkçılık. Turancılık gayesiyle gizli cemiyet kurma' suçlamasıyla açılan dara. Türkçü mUUyciçifikriyatın gelişiminde tarihi bir andır.
349
cılık davasına” neden Alsız, Türkkan, G ö k y a y . Tevetoğlu vb. gibi 11. kuşak Türkçülerinin adları kaydedilirken, Türk- Alman ilişkileri nezdinde açık rolleri bilindiğinden Killigil, Sabis ve özellikle fcr- kıleı gibi birinci kuşak Türkçülerinin göz ardı edildiğinin yanılı lıer iki kuşağın kişilik yapılarında ve buna bağlı olarak siyasî işlevselliklerinde bulunmaktadır.
1. ve 11. kuşak Türkçüleri arasında herhangi bir düşünsel hesaplaşma zemininden bahsedilemez. Ziya Gokalp ile Nihal Atsız’ın Türkçülük düşünceleri arasında büyük farklılıklar bulunmakla beraber bu farklılık herhangi bir polemik, tanışma zemini yaratmamış, 11. kuşak Türkçüleri 1. kuşak Türkçüleri ile romantik bir bağ kurmuşlardır.
1. ve II. kuşak Türkçüleri arasında birçok farklılıklardan bahsedilebilir. 11er şeyden önce ilk kuşak Türkçülüğü bir OsmanlI yapımı olduğu için hem sosyal-kul- türel dayanakları ve hem de ideolojik iddiaları itibariyle Osmanh’ya aiı duyarlılık
lar hâkim durumdadır. Siyasal analiz düzeyleri oklukça güçludiir. Somut dengeler, stratejik ve taktik çıkarlar önemlidir. Varolma. lulunma, savunma içgüdüleriyle donanmışlardır ve kendi cemiyetlerinin ırksal saflığından çok politik çıkarlarına önem vermişlerdir. Irksal kökenler sorunu küçük tacizlerin ötesine geçerek bir şartnameye aktarılmamış, Mustafa Cela- lcddin Paşa. Tekinalp vb. gibi kökenleri aşikâr ve. Ömer Seyfettin, Hamdullah Suphi Tanrıöver vb. gibi kökenleri şüpheli Türkçüler genelde Türkçülük cemiyeti içine saygıyla kabul edilmişlerdi:
... y a l n ı z iyi g ü n l e r im iz d e değ il , kötü g ü n ler im izd e de b izden ay r ı lm a y an la r ı nasıl milliyetimizin dış ında sa y a b i l i r i z ? Özellikle b u n la r a r a s ı n d a m i l l e t im iz e karşı hiiyük f e d a k a r l ı k l a r yapmış, Türklüğe büyük hizmetler vermiş o lanlar var sa, nasıl o lur d a hu f e d a k a r in sa n la ra (siz Tiirk değilsiniz) diyebiliriz ... İnsanlarda ise ırkın toplumsal niteliklere hiçbir
350
M_______ I L_______ L i Y E_______ T Ç I_______ L_______ I_______ K
etkisi olmadığı için soy aramak doğru değildir. Bunun tersi bir yo! tutacak olursak memleketimizdeki aydınların ve jîkir savaşçılarının birçoğunu feda etmek gerekecektir {Gokalp, 2001; 29).
İlk kuşak Türkçülügûnfuı bu esnek, kapsayıcı cemiyet anlayışına karşıcı Cumhuriyet Türkçülüğü kendini böyle bir imkândan tamamen mahrum bırakmıştır:
Genç Türkçü, tarihimizdeki önemli vakalardan aldığımız dersleri bilerek, uzak ve yakın çağdaki bir kimseye Türkçü diyebilmek için şartlar aramalıdır
Bir kimsenin soyu hem ana, kem baba tarafından Türk İse o şahıs hemen ekseriya aranılan her iyi şartı taşır Bir insanı sevmekte, Türkçü olarak kabul etmekte şundan ileri şart yoktur: Türk yaratılmış ve Türk kültürü almış bulunmak.5
II. kuşak Türkçüleri için ırksal kökenler hem Türkçülüğün ve hem de Türkçülük düşmanlığının nedenselliğini barındıran mihenk taşını oluşturur. İlk Türkçü kuşağın ırk kavramını kullandığı her yerde kültür, tarih ve gelenek kavramlarıyla değiştirmek doğallıkla mümkündü. Buna karşılık, Türkçülüğün Cumhuriyet kuşağı için ırk herhangi başka bir kavramla telafi edilemeyecek bir özü temsil eder. Bu nedenle de Cumhuriyet dönemindeki Türkçü cemiyetin yalnızca düşmanlarıyla değil, kendi içindeki çatışmalarda da en acıtıcı iğnesini ırksal kökenler oluşturmaktadır. Türkçülüğün iki farklı grubuna önderlik eden Nihal Atsız ile Reha Oğuz Türkkan, aralarında çıkan polemikte birbirlerinin saf kan ya da yüzde yüz Türk olmadıklarını ispat etmek için şecerelerini araşnrmışlardı.
a) Türkçülüğün İlk Kuşağı: ilk Türkçü kuşak daha ileriye ve daha geriye de götü- rülebılmekle beraber kabaca Osmanlı’mn 1870-1890 yılları arasında doğan asker-bü- rokrat ve aydınlardan oluşmuştur. Bu kuşağı, daha önceki; Ahmet Vefik Paşa, Şem- seddin Sami, Mustafa Celaleddin Paşa vb.
gibi Türkçü olarak anılan ve daha çok AvrupalI Oryantalistlerin yazılarını Osmanlı diline ve çıkarlarına uygun hale getirmeleriyle önem kazanan kuşaktan ayıran en önemli nokta Akçura'nm da ifade ettiği gibi “siyasî Türkçülük” atılırdım başlatmış olmalarıdır. Siyasî Türkçülüğü başlatan kuşağın ideolojik besinleri, büyük oranda yukarıda sayılan Osmanlı aydınları tarafından kaleme alınmış metinlerdi, Ahmet Ve- fık Paşa’nın Lehçe-i Osmani'sL, Şemseddin Sami’nin Kamus-u Tür/usi, Mustafa Cela- 1 eddin Paşa’mn Eski ve Yeni Türkler’ı, Süleyman Paşa’mn Tarih-1 A lenfi ilk Tükçü kuşağın elinden düşürmediği ana kaynaklardı. Bu metinlerin bir sonraki kuşağın kimliğinde derinliğine hissedilmesinin kuşkusuz çok temel nedenleri vardı ve 1877-78 Türk-Rus Savaşı’ndan başlayarak. Girit İsyanı, Türk-Yunan Savaşı, Balkan sa- vaşlan vb. gibi bunalımlarla sürekli geri çekilme halindeki bir devletin bütün kaygıları ve giderek büyüyen göçmen uğultuları bu ilk Türkçü kuşağın ruhunu sarmalayarak harekete geçmesini sağladı. Akçura’nm deyişiyle, bu kuşak "hayat-ı inkıraz yaşayan Türk kavmi”mn evlatları olarak soruna “selefleri gibi ilgisiz kalınamayacağını duyan" (Akçura, 1998 :170) bir kuşaktı.
Bütün toplumsal ve siyasal ilişkilerin asli bir içeriği olarak Türklüğe bir hayat alanı veren, onun çeşitli kurumlar, yayınlar ve daha değişik araçlarla geniş yeniden üretiminin şartlarım düzenleyen ve bizzat kendileri de bu süreçte dönüşen yepyeni bir kamu alanının aktörleri haline gelenlerden oluşur bu ilk Türkçü kuşağı. Ziya Gokalp, Yusuf Akçura, Hamdullah Suphi, Haşan Ferit Cansever, Necip Asım, Veled Çelebi, Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfettin vb. gibi entelektüel, aydın ve şairlerle Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Kazım Karabekir vb. gibi asker-politik acılar bu kuşağın tipik temsilcileridirler. Osmatılıca’nın Türkleştiril- mesi, ekonominin Türkleştmlmesi ve giderek Osmanlı Devleti’nin Türkleştiril-
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T f l R K Ç C İ L Ü S O N Ç A T A L L A N A N Y O L L A R I
meşinin adımları bu kuşak tarafından atılmış, Cumhuriyet de bu kuşak tarafından hazırlanmıştır.
İlk Türkçü kuşağa ait ortam ve sembolik mekânlar Tıbbiye başta olmak üzere Mülkiye ve Harbiye okullarıdır. Özellikle Tıbbiye’de farklı etnik kökenlerden genç ve heyecanlı milliyetçilerin karşı karşıya gelmesi, bu okulda milliyetçilik heyecanı ve çatışmasının diğerlerine göre daha yoğun yaşanmasına yol açmış, buna karşılık Harbiye ve Mülkiye’nin bütün öğrencilerinin Türk veya Müslüman gençlerden oluşması nedeniyle sorunun örgütsel ve eylemsel boyutları Tıbbiye kadar yakıcı olarak hissedilmemişti, ilk Türkçü kuşağın en uç niteliklerini Tıbbiyeli kökenlilerde bulmak, bu nedenle, mümkündür.
Bu kuşağın eylem yapısı ve do kırına s- yon dokusu iç tutarlılık veya teorik bütünlükten çok pragmatikti ve politik çıkara dayalıydı. Ahmet Ferit Tekin ifadesiyle “mutedil bir meslek ve mas ire t kar a- ne bir siyaset” bu kuşağın devlet merkezli zihniyet yapısını özetlemektedir (aktaran Üstel: 1997: 793.
b) Türkçülüğün İkinci Kuşağı: Cumhuriyet Türkçülüğü: Türkçülüğü devlete ait bir tasarruf olmaktan çıkartarak bir politik akım haline getiren, resmî milliyetçilik karşısında onu yeniden yaratan kuşak yine daha geriye ve ileriye götürü- lebitmekle beraber kabaca 1900-1920 yıllan arasında doğan Cumhuriyet gençliğini ifade etmektedir. Osmanlı'nuı çöküş hatıralarını artık yabancı ırklar ve milletlerin ihanetleri olarak okuyarak kapsayıcı, toparlayıcı bir kimlikten vazgeçmek, C um huriye t’itı kendine güven telkin ettiği, misyoner kıldığı bu gençlik kuşağının asli eğilimini oluşturur. Bu kuşak Türkçülüğü ırkçı-Turana çiftlemesi içinde yeni baştan yaratmakta büyük bir ustalık gösterdi. Osmanlı’nm ve gerçekte onun bir devamı olan Cumhuriyet’in sınır]ılıklarından koparak giderek militanlaşan bir çizgiye doğru ilerlediler. Herhangi bir po
litik tecrübeden gelm em eleri, onları Cumhuriyet kadrolarının sorumlu, şüpheci ve ağır hareketlerinden kurtardı.
Türkçülüğün bu farklılaşmasındaki en önemli gelişme; okumuş-meslekli muhitleri, genişleyen orta sınıflan, metropollerin entelektüel mahallerini hızla kaplaması, Anadolu’ya yayılan öğretmen hareketliliğini etkilemesi, giderek gruplara ve taraflara ayrılan akademik tartışma birikim leri, artık bir Türkçülük kürsüsü oluşturulmuş bulunması, Türk Ocakları ve Darülfünutı’dan taşan hevesli milliyet tartışmalarının DTCF ve İstanbul Üniver- sitesi’nin entelektüel biçim lenm esine yansıması ve disiplin er seferberlikleri hızlandırması, Mülkiye, Tıbbiye ve Harbi- ye’yi aşan bir entelektüel muhtevaya erişmiş olmasıdır.
OSMANLI'DAN CUMHURİYETE MİRAS TÜRKÇÜLÜK:
BlR tMPARATORLÜK TAHSİSATI
1- Türklüğün Keşfi: OsmanlIda Türklük beşeriyetinin keşfi nispeten yenidir. Yeni Osmanlıların asker üyelerinden askerî mektepler Nazırı Süleyman Paşa’nm “Osman! ı" devleti ile "Türk" beşeriyeti ve onun dili Türkçe arasında kurduğu ayrım Türk milliyetçiliği ve Türkçülük açısından son derece önemlidir. Bu yolla Jön- türklere doğru üzerinde bilimsel entelektüel ve politik mesailere girişilecek olan bir içtimaiyyatm kapısı aralanmış, 1908 Devrimi’nden itibaren de asli bir temayüle dönüşerek Türkçü bir ufuk içinde bu içtimai kültürün tarihsel derinlikleri ve coğrafi genişliği anlatılmaya başlanmıştır. Çok kültürlü, çok etnili, çok “millet’Ti bir imparatorlukta Türklüğün bir siyasal çıkışın temeline yerleştirilmesi Türkçülük açısından bir başlangıç anına işaret eder. Türkçülük, OsmanlI’nın ıztırar halinden kendini kurtararak bilimsel-edebî-kültürel çerçevelerden siyasal alana doğru kısa zamanda hareket etmiş ve Balkan savaşların-
M_________ j_________ L_________ L_________ 1_________ Y_________E_________ T_________Ç_________ I_________ L_________ I_________ K
;52
Nihal AtsızGÜVEN BAKIRLZtR
Radikal bağın fikri öncülerinden Hüse
yin Nihal Atsız saldırgan ve provokatiı üslubu yüzünden yönetici elitlerin daima hışmına uğramış b ir dava adamı
dır. 1905'te doğdu. 1922'te girdiği As
kerî Tıbbiye'den birkaç vıl sonra çıkar
tıld ı. 1927-1930 arasında Darülfünun
Edebiyat Fakü ltes i Yüksek M u a llim M ektebi'nde gördüğü öğrenim ini tak iben hocası Fuat K öp riilü 'nün asistanı
oldu ise? de 1933'te görevine son verildi. 1931-1932 arasında Türk edebiyat
ve tarihine odaklanan Atsız M ecm u a 'y i çıkarttı. 1933-1934 arasında yayım ladığı O rhun, birçok sayısının kapağında
Akdeniz'den Pasifik Okyanusu'na uza
nan b ir Türkeli haritasının görülmesi, m illiye t sorununu kan sorunu olarak iş
lemesi gibi siyasal konumlarından ötürü Bakanlar Kuıulu kararı ile kapatıldı. 1943'te yayımına tekrar başladığı derg in in M art ve Nisan 1944 'teki sayılarında Başbakan Şükrü Saraçoğlu'na hitaben Sabahattin A li, Pertev Naili Bora- tav, Sadıettin Celal ve Ahmet Cevafın kom ünist fa a liye tle rin i duyuran açık mektupların yayımlanması ve M illî Eğitim Bakanı Masan  li Yüce l'in istifaya çağrılması üzerine tekrar kapatıldı. A tsız vatan haini diye itham ettiği Sabahattin A li tarafından a leyh ine açılan
hakaret davasında suçlu bulundu, fakat cezası tec il ed ild i. Ancak hüküm etin başlattığı ırkçılık Turancılık operasyonu kapsamında tekrar tutuklandı, yine suçlu bulundu ve 4 yıl ceza yedi. Ancak Askerî Yargıtay'ın kararı bozması üzerine 1,5 y ı llık hapis hayatı sona erd i. Dergiciliğe 1952'de O rkun'u, 1964'te de Ö lü k e r i i çıkartm akla devam eden Atsız'ın Öîüken'deki yazıları hakkında soruşturma açılmasına ve 15 ay ceza yemesine sebep o ldu. 2,5 ay hapis yattıktan sonra cezası affedildi.
Atsız m uhte lit defalar Türkçü faa liyetlerin zorunlu olarak b ir parti statüsü altında örgütlenmesi gerekmediğini ifa-
>
dan sonra İttihatçılar Türkçülüğü OsmanlI Devleti nin ilan edilmemiş bir ideolojisi olarak uygulamaya koymuşlardır.
19. yüzyıldaki Osmanlı düşünce hayatının “devler sorunundan giderek “millet" sorununa doğru böyle, hızlı ve sıçramalı şekilde kayması, Genç Osmanlılar hareketinden orta sınıl aydınlarından oluşan Jöntürkler hareketine doğru geçişle de belirginleşen. devletten toplumsal alana doğru ilerleyen ve dağılan bir siyaset zemininin de güçlenmesi ve bu arada Türkçülüğün bu siyasal alandaki başlıca bir siyasalr a i ' u n » i , „ u - . - , ı - « r n r l , ı * r m a < ’ i r f t n ı ı / u ı n ı t r l r»
gurmuştur. Bununla beraber Türkçülüğün Osmaııiı Devleti açısından kabul edilebilir bir değişim eğiliminin ötesine geçtiği ölçüde etkileri sınırlandırılıyor, onun da siyasal alanda hükmünü Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi değişik ideolojik kaldıraçlarla beraber sürdürmesi isteniyordu. .Salanın dediği gibi “İmparatorluk siyaseti uç Fikri de himayesi altına almış, birbirlerini incitmelerine meydan vermeden, üçünü de geıçekleştirmeğe çalışıyordu. Bu devrede İttihat ve Terakki nin Türkleşmeğe, İslâmlaşmağa, garplılaşmağa doğruK ı ' l t ı l n V m m l a l n n f a i z i n i / o t t ı r t r i ” 1 û û l ’V
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T Ü R K Ç Ü L Ü Ğ Ü N Ç A T A U A N A N Y O L L A R I
353
73) görülür. Bu anlamda Enver Paşanın bedeninin Balkaniar'da ya da Halep'le değil de Taşkent'te toprağa düşmesi yalnızca bir tesadüftür. Başka deyişle Enver Paşanın Türkçülüğü onun Osmanlıcılığı ve tslâmcılığı kadardır.
2- Kurtuluş Savaşı ve Kemalist Dönem: Mustafa Kemal'in Kurtuluş Savaşı sırasında yürüttüğü ulusal politika; “Türklüğün Osmanlı siyasal sınırları içindeki kapsamı ve genişliği" üzerindeki bir ulusal müzakere hedefinde ilerlemiştir. Ulusal müzakere süreci meşruiyetini bir yandan "Arap aksam dışarda kalmak kaydıyla Osmanlı-
Islâm sımrlan ’ndan alırken, diğer yandan da Türklüğü bu siyasal mirasın üzerine yerleştirmeye çabalamaktaydı. Hatay'ın Türkiye topraklarına ilhakı Osmanlı sınırlarındaki Türklüğe dair son müzakerenin bir sonucu olarak görülebilir.
Buna karşılık Kemalist önderlik geniş ve sağlam bir siyasal meşruiyet, siyasî geçmiş ve uygun bir uluslararası ortam olmadığı sürece ırksal ve kültürel yakınlığa dayalı bir siyasal yayılmacılık peşinde değildi. Bu nedenle Türkçülük Cumhuriyetle beraber bir karamsarlık dönemi yaşadı, bazıları onun misyonunu tamarnla-
de ettikten sonra, 1% 3 'te ismet Tüm- türk, Nejdet Sançar gibilerle Türkçüler D e ın e ğ i'n i k u rd u . D e rn e ğ in adı 1% 4 'te 1 ürkiye M illiye tç ile r Birliği olarak değişti. B irlik Alparslan lü rk e ş 'le de temas halindeydi. 1% 5 'te Türkeş'in Cum huriyetç i Köylü M ille t Partisi yönetim in i ele geçirmesinden sonra, A tsız, partin in ideo lo jik yeniden inşasında ro l a ld ı. 1969 Kongresi'nde Tür- keş'in "b iz Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar M ü s lü m a n ız " söz le rinde
açığa vuran yeni düşünce değişimi karşısında, araçsal ve Türklüğe tâb i b ile olsa üm m etçiliğe prim verilemeyeceği gerekçesiyle, Atsız ve çevresi buna karşı çıktı. Atsız etkisindeki unsurlar yet
m iş le rin orta la rına varan b ir süreçte tasfiye edildiler.
Sosyal düşünce alanında Atsız'ın yeri hakların ırk ve soyluluk temelinde tanımlandığı hiyerarşik toplum tasarımları iç indedir. Fakat top lum tasarımı At- sız'ın yazılarında arkaplanda kalır. O dalıa çok radikal m illiye tç i siyasal bir p ro g ra m ın propagandasına ke n d in i adam ış b ir id ir . Atsız ken d in i siyasal olarak ırkçı, Türkçü ve Turancı olarak tanımlıyor. Türkçü "Türk ırkının üslün-
V;hal Atsız ın şiirlerindeki slogan-dizeier. Tiirkçükiguıı ajitasyon uıtıdanhğmda kaim yer edinmiştir. "Yiizdc yiiz Türk
olduğun gün cihan şenindir! (“Selâm'’,1944) gibi..
lüğüne inanmış kim sedir." Turancılık ise Türkçülüğün kısa gelecekteki siyasal amacıdır.
T ü rk le r in "A lta y veya Turan ır-
kı” ndan olduğunu belirten Atsız, resmî tarih tezinde olduğu gibi Türkleri Avru-
M_________ I_________ L_________ L 1_________ Y E T Ç I_________ L_________ I_________ K
354
palılarla ortak b ir e tn ik kökene dayandırm a gereği duym am ıştır. Türklerirı yüz şekli itibariyle esas olarak brakisefal o lduk la rın ı İdd ia etm ekle b irlik te , Atsız'ın kullandığı asıl ırksal ö lçüt, yalnız fiziksel değil aynı zamanda kültürel ve ahlakî b ir gösterge olarak aldığı kan bağıdır. "Binlerce y ıllık tarihî hayatların m illetlere verdiği bir terbiye vardır ki o öyle b irkaç yılda ve hatta asırda elde ed ilem ez f.-J Aynı günde doğan b ir Türk çocuğu İle b ir Yahudi çocuğunu aynı terbiye müessesesine alıp ikisine de yalnız esperanto d ili öğretseler [...] bile muhakkak ki Türk çocuğu yine y iğit, Yahudi yine korkak olacaktır. Türk çocuğu yine doğru, Yahudi yine sahtekar yetişecektir.'' Atsız, burada Gustave Le Bon'un sosyal-psikoloji analizlerine yakın görünür. Bundan başka, Atsız, kan bağını m utlak b ir saflık olarak ara- mayıp, "Türklük şuurunda olm a"yı da b ir ö lçüde yeterli görür. Anası Türk o lmayan Osmanlı padişahlarını, babası
A rnavu t o lan M ehm et A k if ' i T ürk lük kadrosundan çıkarmamıştır. Ayrıca kan bağını tah lilin olanaksız olduğunu reddetmez. Atsız melezleşmeden korkmu
yor, çünkü bir ırk mütemadiyen başka
ırklarla karışmaya devam etm edikçe, tabiat, m elezliği bir müddet sonra tasfiye edecektir diye düşünüyor. Ö te yan
dan, Türk kanı taşımayanları Türk saymıyor. O na göre, Zenci, Yahudi, Çerkez, Arnavut, Kürt, Laz yabancı olarak kabul edilm elidir.
Atsız'ın m illiye tç iliğ i m ille tle r arasında güçlü olanın kazanacağı doğal b ir savaş tasavvuruna dayanır. M il lî ü lküle ri bugünden geleceğe üç dönem e ayırır: İstiklâl, b irlik , fütuhat. "Ü lkülere kanla, kılıçla, dövüşle, m illî kinle varı
lır [...) Bir m ille t için en büyük tehlikelerden biri barış ve dostluk afyonu yutarak uyumaktır." Aynı çerçevede, Atsız "(Yurtta barış, c ihanda barış,) yahu t (kim senin b ir karış toprağında gözümüz yok) gibi şefi İane b ir siyasî umde ile bu m illetin manevi enerjisini bilerek veya bilmeyerek söndürenler" diyerek yönetici elite hücum etmiştir. Kıbrıs sorununun tek çözüm yo lun u "savaş" olarak görmüştür.
