BİYOLOJİK MÜCADELE - ktu.edu.tr · Protozoa hayvan benzeri mikroskobik organizmalardır. Çoğu...

99
Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi Yaban Hayatı Ekolojisi ve Yönetimi Bölümü BİYOLOJİK MÜCADELE Ders Notu Prof.Dr.Mahmut EROĞLU Trabzon 2015

Transcript of BİYOLOJİK MÜCADELE - ktu.edu.tr · Protozoa hayvan benzeri mikroskobik organizmalardır. Çoğu...

Karadeniz Teknik Üniversitesi

Orman Fakültesi

Yaban Hayatı Ekolojisi ve Yönetimi Bölümü

BİYOLOJİK MÜCADELE

Ders Notu

Prof.Dr.Mahmut EROĞLU

Trabzon 2015

2

Biyolojik Mücadeledenin Etken Grupları

MONERALAR,

1 PROTİSTLER

VE VİRÜSLER

MONERA ALEMİ

Moneranlar, Monera alemi ve protistler, Protista alemi, kesin olarak ne hayvan ne de

bitki olarak sınıflandırılabilecek organizmalar içerir. Virüsler daha da problemli bir

gruptur. Biyologlar canı organizmalar sayılıp sayılmayacaklarına bile henüz karar

verebilmiş değillerdir. Virüslerin, canlı organizmaların gelişimi yönünden ilişkilerinin ne

olduğu da açık değildir. Virüslerin canlı hücrelerden önce yoksa sonra mi ortaya çıktıkları

belirsiz bir sorudur. O nedenle virüsler, canlıların sınıflandırma sistemlerinin dışında bir

grup olarak incelenmektedirler.

1-1 Prokaryotik Hücreler

Monera alemi sadece iki organizma çeşidi-mavi-yeşil algler (bakteriler) ve bakterileri

içerir. Moneran hücrelerin temel özelliği ve diğer bütün organizmaların hücrelerinden

onları ayıran şey, zarla çevrili, ayrı bir çekirdeklerinin olmamasıdır. Bu tür çekirdekleri

olmayan hücrelere prokaryotik denir. Bu nedenle moneranlara prokaryotlar denir.

Zarla çevrili çekirdekler içeren hücrelere ökaryotik denir.

Moneran hücreler, ökaryotik hücrelerde çoğunlukla bulunan zarla çevrili diğer

organellerden de yoksundurlar. Mitokondriyumları, endoplazmik retikulumları, Golgi

yapıları, lizozomları ya da kloroplastları da yoktur. Ribozomlar içerirler, ancak bunlar

ökaryotik hücrelerin ribozomlarından küçüktürler. Ayrı bir çekirdekleri olmamakla,

prokaryotik hücreler DNA içerirler. DNA çoğunlukla sitoplazmanın bir bölgesinde

yoğunlaşır ve ökaryotların DNA’sı ile ilişkili, histonlar denilen proteinlerle

karmaşıklaşmamıştır.

Ökaryotik hücrelerin organellerinin içinde ya da üzerinde meydana gelen enzim

kontrollü bilinen tepkimelerden bazıları prokaryotların hücre zarlarının iç yüzeyinde

meydana gelir. Çoğunlukla, hücre zarı sitoplazmanın içine kıvrılır. Mavi-yeşil alglerde ve

fotosentetik bakterilerde, hücre zarı kıvrımları sitoplazmayı doldurabilir. Bu kıvrımlar

fotosentetik pigmentleri taşırlar.

Prokaryotlar ve ökaryotlar diğer yönlerden farklıdırlar. Prokaryotların hücre duvarları

3

vardır, fakat bu duvarlar bitki hücre çeperleri ile aynı kimyasal bileşime sahip değildir.

Prokaryotların kamçıları, ökaryotik hücrelerin kamçılarında bulunan 9+2 mikrotübül

düzenlemesi içermezler. Bunun yerine, bir ipin iplikçiklerine benzer, birbirlerinin etrafına

bükülmüş protein bağcıklardan ibarettirler.

1-2 Bakteriler

Bakteriler, Schizomycetes şubesi, mavi-yeşil algler gibi, prokaryotturlar, hücreleri bir

zarla çevrili ayrı bir çekirdek içermez ve mitokondriyum, Golgi yapıları, endoplazmik

retikulum ya da lizozomları yoktur. Ribozomlar içerirler. Kalıtsal materyal, DNA, dairesel

bir molekül şeklinde, sitoplazmada bulunur.

Bakteriler hemen her yerde, tatlı ve tuzlu sularda, toprakta, havada ve hayvan ve

bitkilerin içinde ve üzerlerinde bulunur. Mavi-yeşil alg hücreleri gibi, bakteri hücreleri,

bireysel bitki ve hayvan hücrelertinden çok küçüktürler. Gerçekten, bilinen en küçük canlı

hücreler içinde yer alırlar. Yaklaşık 2000 farklı bakteri çeşidi tanımlanmıştır.

Bakteri çeşitleri. Bakteriler şekillerine göre üç büyük gruba ayrılırlar (Şekil 1-1).

Küresel bir bakteriye coccus, çubuk şeklinde bir bakteriye bacillus, sarmal ya da kangal

şeklindeki bir bakteriye spirillum denir. Bazı türlerde, hüre bölünmesinden sonra kardeş

hücreler ayrılmadığında, bakteri zincir ya da kümeleri oluşur. Cocci bağımsız

hücreler (nionococci), çiftler (diplococci), zincirler (streptococci) ve üzüm salkımları

şeklinde (staphylococci) bulunur. Bacilli de bağımsız hücreler, çiftler (diplobacilli) ve

zincirler (streptobacilli) şeklinde bulunur. Spirilla sadece bağımsız hücreler olarak

bulunur.

Bakterilerin yapısı. Bakteri hücreleri, bitki hücreleri gibi, bir hücre duvarı ile çevrilidir

(Şekil 1-1). Bununla birlikte, bakteri hücre çeperleri aminoasitlere bağlı polisakkarit

zincirlerden yapılmışken, bitki hücre çeperleri selülozdan ve aminoasitlere bağlı olmayan

diğer polisakkaritlerden yapılmıştır. (Antibiyotik ilaç penisilin hücre bölünmesi sırasında

hücre çeperlerinin oluşumunu engelleyerek bakterileri öldürür). Pek çok bakteri, hücre

çeperinin dış çevresine incecik bir kapsül salgılar. Bu kapsül hücre için ek koruma sağlar.

Hayvanlarda hastalık oluşturan bakterilerin çoğu bir kapsülle çevrilidir. Bu kapsül saldıran

bakteriyi kırmızı kan hücreleri ve antikorların yok etmesinden korur. Kapsül ve hücre

çeperi içinde hücre zarı vardır. Aerobik bakterilerde, hücresel solunum tepkimeleri hücre

zarının parmak şeklindeki sarmallarında meydana gelir. Ribozomlar sitoplazma içinde

dağılmışlardır ve DNA çoğunlukla hücrenin merkezinde bulunur. Pek çok bacilli ve

spirillanın sudaki hareket için kullanılan kamçıları vardır. Kamçıdan yoksun birkaç bakteri

çeşidi bir yüzey üzerinde kayarak hareket eder. Ancak, bu kayma hareketinin

mekanizması bilinmemektedir.

Bakterilerin canlılık işlevleri. Bakterilerin çoğu aerobiktir, hücresel solunumu

yürütmek için serbest oksijene gereksinimleri vardır. Seçimli anaeroblar denilen bazı

bakteriler serbest oksijenin varlığında da yokluğunda da yaşayabilirler. Oksijenin

4

varlığında aerobik solunumla ya da oksijenin yokluğunda fermantasyonla enerji sağlarlar.

Diğer yandan diğer bakteriler oksijenin varlığında yaşayamazlar. Bunlara zorunlu

anaeroblar denir. Bu bakteriler sadece fermantasyondan enerji sağlarlar. Bu grubun bir

üyesi, Clostridium botulinum, besin zehirlenmesinin en tehlikeli çeşidi, botulisme neden

olur. C. botulinum uygun olarak sterilize edilmemiş konserve besinlerde gelişir. Botulisme

bu bakteriler tarafından üretilen toksinler neden olur.

Fermantasyon sırasında, farklı bakteri grupları çok büyük çeşitte organik bileşikler

üretirler. Etil alkol ve laktik asitten başka, bakteriyal fermantasyon asetik asit, aseton,

butil alkol, glikol, bütirik asit, propiyonik asit ve doğal gazın temel bileşeni metan

üretebilir.

Bakterilerin çoğu heterotrofiktir, çevrelerinden mutlaka hazır besin almak

zorundadırlar. Heterotrofik bakteriler ya çürükçül ya da parazittirler. Çürükçüller ölü

bitki ve hayvan kalıntılarından beslenirler ve genellikle hastalığa neden olmazlar.

Sindirim enzimlerini organik maddeler salıverirler. Bu enzimler büyük besin moleküllerini,

bakteri hücreleri tarafından absorbe edilen daha küçük moleküllere yıkarlar. Parazitler

canlı organizmalarda yaşar ve hastalıklara neden olabilirler.

Birkaç bakteri çeşidi kendibeslektir, gereksinim duydukları organik maddeleri inorganik

maddelerden sentez edebilirler. Kendibeslek bakteriler ya fotosentetik ya da

kemosentetiktirler. Fotosentetik bakteriler, bitki klorofillerinden farklı klorofiller

(bacteriyoklorofiller denilen) içerirler. Bakteriyal fotosentezde, bileşiklerden su yerine

oksijen sağlanır. Bu yüzden, bakteriyal fotosentezde oksijen açığa çıkmaz. Fotosentetik

bakterinin bir çeşidinde saf kükürt açığa çıkararak hidrojen sülfid yıkılır. Kemosentetik

bakteriler, inorganik maddelerin oksidasyonundan, demir ya da kükürt, nitritler ve

amonyak gibi bileşiklerden enerji sağlarlar. Organik bileşiklerin sentezinde kullanılan

enerji karbondioksittendir. Azot döngüsünde nitrifikasyon bakterileri amonyak ya da

nitritleri, bitkiler tarafından azot kaynağı olarak kullanılabilen nitratlara oksidize ederler.

Bakteriler çoğunlukla eşeysiz olarak ikiye bölünmeyle çoğalırlar. Kalıtsal materyal

kopyalanır ve ata hücre iki eşit kardeş hücreye ayrılır. Uygun besin, sıcaklık ve alan

koşulları altında, bakteriler her 20 dakikada bir bölünebilirler. Bu hızda, bir bakteri

hücresi 24 saat içinde teorik olarak yaklaşık 2 milyon kilogram ağırlıkta bir kütle

üretebilir. Ancak , böyle bir gelişme asla meydana gelmez. Bunu yerine, besin tedariki

tüketildiği ve atık ürünler biriktiğinden çoğalma hızı çoğunlukla yavaştır. Gelişme

eğrisi dört faza bölünebilir. Yavaş ilerleme fazında, bakteriler çevrelerine uyum

gösterir ve yavaş gelişirler. Üssel fazda, bakteriler çok hızlı bölünürler. Durağan fazda,

çoğalma oranı ölüm oranına eşittir. Ölme fazında, bakteriler çoğalmalarından daha çabuk

ölürler.

Bakteriler çoğunlukla eşeysiz üremekle, kromozom ya da kromozomal kısımların

aktarımını kapsayan eşeyli üreme ara sıra meydana gelir. Kromozom aktarımının üç

mekanizması konjukasyon, transformasyon ve transdüksiyondur.

5

Bakteriler ve hastalıklar. Bakterilerin hastalıklara neden olduğu düşüncesi-hastalık

başlangıç kuramı-Fransız bilim adamı Louis Pasteur tarafından 1880’lerin ortasında

geliştirilmiştir. Bakteriler birkaç yönden hastalıklara neden olabilirler. (1) Bakteriler,

vücudun normal işlevlerini engelleyebilecek kadar çok büyük sayılarda olabilirler. (2) Bazı

hastalıklarda, bakteriler vücut hücreleri ve dokularını yok eder. (3) Bazı bakteriler,

vücudun normal işlevlerini engelleyen toksinler ya da zehirler üretirler.

Tüberküloz ve karakabarcık (şarbon)’un nedenlerini araştıran bir Alman hekim, Robert

Koch, özel bir organizmanın özel bir hastalığın nedeni olup olmadığını belirlemek için bir

kurallar dizisi geliştirdi. Bu kurallar:

1. Şüpheli hastalık mikroorganizması hastalıklı hayvanlarda her zaman bulunmalı ve

sağlıklı hayvanlarda bulunmamalıdır.

