Bulten - 2006
-
Upload
ankara-dusunce -
Category
Documents
-
view
233 -
download
1
description
Transcript of Bulten - 2006
1
ADAM’CA...................................................................................5
BİRİNCİ BÖLÜM CUMA KONFERANSLARI..............................7
1. KONFERANS Gümrük Birliği Çerçevesinde Türkiye-AB İlişkileri
Yrd. Doç. Dr. Hamdi Pınar.........................................................7
2. KONFERANS Yabancı Sermaye: Dost mudur, Düşman mı?
Doç. Dr. Mustafa Acar..............................................................10
3. KONFERANS Güncel Ekonomik Sorunlar
Doç. Dr. Metin Toprak..............................................................11
4. KONFERANS Kapitalizm Kıskacında Osmanlı İmparatorluğu
Doç. Dr. Mehmet Bulut.............................................................13
5. KONFERANS Türk Siyasetinde Liderlik Sultası Neden Gerekli
Doç. Dr. Bülent Arı...................................................................15
6. KONFERANS Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye
Doç. Dr. Zühtü Arslan...............................................................17
7. KONFERANS İktidar Muhalefet İlişkisi Çerçevesinde Osman
Bölükbaşı Yard. Doç. Dr. Âdem Çaylak...................................18
8. KONFERANS Ulusçuluk Doç. Dr. Ahmet Yıldız.......................19
9. KONFERANS Farklı İdeolojilerin İktisadi Anlayışları
Doç. Dr. Mustafa Acar..............................................................21
10. KONFERANS AB Gençlik Programları ve Erasmus
Dr. Ömer Ayçiçek.....................................................................23
11. KONFERANS AB Müzakere Çerçeve Belgesi Analizi
Prof. Dr. Ramazan Gözen........................................................24
12. KONFERANS Osmanlı’da Fener Rum Patrikhanesi ve
Ekümenlik Doç. Dr. Bülent Arı..................................................26
13. KONFERANS Düşünce ve İfade Özgürlüğü
Doç. Dr. Zühtü Arslan...............................................................28
2
14. KONFERANS İslam Dünyasında Demokrasi
Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne....................................................30
15. KONFERANS Türkiye’de İstatistik Sistemi ve Ekonomik
Göstergeler Ferhat Arslaner.....................................................32
16. KONFERANS Dünya Bankası ve IMF
Doç. Dr. Murat Yülek................................................................34
17. KONFERANS Necip Fazılı Anlamak (Hatıralar)
Yahya Düzenli..........................................................................35
18. KONFERANS Ekonomik Kalkınma Meselesine Yeniden Genel
Bir Bakış Doç. Dr. Mehmet Bulut..............................................37
19. KONFERANS Dünyada Çok Kültürlülük
Dr. Kadir Canatan....................................................................39
20. KONFERANS Yabancı Dil Üzerine
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Vanlıoğlu...............................................41
21. KONFERANS Avrupa’da Laiklik Dr.Bülent Kent......................43
22. KONFERANS Sovyetler Birliğinin Dağılmasından Sonra Avrupa
Dr. Ünal Gündoğan..................................................................45
23. KONFERANS Anayasadaki son değişiklikler
Prof. Dr. Servet Armağan.........................................................46
24. KONFERANS Avrupa Birliği Müzakerelerinde Geline Son Nokta
Cevdet Yılmaz..........................................................................47
25. KONFERANS İfade Hürriyeti ve Atilla Yayla Olayı
Serhat Buhari Baytekin............................................................48
26. KONFERANS Irak’taki son gelişmeler Nasuhi Güngör............50
27. KONFERANS Nükleer Silahlanma
Doç. Dr. Mustafa Kibaroğlu......................................................51
İKİNCİ BÖLÜM: SEMİNER ÇALIŞMALARI.................................................52
1. İnsanlık Dersleri Doç. Dr. Mehmet Emin Özafşar........................53
2. Mukayeseli Müesseseler Tarihi Doç. Dr. Bülent Arı....................54
3. Sosyal Bilimlerde Analiz Yöntemi Dr. Kadir Canatan..................55
3
4. Felsefe Dersleri Dr. Kadir Canatan.............................................56
5. Temel Klasik Okumaları Dr. Kadir Canatan................................57
6. Türk Siyasal Hayatı Yrd. Doç. Dr. Mustafa Çufalı.......................58
7. Uluslararası Politika Prof. Dr. Ramazan Gözen..........................59
8. Sözün Gücü, Söz Söyleme Sanatı Av. Hayati İnanç...................60
9. Dünya Ekonomisindeki Genel Trendler Doç. Dr. Murat Yülek.....61
10. İktisat ve Medeniyet Doç.Dr. Mehmet Bulut................................62
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: GÜNDEM ANALİZ.....................................63
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: PROJE ÇALIŞMALARI........................64
BEŞİNCİ BÖLÜM: SANAT VE DİL FAALİYETLERİ.................65
ALTINCI BÖLÜM: BURSLAR...................................................66
4
SUNUŞHer başlangıç gelecek için bir ümittir. Başlamak önemlidir, ancak
başlanılan bir faaliyeti veya işi devam ettirmek ondan daha da önemlidir. Ankara
Düşünce ve Araştırma Merkezi Derneği (ADAM) 2006 yılı Kasım ayı itibariyle
resmen faaliyetlerine başladı. Bu resmi bir başlangıçtı. Aslında ADAM dostlarının
bir kısmı çok eskiden beri zaten birlikteydiler. Resmi bir çatı olmadan da bir çok
faaliyeti gerçekleştirmişlerdi. Kurumsal yapı oluştuktan sonra dost halkası
genişledi ve her geçen gün bir dalga gibi genişlemeye devam etti, ediyor,
edecek.
ADAM, “toplumda insan kaynaklarının niteliğini arttırmak, akademik, sosyal
ve kültürel gelişimlerini desteklemek ve bunun için gerekli olan eğitim, araştırma
ve proje etkinliklerini geliştirmek” amacıyla kuruldu. Kısa zamanda ADAM çatısı
altında bu amaca uygun bir çok faaliyete imza atıldı. Bu ilk bültende bu
faaliyetlerin çok kısa bir özetini bulacaksınız.
İlimsiz fikir sahibi olmakla övünmenin tutarlı bir tarafı yoktur. Oysa
ülkemizde her konu hakkında fikir beyan eden insanların sayısı giderek
artmaktadır. Fikir beyanından öte, belli bir konuda bilgi sahibi olmadan fikir sahibi
olup hüküm vermeye cesaret eden insanların sayısında da belirgin bir artış
olduğu gözlenmektedir. Bu toplumsal sorun çözümlenebilse insanlar birbirini
daha iyi anlayacak, toplumsal uzlaşma sağlanacak ve ortaya çıkacak bireysel
enerjinin sinerjiye dönüşmesiyle daha güzel günlere ulaşılmış olacaktır. ADAM
bu anlamda bilgiye dayalı fikir, şuur ve tavrı önemseyen ve bu konuda topluma
katkı yapmayı amaçlayan bir kurumdur.
Tek yanlı bilim anlayışı ve tek yanlı yaklaşımlar bütünlüğü görmek ve
açıklamak için yeterli değildir. Yüzünü Batı’ya dönmüş ülkelerde bu tek yanlılık
uzun süre düşünen ve üreten beyinler için bir sınır anlamı taşımıştır. Bu anlamda
tarihe, sosyal olay ve olgulara, kişilere, kurumlara sağlıklı bakabilmek için daha
geniş ufuktan bakmaya denemekte yarar vardır. Yani daha geniş bir ufuktan
bakmak… Geniş bakabilmek biraz yukarıya çıkmayı gerektirir. Yukarılara da tek
5
kanatla çıkılamaz. Dolayısıyla birazcık yukarıya çıkıp geniş bakabilmek için en
azından çift kanatlı olmak gerekir. ADAM bu ufku kazandırabilmek için hem
Doğu’nun ve hem de Batı’nın özgünlüklerini kendi klasiklerinden anlamak
gerektiğini gündemine almıştır.
Dünyada ve ülkemizde geçmişte yaşanan olay ve olguların analizini
yapmak, günümüzde gerçekleşen olayların nesnesi olmaktan kurtulup özne
konumuna geçebilmek bilgi, metodoloji ve donanımla ilgilidir. Bilenlerle
bilmeyenler bir değildir. Belli bir konuda bir duruşa, sahih ve sarih bir tavra
ulaşabilmek öncelikle o konuda gerekli olan bilgi birikimine sahip olmakla
gerçekleşir. Malumattan (bilgi yığını) tasnif edilmiş bilgiye ulaşabilmek de
eskilerin deyimiyle ancak “usul” ile mümkündür.
An gelir bilgi de yeterli olmaz. O halde, beyni tasnif edilmiş bilgi ile
donatmak kadar, kalbi muhabbet ve sevgiyle donatmak da sağlıklı, dengeli ve
tutarlı bir kişilik için zorunludur. ADAM bu yönüyle estetik ve sanatı da
önemseyen ve kişinin kalp ve ruh dünyasının öneminin farkında olan bir kurum
olma özelliğini taşımaktadır. ADAM toplumuna karşı sorumluluk taşıyan
münevverlerin önderliğinde faaliyetlerine devam eden kişilerden hiçbir maddi
amaç gütmeyen bir kurumdur.
ADAM dostlarının bir araya gelip bir şeyler yapılması gerekliliğinin
temelinde “nitelikli insan” eksikliği konusundaki ittifakıdır. Hemen hemen her
alanda eskilerin tabiriyle “kahtı- rical”in söz konusu olması ADAM’ın doğuşunun
temel sebebidir. Bu mütevazı başlangıçla ADAM, bu alandaki boşluğa dikkat
çekmek yanında sözden fiile geçmiştir. Bu amaçla toplumumuzda yetişmiş, özgür
düşünen ve özgün düşüncelere sahip akademisyen ve uzmanları bünyesinde bir
araya getiren ADAM, önemli bir boşluğu doldurmaya adaydır. Bu başlangıç,
bundan sonra da düşünen, araştıran beyinlerle, insanlığa gönlünü açmış ve
sahip olduğu bilgi ve yeteneklerini toplumda potansiyel taşıyan beyinlere
aktarmayı önemsemeyen, “insanın hayırlısı insana ve topluma yararlı olandır”
ilkesini şiar edinen “adamların” önemli çalışmalara imza atacağına inancımız
tamdır.
En önemli yatırım insana yapılan yatırımdır vesselam…
6
BİRİNCİ BÖLÜM:CUMA KONFERANSLARI
Cuma KonferanslarıAnkara Düşünce ve Araştırma Merkezi (ADAM) 2006 yılı Kasım ayının
başından itibaren başlayan ve sonraları bir gelenek haline gelen her hafta Cuma
günü saat 19:30’da bir çok konferansı gerçekleştirerek müdavimlerine çok önemli
bir kütür hizmeti sunmuştur. Bu konferanslarda önemli konularda ADAM
müdavimi dostlarla bilgilerini paylaşma lütfunda bulunan uzman ve
akademisyenlerin konuları ve kısa özetleri konferansların müdavimlerince tutulan
notlardan derlemeler sunulmuştur.
1. KONFERANSGümrük Birliği Çerçevesinde Türkiye-AB İlişkileri
Yrd. Doç. Dr. Hamdi Pınar
Ankara Düşünce ve Araştırma Merkezi (ADAM) faaliyet alanlarından biri
olan konferansların ilkini Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim
üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Hamdi Pınar’ın verdiği konferansla gerçekleştirdi.
Bu ilk Cuma Konferansında Dr. Pınar, İkinci Dünya Savaşı sonrasında
savaşın yıkıcı etkilerini ortadan kaldırmak ve yeni savaşların önüne geçerek
Avrupa'da barış ortamı oluşturmak amacıyla, önce Avrupa Kömür Çelik
Topluluğu ve Avrupa Atom Enerji Topluluğu olarak kurulan ve daha sonra Avrupa
Ekonomik Topluluğu ve nihayetinde Avrupa Birliği haline dönüşen süreci kısaca
anlattıktan sonra, Türkiye ile o zamanki adı ile AET arasındaki ilişkileri
değerlendirdi. Bu kapsamda Türkiye’nin 1959 yılında gerçekleştirilen adaylık
başvurusu ve 1963 yılında imzalanan Ankara Antlaşması ile bu Antlaşma
çerçevesinde gerçekleştirilen Katma Protokol ve Gümrük Birliği’nin hukukî
açıdan, özellikle de Avrupa Adalet Divanı’nın Türkler hakkında vermiş olduğu
7
20’den fazla kararın Türk ve AB üyesi ülkelerin hukukuna yansımasını
değerlendirdi.
Dr. Pınar’ın Gümrük Birliği kapsamında temel serbestiler açısından
Türklerin hakların ilişkin tespitleri kısaca:
Kişilerin serbest dolaşımı:
1) 1/80 s. OKK m. 6 Yasal yollarla Topluluk üyesi devlette giden Türk
vatandaşı, o ülkede usulüne uygun bir iş ilişkisi içinde ise bir, üç ve
dört yıllık sürelere ilişkin haklardan yararlanabilecektir.
2) 1/80 s. OKK m. 10/I “Wählergruppe/Birlikte” kararıyla Türk
vatandaşı işçi ile o ülke vatandaşı arasında Topluluk Tüzüğünde
sayılan haklara açısından hiç bir ayırımcılık yapılmayacaktır.