Atsız, Türk Tarih Tezi'nin eski uygarlıkları ve Özellikle de Anadolu'da yaşayan insanları Türk saymasını b ilim dışı b ir kom e d i o la ra k n ite le m iş t ir . B ir memleketin tapusuna sahip olm ak İçin
dıgırıı düşünürken, bazıları da tersine Türkiyeciligi Oguzculuk ve Turancılık (Gökalp, 2001: 35 ) hedefleri karşısında sağlam bir dayanak olarak değerlendirme yoluna girdi. Bu durum, Türkçülüğü siyasal başarısızlığı ile yargılamakla beraber, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde kültürel bir değer olarak yer almasını ve yeni fırsatlara açık bir siyasal seçenek olarak en azından ilerde hatırlanmasını talep etmekteydi. Cumhuriyet sonrası Türklüğe dair kültürel ve tarihi araştırmaların yoğunlaşması, dışardan Türkiye’ye TüTk (bu terim o zaman bile hâlâ Müslüman
anlamına gelmekteydi) göçlerinin özendirilmesi, Türk Ocaklarının desteklenmesi vb. gibi çabalar bu talebe karşılık verdi ve Türkçülerin Cumhuriyet’in temel kadroları içinde yer almaşım sağladı. Birçok Türkçü Kemalist atılını sürecine oldukça aktif olarak katılmış, Türkiyeciliğin teorik temellerini hazırlamıştı. Gökalp, Ak- çura, Ağa oğlu, Tannöver, Tekinalp vb. gibi Türkçüler Kemalist önderliği açık b içimde desteklemişlerdir.
Kemalist önderliğin Türkçülüğün kültürel-edebî değerlerine olan ilgisine karşılık 1928 yılma kadar millet ve milliyetçi-
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T Ü R K Ç Ü L Ü Ğ Ü N Ç A T A L L A N A N Y O L L A R I
m utlaka yerlis i o lm ak gerekm ediğ in i ileri sürer. Türklerîn Batıkların gözünde savaşçı, istilacı bir kavim olarak görülmesinden Kemalistlerin duyduğu mahcubiyet Atsız'd a yoktur.
"Türk, atına a tladı,/ Ç in 'in ödü patla d ı./ S ilinm ez dam ağ ından/ K ılıc ın kanlı tad ı", d izelerinde olduğu gibi savaş, kan ve şiddeti estetize eder. Atsız için hayat, felsefeye ve b ilim e karşıtlık İçinde, b ir ö lüm -kalım savaşı, b ir kumardır, "Yakarış" adlı şiirinde olduğu g ib i: "A n la m a y ız hayatı fe lse fey le , il im le ;/ Hayat çe lik e lle rle atılan zar o lm a lı./ Rahat yatakta ö lm ek acap o lmaz mı ç ile?/ Kanlı sınır boyları b ize mezar o lm a lı.”
Irk ve soy Atsız'ın toplum tasarımın
da m erkezi b ir yer tutar. Ö rneğin TC vatandaşları arasından yalnız Türklerin başa geçmesini savunur. Bazı unsurları ise vatandaş o la rak dahi düşünm ez. Çingenelerin Hindistan'a sürülmelerini ya da olmazsa Hakkari'de zorunlu ikam et e tt ir ile re k "adam e d i lm e le r in i
önerm iş tir. K ürtle rin de aynı şekilde kendilerine gidecek b ir yer bulm alarını, örneğin Birleşmiş M ille tle r'den A frika'da b ir yurtluk istemelerini, aksi hal
de, başlarına gelebilecekleri Ermeniler- den sorup öğrenmelerini tavsiye etmiştir. Atsız kişisel öze llik le rin ve yetenekle rin kalıtsa! geçiş ine -rom anla rında gözlenebild iğ i üzere- soyluluğu savunacak derecede inanır. Yani soylu kökenlilerin toplumsal ayrıcalıklara sahip olmalarını aızular.
Atsız Ruh A dam 'da roman kahramanını "eşref-i mahlukat sayılan, fakat hakikatte bir sürüden başka bir şey olmayan insanlar" diye konuşturur. Bu küçük gören tutum kitlelerden b ir İğrenmeye kadar varır. Demokrasilerin "ayak takımı hâkim iyeti" haline gelerek "zekadan" yoksun bir durum almasına itirazında belirg indir bu duygu. "Toplum
hâkimi daima burjuva denilen aydın ve yürütücü sınıf kalacaktır, işçinin hâkim iyeti, m illetleri Hotanto durumuna getirmekten başka sonuç veremez," Bir İslam cının “ bü tün insan lar yeryüzünü İmar etmek, çalıştırmak ve hâzinelerinden faydalanmak bakımından A llah 'ın b irer ha lifesid ir"; "bütün insanlar kar
deştir" iddiasına, "şu ibareden 'A llah 'ın birer halifesidir' kelimelerini kaldırırsak geride kalan fik ir tam b ir Marksist düşünce o lm uyor mu" diye karşılık verir.
355
lik üzerinde geniş ve derinliğine bir şerh etme atılımı görülmedi. Kemalist önderlik bu konudaki uygulama ve düşüncelerini Türkçü ideologlar veya Türk Ocakları vesilesiyle yürütmeye çalışıyordu. Mustafa Kemal de Türk mili İye tçiliğİ/Türkçûlügün yaklaşık 50 yıllık birikimini, argümanlarını çeşitli vesilelerle kullanmıştı. Örneğin Mustafa Celaleddin Paşa ve Ömer Seyfettin’in daha önce ifade ettikleri Güneş Dil Teorisi’ne benzer iddiaları M. Kemal daha 1922 yılında Adana’da dile getirmişti:
[...} Bu memleket tarihte Tiırklü, o halde
Türk'tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır. Gerçi bu güzel memleket kadim asırlardan beri çok kere ecnebi istilalarına maruz kalmıştı. An’asıl Türk ve Türemi olan bu ülkeleri f remi ler zaptetmiş terdi f. j en nihayet Asya’nın göbeğinden tamamen kay- nıyan Tflrkler soyundan ırhdaşlar buraya gelerek memleketi hayatı sabıka ve asliyesi- ne iade ettiler. Memleket en nihayet yine sahibi aslilerinin elinde tekerrür etti J 6
Kemalist önderlik, Türk milliyetçiliğinin o güne kadar işlemiş olduğu Türklüğün millî kültüre-tarihi hususundaki tes-
M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
356
Atsız son derece otoriter ve hatta tota lite r b ir düzen savunur. D is ip lin ve mutlak itaati birer erdem olarak görür: "D is ip lin , körükörüne itaattir ve körü- körüne itaatta en büyük yaratıcı şuur g iz lid ir. Buhranlı anda, ö lüm karşısında, tartışmakla h içb ir güçlük çözü lemez. İtaat edilen yanlış karar bile, tartışılan doğru karardan daha v e rim lid ir " . Dem okrasi, haklar, hürriye t At- sız'ın şiddetle karşı olduğu mefhumlardır. K anun la rın va rlık neden in i, kişi hak ve özg ü rlük le rin i güvence altına
almak değil, "hürriye ti kısmak, yani insanları hayvanlıktan kurtarmak" olarak izah eder. Toplumu diri tutmak için f ik ir hü rriye tin e gem vurm ak gerekir. "İnsan hakları denen lüzumsuz hü rriyetlerden bazılarının kaldırılm ası" gereğ inden, " fe r t le r in grev ve top lan tı hakları kısıtlanırsa düzenin sağlanacağ ım dan sözeder. Atsız'a göre " I ürki- ye'de imhası vacip olan yegane unsur münevverlerdir." "Bunlar cem iyetin şi- razesini bozarlar [...] M uh te lif vesilele rle vatana ihanet eden bun la rd ır." A tsız 'a göre "b ü tün m ille tin aynı b ir m illî-a ske rî te rb iye ile ye tişeb ilm esi iç in ", ortaöğretim , Eğitim Bakanlığı'nın
e linden a lınarak Erkân-ı H a rb iye 'ye verilm elidir. Atsız son derece muhafazakâr ve hatta geric i b ir sosyal hayat tasavvur erler. Ö ze llik le kızların zehirlenmesine engel o lm ak için sinemaların kapatılmasını, kadın ve erkek p la jla rın ın ayrılm asını önerir. M in i etek g iym e h ü rr iy e tin e karşı ç ıkar. A tsız iç in, hippiler, Beatle'lar f ik ir buhranının ürünleri, O rhan Veli ise b ir zavallı. Serbest c inse l ilişk i, hom oseksüe llik önlenmesi gereken ahlaksızlıklar.
Atsız kü ltü re l sorunlara yaklaşırken hüm anist ve evrenselci tu tum la rı tü müyle dışlayan b ir m illî ç izg iy i savunur. Rus k la s ik le r in in önce yazara, sonra m illetine, en sonra da kom ünizme karşı b ir sevgi yaratacağı uyarısını yapar. Sebiller, Gocthe veya Shakespe- are g ib i oyun yazarların ın Türk m illî duygu ve kültürüne b ir faydası o lm ayacaktır. C irit, okçu luk, b in ic ilik , kılıç dururken "kız oyunu" olan baleye yö
nelm eyi tasvip etmez. Selçuk ve Os- manlı dururken, Roma'nın, Bizans'ın, H itit 'in eserlerini onarmaya çalışmayı m illî şuursuzluk be lirtis i o larak, Tarsus'un I lıristiyanlığııı kutsal şehri diye onanınım "m illî b ir cinayet ve Anado-
pit ve iddiaları kullanmakla beraber, onun millî egemenlik boyutuna esaslı bir vurgu da yapmıştır. Türklüğün aynı zamanda siyasal ve hukuki bir kavram olarak kurulmaya çalışılması, aslında, Osmanlıcılığa ait kaygıları takip eden ve OsmanlI’daki milliyetçilik koalisyonunun (Türkçülük-tslâmcılık-Osnıanlıcılık) yeniden ve bu kez Türk ulus-devleti nez- dinde yenilenmesi sürecinin bir niteliği olmakla beraber; yeni Cumhuriyete aiı demokralik-siyasal varsayımların daha gelişkin forınülasyonlarının ifade edildiği bir kürsü açılması da önemlidir.
Mustafa Kemal'in konunun değerini anlaması ve teorik akla başvurması yirmilerin sonlarında vuku bulmuştur. 1928 yılında kaleme aldığı elyazmalannda 6 farklı unsuru milleti tarif etmekle kullanmıştı: a) Siyasal varlıkta birlik, b) Dil birliği, v Yurt birliği, ç) Soy ve köken birliği, d) Tarihsel yakınlık, e) Ahlaksal yakınlık. Bu girişimde hem Fransız politik (valandaş- lık) milliyetçiliği ve hem de Alınan (kültür) milliyetçiliğinin bir terkibi bulunmaktaydı. Fakat, 1929’dan itibaren 19.32 Türk Tarih ve Dil kongrelerinde de zirvesine ulaşan çabalar ırk ve kültür üzerinde-
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T Ü R K Ç Ü L Ü Ğ Ü N Ç A T A L L A N A N Y O L L A R I
lu 'da Bizans'ı d iriltm ek isteyen Yunanlıların e line koz verm ek" olarak görür. T ürk çocuk la rına , Yunan, Roma, B izans tarih le ri yerine Türk tarih in in öğ
retilm esini ister.Tek ta n rılı d in le r in ila h i n ite liğ in i
reddeden Atsız, "Soy soy insanların bir tek Adem 'le Havva'dan türedikleri" fik rini bilimdışı b ir yobazlık olarak değerlendiriyor. Atsız.'a göre, İslâm kardeşliği ve İslâm b irliğ i peşinde koşanlar m illet
hainidir. İslâm'ın tanımadığı ırk ve renk ayrım ını Türkçülerin tanıdığını vurgular. Türk m illî b irliğ in i, bölücü o lab ilir kaygısıyla, be lirli b ir d in koşuluna bağlam az. S ün n îlik -Ş iilik davası, A tsız'a göre, Türklcrin m illî enerjilerinin boşuna harcanmasına neden olmuştur. İslâm 'ı da tüm üyle almak yerine Türkleştir ilm e s in ! savunur. Kuran ve ezanın Türkçe okunmasını doğru bulur.
Atsız Türk tarihi üzerinde çalışmıştır. O nun için tarih b ir m illî terbiye vasıtasıdır. "Türk m ille ti iç in en uygun tarih anlatma tarzı en başa askerî hadiseleri, büyük m eydan savaşlarını ve kahramanların hayatlarını koymaktan başka
b ir şey olamaz. Zaten tarih b ilim değild ir; bilim sel yöntem leri de yoktur. Tari
he b ir b ilim çeşnisi katmak isteyen tarihçiler toplum ların İktisadî ve medeni
hayatlarına önem vermekle kendilerini ve okuyucuları aldatmaktadırlar. Tarihi İktisadî ve maddeci b ir gözle görmek son yılla rın Yahudileşme cereyanının b ir sonucudur."
A tsız, Türk ta r ih in i anayurttak i ve anayurt d ışındaki o lm ak üzere ik iye
ayırır. Anayurtta Türkistan devleti, ana- yurtdışında da 11. yüzyıldan bu yana b ir Türkiye devleti vardır. Türkiye devleti, Selçuklu hanedanı ile başlatılmalıdır. Bu bakımdan Türkiye tarih i M alazg irt Savaşı ile d e ğ il, S e lç u k lu la rın , G azne lile rden bağ ım sız lık la rın ı ilan e ttiğ i Dandanakan Savaşı ile başlar. Atsız'a göre, M alazgirt Savaşı'nın yeni b ir devlete başlangıç kabul edilm esi, Türk tarih in i de tıpkı Fransız tarih i g i
bi, yani aynı topraklarda b irb irine karışan insanların top lu luğundan oluşan b ir vatan tarih i olarak yorum lam ak istemekten kaynaklanmaktadır. Halbuki bugünkü Türkiye Devleti, bugünkü sınırların dışında kalan I lorasan'da kurulmuştur. Bu bakımdan Türkiye tarihi m illî menfaatler iç in b ir m ille t-devle t tarihi olarak kabul ed ilm elidir.
357
ki vurgularla medeniyet ve muasırlaşma üzerindeki vurguların içiçe geçtiği daha ilginç bir karışım ortaya çıkardı. Türk Tarih Tezi adı verilen bu karışını doğrultusunda, Türklüğün ve Türk ırkının özgül tarihi ile insanlığın henüz bilinmeyen dönemlerinden başlayarak genel tarihi arasında kurulan bu ideolojik temas, kuşkusuz bütün çelişkilerine rağmen yeni Türk vatandaşının Batı’mn uygarlık ve gelişmişlik onuruna ortaklaştırılması ve beşeriyetin zenginliğine ve kasmaklarına yakınlaştırılması eğilimini taşımaklaydı.
Fakat Kemalist önderliğin millet ve
milliyetçilik hususundaki giderek tekele dönüşen entelektüel çaba ve uygulamaları karşısında, Türklüğün anonimleştiril- mesi ve bilinemez bir hale getirilmesi tehlikesinden endişe eden Türkçülüğe ait bir refleksle itirazlar da dile getirilmekteydi. Milliyetçilik üzerine içlihad vazetme hakkının yirmilerin sonlarına doğru Türk Ocakları ve Türkçü önderlerden Kemalist önderliğe geçişinin, otuzların başlarında böyle bir gerilimle sonuçlanması aslında kaçınılmazdı. Panıürkist Zeki Velidi To- gan’m dışlanması ve Türkçülük önderlerinden Hüseyin Nihal’in (Atsız) birkaç ar-
M_________ I_________ L_________ L_________ i_________ Y_________ E_________ T_________Ç_________ 1_________ L_________ I_________ K
kadaşıyla (Pertev Naili, Ayşe Ilhan, Enver Necati) beraber bir telgraf kaleme alarak Zeki Veli di’elin talebesi olmaktan gunır duyduklarını belirterek yeni bir direnç noktası oluşturmasıyla milliyetçilik üzerindeki bu tartışma ilerde oluşacak iki tarafın siluetlerini ortaya çıkardı,
3- Türkçülük ve Kemalizm: İronik bir ilişki: İsmail Hami Danişment ellilerde yazdığı bir makalede resmî milliyetçiliğin bir çelişkisine işaret ederek kendi bakış açısınca bir şikâyette bulunmuştu:
"Tarih kitabında Türklüğün ‘Baykal gölünden Tuna boylarına kadar’ yayılmış
358 tek bir millet şeklinde büyük bir ırk olarak tarif edildiğini gördükten sonra Edebiyat kitabında bil’akis şimdiki siyasi hudutlarımıza münhasır bir milliyet tarifi gören genç nesiller, netice itibariyle tarih dersinde 'Turancılık' telkinini aldıktan sonra, Edebiyat dersinde Turancılığın ‘sahtekarlık’ olduğunu hep aynı maarif vekaletinin işte o resmî membalarından yıllarca dinleyip durmuşlar demektir" (Danişment, 1966: 7).
Danişment’in resmî milliyetçi söylem içindeki tutarsızlığa ilişkin tespitini hem Kemalist milliyetçilik üzerine bîr iddia ve hem de Türkçülük ile Kemalizm arasındaki ilişkinin ideolojik temellerine dönük bir tartışma olarak görmek mümkündür. Tespit edilen tutarsızlık, Kemalist milliyetçilik içinde metin ile bağlam arasındaki ilişkinin koparılması, durdurulmasıdır. Benzer tespitleri 1944 yargılamaları sırasında ilk kez devletin zoru ile karşılaştıklarında Türkçüler de yapmışlardı. Davadaki savunmalarında Kemalist önderliğin o güne kadarki ırkçılık uygulama ve söylemlerinin en geniş kapsamlı listesini oluşturup mahkemeye sunmuşlardı:
Maden Tetkik ve Arama Enstitüsüyle askerî okullara ve Hemşire okuluna ancak “Türk ırkından olan öğrencilerin” alınması şartı, 2510 sayılı İskan kanununun 7, 9, 10, 11, 13. maddeleriyle Iskan Muafiyetleri Nizamnamesinin 3., 4. mad
deleri, Mustafa Kemal, ism et İnönü ve Başbakan Saraçoğlu vb. gibi devlet ileri gelenlerinin çeşitli ırkçı konuşma ve söylevleri, Şemsettin Günaltay’m Mufassal Titrfı Tarifti kitabı, Mahmut Esat Boz- kurt’un inkılap Tarifti dersleri, İstanbul Örh İdare Komutam Ali Rıza Ar tu tıkalın 1941’de “asil ve temiz Türk ırkına” hitabıyla başlayan konuşması, Harbiye, Ye- deksubay, 10. yıl ve İstiklal Marşlarındaki ırkçı öğeler ve Askerî Yargıtay Başkanı Ali Fuat Erden’den Gümrük ve Teke] Bakam Suat Hayri Ürguplü’ye kadar daha birçok Cumhuriyet kadrosunun ırkçılık söylemleri teker teker ve ayrıntılarıyla duruşmalar sırasında Türkçüler tarafından hâkimlere hatırlatılmıştı. Hatta Atsız savunmasında “niçin Ali Rıza Artunka], Saraçoğlu Şükrü ve orduya bilfiil ırkçılığı koyan Çakmakoglu Müşür Fevzi Paşa hazretleri de bizim aram ızda d eğild ir” diyerek Türkçülükle Kemalist milliyetçilik arasındaki ideolojik-politik ortaklıktan kalkarak kendilerini yargılayan sisteme taşlamada bulunuyordu: Cumhuriyet’in bütün bu ırkçı uygulama ve söylemleri karşısında eğer hâlâ suçlu sayılacaksak, diyordu Atsız, o zaman -Hıristiyan meseline gönderme yaparak- “içinizde en günahsız kim ise ilk taşı o atsm.”7
Atsız'ın resmî milliyetçilik karşısındaki ironisi Danişment’in yukarıda aktardığımız eleştirilerinden çok daha yakıcı ve uyarıcıydı. Nitekim Atsız’ın uyarısı karşılığını buldu ve birkaç yıl sonra (1947’de) devlet Türkçülerin “günahkâr” olmadıklarım yargı kararıyla hükme bağladı. Hatta Türkçülüğü “millî bir ideoloji” olarak takdis etti.
Türkçülük ile Kemalist milliyetçilik arasındaki ideolojik geçişler ile aralarında kimi zaman kurdukları tarihsel diyalog ve ilişkiler nasıl bir arkaplana sahiptir? Milliyetçilik düşünceleri konusundaki metin ortaklığının anlamı nedir? Kimi zaman sert bir düşman kimi zaman da yandaşlık ilişkilerinin arkasında neler
vardır? Sorunun birçok yanı vardır ve bir yandan Kemalist milliyetçiliğin oluşumunu diğer yandan aynı anda yine Kemalist milliyetçiliğin politik merkezin resmî ideolojisine dönüşümünü içerir, Falih Rıfkı Atay milliyetçilik konusunda merkezle marjları arasındaki ilişkileri Danişment ve Atsız’ın tersine net biçimde ortaya koymaya çalışırken, diğer yandan da Türkçülüğün ve Türkçü grupların merkezin resmî ideolojisiyle olan yakınlıklarını görmeden geçememiştir:
"... Cumhuriyet kanunları, ne Gordiittik tedhişçiliğine, ne de Trûçkisttifc anarşisine bu memleketin başına bela getirmek jırsa- tım vermeyecektin Gardistlcr ve Troçiıist- ler, başka yerlerde olduğu gibi bizde de hak görünürüne sığınmakta, Altı Ok’utı bir veya ikisini mızrak boyu sivrilterek gözboyamayolunu tutmakladırlar ...”s
Atay, her ne kadar soruna tersinden baksa da Türkçülük ideolojisinin Kema- lizmin Altı Oku içindeki milliyetçilik ilkesiyle hem ideolojik olarak hem de politik meşruiyeti itibarîyle bir ilişkisinin bulunduğunu tespit etmiş görünmektedir. Gerek gerek Kemalist milliyetçilik konumlarından yapılan bu tespitlerin arkasında, Kemalist milliyetçiliğin Türk milliyetçiliği içinde çok sınırlı bir özgünlüğe sahip olması yatar. Mustafa Kemal’in ve bu arada Cumhuriyetin elit kadrolarının yeni ulus-devletin asli meşruiyeti olarak ilan edilen Türklük üzerindeki argümanları, Türkçülüğün yaklaşık 50 yıldır sınırlarını, kapsamını ve iddialarını oluşturduğu bir kavrama bağlıydı. Bu çerçevede Türklük; Iç Asya’dan çeşitli yerlere göç etmiş ve bu arada Anadolu’yu da vatan yapmıştı. Göçler, coğrafyalar, roller vb, konusunda geniş bir tahayyül gücü de miras kalmıştı. “Tecdit kapısının kapalı, içtihat kapısının açık” olduğu bu Türklük kavramı Kemalist milliyetçiliğin bilimsel- estetik-kültürel mesailerini harcadığı sınırlan oluşturdu, Kemalist milliyetçiliğin
en “estetik" yaratısı olan Güneş-Dil teorisi pek özgün sayılmazdı, en rasyonel ürünü olan millî egemenlik teorisi ise önceden ifade edilmiş, ama, yine de yalnızca burada sınırlı bîr özgünlük kazanmıştı.
Bu durumun bir diğer yanı ise şuydu: Kemalist milliyetçiliğin inşa ettiğini düşündüğü millî yapı, aslında, tıpkı OsmanlI'daki gibi kültürel-etnik ve dinsel sütunlar üzerinde yükselen hassas bir statik hesabına dayanıyordu. Yani bütün kopuş iddialanna karşın Osmanlı ideolojiler alanında verili Türkçülük, İslamcılık ve Osmanlıcılık ideolojilerinin terkip edildiği bir Türk milliyetçiliği koalisyonu yeni bir kamusal hayatın içinde yeniden üretiliyordu.