2. Bu mikroorganizma hastalıklı hayvanlardan mutlaka izole edilmeli ve saf kültürde

gelişebilmelidir (bir kültür sadece bir çeşit mikroorganizma içermelidir).

3. Kültür mikroorganizmaları sağlıklı, duyarlı hayvanlara enjekte edildiklerinde mutlaka

hastalık geliştirmelidir.

4. Bu mikroorganizma deneysel olarak bulaştırılmış hayvandan izole edilebilmeli, saf

kültürde yeniden gelişebilmeli ve ikinci adımda izole edilen orijinal organizmanın aynısı

olmalıdır.

Bu kurallar günümüzde hala kullanılmaktadır.

Bakteriler ve çürüme. Her doğal organik ürün için, onu bir besin ve enerji kaynağı

olarak kullanabilen bazı bakteri ya da mantar çeşidi vardır. Böylece bakteri ve mantarlar

çürüme denilen bir işlemle organik maddelerin yıkımına neden olurlar. Çürüme, doğada

materyallerin geri dönüşümü için gerekli olmakla, insan amaçları için çoğunlukla arzu

edilmez. Bakteriyal eylemlerle besinlerin çürümesi, çürüme ya da bozulmaya neden olur

ve yemek için elverişsiz ya da zararlı olurlar.

Gelişme ve üremeyi sağlamak için, bakteriler besine, uygun sıcaklığa, neme ve

aerobikse oksijene gereksinim duyarlar. Bakteriler bu koşullardan herhangi birinin

yokluğunda gelişemezler. Bu bilgi insan besinlerinin bakterilerin bozmasından korumada

kullanılmaktadır.

Bakterilerin yararlı etkinlikleri. Çoğu bakteriler zararsızdır ve gerçekte, yaşamın

devamı için gereklidir. Çürükçül bakteriler ölü hayvan ve bitkilerin dokularını parçalar ve

oksijen, karbon, azot, fosfor ve kükürdü havaya, toprağa ve suya geri döndürürler. Bu

elemanlar daha sonra diğer canlılar tarafından kullanılabilir.

Bakteriler peynirler, tuz bastılar ve turşular gibi belirli besinlerin hazırlanmasında çok

önemlidirler. Bakteriler ayrıca endüstri ve tarımda kullanılmaktadır. Bakterilerin bir

grubu, aktinomisetler, streptomisin içeren pek çok yararlı antibiyotiklerin üretiminden

sorumludurlar.

6

PROTİSTA ALEMİ

Protista aleminin üyeleri hepsi ya birhücreliler ya da çok basit çok hücrelilerdir.

Protistler ökaryottur, hücreleri ayrı, zarla çevrili bir çekirdek ve pek çok farklı sitoplazmik

organel çeşitleri içerir. Bu alemin kapsadığı organizmalar aşırı derecede değişiktir.

Fototrofik ve heterotrofik formların her ikisi de vardır. Fototrofik protistler algleri

kapsarlar, genel bir ifade ile kara bitkileri dışında bütün oksijen geliştiren fotosentetik

organizmaları içerirler. Bu çeşit protistler üç şubede yer alırlar. Heterotrofik protistler

protozoa denilen hareketli, hayvan benzeri formlar, hareketsiz formlar ve mantar benzeri

formlar içerirler. Heterotrofik protistler altı şubede toplanırlar. Bazı protistlerde, üreme

eşeysizdir ve diğerlerinde eşeylidir.

1-3 Protozoa

Protozoa hayvan benzeri mikroskobik organizmalardır. Çoğu bir hücrelidir, ancak

birkaç basit koloniyal formları vardır. protozoa tatlı ve tuzlu suda, toprakta ve diğer

organizmaların vücutlarında bulunurlar. Çoğu hareketlidir, yalancı ayaklar, kamçılar veya

sillerle hareket ederler. Bütün protozoa, besinlerini mutlaka çevreden alması gereken

heterotrofiktirler.

Hareket yöntemleri esasına göre protozoa dört şubeye ayrılırlar: sarcodina, Ciliata,

Mastigophora ve Sporozoa.

1-4 Sarcodina Şubesi- Ameboid Protozoanlar

Sarcodineler, Sarcodina şubesi, hareket eden ve “taklit ayaklar” ya da

yalancıayaklarla av yakalayan protozoanlardır. Bu grubun üyeleri hem tatlı hem de tuzlu

suda bulunurlar. Birazı hastalık nedeni parazitlerdir. Sarconidelerin en iyi bilineni sürekli

şekil değiştiren bir hücreli organizmalar amiplerdir.

Amibik dizanteri parazitik bir amip çeşidinin neden olduğu bir hastalıktır. Bu

tür tropikal alanlarda yaygındır. İnsan kalın bağırsağında yaşar ve bağırsak

çeperinden beslenmesi kanamalı ülsere neden olur. Bu hastalık bu amiplerden

bazıları sindirim atıklarıyla vücuttan dışarı atılan kistler oluşturduğunda yayılır. Bir

kişi bulaştırılmış suyu içerek veya besini yiyerek enfekte olur. Amibik dizanteri ilaçlarla

tedavi edilebilir. Lağım sularının uygun şekilde uzaklaştırılması ile ancak yok

edilebilmektedir.

Sadece bir hücre zarı ile çevrili olan amiplerin aksine, bazı sarcodineler kabuklarla

çevrilidir. Kalsiyum içerikli kabukları olan foraminiferanlar ve silikon içerikli kabukları olan

radiolarianlar bunlardandır. Her ikisi de okyanuslarda boldur. Bu organizmalar öldüğünde,

kabukları okyanus tabanındaki çamur içine gömülür. Bazı yerlerde, foraminiferan

kabuklarının şaşırtıcı miktardaki birikimi çok büyük tebeşir tortularını oluşturmuştur.

İngiltere sahillerinde beyaz Dover uçurumları bu yolla oluşmuştur. Radiolariyan kabukları

7

okyanusların bazı kısımlarında tabandaki cıvık çamurların çoğunu yaparlar ve bazı silikon

içeren kayaların da önemli bir parçasıdırlar.

1-5 Mastigophora Şubesi-Zooflagellatlar

Zoooflagellatlar, Mastigophora şubesi, protozoanların en basitleri olduğu düşünülür.

Bazı zooflagellatlar serbest yaşasa da, çoğu hayvan ve bitki gövdelerinde yaşar. Bu

grubun üyeleri uzun, kırbaç şeklindeki kamçılarını çırparak hareket ederler. Bazılarının

sadece bir kamçısı varken, diğerleri pek çoğuna sahiptir. Kamçıları tipik 9+2 mikrotübül

düzenlemesine sahiptir. Zooflagellatlar eşeysiz ve eşeyli ürerler.

Afrika uyku hastalığına neden olan Tryponosoma gambiensa zooflagellatlardandır. Bu

parazit toksinler salarak, kanda çoğalır. Hastalığın belirtileri güçsüzlük, uykululuk ve ateş

içerir. Tedavi edilmezse, hasta sonunda ölür. Bu protozoan Afrika yabani memelilerinin

kanında yaşar, ancak onlarda zararlı olmaz. Tsetse sineğinin ısırmasıyla insanlara ve evcil

hayvanlara yayılır.

Diğer zooflagellata termitlerin sindirim sisteminde yaşayan Trichonympha ‘dır.

termitler odunu yıkacak gerekli enzime sahip değildirler, ancak Trichonympha sahiptir.

Böylece, bu zooflagellata termitin yediği odunu yıkar ve her iki organizma bu besinleri

absorbe eder ve kullanır.

1-6 Sporlular Şubesi, Sporozoanlar

Sporozoa şubesinin üyeleri kendi kendine yer değiştiremezler. Tamamı asalak

protozoanlardır. Besinlerini konukçularının vücudundan sağlarlar. Bu şubenin tüm üyeleri

karmaşık hayat döngülerinin eşeysiz evresi sırasında sporlar meydana getirirler. En iyi

tanınan sporlular, insanlarda sıtmaya neden olan Plasmodium cinsinin üyeleridir (Şekil 1-

2). Bu parazit, dişi Anopheles spp. sivrisineğin ısırması ile insanlara aktarılır. Enfekte

olmuş bir sivrisinek kan emmek için insan derisini deldiğinde, Plasmodium hücreleri kılcal

damarlardan insanın kan dolaşımına geçirilir. Bu hücreler, sporlar oluşturarak insan

dokularında çoğalır. Bu sporlar sonunda kırmızı kan hücrelerine saldırır ve daha fazla

çoğalırlar. Plasmodium vivax her 48 ve P. malaria her 72 saatte bir kırmızı kan

hücrelerinden dışarı dökülür ve yenilerine saldırırlar. Kırmızı kan hücrelerinin

parçalanması ve hücre artıklarının kanın içine bırakılması hummalı ateşe ve sıtma

nöbetine (titremeye) neden olur.

Bir süre sonra, bazı sporlar gametositlere dönüşür. Enfeksiyonlu bir kişi bir sivrisinek

tarafından sokulduğunda, gametositler kanla sivrisineğe geçer. Eğer bu bir dişi Anopheles

spp. sivrisinekse, gametositler sivrisineğin midesinde gametlere gelişir. Makro ve

mikrogametler arasında döllenme meydana gelir ve bir zigot oluşur. Zigot binlerce

bulaştırıcı hücre oluşturacak şekilde bölünür. Bu hücreler, yeni kurbanı bulaştırmak için

bulundukları tükürük bezlerini de içeren çeşitli sivrisinek dokularına göç ederler. Sıtma

8

quanine ve chloroquine gibi ilaçlarla tedavi edilebilir, fakat sıtmadan korunmanın en etkili

yolu Anopheles spp. sivrisineği yok etmektir.

Şekil 1-2. Sıtma Parazitinin Yaşam Döngüsü

VİRÜSLER

Virüsler benzersizdirler. Canlı organizmaların sınıflandırılmasında diğer herhangi bir

gruba uymazlar. Yapıları ve kopyalanma yöntemleri ile ilgili çok şey bilinmekle, bilim

adamları hala virüslerin canlı olup olmadıklarına karar verebilmiş değillerdir. Virüsler

hücrelerden yapılmış değildirler. Konukçu bir hücre içinde olmadıkları sürece üreyemez ya

da kopyalanamazlar.

male gamete

(erkek gamet)

zygote

capillary

(kılcal damar)

fertilization

(döllenme)

salivary gland

(tükrük bezi)

midgut wall (ortabağırsak çeperi)

mitotic division

(mitotik bölünme)

infected mosquito

plasmodium cells released

(serbest kalan plasmodyum hücreleri)

plasmodium cells

female Anopheles mosquito

human skin

(insan derisi)

female gamete (dişi gamet)

liver cell (karaciğer hücresi)

9

1-7 Viral Yapı ve Çoğalma

Virüslerin büyüklüğü 0.01 ile 0.3 mikron arasında değişir. Bir virüs bir çekirdek asidi

özden ve onu çevreleyen bir protein kılıftan ibarettir. Şekilde görülen virüs bakterileri

enfekte den bir virüstür. Diğer virüslerin farklı şekilleri vardır, ancak yine bir protein kılıf

ve bir nükleik asit özden ibarettirler. Bu çekirdek asidi tek bir veya çift bağlı DNA, ya da

RNA olabilir. Virüsler herhangi bir içsel yapı veya enzim sistemi içermezler. Bir konak

hücre dışında, virüsler tamamen cansız görünürler.

Bir hücre belirli bir virüs çeşidi tarafından, ancak bu virüsün protein kılıfı için

reseptörleri olduğunda enfekte edilebilir. Bazı virüs enfeksiyon çeşitlerinde, protein kılıf

ve nükleik asidi içeren bütün virüs, konak hücreye girer. Diğerlerinde, virüsün protein

kılıfı hücrenin dışında kalır ve sadece nükleik asit hücreye girer.

Çoğu virüsler, bir konak hücreye girdiğinde, hücrenin biyokimysal mekanizmasını ele

geçirir ve hücreyi, başka virüsler üretmesi için kullanır. DNA içeren virüslerde, viral DNA

başka viral DNA üretmek için bir kalıp olarak ödev görür. Viral proteinlerin sentezini

yönetmek için viral mRNA da üretir. Viral genetik materyal RNA ise, bu RNA başka viral

RNA üretimini yönetir ve kendi mRNA’sı olarak rol oynar. Viral mRNA tarafından

sentezlenen proteinler arasında konak hücrenin zarını yok eden ya da parçalayan

enzimler vardır. Bazı yeni virüslerin konak hücreye katılmasından sonra, hücre zarı ( ve

hücre çeperi, varsa) parçalanır veya yok olur ve virüsler serbest kalırlar. Her bir yeni

virüs diğer bir hücreyi enfekte edebilir.