3) 1/80 s. OKK m. 7 Türk işçilerinin çocukları da yaş sınırına
bakılmaksızın sonradan gitmiş olsalar bile 1/80 s. OKK m. 7’deki
şartları gerçekleştirmişlerse o ülke çalışma ve ikamet müsaadesine
hak kazanacaklardır.
4) 3/80 s. OKK m. 3/I Sosyal haklar açısından Türk işçiler en az Birlik
vatandaşları ile eşit muameleye tabidirler.
5) 1/80 s. OKK m. 13 tır taşımacılığı ve şoförlerine ilişkin olan “Abatay
u.a.” kararı ile hizmetin serbest dolaşımı çerçevesinde
Katmaprotokol’un ilgili ülkede kabul edildiği tarihten sonra yeni
sınırlamalar getirilemeyecek (Stillhalteklausel) hükmü hizmeti sunan
işletmenin işçileri için de geçerlidir. Ayrıca 1/80 sayılı OKK m. 13’ün
Türkler yararına yorumu.
Hizmetin Serbest dolaşımı, Yerleşim Yeri Serbestisi ve Vize Sorunu
ATM’nin “Savaş” ve “Abatay u.a.” kararlarıyla Ortaklık ile Türkiye
arasındaki hizmetin serbest dolaşımı ve yerleşim yeri serbestisi
açısından Stillhalteklausel yani “zamanın mevcut hukuki durumun
8
muhafazası ilkesi” geçerlidir. Bu da her üye ülke için konunun ayrı ayrı
incelemesini gerektirmektedir.
Alman hukuku açısından Türk vatandaşlarına belli şartlar varlığı
halinde (sportif, kültürel, sanatsal faaliyetlerde, işadamları için ve pasif
hizmetin serbest dolaşımında) vize mecburiyeti getirilemeyecektir.
Malların Serbest dolaşımı:
Katma Protokol m. 27 ve 29 doğrudan etkili hükümlerdendir.
Bundan dolayı söz konusu hükümler, Topluluk üyesi devletleri de
bağlar. 1/95 s. OKK Ek 8 m. 10 f. 2’de Topluluk ve Türkiye arasında fikrî
hakların tükenmesinin öngörülmemiş olması, paralel ithalât açısından
malların serbest dolaşımını engellemektedir. OKK’nın ikincil bir hukukî
düzenleme olmasından dolayı, bu şekilde bir sınırlama ortaklık
ilişkisinde birincil hukuk olan Ortaklık Anlaşması ve Katma Protokol’e
aykırıdır. AEA alanında geçerli olarak kabul edilen bölgesel tükenme
ilkesinin sınırlarına, Türkiye sınırları da dahildir. Yani Topluluk üyesi
devletlerden, İzlanda, Lihtenştayn ve Norveç’den her hangi bir kişi
Türkiye’de kurallara uygun olarak pazara sunulan malların paralel
ithalâtını bu ülkelere yapabilir.
Gümrük Birliği sonrası tam üyelik sürecinde Türkiye – AB ilişkilerine
değinen Dr. Pınar, sunumunu Aralık 2004’te müzakerelere başlama tarihinin
alınmasına kadar geçen ve devamındaki süreci aktardıktan sonra konferansın
ikinci bölümünde katılımcıların bu konuda merak ettikleri soruları cevaplandırdı.
Merkezimizdeki ilk olması nedeniyle de farklı bir anlam taşıyan bu
konferans katılımcılara sunulan ikramlarla birlikte oldukça samimi bir ortamda
gerçekleştirildi.
9
2. KONFERANSYabancı Sermaye: Dost mudur, Düşman mı?
Doç. Dr. Mustafa Acar
Yabancı Sermaye konusu günümüzde en sık konuşulan, değişik
platformlarda hakkında olumlu ya da olumsuz kanaatlerin sergilendiği bir
konudur. Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecine girmiş olan Türkiye için de son
derece güncel bir konu olan yabancı sermayeye bazı çevreler emperyalizmin
sömürü aracı olarak bakarken, bazı çevreler de iç kaynakları yeterli olmayan
ülkeler için oldukça faydalı ve gerekli bir araç olarak bakmaktadır.
Yabancı sermayenin varlığı kimi zaman bir ülkenin geleceği ve güvenliği
açısından bir risk, ülkenin bağımsızlığı üzerinde bir tehdit olarak algılanmaktadır.
Kimi zaman veya kimi çevrelerde ise aynı konu bir ülke ekonomisinin geleceğinin
inşa edilmesinde önemli bir araç, ülke ekonomisine bir katkı olarak
değerlendirilmektedir. Bu kadar zıt görüşlere ve hararetli tartışmalara konu olan
yabancı sermaye meselesi Kırıkkale Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi
Doç. Dr. Mustafa Acar tarafından ele alınmış ve değişik çevrelerin yabancı
sermaye konusundaki görüşleri değerlendirilmiştir.
Yerli tasarrufların yetersiz olduğu ülkelerde yabancı tasarruflara ihtiyaç
hissedildiği gerçeğinden hareketle, daha büyük işler başarmak isteyen ülkelerin
yerli sermayeye ek olarak yabancı sermayeye de müracaat etmelerinin çok tabii
bir süreç olduğunu belirten Acar, Türkiye’nin de bu gelişmelerden nasibini
almasından daha doğal bir şey olamayacağını belirtmiştir. Artıları ve eksileriyle
birlikte düşünüldüğünde yabancı sermayenin artılarının ağır bastığını, bir ülkenin
yabancı sermaye çekebilmesi ve kalkınmanın finansmanında kullanabilmesinin
önemli olduğunu vurgulayan Acar, Türkiye’nin son yıllarda bu alanda önemli
gelişmeler kaydettiğini, Türkiye'nin istikrar kazandıkça ve AB ile ilişkilerini
ilerlettikçe daha çok doğrudan yabancı sermaye çeker hale geldiğini verilerle
ortaya koymuştur.
10
3. KONFERANSGüncel Ekonomik Sorunlar
Doç. Dr. Metin Toprak
Doç. Dr. Metin Toprak tarafından gerçekleştirilen konferansta genel olarak
ülkeler ve bölgeler itibariyle dünya ölçeğinde fon piyasasına fon temin edenler ile
fon kullananların göreli büyüklükleri ve eğilimleri ele alındı. Konferansta
Türkiye’nin uluslar arası fon piyasasından fon temin etme düzeyi ve gelecekte bu
piyasadan yararlanma potansiyeli de değerlendirildi. Konuşmasında Doç. Dr.
Toprak dünya ekonomisinin ülkeler ve bölgeler itibariyle ekonomik büyüme
eğilimlerini özetlemiş ve Türk ihracatının yöneldiği piyasaların gelişme
potansiyelini açıklamaya çalışmıştır.
İlk olarak ülkelerin dış ticaret ve cari işlemler açıkları; ulusal tasarruf-
yatırım dengeleri ile kamu kesimi gelir-gider dengeleri bağlamında fon açığı veya
fazlası konusu irdelenmiştir. Konferansında Toprak, Kamu gelir-gider dengesi
hususunda ABD ve Japonya’nın Maastricht kriterlerinde belirtilen %3 barajının
üstünde (% 4 – 6) olduğunu Türkiye’nin ise açığı bu kriterlere uyumlu hale
getirmeye çalıştığını belirtmiştir. Ayrıca tasarruf-yatırım dengesi bağlamında
yüksek tasarruf eğiliminde olan ve tasarruf açığı veren ülkelerin hangileri olduğu
hususunu belirtmiş, bu konuda tasarruf eğilimi yüksek olan Japonya, Orta Doğu
Ülkeleri, Bağımsız Devletler Topluluğu ve yeni sanayileşmiş Asya ekonomilerinin
genelde doğal ve hammadde üretici ve satıcısı ülkeler olduğunu grafiklerle
anlatmaya çalışmıştır. Tasarruf açığı veren başta ABD olmak üzere genellikle
gelişmiş ülkelerin ise bu durumunun gelişmişlikle ve dinamik bir trende sahip
olmasıyla doğru orantılı olduğunu belirtmiştir.
Konferansın ikinci kısmında, Türk ekonomisinde tasarruf-yatırım dengesini,
devletin ekonomide dışlayıcı etkisi ve dış kaynak kullanımı tartışılmıştır.
Türkiye’de tasarrufların yatırımları karşılayamadığı ve kamu kesiminin gelir-gider
açıklarını bankacılık kesimi fonlarından karşılamasının bir dışlama etkisi yaptığı
görüşü ağırlık kazanmıştır. Ardından Doç. Dr. Toprak küresel fon akımları ve
11
gelişmekte olan ülkelerin borçlanma eğilimi konusunda dinleyicilere bilgi
vermiştir.
Dünyadaki en büyük 2000 ekonomik kuruluş ile İslam Dünyasının en
büyük 100 ekonomik kuruluşu içinde Türkiye’yi temsil eden kuruluşlar da kısaca
ele alınmıştır. Özellikle ilk İslam Dünyasında ilk 100 kuruluş sıralamasında 25
kuruluş ile Türkiye’nin başı çektiği vurgulanmış ve bunun nedenleri tartışılmıştır.
Konferansın sonunda kısa bir değerlendirme yapılmış, önerilere yer
verilmiş ve dinleyicilerden gelen sorular cevaplanmıştır.
12
4. KONFERANSKapitalizm Kıskacında Osmanlı İmparatorluğu
Doç. Dr. Mehmet Bulut
Bin yıllık Ortaçağ’da akla ve ekonomiye hakim olan ve Avrupa’yı
dünyadaki gelişmeler karşısında içe kapatan kilise, kapitalizmin ortaya çıkışıyla
birlikte yeni dönemde önemi azalmaya başlayan kurumları değerlendirmeyle
konferansa başlayan Başkent Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr.
Mehmet Bulut, XVI. yüzyılda Protestanlığın ortaya çıkışıyla Avrupa’da yepyeni bir
dönemin başladığını ve bu yeni dönemdeki sisteme “kapitalizm” dendiğini belirtti.
Bulut süreci aşağıdaki gibi tasvir etti.
Önceleri Güney Avrupalılar, İspanya ve Portekiz dünya ekonomisi ve
ticaretinde önemli rol oynadılar.İspanyollar Amerika’nın doğal kaynaklarının
kontrolü ve değerli madenlerinin Avrupa’ya taşınmasında önemli rol oynarken,
Portekizliler okyanus aşırı ticaret yollarında ve Asya’daki kaynakların ve ticaretin
Avrupalılar lehine sonuçlanması konusunda önemli adımlar attılar.
XVII. yüzyılda Güney Avrupalılar, İspanya ve Portekiz, Kuzey Avrupalılar,
özellikle Hollandalılar, karşısında görece dünya ticaretinde gerilemeye başladılar.
Böylece Hollandalılar ilgili yüzyılda Avrupa’nın en önemli ekonomik ve ticari
aktörleri konumuna yükseldiler. Ticaret kapitalizmi olarak anılan merkantilist
dönemin yıldızları Hollandalılar oldu. Kapitalizmin ticaret aşamasında Batı
Avrupalı uluslar hem doğunun ve hem de batının doğal zenginliklerini tüm
detaylarıyla keşfetme imkanına kavuştular. 1500-1750 döneminde Batı Avrupalı
uluslar dünya ticaretinde önemli gelişmeler kaydetmekle birlikte sermaye
birikiminde diğer uluslara göre avantajlı bir konuma yükseldiler.
XVIII. yüzyılda biriken bu sermayenin sanayi alanına yönelmesiyle Batı’da
sanayi kapitalizmin temelleri atılmaya başlandı. Sanayi alanında bu dönemde en
önemli gelişmeler İngiltere’de ortaya çıktı. Sanayi kapitalizminin öncü ülkesi
İngiltere XIX. yüzyıla girerken başta tekstil ve demir-çelik olmak üzere diğer
alanlarda da Avrupa’nın ve dünyanın diğer uluslarına karşı önemli bir üstünlüğe
13
ulaşmıştı. Sanayi alanındaki gelişmeler giderek hammadde talebini
arttırmaktaydı. Bir taraftan üretilen mamul maddeler için yeni pazarlara ihtiyaç
duyulurken diğer taraftan sanayi için gerekli olan hammadde ihtiyaçları da
giderek artma eğilimi göstermekteydi. Sanayileşme alanında İngiltere öncü rol
oynarken bir taraftan Avrupa’daki devletler diğer taraftan Amerika Birleşik
Devletleri de bu gelişmeleri çok yakından izlemekte ve sanayi alanında önemli
adımlar atmaktaydılar.
XVIII. yüzyılda başlangıçta İngiltere arkasından başta Fransa olmak üzere
diğer Batı Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’nin katıldığı sanayileşme
süreci XIX. yüzyılda ekonomik alandaki rekabetin giderek hızlanması, dahası
sertleşmesine neden olmuştur. Bu süreç sömürgecilik ve emperyalist anlayış ve
uygulamalarla giderek artmış ve XX. yüzyılın başında ekonomik alandaki rekabet
bir dünya savaşına dönüşmüştür. Birinci dünya savaşı büyük güçlerin tarihteki en
önemli hesaplaşmalarından birisi olarak değerlendirilebilir.