Bu başlığın başında ifade ettiğimiz tutarsızlığa dönersek, sorun tam da buydu: Türklüğün tahayyüllere açık metni, yeni Türk ulus-devletin kamusal dayanaklarının ifade ettiği bağlam ile bir gerilim İçindeydi. Milliyetin hayaleti Cumhuriyetin hayatiyetini sarsıyordu. Bu nedenle de Türkçüler ile Kemalizm arasındaki ilişki bazen “ihanet", “maceraperestlik" vb. gibi bağlam üzerindeki gerilimi eri e örülüyor, bazen de ortak bir Türklük metni yoluyla yakın temasa ve ittifaklara giriliyordu.
İKİNCİ D&NYA SAVAŞl’NAKADAR TÜRKÇÜLÜK_________
Kemalist milliyetçiliğin otuzlardan millet ve milliyetçilik kavramı ve konumu üzerinde içtihad vazetme pratiklerini tamamen kendi siyasal tekeline bağlı kılmaya çalışmasına karşı muhalefetin ilk önemli belirtisi 1, Tarih Kongresinden sonra görülür. O ana kadar Türk Ocaklarında bazı sorunlar yaşanmış, Kemalist önderlik Türk Ocağını hem elinden kayabilecek bir zeminde olması hem de dış politika gereklilikleri nedeniyle lağvetmeye karar vermişti. Türk Ocaklarının farklı milliyetçilik temayülü yerine CHP’ye bağlı Halkevleri kuruntunu İhdas ederek bütün bir
M_________ I_________ L_________ L_________ I_________ Y_________E_________ T_________Ç_________ t_________ L_________ I K
360
entelektüel alanı, tıpkı siyasal alandaki gibi tekeline almaya çalışmıştı.
Buna karşılık, millet hakkındaki Kemalist argümanlar karşısında î. Tarih Kongresinde Zeki Velidi, M, Fuad Köprülü gibi tarihçiler tarafından, sınırlı da olsa etkileri bakımından Cumhuriyet Türkçülüğünün yolunu açan karşı koyuşlar gelişti, Kemalist mîllet kavramı Türklüğü soyut ve herkese açık yapılandırmak peşindeydi, Buna karşılık, Türkçülerin giderek belirginleşen itirazları Türklük için somut ve bilinebilir bir tarihi-toplumsal grubu işaretlemekteydi.
Bu gerilimden sonra, millet kavramının içeriğine değişen dozajlarda ırk ve kan taşıyan küçük entelektüel gruplara ve bunların yayınlarına otuzların ilk yarısından itibaren rastlanmaya başlanır. Kemalist resmiyetin herkesin nev-i Türk olduğu mücerret millet vaatlerinin akademik-kurumsal-bilimsel atriımlarla seferber edilmesine karşı somut ve tanınabilir bir millet eşkalinin çizilmesi, kapsamlı bir beşeriyet yerine etnik-ırki bir safiyet ve kavmiyetin tespiti yönünde çaba ve çalışmaları otuzların başlarından itibaren görürüz.
Bu yıllarda Atsız Mecmua Cumhuriyet Türkçülüğüne ilişkin ideolojik vurguların s evlendirildiği bir ilk kürsü niteliğini taşıyordu. Ahmet Zeki Velidi’den Sabahaddin Ali ve Pertev Naili’ye kadar birçok yazarın yazılarının yer aldığı dergide ana çatıyı ve bakış açısı yazılarını Nihal kaleme alıyordu. Bu erken yazılarda Cumhuriyet ve M. Kemal’e bağlılık ve güven yer almakla beraber ona muhalefet anlamı çıkartılabilecek tespitler de dillendirilmekten geri kalınmıyordu. Bir yandan “Türk tarihi dahisine kavuştu ve onu ölmez bir ‘şaheser’ olarak sinesine aldı" denilirken diğer yandan da “Türkler için yabancı kavimlerin medeniyetine sahip çıkmaya lüzum yoktur"9 diyerek resmî milliyetçilik söylemine itirazlar getiriyordu Atsız, Edebiyat ve fikir hayatı, spor, basın, mu
siki, münevverler vb. gibi geniş bir yelpazede yazılar çıkıyor, ama esas olarak Sovyet egemenliğindeki Türkler, Türk ırkı, militarizm, yabancı düşmanlığı, savaşper- verlik ve köycülük ana temalar olarak sürekli vurgulanıyordu: “Millî mefkureler taarruzidir”, “Bütün Türkler bir devlet halinde, bir bayrak altında toplanacaklardır", “İnkılap köyde olur, köyde doğar, köyde büyür", “yalnız sevgiden bahsedenlere inanma yalandır. Dünyada her şey zıddıyla birlikte vardır, lsanın yalnız aşk telkin eden felsefesine gül-geç, İsa ezilmiş esirlerin peygamberi idi. Sen hür savaşçıların torunusun [...] hayan bir savaş olarak kabul et [...]’’ vb. gibi çağnlar Cumhuriyet Türkçülerince ilk kez bu çapta ve bu üslupla dile getiriliyor, yeni Cumhuriyet'in varlığı ve ilelebet yaşatılması kaygılarının yerini “büyük Türklük” alemi alıyordu.
Atsız Mecmuadan iki yıl sonra 1934'te yine Nihal Atsız tarafından Aylık Türkçü Mecmua Olum çıkarılır. Burada ırkçılık ve Turancılığın kuramsal çerçevesi, Türklüğün ırksal niteliği, sınırları, Cumhuri- yet’in soyut, anonim tanımları hilafına somut, belirgin ve açık olarak şekillendiriliyordu. Orhun'u 10 Kasım 1938’de yayınma başlayan Ergen el: on takip etmiştir. Ergenekon, Türkçülüğün Atsız’dan sonra önderlik iddiası taşıyan bir başka öncüsü olan Reha Oğuz Türkkan tarafından çıkarıldı. “Her şeyin üstünde Türk ırkı’’ levhasıyla çıkan Ergene kon Türkçü argümanları aynen, hatta Atsız’dan daha radikal biçimlerde savunmakla beraber, resmî milliyetçilikle önemli ölçülerde yakınlaşmayı da temsil ediyordu. Türk tarihinin çözümlenmesinde antropolojik kıstasların kullanılarak tarihöncesi ne ait spekülasyonların yapılmasının meşru olduğu, resmî milliyetçiliğin Türk tarihi çalışmaları ve sonuçlarının bazı eksikliklere rağmen doğru olduğu tezleri savunuluyordu. Atsız ise bu konudaki farklı düşüncelerini geçmişteki itirazlarım da toparlayarak
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T Ü R K Ç Ü L Ü Ğ Ü N Ç A T A L L A N A N Y O L L A R I
ÇtnaraUı mecmuasında özetlemişti. Ona güre Türk olmayan birçok milleti Türk yapmak için antropolojiye başvurulması yanlıştı. Çünkü kafatası bakımından yer yüzündeki bütün insanların brakisefal ve dolikosefal diye ayrılıp, Türkler brakisefaldir diye bütün brakisefallerin Türk ırkı olarak tanımlanması yersiz ve gereksiz bir çabaydı. Bu çerçevede sırf "medeni bir kıdem’’ elde etmek amacıyla eski kavimle- rin ve medeni milletlerin çoğuna Türk adları verilmesini eleştiriyor, ayrıca dil araştırmalarına güvenmenin de yanlış bir yol olduğunu, Sünıerlerin bazı kelimelerinin Türkçe'ye benzediği kadar Arapça, Japonca ve Gürcücc’ye de benzediğini hatırlatıyordu. Atsız, yazısını “Anadolu'da eskiden beri yerli halk olduğumuz düşüncesi de yanlıştır |...j Hiçbir millet şimdiki vatanının eski ahalisi değildir" diyerek bitiriyordu.10 Atsız la Türkkan arasındaki bu tartışmalar Türkçülük içindeki iki larkh kolun arasında gelişiiği gibi avm zamanda Türkçülük ile resmî milliyetçilik arasındaki mesafelerin belirginleşmesini de sağlamaktaydı.
İkinci Dünya Savaşı na doğru çıkan di- Ter yayınlar Kopuz ve Bozkurt dergileridir. Kopuz, Nejdeı Sançar. Rıza Nur, Orhan Şaik Gökyay. Aısız, Hüseyin Namık Orkun vb. gibi Türkçülere* çıkartılıyor ve "sarsılmaz ve temiz imanlı Türk genç- erinin millî sanat etrafındaki ve Türkçü
lük yolundaki topluluğu" olarak tanıtılıyordu. Bu dergi geniş ve yaygın bir sanal algısı çerçevesinde ilerlemekten çok Türk kültürü ve şiiri üzerinde duruyor, Mehmet Hinin Yurdakul’la başlayan Türklük • e kahramanlığa ait şiir tarzını geliştirmeye çalışıyordu. Henüz roman, öykü vc diler sanallarla ciddi bir ilişki kurulmamış-
Derginin önemli hassasiyetleri ise özelikle gayri Türklcrin Türkçe’yi bozmaları,
savaşın ve savaşçılığın milletler için gerekliliği konulan üzerineydi. Bozkurt der- cısi ise R. O. Turkkan tarafından çıkarılı-
r ve ırk hıfzısıhhası, antropolojik husu
siyetler vb. gibi Türk ırkının veraseti üzerinde duruyor, “milletin iyi mahsul verecek kısmının evlat sahibi olmasına çalışmak. kabiliyeti vasattan duşuk olanların mahsulünü azaltmak"11 vb. gibi öjenik düşünceler geliştiriyordu. Aynı yazar şöyle söylüyordu: “Cani vc fahişelerin çoğu anası başka babası başka ırktan olup melez doğanlardır. Kabiliyetli ırklar için melezleşme felakettir.’’12
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA TÜRKÇÜLÜK___
Türkçüler İkinci Dünya Savaşı’nın başla- 3 6 1 masıyla beklenti vc arzulan için oldukça uygun politik koşulların oluşluğunu düşünmeye başladılar. Özellikle Alnıan- Sovyet cep h esin in açıldığı H aziran 10-4 İden sonra Türkçülüğün Alman savaş makinesi ile olan ilişkisi resmî-yarı resmî vc fiili mesailerin önemli bir bölümünü meşgul etmiştir. Türkçü yayınlar, savaşla beraber entelektüel-bilimsel ilgilerden propagandaya doğru evrilmeye, enlelekluel yapılaşmadan politik olarak işlevselleşmeye doğru ilerlerler Bu dönemde Türkkan ve Atsız önderliğindeki yayınlardan başka 1. kuşak Türkçülerin yazıları ve Alman yanlısı çalışmaları gündeme yerleşmeye başlar. Bu durum eski kuşak Türkçülerle Cumhuriyet Türkçülerinin farklı reflekslere sahip olduklarının açık bir işaretini oluşturur. Cumhuriyet Türkçüleri daha ideolojik ve. daha kapsayıcı bir algıya sahiplerken, ilk kuşak Türkçüleri siyasal koşul ve fırsatlara bağlı olarak çalışmaktadırlar. Bıı refleksler, onların şavaş sırasında teorik-ente- lektücl olmaktan çok pratik bazı görevler kazanmalarına da yol açmıştır. Alman yanlısı propaganda, Mazilerle yan resmî- fiilî temaslar, ordu ve hükümet içinde lobiler vb. gibi çabalar ilk kuşak Türkçülerin misyonlarını oluşturur.
Bu çerçevede ıtç önemli isimden bahsedilebilir: Nuri Killigil (Enver Paşa nın
M_________ I_________ L_________ L_________ [ Y E T Ç I L_________ I_________ K
362
Reha Oğuz TürkkanN İ Z A M Ö N E N
1920 yılında İstanbul'da doğdu, Turan- cı-Türkçü düşünceyle tanışması Behçet
Kemal Çağlar, M ükrim in H a lil Yınanç g ib i öğretm enlerin in tes iriy le Kabataş Erkek Lisesi'nde öğrenciyken gerçekleşti, Enver Behnan Şapolyo ve Fevziye A bdu llah Tansel'in öğretm en olduğu Ankara G azi L isesi'ne geçm esinden
sonra düşüncelerini daha da olgunlaştırdı. Düşünsel gelişim inin ilk örneklerin i verdiği Gazi Lisesi'nin Lisem iz adlı dergisinde savunduğu gerçek m utlu lu ğun insanın hayatını be lli b ir ülküye
adaması, bu ülkünün de yurt ve m ille t sevgisi olması gerektiğini savunan görüşleriyle Haşan A li Yücel'in de takd ir
lerini kazandı [Ulus, 5 M art 1938).Ancak kısa zaman içeris inde "yu rt
ve m ille t sevgisi" yerini Türk ırkının üstün lüğ ü düşüncesine b ıraktı. "T ü rk ! Türk! Gene Türk! Savaşta, bilgide, medeniyette, ruhta, dünde, bugünde, da
ima Türk en üstünüm üz!" Gazi Lisesi öğrendsiyken çıkarmaya başladığı Er- g e n e k o n adlı dergi, Reha Oğuz T iirk-
ka n 'ı T u ra n c ı-T ü rk ç ü lü ğ ü n ö n e m li isim lerinden biri konumuna yükseltti.
E rgenekon dergisi ile onu takip eden B oz ku rt ve G ö k b ö r ü de rg ile ri ve yayımladığı broşür türü eserlerinde ortaya koyduğu düşüncelerin ana noktasına ırk fikrin i yerleştirdi, O nun Türkçülüğünün diğer prensipleri "Büyük Türk B irliğ i, Türk İdaresi, Savaşçılık, M il lî Ahlak, İyi idare, FaaliyetçilikDir. Sonraları ırkçılıktan sonra gelen ik inci prensip olarak M illiye tç iliğ i belirlemiş, Türk İdaresi yerine Cem iyetçilik ve D is ip lin li Dem okrasi ilke le rin i ikame ederek dokuz ilkeli b ir bütün ortaya çıkarmıştır. "Tarih in ve tekâm ülün âm ili IRKT IR !" düsturu çerçeves inde ırk la rın varlığ ın ı ve b irb irle rin de n fa rk lılığ ın ı b iyo lo jik gerçekler olarak kabul ederek toplum ve devlet m odelini ırkçılık üzerine inşa etm iştir. Türkkan, T ürk le rin dünya uluslar alem inde geri kalmasını da ırksal bozulm aya bağlamıştır. A ncak medeniyet alem inde geri kalmakla Türk'ün üstünlüğünün kaybolmadığını da eklemekten geri kalmamıştır, irk ve kan öze llik le rin in veraset yo luy la kuşaklar boyunca aktarılarak geld iğini savunan Türkkan'a göre, bu ırksal öze llik le r ba k ım ın dan da en üstün ırkı T ü rk le r o luş tu rm aktad ır. Savunduğu ırkçılığın üç öze lliğ in i:
1- En üstün ırkın Tur uruğu, onun içinde de Türk m ille tin i görmek
2- Türk kanı taşımayan unsudarı m illî sınırlar dışına atmak
kardeşi), Ali İhsan Sabis (emekli general) ve H üseyin Hüsnü Em ir E tk ile t (emekli general). Killigil ve Sabis daha çok fiili olarak Nazil eri e temaslarda bulunmuşlar, ayrıca Alman propagandası amacıyla yazılar yazmışlardır. Erkilet ise Türk-Alman ilişkileri nezrimde yan res
mî ilişkinin aracılığını üstlenmiştir. Erki- let’te, İkinci Dünya Savaşı cephelerinin askerî bir bakış açısından oldukça yetkin değerlendirilmesinin eşliğinde nesnel temellere dayanan bir Alman propagandasına rastlanabilir. Yazılan, kimi zaman Alman ordusunun açıtım olanaklan ve
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T Ü R K Ç Ü L Ü Ğ Ü N Ç A T A L L A N A N Y O L L A R I
3- Ö z Türk kanından olm ayanlara, Türk m ille tin in tefekküründe, hayatında ve idaresinde yer vermemek,
b iç im inde açıklayarak Kemalist m ille t ve yurilaş tanım larının dışına çıkmıştır.
Kendi savunduğu ırkçılığın Batılı "ra- c ism e "den farklı olduğunu iddia eden Türkkan'ın ideo lo jik yaklaşımı içerisinde önem li bir sorun, ırkçılığın kaynakları noktasında d ü ğ ü m le n m e k le d ir. " Irkç ılık esasları üzerine devlet kuran ilk ırk, dünyada, Türklerd ir!" formülas- yonu ile Türk iye 'de gelişen ırkçı dü şüncenin A lınan Nazi örneğinden etkilend iğ i savlarını bertaraf e ttiğ i kanaatindedir. Böylelikle ırkçı düşünce kom ün izm , sosyalizm , parlam entarizm ve liberalizm gibi ithal b ir ideoloji değil, Türklüğün öz malı olarak kurgulanmaktadır. Türkkan'ın ırk ve ırkçılık konusunda karmaşık önerm eleri b u lu n maktadır. "Turan ırkı" ve "Türk ırkı" ter im le r in in iç e r iğ in i fa rk lı d o ld u ra n Türkkan, ırkçılık söz konusu olduğunda "Turan ırkları"n ın bütününden değil, "Türk ırkı"ndan söz etmektedir. Bu
karışıklığı da ilg inç "kan te rk ip le riy le açıklamaya çalışmaktadır. Turan ırkları içerisinde en saf ırk Tur uruğunun oranı kanında en çok olan Türk ırkı o lmaktadır. Dolayısıyla T iirk lerin , Turanlı sayılan d iğer ha lk la rdan farkı ortaya konulmuş, Türklere dayalı ırkçılık gütmenin yolu açılmış olur.
T ü rkkan 'ın " .. . dö rt ba tından beri
Reha Oğuz Tiirkkan. doksanlarda ırk konusunu bilimsel bir araştırma nesnesi olarak önemsetmeye çalıştı.
Bu arada Kızılderililerin Türklüğüne dair tezler geliştirdi
kan ca tamamen bu m illete mal olmuş, erim iş fertler [...1 o m ille tin uruğundan- d ır" önermesine de bu kan terkip leriyle anlam kazandırılmaya çalışılmaktadır. Aslında Türkkan bu önermeyi zo run luluk sonucu kabul etmektedir. Bilmekte
d ir ki tamamen saf ırk bulmak, öze llik le Anadolu söz konusu olduğunda o la sı değildir. Bu noktada gerçekçi o lm aktan yanadır ve gerçekçilik ile ırkçılığını
• kan te rk ip le ri yo luy la bağdaştırmaya çalışmıştır.
T ürkkan 'ın "saf kan" ırkçılığ ın ı ta-
3 6 3
.•defleri çerçevesinde içerden kurulan . ımlelerle, kimi zaman da Almanya'ya - arşı oluşan müttefik propaganda argümanlarını karşılayarak etkisizleştirmeye -:n ü k cephesel tuturn alışlarla örülmüş-
livkikt bu çabalarını Türkçülüğün kinci Dünya Savaşı sırasındaki en temel
argümanı olan “Türklüğün lıayat mema- t r ile Katkasya ve Orta Asya Türklerinin kurtuluşu amaçlarıyla meşrulaştırmak yolunu tutmuştur.
Diğer yandan, İkinci Dünya Savaşı ve özellikle Alman başarıları genel olarak Türkçü dergiler ve yayınlarda, milliyetçi-
M_________ 1_________ t l _________ I Y E T Ç I_________ L I_________ K
3 6 4
marnlayan doğal unsurlar yabancılarla evlenm eye karşı çıkılm ası, anti-semi tizm , azın lık düşmanlığı o larak şekillenmektedir. Irkın saflığını ve üstünlüğünü korum a konusunda "K a b iliye ti vasattan düşük o lan la rın m ahsulünü aza ltm ak" ve "m u z ir zürriye tin kesilmesi" gibi tedbirleri önermekten de kaçınmamaktadır.
Türkkan'ın ırkçılığının önem li b ir dışavu rum u da, savaş ta ra fta r lığ ıd ır . "Türkten başka bütün m ille tle r i ez !"
düsturunun hayata geçirilm esi Türkle- rin va rlık la rın ın devam e ttirilm es in in zorunlu b ir koşuludur. Bu durumda savaş kaçınılm azdır ve zaten "... harp bir tekâmül ve medeniyet âm ilid ir." Gele
cek nesillerin de, Türklerin bu tarihten gelen savaşçılık öze lliğ ine sahip olm aları va rlık la rın ı devam e ttireb ilm e le ri için son derece önem lidir.
Turancılık, Türk ırk ın ın üstünlüğü dü şün ces in in doğa l uzantısı o la ra k b e lir ir . "A yn ı kanı taşıyan, aynı d i li konuşan insanların tek b ir Devlet ve M ille t ha linde birleşm eleri b ir zaruret ve hayat icabı o lacaktır." Ancak dönem in d iğer Turancı-Türkçü yazarlarından Turan f ik r in in önce liğ i noktasında ayrılan Türkkan iç in Iü rk B irliğ i ü lküsü yakın ge leceğ in d e ğ il, uzak geleceğin meselesidir. "... her şeyden ö n ce ve b ir an evve l Turan, sonra T ürk lük ! d iye bağıran Turancılar [...] hayalperest o lu y o r" söz le riy le kendi düşüncesinin onlardan farkını d ile ge
tiren Türkkan kendisini ve arkadaşlarını Turancı olarak değil de Bozkurtçu nitelemesi ile tanım lam ayı yeğlemektedir. O na göre önce liğ in Türk iye 'ye
verilm esi, T ü rk iye 'n in ırk ve m illiy e t bakım larından yükseltilm esinden sonra tüm T ü rk le rin b ir le ş tir ilm e s i iç in çalışmak gerekir. Irk konusundaki karışıklık burada da devam etmektedir. Panturanizm ve Pantürkçülük te rim lerin i aynı anlamda kullanan Türkkan'a göre bu projede diğer Turanlı halklara yer yoktur. Çünkü "... bugün b ile Tur kam nisbetleri l ü rk lerink ine yakın Tu- râni kav im le r (Macarlar, Finler, G ürcüler, Japonlar) ta rih le ri, d ille r i, âna- ne leri(nisbeten) ve d in le ri lü rk le r in -
kindeıı ayrı olduğu iç in , Türk m ille tin den d e ğ ild ir le r ..." G ö rü ld ü ğ ü g ib i Türkkan ırkın b ir m ille t yaratmak iç in ye te rli o lam ayacağını, p a n -m illiye tç i b ir hareketin oluşturulması iç in başka unsurların dikkate alınması gerektiğ ini kabul etmiştir. Sistematik b ir düşünüşten yoksun o lduğu iç in kavram ların an lam landırılm ası Türkkan 'ın o anki düşünsel ih tiyaç la rına göre b e lir le n mektedir. M acarları, T inleri, Japonları ve d iğe rle rin i Turanî kav im ler o larak değerlendirmesine rağmen Panturancı id e o lo jid e on la ra yer yok tu r. Hatta lü rkkan , bu halklarla Türklerin evlenmesini b ile kanın ö z e llik le r in i boza
cağı gerekçesiyle istemez. Bu durum da "Tarih in , m edeniyetin ve tekâm ülün â m ili, Turan ı rk ıd ır !" sözünden
lik ve ırkçılığın insanseverlik-beynelmi- leliyetçilik karşısında nasıl anlamlı vc yaşamsal dayanaklar olduğunun giderek yoğunlaşan vurgularıyla değerlendirilmiştir. Almanya’nın milliyetçilik yoluyla gerçekleş! irdiği büyük inkişaf ve savaşın buna olumlu etkisi değerlendirilerek; "is
tikbalin bir milliyetçilik yüzyılı” olduğu, “millî ruh eksikliğinin” Fransa'da görüldüğü gibi ülkelerin çöküşüne yol açtığı hem müttefik yanlılarına ve hem dc. savaş karşıtlarına karşı sürekli savunuluyordu. Milletlerin “genişleme kabiliyeti”, “büyük nüfuslu millet olmak” Alman za-
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T O B K Ç O t Ü 6 O N Ç A T A l l A N A N Y O L L A R I
anlaşılması gereken yalnızca l ürk ırkı o lm aktad ır, fclbette Türkkan 'ın düşü
nüşünde ırk ve m ille t sözcü k le rin in kullan ım ı konusunda da b ir geçişken- l ik söz ko n usu du r. T ü rk m il le t i ve Türk ırkı tanım lam aları b irb ir i yerine kullanılm aktadır.