Bakterileri enfekte eden bir virüse bakteriyofaj denir. Bazı bakteriyofajlar yukarıda

açıklanan virüsler gibi davranırlar. Baktyeriyal hücrenin mekanizmasını ele geçirirler,

kendi kendine kopyalanırlar ve bakteriyal hücre duvarını ortadan kaldırırlar. Diğer

bakteriyal virüsler faklı davranırlar. Viral DNA hücreye girdiğinde, bakteriyal kromozomun

bir parçası olur. Hücre bölünmesi sırasında bakteriyal kromozom kopyalandığında, viral

DNA da kopyalanır. Bakteriyal hücre bölündüğünde, meydana gelen iki kardeş hücrenin

her biri bakteriyal kromozomla birlikte viral DNA’nın da bir kopyasını içerir. Bu viral DNA

pek çok generasyonda zararsız kalabilir, ancak sonunda hücre zarını ortadan kaldıran ve

hücreyi yok eden yeni virüsler üreterek kopyalanır.

1-8 Virüsler ve Hastalıklar

Soğuk algınlığı, çocuk felci, suçiçeği, kızamık ve gribi içeren pek çok insan hastalıkları

virüsler tarafından meydana getirilir. İnsan vücudu birkaç yolla kendini virüslere karşı

koruyabilir. Bağışıklık sistemi, kandaki lenfositler virüsleri yok eden antikorlar ürettiğinde

bir virüse karşılık verir. Bazı lenfositler virüs bulaşmış hücrelerle çatışırlar ve onları yok

ederler. Bu şekilde hiçbir yeni virüs sağlıklı hücrelere aktarılamaz. Vücut bir virüsle

enfekte olduğunda ayrıca interferon denilen bir madde de üretebilir. İnterferon bütün

virüs çeşitlerine karşı koruma sağlar. İnterferon üzerine şu anda yürütülen bilimsel

araştırmaların çoğu kanser ve çoklu skleroz gibi hastalılarda iyileştirici olarak

10

araştırılmasıdır. Doktorlar ayrıca çocuk felci ve kızamık gibi virüslerin neden olduğu belirli

hastalıkları önlemek için aşılar kullanmaktadır. Bu aşılar hastalığa neden olmadan

hastalığa karşı antikorların üretimini uyarmaktadır. Hastalığa neden olan virüs vücuda

girerse, derhal antikorlar tarafından saldırıya uğramakta ve yok edilmektedir.

2 HAYVANLAR

ALEMİ

OMURGASIZLAR-1

2-1 Hayvanların Temel Karakteristikleri

Zoologlar hayvanlar alemini 30 büyük gruba ya da şube’ye (phylum) ayırırlar. Şube

(çoğul: phyla) ‘alem’ ile ‘sınıf’ arasındaki kategoridir ve botanikteki bölüm (division)

teriminin karşılığıdır. En büyük 9 şube-Porifera, Coelenterata, Platyhelminthes,

Nematoda, Annelida, Mollusca, Arthropoda, Echinodermata, Chordata-hayvan türlerinin

çoğunluğunu (%98) içerir. Burada bu 9 şube değerlendirilecektir. Bir omurganın bulunup

bulunmaması esasına göre, hayvanlar iki gruba ayrılır. Bunlar, omurgası olan, omurgalı

hayvanlar ve omurgası olmayan, omurgasız hayvanlardır.

Tablo 2-1. En büyük dokuz hayvan şubesi

Şube Türkçe adı Ayırıcı karakteristik Tanımlanan

tür sayısı

Porifera Süngerler Gözenekli dış çeper 5,000

Cnidaria Coelenterates Özelleşmiş yakıcı hücreler 11,000

Platyhelminthes Yassı solucanlar Yassılaşmış vücut 25,000

Nematoda Yuvarlak solucanlar Keratin kütikül 80 000 +

Mollusca Yumuşakçalar Kaslı ayak, manto ve radula 93,000

Annelida Halkalı solucanlar Çok sayıda halka bölütler 16,300

Arthropoda Eklembacaklılar Kitin dış iskelet 1,134,000+

Echinodermata Derisidikenliler Kireçleşmiş dikensi uzantılar 7,000

Chordata Sırtipliler İçi boş sırtsal sinir ipi 100,000+

11

PHYLUM PLATYHELMINTHES—YASSISOLUCANLAR

2-2 Genel Karakteristikleri

Yassısolucanlar, Platyhelminthes şubesi, bilateral simetri gösteren basit

hayvanlardır. Ek olarak, yassısolucanlar belirli baş ve kuyruk bölgeleri gösteren en basit

omurgasızlar grubudur. Vücutları yassılaşmış olduğundan bu hayvanlara yassısolucanlar

denir. Yassısolucanların üç büyük grubu vardır, bunlar planaria gibi serbest yaşayan

yassısolucanlar; asalak karaciğer solucanları ve asalak şeritleridir. Serbest yaşayan

yassısolucanlar çoğunlukla suculdur ve tatlı ve tuzlu suda bulunurlar.

2-3 Yapı ve yaşamsal İşlevleri

Yassı solucanda vücut üç ayrı katmandan-ektoderm, mezoderm ve endodermden

oluşur. Bu dokular organlara ve organ sistemlerine organize olmuştur. Böylece,

yassısolucanlar organ ve organ sistemi düzeyinde organizasyon gösteren en basit

hayvanlardır.

Planaryalar. Planaryalar, Turbellaria sınıfı, tipik bir yassısolucan örneği olarak ele

alınacaktır.

Planaryalar dipteki yapraklar, kayalar ve kütüklere tutundukları tatlı su akıntıları ve

gölcüklerde bulunur. Bu hayvanlar gri, kahverengi veya siyah renkte ve 5 ile 25 milimetre

uzunluktadır. Üç köşeli baş bir çift göz benekleri içerir. Bu gözler görüntü

oluşturamazlarsa da, bu hayvanın kaçındığı ışığa karşı duyarlıdırlar. Planarya

çevresinde serbest hareket edebilir ve bir akarsuya bırakılan bir karaciğer parçası

birkaç dakikada planaryalarla kaplanır. Planaryanın hareketi, vücudunun altı bu

hayvanı ileriye doğru süren mikroskobik sillerle kaplı olduğundan bir yüzey üzerinden

kayma gibi görünür. Kaslar, şekillerini veya hareket yönlerini değiştirmelerine olanak

verir.

Planaryalar bir ağız, yutak ve fazlaca dallanmış bağırsaktan ibaret bir sindirim

sistemine sahiptir. Kaslı yutak, yiyim içim ağız açıklığına kadar uzanabilen bir borudur.

Ağız vücudun alt tarafının orta çizgisinde bulunur. Planaryalar canlı veya ölü küçük

hayvanlarla beslenir. Yutak küçük besin kırıntılarını sindirim boşluğuna emebilir. Bağırsak

çok fazla dallanmıştır. Sindirimin çoğu, bağırsağı astarlayan hücrelerin besin kofullarında

meydana gelir. Sindirilmiş besin vücut hücrelerine difüze olur. Sindirilemeyen materyaller

yutak ve ağızdan dışarı atılır.

Planaryaların isklet, dolaşım ve solunum sistemi yoktur. Oksijen ve karbondioksit basit

olarak bireysel hücrelerin içine ve dışına difüze olur. Ancak, vücut boyunca uzanan bir

borucuklar dizisinden ibaret bir boşaltım sistemine sahiptirler. Borucukların yan dalları

vücuttan fazla suyu ve sıvı atıkları uzaklaştıran ve kanallara geçiren alev hücreleri

12

denilen hücrelere sahiptir. Bu kanalların içeriği, sırtsal yüzeydeki küçük boşaltım

delikçiklerinden solucanın dışına geçer. Sinir sistemi göz beneklerinin

altında küçük bir beyin içerir. Beyinden, vücudun her iki yanında uzanan iki sinir sicimi

çıkar. Enine bağlantı sinirleri sinir sistemini bir el merdivenine benzedir. Merdiven

şeklindeki bu sinir sistemi planaryanın dürtülere eşgüdümsel bir biçimde tepki vermesine

olanak verir.

Planaryalar çok iyi gelişmiş bir üreme sistemine sahiptir. Hermafroditik olsalar da,

kendi kendini dölleme meydana gelmez. Bunun yerine, iki planarya çiftleşir ve sperm

değiştirir. Döllenme içseldir ve kısa bir süre sonra, döllenmiş yumurtalar kapsüller içinde

dökülürler. Birkaç haftada, bu yumurtalardan ergine gelişen küçücük kurtçuklar çıkar.

Planaryalar oldukça küçük bir bölütten bütün bir hayvana yenilenebilirler. Kuyruk ucunu

baş ucundan ayırarak bölünmeyle eşeysiz olarak da üreyebilir. Her bir yarım kayıp

yapıları yeniler.

Karaciğer solucanları. Karaciğer solucanları Trematoda sınıfından asalak yaşayan

yassı solucanlardır. Solucanın vücudu bu asalağı konukçusunun enzimlerinden koruyan

kalın bir kütikül ile kaplıdır. Karaciğer solucanlarının kendilerini konukçunun dokularına

tutturdukları emicileri vardır. Konukçudan sağladıkları besinler zaten yıkılmış olduğundan

iyi gelişmiş bir sindirim sistemine gereksinimleri yoktur.

Kan solucanı tipik bir asalak yassı solucandır. İnsanlarda, bu asalak schistosomiasis

denilen bir hastalığa neden olur. Ergin kan solucanı yaklaşık 1 santimetre boyundadır ve

insanın bağırsak damarlarındaki kanda yaşar. Burada, sindirim atıklarıyla vücuttan dışarı

geçen binlerce yumurta bırakır. Yumurtalar suya indiklerinde, içlerinden serbest yüzen

larvalar çıkar. Ardından eşeysiz olarak üredikleri salyangozların vücuduna girerler. Yeni

bireyler salyangozlardan ayrılır ve akarsuları, çeltik tarlalarını ve sulama hendeklerine

bulaşırlar. İnsanların üzerlerine teması ile, bu sülükler deriyi deler ve üreme

döngülerini yeniden başlatırlar. Kan solucanı kan kaybına, ishale ve fazla ağrıya neden

olurlar.

Şeritler. Şeritler Cestoda sınıfından asalak yaşayan yassı solucanlardır. İnsanlara

bulaşabilen sığır şeridi, uzun kurdele benzeri yassı solucandır. Erginleri 4 ile 9 metre

boyda olabilmektedir. Bu yassı solucanlar boşaltım ve sinir sistemleri ile çok iyi gelişmiş

üreme sistemine sahiptirler. Ağız ve sindirim sisteminden yoksundurlar. Şeritler asalak

olarak bağırsakta yaşar ve sindirilmiş besinleri derilerinden absorbe dereler. Topuz

şeklindeki baş ya da scolex üzerindeki emiciler bu yassı solucanı yerinde tutarlar. İnsan

Domuz şeridi gibi bazı şeritlerin emiciler yanında çengelleri de vardır.

Baş ve boynun aşağısında proglottidler denilen dördül vücut bölütleri vardır. Bu

bölütler boyun bölgesinden tomurcuklanma ile sürekli olarak üretilirler. Temelde sperm

ve yumurta üreten proglottidler üreme yapılarıdır. Dönemsel olarak, uç bölütler, 100,000

13

dolayında döllenmiş yumurta ile dolar, ayrılır ve konukçunun dışkısına geçer. Sığırlar

yumurtaların bulaştığı besinleri yerlerse, bu yumurtalar bağırsakta larvalara gelişirler. Bu

larvalar delerek kan damarlarına girerler ve hareketsiz bir kapsül oluşturdukları kaslara

taşınırlar.

İnsanlar iyi pişmemiş sığır eti yediklerinde bulaştırılmış olurlar. Larvayı kuşatan kapsül

küçük şeridi serbest bırakarak sindirilir. İnsan şeritleri gerekli besinleri absorbe ederek

rahatsızlığa neden olur ve gerçekten besilerin bağırsaktan geçişini engelleyebilir.

NEMATODA ŞUBESİ-YUVARLAK SOLUCANLAR

2-4 Genel karakteristikleri

Nematoda şubesi ince, bilateral simetrili yuvarlak solucanlardan ibarettir. Uzamış,

silindirik vücutları her iki sonda uca doğru sivrilmiş ve dayanıklı kütikül ile örtülüdür.