Osmanlıların başta ekonomi olmak üzere siyasal ve sosyal alanda
izledikleri politikaların kapitalist sistemden farklı, kendilerine özgü geliştirdikleri bir
sistemin özelliklerine dayanan uygulamalar olduğunu örneklerle açıklayan Dr.
Bulut, dünya üzerinde esasen kapitalizme direnen tek gücün Osmanlı Devleti
olduğunu belirtti. Konferansın sonunda soru-cevaplarla konuya daha da derinlik
kazandırılmış oldu.
14
5. KONFERANSTürk Siyasetinde Liderlik Sultası Neden Gerekli
Doç. Dr. Bülent Arı
ADAM Cuma Konferanslarının beşinci konuğu Çankaya Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. Bülent Arı’ydı. Türkiye’de
siyasi bir partinin, kurucu liderinin herhangi bir nedenle partiden ayrılışından
sonra o partinin siyasi arenadaki varlığını ya da etkinliğini devam ettirmesi
nadiren görülen vakıalardan olduğunu belirten Dr. Arı, Saadet Partisi, Demokratik
Sol Parti, Demokrat Parti bunun en güzel örnekleri olarak zikretti. Çünkü dün
olduğu gibi bugün de Türk siyasal hayatında liderlik sultası öne plandadır ve
partiler varlığını kurucu liderlerinin karizmasına borçludur.
Cumhurbaşkanı kim olacak tartışmalarının yaşandığı şu günlerde önemli
bir tartışma konusu da Cumhurbaşkanı olması durumunda Adalet ve Kalkınma
Partisinin geleceğinin ne olacağıdır. Tayyip Erdoğan’ın karizmatik liderliğinde
kurulan partinin ilk yılında yakaladığı başarıyı Tayyip Erdoğan sonrasında devam
ettirip ettiremeyeceği gündemi oldukça meşgul etmektedir. İşte bu merakın arka
planında da parti liderliğinde ‘sultanın genel kabul görmesidir.
Doç. Dr. Bülent Arı, Ankara Düşünce ve Araştırma Merkezi’nde verdiği
konferansın başlığı da bu genel kabulü yansıtmakta ve Türk siyasal yaşamında
liderlik sultasının gerekli olup olmadığını sorgulamak yerine gerekliliğin
nedenlerini sorgulamakta ve bu konudaki tezlerini gerek batı dünyasından gerek
Osmanlı yönetim yapısından ve gerekse günümüz siyasal yaşamından örneklerle
desteklemektedir.
Dr. Arı’nın konferansta altını çizdiği bazı noktalar olarak şunlar
zikredilebilir: Osmanlı idare yapısının temel noktalarına bakıldığında İmparatorluk
yönetiminde padişahın yönetiminde sulta etkisini en üst noktada bizlere
ulaştırıyor. Sultandan başlayarak reayaya kadar uzanan piramit yapıda en üst
noktada yer alan padişah tayin ve tasfiyelerin tek onay makamında yer
almaktadır. Daha da önemlisi padişah, herhangi bir rekabet ortamının
15
doğmaması ve merkezin güç kaybetmemesi için müsadere sistemini uyguluyor
ve servet birikimine izin vermiyor. Mevcut servet birikimi de servet sahibinin ömrü
ile sınırlı oluyor ve öldükten sonra birikimi hazineye kalıyor ve dolayısıyla fazla
birikim anlamsızlaşıyor. Yine kardeş katli de merkezin zayıflamasının önüne
geçilmesi için gerçekleştirilen uygulamalardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yeniçeri ve devlet adamlarının kullardan seçilmesi; tayin ve tasfiyelerin padişah
eliyle gerçekleştirilmesi de padişaha bağlılığı gerekli hale getiriyor.
Osmanlı döneminde görülen bu sulta etkisinin günümüzde de
yansımalarını görüyoruz. Kurucu liderler sonrası partiler önemli ölçüde güç
kaybetmektedir. Ayrıca seçim öncesi parti yöneticileri olası bir iktidar durumunda
önemli makamlara gelebilmek için parti liderlerini bağlılıklarını ön plana
çıkarmaktadırlar. Bunlar ve bunlar gibi nedenler dolayısıyla liderlik karizması öne
çıkmakta ve siyaset anlayışında liderlik vasfının önemi göze çarpmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Atatürk ve İnönü dönemleri, Demokrat Parti, Turgut
Özal sonrası güç kaybeden Anavatan Partisi, Erbakan sonrası Saadet Partisi gibi
örnekler bizleri hep bu düşünceye yöneltmektedir.
16
6. KONFERANSAvrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye
Doç. Dr. Zühtü Arslan
ADAM’IN Cuma Konferanslarının altıncısının konuğu olan Polis Akademisi
Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zühtü Arslan, düşünce ile ifade hürrüyeti arasındaki farkı
belirterek başladı. Düşünce özgürlüğünün mutlak, ifade özgürlüğünün ise mutlak
olmadığını belirtti. Düşünce ve ifade hürriyeti konusunda Türkiye’deki
uygulamaları değerlendiren Dr. Arslan, “tehdit ve tehlike” dışında düşüncenin
sınırlanmasının bir anlamı olamayacağını vurguladı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin düşünce ihlalleri ve özellikle
Türkiye’deki düşünce suçları konusundaki kararlarını değerlendiren Arslan son
yıllarda dava sayısındaki artışa dikkat çekti. 2001 yılına kadar toplam 300 dava
söz konusu iken sadece 2005 yılında 270 kadar davanın Türkiye ile ilgili
olduğunu söyledi. İfade özgürlüğü konusunda 39 tane ihlal kararı bulunduğunu
söyleyen Dr. Arslan, genelde ihlalin 312. madde ile ilgili olduğunu belirtti. Eski
bakanlardan Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli ile Eski Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel polemiği ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Ekrem
Pakdemirli’yi haklı bulduğunu açıkladı.
Din Özgürlüğü konusunda Türkiye’den yapılan başvurularda çelişkili
kararlara imza atan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin gelecekte Türkiye’deki
gerçeklere vakıf oldukça bu konuda daha tutarlı kararlar almak zorunda
kalacağına inandığını belirtti. Özellikle başörtüsü konusunda Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesinin iyi bir sınav vermediğine belirten Arslan, bu konuda
Birleşmiş Milletler Komitesinin kararlarının bağlayıcı ve önemli olduğunu
vurguladı.
17
7. KONFERANSİktidar Muhalefet İlişkisi Çerçevesinde Osman Bölükbaşı
Yard. Doç. Dr. Âdem Çaylak
Türk siyasetinin en renkli simalarından biri olan Osman Bölükbaşı
konusuyla ADAM’da misafirimiz olan Kars Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölüm
Başkanı Yard. Doç. Dr. Adem Çaylak, Cuma Konferanslarının konuğuydu.
Kırşehir’deki köyünden başlamak üzere önce Osman Bölükbaşı’nın yaşadığı
coğrafya ve çevre şartlarını anlatan Dr. Çaylak, Türk siyasal hayatındaki
duruşundan, muhalif tavrına, halkla kurduğu diyalogtan meclisteki renkli üslubuna
kadar tüm detaylarıyla bu “Anadolu delikanlısının” hayatını anlattı. Kendi başına
bir parti olarak tarif ettiği Osman Bölükbaşı’nın hazır cevaplığı ve olaylara halkın
dilinden tercüman olmasını çeşitli örneklerle anlatan Dr. Çaylak, Türk siyasal
hayatının gerçek muhalifinin Osman Bölükbaşı olduğunu belirtti.
18
8. KONFERANSUlusçuluk
Doç. Dr. Ahmet Yıldız
Tüm ulusçuluklar gibi, Kemalist ulusçuluk da hem siyasî hem de etnik
bileşenler içermektedir. Millî seciye teorisini veri olarak alan, bilimsel ırkçılığın
sosyo-politik yansımalarından olan öjenik eğilimleri resmîleştiren, ırkî süreklilik
teziyle Anadolu halklarının dünü ve bugününü Türkleştiren, vatandaşlıkla milliyeti
önce birbirinden ayırıp, sonra vatandaşlık haklarının fiili kullanımını milliyet
bağına irca eden, özümseme ve medenileştirme politikalarına etnisizmi ikiz kılan,
Türk ulusu kavramını Türk etnikliği ekseninde tanımlayan Kemalist ulusçuluk,
böylece siyasî-hukukî (seküler) boyutuyla etnik boyutu arasında sürekli bir gerilim
hattı oluşturmuştur.
Kemalist ulusçuluğun etnik boyutu, seküler (siyasî-hukukî) boyutu
karşısında araçsal bir işleve sahip olmuş, bu durum etnisizmden ırkçılığa kayışı
engellemiştir. Çünkü, Kemalist ulusçuluk, Batı'nın "büyüleyici" dünyası karşısında
hissedilen aşağılık kompleksinin tahrik ettiği bir medeniyetçilik iradesidir. Bu
iradenin temelini, dine karşıt laiklik anlayışı oluşturmuş, ulusçuluk bu sürecin
gereklerine göre şekillenmiş ve ferdî ve kolektif aidiyet bağı olarak dine alternatif
eksende konumlanmıştır. Yeni Türk adamının ulusal bilinci, Kemalizmin pozitivist
bilim akidesine uygun olarak, hem dindışı hem de dine karşı olarak
kurgulanmıştır. "Hayattaki her şey için" "müspet ilimleri" kılavuz eden kaba
bilimcilik, kolektif bilinç düzeyinde çok yoğun bir duygu ve heyecan açığı
meydana getirmiş, bu "açıktan” kaynaklanan "rasyonel" olanı "nasyonel" hale
getirme ihtiyacı, etnik temaların Kemalist ulusçuluğun yapısal bir parçası haline
gelmesine yol açmıştır.
Millî mücadele döneminde, bütün Müslüman etnik unsurları, etnik
kimliklerini ikrar ederek barındıran şemsiye bir kavram olarak kullanılan Türklük,
Cumhuriyetten sonra giderek bu anlamını yitirmiş, sonunda söylem düzeyinde,
gayr-ı Türk etnik unsurların varlığını reddeden, gayrimüslim azınlıkları, özellikle
de Yahudileri, Lozan Antlaşmasının azınlık haklarının korunmasına ilişkin
19
hükümlerine uymasa da, asimilasyon yoluyla Türklük akidesine bağlanmaları
şartıyla kapsamı içine alan bir niteliğe bürünmüştür. Asimilasyonun kabul
görmediği durumlarda ise etnisist politikalar devreye sokulmuş, tüm tek parti
dönemi, asimilasyon-etnisizm sarkacında vatandaşlık-Türklük gerilimine sahne
olmuştur.
Türk ulusal kimliğinin tarihsel evriminde, nihaî olarak ortaya çıkan Kemalist
Türk tanımı şu olmuştur: "Kâmil", "hakikî" ya da "öz" Türk, Türkçe konuşan,
Batılılaştırılmış yekpâre Türk kültürüne bağlı, Cumhuriyetçi ülküyü benimseyen
ve Türk soylu olandır. Bu Türklük karinelerinden herhangi birinde eksiği olanların
bunu telafi etmesi, "yarım vatandaşlık"tan, "misafirlik"ten ve "kanun-u esasî
Türklüğü"nden kurtulmaları için şarttır. Türkçe’nin sadece resmî değil, aynı
zamanda anadil olarak kabul edilmesi, yeni rejimin vaz ettiği cumhuriyetçi
ülkünün ve Batılılaştırılmış yekpâre Türk kültürünün benimsenmesi, ırkî arılık ve
güçlülüğün kazanılması, önerilen telafi edici araçlardır.
XIX. yüzyılda ortay çıkan Milliyetçiliğin sonuçlarını hem dünya ve hem de
Türkiye açısından değerlendiren Dr. Ahmet Yıldız, günümüzde etnik milliyetçiliğin
dayandığı temelleri analiz etti. Etnik milliyetçilik bağlamında Türkiye’nin yaşadığı
ve karşılaştığı sorunları tüm ayrıntılarıyla ortaya koyan Yıldız, bu olayın dış
boyutlarına da değindi. Uluslar arası ilişkiler bağlamında yaklaşıldığında etnik
milliyetçiliğin daha kompleks bir hal aldığına değinen Yıldız, Türkiye’nin bu
konuda önemli aşamalardan geçtiğini tarihsel örneklerle anlattı.
20
9. KONFERANSFarklı İdeolojilerin İktisadi Anlayışları
Doç. Dr. Mustafa Acar
İdeolojiler insanoğlunun hayata bakışını, dış dünyayı algılama ve
değerlendirme konusunda başvurduğu kılavuzlardır. Diğer alanlarda olduğu gibi
iktisadi alanda da anlayışlar ideolojilerin türüne göre farklılık göstermektedir.
Kırıkkale Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim üyesi Doç. Dr. Mustafa Acar da
merkezimizde verdiği ikinci konferansında, farklı ideolojilerin birbirinden farklı
iktisadi yaklaşımlarına değinmiştir.