Türkkan'ın devlet, toplum birey üzerine düşünceleri dönem in diğer Turan- cı-Türkçü yazarlarından farklılık arzet- mez. "... devle tim iz 1040 yılında H orasan'da kurulm uş"tur; ancak ... m ille tim iz ve ırkım ızın ta rih i 25 asırlıktır" sözleriyle ilk olarak Rıza N ur'un ortaya attığı sonradan Atsız'ın da benimsediği görüşleri tekrarladığı söylenebilir. T iirk lerin bin yıllık devletinin ilkelerini ise otoriter-m utlak devlette bu lm akladır. "Kuvvetli ve otoriter devlet, en geniş salahiyetli şef-Önder, Türk tarih in in en ba riz vasfıdır." Bu noktada Türk- kan'ın ç izd iğ i devlet-toplum -birey m ode liy le faşizm in etkisi altında olduğu k o la y lık la gö rü lm ekted ir. "D is ip lin li D em okrasi" adıyla sosyal ilke le rin in yed incis i konum una yerleştirdiği m odelde devlet mutlaktır. Devlet içerisinde de önder tek karar verici durum undadır. Türkkan, önderin yanı sıra kararların alınm ası sürecine katılacak b ir ku ru ltaydan da söz etse, Ö nder son tah lilde istediği kararı a lır ve önderin aldığı kararlar tartışılmadan havata geç irilir. Bu modelde bireyin yeri hemen hemen hiç yoktur. Birev toplum , m ille t ve ırk için yaşayacaktır. "ırkını sev, ır
kın için yaşa ve ırkın için ö l!" Bireyin hayatının anlamı budur. Bunun ötesinde bireye yaşam alanı tanınmamıştır. "Sen öl ki o yaşasın! Çok lâzımsa, sen yaşa ki o da yaşasın! Fakat yaşayışın senin değil, Türklüğündür." Bunun sonucunda ortaya çıkacak toplum modeli de elbette totaliter bir n ite lik taşıyacaktır. M utlak devlet her şeyin ve herkesin üzerinde olacaktır. B ireylerin ya da halkın geniş kesim lerinin alınacak kararlara katılması söz konusu bile de
ğildir. "Eğer devleti idare işine her kişi karışsaydı, eğer ok da yay vazifesin i görm iye kalkışsaydı, h içb ir değişiklik, h içb ir tekâmül olmamış o lurdu." Türk- kan'ın b ir tür organizmaca görüş doğrultusunda devlet ve toplum yaşamını eşitsizlikçi b iç im de şekillendirdiği görülmektedir.
Türkkan’ın ırka dayalı toplum -devlet m ode lin in dayanaklarından b ir in i de ah lakçılık o luşturm aktadır. A h la kç ılığın esaslarını "Türkçülüğe ve Türk ırkının üstünlüğüne inanm ak [...], d iğer ırkları hep düşman bilm ek; savaşçılık, (...], ü lkücü b ir ruh, [...] çalışkanlık, her şeyini onun|ırkı] uğruna seve seve feda etmek, [...] dünyaya, kendi m enfaatini tatm in iç in değil, cem iyeti uğrunda çalışmak için geldiğine inanmak ..."tır. Gelecek nesilleri yukarıdaki i lkeler doğrultusunda yetiştirm ek Türkçü le rin eğ itim s is tem lerin in tem e lin i oluşturmalıdır. Ruhen Türkçü, fedakâr ve faa l; kafada T ü rkçü , k ü ltü r lü ve
>
365
ferleri nezdinde sürekli dile getiriliyordu. Savaşın başlangıcında milliyetçilik-insa- nivetçilik geriliminde beliren ideolojik taraflar, özellikle Alman-Sovvet cephesiyle beraber Cumhuriyet tarihinin herhalde cn yoğun ve en yıkıcı ideolojik çatışmalarını komünizm ve faşizmin zaferlerini
takip ederken yaşadı. Türkçülerin sola karşı kullandıkları dil en sert halini aldı ve bu dil dondurularak somaki tarihsel dönemlerde de devam eti irildi. “Hasla ruhlar”, "dünü olmayan soysuzlar" vb. gibi ifadelerle harp ve ırkçılık karşıtlarına saldırıyorlar, savaştan uzak durma
m i l l i y e t ç i l i k
366
i l im li ye tiş tir ilecek Türk gençliğ i vücutta da sağlam, sıhhatli, a tle tik o lacaktır, "Yarının Türk Genci, iri yapılı, geniş om uzlu, kanlı canlı, d inç ve gürbüz b ir de likan lıd ır." Bu tarifin ne kadar Nazizm koktuğunun yanı sıra Reha O ğuz Türkkan'ın ufak tefek fiziksel ö z e llik le r i d ikkate a lındığında iron ik yanı da ortaya çıkar.
T ürkkan bu dönem de savunduğu görüşlerindeki açık faşizm -Nazizm etk is in i şiddetle reddetm iştir. A lm anya
ve İ ta ly a 'y a da uğ rad ığ ı an la ş ıla n 1939 tarih inde yaptığı Avrupa yo lculuğu sonrasında A lm anya 'n ın emperyalist em ellerine, faşizm in ve N azizm in teh like lerine d ikkat çeker."Kom ü- n izm ie o lduğu kadar Faşizm ve Nas- y o n a ! 5 o s y a /ız m /e m ü c a d e l e d e ! " Türkkan 'ın vurgu yaptığı noktalardan
b ir i o lur. Ancak Türkkan İk inc i Dünya Savaşı'na T ü rk iy e 'n in de g irm e s in i ha ra re tle savunm uştu r. T ü rk iy e 'n in
savaşa girm esin in istenmesindeki baş am açlardan b iri Sovyetler B irliğ i toprakları içerisinde yaşayan Türk ha lklarını "esaretten kurtarm ak" olduğuna göre, is ter is tem ez T ü rk iy e 'n in A lm anya'nın yanında savaşa girm esinin propagandası yap ılm akta, A lm an istek le ri d ile ge tirilm iş olm aktadır. Yabancı id e o lo j i le r saydığı faş izm ve nasyonal sosyalizm ha ric inde parla- mentarizm e, hüm anizm e, enternasyonalizm e ve öze llik le kom ünizm e şid
detle saldırır.
"İstihsalde, istihlâkte, m allarda, parada, evde ve kadında müsavat" olarak tanımladığı kom ünizm e olan karşıtlığını an ti-sem itizm le b irleştirm ekte pek de zorlanm az. Dolayısıyla onun iç in kom ünizm Yahudi ürünü olduğu için ayrıca kötüdür. Bu öze llik le riy le kom ünizm Türk m ille tin in n ite lik le rine uygun değ ild ir ve zaten "... b izdeki komünistler iyi araştırıldığında, onda dokuzunun Selanik yahudi dönmesi, Arnavut, Çerkez, Arap [—1 vs. o ldukları meydana çıkmaktadır." Türkkan'ın her renkten solculuğa şiddetle karşı çıktığı görülmektedir.
Türkkan'ın bu dönem düşünüşü içerisinde önem verdiğ i b ir başka nokta da köy ve köylülerdir. Gerçek ka lkınmanın köyden başlayacağı inancıyla köycülüğü Türkçülük unsurlarından b i
ri haline getiren Türkkan'ın bu yönüyle de diğer Turancı-Türkçülerden bir farkı olmadığı söylenebilir.
D in e bakış açısı, ç e liş k ile r içe rir. "Başka din b ilm iyorum , Türkçülük be
nim din im ..." diyerek İslâm iyet'in ümm etç iliğ ine karşı tepk is in i ortaya k o yarken, dinsel olarak Türklerden farklı diğer Turani kavim leri gelecekteki b irlikte liğ in dışında bırakmıştır. Ayrıca ahlak esasları arasına "b ilin ç li olarak Tanrı'ya inanm ak" öğesini de ekler. G ö k - b ö rü 'â e Kuran ayetlerini Türkçe olarak yayım lam ası da İs lâ m iy e t'i tüm den reddetmenin olanaksızlığını gördüğüne yorum lanabilir.
propagandasının Türklerin harpçiliğini olumsuz etkileyeceği propaganda ediyorlardı. R H. Emir Erkilet ile A. Hamdı Başar, O. S. Orhon ile E R. Atay arasındaki küçük polemikleri bunlara örnek vermek mümkündür.
Türkçülerin ideolojik plandaki açık üs
tünlüğü 1942 yılırım ağustos ayında başbakanlığa gelen Şükrü Saraçoğlu’nun “Tûrküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız, bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar f...] bir vicdan ve kültür meselesidir" şeklindeki konuşmasıyla en üst seviyesine kadar ulaştı. Fakat,
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T Û R K Ç Û L C C Ü N Ç A T A L L A N A N Y O L L A R I
lü r k k a n , " F a a l iy c tç i I ik " p re n s ib i
doğ ru ltusunda ö rgü tlenm e fa a liye tle ri
ne öze l ön em verm iştir. Lise öğrencisi
o ldu ğu sıralarda C ihat Savaş Fer, H ik
m et Tanyu g ib i a rkadaşlarıy la o luş tu r
duğu Bozkurtçu Gürcıni adı ve rilen g i
r iş im le ö rg ü tle n m e çaba la rına g irişen
T ü rkkan , 1940 y ılın d a bü tün Turancı-
T ü rkçü le ri tek örgüt çalısı a ltında to p
lam a gayre ti ile Kitap Sevenler Kuru- /n u 'n u kurar. Bu ku rum un başına, d o
ğab ilecek te p k ile ri aza ltm ak am acıy la
babasının yakın arkadaşı Fethi O kya r 'ı
ge tir ir . A n ca k tü m T u ra n c ı-T iirk ç ü le r i
tek çatı a ltında top lam a düşüncesi N i
hal A tsız ve arkadaşlarının destek ve r
memesi sonucu başarıya ulaşam az. Kitap Sevenler Kurumu da b irk a ç eser
y a y ım la d ık ta n sonra h ü kü m e t z o r la
m asıyla H a lkev le rine ilhak ed ilir. N iha l
A ts ız 'la ırk, ırkç ılık , Turancılık, Sürçer
le rin T ürk o lm ası g ib i nokta la rda , as
lın d a k ü ç ü k f ik i r a y r ı lık la r ın a sah ip
o lan T ü rkkan 'ın on un la asıl uyuşm azlı
ğı l id e r l ik m ücade les i ile ilg il id ir . Bu
an laşm azlık sonucunda Bozkurt de rg i
sin i A tsız grubuna kaptıran Türkkan 'ın
N ih a l A ts ız 'la arası b ir daha o n a rıla -
m ayacak de n li açılm ış, her ik i taraf da
y a y ım la d ık la rı b ro ş ü rle r le b irb ir le r in i
suç lam ış la rd ır. A tsız ta ra fınd an Türk-
k a n 'a y ö n e lt i le n ith a m la rın başında ,
T ü rkka n 'ın T ü rk ırkına m ensup o lm a
m asına rağm en "m ü fr it ırk ç ı" o lm ası
ge lm ekted ir.
1 9 4 4 y ılın d a tu tu k la n a ra k I rk ç ılık -
Turancılık davasında ya rg ılanarak hü
küm g iyen Türkkan , a ldığı cezan ın b o
zu lm a s ı ü z e r in e serbest ka lır. İk in c i
D ü n ya Savaşı e rtes ind e daha ö n c e k i
görüş le rinden b ir kısm ını de ğ iş tir ir; bu
d o ğ ru ltuda İleri Türkçülük vc Partiler k itab ın ı ka lem e alır. Bu eserinde daha
önce savunm uş o ldu ğu ırkç ı-m ilita ris t-
saldırgan düşün ce le rin i yum uşatm ıştır.
M ille t in ta rif in d e y in e ırka yer verm ek
te, Türk m ille t in in üstün lüğünü vu rg u
lam akta, ancak T ürk m ille t in i "6 0 m il
yo n lu k b ir m ille t" o la rak tan ım layarak
Pantürkçü g ö rü ş le rin i tam a m ıy la te rk
e tm ed iğ in i gösterm ekted ir. D e v le t-top -
lum m od e lind e , siyasal p a rtile r ko n u
sunda ve en ön em lis i savaş taraftarlığ ı
nokta la rında düşün ce le rin i değ iştirm iş
g ö rü n m e k te d ir . M u tla k de v le t f ik r in
den vazgeçm iş tir: "H a lk hüküm e t iç in
de ğ il, hü kü m e t ha lk iç in ya ra tılm ış tır
ve v a r lığ ın ın sebeb i b u d u r ." Ç iz d iğ i
dem okrasi m ode linde , daha önce ş id
detle reddettiğ i pa rlam en ta rizm ve s i
yasal pa rtile rin varlığ ın ı tanır. Y ine de
bu m o d e ld e a n t i-d e m o k ra l ik e l i t is t
tavrın ı, eğ itim dü zey ine bağladığı ağır
l ı k l ı o y Ö n e rm e s iy le o r ta y a k o y a r,
lü r k k a n 'ın g ö rü ş le r in in d e ğ iş tiğ i b ir
nokta da "s o lc u lu k " m eselesidir. Daha
öncesinde her tü rlü so lcuyu kom ün is t
sayan tu tu m u n d a n uzaklaşm ıştır; sos
y a lizm ve kom ü n izm arasında b ir ay
rım yaparak, sosya lizm in Tü rk to p lu -
m un un ta rih in d e va ro ld uğu nu , d o la y ı
sıyla ge lecekte de va r o lm ası gerektiğ i-
3 6 7
çok geçmeden 1943 yılının başlarından itibaren Türkçü düşüncelerin etki gücünü kaybetmeye başladığı görülür. Türkçüler, bu kez resmî ideolojiyi sahiplenme yolunu seçen sola karşı Türkçülüğün resmî milliyetçilikten ayrı ve farklı olmadığı. Türkçülerin Başbuğ İnönü etrafında ke
netlendikleri tezleriyle savunmaya geçerler. Türkçülerle solun çalışmalarının Türkiye gündeminin zirvesine yerleştiği dönem ise 1944 yılının nisan-mayıs ayları oldu. Nihal Atsız mart ve nisan ayiannda yazdığı iki ayrı açık mektupla Saraçoğlu'na hükümet programında ifade ettiği
M_________ I_________ L_________ L_________ [_________ Y E_________ T Ç I_________ L_________ I K.
368
ni söyleyecek de n li ile ri gider. Sosya
lizm d e n koyu d e v le tç iliğ i an ladığı gö
rü len Türkkan , "D e m o k ra t ve m illiy e t
ç i o ld u ğ u kadar da sosyalist o laca k b ir
pa rti, ko m ü n is tle rin her tü rlü en trikası
na büsbü tün m anî o la b il i r " söz le riy le
sosya lizm i k o m ü n iz m in pa n ze h ir i o la
rak ön e rir. T ü rkka n 'ın gö rüş le rin in en
kapsam lı o la ra k değ iştiğ i nokta, savaş
ve savaş ta ra fta rlığ ı konusudur, İk in c i
D ü n y a Savaşı ö n ce s i ve s ıras ınd ak i,
p a s îfiz m i ve h ü m a n iz m i b ir m il le t in
fe la k e t in i h a z ır la y a n u n s u rla r o la ra k
gören tu tu m u n u n ye rine " in s a n la r bu
fe la k e tte n [savaştan ] k u r tu lm a k iç in
ç a re le r d ü şü n m e le r i m ânâsız, za ra rlı
b ir şey d e ğ il, d e r in ve m ukaddes b ir
ih t iy a ç t ı " g ö rü ş le r in i i le r i sü re r. Bu
k e s k in d e ğ iş ik l iğ in n e d e n in i ş ö y le
aç ık la r: " .. . a to m bom basın ın ve ko r
k u n ç ta h r ip s ilâ h la r ın ın icad e d ild iğ i
şu günde, b u n la ra m a lik o lm ayan , o l
sa da yartşam ıyacak o lan T ü rk m îlle ti
n i, m ahvına sebep o laca k ha rp lerden
ko ru m a k , b u n u n iç in de m ille tle ra rası
b ir N iza m ın , âd il ve tarafsız b ir ku ru
lu n te ş e k k ü lü n ü a rzu la m a k " m il l iy e t
ç il iğ in b ir z o ru n lu lu ğ u d u r. D o layıs ıy la T ü rk k a n 'ın gö rüş le rin i de ğ iş tirm e s in in
te m e lin d e , rad ika l b ir düşünüş fa rk lılı
ğ ından çok, T ü rk le r in te k n o lo jik o la rak g e r iliğ in in dü nya sahnesinden si
lin m e le r i sonucunu do ğ u ra b ile ce k o l
ması korkusu aranm alıdır.
G ördü ğü işkence ler sonucu gözünü
kaybetm e teh like s iy le karşılaşan Tü rk
k a n , 1 9 4 7 y ı lın d a te d a v i a m a c ıy la
A m erika B irleşik D e v le tle ri'n e g ide r ve 1974 y ılın d a k i kesin dönüşüne kadar
25 y ı lım bu ü lk e d e g e ç ir ir . A B D 'd e
eğ itim ve fü tü rızm konu la rına yo ğ u n la
şan T ü rk k a n , fü tü r ız m , e ğ it im , h ız lı
oku m a tekn ik le ri konu la rında ço k sayı
da eser yayım la r. Seksenli y ılla rın o rta
la rında Türk ikibînler Vakfı'nı kurarak
yen iden T ü rkçü lü k üze rine yayın fa a li
ye tine başlar.
Bu dönem de kırk lı y ılla rda savundu
ğu g ö rü ş le r in i d u n la ş tıra ra k ye n id e n
gündem e ge tirir. İrk o lgusunu y in e m il
le tin te m e lin e y e r le ş tir irk e n , m il le t in
ırkla aynı kategori o lm ad ığ ın ı vurgular.
Sosyal ve kü ltü re l boyu tun m ille t o lg u
sundaki ön em ine d ikka t çeker. Y ine de
ırk öğ es in i g ö rü ş le r in in tem e l eksen i
yapm aktan kaçınam az, kü ltü rün tem e
lin e de ırk öğesin i ekler: "K a lıtım la ge
çen bu e ğ ilim le r ve is tidatla r b ö y le lik
le, b ir m ille t in k ü ltü rü n ü n yönüne, b i
ç im in e ve rengine tes ir eder ve e tm iş
tir ." Psiko lo ji ve genetik b ilim in d e n y a
rarlanarak ç izm eye çalıştığı çerçevede
ö n ce lik "gene tik p s iko lo jik yap ıya " v e
rilm ek ted ir: "M eselâ T ü rk le rin genetik p s iko lo jik yap ısında hareketlilik vard ır.
A tın sırtına ilk b inen bu m ille t, doğuş
taki bu e ğ ilim i daha güçlenm iş, 'uzakların yakın olu verdiğini' görünce, daha
da h a re k e tli ve d in a m ik o lm u ş tu r ,"
Türkkan 'a göre ta rih in â m ili, doğuştan
ge le n , kanda va ro la n ırksal b ir ta k ım
öze llik le rd ir.
Türkçü düşüncelerini hatırlatarak sola ve solculara karşı neden hâli harekete geçilmediğini sordu. Atsız’a göre kamuoyu Türkçü bir politik çizgi beklerken, tersine, özellikle de Maarif Vekaleti’nde solcular alabildiğine korunuyordu. Atsız, bu ilk mektupla millet ve devlet karşısında
hastalıklı bir inançlar manzumesinin sahipleri olarak genel bir portresini çizdiği solcu-kom ünist “düşm anların”, ikinci mektubunda ayrıntılı adreslerini de vermiştir: “Türkçü Türkiye’ye zehirlerini saçmaya çalışan komünistlerin” başında Sabahattin Ali’yi sayar, “Vatan haini” tabi-
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T Ü R K Ç Û L Û S Ü N Ç A T A L L A M A N Y O L L A R I
K ırk lı y ı lla rd a savunm uş o ldu ğ u n a benze r b iç im d e , saf ırk la rın o lam aya
cağını, m ille t le r in , ırk la rın b irh ir le r iy lc
k a y n a ş m a s ın d a n o lu ş tu ğ u n u s ö y le
m ekted ir. A rtık "T ü rk ırk ı" ye rine "T ü rk
soyu" te r im in i yeğ leyen Türkkan , m il
le tte egem en ırk ö z e llik le r in in , o m ille
t in soyu nu b e lir le d iğ in i söyler, buna
g ö re "T ü rk le rd e A lp -T u ra n id g e n le r
baskındır.." T ü rk le r A lp ve Turanid ırk
la rın ın b irleşm esinden oluşm uş, ke n d i
ne ö zg ü b ir ta k ım g e n e tik ö z e ll ik le r i
be lirm iş b ir soydur. Kafatası g ib i ö lç ü
le rle insan ların ırk la rın ın be lir le n e m e
ye ce ğ in i söy lem e k le beraber, y in e de
b ir "soy'Tı ya da "m ille t" ! ta r if ederken
b irta k ım fiz ikse l ö z e llik le re vurgu yap
m aktan geri durm am aktadır.
Irka m ille t ve soy tan ım ında ye r ver
m ekle beraber ırkçılığ ı reddeder. Başka
ırk la rı ve m ille t le r i yo k etm ek isteyen
o lum suz şek liy le ırkçılığ ın kabul e d ile
m e y e c e ğ i f ik r in d e d ir . T ü rk o lm a y a n
h a lk la rın k ü ltü r le r in in ko runm ası ge
rek tiğ i yö n ü n d e k i düşüncesin i de d ile
ge tirm ekten kaçınm az. A ncak y in e de
g ö rd ü ğ ü k im i o lu m s u z lu k la r ı g a y r i
T ü rk le re m al etm ekten kaçınm az. Ö r
neğ in T ü rk Tarih T ez i'nd en söz eder
ken şöy le de r: "T ü rk le r in b e lirm e k te
o lan erken başarıların ı çckem eyen-be l-
ki de soyca Türk o lm ad ık la rı iç in o la
cak- bazıla rı da b ile b ile işi gü lünç leş
t ire c e k m ü b a la ğ a la ra k a lk ış m ış la rd ı.
[ . . . ] A y n ı a b a r tm a , T ü rk D i l K u ru -
m u 'n u n başına geçen A g o p D ila ç a r
a d lı E rm en i va ta n d a ş ın y ö n e t im iy le
T ü rkçe 'de yap ılıyo r, d i l im iz de kargaşaya ge liyo rdu ."