Boyları 1 milimetrenin altından bir metrenin üzerine değişir. Yuvarlak solucanların çoğu

serbest yaşarken, diğerleri asalak olarak yaşar. Serbest yaşayan formlar tatlı suda, tuzlu

suda ve toprakta bulunur. Alglerle, bitki özsuyu ile ve çürüyen organik maddelerle

beslenirler. Asalak formlar pek çok bitki ve hayvan çeşidinin üzerinde veya içinde yaşar.

Yuvarlak solucanların çevredeki gerçek miktarları şaşılacak kadar fazladır. Bir kürek

dolusu bahçe toprağında bir milyon veya daha fazla nematodların bulunduğu tahmin

edilmektedir.

2-5 Yapı ve yaşam İşlevleri

Yassı solucanların aksine, yuvarlak solucanların boru şeklindeki sindirim sisteminin iki

açıklığı vardır. Besin, ön uçtaki ağızdan alınır ve sindirilmemiş materyaller arka uçtaki

anüse geçirilir. Yuvarlak solucanlar iki açıklığı ve vücut tasarında bir boru içinde bir boru

olan tam bir sindirim sistemine sahip en basit hayvanlardır.

Nematodların dolaşım ve solunum sistemleri yoktur. Sinir sistemi gibi basit bir

boşaltım sistemleri vardır. İyi gelişmiş kaslar nematodların karakteristik kamçı tarzındaki

hareketine olanak veren vücut duvarında bulunur.

Nematodların çok iyi gelişmiş üreme sistemleri vardır. Eşeyler ayrıdır ve döllenme

dişinin vücudunda meydana gelir. Serbest yaşayan formlarda kalın bir kabukla

çevrili döllenmiş yumurtalar toprağa bırakılır. Yumurtadan yeni çıkmış yavru ergini

andırır.

2-6 İnsanlarda ve Diğer Memelilerde Asalak Yaşayan Yuvarlak Solucanlar

Trişin, filaria, askarit ve kancalıkurt insanlara bulaşan asalak yuvarlak solucanlardır.

Trişin insanlarda trichinosis’e neden olan nematoddur. Ergin trişin solucanlar

domuzların bağırsağında yaşar. Bu solucanlar ürediğinde, meydana gelen larva domuzun

kaslarına akın ederler. Yaklaşık 1 milimetre uzunluğa kadar gelişirler ve ardından kıvrılır

14

ve sert kistlerin içinde kuşatılırlar. Organizmaları öldüremeyecek yeterince iyi pişmemiş

domuz eti bir insan tarafından yenirse, sindirim enzimleri kistlerden larvaları serbest

bırakır. Larvalar insan bağırsaklarında erginlere gelişir ve eşeyli olarak ürerler. Bu yeni

larvalar domuzlardaki larvalar gibi kan damarlarına ve kaslara giderler. Bu yuvarlak

solucanların kaslardaki hareketleri şiddetli ağrıya neden olur ve kaslarda kalıcı zarara

neden olabilir. Trişinozdan, domuz etinin tamamen pişirilmesi ile kolaylıkla

sakınılabilmektedir. Domuzlar pişmemiş bulaşık et artıkları ile beslendiklerinde

bulaştırılmış olurlar. Bugün domuz yetiştiriciliğinde daha sağlıklı ürünler kullanıldığından,

trişinoz artık o kadar çok yaygın değildir.

Filaria solucanları fil hastalığı denilen bir hastalığa neden olur. Bu solucanlar tropikal

ve subtropikal bölgelerde bulunan bir sivrisinek türü tarafından taşınırlar. Bu solucanlar

bulaşık bir sivrisineğin sokmasıyla insanlara yayılır. İnsan vücudunda filaria solucanları

lenf damarlarını tutarak ve sıvı birikmesine ve dokuların şişmesine neden olarak kılcal

sisteme akın ederler. Enfekte olan vücut alanı anormal olarak büyür ve bu dokular çok

fazla zarara sokulur. Lenfal dokularda, bu solucan kan dolaşımına giren

larvaları oluşturan eşeyli olarak ürer. Bir sivrisinek bulaşık bir insanı ısırdığında

bulaştırılır. Larvalar sivrisineğin içinde erginleşir ve enfeksiyon bu bulaşık sineğin

ısırmasıyla yayılır.

Askarit asalak yaşayan en yaygın yuvarlak solucanlardan biridir. En çok çocuklarda

bulunan çok küçük bir solucandır. Ergin askaritler kalın bağırsakta yaşar. Dişi solucanlar

yumurtalarını anüs bölgesine bırakır. Yumurtaların varlığı kaşıntıya neden olur. Çocuk

kaşındığında, bazı yumurtalar parmaklarına gelir. Çocuklar yıkanmamış parmaklarını

ağızlarına koyduklarında kendi kendilerini yeniden bulaştırırlar. Askaritler sadece birkaç

hafta yaşarlar. Böylece, temizlenme ile yeniden bulaşma önlenirse, askaritler kısa bir süre

içinde bağırsaktan kaybolurlar.

Kancalıkurt en yaygın olarak sıcak iklimlerde bulaştırılmış topraklarda yalınayak

dolaşan insanlara bulaşan bir nematoddur. Kancalıkurt ince bağırsakta yaşar ve

yumurtaları dışkı ile vücuttan ayrılır. Lağım boşaltımı yeterli olmadığında, insanların

onlarla temasta olduğu toprakta bu yumurtalardan larvalar çıkar. Larvalar çıplak ayak

derilerini deler. Vücutta dolaşım sistemiyle akciğerlere taşınırlar. Akciğerleri deler,

öksürülüp çıkarılırlar, yutulur ve bağırsak çeperinden kan emdikleri ince bağırsağa tekrar

geçerler. Kancalıkurt enfeksiyonunun belirtileri kansızlık ve enerji yokluğudur.

Asalak olarak yaşayan solucanların neden olduğu hastalıkların geniş yayılışı vardır,

ancak pek çoğu uygun kişisel hijyen, yeterli sağlık koruması ve besinlerin tam

pişirilmesi ile kontrol edilebilmektedir. Bu asalakların kontrolünde bazı ilaçlar da faydalı

olmaktadır.

15

ANNELİDA ŞUBESİ-HALKALI SOLUCANLAR

2-7 Genel Karakteristikleri

solucanların en bilinenleri Annelida şubesi, halkalı solucanlardır. Bu şube yer solucanı,

Oligochaeta sınıfını ve sülük, Hirudinea sınıfını içerir. Annelidlerin en dikkat çekici

karakteristikleri ayrı parçalar ya da halkalar olan vücut bölmeleridir. Halkalı

solucanlar tatlı ve tuzlu suda ve karada bulunurlar. Bu solucanların çoğu serbest yaşar,

ancak birkaçı asalaktır. Annelidler 1 milimetrenin altından 2 metrenin üstünde boyda

olurlar.

2-8 Yapı ve Yaşamsal İşlemler

Annelidler bilateral simetrilidirler. Vücutları dışsal ve içsel olarak halkalara ya da

metamerlere bölünmüştür. Bu çeşit bölütlenmeye metamerism denir. Annelidler kapalı bir

dolaşım sistemine sahip en basit omurgasızlardır. Ek olarak, daha karmaşık hayvanlar

gibi, bir boru içindeki boru vücut tasarına sahiptirler. Endodermle astarlanmış sindirim

sistemi, iç borudur ve her iki uçta, ağız ve anüs, açıktır. Vücut duvarı dıştaki boruyu

yapar ve ektodermle kaplıdır. Sıvı dolu bir vücut boşluğu bu iki boru arasında bulunur. Bu

boşluğa coelom denir ve mezodermle astarlanmıştır.

Sülükler. Sülükler çoğunlukla omurgalıların asalakları tatlı su hayvanlarıdır. Bazısı

nemli toprakta bulunur. Çoğu avlarının kanıyla yaşar. Annelidlerin karakteristik

bölütlenmesi sülüklerde çok belirgin değildir. Sülüklerin ön ve arka uçlarında emicileri

vardır. Beslenmede, sülük arka emicisi ile kendini konukçusuna takar. Ardından ağzı ve

üç küçük çeneyi çevreleyen ön emiciyi tutturur. Çeneler konukçunun derisini yırtar.

Sülüğün tükürüğü, emerken konukçunun kanının pıhtılaşmasını önleyen bir enzim içerir.

Sülük bir beslenmede kendi vücut ağırlığının pek çok katı kanı yutabilir. Sülük

dolduğunda, konukçudan düşer ve sindirim sisteminde yığılan kanın kademeli sindirdiği

uzun dönemler etkinsiz kalır. Sülükler hermafrodidirler, ancak iki sülüğün sperm

değiştirdiği çapraz döllenme meydana gelir. Döllenmiş yumurtalar suda veya toprakta

gelişir.

16

3

OMURGASIZLAR-2

EKLEMBACAKLILAR

EKLEMBACAKLILAR ŞUBESİ

3-1 Eklembacaklılar

Eklembacaklılar şubesi sinekler, arılar, kınkanatlılar, sivrisinekler, kelebekler,

karıncalar, örümcekler, yengeçler, ıstakozlar ve karidesler gibi yaygın hayvanları içerir.

Eklembacaklılar bütün hayvan gruplarının biyolojik olarak en başarılı ve en kalabalık

olanıdır. Diğer bütün organizma türlerinin hepsinin toplamından daha çok eklembacaklı

türü vardır. Eklembacaklılardan başka bilinen 400,000 bitki türü ve 250,000 hayvan türü

vardır. Ancak eklembacaklıların 1 milyondan fazla bilinen türü vardır. Eklembacaklılar

yeryüzünün bütün bölgelerinde bulunurlar ve insanlar için çok büyük önemdedirler.

Eklembacaklılar şubesi beş sınıfa ayrılır. Bunlar Kabuklular, Çıyanlar, Kırkayaklar,

Örümcekler ve Böceklerdir. Her bir sınıfın karakteristikleri bu bölümde ayrı olarak daha

sonra açıklanacaktır.

3-2 Eklembacaklıların Genel Karakteristikleri

Pek çok yönden, eklembacaklılar en gelişmiş omurgasızlardır. Bilateral simetrilidirler

ve küçük bir sölomları vardır.

Eklembacaklılar şubesi çok büyük sayıda benzer olmayan türlerden oluşsa da, bütün

eklembacaklılar bazı ortak özellikleri paylaşırlar.

1. Eklembacaklıların eklemli bacakları vardır. Eklembacaklıların üyeleri oynar

eklemlerde birbirine bağlı birkaç parçadan oluşur. Bu eklemler birbirine karşı çalışan

kaslarla denetlenirler ve daha serbest harekete izin verirler. Bu eklemli üyelerin farklı

düzenlemeleri ya da eklenmeleri, yürümek, yüzme, sıçrama, zıplama, uçma, yakalama,

kazma ve delme gibi değişik işlevlere izin verir.

2. Eklembacaklıların bir karbonhidrat ve protein olan kitinden oluşmuş dış iskeletleri

vardır. Dayanıklı, hafif dış iskelet içindeki yumuşak vücut kısımlarını korur. Dış iskelet su

geçirmezdir ve pek çok eklembacaklının başarıyla karada yaşamasına olanak veren fazla

su kaybını önler. Dış iskelet esnek olmadığından ve büyüyemediğinden, yavru

eklembacaklılar deri değiştirme denilen dönemsel bir işlem geçirmek zorundadırlar. Deri

değiştirmede, dış iskelet atılır ve yeni, daha büyüğüyle değiştirilir. Yeni dış iskelet

sertleşinceye kadar, hareket edemediği ve kendini savunamadığı için yavru hayvan

17

duyarlıdır. Bu nedenle, pek çok eklembacaklı yeni dış iskeletleri sertleşinceye kadar

saklanırlar.

3. Halkalı solucanlar gibi, bütün eklembacaklılar bölütlüdürler. Ancak, bu vücut

bölütleri özel vücut bölgelerini oluşturmak için çoğunlukla değişmiş ve kaynaşmıştır.

Eklembacaklıların çoğunda, bir baş, göğüs ve karın vardır. Baş iyi gelişmiştir ve

çoğunlukla altı bölütten oluşur. Baş çiğneme veya emme için özelleşmiş bir ağız içerir.

Göğüs, eklembacaklıların orta kısımları ve karın arka kısımlarıdır. Baş her zaman altı

bölüt içerirken, göğüs ve karındaki bölütlerin sayısı eklembacaklıların bir grubundan

diğerine büyük oranda değişir.

4. Eklembacaklılar çok iyi gelişmiş bir sinir sistemine sahiptir. Ayrı bir beyin ve sindirim

sisteminin altında bulunan altsal bir sinir ipi vardır. Eklembacaklılar gözler, işitme

organları, dokunmaya duyarlı duyu hücreleri ve dokunma ve kimyasallara duyarlı

duyargaları içeren duyu organlarının bir çeşidine sahiptirler.