Dr. Acar bu konferansta Sosyalizm, Kapitalizm, Liberalizm,
Muhafazakârlık, Faşizm ve dini ideolojilerin iktisat anlayışlarını yine bu düşünce
okullarını savunan yazarların görüşlerine de dikkat çekerek açıklamaya
çalışmıştır. Dr. Acar sunumunda iktisadi hayata bakışın aslında genelde hayata
bakışı belirleyen zihni parametrelerden, ya da zihniyetten bağımsız olarak ele
alınamayacağını belirterek, ideolojilerin iktisadi düşüncenin oluşmasında oldukça
önemli bir yere sahip olduğunu belirtti. Bu çerçevede Dr. Acar “özgürlüğü” temel
alan ideolojiler ile “güvenliği” temel alan ideolojilerin iktisadi hayata bakışlarının
birbirinden esaslı faklılıklar içerdiğini vurgulamıştır. Sayın Acar Sosyalizm,
Faşizm ve radikal dini ideolojilerin “kollektivist” bir karakter taşıdıklarını, üretim
araçlarının özel mülkiyetini ya hiç tanımadıklarını, ya da devlete mülkiyet
haklarını sınırlandıracak aşırı yetkiler verdiklerini, dış ticarette korumacı, yabancı
sermaye konusunda dışa açılmacı değil içe kapanmacı politikalar
benimsediklerinin altını çizmiştir. Acar’a göre özgürlüğe vurgu yapan liberal ve
yer yer muhafazakâr ideolojiler ekonomide piyasacı çözümlerden yanadır; piyasa
ekonomisinin temel kurumları olan özel mülkiyet, kişisel menfaat ve kâr arayışı,
rekabet, sınırlı devlet ve serbest ticaretten yanadır.
Dr. Acar son yıllarda bütün dünyada piyasa ekonomisine yönelmenin
gerisinde iki faktörün önemli rolü olduğunu söylemiştir:
1) Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla merkezden kumandalı sosyalist
sistemin başarısızlığının tescil edilmesi,
21
2) Batılı sanayileşmiş ülkelerde ise 1940’lardan beri uygulanmış olan
ekonomide devlete merkezi bir rol yükleyen müdahaleci ve açık finansmanına
dayalı Keynesyen politikaların günümüz ekonomik sorunlarına çare bulamaması
ve gözden düşmesi.
Acar’a göre yanlış yere Kapitalizm ile özdeşleştirilen piyasa ekonomisine
dini endişelerle karşı çıkmak çok isabetli bir tavır değildir; kapitalizmin tekelci ve
piyasacı versiyonlarını birbirinden ayırmak gerekmektedir.
22
10. KONFERANSAB Gençlik Programları ve Erasmus
Dr. Ömer Ayçiçek
Türkiye- Avrupa Birliği ilişkilerinin gelişmesine paralel olarak Avrupa
Birliğine üye ülkelerle Türkiye arasındaki eğitim, kültür, turizm v.b. alanlardaki
ilişkilerin giderek arttığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede Türkiye ile Avrupa
Birliğine üye ülkelerin gençlik programlarının içeriği hakkında geniş açıklamalar
yapan DPT Gençlik Programları Koordinatörü Dr. Ömer Ayçiçek, bu
programlardan kimlerin nasıl yararlanabileceğini, hangi tür projelerin
desteklendiğini ve bunların sonuçlarını konu aldığı konferans gençler tarafından
çok ilginç ve yararlı bulundu.
Konferansın sonunda Avrupa’nın yol haritasını kendi üslubunca tarif eden
Dr. Ayçiçek, gençlerin bu programlardan yararlanmasını tavsiye etti.
23
11. KONFERANSAB Müzakere Çerçeve Belgesi Analizi
Prof. Dr. Ramazan Gözen
Cuma Konferansımızda son dönemdeki Türkiye-AB ilişkilerini konu alan
Çankaya Üniversitesi Uluslar arası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Ramazan Gözen, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini gerçekleştirmek amacıyla 3
Ekim 2005 tarihinde müzakere süreci başlatıldığı tespitiyle sözlerine başladı.
Müzakere sürecinin yol haritası niteliğindeki Müzakere Çerçeve Belgesi (MÇB),
bu sürecin nasıl gelişeceğini, müzakere şartlarının neler olduğunu ve benzeri
detayları ortaya koymaktadır dedikten sonra aşağıdaki tespitleri yaptı.
Müzakerelerin nihai hedefi: Tam üyeliğe “Evet, Ama...”
MÇB’nin 2. Maddesinde belirtildiği üzere, müzakerelerin nihai hedefi, AB
Antlaşmasının 49 Maddesi çerçevesinde “Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini
gerçekleştirmektir.” Ama müzakereler “sonu önceden garanti edilmeyen açık uçlu
bir süreç”dir. “Açık uçlu” ibaresi, aslında malumun ilanıdır. Zira her müzakerede
nihai hedefe varılıp varılamayacağı (yani tam üyeliğin gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği), her iki tarafın da müzakere sürecinde belirtilen şartlara
uygun hareket edip etmediğine bağlıdır. Yani; 1. maddede belirtildiği üzere
Türkiye’nin tam üyelik şartlarını yerine getirip getirmediğine, ama diğer yandan
AB’nin Türkiye’yi “hazmetme kapasitesine” sahip olup olmadığına bağlı olacaktır.
Kısaca “Evet, Ama...” şeklinde özetleyebileceğimiz formül şudur: Eğer Türkiye
tam olarak AB standartları ve seviyesine ulaşırsa ve AB de böyle bir Türkiye’yi
üye alma kapasitesine sahip olursa Türkiye AB’ye “tam üye” olabilecektir, yoksa
“mümkün olan en güçlü bağlarla kenetlenecektir,” yani metinde zikredilmiyor ama
“imtiyazlı üye” olarak kalacaktır.
Bu formülasyonun nedeni şudur: AB tarafı, Türkiye’nin ve kendisinin
gelecekte nasıl bir durumda olacağından emin olamamaktadır. Bu belirsizliğin ve
endişenin nedenlerini anlamak güç değildir. Öncelikle Türkiye bakımından
geleceğin kestirilememesi doğal ve normaldir. Diğer yandan, AB kendi
24
geleceğini de net olarak görememektedir. Türkiye gibi “dev bir ülkeyi” ekonomik,
mali, ticari ve kültürel-dini açılardan “hazmetme kapasitesine” sahip olup
olmayacağı konusunda şüphelidir.
Türkiye’den tavizler koparacak bir tuzak mı?
Müzakereler sürecinde Türkiye’den bir çok alanda reformlar ve
düzenlemeler isteneceği ve Türkiye’nin bunların birçoğuna itiraz hakkı bile
olmadan uymak zorunda kalacağı doğrudur. 4., 6. ve 10. maddelerde, Türkiye’nin
Kopenhag Kriterlerinin siyasi kriterlerini yerine getirmiş olduğu belirtildikten sonra,
iç ve dış politikada reformlar yapması istenmektedir. İçeride; özgürlükler,
demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı ve temel haklar, ilgili
Avrupa hukuku alanlarında ilerlemeye devam edilmesi; işkence ve kötü
muameleye sıfır tolerans politikası, ifade ve din özgürlükleri, kadın hakları, ILO
standartları ve azınlık hakları konularındaki mevzuatın geliştirilmesi ve konsolide
edilmesi istenmektedir. Eğer bu alanlarda “geri gidiş” olursa müzakerelerin
askıya alınması mümkün olacaktır. Diğer yandan, aşağıda daha detaylı
belirteceğimiz gibi, dış politika alanında da Türkiye’nin belirli adımlar atması
istenmektedir. Özellikle, komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi ve sınır sorunlarının
BM prensiplerine göre çözülmesi istenmektedir.
Tüm bu talepler, “taviz” midir yoksa, Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve sosyal
yaşamda daha iyi şartlara sahip olması için gerekli adımlar mıdır? AB taleplerini
taviz gibi görmek, sanki “Türkiye’de her şey çok iyidir ve yapılan reformlardan
Türkiye değil AB ülkeleri avantaj sağlamaktadır” gibi bir anlayıştır. Halbuki durum
hiç de öyle değil; Türkiye’nin MÇB’de belirtilen alanlarda birçok sorunlarının
olduğu ve bu sorunların çözümü için reformlar yapması gerektiği çoğunluğun
kabul ettiği bir gerçektir. Tüm bu reformların yapılması, “AB için taviz değil,
Türkiye’nin gelişmesi yönündeki kazanım ve ilerlemedir”.
25
12. KONFERANSOsmanlı’da Fener Rum Patrikhanesi ve Ekümenlik
Doç. Dr. Bülent Arı
ADAM’daki Cuma Konferanslarının ikinci kez konuğu olan Çankaya
Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bülent Arı,
Papa’nın Türkiye ziyaretini de içine alan “Osmanlı’da Fener Rum Patrikhanesi ve
Ekümeniklik” konulu bir sunuş yaptı.
İstanbul’un fethinden itibaren Fener Rum Patrikhanesi’nin konumu ve
onunla nasıl ilişkiler içinde bulunulması gerektiği hep tartışılagelmiştir. Kimi
zaman bu ilişkiler çerçevesi saydam bir hale gelmiş kimi zaman da Türk
insanının gündeminde önemli yer edinmiştir. Son dönemde işte bu ilişkiler trafiği
yoğun bir hale gelmiştir. Gündemdeki önemine binaen Cuma Konferanslarımızın
birinin konusunu da Osmanlı’da Fener Rum Patrikhanesi ve Ekümenlik oluşturdu.
Her ne kadar konferansın konusu Osmanlı’da Fener Rum Patrikhanesi
olsa da patrikhanenin tarihi daha eskilere dayandığından Doç. Dr Bülent Arı
konferansına Fener Rum Patrikhanesinin tarihi ile başladı. Belirttiğine göre
patrikhane, kendi geçmişini 1500 yıl öncesine dayandığını iddia etmektedir. Bir
zamanlar beş ayrı şehirde [Kudüs, Antakya, İskenderiye, Roma ve
Konstantinopolis (İstanbul)] devam eden kilise daha sonra diğer dördünün
zayıflamasıyla sadece İstanbul’da varlığını sürdürür. 331 yılından sonra
İmparatorluk kilisenin içine karışır ve özellikle İstanbul’un Roma
İmparatorluğunun başkenti olmasından sonra kilise artık siyasi otorite üzerinde
söz sahibi olmaya başlar. Bu şekilde Osmanlı’nın tarih sahnesinde belirmesine
kadar devam eden Ortodoks kilisesi ve Roma İmparatoru arasındaki ilişki
zamanla Osmanlı’nın etkilerine maruz kalır.
Ekümen kelimesinin aslı olan “Oecumen” kelimesi manası “üniversal”
(evrensel) demektir. Yani Ekümen kavramı “dünya patrikliği” anlamına
gelmektedir. Ekümen kavramının ilk ortaya çıkışı 1517 yılında Yavuz Selim'in,
Mısır'ı fethettiğinde, İskenderiye ve Antakya Patrikhanelerini de, İstanbul'daki
26
Patrikhane'ye bağlaması ve patriği de “Milletbaşı”lıktan, Ekümen yani “cihan
patriği” ilan etmesiyle ortaya çıktı. Ekümenlik kavramı son dönemde Fener Rum
Patriği Bartholomeos'un dış ilişkilerinde “Yeni Roma’nın ve İstanbul'un
Başpiskoposu ve Evrensel Patriği” unvanını kullanmasıyla tekrar gündeme
gelmiştir.
Konferansın sonlarına doğru Dr. Arı günümüzde yeniden tartışma
gündemine gelen ekümenlik konusu hakkındaki görüşlerini belirtti. Konuşmasının
sonunda ayrıca dinleyicilerin sorularını yanıtladı.
27
13. KONFERANSDüşünce ve İfade Özgürlüğü
Doç. Dr. Zühtü Arslan
Cuma Konferanslarımızda ikinci kez konuğumuz olan Doç. Dr. Zühtü
Arslan’ın “düşünce ve ifade özgürlüğü” konulu sunuşu ilgiyle takip edildi.
Dr. Arslan konferansında, ilk olarak “düşünce özgürlüğü” ve “ifade
özgürlüğü” kavramlarının farkını dile getirdi. Belirttiğine göre bu farkın pratikte bir
değeri yoktur ve açıklamazsanız zaten kimse anlamaz. Bu konuda AİHM’nin
düşünce ile ilgili 9. maddesi ve ifade özgürlüğü ile ilgili 10. maddesini açıklamaya
çalıştı. Bu maddelerin genel olarak içeriğini, düşüncelerin “kınanamaması” ve
“düşünce ve inançların açıklanmaya zorlanamaması” oluşturmaktadır. Milli
güvenlik ve kamu düzeni gibi konular ise istisnaidir.
Konferansın devamında Dr. Arslan, düşünce ve ifade özgürlüğü
konularında Türkiye’nin durumu üzerinde durdu. Bu konuda AİHM’ye giden
davalar ve bunlara verilen kararlar hakkındaki istatistikleri verdi. Arslan’ın verdiği
en çarpıcı istatistiklerden birisi, 2005 yılında AİHM’nin Türkiye için verdiği 39
karar ve bunların önemli kısmının da 312. madde hakkında olmasıdır.