T ü rkkan ’ ın bu dönem de ilg i çeken
b ir başka id d ia s ı da K ız ı ld e r i l i le r ve
T ü rk le r arasındaki ırksal yak ın lık la i lg i
lid ir . A lp -T u ran id ırk ından T ü rk soyu
nun çıktığını idd ia eden Tü rkkan 'a g ö
re "A lp in 'ie rd e n doğm a M a ca rla r" ile
"T u ra n id T e rd e n do ğm a K ız ıld e r ili le r ,
ırk taş la rım ızda ." T ü rkkan 'ın bu ırk ak
ra b a lığ ı te z le r in i k u ra rk e n ve ge ne l
o larak ta rih i yo rum la rken b ilim se l v e r i
le rden daha fa z la , ta rih se l g e rç e k liğ i
ifade e ttiğ in i düşündüğü efsanelere yer
verd iğ i gö rü lm e kted ir: "fcfrüsklerin İta l
ya 'ya yerleşenleri pa rlak b ir m eden iye t
y a ra tm ış , d iş i k u r lu n e m z ird iğ i ik i
p rensi, I a t in 'le r in başına geç ip Rom a
ş e h rin i k u rm u ş U a rd ır].. ." D o la y ıs ıy la
kurguladığı ta rih anlayışı da masalsı b ir
n ite lik taşım akta, b ilim s e l o lg u la rd a n
d a lıa ç o k m ito lo j ik ö ğ e le r ü z e r in d e
yükse lm ektedir.
Reha O ğ u z Türkkan o tu z lu y ılla rın
sonlan ve ik in c i D ü nya Savaşı sırasın
da yayım lam ış o ldu ğu , ırkçılığa, Turan
c ılığ a , m il ita r iz m e d a y a lı ese rle ri ile
Turancı-Tü rkçü ha reke t içe ris in de h e
m en akla gelen ik i k iş iden b ir i o lm u ş
tur. Savaş sonrası d ö n e m d e ise u zu n
y ılla r yurtd ış ındn bu lunm asın ın da et
k is iy le düşünce le rin in etkisi s ilik leşm iş:
yeni dönem de de, kend ince yum uşattı
ğı gö rüş le ri m illiy e tç i çevre le rde dah i
yankı bu lam am ıştır.
3 6 9
rini kullandığı eski arkadaşının hemen arkasından bir başka eski arkadaşı. Pertev Naili Boratav gelir. Türkçülerin komünist ve solcu tanımlarında bitirilmiş bütün hükümler bu kez canlı ve somut bireylerde yeniden kurulacak, bundan sonraki “Türkçü siyasal eylemlerin” bir ilk hazır
lığı olarak, harekete geçmeye hazır bir gençlik kitlesine canlı hedefler işaret edilmeye başlanacaktır.
Atsız'm bü iki açık mektubu büyük bir yankı uyandırır ve sonraki Alsız-Sa- bahattin Ali Hakaret Davası ve 1944 Irk- çılık-Turancılık DavasTnın başlangıcı bu
M_______ I_______ L L İ Y E T Ç İ L İ K
mektuplarla atılır. Mektupları Türkçülüğün giderek belirginleşmeye başlayan siyasal konumu ve siyaset yapma kültürü açısından değerlendirirsek; ilk olarak, açık mektupların içerik, üslup ve vurguları itibariyle Soğuk Savaş’tan ünce komünizm kavramını ve bununla özdeşleştirilen bir aydın grubunu hedef almasına dikkat çekmek gere.klidir. Türkçülük ilk kez bu mektuplarla kitap yakma ve linç kültürü yoluyla bir tür siyasal işlev kazanma yoluna girmiştir. İkinci nokta, Türkçü bir konumdan hareketle ilk kez devlet kadroları ve kadrolaşma konu-
3 7 0 sunda bir politik pratik ilan edilmesidir. Mektupların arkasında Yücel’in rakipleri olan R. Şemsettin Sircr ve. Tahsin Kangu- oğlu gibi sonradan Millî Eğitim Bakanlığı yapmış kişilerin bulunduğu da ifade edilmekle beraber asıl olarak bu çatışmanın sonuçları sonradan “devlet içinde kadrolaşma” reflekslerinin özellikle de milliyetçilik harekelinde asli bir eğilim halini almasıyla görülür. Kendi başına bir siyaset olarak “kadrolaşma”, "devlet içinde kadrolaşma”, “poliste kadrolaşma”, “orduda kadrolaşma” Türk siyasetinin bütün yelpazesinin stratejik tutumlarından birisi olmuş, bunun ilk olarak açık lan , kam uoyu önünde konu edilmesi ise Türkçü harekeli temsil eden Nihal Atsız'ın açık mektupları yoluyla gerçekleşmiştir.
Atsız’ın açık mektupları, aslında, Almanya’nın yenilgisini takip eden oldukça uygunsuz bir ortamda yayımlandığı kadar. Cumhuriyet’in yönetici kadrolarının neredeyse bir on yıldır devanı eden ayrış- ma-parçalannıa sürecine de hitap etmekteydi. İnönü liderliğine içten içe itirazların biıiklirildiği bu sessizlik döneminde ortaya çıkan birkaç uğultu gerektiğinden daha büyük bir değer kazandı. Sabahattin Ali, Nihal Atsız’a yönelik bir hakaret davası açtı ve ilk duruşma Türkçü gençliğin yoğun katılımıyla gerçekleşti. Atsız ve avukatı bu davayı büyük bir gösteriye dö
nüştürme peşindeydi. Onlara göre bu dava “iki imanın; milliyetçilik ile komüniz- manın çarpışması” idi. İkinci duruşma ise Türkçülerin kendi siyasal dirilişleri olarak gördükleri 3 Mayıs 1944 nümayişleri ile sonuçlandı. Sabahattin Ali ile Nâzım Hikmel’in kitapları yakıldı, komünizm ve Haşan Ali Yücel aleyhine, ama İnönü lehine13 sloganlar atıldı.
Atsız’ın açık mektupların o guııün siyasal iktidarı için değeri ise daha sonra anlaşıldı. Almanya’nın artık yenildiğinin anlaşıldığı bu dönemde Türkçüler gözaltına alındılar ve İnönü İkinci Dünya Savaşı sırasında verdiği bütün söylevlerinden farklı olarak ilk defa Türkiye’deki ırkçılık-Turancılık tehlikesine ve Türkçülerin yabancı ajanlığı yaptıklarına değinen bir söylev verdi. İn ön ü ’nün 19 Mayıs 1944'leki bu söylevi verdiği dış politika mesajıyla beraber aynı zamanda “kültürel sadakat” “eşitlik, vatanseverlik” ve “müşterek valan”a dayanan bir milliyetçilik tarifini de yaparak Turancılık ve ırkçılık düşüncelerini mahkûm etli ve Türkçülerin yargılanmalarını başlattı. Söylevin hemen arkasmdan 26 kişilik1"1 bir “Türkçülük dosyası” hazırlanarak yargılama başlatıldı. 31 Mart 1947’de sona eren dava bütün sanıkların beraatleri ve Türkçülüğün dc “milli bir ideoloji” olarak ilanıyla başlangıçta öngörülenden çok farklı bir biçimde sonuçlandı.
TÜRKÇÜLÜĞÜN İDEOLOJİK ___________ KOORDİNATLARI
Türkçülük her şeyden önce, siyasal bakımdan dar ve sıkı bir örgü oluşturmaktan çok bir yelpaze olarak zuhur etmiştir Bu esneklik ideolojik açıdan da geçerli - dir. Bunun bir nedeni Türkçülüğün bir yanının Türk milliyetçilik ideolojisinin doğuşunu hazırlayan Osmanlı toplumsal ve siyasal koşullarına ilişkin gözlemler tespitler ve algılardan beslenen bir ideolojik düzeye dayanmasıdır. Bu nedenk
T ü rk çü lü ğ ü n id eo lo jik id d iaların ınönemli bir bölümünü farklı siyasal ve toplumsal mekânlarda, sol ve sağın değişik damarlarında ve yönetici elitlerde bulabilmek mümkündür,
Türkçülüğün diğer yanım ise; bir siyasal akım olarak asıl çekirdeğini oluşturan, ama, yine bir ölçüde dağılan bir ideolojik örgü ve çeşitli düzeylerdeki örgütse 11 iki er oluşturur, ideolojik düzey, farklı Türkçü grupların kendi içlerinde bile bir kapsayıcılık taşımaz. Irkçılığın algılanmasından İslâm dinine bakışlara kadar çeşitli esnekliklerin toplandığı bir platformdan söz edilebilir, İslâm’ın millî ruhun asli bir unsuru olduğu (Orhan Seyfi Orhon-Yusuf Ziya Ortaç) tezinden Türk millî ruhuna bir unsur olarak giremeyeceği (Nihal Atsız-Necdet Sançar) tezine, ırkın antropolojik kıstaslarının belirlenmesinden (Reha Oğuz Türkkan) ona manevi, ahlaki bir anlam verilmesine (Çmaral ü dergisi çevresi) kadar değişen ideolojik görüntüler bu platforma dahildir. Bu ideolojik dağılımları Türkçülük içinde bir manevi bütünlüğe çevirenler ise liderler olmuşlardır. Atsız ve Reha Oğuz Türkkan’m özgün kişilikleri, iddiaları ve manevi nüfuzları aslında, Türkçü grupların karizmatik yapılarını işaretler. Türkkan son derece güçlü bir benlik duygusu ve gençliği ile öne çıkarken, Atsız Ni- etzschevari kişilik yapısıyla sıyrılmakladır. Atsız mahkemedeki savunmasında şöyle diyordur
ben herkesin sevdiği insanları sevmeğe mecbur değilim. Hele psikanalizin ortaya koyduğu hakikatlerden sonra; tahteşşuurlarındaki zulmetlerle, gönüllerinde yaşıyan ifritlerle hiçbir insanı sevilmeğe layık bulmuyorum. BiitRn didinmelerden sonra büyük kainat manzumesinde meçhul bir zerre olacağımızı düşünüyor ve bu kadar boş bir neticeye varmadan önceki şu kısa misa/ırlikie insanların vicdanına karışmak hamakatını gösterenlere acıyo
rum. Hiçbir hakiki bahtiyarlığın bulunmadığına kani olduğum dünyada tek vazife ve teselli bildiğim ülkü, şahıslardan sıyrılmış yüksek bir duygu ve düşüncedir O çirkinyüzlü ölümü bile güzelleştirip bir sevgili gibi bağrtmıza bastırır Acıların önünde bizi granit heykeller gibi susturur Ben bu yolun ttzerimieyİM. Mazide ve istikbalde yaşıyarak, fakat bugünden iğrenerek bu yolun üzerindeyim f,..j15
Atsız’ın politik imkânlarını zayıflatan, ama aynı ölçüde ideolojik ve manevi nüfuzunu güçlendiren şey İşte onun bu kişilik yapısıdır. Altmış ve yetmişli yıllarda Türkçülük MHP içinde tasfiye edilirken Türkçülüğün ülkücü kadrolar içinde manevi hükmünü sürdürmesini ve ruhunu kasıp kavurmasını sağlayan şeyin başında Atstz’m bu karizması gelmiştir.
Türkçülük ideolojisinin genel karakteristik, yapı ve mekanizmalarının hatırlattığı bu kısa girişten sonra Türkçülüğün ideolojik koordinatlarını teker teker açmaya çalışacağız,
a) Eşitsizlikçîlik; Türkçülüğün ideolojik iddialarının tümünü besleyen ana tespit insanların ırklar olarak eşitsizliği düşüncesidir. Türkçülere göre "insan nevile- rinin vücutça birbirinden tamamıyla ayrı kıymetler taşıdığı muhakkak. Dış şeklin bu kadar kati surette ayrı olduğu halde, manevi kısmın tamamen müsavi olması çok garip olurdu [...] hem zaten tabiatta asıl olan müsavat değil müsavatsızlıktır."16 Dolayısıyla, ırklar verili bir hayatla bu eşitsizliğin asli temellerini sağlarlar, "Birbirinden ayn ve uzak" olan "insan nevileri” ırksal özellikleriyle kültürel, siyasal, estetik yetenek ve kabiliyetlerini, talih ve kaderlerini bulurlar. Böylece; iktidar, güç ve yeteneği sınırlı sayıda insana vadeden bir düşünce olarak karşılaşırız Türkçülükle. “İnsanların bir tek nevi ve kardeş olduğu iddia ve hurafelerinin"17 tersine, farklı insan grupları ve bunların kazandığı ırksal verasetler vardır. Türkçüler için kö-
3 7 2
M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
le-efendi, ezen-eziJen eşitsizlikleri tarihsel konumlar değildir yalnızca, aym zamanda siyasal zorunlulukları temsil ediyorlar. Eşitsizlik; kuvvetli, kudretli ve kabiliyetliye dönük Darwinist hayat hakkının sürekli olarak güçsüzlerde, kabiliyet ve yeteneklerin en alt düzeylerindeki ırklar üzerinde kanıtlandığı özsel bir durumdur. Yani bir farklılık halinden çok bir çatışma halini barındırıyor: Türklerin tekamül ederek hayatta kalma mücadeleleri. Bu mücadeleler “uzviyetlerin tekamülü ve yükselmesi, üstünlerin aşağılardan ayrılıp aşağıları yenmesi ve imha etmesiyle oluyor. Burada rol oynayan unsurlar “yukarılık aşağılık farkı’, ‘yukarı ile aşağı arasındaki ınücadele’den ibarettir,"'8
b) Militarizm: Türkçüler için savaş, hayatın sürekli kudret ve iktidar üreten doğasının bir gerçeğidir. Başka deyişle “insan ırkları arasındaki hayat mü cad d esidir.’’19 Bu mücadele sayesinde iyi ırklar fenalardan ayırt edilir. Bu nedenle de savaş, ırksal veraseti geliştiren nesnel bir faydaya sahiptir. “Harp fertler için acıdır, ama cemiyetlerin menfaatinedir. Bu nedenle cemiyetler tercih edilmelidir."20 Dahası savaş, millî tesanütü, tekamülü yaratan ve ahlak bozukluğu ile ferdiyetçiliğin önüne geçen zararından çok faydası görülen bir tabiat kanunudur."21 Türkçülerin sulhperverlik karşısında ısrarlı bir cephe oluşturmaları da buradan doğar. “SulhperverlikI..,] mis kinlik tir."22 Bu nedenle de "insaniye t çılik", “insan kardeşliği", “sulhperverlik”, “büyük ve ebedi barışıklık devri" gibi düşünceleri Türklüğün kabiliyet ve yeteneklerine karşı stratejik bir tutum olarak görme yolunu seçmişlerdir:
Medeniyet ilerledikçe insani fikirlerinde galebe edeceği, milletlerin kardeş olacağı bir gün geleceği haklımdaki fikirlerin hepsi birer rüyadır. Bunlar ya saf insan- ların fikirleridir, yahut ta karşı lalındakileri aldatmak isteyen hdekarların sözleridir. Bütün insanların kardeş olması, ih
tirasın, kavganın kalkması tabiata muhaliftir insanhk ve kardeşlik propagandası medeniyette ilerlemiş milletlerin er meydanında silahla yenemedikleri geri milletlere karşı tatbik ettikleri yeni bîr tabiye usulüdür23
Hayat ile savaş arasında kurulan bu doğrudan ilişki nedeniyle millet olarak varolabilmek bütün bir hayata ait askeri bir donanımı ve cephesel duruşu zorunlu kılar. Görev duygusu, itaat, disiplin, “erkeklik”, kahramanlık, her an ölmeye ve öldürmeye hazır olmak, yani hayati sürekli bir askerî disiplin ve eğitim içinde yaşamak, onu içselleştirmek gereklidir Türkçülere göre. Atsız, bu çerçevede, bir yandan yukarıdaki gibi sulhperverlik propagandası karşısında uyanlar getirmekte, diğer yandan da orta ve yüksek mekteplerinin “askerî bir terbiye" vermek üzere Genel Kurmay Başkanlığına devredilmesini talep etmekteydi.24
Türkçüler için, savaşçılık ve askeri disiplin, yalnızca Türklüğün var kalma mücadelesine ait basit bir araç değildir, aym zamanda, kimlik ve kişiliğine ait romantik ve epik bir dokuyu temsil eder. “Milli kin", “millî öç” ve “düşmanlar" “dedelerimizin bıraktığı kıymetli bir mirastır."25
c) tireden t izm (Yayılmacılık): Türkçülük, dünyaya hükmetme hakkının ilan edildiği “pan"cı ideolojilerden birisidir. “Hayat için savaş kaidesince yeryüzünde her soyun arzusu kendi cinsini dünyaya yaymaktır."26 Türkler için bu yayılma, genişlem e, “büyük nüfuslu ve büyük millet olma", ırksal bir kabiliyet ve tarihsel bir gerçeklik anlamına gelir Türkçülere göre. Türkler, savaş ve askerlik yetenekleri sayesinde genişlem e, dünyaya hükmetme kudreti ile de tanınmışlardır.27 Türk millî mefkuresi hep “galip millet olmak” güveni içinde taarruz, işgal ve fethin Türklüğe ait bir hak ve aynı zamanda bir yetenek olageldiğini, fakat özellikle Cumhuriyet döneminde “Türk
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T Ü R K Ç Ü L Ü Ğ Ü N Ç A T A L İ . A N A N Y O L L A R I
lüğün genişleme kudretinin felce uğramış"28 olduğunu vurgulamışlardır:
‘Yurtta barış, cihan da b a r ış ’ yahut ‘k im senin b ir lıanş toprağında gücümüz volt’ gibi se fılan e b ir siyasî umde ile bu m illetin ınancri enerjisin i b ilerek veya bilm eyerek sön dü ren ler, z a ten m ah v o lm u ş A lm a n ya'y a sav aş a ç a r a k T ürk tarih in de a s la görü lm em iş b ir k o n a k lığ ın zilletini tarih im iz e so k a n la r , f a k a t B u lg ar is tan ve ad a lard ak i kürk leri toprak lar ıy la b ir likte ku rtarm ak fırsa tın ı tarih yaratm ışken en deııi ve cebin bir h areketle bundan k aça n lar hiç şü phesiz Tiirk birliğini tam am lam ak y o lu n d a adını a tm azlard ı,2S
Türkçülüğün resmi ideoloji ile girdiği gerilimin en çırpıcı ııokıasını bu yayılmacılık tartışması oluşturmaktadır. Resmî ideoloji, özellikle uygun olmayan ortamlarda dile getirilen bu düşünceleri “maceraperestlik", “ütopyacılık Ta suçlamış, buna karşılık Türkçüler T ürk birliğini vurgulamaya gayret göstermişlerdir. Bununla beraber, yayılmacılık, Türkçüler için yalnızca Pantürkisl bir Türk birliği veya sonradan edindiği anlamıyla Turancılık tasarısıyla sınırlı bir millî bütünleşme eğilimini ifade etmez, aynı zamanda milli hâkimiyetin işgal, fethetme, ilhak etme gibi ırksal olarak tanımlanan dürtülerle, -zaten ırklar savaşının belirlediği- bütün yeryüzüne ilan edilmesi arzularını da taşır.
d) Anti-Komûnizm: İdeolojiler, Türkçülere göre ırksal bir menfaat ve milli bir işlevsellik taşırlar. Başka deyişle belirli bir ırkın stratejik çıkarlarına göre tanzim edilmişlerdir. Bu açıdan İslamcılık ideolojisinin arkasında Araplık, liberalizmin arkasında Ingiliz ırkı bulunurken, beyne! ınileliyelçi komünizmin arkasında ise Slav ırkının çıkarları ve stratejik hedefleri tespit edilmektedir. Dolayısıyla liberalizm, masonluk, demokrasi, komünizm, devletçilik, Müslümanlık vb. Türk menşeli olmayan ideolojilerden farklı olarak
yalnızca ırkçılık ve Turancılığı içeren Türkçülük, Türk menşeli fikir ve ülküyü temsil eder.
Komünizm, Sovyet yayılmacılığına ait bir ideolojidir. “Komünizm bugün yalnız moskofçuluk dem ektir.’’30 “Komünisti Rustan ayırmanın imkânı yoktur."3' Bu tespitlerle Türklüğün Sovyet egemenliği altında yaşaması gözetilirken, diğer yandan ülke içinde, sol-komıınist bir siyasal hareketle cephesel bir yüzleşmenin kurmay heyetini yetiştirmek önemsenir. Bu nedenle Türkçülüğün siyasal alana sevk olunmasında, siyasal bir işlevsellik kazanmasında ana ideolojik eksen anti-ko- müııizm olmuştur. Liberalizm ve İslamcılık ideolojileri ile kurulan karşıtlığın komünist ideolojiyle aynı derecede bir düşmanlık halini aldığı söylenemez. Halta süreç içinde ve yer yer bu ideolojilerin Türkçülüğe sızmasına izin verilmiştir. Buna karşılık komünizm, Türkçülüğün anıagonisi bir yansımasıdır. Türkiye'de komünizm kavramı ve komünist profilinin biçimlendirildiği psiko-sosyal ortam Türkçülerce hazırlanmıştır: “Komünist acayip bir mahluktur |...j Komünistliğin daimi bir arkadaşı da içki vc heroiııdir [...] Komünistler umumiyetle ahlakları ve bilhassa cinsi ahlakları çok bozuk kimselerdir '...] Komünistler tip olarak tembel ve iradesiz kimselerdir |...]”32 Anti-komûnizm ellilerden sonra Turkçü- lerce başlı başına bir kariyer haline getirilerek komünizmle mücadele dernekleri kurulmuş ve yaygınlaştırılmıştır.
T ürkçü ler kom ünizm karşısındaki uluslararası ittifaklarla bağlarını da çok çabuk geliştirme yanlısı olmuşlardır. An- ti-komünizm çerçevesinde Türkçülerce ilkin, komünizmin yayılması tehdidi karşısında Almanya’nın tarihsel misyonu iş- lenegelmiştir.33 Soğuk Savaş döneminde, ise komünizmle mücadelenin maddi-tek- nik önderliğinin ABD, manevi önderliğinin ise Türkiye, tarafından strtlanması gerekliği ifade edilmiştir.34
3 7 3
M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
Rıza NurFA R U K A L P K A Y A
Dr. Rıza N u r hakkında söyleneb ilecek
ilk şey hem d ü ş ü n c e le r i hem de ey
le m le ri açısından T ü rk siyasal hayatı
nın en aykırı k iş ile rind en b ir i o ld u ğ u
dur, Bu ayk ırılığ ın başlıca nedeni, her
halde, Dr. Rıza N u r 'u r ı hem en her d ö
nem tep k ise llik ten kaynaklanan m uha
l i f b ir tavır a lm asıdır. Dr. Rıza Nur, öğ
re n c iliğ in d e ve ilk ge nç liğ ind e II. A b-
d ü lb a m k 'e , II. M eşru tiye tken sonra İtti
h a t ve Terakki'ye , C um huriye tken son
ra g iz lic e M ustafa Kemal A ta tü rk 'e ve
C H P 'y e m u h a le fe t e tm iş ve z a m a n
iç inde karşı ç ık tığ ı k iş ile r değişm esine
rağ m en T ü rk ç ü g ö rü ş le r i hem en h iç
değ işm em iştir. Dr. Rıza N u r 'u n görüş
le ri, b iraz da her dönem m u h a lif o lm a
sı yüzünden , fa rk lı dönem le rde değ iş ik
kes im le r ta ra fından b ir cephane lik o la
rak ku llan ılm ış tır.