5. Eklembacaklıların açık bir dolaşım sistemleri vardır. Sindirim sisteminin üzerinde

bulunan sırtsal bir boru şeklinde kalp vardır. Atardamarlar, kanı, kalpten dokuları

doğrudan ıslattığı vücut boşluklarına taşır. Kan sonunda yanlardaki açıklılarından tekrar

kalbe girer.

CHILOPODA VE DIPLOPODA SINIFLARI—

ÇIYANLAR VE KIRKAYAKLAR

3-3 Çıyanların Genel Karakteristikleri

Çıyanlar ya da “yüz bacaklılar” Chilopoda sınıfına aittirler. Gerçekten, bazı çıyanlar

150 çitten daha fazla bacağa sahiptirler, ancak 30 ile 35 çift en yaygın olanıdır. Bir çıyan

altı bölütten yapılmış ayrı bir başa sahiptir. Başı, pek çok benzer bölütten yapılmış uzun,

solucan benzeri, hafif yassılaşmış vücut izler. Çıyanlar karda yaşar ve yaygın olarak kütük

ve taşların altları gibi karanlık, nemli yerlerde bulunurlar.

Çıyanlarda, başın gerisindeki biri ve en son ikisi dışındaki bütün vücut bölütlerinin birer

çift bacakları vardır. Başta bir çift anten ve çeşitli ağız parçaları vardır. çıyanlar temelde

böceklerden beslenir. Çıyan kurbanını birinci vücut bölüdünde bulunan zehirli kıskaç ile

ısırır. Küçük çıyanlar insanlara zararlı değildir. Yaygın ev çıyanı yaklaşık 2.5 santimetre

uzunluktadır. Geceleyin, hamamböcekleri, tahtakuruları ve diğer böcekleri yiyerek besin

arar.

3-4 Kırkayakların Genel Karakteristikleri

Kırkayaklar ya da “bin bacaklılar” Diplopoda sınıfına aittirler. Bin tane bacakları

yoktur, fakat 300 çiftten daha fazlasına sahiptirler. Çıyanlar gibi, kırkayaklar ayrı bir

başa ve pek çok bölütten yapılmış uzun, solucan şeklinde bir vücuda sahiptirler. Son iki

18

bölüt dışında, kırkayakların her bir bölütte bir çift bacakları vardır. Baş bir çift anten ve

çeşitli ağız parçaları taşır. Kırkayakların, çıyanların aksine zehirli kıskaçları yoktur.

Çıyanlar hızlı hareket edebilmelerine karşın, kırkayaklar çok daha yavaş hareket ederler.

Temelde çürüyen bitkisel materyalle beslenirler. Taciz edildiklerinde, kırkayaklar

çoğunlukla kedilerini bir top gibi sararlar. Pek çoğunun kötü kökü veren “pis koku” bezleri

vardır. Oxidus gracilis (Koch, 1847) (Polydesmida: Paradoxosomatidae) (yassı sırtlı

kırkayak) 2007 yılı yaz aylarında Rize Ardeşen’de aşırı çoğalması görülmüştür.

It has been introduced into North America and all the inhabited continents of the world. The arthropod often

becomes a pest here in the US and undergoes population explosions with literally tens of thousands of individual. I think may well be the most widespread and abundant metazoan animal in the world, given the

enormous populations that exist in cities and towns.

ARACHNIDA SINIFI-ARACHNİDLER

3-5 Arachnidlerin Genel Karakteristikleri

Arachnida sınıfınınüyeleri arachnidler, örümcekleri, akrepleri, keneleri, akarları ve

Phalangileri içerir. Bazı arachnidler insanlar ve diğer hayvanlar için rahatsız edici ve hatta

tehlikelidirler. Akarlar ve keneler insanlar, köpekler, tavuklar ve sığırları içeren pek çok

hayvanların derilerinde geçici parazitler olarak yaşarlar. Akarlar çoğunlukla dayanılmaz

kaşıntılara neden olurlar. Keneler ateşli humma ve sığır hummasını içeren bazı

hastalıkları taşırlar. Akrepler kuyruklarıyla sokarlar. Sokma çok acı verici olsa da,

çoğunlukla insanlar için ölümcül değildir. Örümcekler genelde zararsızdır. Gerçekten,

böceklerle beslendiklerinden, çoğunlukla yararlıdırlar. Örümcekler taciz edilmedikçe nadir

olarak sokarlar.

3-6 Arachnidlerin Yapısı ve Yaşamsal İşlevleri

Arachnidlerin çoğu karda yaşar ve çoğu böcekleri andırır. Arachnidlerin vücudu baş ile

göğüs ve karından ibarettir. Bu hayvanların antenleri de çiğneyici çeneleri de yoktur.

Hepsi baş ile göğüste, altı çift eklemli üyeleri vardır. Üyelerin birinci çifti avı delmede

kullanılan uzun sivri diş şeklindeki keliseralardır. Avın vücut sıvıları ardından emici

midenin eylemiyle örümceğin ağzına çekilir. Çoğunlukla, keliseralarla bağlantılı zehir

bezleri avı felç eden bir zehir enjekte eder. Üyelerin ikinci çifti, pedipalpler kimyasallara

ve dokunmaya karşı duyarlıdırlar. Pedipalpler besini tutar ve erkek tarafından üremede

kullanılırlar. Bundan sonraki üyeler dört çift yürüme bacaklarıdır.

Arachnidlerin solunum organlarına kitap akciğerler denir. Karnın alt tarafındaki

odacıklarda bulunan, kan damarlarını içeren yaprak benzeri bir dizi levhalardan

ibarettirler. Karındaki yarıklardan içeriye çekilen hava bu levhalar arasında dolaşır. Gaz

değişimi bu levhalardaki kan ile odacıktaki hava arasında meydana gelir. oksijen ve

karbondioksit vücut hücreleri ile kitap akciğerler arasında kan içinde taşınır. Bazı

19

böceklerinkine trake ya da hava borularına mevcut olsa da, bunlar solunumda çok az bir

rol oynarlar.

Örümceklerde ve diğer bazı arachnidlerde, erkeğin pedipalpleri sperm aktarımı için

değişikliğe uğramıştır. İncelikli kur davranışının ardından, erkek spermleri dişinin meni

haznesine koyar. Örümceklerde, dişi yumurtaları koyarken, yumurtalar depolanan

spermlerle döllenir ve bir koza içinde sarmalanırlar. Bazı türlerde dişi yavrular

yumurtadan çıkıncaya kadar kozaları taşır. Diğer örümcek türlerinde kozalarındaki

yumurtalar toprağa bırakılırlar. Diğer çeşit arachnidlerde, sperm dişinin vücuduna erkek

tarafından aktarılmaz. Bunun yerine, sperm bir örtü ile kuşatılır ve yere bırakılır.

Ardından bu örtü dişi tarafından gonopore denilen özel bir vücut açıklığına alınır.

Örümceklerde ve bir diğer küçük arachnid grubunda, karnın sonunda üç çift iplik

memeciği vardır. iplik memecikleri karının içindeki ipek bezleri tarafından üretilen ipeği

örmek için kullanılır. Sıvı protein iplik memeciklerinden dışarı sıkıldıkça, iplikçik olarak

sertleşir. Örümcekler bu iplikçikleri pek çok amaç için kullanırlar. Bazısı bunları içinde av

yakaladıkları ağlar oluşturmak için kullanır. İplikçikler yuvaların içini kapatmak ve

döllenmiş yumurtalar için koza yapmak için de kullanılır. Örümcekler ayrıca iplikçikleri

ulaşım aracı olarak da kullanırlar. Kendi kendilerine iplikçikle bir ağaçlardan inebilirler.

INSECTA SINIFI—BÖCEKLER

3-7 Böceklerin Genel Karakteristikleri

Böcekler, Insecta sınıfı, biyolojik olarak hayvanlar içerisindeki en başarılı gruptur.

Bilinen türü 900000'den fazladır. Bazılarının tatlı sularda, bazılarınınsa tuzlu sularda

yaşamasına rağmen hemen tüm böcekler karasal hayvanlardır. Böceklerin boyutları, 0.25

milimetre boyundaki küçük böceklerden, kanat açıklığı 30 santimetre olan tropikal

pulkanatlılara kadar değişiklik gösterir. Fakat birçok böceğin boyu 2.5 santimetreden

daha kısadır.

1. Böcekler uçabilen yegane omurgasızlardır. Uçabilme yetenekleri onlara

yiyecek ararken uzun mesafelerde gitme olanağı sağlar. Uçma özellikleri onlara

düşmanlarından kaçma ve yeni ortamlara yayılabilme imkanı sağlar.

2. Böceklerin, beslenme ve üreme uyumlarında oldukça büyük bir çeşitlilik vardır. Bu

uyumlar, böceklerin her çeşit ortamda bulunmalarına ve birçok ortamdan besin

sağlamalarına olanak verir.

3. Böcekler oldukça yüksek üreme oranına sahiptir. Tek bir dişi bir defada yüzlerce,

hatta binlerce yumurta koyabilir. Bu yumurtalar çok çabuk gelişirler ve bir yıl boyunca

sırasıyla milyonlarca yeni nesil üretebilirler.

4. Böcekler çoğunlukla küçüktür, bu da yaşamak için geniş alanlara ihtiyaçları olmadığı

anlamına gelir.

20

3-8 Böceklerin Sınıflandırılması

Zoolojinin böceklerle ilgilenen dalına entomoloji denir. Böceklerle ilgili konularda

çalışan bilim adamlarına entmologlar denir. Entomologlar Insecta sınıfını 27 takıma

ayırmışlardır. Yirmi yedi takımdan altısı ormancılık bakımından büyük öneme sahiptir. Bu

altı önemli takım Orthoptera, Hemiptera, Homoptera, Hymenoptera, Coleoptera,

Lepidoptera ve Diptera'dır. Tablo 24-1 bunların ve diğer böcek takımlarının

karakteristikleri göstermektedir.

Tablo 3.1 Başlıca Böcek Takımlarının Temel Özellikleri

Takım Örnekler Ağız Parçaları

Kanatlar Özellikler/ Habitat

Tysanura

Gribalıkçıllar, kılkuyruklar

çiğneyici

yok

Küçük böceklerdir. Kılkuyruklar, yaprak çürüntü katmanında, tomrukların altında vb. bulunurlar. Gribalıkçılların nemli yerlerde bulunur, çoğu kez binaların içinde zarar verirler.

Anopleura

emici bitler

emici

yok

Memeli parazitleri. İnsan da dahil olmak üzere konukçularının kanlarını emerek beslenirler. Isırıkları tahriş edicidir ve hastalık yayarlar.

Coleoptera

Kınkanatlılar (dalıcı kınkanatlılar, ateş böcekleri, kabuk böcekleri, gelin böcekleri, haziran böcekleri, halı kınkanatlıları, patates böceğiı)

çiğneyici

genellikle 2 çift

En geniş böcek takımı. Bütün habitatlarda bulunur. Birçoğu bitkiler üzerinde beslenir ve önemli zararlılardır.

Diptera

Sinekler, evsinekleri, kara sinekler, sivrisinekler, titrersinek, atsinekleri)

emici

1 çift

Oldukça farklı geniş alanlarda bulunur. Bazıları bitkiler üzerinde beslenir, bir kısmı parazittir ve diğer böcekler üzerinde beslenirler. Birçoğu zararlıdır. Bazıları bitkilerde zararlıdır, bazıları hayvan hastalıkları bulaştırır.

Ephemeroptera

mayıs sinekleri

yitirilmiş

2 çift

Küçük veya orta boyutta, göl, dere sucul çevrede yaşarlar. Erginler sadece bir gün yaşar ve hiçbir şey yemezler.

21

Heteroptera

Su böcekleri, su tahtakuruları, yatak böcekleri, suikastçı böcekler, tıs böcekleri, kımıllar

emici

yok veya 2 çift

Çok büyük bir grup. Çoğunluğu karasal; bazıları sucul ve az kısmı da parazittir. Bir kısmı bitkiler üzerinde beslenir, diğerleri böcekleri avlar.

Homoptera

Ağustosböcekleri, afidler, yaprakbitleri, tükürük böcekleri bitki pireleri, beyazsinekler, lak böcekleri

emici yok veya 2 çift Bitkilerde beslenirler. Çoğu önemli zararlara neden olur ve bir kısmı da hastalık bulaştırır. Lak böcekleri, şellak üretiminde kullanılan lakın kaynağıdır.