AİHM’nim verdiği kararlar üzerinde de uzun açıklamalar yapan Arslan bu
konuşmaların devamında benzer özellikler taşıyan davalara AİHM’nin verdiği
kararların farklı olması üzerinde durdu. Örnek olarak sendika toplantısında bir
öğretmenin “eli kanlı faşistleri adalet bakanı yapıyorlar” sözü nedeniyle
memuriyetten atılması kararı AİHM’ce iptal edildi. Fakat Mehdi Zana’nın “PKK’nın
mücadelesini haklı görüyorum ama çocukların ve kadınların ölmesini
istemiyorum” şeklindeki sözlerinin ardından görevden alınması kararında AİHM
Türkiye’yi haklı bulmuştur. Çünkü Zana bu sözleri söylediğinde belediye
başkanıydı ve terör olaylarının azdığı bir ortamda Cumhuriyet Gazetesi’ne
konuşmuştu. Konuşmada AİHM’nin karar verirken; kimin, ne zaman, nasıl ve
hangi koşullarda bulunduğunu tahlil edip sonra karara vardığı sonucuna varıldı.
28
Konferansın son bölümlerinde ise dini değerlere hakaret ve düşünce
özgürlüğü hakkında görüş bildirildi. Özellikle son dönemde gündemi oluşturan
Danimarka’da Hz. Muhammed (s.a.v.) hakkında hakaret içeren yayınların
çıkması hakkında konuşuldu. İfade özgürlüğünün kutsal değerlere hakareti
kapsamadığını belirten Arslan son olarak dinleyicilerin görüşlerini dikkatle dinledi
ve sorularını yanıtladı.
29
14. KONFERANSİslam Dünyasında DemokrasiProf. Dr. Mümtaz’er Türköne
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne, “İslam
Dünyasında Demokrasi” adlı konuşmasıyla ADAM Cuma Konferansları zincirine
bir halka ekledi. Amerika ve Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) hakkında bir girişle
başlayan Prof. Türköne konuşmasında yeni dönemin temel parametrelerine
işaret etti.
Amerikan ekonomisi reel bir ekonomi olmaktan yavaş yavaş çıkmaktadır.
Şu anda Amerikan ekonomisin gücü üretimden ziyade dünya çapında geçerli
olan dolardan gelmektedir. Amerika istediğin anda dolara müdahale ederek
dünyanın bütün ekonomilerini etkilemektedir. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile tek
kutuplu bir dünyada en güçlü ülke haline gelen Amerika ne olursa olsun dünyanın
süper gücü olarak kalmak istemektedir. Bunun da enerji kaynaklarını
denetiminde tutmaktan geçtiğine inanmaktadır. Enerji kaynaklarını güvenliği aynı
zamanda BOP’un en önemli ilkesidir.
Amerika enerji kaynaklarına ulaşım konusunda oldukça savaşçı politika
izlemesi gelecek dönemlerde dünyanın enerji ihtiyacının daha fazlalaşacağı ve
enerji kaynaklarının üzerinde hâkimiyet kurma savaşının kızışacağı bir dönem
olmasından kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede BOP Amerika’nın orta doğuyu
yeniden şekillendirmesinin projesi olup amaçlarının belki de en önemlisi burada
yer alan zengin petrol kaynaklarını denetimine almaktır. Çünkü gelecek
dönemlerde süper güç Amerika’yı tehdit eden, ekonomide attığı dev adımlarla
önümüzdeki 50 yıl içinde Amerika’yı geçeceği düşünülen Çin’in enerji
kaynaklarına olan ihtiyacı hızla artmaktadır. Dünya petrolünün büyük kısmına
sahip Orta Doğu üzerinde egemenlik kurması Amerika için Çin ile 50 yıl sonra
karşı karşıya gelmesinin öne alınması olarak görülebilir. Gelecekte zengin ve
güçlü bir Çin ile karşı karşıya gelmek gelmektense, Amerika kendi gücünün en
üst seviyesinde olduğu bir dönemde karşı karşıya gelmek isteyecektir.
30
Amerika’nın Çin ile mücadelesinde Müslüman ülkeler figüran rolünü
üstlenecektir. Şu anda dünya siyasetine yön verecek bir Müslüman devlet yoktur.
Yakın gelecekte de olması zor görünmektedir. Amerika aynı zamanda dünyanın
birçok ülkesinde azınlık olarak bulunan Müslümanları da kullanmaktadır. Örneğin
Çin’de Hindistan’da ve Rusya’da çok ciddi Müslüman nüfusu bulunmaktadır.
Amerika bu Müslüman azınlığı kullanmaktan çekinmeyecektir. Önümüzdeki
dönemlerde Müslüman toplumlar arasında güçlü bir birliktelik olmadığı takdirde
Müslümanlar, fillerin savaşında ezilen çimler olmaktan kurtulamayacaktır.
Konferansın sonunda dinleyicilerin görüşlerini dinleyen Türköne yöneltilen
sorulara da cevap vermiştir.
31
15. KONFERANSTürkiye’de İstatistik Sistemi ve Ekonomik Göstergeler
Ferhat Arslaner
Çağımızın bilim, teknoloji ve iletişim çağı olması nedeniyle, gerekli bilgi ve
iletişim imkanlarına sahip olan ve bundan yararlanabilen ülkeler büyük bir
üstünlük sağlamaktadır. Bir ülkede demokrasinin niteliği, ekonomik kararların
etkinliği ve toplumsal sorunların çözümü sağlıklı, güçlü bir istatistik ve bilgi
sistemi alt yapısı ile; bilim, teknoloji ve bilgi akışının sağlanmasıyla mümkün
olabilmektedir. Bugün bilginin üretilmesi kadar, elde edilen bu bilgilerin açık ve
hızlı biçimde topluma aktarılması da büyük önem taşımaktadır. Çünkü teknolojik
ve ekonomik gelişmelerin baş döndürücü bir hızla meydana geldiği çağımızda,
bilgileri zamanında derlemek, değerlendirmek ve politikaları zamanında
uygulamaya etkin biçimde koymak, büyük yarar ve üstünlük kazandırmaktadır.
Bu itibarla, küreselleşen ve bilişimin son hızla geliştiği dünyada, bilginin hızlı bir
şekilde yayılması kaçınılmaz bir hâl almış ve bu durum, bilgi kargaşası ve
kirliliğini de beraberinde getirmiştir. Bu yapıyla beraber, son çeyrek yüzyıla
damgasını vuran, bilgi çağı olarak adlandırılmasına neden olan gelişmeler,
istatistiği ortak bir anlaşma dili haline getirmiş ve dolayısıyla değişimlerin seyrini
bilmek önemli hale gelmiştir. Özellikle son dönemlerde ölçüm tekniklerinin
geliştirilmesi bu sonucu hazırlayan etkenlerin en önde gelenlerinden biri haline
gelmiştir.. İstatistik de değişen dünyanın sanki fotoğrafını çekmeye
benzemektedir. Belli bir tarihe ait veriler kayıt altına alınır ve geriye dönük zaman
serileri karşılaştırılarak analiz edilir. Mevcut veriler üzerinde yorum yapılarak
çeşitli bulgular elde edilmeye çalışılır.
Türkiye İstatistik Kurumu Daire Başkanlarından Ferhat Arslaner
ADAM’daki konferansına istatistiğin öneminden bahsederek başladı. Sn.
Arslaner, kısaca TÜİK’in eski adıyla Devlet İstatistik Enstitüsü’nün tarihi hakkında
bilgi verdikten sonra, 18 Kasım 2005 tarihli ve 5429 sayılı Türkiye İstatistik
Kanunu’nda yer alan TÜİK’in görev ve yetkileri ile resmi istatistik üretim sürecinin
32
ilkeleri olan; istatisdiki gizlilik, tarafsızlık, şeffaflık, kullanıcı odaklılık, doğruluk,
güvenilirlik, güncellik, zamanlılık, karşılaştırılabilirlik, açıklık, kolay ve eşit
erişilebilirlik kalite unsurlarından bahsetti. Ardından resmi istatistikleri oluşturan,
idari kayıtlar, sayım ve anket verileri hakkında özet bilgi verdi. Arslaner, diğer tüm
kamu kurum ve kuruluşların katkılarıyla TÜİK’in koordinasyonunda hazırlanan 5
yıllık program halinde hazırlanan Resmi İstatistik Programı üzerine konuştu. Bu
amaçla, kamu kurumlarının üst düzey temsilcileri, üniversitelerimizi temsilen bir
YÖK temsilcisi ve istatistik alanında faaliyette bulunan iki sivil toplum kuruluşu
temsilcisinden oluşan ve yılda en az bir kez toplanan İstatistik Konseyi’nden
bahsetti.
Konferansın ilerleyen bölümünde Türkiye İstatistik Sistemi ile istatistik
alanındaki Avrupa Birliği’ne uyum sürecine de değinen Arslaner, bu bağlamda
özellikle verinin; kaynağının, derlenme yönteminin, sektörel kapsamının,
sınıflamasının, döneminin, coğrafi kapsam ve ayrıntısının önemini vurguladı.
Teorik anlatımlarını pratikten örneklerle süsleyen Arslaner, makroekonomik
göstergelerin nasıl hesaplandığı, analiz edildiği ve yorumlandığı konularında da
ayrıntılı bilgiler sundu. Bu bağlamda; Türkiye’de işgücü, dış ticaret, sanayi üretim,
enflasyon ve milli gelir hesaplamalarında verilerin nasıl elde edildiği, kapsam,
yöntem ve standartlar gibi bazı özel alanlarda da önemli istatistikleri dinleyicilere
sunmayı ihmal etmedi.
Ferhat Arslaner, son olarak Türkiye ekonomisinden değişik örnekler
vererek ve dinleyicilerin sorularını cevaplayarak konuşmasını tamamladı.
33
16. KONFERANSDünya Bankası ve IMFDoç. Dr. Murat Yülek
XX. yüzyıl başlarından ikinci dünya savaşına kadar dünya ekonomisindeki
gelişmeleri değerlendirerek konferansa başlayan Global Danışmanlık A.Ş. Genel
Müdürü Doç. Dr. Murat Yülek, Breeton Woods sistemiyle ortaya çıkan yeni
durumu değerlendirdi. Bu süreçte kurulan IMF ve Dünya Bankasının dünya
ekonomisinde oynadığı rolün üzerinde duran Dr. Yülek Amerika Birleşik
Devletleri’nin her iki kurumda da etkin rol oynadığını ve politikaların
belirlenmesinde en önemli aktör olduğunu belirtti.
Özellikle IMF’nin yapısını tüm detaylarıyla analiz eden Dr. Yülek üye
ülkelerin hangi oranda ortak olduklarını anlattı. İkinci Dünya Savaşından sonra
kurulan IMF’nin dünya ekonomisinde oynadığı rolü geniş bir biçimde
değerlendirildikten sonra son dönemlerde IMF ile ilgili ortaya çıkan güvensizliğe
vurgu yapıldı.
Türkiye’nin IMF ile ilişkilerini de değerlendiren Dr. Yülek, yapılan stand-by
anlaşmalarının ne zaman ve hangi gerekçelerle yapıldığını ve ne tür sonuçlar
doğurduğunu anlattı. Soru-cevap bölümünde IMF’nin hiç bir ülkeye zorla borç
vermediği, ihtiyaç hisseden ülkelerin IMF’ye kredi için müracatta bulunduğu, mali
yapısı güçlü ülkelerin IMF ile ilişkiye girmesinin çok da makul bir durum olmadığı
ortaya çıktı.
34
17. KONFERANSNecip Fazılı Anlamak (Hatıralar)
Yahya Düzenli
Türkiye’nin yakın tarihinde düşünce sistemine damgasını vuran en önemli
şahsiyetlerden biri de kuşkusuz Necip Fazıl Kısakürek’tir. Gerek yaşadığı
dönemde gerekse vefatından sonra pek çok insanı yazı ve şiirleriyle derinden
etkilemiştir. Hakkında birçok kitaplar yazıldı. Taşıdığı misyonu sahiplenenler oldu.
Çok sert tepki verenler oldu. Ama hiç insanların gündemden düşmedi. ADAM
Cuma Konferanslarında 26 Mayıs 2006 akşamı Necip Fazıl konusuna ayrılmıştı.
Yahya Düzenli konuşmasına şu sözlerle başladı:
Necip Fazıl’ın 1943–1983 yılları arasındaki hayatını özetleyen üç kelime
vardır: İman, fikir ve aksiyon.
Düzenli, bu sözlerin ardından Necip Fazıl’ın hayat hikâyesi ile devam etti.
Necip Fazıl’ın çocukluk ve gençlik yıllarını anlattıktan sonra okumak için gittiği
yurtdışındaki hayatından kesitler sundu.
Hayatını Necip Fazıl, iki döneme ayırmaktadır. İlk döneme -kendi tabiriyle-
“gökyüzünden habersiz uçurtma uçurma” demiş, ikinci kısım ise Abdülhakim
Arvasi Hz.leri ile tanışmasıyla başlamıştır. Necip Fazıl’ın herkesin tanıdığı
“aksiyon adam” özelliği bu dönemde sonraya rastlamaktadır.
Kısa hayat hikâyesinden sonra bizim için daha önemli olan fikriyatı ve
düşünce sistemi irdelendi. Konuşma özellikle şiir ve yazılarından sunulan
alıntılarla daha anlamlı hale geldi. Yahya Düzenli sözlerine şöyle devam etti:
Necip Fazıl’ın en büyük şanssızlığı şair olmasıdır. Çünkü bu özelliği demek
istediğini örtmüştür. Necip Fazıl insanları ikiye ayırırdı. İlki ölmeden ölenler ve
diğeri ölüp de ölmeyenler.