Rıza N u r 1 8 78 'd e S inop 'ta doğm uş,
ilk ve o rta ö ğ re n im in i bu şeh irde yap
m ıştır. D aha sonra İs ta nb u l'a g iderek
sırasıy la S oğukçeşm e A ske rî Rüştiye
si'n i, K u le li Askerî id a d is i'n i ve n ihayet
A ske rî T ıb b iy e 'y i b it irm iş t ir . 1 9 0 l 'd e
A lm a n d o k to rla rın y ö n e tim in d e b u lu
nan G ü ihane H astanesi'nde ta b ip y ü z
başı o la ra k ihtisasa başlayan Rıza Nur,
II. M e ş ru tiy e t 'in ila n ın a kadar bu ku
rum da öğ re tim e lem anı o la ra k çalışm ış
ve bu dönem de, ağ ırlık lı o la ra k sünnet
ve züh rev i has ta lık la r ko n u la n o lm a k
üzere, tıb b i konu la rda Türkçe, A lm a n
ca ve Fransızca eserler yazm ıştır. D r.
Rıza N ur, m uhtem elen bu dönem inde ,
A lm a n kü ltü rü ve k las ik m ü z ik ile ya
k ın d a n ilg ile n m iş ve b u ilg is i daha
sonra da sürmüştür.
il. M e ş ru tiy e t 'in ila n ın d a n b ir süre
Önce İttih a t ve Terakki C e m iye ti'n e g i
ren Dr. Rıza N ur, m eşru tiye tin ila n ın
dan sonra yap ılan seçim lerde, 30 ya
ş ın d a S in o p 'ta n m e b u s s e ç i lm iş t ir .
1909 başında itt ih a t ve Terakk i'den is
t ifa ed e re k Prens S a b a h a ttin 'in A h ra r
Fırkası'na giren Dr. Rıza Nur, 31 M art
Ayaklanm ası ç ık ınca M ıs ır 'a kaçm ıştır.
1911 sonbaha rında İ tt ih a t ve Terakki
karşıtların ın b irleştiğ i H ü rriye t ve İtila f
F ırkas ı'na k u ru cu o lan Dr. Rıza N u r,
1912 'de yap ılan ve ta rih îm izd e "sopaİı
s e ç im le r" o la ra k a n ıla n se ç im le rd e n
sonra bu fırkadan da ayrılm ıştır. İttihat
ve Te rakk i'n in Babıa li Baskını ile ik t i
darı tam am en ete geçirm esinden son
ra, İstanbul M uha fız ı o lan Cem al Paşa
ta ra fın d a n ''t ıb b i ça lışm a la r yapm ası
iç in " yu rtd ış ına g ö n d e rilm iş ve ancak
1 9 1 8 'd e M o n d ro s M ü ta re k e s i im z a
land ık tan sonra ü lkeye dö ne b ilm iş tir.
A n a d o lu ve R u m e li M üd a faa -i H u
k u k C e m İy e ti 'n in S ivas K ongres i ile
baş lay ıp gelişen o la y la r sonucu ya p ı
lan seçim lerde yen id en Sinop mebusu
Anti-komünizm, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, özellikle Sovyetler’in Türk boğazlarından üs istediği iddiasıyla giderek daha kaygı verici kılman “Sovyet tehdidinin ideolojik arkaplanma vurgu ya
pan yaygın bir inanç haline dönüşerek Türk sağının Türkçülük tarafından blok olarak teslim alındığı başlıca bir kitlesel ayin haline gelmiştir. Bu çerçevede, anti- komünist bir söylemi ilk kez gençlik ey-
C U M H U R I Y E T D Ö N E M İ N D E T Ü R K Ç Ü L Ü Ğ Ü N Ç A T A L I A N A N Y O L L A R I
seç ilen I) r . Rıza N ur, İ t i la f K u vve tle -
r i 'n in İs tanbu l'dak i işgali sertleştirm esi
üze rine ça lışm a la rına ara veren M c c -
lis -i M ebusan 'ın "nas iha t heye ti" üyesi
o la ra k Yusuf Kem al Tengirşek ve A b
d u lla h A z m i t f i 'n d i ile b ir lik te A n ka
ra 'y a ha reke t e tm iş tir. Bu g ru p G e y
ve 'de d u rdu ru lm u ş , ancak M ustafa Ke
m al Paşa ile yap ılan görüşm eler sonu
cu , he ye t ü y e le r in in "n a s ih a t h e ye ti"
o lm a d ık la rı yo lun da güvence ve rm e le
r i ü z e r in e A n k a ra 'y a g id e b ilm iş t ir .
T B M M 'y e kal ilan n a d ir itt ih a t ve te
rakki m u h a lif le rin d e n b ir i o lan Dr. Rı
za N u r, T B M M 'n in i lk h ü k ü m e tin e
M a a rif V ek ili o la ra k g irm iş , daha sonra
S ıhh iye V ek ili o lm uştur. Dr. Rıza Nur,
IB M M delegesi o la ra k Rusya Sosyalist
F e d e ra tif S ovye t C u m h u r iy e t i'n e g it
m iş , L o z a n g ö r ü ş m e le r in d e de
T B M M 'n in ik in c i delegesi o lm uştur. SI
fckim 1 9 2 2 'd e saltanatın ka ld ırılm asın ı
te k li f eden Dr. Rıza Nur, Lozan A ntlaş
m a s ın ın im za lanm asından sonra yap ı
lan seçim le rde yen id en S inop m ebusu
ve S ıhh iye V e k ili seç ilm iştir. C u m hu ri-
y e t 'iı ı ila n ın d a n sonra ku ru la n İsmet
Paşa h ü k ü m e tin d e gö rev v e r ilm e y e n
Dr. Rıza Nur, bunu n üzerine 14 c il t l ik
Türk Tarihi'n i yazm aya g irişm iş ve bu
yap ıt M a a rif Vekaleti ta rafından ya y ım
lanm aya başlamıştır. I9 2 4 'te , Dr. Rıza
N u r, T ü rk O c a ğ ı G e n e l K u ru lu 'n d a
Mars M eye ti'ne seçilm iş, ancak ocağın
faa liye tle rin e f iile n katılm am ıştır.
Dr. Rıza Nur, İz m ir Suikasîi e rtes in
de g ir iş ilen te m iz lik hareke tinden kısa
b ir süre sonra, e ş in in raha ts ız lığ ı ge-
Rıza Sur Türkçü-miliİyetçi akım içinde, son derece yoğun
araştırmacıyay inci etkinliğinden ziyade,' inatçı" ve ‘sftektakuler” m uhalif
kimliğiyle il,yi görmüştür.
rekçesiy le , T B M M 'd e n iz in a larak Pa
ris 'e g itm iş ve 19 33 'e kadar Fransa'da,
daha sonra da Mustafa Kem al A ta tü rk
ö lene kadar İskenderiye 'de yaşamıştır.
Dr. Rıza Nur, Paris'te bu lu ndu ğu sıra
da -yayım land ık tan sonra bü yük tartış
m alara y o l açacak o la n - / layat vc I tahralım a d ıy la yaşa m ö y k ü s ü n ü ve
"T ü rk iy e 'n in Yeni Baştan ihyası ve Fır
ka P ro g ra m ın ı " k a le m e a lm ış ve
1960'ta.o sonra açılm ası kayd ıy la d ü n
yan ın b e lli başlı kü tüphane le rine b ire r
kopyasını b ırakm ıştır. Bu sırada Paris'e
gelen M ü k rim in I la lil Y inanç ile tan ı
şan ve bu sayede yen i nesil T ü rkçü le r
375
kinlerinin eksenine yerleştirerek onları mobilize eden, mekanize haline getiren akım T ürkçülük olmuştur.
e) Zenofobia (Yabancı Düşmanlığı): Türkçülüğün ideolojik konumunu olduğu
kadar politik misyonunu da pekiştiren tespit, gözlem ve bunlara sarmalanmış duyguların örgütlendiği bir başka alan yabancı düşır-u'l. • 'tabancı düşmanlığı, Türkiye'd illerin ekonomik-
M_________ I_________ L L i_________ Y E T Ç I_________ L I_________ K
3 7 6
ile ilişk i kuran Dr. Rıza Nur, İskenderi
ye 'de Türkbilik Revüsü ad ıy la b ir dergi
çıkarm ıştır.
1938 sonunda T ü rk iye 'ye dönüşün
de N ih a l A tsız tara fından karşılanan ve
yaşam ın ın son g ü n le r in i H üsey in N a
m ık O rk u n , F e th i T c v e to ğ lu , N c jd e t
Sançar g ib i T ü rkçü g e n ç le rle geç iren
Dr. Rıza Nur, bu dönem "T ürkçü , İlm i,
Edebi, H a fta lık " lanrıdağ de rg is in i ya
y ım lam ıştır. D r. Rıza Nur, aynı d ö ne m
de Grand Larousse'ta ye r a lan "R ıza
N u r" m addesi yü zü n d e n N a d ir N ad i,
H üsey in C a h it Yalçın , Refik I la lit Ka
ray ve V â lâ N u re ttin g ib i de ğ iş ik gö
rüş le rden k iş ile r le ta rtışm a la ra g irm iş
ve 1 9 4 2 'd e İstanbu l'da ö lm üştür.
Fransız D e v rim i ile gündem e gelen
h a lk egem en liğ i kavram ı, kısa b ir süıe
sonra m onarka ve yabancı h â k im iye ti
ne karşı m il le t eg em e n liğ i kavram ına
dönüşm üş ve buradan da m illiy e tç ilik
dü şü n ce s i b o y v e rm iş tir . M i l l iy e tç i l ik
yaz ın ında bu id e o lo jin in ik i fa rk lı ver
s iyonunun o ldu ğu kabu l ed ilir. Fransız
tarzı o la ra k ad la n d ırıla n ve A yd ın lan -
m a 'n ın d e ğ e r le r in i s a v u n d u ğ u iç in
" i le r ic i" o la rak tan ım lanan ilk versiyon
d e v le t te m e lli b ir m il l iy e tç i l ik t i r . Bu
an layışa göre, d e v le tin yurttaşı o lm a k
ve ü lkü b ir liğ in i ben im sem ek o m ille t
ten o lm a k iç in ye te rlid ir, e tn ik köken,
d in g ib i u n s u rla r tâ lid ir . A lm a n ta rz ı
o la rak a d la nd ırılan ve rom an tik b ir yö
nü bu lu n d u ğ u iç in "şo ven /g o ric i" o la
rak d e ğ e rle n d ir ile n ik in c i vers iyon et
n ik köke n ve k ü ltü r te m e lli b ir m il l i
y e tç ilik tir . Tarihsel o la rak bakıld ığ ında,
ilk m il l iy e tç i l ik le r in F ransız ta rz ın a ,
"g e ç " ka lan m il l iy e tç i l ik le r in ise A l
m an tarzına yakın o ldu ğu kabu l ed ilir.
Pratikte ise, ilk ö rn ek b ir yana b ıra k ılır
sa, hem en her yerde önce e tn ik -kü ltü -
rel te m e lli b ir m il l iy e tç i l iğ in g e liş t iğ i
ne, bu m illiy e tç iliğ in kend i u lus-devle -
t in e kavuştuktan sonra de v le t te m e lli
b ir m il l iy e tç i l iğ e d ö n ü ş tü ğ ü n e işaret
etm ek gerekir.
O s m a n lı İm p a ra to r lu ğ u 'n d a T ü rk
m il l iy e tç i l iğ in in ge lişm esi de b e nze r
b ir ç iz g i iz le m iş , e tn ik -k ü ltü re i k ö
ke n li a raştırm a la rla doğan m il l iy e tç i
l ik düşünces i, Yusuf A k ç u ra 'n ın ü n lü
Üç Tarz ı S /yaseT iy le siyasi b ir ç iz g i
o la ra k ta n ım la n m ış , it t ih a t ve Ferak-
k i 'n in ik tid a rı e le ge ç irm e s iy le b ir l ik
te Z iy a G ö k a lp 'in e k le k t ik -am a başa
r ı lı - "T ü rk le ş m e k , İs la m la şm a k , M u
as ırlaşm ak" fo rm ü lü y le son h a lin i a l
m ıştır. B ir in c i D ü nya Savaşı ve T ü rk i
ye C u m h u r iy e t i 'n in k u ru lm a s ı sü re
c in d e ü lk e n in d in s e l a ç ıd a n g ö re ce
b irö rn e k b ir nü fus yap ıs ına o tu rm ası
s o n u c u , T ü rk m i l l iy e tç i l iğ i d e v le tin
b a ğ ım s ız lığ ın ı k o ru m a y a ve m il le t in
ya ra tılm asına uyg un düşecek b iç im d e
y e n id e n ta n ım la n a ra k C u m h u r iy e t H a lk P a rtis i'n in A ltı O k 'u n d a n b ir in e
dönüşm üştür.
Dr. Rıza N u r ’ un T ü rk ç ü lü k düşünce
s i, bu g e liş im a ç ıs ın d a n i lk b a k ış ta
a n akro n ik b ir ö z e llik gösterir. 1924 'te
k a le m e a ld ığ ı Türk Tarihi'n in da ha
başlangıcında "d ü n ya d a en b ü y ü k i f t i
ha rım Türk ya ra tıId ığ ım d ır. Bu kadar
ta r ih o ku d u m , T ü rk kadar kah ram an,
siyasal ve k ü ltü re l k o n u m la rıy la i lg i l i o la
ra k T ü rk m il l iy e tç i l iğ i id e o lo j ile r in in hep
s in d e ge ne lleşen b ir h u z u rs u z lu k ta n da
guç alır. “ B iz im y u rd u m u z d a b izden çok
refah iç in d e yaşayan in s a n la r ’ ş e k lin d e k i
ş ikâye tle r T ü rk ç ü le rd e b iraz daha ile r i gö
tü rü le re k sanayi vc ticare tte T ü rk ah la k ı
n ın ç ö k e r ti lm e s i b iç im in d e y o ru m la n ır .
O n la ra göre “ tabanı y ır tı la n çorap [...] Çe
l i ğ i y ü z ü m ü z e te rs d ö n e n t ı ra ş b ıç a -
C U M H U R İ Y E T D O M E M İ S D £ T 0 R K Ç ü l C C U N Ç A T A L L A N A N Y O U M U
m ert, iy i y ü re k li, zek i ve ak l-ı se lim sa
h ib i insan, T ü rk kadar b ü yü k ve y ü k
sek b ir ta rih e m a lik b ir m İle t gö rm e
d im . Bir kadar m ille t tan ıd ım , bugünkü
m eden iye t a le m in d e en yüksek m evk ie
ç ık m a k iç in la z ım o la n k a b iliy e t le r i
ken d inde ve yu rdunda bu nu ıık i kadar
to p la m ış o la n ın ı g ö rm e d im ..." d iy e
yazan Dr. Rıza Nur, hem en her zam an
e tn ik te m e lli b ir T ü rk ç ü lü ğ ü sa vu n
m uştur. D r. Rıza N u r ya p ıtla rın ı Türk
m ille t in in ta r ih in i ve k ü ltü rü n ü d o ğ ru
dan Tü rk m ille t in e öğ re teb ilm ek çaba
sı o la ra k tan ım lam ıştır. Türk m ille t in in
ta rih ve kü ltü rü n ü e le a lırken d iğe r et
n ik to p lu lu k la r ı küçüm sem ekten, hatta
in s a n la r ı e tn ik k ö k e n le r i y ü z ü n d e n
aşağılam aktan b ir an b ile vazg eçm e
yen Dr. Rıza N u r açısından b ir insanın
'Iü rk k ö k e n li o lm as ı başlı başına b ir
o lu m lu lu k , o lm am ası ise o lu m s u z lu k
tur. H a ya t ve H atıratım 'da değe rlend ir
d iğ i k iş ile r, eğer e le ş tir ile c e k b ir şey
yapm ış larsa ya Tü rk d e ğ ille rd ir ya da
köke n le rin e başka kan la r karışmıştır...
D r. Rıza N ur, T ü rk iy e C u m h u riv e -
t i 'n in i lk k u ru lu ş s ü re c in d e k ita p la r ı
M a a r if V eka le ti ta ra fından basılan b i
riyken , C u m h u riye tin kurum laşm asıy la
b ir lik te geçm işte ka lm ış b ir m illiy e tç i
lik an lay ış ın ın savunucusu kon um u na
d ü şm ü ş tü r. 1 9 3 0 'la rd a İn g il iz he ge
m o n ya s ın ın y ık ılm as ı, Fransız D e v r i-
m i'n in "h ü r ve eşit yu rttaş la r" dü şü n
c e s in in sarsılm ası, d e m o k ra s in in re d
ded ilm es i g ib i ge lişm e le r sonucu y ü k
selişe geçen faş izm /na z izm g ib i akım
ların b ir yansıması o la rak e tn ik te m e lli
ro m a n t ik /re a k s iy o n o r b ir T ü rk ç ü lü k
yen id en can la n ırken . Dr. Rıza N u r ye
n i nesil T ü rk ç ü le r ta ra fından sah ip le -
ııiim iş tir . İk in c i D ü nya Savaşı'nda fa
ş is t c e p h e n in y e n i lm e s i , A B D v e
SSCB'nin Y a lta 'da yen i dünya d ü ze n in
te m e lle rin i atması, am a hem en ard ın
dan Soğuk Savaş'ın başlam asıy la b ir
lik te , "B a tı" dünyas ındak i Faşist/N azi
k a lın tı la r ı y e n i d ö n e m in g e re k le r in e
u yg u n b ir b iç im d e a n t i- k o m iin is t le r
ha line dönüşm üş ve a n ti-ko m ü n is t va
sıfları be lirg in leşen T ü rkçü le r 1 % 0 'la -
ra kadar Dr. Rıza N u r 'u sah ip lenm eyi
sürdürm üşlerd ir.C a v it O rh a n T ü te n g il, 1 9 6 3 'to Bri-
tish M useum 'da Dr. Rıza N u r 'u n Birinc i Şiir Kitabım ;) ö e r c e d ilm e m iş Şiirle rim, Türkiye'nin Yeni Baştan ihyası ve
hırka Program ı, Ş iirlerim v e N esir v e M a k a le le r im d en B irkaç ı ve / iayat v e H atıratım başlık ların ı taşıyan yap ıtla rı
nı b u lu p , 1 % 4 'te bu eserle ri T ü rk iy e
kam uoyuna tan ıttık tan sonra, T ü rkçü
le rin Dr. Rıza N u r 'a yö n e lik ilg is i g ide
rek zayıflam ış; buna karşılık ön ce Türk
İs lâm S e n te z i'n i b e n im s e y e n A h m e t
K a b a k lı g ib i k iş i le r , d a h a so n ra da
ö z e ll ik le H ay at v e H atıra tım 'da ye r
alan A ta tü rk 'e y ö n e lik e le ş tir ile ri nede
n iy le d o ğ ru dan İslâmc.ı çe v re le r ta ra
fından görüşleri sık sık gündem e ge ti
r ilm iş tir. D r. Rıza Nur, bugün T ü rkçü
gö rüşlerinden çok, İttiha t ve Terakki'ye
m u h a le fe ti ve. ö z e ll ik le de. A ta tü rk 'e
y ö n e lik e leş tir ile riy le tan ınm akta ve bu
yö n d e k i g ö rü ş le ri d o la y ıs ıy la ta r tış ı l
maktadır.
3 7 7
gr’mn35 arkasında bir Türk değil bir Türk vatandaşı bulunmaktadır. Millî pazara Türk'ten gayrı insanların girmesi maddi- teknik bozulmaları olduğu kadar ahlaki bozulmalarımızı da açıklayan bir noktadır
Türkçülere göre. Ancak Türkçülerde, bir şikâyet konusıı olmaktan öteye ideolojik bir niteliktir, yabancı düşmanlığı. Türkçülük, birinci olarak “yabancı” algısını "soyu bizden olmayanlar’’36 olarak genişletip
M_________ |_________ L_________ L_________ I_________ Y_________E_________T_________ Ç_________ I_________ L_________ I_________ K
gayrimüslimlerden daha geniş bir "iç düşman" çevresi tarif etmiştir. İkinci olarak yabancm m -ötekinin Türklere nazaran ekonomik gelişmişliği gözlemlerini kullanmakla beraber doğrudan kimlikle ilgili daha ideolojik bir bakış açısı sunmuştur. Sançar'ın şu tespitleri Türkçülüğün her. iki vurgusunu da taşır:
Tabii bunun gibi, kam, tarihi ve ülküsü, geleneği bizden ayn elan yukarıda saydığımız Müslüman Türk olmayanlar da bize tamamen yabancıdırlar. Yabancı ise dış babımdan ne kadar benzerlik gösterirse göstersin, yine yabancıdır. Her yabana ise hayat savaşında birbirinin düşmaıudır?7
Bu bakış açısı, yabancı düşmanlığını politik bir misyon olarak yürütmeyi, geliştirmeyi ve temel bir ideolojik öğe olarak biçimlendirmeyi ilke olarak benimsemiş durumdadır.
Türkçülük içinde yabancı düşmanlığının tezahür ettiği üç farklı çerçeveden bahsedilebilir. Bunlardan birincisi; özellikle CHP kadrolarına karşı Türkiye'de Türk ırkının yönetme hakkının talep edilmesiyle ortaya çıkar. Türkçülere göre Türk tarihi “yabancı kan taşıyanlara güvenmenin, onlara devlette üstün değil, en aşağı bîr yer bile vermenin ne büyük yanlış olduğunu anlatan bir derstir."38 Cumhuriyet dönemi ise bu büyük yanlışın en çok yapıldığı dönemdir, memleketin asıl sahibi olan Türk ırkı iyice tırpanlanmış ve gayri Türkler yüksek mevkilere getirilmiştir:
Mesela; İstanbul'da Rumca konuşan ve taşıdığı soyadı ile 'ben Türk değilim’ diye haykıran Abdftlhalik Renda yıllarca bakanlık ve meclis başkanlığı yapmış f...J Kendilerini Türk soyundan ve evla d-i Fa- tihan'dan sayan bu adamların antropolojik vasıfları, şiveleri, menşeleri ve ahlakları Türk olmadıklarını ispata kafi iken, menfaatlerine dokunulduğu zaman halis Türklüğe ihanetle ithamdan bile çekinmemişlerdir.^
CHP iktidarına karşı geliştirilen bu ideolojik kurgu “toplumun Türk olan ekse- riyatına sırtını dönmüş olan bir siyasal yönetici tabakası” ile "halis Türkler” arasındaki kan farklılığında şekillenmektedir, Türkçüler, Türk ırkından olmayan ama buna rağmen yöneticilik yapan gayri Türklerin u2utı bir listesiyle mücadeleye tutuşmuşlardır.