Hymenoptera

arılar, yabanarıları, karıncalar, testereli arılar

arılar: emici yabanarıları, karıncalar ve testereli arılar: çiğneyici

yok veya 2 çift

Çeşitli habitatlarda, çoğunlukla vejetasyon, özellikle çiçeklerde ve yerde yaşayan geniş bir grup. Bazıları diğer böceklerin parazitleridir. Karıncalar, bazı yaban arıları ve arılar sosyal böcekler. Üyeleri, her birinin belli görevleri yürüttüğü kolonilerde yaşarlar. Bal arıları, birçok türdeki bitkinin tozlaşmasında çok önemli önemlidir.

Isoptera

termitler

çiğneyici

yok veya 2 çift

Çoğunlukla odunla beslenen, küçük, sosyal böcekler. Termitler, odundan yapılmış olan bina ve diğer objelere zarar verir veya yok ederler.

Lepidoptera

kelebekler ve pul kanatlılar

Halka şeklinde kıvrılmış emici boruyla bir

genellikle 2 çift

Vejetasyon üzerinde bulunur. Bu grubun larvaları bitkiler üzerinde beslenen ve çoğu kez önemli zararlar veren tırtıllardır.

Mallophaga

çiğneyici bitler

çiğneyici

yok

Kuşlarda ve memelilerde (fakat insanlarda değil) parazittir.

Odonata

yusufçuklar, su bakireleri

çiğneyici

2 çift

Su çevresinde bulunurlar; sivrisineklerle ve diğer küçük böceklerle beslenirler.

Orthoptera

Hamamböcekleri, cırcırböceği, cırtlaklar, ot çekirgeleri, tarla çekirgeleri, danaburnu, çalı çekirgesi, peygamber develeri

çiğneyici

genellikle 2 çift

Yerde ve alçak boylu bitki örtüsü üzerinde bulunan büyük böceklerdir. Birçoğu vücut parçalarını birbirine sürerek ses çıkarırlar. Bu grubun birçok üyesi bitkiler üzerinde beslenir ve büyük zararlar verirler.

22

Hamamböcekleri binalar içindeki zararlılardır.

Siphonaptera

pireler

emici

yok

Kuşlardaki ve memelilerdeki küçük parazitlerdir. Pireler, evcil hayvanlara ve insanlara zarar verir. Pirelerin çok az bir kısmı, vebayı da içeren hastalıklar bulaştırırlar.

3-9 Böceklerin Ekonomik Önemi

Böcekler o kadar yaygın ve çoktur ki günlük yaşamı birçok yönden etkilerler. Böcekler,

her yıl ürünlerde milyarlarca dolar zarara neden olmaktadır. Böcekler, Hollanda karaağaç

hastalığı ve mısır tanesi kararması hastalıkları gibi birçok bitki hastalığını yayarlar. Ayrıca

birçok hayvan hastalığı da bulaştırırlar: sivrisinekler sıtma, sarıhumma ve fil hastalığı; ev

sinekleri dizanteri ve tifo; çeçe sinekleri Afrika uyku hastalığı; bitler tifüs; ve pireler veba

taşırlar. Böcekler ayrıca eşyalara da zarar verirler: termitler oduna; pul kanatlılar ve halı

kınkanatlıları giyeceklere, kumaşlara, kürklere ve halılara; gribalıkçıl kağıtlara zarar verir;

ve buğdaybitleri, hamamböcekleri ve karıncalar yiyecekleri bozarlar.

Ayrıca böceklerin önemli işlevleri de vardır. Çeşitli böcekler, ürün veren bitkilerin

tozlaşmasında önemlidir. Örneğin, arılar elma ve armut çiçeklerini, yonca ve çilekleri

tozlaştırır. Böceklerden sağlanan ürünler, arılardan elde edilen bal; lak böceklerinden

elde edilen ve şellak yapımında kullanılan lak; ve ipek böceklerinden elde edilen ipeği

içermektedir.

Bazı böcekler insanlara ve eşyalara zararlı olan diğer böcekleri yok ederler.

Gelinböcekleri, portakal ve limonda zararlı olan koşnil ve unlubit böceklerini yerler.

Peygamberdeveleri hemen hemen yakalayabildikleri tüm böcekleri yerler. Parazitarılar,

yumurtalarını larvaların içine koydukları için sonuçta onları öldürürler. Suda yaşayan

böcekler sivrisinek larvalarını yerler. Ayrıca böcekler kuşlar, kurbağalar ve balıklar için

besin kaynağıdırlar. Son olarak, bazı böcekler ölü bitkileri ve hayvan artıklarını yiyerek,

temizleyici olarak görev yaparlar.

Diğer hayvan veya böceklere zarar vermeden, zararlı böcekleri kontrol altında

tutmanın yollarını bulmak bilim adamları için başlıca problemdir. Kimyasal insektisitler,

çevreyi zehirler ve zararlı ve faydalı böceklerin her ikisini de öldürürler. Diğer hayvanlara

ve insanlara da zararlıdırlar. Ayrıca zaman içerisinde böcek populasyonları kimyasallara

karşı dayanıklı hale gelirler.

Birçok bilim adamı, biyolojik kontrol yöntemlerinin kimyasal insektisitlerden daha

güvenli olduğuna inanmaktadır. Biyolojik kontrol, erkeklerin kısırlaştırılıp salıverilmesi;

dirençli bitkiler yetiştirilmesini; sadece zararlı böcekleri yok edecek spesifik parazit ve

predatörler tespit edilmesini; ve böcekleri tuzaklara çekmek için cinsel çekicilerin

(feromonların) kullanılmasını içerir.

23

4

OMURGALILAR-1

BALIKLAR

İKİYAŞAMLILAR

SÜRÜNGENLER

CHORDATA ŞUBESİ-SIRTİPLİLER

Chordata şubesi üç alt şubeye ayrılmıştır. Bunların en büyüğü omurgalıları içeren

Vertebrata alt şubesidir. Diğer iki sırtipli alt şubesi Urochordata ve

Cephalochordata’dır. Bu iki alt şubenin üyelerinin omurgaları yoktur ve omurgalılardan

daha ilkel oldukları varsayılır.

OSTEİCHTHYES SINIFI-KEMİKLİ BALIKLAR

4-1 Kemikli Balıkların Genel Karakteristikleri

Osteichthyes sınıfı, kemikli balıklar, balıkların en büyük sınıfıdır. Bu grubun üyelerinin

kemik iskeletleri, çift yüzgeçleri ve koruyucu bindirmeli pulları vardır. Dünyanın her

tarafında tatlı ve tuzlu sularda bulunurlar. Kemikli balıklar, 10 milimetre boydaki Filipin

kayabalığından, 4 metreden uzun olabilen kılıç balığına değişen çok farklı

boyutlardadırlar.

Kemikli balıklarda çok sayıda ek koruyucu uyumlar bulunur. Örneğin, kirpi balığı keskin

dikenlerle kaplıdır. Tehlike anında, kendini hava veya su ile şişirerek dikenlerin ayağa

kaldırır. Uçan balıkların kanat benzeri bir çift göğüs yüzgeçleri vardır. Düşmanlarından

kaçmada, sudan dışarı fırlarlar ve havada 100 metre veya daha fazla uzağa süzülürler.

Güney Amerikan büyük elektrikli yılanbalığı güçlü bir elektrik yükü ile düşmanlarını

bayıltır veya öldürür.

Kemikli balıklar çeşitli türden koruyucu renklenmeler de gösterirler. Pek çoğu yakın

çevrelerine uymak için parlak renklidirler. Dilbalıkları gibi bazıları, renk hücrelerindeki

pigment konsantrasyonunu değiştirerek renk değiştirebilirler.

4-2 Kemikli Balıkların Yapı ve Yaşamsal İşlevleri

Kemikli balıklar, daha çok bir yılana benzeyen murana yılanbalığından, deniz atına yapısal

olarak çok değişiktirler. Ancak, çoğu tatlısu levreği gibi akış çizgisi biçimli hayvanlardır.

24

Yüzgeçleri deri dokumadan (flamentlerinden) yapılmıştır ve çoğunlukla kemik veya

kıkırdak omurgalarla desteklenmiştir. Kemikli balıkların çoğu vücut ve kuyruğun bir

taraftan diğer tarafa hareketi ile yüzerler. Yüzgeçler sürdürülen dengeyi ve hareket

doğrultusunu denetlemeyi destekler.

Kemikli balıklar bir çift iyi gelişmiş gözlere, iki burun deliğine ve vücudun her iki

yanındaki yanal çizgilere sahiptirler. Vücudun her iki yanında bulunan solungaç örtüsü ya

da operculum denilen koruyucu bir kemik kapak altında çoğunlukla dört çift solungaç

vardır. Su ağızdan ilerler, solungaçlardan geçer ve vücudun dışına akar. Ağızda ve

solungaç örtülerindeki kas hareketi suyun solungaçlardan akışını sürdürür. Kemikli

balıklar bir kulakçık ve bir karıncıktan ibaret iki gözlü bir kalbe sahiptir. Kan kalpten,

oksijenin alındığı ve karbondioksitin bırakıldığı solungaçlara yürür. Ardından kan, kalbe

geri dönmeden önce damarlarla bütün vücut kısımlarına dağılır.

Bu balıkların vücutlarının çoğu kaslıdır. Alt taraftaki küçük bir boşluk sindirim, boşaltım ve

üreme organlarını içerir (Şekil 25-1). Sindirim sistemi ağız, yutak, yemek borusu, mide,

bağırsak, karaciğer, safrakesesi ve anüsten oluşur. Solungaçlar yutağın yanlarında

bulunur. Kısa bağırsağa bağlı pyloric caeca denilen olarak üç borusal yapı vardır.

Sindirilmiş materyalin emilimini desteklerler. Bazı azotlu atıklar iki böbrekle vücuttan

süzülür. Üre formundaki bu atıklar, idrar kanalından idrar açıklığına geçer. Bununla

birlikte, azotlu atıkların çoğu amonyak formunda solungaçlardan boşaltılır. Kemikli

balıkların karmaşık bir sinir sistemi vardır. On çift beyin siniri beyinden uzanır ve omur

sinirleri omurilikten dağılırlar.

Bütün balıklar sudan biraz ağırdır. Batmamak için, bir çeşit su üstünde kalma aygıtlarına

sahiptirler veya sudaki düzeylerini korumak için yüzmeyi sürdürmek zorundadırlar.

Kemikli balıkların çoğunda, vücut boşluğunun yukarı kısmında, yüzme kesesi ya da gaz

keseleri denilen gaz dolu bir keseleri vardır. Bu kese balığın yüzme dengesini düzenlemek

için bir şamandıra rolü görür. Balık, kesedeki gazı arttırarak

veya azaltarak, herhangi bir derinlikte batmadan kalmasını sağlayan vücudunun

yoğunluğunu değiştirebilir. İçi CO2, O2 ve NO2 gazları ile doludur. Gaz özel bir sistemle

hava kesesine doldurulur ve boşaltılır. Hava soluyan akciğerli balıklarda, yüzme kesesi

akciğer olarak ödev yapar.

CLASS AMPHIBIA-İKİYAŞAMLILAR

4-3 İkiyaşamlıların Genel Karakteristikleri

Amphibia sınıfı, amfibianlar (ikiyaşamlılar) sukurbağaları, karakurbağaları,

semenderler ve taraklısemenderleri içerir. Bazı amfibianlar erginlerinin tamamen yaşadığı

karada yaşarlar. Diğerleri sadece suyun içinde veya civarında bulunurlar. Amfibianların

pek çoğunda, üreme ve gelişme, her durumda, suda veya nemli bir yerde olur.

25

Amfibianlar, üremek için suya olan gereksinimlerine ek olarak şu karakteristikleri

paylaşırlar.

1. Deri genellikle çok incedir ve mukus salgılayan salgı bezleri içerir.

2. Yürüme, sıçrama ve/veya yüzmede kullanılan iki çift bacakları vardır.

3. Ağız boşluğu ile bağlantılı bir çift burun delikleri vardır.

4. Kalp üç gözlüdür- iki kulakçık ve bir karıncık.

5. Yavrular genellikle ayrı bir larval form gösterir ve kademeli olarak ergin

karakteristiklerine gelişir.

Amfibianların, semenderler gibi, kuyruklu ikiyaşamlılar ve kurbağalar gibi, kuyruksuz

ikiyaşamlılar olmak üzere, iki büyük grubu vardır. Üçüncü bir grup, nemli toprakta

yuvalanan, küçük, tropiklerde yaşayan, solucan benzeri hayvanlardan oluşur.