Necip Fazıl’ın düşünce sisteminin dayandığı temeller Platon ve Aristocu
düşünce sistemi üzerindeki tartışmaya verdiği cevaba dayanır. Ona göre Aristocu
düşünce mesaili itibariyle caizdir ama delaili itibariyle caiz değildir. Yani
Müslüman bir düşünür herhangi bir konuyu ele alıp açıklığa kazandırmak
35
zorundadır ki bu caizdir. Ama bu düşünce delil olmaz yani referans alınamaz.
Kaynak ve çözümler farklı olmalıdır. İşte Necip Fazıl bu görüşün en önemli
savunucusudur.
Necip Fazıl’ın dikkat çeken en önemli özelliklerinden birisi de ıslahatçı bir
zihniyetten ziyade devrimci bir zihniyete sahip olmasıdır.
Konferansın sonuna doğru Düzenli Necip Fazıl’ın önemli eserleri hakkında
kısa bir bilgi verdi. Dinleyicilerin sorularından sonra konuşma sona erdi.
36
18. KONFERANSEkonomik Kalkınma Meselesine Yeniden Genel Bir Bakış
Doç. Dr. Mehmet Bulut
ADAM Cuma Konferanslarının ikinci kez konuğu olan Başkent Üniversitesi
Öğretim Üyelerinden Doç. Dr. Mehmet Bulut bu kez “Ekonomik Kalkınma
Meselesine Yeniden Bir Bakış” konulu bir konuşma yaptı. Dr. Bulut konuşmasına
ekonomideki ilerleme hakkında literatürdeki, kalkınma (progress), büyüme
(growth) ve gelişme (development) kavramlarını açıklayarak başladı.
Kalkınma meselesini modern (rasyonel) insan üretmiştir ve bu meselenin
dayandığı esas “bir önceki döneme göre net katkımız nedir ne kadardır?”
sorusunun cevabını içerir.
İktisat tarihi açısından yüzyıllar kısa birer süreçtir. Fransız tarihçi F.
Braudel’in “iktisadi ya da sosyal bir meselenin doğru anlaşılabilmesi uzun
dönemli (long run-long dure) bakışla mümkün olabileceğini hatırlatan Bulut,
modern ekonomik kalkınma meselesine “imar-irfan” bağlamında
değerlendirilebileceğine işaret ederek yeni bir yaklaşım öne sürdü.
Dr. Bulut daha sonra büyüme modelleri üzerinde durmuş ve bu çerçevede
neoklasik ve modern teorinin farklı yönlerini ele almaya çalıştı. Bulut’a göre
neoklasik teori daha çok tasarruf haddine ağırlık verirken modern teori emeğin
gücüne inanmıştır. Marksist kalkınma modeline de değinen Bulut, bu yaklaşımda
“emek” faktörünün temel teşkil ettiğini belirtti. Bunun dışında zihniyete vurgu
yapan Bulut bu çerçevede Max Weber’in açıklama modelini açıkladıktan sonra,
Marksist gelenekle, Weberyen geleneğin mukayeseli analizini yaptı.
Farklı kalkınma modelleri bulunduğunu anlatan Dr. Bulut, İngiliz, Alman,
Japon kalkınma modellerinin birbirinden farklı olduğunu ve her toplumun kendi
coğrafi, tarihsel ve kültürel değerleriyle uyumlu bir model geliştirdiğini belirtti.
Türkiye’nin bu alandaki temel sorunlarından birinin başkalarının aklına fazla
güvenmesi olduğunu dile getiren Dr. Bulut, modernleşme ile kalkınma arasındaki
tercihte Türk yönetici elitlerinin neredeyse 150 yıldır modernleşmeden yana tavır
37
aldıklarını, kalkınmanın ikinci planda kaldığını belirtti. Türkiye’nin yarışta hızlı yol
almasında en önemli faktörün tüm toplumun kalkınma oyununa dahil edilmesinde
yattığını vurguladı.
Konferansın ilerleyen dakikalarında Dr. Bulut istatistikler üzerinde durdu.
Özellikle iktisat tarihi konularına ağırlık veren Bulut’un belirttiğine göre, 1500’lü
yıllara kadar Asya’nın Avrupa üzerindeki üstünlüğü tartışılmazdır. Tarım
devriminden itibaren bu dönemlere kadar çok uzun bir süre, yaklaşık 9500-
10.000 yıl geçmiştir. Bu dönemlere kadar merkez “Bereketli Hilal”, Akdeniz ve
çevresi olmuştur. Dr. Bulut, özellikle “Çelik, Tüfek ve Mikrop” adlı eseri zikretti.
Avrupa’nın gelişmesi ise sadece 500 yılı kapsar. Verilen istatistiklere göre 1000
yıllarında GSMH’nin %28’i Hindistan’a %16’sı Ortadoğu’ya %11’i Afrika ve %8’i
de Avrupa’ya %22’si ise Çin’e aittir. Fakat 1800’lü yılların sonuna doğru ise
yüzde olarak Fransa 5,5, İngiltere 5,2 olurken Çin 18 ve Hindistan 16’ya düşüyor.
Bu da 1800’lü yıllardan sonra dengenin değişmeye başladığını göstermektedir.
Günümüzde dünya üretiminin kıtalar ve ülkeler itibariyle durumunu ortaya koyan
Bulut, Türkiye’nin dünya üretiminde 17. sırada olmasına rağmen, bölgesinde ve
İslam ülkeleri içinde en yüksek paya sahip olan ülke olması bakımından önemli
olduğunu belirtti.
Konuşmasını tamamlamadan önce ise Dr. Bulut dinleyicilerden gelen
sorulara cevap verdi.
38
19. KONFERANSDünyada Çok Kültürlülük
Dr. Kadir Canatan
2006 yılında gerçekleştirilen 19. Cuma Konferansında Dr. Kadir Canatan
“Dünyada Çok Kültürlülük” kavramını ele aldı. Konuşmasına konu hakkındaki
temel kavramları açıklayarak başlayan Dr. Canatan ilk olarak “çok kültürlülük”
tanımının bir kelime mi yoksa bir kavram mı olduğu konusu üzerinde durdu. Daha
sonra kavramın kökenini anlatan Canatan çok kültürlülük kavramının üçe
ayrılarak incelendiğini belirtti. Bunlar:
Gerçeklik olarak çok kültürlülük,
İdeoloji olarak çok kültürlülük,
Politik olarak çok kültürlülük
Bu üç farklı çok kültürlülük düzeyini sırasıyla açıklayan Dr. Kadir Canatan
analitik bir kavram halinde çok kültürlülük (multicultural) ve çok kültürcülük
(multiculturalism) kavramlarına açıklık getirdi.
Çok kültürlülük sorununun arka planı üzerinde durulduktan sonra farklı
perspektifler açısından çok kültürlülük kavramı irdelendi. Farklı perspektifler
çerçevesinde iki farklı ideoloji olarak çeşitlilik ve birlik ideolojileri açıklanmaya
çalışılmıştır. Çeşitlilik ideolojilerinden liberal çok kültürcülük ilk olarak ele alındı ve
bu akımın “Eşit ve evrensel yurttaşlık ilkesi ve etnik azınlıkların eşit katılımı”
üzerindeki söylemi üzerinde tartışıldı. Ardından bir başka çeşitlilik ideolojisi
radikal çok kültürcülük görüşünün hangi temellere dayandığı ve ne tür söylemler
içinde olduğu konusu ele alındı. Birlik ideolojileri kısmında ise bunlardan en
önemli olan cemaatçilik (communitarism) ve cumhuriyetçilik akımları
incelenmiştir.
Konferansın ilerleyen dakikalarında Dr. Kadir Canatan çağdaş
uygulamaların nasıl olduğu üzerinde durdu. Hangi toplumlarda hangi akımların
daha çok taraftar bulduğu anlatılmıştır. Bu bağlamda Amerika, Avustralya ve
39
Kanada’da çoğulculuk modeli olan liberal çok kültürcülük, Avrupa’da ise
entegrasyon modeli olan cumhuriyetçilik kabul edildiğini bildirdi.
Perspektiflere eleştirel bakışlar da önemine binaen ele alınmaya çalışıldı.
Bu konuda hem çeşitlilik ideolojilerine getirilen eleştiriler hem de birlik
ideolojilerine getirilen eleştiriler ele alınmıştır.
Dr. Kadir Canatan konuşmasını soruna yeniden bir tanım ve sorunun
çözümüne yönelik görüşlerini aktardı. Çeşitlilik ve birlik arasında bir denge olması
gerekliliği görüşü ağırlık kazandı. Burada bir felsefi bir formülasyon yapılmak
istenirse;
“Birlik (tez) + çeşitlilik (antitez) = birlik içerisinde çeşitlilik (sentez)”
formülünün elde edileceğini savunan Dr. Canatan bu formülün de ikiye
ayrılabileceğini ve bunların birlik içerisinde çeşitlilik ve çeşitlilik içerisinde birlik
şeklinde olacağını belirtti. Konuşmasını bitirdikten sonra dinleyicilerin soruları
cevaplandırmıştır.
40
20. KONFERANSYabancı Dil Üzerine
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Vanlıoğlu
Dil (lisan), aynı geçmişe sahip insanlar arasında diyalogu sağlayıcı özelliğe
sahiptir. Bir toplumu bir arada tutan bir harç mahiyetinde olan dilin önemini kimse
yadsıyamaz. Bu sebeple dilin öneminden yola çıkarak Cuma Konferanslarımdan
birisin konusunun da dil ve mahiyeti hakkında olması gerektiği düşünüldü.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi uzmanlarından Dr. Mehmet Vanlıoğlu “Dilimiz ve
Yabancı Dil” konulu konferansla ADAM müdavimleriyle beraberdi. Dr.
Vanlıoğlu’nun konuşmasında öne çıkan noktalar ise:
“Dil” bir toplumun veya grubun konuşma lehçesi ve anlaşma simgesidir.
Farsçada “gönül“ anlamına da gelmektedir.
Her kim bir kavmin dilini bilirse o kavmin hilesinden emin olur (Hadis-i
Şerif).
3000 ila 6000 arasında konuşulan dilin varlığından söz ediliyor. İnsanlar
toplumdaki meslek ve uğraşı alanlarıyla ilişkili bir kelime haznesine sahiptirler. Bu
bağlamda “dil bilmek” zor bir iş haline gelmiştir.
Dünyada şu an ekonomik ve siyasi güç bir dilin gücünü belirliyor.
Dünya ile ilişkiler olup bitenden yani gündemden haberdar olup ilişkilerin
devamını sağlamak gibi nedenlerle dil öğrenilir.
Arapça aynı zamanda ibadet dilidir. İbadet ederken sadece okumak
yetmediğinden okuduğunu anlamak için bu dili bilmek gerekir. Ayrıca cennet ehli
Arapça konuşacaktır.
İslam Peygamberi (s.a.v) çeşitli zamanlarda ilim ve dil öğrenmenin
gerekliliğine dikkat çekmiştir. Bu çerçevede yabancı dil öğrenmek ve iletişim
kurmak sünnet gibi görülebilir. Arzu edilen teknoloji ve gelişmeler ancak bu yolla
elde edilebilir.
Türkiye’de yabancı dil öğretimini ve yabancı dilde eğitim yapma
kavramlarını birbirine karıştırıyoruz. Herkes yabancı dil öğrenebilir ve hatta
41
öğrenmelidir, ama yabancı dilde eğitim yapmaya zorlamak milletimize yapılacak
en büyük yanlışlardan biridir. Biz araç olarak kullanmamız gerekeni amaç haline
getirdik.
Konuşmasının sonunda ise Vanlıoğlu dinleyicilerin sorularını cevapladı.
42
21. KONFERANSAvrupa’da LaiklikDr.Bülent Kent.
Laiklik, dünyada olduğu kadar ülkemizde de üzerinde çok tartışılan
konulardan birisidir. Biz de ADAM’daki bugünkü Cuma Konferansımızda “laiklik
ve özel olarak da Avrupa’da laiklik” konusunu ele alıyoruz. Bu kavramı iyi
anlayabilmek önce “Avrupa’da laiklik” konusunun tartışılması gerektiğini
düşünüyoruz. Çünkü laiklik Avrupa’da doğdu ve gelişti.
Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Bülent Kent,
söyleşiye önce laik ile sekülerizm arasındaki farklardan bahsetti. Laikliğin politik
bir kavram olduğunu sekülerizmin ise sosyolojik bir kavram olduğunu söyledi.
Sonra da Fransa’daki laikliğin gelişim sürecini anlattı. Fransa’da 1789
devriminden sonra laiklikle, Katolik Kilisesinin yapısının değiştirmek, devletin
içine sokmak ve onu kamu görevini yerine getiren bir kurum haline getirmek
istendiğinden bahsetti.
“Laiklik” politik bir kavram ve Fransız Devrimi’nden gelmektedir ve din ile
devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlanmaktadır. Dinin politik
arenadan çıkartılması olarak da tanımlanmaktadır.
“Sekülerizmin” ise daha çok sosyolojik bir süreç olduğunu, İngiltere’de
ortaya çıktığını dinler arası, savaş ve sürtüşmenin ürünü olduğunu söyledi.