Yabancı düşmanlığının tezahür ettiği ikinci alan; yaba nala rın Türk diline getirdikleri düşünülen tehdittir. Türkçüler bunu "bozuk şive”ye duyulan bir nefret olarak sunmuşlardır. Dahası Türkçüye doğru ve güzel konuşmamalarını aynı zamanda bîr kasıt olarak yorumlamaktadırlar:
Kendilerine Türit vatandaşlığı şere/int verdiğimiz insanlaç Türkçe konuşmamak küstahlığına devam ederek, bu şerefe layık mahluklar olmadıklarım, kanlarımızı tahrik ederek bize her gün gösteriyorlar [...} çıfıtça ve palikaryaca konuşmadıkları zamanlan ne vakit göreceğiz [...} güzel İstanbul’un en güzel yerlerinde kulağa çarpan iğrenç ktmuşmalan duyup ta bir Türkün üzüntü ve tiksinti duymaması kabil değildir.40
0 Irkçılık-Turancılık: Irkçıtık-Turancı- lık kavram çifti Osmanlı’nın son dönemine ait yeni tahayyül çerçeveleri olarak girdiği andan itibaren önemli ölçüde ideolojik kaymalar yaşamıştır. Irk kavramı Alman milliyetçilik modeli çerçevesinde Yusuf Akçura tarafından OsmanlI’nın millî açılımlarına dönük bir "araç" olarak savunulmaktaydı. Turancılık ise, özellikle Akçura’da bir ittifaklar alanım ifade etmekteydi. Fakat Gökalp’ten. başlayarak Turan kavramı Türklüğe ait bir safiyet olarak sunulur bir hale gelmiştir. Irk kavramı ise kültürel-dinsel bloklara açık bir niteliğe taşınıyordu Turan, esas olarak Macar ve Finlilerin de dahil olduğu ortak bir Ural-Altay köklerine işaret eden bir bütünleşme ve ittifak bloku olarak ortaya çıkmıştı. Gökalp’le beraber Türklüğün
C U M H U R İ Y E T D S H E M İ M D I T O R K Ç Û l O 6 0 » Ç A T A L L A K A N Y O l l A R I
kendi iç bütünlüğüne ait vasıflar olarak değerlendirilmeye başlandı. Ona göre, Türklerin Moğol, Tunguz, Fınuva ve Ma- carlarla akrabalıkları olduğuna dair bîr bilgi yoktu.41 Turan kavramı Türkiye’de dahil (bu gerçekleşmiş bir ideal olarak Türkiye d likle karşılanıyordu) Azerbaycan, Iran, Har2em ülkelerinin Türkmen- leriyte (buna da Oğıızculuk diyordu), Yakut, Kırgız, Özbek, Kıpçak, Tatar boylarının birliğini ifade eden bir kavramdı.43
Turan kavramının Gökalp’le başlayan bu Türkleşmesi otuzlardan sonra Türkçü söylemde daha da belirginleşti. Onlara göre de Macarların Turanizmî "ciddi olmaktan ziyade iddianın mahsulü"43 idi. Turan, “Ural-Altay kavimlerin- den hiçbirisinin malı değildi", “O yalnız ve yalnız Türkündü."44 1930’dan ellilere kadar ırkçılık-Tur arıcılık Türkçülüğün gururla sahiplendiği vasıflar olmuştu, fakat, altmışlarla beraber Türk siyasal alanına bir itham olarak yerleşmeye başladı. H atta m illiyetçi hareket içindeki Türkçü entelektüellerin dahi reddetmekten yorulduktan bir nokta haline geldi. Oysa ırkçılık Türkçülük içinde, antropolojik, kültürel, manevi temellerde ısrarlı olarak kanıtlanmaya çalışılmıştı. Reha Oğuz Türkkan ırkı antropolojik kıstaslarla değerlendirirken, Atsız buna karşı çıkıyor, Ç maral h dergisi çevresi ise kül- türel-manevi ahlaki bir temelde yorumlamaya çalışıyordu. Atsız’a göre ırkçılık “Türklerin maddi ve manevi hasletlerinin bozulmaması için onun yabancı kanlarla karışmamasını isteyen millî bir düşüncedir.”45 Bundan öte ırk saflığı üzerinde de durur Atsız:
"... Su katılmamış Türk olmak için üç göbekten beri Türk olmak lazımdır. Bunu söyleyende ben değilim, ilimdir. Almanlar yahu dil ere, Amerikalılarda zencilere karşı ilmin bu kanununu tatbik ederek üç göbek ilerisine kadar kanında yahudiîik veya zencilik bulunan insanları kendi milletlerinden saymamaktadırlar.”46
Türk ırkının hususiyetlerini korumak için yabancı kanın karışmasının engellenmesi, aynı zamanda Türklüğün maddi ve manevi üstün vasıflarını kaybetmesini engellemek anlamına gelmekte, Türklüğün kaba ve geri ırklar derecesine inmesinin önlenmesi böylece ger çeki eştirilmek tedir. Türkçülere göre “bir vücut nasıl yabancı maddelerin ancak kendisine yarayacak olanım hazmedip fazlasını kendisinden atıyorsa içtimai birer uzviyet olan milletlerde aynı şekilde hareket"47 etmelidir.
“44 RUHU”: TÜRKÇÜLÜĞÜN __________POLİTİK TEZAHÜRÜ
“44 ruhu” Türkçülüğün, Türk siyasal sürecinin tarihse] yapılan ve aktöTİerı arasına som ut olarak girişini temsil eder. Türkçülük, 44 ruhu ile bir doktrinden bir siyasal muhalefete doğru adım atmış, bu anlamda bir ideolojik konum, bir entelektüel pozisyonun ötesine geçerek hedefleri, programı, karşıtlık ve düşmanlıkları, işlevselliği ile de somut bir politik kurgu sahibi olmuştur.
Türkiye’de milliyetçilik hareketinin manevi bir doygunluğa erişmesi, anti-ko- münist bir eylemli ve taarruzi mücadele pratiğinin modeltenmesi, devlet karşısında müstakil bir Türkçü konum edinilmesi vb. gibi vurgularla kırklardaki ideolo- jik-politik cepheleri formüle eden “44 ruhu” önceleri “Türkçüler günü”, yetmişlerden sonra ise MHP bünyesinde “Milliyetçiler Günü” olarak mîîliyetçi- Türkçü takvime aktarılmıştır. Söz konusu gün, Sabahattin Ali-Nihal Atsız davasında, binlerce gencin anti-komünist bir eylem birliğinde Ankara Ulus Meydanı’ nda buluştuğu 3 Mayıs 1944’tür. Türkçülere göre bu nümayişler “birkaç bin meçhul Türk gencinin [...] Türkçülükteki ilk hareketi"43 idi ve “toplu veya yalnız her yerde” anıl malıydı. Sançar bu günü Türkçülük “ruhu”ııa eklemiştir:
adsız-sansız binlerce Türk genci,
379
M_____ I L l _______ I Y_____ 6 T Ç I L_______1
380 Reha Oğuz Tûrbkatı m 1944te yayımlanan Milliyetçilik Yolunda kitabından "tablo '. Türklüğün duralarının Türkçüler açısından önem sıralamasını gösteriyor. Ufiıktaki. başı bidatin dağlar. "Türk Birliği Davası"... Kitapta. Anadolnaduk Türk Birliği' davasını önemsememekle, Turancılık ise Turan davası" ve "Milliyet Davası dışındaki davaları gözardı etmekle eleştirilir.
kendilerinden sonra gelecek Türk nesilleri içinde ortaya çok güzel ve manalı bir örnek koymuşlardır. Milliyetçi, vatansever ve imanlı Türk gençleri yurt yüzeyinde hiç eksilmeyeceğine göre komünizm gibi hain, kan akıtıcı ve Türklük düşmanı fikirler engerek yılanları gibi başkaldırdıkça karşılarında her zaman 3 Mayıs 1944 ruhunu (abç) bulacaklardır. '49
Türk siyasî alanına yeni bir kişilik halinin tanıtıldığı bu tespitler, aynı zamanda, asli üslubunun “eylem felsefesi” olduğu bir Türkçülük ya da daha sonraki adlandırmasıyla milliyetçilik lilrini de kurmuş olmaktadırlar. Tanıtılan siyasal eylem ve kişilik hali komünizmin gelişimine ayarlanmış bir “milliyetçi eylem refleksiyle” aslında, komünistlerin başkaldırma pratiklerinin yol açtığı asayiş problemine verdiği yanıtlarla belirginleşlirilnıektedir. Bu refleks; devletin yanında durma, ihtiyaç halinde ortaya çıkmanın siyasal bir davranış haline gelmesi, sonraki ülkücü benliğe de sinen ”44 ruhu”nun Önemli noktalarından birisidir. Fakat, bu, aynı zamanda bir paradoks da ortaya çıkar
maktadır. Bir yandan bağımsız bir siyasi kişiliği garantileyen bir ruhiyattır, diğer yandan asayişle görevli ve devlete kilitlenmiş bir aktivasyoııu doğrulamaktadır Böylece Türkçülüğün hem bağımsız b:r hareket ve hem de “devlet hizbi” olarak işgörmesini sağlayan ideolojik temeller ortaya çıkmaktadır.
“44 ruhu 'nun, .3 Mayıs 1944’teki antı- komünist eylem modelinden başka hır yanını ise bir dramatizasyon oluşturmakladır. Bunun tarihsel dayanağım ise Türkçülerin “devlet karşısındaki mağduriyet hikâyelerinin anlatıldığı 1944 yargılamaları oluşturm akladır. Türkçülere gör’. 1944 yargılamaları Türkçülüğe haksızlıklar, kovuşturmalar, hapisler, işkenceler yoluyla esaslı hir ısı irap harcı katmıştı. Istırap ya da dram, organizmayı sınayan manevi hükümleriyle bir cemaatin düııy. tasavvurunun işlendiği temel mesailerden birisini oluşturur. Politik cemaatleri giderek daha organik yapılara dönüştürür, katılaştırırlar. Türkçülük, bu yolla, kendine mağduriyetten bir yol açan ilk siyasi harekettir. Devletten ayrışma ve mesafe his-
C U M t t ü f i l Y E T D Ö N E M İ N D E T Ü H JC Ç Û t 0 £ D N Ç A 7 A L L A N A » Y O L L A m
î."in oluşması, kendi varoluşunun haklı* .işURİması, Türkçü düşünceyle '44 ru- hu’na dair “Türkçü hassasiyet” lerin bir- '.estirilmesiyle gerçekleşmiştir.
bir d ö n ü m n oktast
1944 IRKÇILIK-TURANCILİK DAVASI
Türkçülüğün iktidar karşısında mağduriyete sevk ediliş anını donduran 1944 yargılamaları Cumhuriyetken sonra ilk
t kez resmî milliyetçilikle farklı bir milliyetçilik pozisyonunun karşı karşıya geldiği bir dönüm noktasını oluşturur. O zamana kadar Türkçülerin faaliyetleri, devlete hitap etmekteki içtenlikleriyle solla ilgili şikâyetler ya da daha açık deyişle ihbarlar biçiminde ortaya çıkmaklaydı. Fakat yargılamalardan sonra Haşan Ali Yücel ve Maarif Vekaletindeki icraatlara itirazlar giderek hükümete dönük muhalefete dönüştü, Türkçülerin bu tutam lan, DP’nin CHP’ye karşı yönelttiği muhalefet oklarım sivriltmesinde yardımcı bir hizmet olarak kullanılmaları sonucunu doğurmuştur. DP’nin ırkçılık- Turancıtıgı gençliğe ait bir heyecan biçiminde sunma çabası Türkçülerin politik potansiyellerini olumsuz etkilerken, diğer yandan mağdurlara sahip çıkması onlara açık bir kürsü de sağlamaktaydı Türkçülerle DP’nin bn ittifakı kırkların sonlarına doğru önce Haşan Âli YücePe yönelik geniş kapsamlı bir saldırıyla perçinlenmiş, arkasından DTCFdeki soku öğretim görevlilerinin tasfiyesiyle sonuçlanmıştır. Bununla beraber Türkçülerin DP’nin muhalefetinde rol almaları onların olgunlaşmasını da engelleyen bir durum olmuştur. Türkçüler, hâkim DP muhalefetinin mağdur rolü ile kendilerine ait bir politik çıkar ve üslup hanesi oluşturma sorunu arasındaki ikilemle kırklı yılları sona erdirirler.
DR 1951 yılında daha iki yıl önce İnönü dönem inde Türk Ceza Kanunu’na eklenen “Cumhuriyetçiliğe aykırı veya
millî duyguları yok etmek veya zayıflatmak için her ne suretle olursa olsun propaganda yapm ak” ibaresini yeterli bulmayarak, özellikle ırkçılığın cezalandırılm asını k olaylaştırm ak am acıyla TCK’mn 142. maddesine “anayasanın tanıdığı kamu haklarını ırk mülahazasıyla kısmen veya tamamen kaldırmayı hedef tutan veya millî duyguları yok etmek veya zayıflatmak için her ne suretle olursa olsun propaganda yapmak” şeklinde yeni bir ekleme yapar. Birkaç yıl sonra ise Milliyetçiler Derneği mahkeme kararıyla kapatılır. Bu gelişmeler, Türkçülerin DP’ye olan ilgi ve güvenlerini de 3 8 1 zayıflatır. Böylece DP ve CHP ile m eskun bir politik mahalde ırkçı-Türkçü, milliyetçi bir politik mekânın zorlanması ihtiyaçları daha yoğun hissedilmeye başlanır. T ü rk çü ler, bu kez yeniden Türkçülüğün Cumhuriyet dönemindeki ilk büyük kıdemi saydıkları ırkçflık-Tu- rancıhk davasına dönerler. İrkçılık-Turancılık davasının bir mağduriyet teması olmaktan çıkarak Türkiye’deki milliyetçilik-ve Türkçülük hareketinin tecrübî geçm işine kaydedilm esine ellilerden başlayarak rastlanır. Arkasından altmışlarda buna Türkeş adı ve çevresinde devam eden siyasi çekişmeler refakat eder.44 kıdemi, yetmişlerdeki anti-komünist söylem ve eylemlere tarihsel bir köken ve derinlik sağlar.
Ellili yılların başlarından itibaren Türkçülük, 1944 yargılamaları nezdinde bir mağduriyet gündemi olmaktan çıkarak bir politik misyon olarak kendini inşaya girişir. Bu konudaki en önemli ve ciddi çabayı 1 9 5 0 -5 1 -5 2 yıllarında aralıksız olarak uzun süre yayımlanma becerisini gösteren Orfcan dergisinde görürüz. CHP ve İnönü’ye karşıtlıkları formüle eden bu yazılarda ırkçılık-Turancılık kavram çifti, Türkçülüğün karakteristikleri olarak, hiçbir huzursuzluk duyulm adan gururla kullanılmaktadır. Orhun dergisinden sonra 1955 yılının 23 Haziram’ndan itibaren
M_________ [_________ L_________ L_________ I V E T Ç_________ I_________ L i_________ K
Reha Oğuz Türkkanm 1944 yargıîartıala- rı esnasındaki amiarı Tercüman gazetesinde tefrika halinde yayımlanır Bu anılarda Türkçülüğün popüler ve kitlesel bir alana kaymasında etkili olur.
Ellili yıllar Türkçülüğün hem bir siyasal hareket olarak hem de düşünsel gelişimi itibariyle olgunlaşma dönemine tekabül eder. Milliyetçiler Derneği, Milliyetçiler Birliği, Komünizmle Mücadele Derneği, Türk Gençlik Teşkilatı, Türk Kültür Derneği, Milliyetçiler Federasyonu, Türkiye Milliyetçiler Cemiyeti, Türkçüler Yardımlaşma Demeği vb. gibi girişimler
382 milliyetçiliğe ilişkin yeni bir politik duruşun genel bir tecrübeye dönüşmeye başladığının göstergesidir. Türkçüler bu dönemde ilgilerini bir yandan Sovyet egem enliği altındaki T ürklerd en Kıbrıs Türkleri, Yunanistan’daki Batı Trakya, Kerkük, Bulgar Türklerine doğru yaygınlaştırırken, diğer yandan tarih, edebiyat ve şiirle sınırlı ilgilerini genişletmeye başlarlar. Kırkarın sonlarından itibaren, düşünsel toparlanma sürecinden politik hazırlanma sürecine doğru roman önemli birer araç olarak görünür. Geniş kitlelere savaş, kahramanlık vb. gibi yetenekler aktarılırken romanlar kullanılmaya başlanır. Onlar için roman bir örnek hayatlar sahnesiydi. Kişilikler ah la ki-manevi bir içerikle sarılıyor, gerçek dünyadan yalıtılmış romantik dünyalar kuruluyordu. Bu çerçevede aynı dönemlerde yoğunlaşan köy gerçekçiliği romanlarıyla çalışmaları kaçınılmaz olmuştur. Nitekim Fethi Teve- toğlu, Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü romanını Türk köylüsünün şahsiyetine saldıran, “Türk köylülerini cinsi sapık ve altmışım aşmış asil bir Türk anasım evli oğlunun fuhuş simsarı yapan bir kitap” (Tevetoğlu, 1953: 64) olarak eleştirmiştir. Onlar için hayatın gerçeği, roman sanatı ve Türkçülük ülküsünün birbirini doğrulaması yalnızca olağan değil, aynı zamanda zorunluydu da.
Türkçülük, altmışlı yıllarda ise, gurur
ve övüncünün tarihi ile olduğu kadar zaaf ve huzursuzluğu ile de Türkeş ve MHP'nin hikâyesi haline gelmiştir. Türkeş, 1960 Darbesi'nin arkasından 14’ler- le birlikte sürgüne gönderildiği yurtdı- şmda politik bağlantılarını geliştirmeye çalışırken, ona 1944 ırkçılık-Turancılık davası sanığı olduğunu hatırlatan saldırılarla karşılaşmıştır, Türkeş’e karşı geliştirilen politik itirazların ırkçılık-Tu- rancılık davasından çekilen bir gerilim haltıyla beslenmesi, Türkçülerin otuzların başından itibaren yürüttükleri ırkçı- lık-Tnrarıcılık vasıflarını güçlendirme çabalarının altmışların başından itibaren başarısız kaldığının ve resmî milliyetçiliğin bu kavramları tümüyle olumsuz bir anlama, bir ithama kaydırmakta başarı gösterdiğinin işaretidir. Otuzlar, kırklar ve ellilerde Türkçülüğün aslî vasıfları olarak tarif edilen Lrkçılık-Turancılık tit- ri, altmışlardan itibaren milliyetçiliğin lügatinden düşer. Bu durum Türkçülüğün milliyetçilik içindeki hâkim konumunun giderek zayıflamaya başlaması demektir. Türkçülük, bu dönemden sonra “gerçek milliyet dindir” diyen Kemal Kuşçu, millî tarihi 1071’le başlatan Ana- dolucu Nurettin Topçu ve “Türk milleti 1000 yıldır Islâm kazanında halü hamur" olmuştur diyen Ali Fuat Başgil’le- rin temsil ettiği dinsel-kültürel içerikli bir milliyetçiliğe karşı kendi konumunu savunmaya başlayacaktır. Islâmcı-milli- yetçi ayrımı bir yandan netleşirken, diğer yandan Türkçüler tslâmcılann saldırılan karşısında Islâm dinîyle ilgili daha esnek bir dil kullanmaya başlarlar. Müslümanlığın Türksüz yaşayamayacağını, onu, ancak “Türklüğün sel gibi akan kanlan" nınso ayakta tutabileceğini sık sık dile getirirler,
Türkçülerle Anadolucular ve İslamcılar arasındaki bu tartışma milliyetçi ad taşıyan iki farklı derneğin oluşumuna yol açmıştır, Anadolucu ve İslam cılar “Milliyetçiler Dernegi"nde yer alırken,
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T Ü R K Ç Ü L Ü Ğ Ü N Ç A T A L L A N A N Y O L L A R I
Türkçüler “Türkiye Milliyetçiler Birliği Derneği”ni kurarlar.
Milliyetçilik üzerindeki bu tartışm a MHP’nin kuruluş ve hazırlanış süreçlerine de sirayet etmiştir. 1960 Darbesi"}'!e siyasal hayata müdahale arzulan duyan ama darbe heyetinden tasfiye edilen milli- yetçi h areketin kadroları bir yandan Türkçülüğe yaslanırken, diğer yandan da Türk Islâm Sentezi’yle Türk toplum-kül- tür dokularına kolayca nüfuz edebileceklerinin planlarını yapmaya başlamışlardır. Bu süreç, ırkçılık-Turancıhğa dayanan Türkçülüğün düşünsel-kültürel düzeydeki başarısızlığına mukabil politik düzeyde hazırlanan milliyetçi hareketin İslâmî duyarlılıklarının yoğunlaşması ile ikili bir gelişim seyri izlemiştir. Bu ikilem, Türkçülerin MHP’ye olan bakış açılarını da belirlemiştir. Türkçüler bir yandan "Türkeş, bugün memlekette bir fikrin ve bir ülkünün mümessilidir”, o fikir ise “Türklük ülküsü"dür tezini savunurlarken,51 bir yandan da “gerçek Türk milliyetçiliği olan Türkçülük”e karşı “modern milliyetçilik” veya “1965 milliyetçiliği’’52 gibi yeni milliyetçilik formülasyonlarına karşı uyarılar getirmeye çalışırlar. Türkçüler, Türkeş’in çevresiyle beraber CKMP’ye girmesinde yardımcı olurlar, hatta Necdet Sançar C KM Plileri e Türkeş taraftarlarım bir araya getirerek anlaşma yapılmasına katkıda bulunur,53
Bununla beraber “1965 milliyetçili- gi”nin her ne kadar Türkçülüğe dayansa da onun düşünsel temellerine dönük bazı müdahalelerde bulunmaya başladığı da çok geçmeden görülecektir. Türkeş, özellikle kendisine yönelik giderek artan ırk- çı-Turancı ithamlarına karşı, 1944 davasının ırkçı-Turancı statüsünü bir “milliyetçilik olayı" olarak yeniden tahsis ederek yanıt verir. Böyiece Türkçülerin hiçbir huzursuzluk duymaksızın niteledikleri 'Trkçıhk-Turancıiık davası” yerini “milliyetçilik davası"na terk eder. “Irkçılık-Tu- rancdık denilen milliyetçilik düşmanı da
va” (Türkeş, 1974: 12 ), “Turancılık ve ırkçılık davası diye adlandırılmış olan dava” (Müftüoğlu, 1977: 79) gibi ifadeler bu huzursuzluğu sergilemektedir.
Türkeş’in bu çabalarının başka bir noktası ise, Türkçülüğün romantik bir tarihe indirgenmesidir. Özellikle 1944 yargılamaları nezdinde "milliyetçilerin tabutluklarda işkenceler görm esi” ve bunlara karşı “milliyetçiler”in “direniş ve mücadeleleri", engin efsaneler haline getirilmiştir. Böyiece, altmışlarda bir yandan “44 ruhu" ülkücü benliğe aktarılırken, diğer yandan da ırkçılık-Tu ran alık, Türkçülük-T ürk milleti, Türk ırkı vb. gibi kavram ve konumlar üzerine otuzlardan beri biriken Türkçü literatürün yenilenm esinin koşulları engelleniyordu. "T ürkçü k ah ram an ların ” h ayaletleri MHP içinde dolaşır, ideolojik metinleri ülkücüleri beslerken, Türkçülük herhangi bir açık entelektüel girişimden uzak tutulmaya çalışılıyordu.