Kuyruklu amfibianlar semender ve taraklısemenderleri içerir (tarklısemenderler

gerçekte bir çeşit semenderdir.) Bu hayvanların uzun vücutları, uzun kuyrukları ve iki çift

kısa üyeleri vardır. Semenderlerin çoğunun boyu 8 ile 20 cm arasında değişir. Bununla

birlikte, yaşayan amfibianların en büyüğü olan, dev Japon semenderi 1.5 metrelik bir

boya ulaşabilmektedir. Semenderler balık, salyangozlar, böcekler, solucanlar ve diğer

semenderlerden beslenirler. Bazıları tamamen suculken, diğerleri kayaların veya

kütüklerin altında veya diğer nemli yerlerde yaşarlar. Sadece geceleyin etkindirler. Sucul

semenderler, solunum için kullandıkları solungaçlarını yitirmezler. ABD’nınn doğusunda

akarsu ve göllerde yaşayan çamurköpeği (Necturus maculosus) ile Rocky Dağları ve

Meksika’da yaşayan eninedişli semender (Ambystoma spp.) gerçekten eşeyli olarak

üreyebilen larval formlardır.

Kuyruksuz amfibianlar sukurbağaları ve karakurbağalarını içerir. Erginleştiklerinde,

kısa, çömelmiş ve kuyruktan yoksun bir vücutları vardır. Uzun, güçlü arka bacakları

sıçramaya uygundur.

Karakurbağalarının kuru, pürtüklü, siğilli bir derileri vardır. Karakurbağaları gün

boyunca oyuklarda gizlenir veya korunurlar ve havanın soğuduğu ve daha nemli olduğu

geceleyin beslenmek için ortaya çıkarlar. Bazı karakurbağaları çölde yaşarlar, ancak diğer

amfibiaların çoğu gibi üremek için suya gereksinimleri vardır. Kış süresince,

karakurbağaları toprak içindeki oyuklarda gizlenerek kışlarlar. Kışlama sırasında yaşamsal

işlemler yavaşlar ve hayvan etkin değildir.

Su kurbağalarının gevşek bir biçimde vücuda tutturulmuş, ince ve nemli bir derileri

vardır. Genellikle gölcükler, akarsular, bataklıklar veya diğer su kollarının yanında

yaşarlar. Kış süresince, gölcük veya akarsuların dibinde çamur içinde kışlarlar.

Sukurbağaları ve karakurbağaları böcek ve solucanları, iribaş adı verilen larval formları

sırasında sucul bitkileri yerler.

Sukurbağaları ve karakurbağalarının yılanları, kuşları ve kaplumbağaları içeren pek çok

düşmanları vardır. Koruyucu uyumları arasında iyi bir gizlenme sağlayan renklenme ve

sıçrama yetenekleridir. Düşmanlarından kaçmak için çoğunlukla suyun altına dalarlar.

26

Ayrıca, derilerindeki salgı bezleri, düşmanları için tadımı hoş olmayan veya zehirli olan

salgılar üretirler.

REPTİLİA SINIFI-SÜRÜNGENLER

4-5 Sürüngenlerin Genel Karakteristikleri

Sürüngenler, Reptilia sınıfı, timsahları, alligatorleri, su kaplumbağalarını,

kaplumbağaları, kertenkeleleri ve yılanları içerir. Sürüngenler karasal yaşama çok iyi

uyum sağlamıştır. İkiyaşamlılardan farklı olarak, üremek için suya gereksinimleri

yoktur. Döllenme içseldir. Döllenmiş yumurta, su kaybetmesini önleyen kalın, derimsi,

sugeçirmez kabukla kuşatılmıştır. İkiyaşamlıların aksine, sürüngenlerin yaşam

döngülerinin herhangi bir evresinde solungaçları yoktur ve başkalaşım geçirmezler.

Sürüngenler yumurtadan çıktıklarında, minyatür erginlere benzerler.

Kabuklu yumurtalarına ek, sürüngenler diğer bazı karakteristikleri paylaşırlar.

1. Sürüngenlerin derisi kurudur ve pullarla kaplıdır. Bu sugeçirmez örtü onları fazla su

kaybından ve yırtıcılardan korur.

2. Yılanlar dışında, sürüngenlerin iki çift bacakları vardır. Sürüngenlerin çoğu her bir

bacakta beş tırnaklı parmaklara sahiptir. Bacaklar tutunmak, koşmak veya küreklemek

için uyumludur.

3. Sürüngenlerin çoğunda, iki kulakçık ve kısmen bölünmüş bir karıncıktan ibaret üç

gözlü bir kalp vardır. Bu kısmen bölünmüş karıncık vücut hücrelerine taşınan oksijen

miktarını arttıran, kalpte oksijenli ve oksijensiz kanın karışmasını azaltır. Timsahlar ve

amerikan timsahlarının dört gözlü kalpleri vardır.

4. Sürüngenlerin göğüs kafesi ile korunan iyi gelişmiş akciğerleri vardır.

5. Azotlu atıklar temelde ürik asit olarak boşaltıldığından, pek çok sürüngenin idrarı

yarıkatı bir macundur. Bu su koruma için üstün bir uyumdur.

Fosil kayıtlarından, sürüngenlerin öncelikle yüksek derecede başarılı bir grup oldukları

görülmektedir. Dinozorlar sürüngenlerdi. Tarih öncesi sürüngenleri farklı bir gruptu.

Yüzücü sürüngenler, uçucu sürüngenler, dört ayak üzerinde yürüyen sürüngenler ve iki

ayak üzerinde yürüyen sürüngenler vardı. Ancak, bugün, yaşayan sürüngenlerin

sadece dört takımı vardır. Bu takımlardan biri sadece bir üyeye, Yeni Zelanda’da

bulunan kertenkele benzeri bir hayvan olan tuatara’ya sahiptir. Bu ilkel sürüngen

başının tepesinde göz benzeri ek bir yapıya sahiptir.

4-6 Kertenkeleler ve Yılanlar

Kertenkeleler ve yılanlar aynı takıma aittirler, fakat aralarında pek çok farklılıklar

vardır. Kertenkelelerin çoğu dört bacaklı iken, yılanların bacakları yoktur. Kertenkeleler

27

hareketli göz kapaklarına ve dışsal kulak açıklıklarına sahipken, yılanların hareketsiz

göz kapakları vardır ve dışsal kulak açıklıkları yoktur. Kertenkelelerde ve yılanlarda,

deri pullarla kaplıdır ve devirsel olarak atılır. Kertenkelenin pulları büyüklükçe hemen

aynı iken, yılanlarınki değişik büyüklüktedir. Yılanların arka ve yanlarındaki pulları

küçüktür. Ancak göbekte, dayanma takozları olarak rol oynayan ve hareketinde yılana

çekiş gücü veren tekli bir büyük pul sırası vardır.

Kertenkeleler. Kertenkeleler son derece çeşitli bir gruptur. Çöllerde, ormanlarda ve

suda bulunurlar. Küçük kertenkeleler böcekler, solucanlar, örümcekler ve

salyangozlarla beslenir. Daha büyükleri yumurtaları, küçük kuşları, diğer kertenkeleleri

ve küçük memelileri yiyebilirler. Birkaç kertenkele bitkilerle beslenir. Kertenkelelerin

çoğu bir düşman tarafından kapıldığında kuyruğunu atabilir. Kuyruk diğer hayvanın

dikkatini dağıtacak şekilde kıpırdar ve kertenkele kaçar. Yeni kuyruk kısa bir süre

içinde yeniden oluşur.

Geko düşey yüzeylerde ve aşağıya doğru yürümesine izin veren yapışkan parmak

yastıkçıklarına sahip küçük bir kertenkeledir. Uzun, yapışkan dilinin dışarı fırlatılması

ile böcekleri yakalar. Amerikan bukalemunu, anole, belirgin bir renk değiştirme ve

yakın çevresine uyma yeteneğine sahiptir. Gila canavarı Amerika Birleşik devletlerinin

güneybatısındaki çöllerde bulunan çok renkli bir kertenkeledir. Isırması zehirlidir,

ancak insanlarda ölümcül olması nadirdir. En büyük kertenkele Endonezya’nın Komodo

canavarıdır. Yaklaşık 100 kilogram ağırlıkta ve 3 metre boyda olabilmektedir.

Malezya’nın uçan kertenkelesi ağaçtan ağaca süzülmesine olanak veren yanlarda deri

uzantılarına sahiptir.

Yılanlar. Yılanların kötü ünleri yanında, bilinen yaklaşık 2,500 türün sadece 200 türü

(yaklaşık %8’i) zehirlidir. Yılanlar çok büyük miktarlarda kemirgeni öldürdükleri için

gerçekten zarardan çok yararlıdırlar.

Yılanlar doğada yaygın olarak dağılırlar. Toprakta, ağaçlarda ve tatlı ve tuzlu suda

bulunurlar. Tropikal alanlarda çok boldurlar. Bir yılanın vücudu baş, gövde ve

kuyruktan meydana gelir. Gövde iç organların yer aldığı vücut boşluğunu içerir.

Sindirim sistemi gerçekte ağızdan anüse uzanan düz bir borudur. Kuyruk anüsten

sonra gelen vücut kısmıdır. İskelet çok sayıda omura ve kaburga kemiğine sahiptir.

Yılanların besin avında kullandıkları özel duyu organları vardır. Yılanların çatallı dili

koku taşıyan tanecikleri toplar. Koku taşıyan tanecikler ağzın tavanındaki Jacobson

organlarında tanımlanırlar. Yılanlar havadaki seslere sağırdırlar, ancak kafatasının

içinde yerdeki titreşimlere tepki veren duyu organları vardır. Bazı yılanlar oyuklu

yılanlar (çıngıraklı yılanlar)’dır. Bunların başlarında, burun delikleri ile gözleri arasında

sıcaklık almacı çöküntü organları vardır. Bu organlarla kusursuz olarak iz sürebilir ve

sıcakkanlı avlarına, geceleyin ya da derin oyuklardan, darbe indirebilirler.

28

Yılanlar, yaşadıkları yere bağlı olarak fareler, sıçanlar, su kurbağaları, kara

kurbağaları, böcekler, balıklar ve diğer küçük hayvanlarla beslenirler. Bazı yılanlar

canlı olarak yuttukları yalnız canlı hayvanları yerler, diğerleri yutmadan önce avlarını

öldürürler. Pitonlar, boalar ve kral yılanları gibi büyük yılanlar vücutlarını kurbanın

etrafına dolarlar ve onu öldürmek için sıkıştırır veya sıkarlar. Bazı yılanlar kurbanlarını

zehirlerler.

Yılanlar kendilerinden çok daha kalın hayvanları yutabilirler. Çene yapısının, ağzın çok

geniş açmasına izin vermesi buna olanak vermektedir. Bundan başka, bir uçtan

tutturulmamış olan kaburga kemikleri, vücut boşluğunun genişlemesine izin verir.

Yutma yavaş bir işlemdir. Dişler geriye doğru sivrildiğinden av ağızdan fırlayamaz ve

soluk borusu ileri doğru çıkık olduğundan solunum engellenmez. Bir yılan, büyük bir

yemekten sonra, yemeden haftalar veya aylar geçirebilir.

Zehirli yılanların zehir dişleri denilen bir çift özelleşmiş dişleri vardır. Bu zehir dişleri

zehir ya da yılan zehri (venom) üreten tükürük bezleriyle bağlantılıdır. Bazı yılan

zehirleri sinir hücrelerine zarar veren sinir zehirleridir. Kaslarda felce neden olur ve

kalp ve akciğerlerin çalışmasını etkiler. Kan zehirleri denilen diğer yılan zehirleri kırmızı

kan hücrelerini ve kan damarlarını bozarlar. Yılan soktuğunda, yılan zehri zehir

dişleriyle kurbana nakledilir. Bazı yılanların yılan zehrini enjekte etmede enjeksiyon

gibi etki yapan içi delik zehir dişleri vardır. Diğer bazılarında, zehir dişleri oyukludur ve

yılan zehri kurbana kılcal işlemle geçer.

29

5 KUŞLAR

VE MEMELİLER

AVES SINIFI-KUŞLAR

5-1 Kuşların Genel Karakteristikleri

Kuşlar, Aves sınıfı, çok başarılı bir hayvan grubudur. Bu sınıfın üyeleri hemen her çeşit

çevrede bulunurlar. Kuşları diğer bütün hayvanlardan ayıran yegane karakteristik, kuş

tüylerinin olmasıdır.

Tüylerin bulunmasına ek olarak, kuşlar diğer bazı karakteristikleri paylaşırlar.