Protestan mezhepler, Anglikan ve Katolikler arasında 16. yüzyılda başlayan
yoğun mücadelelerin İngiltere’de dinlere, inançlara özgürlük rejimini sekülerizmi
getirdiğini ifade etti. Sonra da “Sekülerizm de din örneğin biyoloji, fizik gibi,
sosyoloji gibi bir çok alanda açıklayıcı özelliğini kaybediyor. Politikanın laik
olabilmesi için toplumun seküler olması gerekiyor. Bir toplumda İnsanlar neden
inanıyor?, Din nereden geliyor?, Din toplumda hangi işleve sahip? Soruları
yöneltiliyorsa seküler olarak kabul ediliyor” diyerek devam etti.
Bu açıklamalar ışığında kabul edilen din devlet işleri konusunda Avrupa’da
3 sistem olduğunu ve bunların ise;
43
(1) devlet kilisesi sistemi,
(2) dayanışmacı sistem ve
(3) ayrılıkçı sistemden oluştuğunu söyledi.
Dayanışmacı sistemde, devlet ve kilise organizasyon olarak ayrı
olmalarına rağmen bir çok alanda hem dayanışma içerisinde olabiliyorlar hem de
beraber çalışma yapabiliyorlar.
Ayrılıkçı sistemde ise kilise ile devlet hem organizasyon olarak ayrılar hem
de aralarında dayanışma ya da yardımlaşma söz konusu değildir. Örneğin
Fransa, Türkiye ve Portekiz’de olduğu gibi. Fransız Anayasanın 1. maddesine
göre “Fransa laik, demokratik ve sosyal devlettir”. Bu üç ülke dışında Avrupa da
hiçbir ülkenin Anayasasında laiklik anılmamıştır.
Daha sonrada Dr. Kent, Almanya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Fransa,
Yunanistan, Büyük Britanya, İtalya, Lüksembourg, Hollanda, Avusturya, Portekiz
ve İspanya’daki din devlet ilişkilerinden ve Anayasalarındaki düzenlemelerinden
bahsederek konuşmasını tamamladı.
44
22. KONFERANSSovyetler Birliğinin Dağılmasından Sonra Avrupa
Dr. Ünal Gündoğan
Konferansa XX. yüzyılda dünyanın gidişatını değiştiren dört olaydan
bahsederek başlayan Dr. Ünal Gündoğan bu olayların; I. Dünya Savaşı, Bolşevik
İhtilali, II. Dünya Savaşı ve Sovyetler Birliğinin dağılması olduğunu belirtti. Daha
sonra soğuk savaş döneminden itibaren dünya tarihini dinleyicilere aktardı.
Özellikle tarih hakkındaki konuşma Sovyetler Birliğinin dağılmasından önce ve
sonra olmak üzere iki ayrı zaman dilimine ayrılmıştı. Sovyetler Birliğinin
dağılmasından sonraki olaylara ağırlık verildi. Sovyetler Birliğinin dağılmasından
sonra 15 devlet kurulduğunu belitten Gündoğan bunlardan beş tanesinin Türk
devleti olduğunu da sözlerine ekledi.
SSCB’nin dağılmasından sonra gelişen olaylardan bazıları:
Güçler birliği teorisi bozuldu,
Sınırların değişmezliği düşüncesi değişti,
Varşova paktı dağıldı, NATO’nun misyonu değişikliğe uğradı,
Dünya Siyaseti 19. yy imparatorluk dönemine geri döndü vs.
Yukarıda sıralanan gelişmeleri açıkladıktan sonra Dr. Gündoğan bu
gelişmelerinin özeti mahiyetinde “Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla büyük teoriler
de çökmüştür” tezini ortaya koydu.
Daha sonra dünya tarihinin gidişatını değiştiren en önemli olaylardan biri
olan 11 Eylül saldırıları hakkında görüşlerini bildiren Gündoğan bu tarihten sonra
batı ülkelerinin İslam’a bakışlarının değiştiğinden söz etti.
Sovyetlerin dağılmasından sonra Avrupa’nın genel durumu ve bunun
Avrupa-Türkiye ilişkileri üzerindeki etkisi tartışıldıktan sonra Gündoğan
dinleyicilerin görüşlerine yer verdi. Son olarak Gündoğan dinleyicilerin sorularını
cevaplandırarak konuşmasını tamamladı.
45
23. KONFERANSAnayasadaki son değişiklikler
Prof. Dr. Servet Armağan
14 Kasım 2006 tarihli Cuma Konferansımızın konuğu Harran Üniversitesi
kurucu Rektörü Prof. Dr. Servet Armağan’dı. Anayasa tarihi ve anayasadaki son
değişiklikler üzerine bir konuşma yaptı. Prof. Dr. Armağan ilk olarak Osmanlı son
dönemlerinden başlayarak anayasamızın tarihi üzerinde durdu. Bu çerçevede
Sened-i İttifak, Tanzimat fermanı ve Islahat fermanı üzerinde duran Armağan
daha sonra cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan anayasalar ve bunların
uygulanması hakkında konuştu.
Daha sonra bir olağanüstü durum anayasası olan ve kısa bir içeriğe sahip
1921 Anayasası ele alındı.
1924 Anayasasının kabulü ve içeriği 1961 yılına kadar ki dönemde nasıl
uygulandığı gibi konular üzerinde durduktan sonra 1961 ve 1982 Anayasalarını
anlatan Prof. Dr. Servet Armağan 1982 anayasasının bir tepki anayasası olarak
görüldüğünü de sözlerine ekledi.
Anayasadaki son değişiklikler üzerinde de duran Prof. Armağan özellikle
Avrupa Birliği uyum sürecinde bir çok değişiklik yapıldığını belirtti. Son olarak
2001 yılında da 35 madde birden değiştirilerek Avrupa standartlarına uyum
amaçlandığını dile getiren Armağan konuşmasını tamamlamadan evvel
dinleyicilerin sorularını yanıtladı.
46
24. KONFERANSAvrupa Birliği Müzakerelerinde Geline Son Nokta
Cevdet Yılmaz
Gündemi yakından takip etmeye çalışan ADAM, Cuma Konferansımızda
gündem maddelerini katılımcılarına aktarmaya devam etti. 17 Kasım 2006
tarihinde o günlerde özellikle gündemde olan Avrupa Birliği hakkında DPT
Avrupa İle İlişkilerden sorumlu Genel Müdür Cevdet Yılmaz bir konferans verdi.
Konuşmasına Avrupa Birliği’nin ne olduğunu sorup bunun cevabını vererek
başlayan Yılmaz, Avrupa Birliğinin kuruluşunu ve günümüze gelinceye kadar
geçirdiği evrimi anlattı.
Avrupa Birliğinin yapısı hakkında genel bilgiler verdikten sonra Yılmaz,
birliğin kuruluş nedenleri üzerinde konuştu. Konferanstan kısa notlar şu
şekildedir:
“ Avrupa Birliğinin yapısında Komisyon, Konsey ve Zirve vardır.
Sayıştay ve Merkez Bankası gibi alt kurumlara sahiptir. Müktesebat,
kurumların birikimidir.
Avrupa Birliği yapısının yedi yıllık bir bütçesi vardır. Üye ülkelerden bir
kısmı tahsil edilmektedir.
Bu sözlerinin ardından Yılmaz, Türkiye-Avrupa ilişkileri konusuna
değinmiştir. Bu konuda Türkiye’nin Avrupa ile ilişkilerinin tarih boyunca devam
ettiğini belirtmiş AB ile ilişkinin ise 1963’te Ankara Anlaşmasıyla başladığını dile
getirmiştir. Bu tarihten sonra Türkiye adım adım aday ülke konumuna gelmiş, bu
konuda Gümrük Birliği büyük rol oynamıştır. 2004’te müzakereler ve 2005’te ise
tam üyelik için müzakereler başlamıştır.
Konuşmasının son kısmında Cevdet Yılmaz, birliğe girmek için gerekli olan
şartlar hakkında bilgi vermiş ve son dönemde müzakerelerin geldiği noktaya
vurgu yapmıştır. Ardından dinleyicilerin sorularını cevaplayarak konferansını
tamamlamıştır.
47
25. KONFERANSİfade Hürriyeti ve Atilla Yayla Olayı
Serhat Buhari Baytekin
2006 Kasımında Atilla Yayla bir konuşmada sarf ettiği iddia edilen cümleler
yüzünden ders verdiği üniversiteden uzaklaştırma cezası almıştı. İşte bu
dönemde ifade özgürlüğü tartışması ülke gündemine yeniden ağırlığını koydu. Bu
sebeple kasım ayındaki Cuma Konferanslarımızdan birisin konusunu ifade
özgürlüğü ve Atilla Yayla olayı oluşturdu.
Muhafazakar Düşünce Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Serhat Buhari
Baytekin, ifade özgürlüğü kavramının tarihi hakkında kısa bilgiler vererek
konuşmasına başladı. Bu çerçevede Mill tarafından ilk olarak dile getirildiği
söylenen ifade özgürlüğü kavramı hakkında aynı dönemde bir Osmanlı aydını da
çalışmalar yapmıştır ama bahsedilmemektedir. Yine kavramın tarihi gelişimi
anlatılırken John Wilton, Luther ve John Locke’un bu gelişmelerdeki önemi
vurgulandı.
İfade özgürlüğü kavramının ilk olarak ele alındığı eser Mill’in “Hürriyet” adlı
eseridir. Baytekin, bu eser ve bu eserdeki ifade özgürlüğü konularında açıklama
yapmış ardından Avrupa’nın ve dünyanın diğer toplumlarının ifade özgürlüğüne
yüklediği anlam üzerinde durmuştur.
Daha sonra Osmanlı’da ifade özgürlüğü üzerinde duran Baytekin, özellikle
Osmanlı’nın son dönemlerinde Ziya Paşa’nın, eserlerinde bu kavrama yer
verdiğini ve bu dönemlerde Avrupa’da bu kavram üzerinde hiçbir çalışmanın
olmadığı konusunu vurguladı.
Konuşmanın ikinci kısmını ise gündemdeki önemine binaen Atilla Yayla
olayı ve bu olaydan sonraki gelişmeler oluşturdu. Bu olaya benzer olayların
yabancı ülkelerde yaşanması halinde ne gibi gelişmeler olduğu konusunda
düşüncelerini dile getiren Baytekin, örnek olarak Columbia Üniversitesi
rektörünün aynı şekilde bir hocanın atılması kararında baskıya uğramasını
48
anlatıp bu olayın ardından rektörün kaleme aldığı ifade özgürlüğü ile ilgili yazıyı
dinleyicilerle paylaştı.
Ayrıca ifade özgürlüğünün Atilla yayla olayını çok ötesinde bir sorun
olduğunu belirten Baytekin, medyanın bu olayı ortamı germek için malzeme
olarak kullandığı iddiasını ortaya attı.
Konferansın sonunda dinleyicilerin görüşlerini dinleyen Baytekin, yöneltilen
soruları cevaplayarak konuşmasına son verdi.
49
26. KONFERANSIrak’taki son gelişmeler
Nasuhi Güngör
“11 Eylül, figür ve figüranlar ne olursa olsun dünyanın yeniden bir
düzenlenmesidir.” şeklindeki sözleriyle konuşmasına başlayan Nasuhi Güngör’ün
konferans konusu Irak’taki son gelişmelerdi. Sözlerine özetle şöyle devam etti:
Afganistan ve Irak’ın işgali de bu yeni düzenlemeni ilk coğrafi atılımlarıdır.
Ama işgal için tesadüfen seçilmiş bir yer değildir Irak. İşgalden sonra mezhep
çatışmalarının ortasında kalmış ve bu da Amerika’nın işine gelmektedir.
Irak’ta Şii ve Sünni olmak üzere en önemli iki mezhebin çatışmasının
mekân bulduğu çerçeve aslında tamamen bir oyundan ibarettir.
Bu sözlerin ardından Irak’taki gelişmelere paralel olarak İran’daki
gelişmelere değinen Güngör, bu coğrafyada yaşayan Şiiler ve Kürtlerin Irak’taki
olaylar üzerinde nasıl bir etki bıraktığı konusu üzerinde durdu. Özellikle Amerika
ile karşı karşıya gelmesi durumunda İran’ın, Irak kartlarını öne süreceği ve bunu
bir koz olarak kullanacağı görüşüne vurgu yaptı.
Konu hakkında daha kapsamlı bulgulara ulaşmak için Ortadoğu’nun genel
durumunu göz önünde bulunduran Güngör, Türkiye’nin Ortadoğu ile ilişkilerinin
odak noktasının Sünnilik olacağını iddia etti. Çünkü dünyada Şii İran’ın karşısına
denge unsuru oluşturacak Sünni tek ülkenin Türkiye olacağını belirtti.
Türkiye’nin Ortadoğu’da etkin hale gelmesinin gerekliliği ne bunun nasıl
olabileceği üzerinde duruldu. Ardından Nasuhi Güngör, “Irak üzerinde oynanan
oyunu bozmanın tek yolu Türkiye’nin İran’la olabildiğince çok alanda işbirliğine
gitmesidir.” sözleriyle konuşmasını tamamladı.
Son olarak dinleyicilerden gelen sorulara cevap verildi.
50
27. KONFERANSNükleer Silahlanma
Doç. Dr. Mustafa Kibaroğlu
2006 yılında ADAM Cuma Konferanslarının son konuğu Bilkent
üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Kibaroğlu’ydu. Son günlerde dünya
gündemini Amerika’nın Irak işgali ve İran ile girilen polemik oluşturuyor. Bu
polemiğin başlıca kaynağı ise İran’ın nükleer silah yapımı ve buna karşı
Amerika’nın tepkisidir. Bu açıdan nükleer silahlanma ve savunma, olası bir
savaşta önemli bir noktaya gelecektir.