Türkçülüğün bir başka önemli yanı MHP'nin köklerine ilişkin bir tarih oluştu rm akla b erab er, aynı zam anda MHP’nin lideri Türkeş için, bir kişisel tarih olmasıydı. Türkeş Türkçülerce yetiştirilmiş ve 1944 yargılamaları sırasında onlarla beraber yargılanmıştı. Türkeş, yargılamalara ilişkin anı ve değerlendirmelerini 1944 Milliyetçilik Olayı adıyla kitap olarak yayımlarken; Türkçülük düşüncesi ve eylemleri konusunda son derece önemli tarihsel belgeler olan dava dosyasını yayımlamadı. MHP önderinin kişisel kariyerine ilişkin olan bu belgelerin bugün bile hâlâ araştırmacılara açılmamasının bazı nedenleri vardı. Bunlardan birincisi Türkçülerin ırkçılık düşünceleriyle ilgiliydi, diğeri ise bizzat MHP önderinin kişisel tarihine ilişkin “hassasiyet” e dayanıyordu. Türkeş’in Türkçü tarihe yönelik bu müdahalelerine Türkçüler giderek daha sert yanıtlar vermeye başladılar. Atsız, üstü kapalı bir biçimde MHP’yi işaretleyerek "Türkçülükten sa-
383
M İ L L İ Y E T Ç İ L İ K
pan veya taviz veren hiçbir parti Türkçülerce tutulmaz, tutulamaz, Türkçülüğün ne olduğu açık-seçik ortada bulunduğu için bugünkü tutumları ile hiçbir parti Türkçü değildir”54 diyerek Türkçüleri uyarıyor, çatışma yoğunlaşarak MHP’lile- rin Ali Balseven isimli bir Türkçü öğrenciyi öldürmeleri üzerine Türkeş’in "vaktiyle kendisini sorguya çekenlere ‘hatamı anladım. Beni alfeLmenizi istirham ederim’ diyerek"55 mektup yazdığım açıklıyordu. Buna karşılık ise, MHP Türkeş’ten geldiği anlaşılan bir emirle ülkücü gençlerin Türkçü ötiifeen dergisini okumaları-
3 8 4 m yasaklamıştı.Bununla beraber, Türkeş’in ırkçılıktan
mi 11 iyelçiliğe doğru ilerleyen bu lügaı çalışmasının bizzat Türkçülerce de kabulle- nilmeye başlandığı, Türkçülerin ırkçılık vasfında bazı esnemelere gittiği görülmüştür. Atsız, Tevetoğlu, Sofuoğlu, vb. gibi ırkçılarca çıkarılan Türk Ansiklopedisindeki ifadeler de ırkçılıktan milliyetçiliğe doğru literal bir kaymanın genel bir destek bulduğunu göstermektedir
“1944 yılında Türkiye’de Türk milliyetçilerinin başında yer alan komünistlere karşı açtıkları fikir ve kalem mücadelesi sırasında görülen bir hakaret davası dolayısıyla çıkan olaylara ırkçılık hareketi adı verilmiş ve yeniden düzenlenen bir davanın 23 milliyetçi sanığına ırkçılık isnadında bulunulmuşsa da neticede davanın t o pyekün beraatle sonuçlanması [...1 Türkiye’de kopyası aranmaya çalışılan Alman ırkçılığının asılsız bir hayal ve yakıştırma olduğu gerçeğini ortaya koymuştur [...[ hiçbir ciddi delile dayanmayan haksız ırkçılık isnad ve iddiaları ‘ne mutlu Türküm’ diyemeyen birkaç bedbahtın tepki ve istismarından ibarettir."56
Türkçülüğün düşünsel başarısızlığının bizzat Türkçülerce yeniden teyit edilmesi anlamına gelen bu ifadelerin daha birçok görünümü vardır. 1962’de kurulan Türkçüler Dernegi’nin yerini 1964’te Türkiye Milliyetçiler Dernegi’ne bırakması yine
ırkçılıktan milliyetçiliğe doğru kayışın bir işaretidir.
Altmışlı yıllarda yaşanan bütün bu süreç, otuzlardan itibaren ayrılmaya başlayan Türkçü lük-Türk milliyetçiliği ayrımının kaybolmasına ve Türkçülüğün Kemalist koalisyona doğru yaklaşmasına yol açmıştır. Öle yandan, elnik-ırksal, İslâmî ve kültürel temellerde doğrulanan bir Türklük anlayışı MHP‘de güç kazanmakla beraber Türkçülük temel bir eğilim olarak varlığını sürdürmüştür. Türkçülerle Türkeş arasında altmışların başından itibaren gelişen politik birlik, özellikle 1969 Adana Kongresi’nde Müslümanlığa vurgu yapılmasıyla zedelenmiş, ama, 1973’ten itibaren kesin bir düşmanlık halini almıştır. Atsız, ölümünden bir yıl önce Ötüketı dergisinde Türkeş’e yönelik ağır hakaretlerde bulunmuştur.57
Bu yıllarda, Türkçülüğün milliyetçilik hareketi içinden sorgulandığı ve tarihsel olarak yorumlandığı denemelere rastlanmaz. Buna karşılık Türkçülüğün biriken entelektüel argümanlarının üzerine bir şal örtüldügü ve giderek marji- nalleştikleri görülür. Bu dönemde Türkçülük, 1944 yargılamalarına yönelik iki önemli yayınla ortaya çıkar. Reha Oğuz Türkkan 1953 yılında yayımlanan yargılama sürecine ilişkin anılarını Amerika anılarım da ekleyerek Tabutluk (un Gurbete adıyla yeniden kitap olarak yayımlar. Diğer bir yayın ise Müftüoğlu tarafından I9 7 7 ’de Çankaya’da Kabus adıyla milliyetçi kamuoyuna sunulur. Müftü- oğlu’nun kitabı “3 Mayıs şahlanışı” ve arkasından milliyetçilerin uğradığı mağduriyete geniş bir yer ayırmakla beraber otuzlardan altmışlara kadar Türkçülerin entelektüel çabalarını hasrettikleri konuların hiçbirine doğrudan girmemiş, fazla ilgi hasretmem iştir. Bu tercih, Türkeş ve kadrosunun Türk İslâm Sentezi’- ne doğru ilerleyen operasyonlarının bir parçası olarak görülmelidir. Irkçıhk-Tu- rancılık yerine milliyetçilik titrinin yer
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T Û R K Ç C H . Q G O N Ç A T A L L A N A N Y O L L A R I
leştirilmesi, anti-komünist vurgulardaki yoğunlaşma ve kitleselleşme, “Atatürk d ön em i” m illiyetçiliğine yakınlaşm a tahlilleri, ırkın kültürel kanıtlarının ağırlık kazanması, bu operasyonların temel adımlarını sergilemektedir. Siyasal muhalefetin hedefi ise, Türkçülerin tersine “Atatürk dönemi sonrası”na kaydırılmıştır.
Seksenlerin sonlarına kadar, milliyetçilik hareketi içinde sürekli olarak “bizler ırkçı-faşist değiliz" savunmalarında bulunmaktan bitap düşmüş aydınlarda bir Türkçülük huzursuzluğu fark edilir.
Doksanlı yıllar ise Türkçülük açısından yepyeni bir dönemi ifade eder. Bu yıllar Türkçülüğün İslâmî duyarlılık karşısında daha vurgulanmaya başlandığı bir dönemdir. Özellikle Sovyetler’in yıkılışı, Türkçülerin sonunda doğrulanmış olmanın onurunu sahiplenmelerini sağlamıştır. Yıllardır savundukları, dahası bedel ödeyerek mücadele ettikleri bir davanın bugün hem devletin ve hem de toplumun geneline yayılan bir ruh haline dönüştüğünü görerek gururlandılar. Bütün bunlar, s ekse nlerd ekinin tersine tslâmî vurgulardan devlet düzeyinde kaçışla ve ilerleyen yıllarda İslamcılık tehlikesi karşısında yeniden Türklüğün vurgulanması isteğiyle içiçe geçince Türkçülüğün argümanlarının birçoğunun, o ana kadar Türkçülükle yakınlaşmamış bazı gruplarda, örneğin Kemal İs der, Aleviler, bir kısım solcular arasında dahi çözümleme nesnesi yapılmaya ve dahası politik yorumlara kadar içerilmeye başlandığı görülür, Şamanizm ve Ahmet Yesevi’nitı popüler ilgi nesnelerine dönüşmesi, “Is- lâmda reform" ve ezanın T ürkçel eştiril- meşinin yeniden ve daha kitlesel sahiple- njşlerle s eşlendiril m es i, doksanlardan itibaren giderek Türkçülüğe açılan bir kamuoyunun sonuçlandır. Bu yıllar Türkçülüğün MHP içinde de yeniden itibar kazandığı yıllar olmuştur. Türkeş’in ölü
müyle birlikLe Türkçüler içindeki kronik Türkeş düşmanlığı da konusuz kalır ve T ürkçüler MHP’ye yeniden teveccüh göstermeye başlarlar.
________________ SONUÇ_______________
Buraya kadar yaptığımızın tersine, bugünden geriye bakıldığında; belli belirsiz ve puslu bir resmin MHP'nin bohçasında hâlâ durduğunu görürüz. Daha açık ifade ed ersek ; m illiyetçilik d ü şü n cesin in altmışlardan başlayarak bir yandan Türkçülüğe ilişkin bir çözümlemeden uzak durmayı özellikle seçerken, diğer yandan 3 8 5 ırkçılık ve faşizm kavramlarının kendile- rine atfedilmesini sürekli olarak reddederek, kendilerini harap etmelerinin, neden içsel bir gerilim yaratmadığını düşünmek gereklidir. lrkçıtık-Turancılık kavramlarının yarattığı ürpertiyi milliyetçilikte teskin etmeye dönük bir lügat çalışmasının kendini ideolojik ve politik bağlamlarda yenileme kapasitesinin sorunlu olmasının yanıtı buradadır. Bu çelişkinin milliyetçilik düşüncesinde gerçek sonuçlar dogurmamasının, ıkçılığm “rehabilitasyonunu" sağlamam asının önemli bir sebebi Cumhuriyet Türkçülüğünün milliyetçi hareketin mahrem bir tarihi olarak yorumla nm asıdır,
İrkçılığın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyada kültürel-ahlaki-sos- yal içeriklerde yeniden doğrulanarak ye- ni-sağ hareketlere aktarılması, gerçekte. Türkiye’de yaşanan bu sürecin evrensel bir tema olduğunu akla getirm ektedir Irkçılığın milliyetçiliğe doğru bu dönüşümü tarih karşısında sinik bir tavırla beraber ilerlemektedir. Geçmiş çözüm lenmekten çok unutulmaktadır. Buna karşılık ırkçılıkla milliyetçilik arasındaki ilişkinin güncel çözüm lenm esinin “tarih bilgisi"ne her zamankinden daha fazla politik bir değer kazandırması kaçınılmaz olacaktır. □
M_________ I_________ L_________ L_________ I_________ Y_________ E T Ç_________ I_________L I_________ K
D İ P N O T L A R
386
Cumhuriyet dönemi Türkçü.üğü siniri; sayıdaki araştırmalara konu olab ild iğ i g ib i belki daha önemlisi sınırlı sayıdaki disioliner çerçevelerin iıg is in i çekebilm iştir. Türkçü lük ve öze llik le 1930-60 dönem i Türkçülük araştırm alarının herhalde en zayıf halkasını siyasal tarih oluşturur. Türkçülüğün bu dönem siyasî tarih i içindeki mahrem yeri dergi ve yayın araştırmaları içinde kaybolmuştur. Bunda, kuşkusuz, Cumhuriyet dönemi siyasî tarih! içindeki birçok başlığın; İnönü dönemi as<er-sivil ilişkileri, Saydam ve Saraçoğlu kabinelerinin yapısı ve kabine içi çekişmeler, İkinci Dünya Savaş: ve diplomasi ve bu çerçevede Türk-Alman ilişkileri. M aarif Vek a le t in d e k i çekişmeler, 1944 yargılam aları, DP'nin siyasî alana çıkışı ve iktidarı vb. gibi çek daha ayrıntılandırılabilecek devasa ta rih i dosyaların bugün hemen neredeyse büyük çoğunluğunun, kapalı arşivlere ve g !derek yiten hafızalara hapsedilmiş olmasının payı büyüktür. Bu konuda çok sınırlı ve İkinci Dünya Savaşı dönemine ait, daha çok da dış po litik bağlanım ağır bastığı birkaç çalışmadan söz edilebilir. Bunlar VVeisband, E.; T urk ish F o re ig n Pollcy, 1943-45, S m a ll S ta tes D ip lo m a c y a n d G re a t Povver P o li- tics, Princeton University Press, 1973. Bir diğer araştırma; Koçak, C. T ü rk iy e 'd e M i l l i Şef D öne m i. 1938 45, İletişim Yay, II Cilt, 2. bask , İstanbul, 1996. Ve Goloğlu, M.; M i l l i Ş e f D ö n e m i, 1 9 3 9 -4 5 , A nkara, Kalite Matoaası, Ankara, 1974. Diğer yandan Türk m illiyetçiliğ i üzenn- ceki araştırmalar temelde "Türk düşünce ta rih i” bağlamına ait bir üslupla yürütülmektedir ve bu, Türkçülüğün tarihi-sosyolojik gelişim ve tekam ülleri sorunundan kopuk olarak 1870 1923 ve 1960 ve sonrası donem araştırmalarını ve ilgilerin i Cumhuriyet Türkçülüğü araştırmaları aieyhine büyütm üştür. Bununla beraber, bu süreci tersine çevirmeye çalışan sayılı ç a k malardan söz edilebilir. Cumhuriyet ilk dönem Türkçülüğünün daha çok siyaset felsefesi Dağ- lam ındaki sağlam b ir araştırması özdoğan 'a a ittir, özdoğan, G.G.; "T u ra n 'd a n B o z k u r t ’a " , Tek P a r t i D ö n e m in d e T ü rk ç ü lü k (1931 -1946 ), İletişim Yay. İstanbul, 2001, Daha geniş b ir ta rihi sürece odaklanan bir başka emek ürünü çalışma Landau’ya a ittir . Landau, J.M.; P anT ür- k iz m , Sarmal Yay. İst. 1999. Türkçülüğün bir sağ hareket olarak m illiye tç iliğ in tarihsel durum ları iç indeki yeri konusunda bir çalışma Ağaoğlu'nun makalesidir. Ağaoğlu, M.A.; "Aşı rı M illiyetçi Sağ", Geçiş S ürec in d e T ü rk iye k in de, Shick, I.C.-Tonak, E.A., s. 189-236, Belge Yay, 3. Baskı, İstanbul, 1998. Türkçülüğün Türkiye'deki milliyetçi hareketin tarih i içindeki yeri ve 1944 yargılamaları ve ideolojik inşa süreçleri konusunda siyasî ta rih i de tem el almaya çalışan bir çalışma için bkz. Ertekin, O.G.; 1944 Tria ls , A tu m in g P o in t o f T u rk is t M o v e m e n t, ODTÜ, Sosyal Bil. Enst. Ankara, 1999 (Master
Tezi). Bu çalışma ara rağmen Cumnuriyet Tü'k- çü üğü araştırmalarının tarihî malzemesi ve teorik çerçevesi henüz yeterince geliştirllebilmiş değildir. Eksik ve yanlış b ilg ile r çoktur, teorik konumlar belirsizdir.
2 Cumhuriyet Dönemi Türkçülüğünü "ittiha tçı - ğın uzatmalı ha lle ri" olarak okumaya gayret eden ve "resmî m illiyetç ilik" ile "yeraltı milli- yetç iliğ " şeklinde ik i m illiye tç ilik hali tesp it eden :kl gazetecilik çalışması için bkz; Mumcu. U; 4 0 ’la rın Cadı K azan ı, UMAG vakfı Yay. 1996 Ank. ve Be'beroğlu, C.; ö b ü r T ü r k le r , Doğa- Kit. İst. Aralık 1999.
3 "Aşır; m illiye tç ilik " tao iri siyasal yelpazedek b ir istismar hanesi olarak yap ıland ırılm aca m illiyetçi fa ille r in 19. yy'da.o bu yana po litik alandaki munkem yerlerini ve tarihsel eylemlerini normalleştiren bir bakış aç sına sahiptir, B . nedenle, Türkiye'de bu tab ire karşılık yeri ve zamanına bağlı olarak söz konusu hareket için Türkçülük, ırkçılık-Turancılık veya m illiyetç ı >. kavramların; kullanacağız.
4 Bu konuda bkz. Karpat, K.; T ü rk D e m o k ra s i Ta r i lı i, s. 223, Afa Yay. İstanbul, 1996.
5 Tevetoğlu, Fethi; "Benim Sevdiklerim", K o p u z s. 9, Say : 1, Mayıs 1943. Yerli anasırın Türk ki, - tü rüne yönelik çabalarının nasıl b ir nefretle karşılandığını gösteren bir yazı için bkz. H.N Atsız, A ts ız M e cm ua , 15 Nisan 1932, s. 291'de: "...Türk olmayan yeni anasır dilim izi bozuyor Kendisinin ’musevi Türk' o duğunu söyleye" bir yahudi müderris çıs yor ‘Küçük Türk Teteb- bular' diye bir eser yazıyor. Bu bozuk şive yavaş yavaş halka ve resmî dairelere de g iriyor.”
6 A ta tü r k 'ü n S ö y le v ve D e m e ç le ri, Cilt I, s. 270. Türk Inkı'âo Tarihi Enstitüsü Yay. der; Nimet Unan, Ank. 1961.
7 Atsız'ın 1944 Yargılamaları sırasındaki savurtması {Yayımlanmam-.ş belge) tam m etin iç i- bkz. Ertekin, O.G.; 1944 Trials, A tu m in g P o in t o f T u rk is t M o v e m e n t, ODTÜ, Sosyal Bil. Enst Ansara, 1999, s. 201.
8 Atay, T.R.; "Nizam Düşmanlığı Yaptırmayız” Ulus, 7 Mayıs 1944.
9 Atsız, H.N.; "Türk le r Hangi Irk tand ır", A ts ız M e cm ua , sayı: 1, s. 7.
10 Atsız, H.N.'nin yazısı için bkz. Ç ın a ra ltı, say;; 1. s. 6, Ağustos 1941.
11 Dr. Vefik Vassaf Akan, I r k H ıfzzıssıhası, sayı: 2. s. 40, Haziran 1939.
12 Dr. Vefik Vassaf Akan, Irk ç ı lık , sayı: 3, s. 81, Temmuz 1939.
13 Türkçüler, 1944 yarg lamalarından sonra Inû nü'ye yönelik bütün güzellemelerini unuttu '- maya çalışmışlardır. Gösteriler konusunda bkz. Cebbar Şenel'in savunması (yayımlanmamış
C U M H U R İ Y E T D Ö N E M İ N D E T Ü R K Ç Ü L Ü Ğ Ü N Ç A T A L L A N A N Y O L L A R
belge) Tam metin için bkz. Ertekin, O.G.; a.g.e., s. 265-286.
14 1944 yargılamaları konusuna değinen yazı ve araştırma larm hemen hemen tüm ü eksik ve yanlı; bilg ilerle yüklüdür. Bu yanlışların en başında İse yargılanan kişilerin sayısı 23 kişi olduğu gelir. Gerçek sayı 26 kişidir, Nuriman ve A hmet Karadağlı isimli Doğu Türkistan göçmeni olan sanıklar ilk yargılama sonrasında Almanya'da o ldukla rı için yargılamaya 2. aşamada katılmışlardır, isimleri sık sık b irb irine karışan kişiler ise Heybetullah Idil ile Saim Bayraktır. Bir başka yanlış bilgi; Askerî Yargıtay Başkam Ali Fuat Erden'in mahkemenin verdiği kararın bozulmasını sağladığıdır ki, tersine Erden Askerî savcılığın itiraz gerekçelerine katıldığını bildirm iştir. Bir başka yanlış bilgi; Osman Yüksel Serdengeçtl’n in 1944 yargılam alarından mağdur olduğudur ki bu da asılsızdır. Tersine Osman Yüksel Serdengeçti Türkçülere karşı "savcılık ta n ığ ı' olarak mahkemede dinlenmiştir . Buna benzer yanlışlık ve b ilg i eksikliklerinin sıralanması sayfaları alabilir, ama, bunlar bile Türkçülük konusundaki bilgilerim izin ne kadar sorunlu ve genel-kaba düzeyde örülmüş olduğunu gösterecek nite liktedir.
15 Atsız'ın savunması (yayımlanmamış belge) bkz. Ertekin, O.G.; a.g.e., s. 201.
16 TümTürk, İsmet N.; "Insaniyetç ilik", Bozkurt, sayı; s. 232-235,10 Haziran 1941.
17 TümTürk, I.Nç a.g.e., s. 235.
18 TümTürk, I.N.; a.g.e., s. 235.
19 Kılıç, Altemur, "Savaşçılık", Çınara İti, sayı: 7, s. 6, 20 Eylül 1941.
20 Kılıç, A.; a.g.e., s. 6.
21 Türkkan, R.O.; "Türkçülük Deyince Ne Anlarız ", B o z k u r t , sayı: 4, s. 91, Mayıs-Temmuz 1940.
22 Atsız, H.N.; "Askerlik Aleyhtarlığı", Atsız Mecmua, Sayı: 17, s. 100.
23 Yund, Kerim; "Savaş", sayı: 8, s. 199, İkinci Teşrin 1940, Bozkurt.
24 Atsız, H.N.; "Askerlik Aleyhtarlığı", Atsız Mecmua, sayı: 17, s. 100.
25 Tevetoğlu, F.; "M illi K in", Kopuz, sayı: 2, s. 1.
26 Atsız, H.N.; "MIHI M e fkure ", Atsız Mecmua, sayı: 14, s. 25,.
27 Atsız, H.N.; Atsız Mecmua, a.g.e., s. 23.
28 Nur, Rıza; "Türk M ıntıkası', Tannöağt, s. 3, No: 2, Mayıs 1942, '
29 Atsız, H.N.; "Ü lküler Taarruzidir” , Orkun, s. 5, Kasım 1950.
Atsız, H.N.; "Tarihin Barışmaz Düşmanları", Or- kun, sayı: 5, S. 3, Kasım 1950.
TümTürk, İsmet; "Komünizmle Mücadele", Örtün , sayı: 2, s. 4, 13 Ekim 1950.
TümTürk, I.; "Komünist", Bozkurt, sayı: 5, s. 140.
Buna bir örnek olarak bkz. Erkilet, H H > ; Şark Cephesinde Gördüklerim, Hilmi Kitabevi, İstanbul, 1943.
TümTürk, I.; "Komünizmle Mücadele", Orkun, sayı: 3, s. 5.
Ortaç, Yusuf Ziya; "Kurt", Çınarattı, sayı: 19, s. 1,
Sançar, N,; "Soyu Bizden Olmayanlar", Kopuz, sayı: 7, s. 153, II, Teşrin 1943,
Sançar, N.; a.g.e,, s. 153,
Atsız; H.N.; "B irlnd İhanet", Orkun, sayı: 2, s. 13,
“ 1944-45 Irkçılık-Turancılık Davası", OrJtun, sayı: 20, s. 8.
Sançar, N,; "Türkiye'de Türkçe Meselesi", Kopuz, sayı: 3, s. 183,
Gökalp, Z.; a.g.e, s. 33-34.
GÖkalp, Z.; a.g.e, s. 34.
Orkun, H.N.; "Turancılık", Bozkurt, sayı: 4, s. 93.
Orkun, H.N.; a.g.e,, Bozkurt, s, 93.
"Atsız'ın savunması", bkz. Ertekin, O.Gu a.g.e,, s. 195-204.
"Atsız'ın savunması", bkz. Ertekin, O.G, a.g.e, s. 195-204.
A.g.e., s. 195-204
Atsız, H.Nç 3 Mayıs 1944, Orhun, sayı: 4, s. 1, Mayıs 1962.
Sançar, N.; "Türkçülük Günü", d tüken, say.: 17, s. 3, 13 Mayıs 1965.
Atsız, H.N.; "Türkçülüğe Karşı Yobazlık", ö tü - ken, s. 5, sayı: 3, M art 1970.
Sançar, N.; "Türkeş Hakkında", Ötüken, sayı: 21,5.3-4, 24 Eylül 1965.
Sançar, N.; "Gerçek M illiyetçilik, Uydurma M illiyetçilik", Ötüken, sayı: 2, s. 3-4, 20 Ekim 1965.
Ötüken, "Umumi Efkara Sir Açık lam a ', sayı: 21,5. 5, 24 Eylül 1965.
Atsız, H.N.; "Türkçülük ve Siyaset', ÛtOken, sayı: 8 (104), s. 3. Temmuz 1972.
Atsız, H.N.; "Ne Yaptığını Bilmeyenler", Ö tüken, sayı: 7 (115), s. 3, Temmuz 1973.
Türk Ansiklopedisi, s. 466, cilt: XIX, MEB Basımevi, Ank. 1971.
Atsız, H.N.; a.g.e,, s. 3.
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57