ADAM Cuma Konferanslarının Aralık 2006 dönemindeki konularından
birini de gündemdeki nükleer silahlanma ve önemi oluşturmuştur. Konudaki
yetkinliği dolayısıyla Doç. Dr. Mustafa Kibaroğlu “nükleer silahlanma” konusunda
bir konferans vermiştir.
İlk olarak nükleer silahların diğer silahlanma şekillerinden farkını dile
getirerek sunumuna başlayan Kibaroğlu tarihteki savaşlardan farklı olarak
nükleer silahlar ile yapılacak bir savaşın etkileri hakkında bilgiler verdi.
Tarihteki nükleer silah kullanımını anlatan Dr. Kibaroğlu bu nitelikteki
silahların ilk olarak nerede kullanıldığı konusu üzerinde durdu.
Nükleer silah yapmak normalin üzerinde bir emek, para ve bilgi
gerektirdiğinden dünyadaki her ülke bu silahlara sahip değildir. Dr. Kibaroğlu
nükleer silah sahibi ve bunların dışında nükleer çalışma yapan ülkelere kısaca
değindikten sonra nükleer silahlanma hakkında yapılan anlaşmalar ve bu konuda
getirilen kısıtlamalar hakkında bilgi verdi.
Daha sonra İsrail ve İran’ın silahlanması konusuna değinen Kibaroğlu,
özellikle İran’a yaptığı gezilerde edindiği bilgileri dinleyicilere aktardı. İran’ın
silahlanma konusundaki çalışmalarını anlatan Kibaroğlu, daha sonra ilerleyen
günlerde ne gibi gelişmeler olabileceği konusunda tahminlerini ifade etti.
Konferansın son kısmında dinleyicilerin görüşlerini alan ve onların
sorularını cevaplayan Dr. Kibaroğlu konuşmasını tamamladı.
51
İKİNCİ BÖLÜM:SEMİNER ÇALIŞMALARI
Bilim ve teknolojinin hızla gelişmesi ve her geçen gün artan bilgi yoğunluğu
artık günümüzde belli bir alanda uzmanlaşmayı beraberinde getirmiştir. Bu
durum her ne kadar bilimde ve teknolojide kaliteyi beraberinde getirmiş olsa da
insanları hızla entellektüel derinlikten uzaklaştırarak monoton bir hayat yaşamaya
itmekte ve sosyal yaşamdaki kaliteyi hızla olumsuz yönde etkilemektedir. ADAM
bu gidişata müdahil olmayı misyon edinmeyi en önemli amaçlardan biri olarak
kabul etmiştir. Gerek sosyal ve gerek fen bilimlerindeki lisans ve lisans üstü
öğrencilerine okullarında alma imkanı bulamadıkları dersler ADAM’a gönül
vermiş akademisyen ve uzmanların katılımı ile değişik boyutlarda ele almakta ve
hangi bölümde eğitim görürse görsün akademi, bürokrasi veya iş dünyasına
adım atmadan önce öğrencilerin entelektüel bir derinlik kazanmaları
amaçlanmaktadır.
Bu bölümde merkezimizde düşünen ve araştıran beyinlere sunulan
seminerler ve içerikleri hakkında özet bilgiler bulunmaktadır.
52
1. İnsanlık Dersleri (Sosyal ve Beşeri İlişkiler)Doç. Dr. Mehmet Emin Özafşar
Toplum olarak giderek eksikliğini derinden hissetmeye başladığımız,
birbirimize karşı latif ve zarif davranışlar şüphesiz tarihimizdeki yüce şahsiyetlerin
hayatlarını yeniden keşifle mümkündür. Bu dersler bu alandaki boşluk en
azından farkedilmesi için bir başlangıç özelliği arz etmektedir. ADAM, bilginin
hayata yansıması, eskilerin deyişiyle ilim-amel bütünlüğünün sağlanması
konusundaki çabalara mütevazı bir başlangıç olarak, unutulmaya yüz tutan adab-
ı muaşeret değerlendirilebilir.
53
2. Mukayeseli Müesseseler TarihiDoç. Dr. Bülent Arı
ADAM’ın eğitim derslerini verme amacı olan üniversite öğrencilerinin kendi
okullarında ve bölümlerinde alamayacakları dersleri sunma amacının en bariz bir
şekilde görüldüğü derslerden biridir. Bu derste salt bir kronolojik olaylar silsilesi
anlatmak yerine olaylar Osmanlı müesseslerinin temel yapısı, tarihi değişim ve
dönüşümler çerçevesinde ele alınmış; özellikle kanunnameler üzerinde önemli
analizler gerçekleştirilmiştir.
Dersin en can alıcı noktaları Osmanlı ile diğer ülkelerin devlet yapılarının
mukayeseleri; Osmanlı ile diğer devletlerin etkileşimlerinin ele alındığı
bölümlerdir.
Üniversitelerin sadece tarih bölümlerinde okutulan Osmanlı
müesseselerinin tek başına anlamsız oluşundan yola çıkılarak ilgili müesseseler
Osmanlının askeri, idari başarıları, imparatorluğun gerilemesi Avrupa ve Dünya
kültürleri ile birlikte ele alınmıştır.
54
3. Sosyal Bilimlerde Analiz YöntemiDr. Kadir Canatan
Ankara’da bir düşünce ve araştırma okulu sorumluluğunu üstlenmiş olan
merkezimizin akademik çalışmalar yapması da temel amaçları arasındadır. Bu
çalışmalarla henüz tanışmış olan merkezimiz öğrencilerinin edinmesi gerekli
olduğu bilgilerden biride akademik çalışma metodolojisine ait olanlardır. Bu
bağlamda sosyal bilimlerde yöntem ve metodoloji dersi, sosyal bilimlerdeki temel
yöntemleri ve bu yöntemlerin gerisinde yatan ilkeleri vermek amacıyla
sunulmuştur. Bu yöntemler bilgi üretim aşamalarının çıkış noktası olarak alınarak
nitel ve nicel olarak farklı boyutlarda ele alınacak çalışmalar öncesinde
öğrencilere ciddi bir ön hazırlık sağlamıştır.
55
4. Felsefe DersleriDr. Kadir Canatan
Felsefe tarihinin hızla gözden geçirildiği bu derste Eski Yunan’dan
günümüze kadar düşünürlerin fikri alt yapılarının nasıl oluştuğu, bu düşünürlerin
yaşadığı dönemlerin özellikleri anlatılarak bölüm farkı gözetilmeksizin tüm
öğrencilere yeni bir düşünsel perspektif kazandırılmaya çalışılmış ve bu dersi
lisans düzeyinde alma imkanı olmayan öğrencilerle felsefe dersi
buluşturulmuştur.
56
5. Temel Klasik OkumalarıDr. Kadir Canatan
Farabi’nin İdeal Devlet’i, Gazali’nin El Munkizu Min-ed-Delal’i, İbni
Haldun’un Mukaddime’si gibi Doğu klasikleri ile, Marks’ın Komünist Manifesto’su,
Weber’in Protestan Ahlak’ı, Decart’ın Metod Üzerine Konuşmalar’ı gibi Batı
klasiklerinin okunup tartışıldığı seminerin temel konularını ahlak, ekonomi, kültür,
siyaset, düşünce akımları, v.b. oluşturmaktadır. Hem dersi anlatan öğretim üyesi,
hem de derse iştirak eden müdavimler tarafından okunan klasik metinlerin
dinamik bir analizinin yapılması imkanı elde edildi.
57
6. Türk Siyasal HayatıYrd. Doç. Dr. Mustafa Çufalı
Modern Türkiye’nin doğuşundan günümüze Türk siyasal hayatının temel
kırılma noktalarının analiz edildiği seminerin temel konuları tek partili hayattan
çok partili hayata geçişte Türkiye’de ekonomik, sosyal ve siyasal alanda ortaya
çıkan belli başlı değişimler üzerinde durulmakta, geçmişten günümüze iç ve dış
dinamiklerin bu değişimdeki etkileri değerlendirilmektedir.
58
8. Uluslararası PolitikaProf. Dr. Ramazan Gözen
Uluslararası ilişkilerin temelleri, teorik temelde ele alınmaktadır. Modern
dünya düzeninin ortaya çıkışı, ABD gibi aktörler ile AB gibi oluşumların
Uluslararası ilişkilerde ne gibi role sahip oldukları, bu çerçevede Türkiye’nin
önündeki seçenekler analiz edilmektedir.
59
9. Sözün Gücü, Söz Söyleme SanatıAv. Hayati İnanç
Bu seminerde, Divan Edebiyatından seçkin örneklere dayanarak söz
söylemenin usulü ve üslubu üzerinde durulmaktadır. Fatih, Kanuni gibi şair
Sultanların onca iş içinde edebiyat ve şiirle ilgilenme nedenleri ve sonuçlarının
müzakere edildiği seminerde temel amaç sözün nasıl daha etkili
söylenebileceğinin ortaya konulmasıdır.
60
10. Dünya Ekonomisindeki Genel TrendlerDoç. Dr. Murat Yülek
Dünya ekonomisinin son 25 yıllık döneminde ortaya çıkan belli başlı
değişmelerin analiz edildiği seminerde ayrıca Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve
Uzak Asya’daki gelişmelerdeki yeni trendler, yükselen ekonomilerdeki temel
dinamikler üzerinde durulmaktadır.
61
11. İktisat ve MedeniyetDoç.Dr. Mehmet Bulut
A. Toynbe, İbni Haldun, K.Marks, M.Weber, R.Garudy, R.Daymond gibi
düşünürlerin iktisat ve medeniyete ilişkin analizleri bu seminerin temel konusunu
oluşturmaktadır. İlk çağlardan günümüze doğu ile batı arasındaki iktisadi ilişkiler
yanında, İslam dünyasının iktisadi alanda başta Batı Medeniyeti olmak üzere
diğer medeniyetlerle ilişkisi, insanlığın iktisadi alandaki ortak mirası konuları
üzerinde durulmaktadır.
62
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
GÜNDEM ANALİZ
Ankara Düşünce ve Araştırma Merkezi’nde 2006 yılı boyunca her ayın ilk
Salı günü saat 20:00-22:00 saatleri arasında o ayın Dünya ve Türkiye açısından
en önemli konusu analiz edildi. Bir moderatör (mihmandar) yönetiminde
katılımcılar konu hakkında görüş ve önerilerini dile getirdiler.
Aylık gündeme geçilmeden önce ADAM’ın faaliyetleri, aylık olarak
öncelikle değerlendirildikten sonra gündeme geçilmektedir. Bu çerçevede 2006
yılı boyunca başta aşağıdaki konular olmak üzere o ayın en önemli konuları
analiz edilmiştir. Bunlar:
Dünya ve Türkiye Ekonomisindeki Kısa Dönemli
Dalgalanmaların Nedenleri,
İsrail’in Lübnan Saldırısı,
Türkiye’den Lübnan’a Asker Gönderilmesi,
Papa’nın Hz. Muhammed(S.A.S) ile ilgili Açıklamaları,
Papa’nın Türkiye Ziyareti,
Avrupa Birliği- Türkiye İlişkileri,
Yeni Üniversiteler ve YÖK,
Kuzey Irak’taki Gelişmeler.
63
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM:PROJE ÇALIŞMALARI
2006 yılında ADAM İktisat, Tarih, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
Akademik takımlarının yürüttüğü üç önemli proje gerçekleştirildi. Bu projeler
akademisyen hocalarımızın koordinasyonunda Ankara’daki belli başlı
üniversitelerde lisans üstü çalışmalarına devam eden öğrencilerimizin katkılarıyla
gerçekleştirildi. Bunlar:
İktisat ve Tarih Akademik takımlarının birlikte yürüttükleri
proje:
Geçmişten Geleceğe Türkiye – Avrupa Birliği İlişkileri
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkilerler akademik takımının
yürüttüğü proje:
Türkiye ve ABD’nin Ortadoğu Politikaları: Kesişen ve
Çatışan Çıkarlar
İktisat Akademik takımın yürüttüğü proje:
Dünya Politikalarının Belirlenmesinde Finansman
Boyutu
64
BEŞİNCİ BÖLÜM:SANAT VE DİL FAALİYETLERİ
Sanat Kursları (Ney Saatleri): Perşembe: 17:30-19:30
Dil Kursları (Osmanlıca): Cuma 17:00-19:00
(İngilizce): Cumartesi: 16:00-18:00
65
ALTINCI BÖLÜM:BURSLAR
ADAM esas itibariyle potansiyel beyinler ve omuzları üzerinde sorumlu bir
baş taşıyan adamların öncelikle yöntem ve bilgi düzeyinde çok değerli
akademisyen ve uzmanlarla bir araya geldiği entellektüel bir ortamdır. Bununla
beraber üyeleri ve gönüllülerin maddi destekleri sayesinde kısıtlı düzeyde de olsa
belli kriterlere bağlı olarak ihtiyacı olan, özellikle de yurt içinde ve yurt dışında
lisans üstü çalışma yapan öğrencilere maddi destekler de sağlamıştır.
66