1. Vücut çoğunlukla mekik şeklindedir ve baş, boyun, gövde ve kuyruk olarak ayrılmıştır.

2. İki çift üyeleri vardır. Ön üyeler, kuşların çoğunda uçmada kullanılan kanatlardır. Arka

üyeler tüneme, yürüme veya yüzmeye ya da kuşun özel yaşam tarzına bağlı olarak av

yakalamaya uyarlanmış bacaklardır.

3. Kemikleri dayanıklı ve hafiftir ve çoğu hava boşlukları ile doludur.

4. Dolaşım sistemleri iyi gelişmiştir ve dört gözlü bir kalp içerir.

5. Solunum sistemi son derecede verimlidir ve hava keseleri ile bağlantılı akciğerler içerir.

6. Ağız, boynuz katmanı (keratin yapı) ile kaplı kuş gagası ya da gaga şeklindedir. Dişleri

yoktur.

7. Boşaltım sistemi idrar torbası içermez.

8. Döllenme içseldir. Büyük, kabuklu yumurtalara ana baba tarafından kuluçkaya yatılır

ve yumurtadan çıkan yavrulara ana baba tarafından bakılır.

9. Kuşlar sıcakkanlıdır ve vücut sıcaklıkları orantısal olarak yüksektir.

Kuşların gagaları ve ayakları farklı yaşam şekilleri için uyumlar gösterir. Pelikan uzun,

keskin gagasını balık yakalamak için kullanır. Çaprazgaga (Loxia curvirostra) kuvvetli

gagasını tohumları çatlatıp açmada kullanır. Şahinin çengel gagası besini parçalama

olanağı verir. Ağaçkakan gagasını ağaçlarda delik açmada ve böcekleri çıkarmada

kullanır. Ördek, gagasıyla besinini çamurdan kepçeler ve süzer.

Deve kuşu ve diğer, yerde yaşayan kuşların koşmalarına olanak veren sağlam ayakları

ve tırnakları vardır. Ördekler ve kazlar yüzmede kullanışlı olan perdeli ayaklara

sahiptirler. Ağaçkakanların, parmaklarının konumu ve sivri tırnaklarının olması ağaçların

yanlarına tutunmalarına olanak verir. Keskin tırnak ya da pençeli kavrayıcı ayaklar doğan

ve şahinlerde karakteristiktir. Kavrama yeteneği tüneyici kuşlarda da iyi gelişmiştir. Ayak

30

kirişleri, kuş bir dala konduğunda vücut ağırlığı parmakları dalı kavramaya zorlayacak

tarzda düzenlenmiştir. Bu kuşlar tüneklerinden düşmeden uyuyabilirler.

Çeşitli ekosistemlerde yürütülen araştırmalardan sağlanan bulgular, böcekçil

kuşların, beslendikleri böceklerin ve diğer omurgasızların populasyonları, davranışları ve

gelişim süreçlerinde önemli etkilerinin olduğunu ortaya koymuştur. Kuşların bitklerden

beslenen böcekleri yemesi sonucu ağaç ve tarımsal ürün kaybında gerçekleşen azalmalar,

çok önemli ekonomik yararlar sağlayabilmektedir. Böcekçil kuşların etkileri böcek

nüfusunun başlangıç büyüklüğüne bağlı olarak değişiklik gösterebilmektedir. Kuşlar,

küçük ve orta büyüklükteki omurgasız populasyonlarının kontrolünde daha etkinlerken,

bazı istisnalar dışında, böcek salgınları üzerinde pek etkili olamamaktadırlar. Ancak, kuş-

omurgasız etkileşimleri üzerine olan araştırmaların çoğu mevsimlere bağlı olarak böcek

populasyonlarındaki dalgalanma derecesinin arttığı ılıman iklimlerde yapılmıştır.

Mevsimler arasındaki farkın daha az olduğu ve buna bağlı olarak daha seyrek ve daha az

yoğun patlamaların yaşandığı tropik kuşakta, tropik ormanlardaki tipik böcek salgınlarının

büyüklüğünün sınırlılığına muhtemelen katkıda bulunan binlerce böcekçil kuş türünün,

sene boyu aktif olan kontrol araçları olarak daha önemli oldukları düşünülmektedir.

Tropik bölgelerde yapılan çalışmalar, böcekçil kuşların hem tarımsal hem de ormanlık

alanlarda önemli olduklarını göstermektedir. Çoğunlukla gündüzcül olan böcekçil kuşların

böcek kontrol hizmetleri, gececil olan böcekçil yarasalar ile az miktarda çakışmakta ve

birbirlerini tamamlamaktadır. Ayrıca bazı araştırmalar, kuş türleri tarafından

gerçekleştirilen omurgasız kontrolünün, diğer kuş, omurgasız ve böcek parazitlerinin

avlanma faaliyetlerinin etkilerini de arttırmakta olduğunu göstermektedir. Böcekçil

kuşların yüksek bir tür zenginliğine sahip olmaları da, kuşların her türlü mikrohabitattaki

böcekleri yiyebilmelerini sağlamakta ve herhangi bir bölgede çok etkin böcekçil kus

türlerinin ortaya çıkma olasılığını de arttırmaktadır.

MAMMALİA SINIFI-MEMELİLER

5-2 Memelilerin Genel Karakteristikleri

Memeliler, Mammalia sınıfı, pek çok bilinen hayvanı kediler, köpekler, yarasalar,

eşekler, atlar, sığırlar, geyikler, balinalar ve de insanları kapsar. Bu grubun üyeleri

dünyanın her tarafında, soğuk ve sıcak iklimlerde bulunurlar. Çoğu yerde yaşar, ancak

balina, yunus ve fok gibi birkaçı denizlerde bulunur. Memelilerin boyutu 5 santimetre

boydan ve 5 gram ağırlıktan daha az cüce fareden (Sorex minitus), 30 metre

uzunlukta ve 100,000 kilogramdan fazla ağırlıkta olabilen dev mavi balinaya değişir.

İki karakteristik memelileri diğer omurgalılardan ayırır: (1) memeliler süt bezlerinde

üretilen sütle yavrularına bakarlar ve (2) memelilerin vücut örtüsü kıllıdır. Kıl miktarı

büyük oranda değişir. Balinalarda ve domuz balinalarında, ağzın etrafında sadece

31

birkaç kedi bıyığı bulunur. Diğer pek çok memelilerde, tüy kalın bir kürk örtüsü

şeklindedir.

Memeliler diğer birkaç karakteristiği de paylaşırlar. Memeliler, kuşlar gibi,

sıcakkanlıdırlar ve dört gözlü kalpleri vardır. İçsel bir duvar, diyafram, göğüs

boşluğunu karın boşluğundan ayırır. Beynin asıl kısmı diğer herhangi bir gruptakinden

çok daha fazla gelişmiştir ve bu yüzden memeliler en zeki hayvanlardır. Memeliler ileri

derecede farklılaşmış dişlere sahiptirler. Dişlerin yapı ve düzeni beslenme

alışkanlıklarına bağlı olarak gruptan gruba değişir. Dişlerin dört çeşidi kesme için

kesici dişler; parçalama için köpek dişleri ve öğütme için olan küçük azı dişleri ve

büyük azı dişleridir (Şekil 5-1).

Şekil 5-1. Memelilerin Dişleri

Böcek yiyen memeliler. Köstebekler, kirpiler ve sivri (cüce) fareler İnsectivora

takımının üyeleri, böcek yiyen memelilerdir. Böcek yiyiciler çoğunlukla küçük, fare

benzeri hayvanlardır. Çoğu toprak altında yaşar. Karıncalardan, manaslardan,

kınkanatlılardan ve diğer böceklerden beslenirler. Kirpi, Erinaceus europaeus

Sivriburunlu cüce fare Sorex minutus, Köstebek Talpa europaea

Solenodontidae (solenodons) 3 spp, Erinaceidae (hedgehogs, gymnures), Tenrecidae (tenrecs) 24 spp,

Chrysochloridae (golden moles) 18 spp, Erinaceidae (hedgehogs, gymnures) 21 spp, Soricidae (shrews) 313

spp, Talpidae (moles) 40 spp

32

Uçan memeliler. Yarasalar, Chiroptera (=parmakkanatlılar) takımının üyeleri,

gerçek uçma yeteneğindeki yegane memelilerdir. Bir yarasanın kanadı bir deri zarla

kaplı dört uzun parmaktan ibarettir. İlk parmak, küçük arka bacaklar gibi tutunmak

için kullanılır. Dinlenirken, yarasalar arka bacaklarıyla bir tünekten yukardan aşağı

doğru asılırlar. Yarasalar çoğunlukla geceleyin etkindirler.

En yaygın yarasalar böceklerle beslenirken, diğerleri meyve, çiçek özü veya küçük

hayvanlarla beslenirler. Orta ve Güney Amerika’da bulunan vampir yarasa temelde

sığırlardan beslenir. Bu yarasa, kan sağlamak için küçük bir deri parçasını keser ve

akan kanı yalayarak yutar. Kaybedilen toplam kan miktarı çok azdır ve yaranın kendisi

çoğunlukla tehlikeli değildir. Ancak, ısırma ile hastalık iletilmesi sorun olabilmektedir.

Yarasalar karanlıkta yönlerini tayın etmek ve avlarını bulmak için sesin

yankılanmasından yararlanan sonar benzeri bir sistem kullanırlar. Çarptıkları herhangi

bir yüzeyden sekerek yarasanın duyabileceği bir yankı doğuran yüksek frekanslı ses

dalgaları üretirler. Nesnelerin uzaklığı, sesin çıkışı ile yankının geri dönüşü arasındaki

zaman aralığı ile belirlenmektedir.

33

Et yiyici memeliler. Carnivora takımı kediler (Felidae), köpekler (Canidae), ayılar,

kokarcalar, morslar ve diğer et yiyici memelileri içerir. Ayı gibi bazı etçiller et yanında

bitki materyali yerler. Etçillerin çoğu güçlüdür ve hızlı hareket ederler ve sivri tırnaklara

sahiptir. Kuvvetli çeneleri ve büyük dişleri kapma, kesme ve et parçalama için

özelleşmiştir. Çok iyi gelişmiş bir koklama duyusuna sahiptirler. Etçiller çoğunlukla

zekidirler ve avlanma davranışlarının çoğu öğrenilmektedir.

Morslar, deniz aslanları ve foklar sucul etçillerdir. Temelde balıkla beslenirler. Üyeleri

yüzme kolları olarak değişmiştir ve vücutları yüzmeye uyumludur.

CARNIVORA, Etçiller Takımı

Canidae, Köpekgiller Familyasi

Canis aureus, Çakal, altınrenkli çakal

34

Canis lupus, Kurt

Canis lupus familiaris, Köpek

Canis lupus dingo,

Avustralya Yabani Köpeği

35

Vulpes vulpes, Tilki, kızıltilki

Ursidae Ayıgiller

Ursus arctos, Ayı, bozayı

Mustelidae, Sansargiller Familyası

Mustela nivalis, Gelincik

Martes foina Kayasansarı

36

Martes martes Zerdeva, ağaçsansarı

Meles meles Porsuk

Lutra lutra Susamuru, suiti

Felidae, Kedigiller

Felis chaus Bataklık vaşağı

Felis silvestris Yabankedisi

37

Lynx lynx Vaşak, öşek

Panthera pardus tulliana Anadolu parsı

Phocidae, Foklar

Monachus monachus Akdeniz foku, denizrahibi

Simbiyotik İlişkiler

Simbiyoz terimi “birlikte yaşama” demektir. İki farklı türe ait bireyin ya da popülasyonun birlikte

yaşamasınasimbiyoz adi verilir. Simbiyotik ilişkilerin en önemlileri

mutualizm, kommensalizm ve parazitizmdir.

Mutualizm

Mutualizm, farklı türlerden iki canlının karşılıklı yardımlaşması her iki tarafa da yarar sağlamasına

dayalı olan bir ortak yaşam biçimidir. Kendi başlarına da hayatlarını devam ettirme becerisine sahip

olan iki canlı bir araya gelerek daha kolay besin bulmasına dayanan bir simbiyotik yaşam

biçimidir. Mantarlar ve alglerinoluşturdukları liken birlikleri bunun en bilinen örneğidir. Mantarlar ve

algler bir arada bulunurlar ve mantarın gereksinim duyduğu glikoz sağlanırken, algin glikoz

sentezlemede ihtiyaç duyduğu karbondioksit sağlamış olur.

38

Termitler odunla beslendikleri halde kendi başlarına bunu hazmedemezler, ancak bağırsaklarında

yaşayan kamçılılar salgıladıkları enzimlerle odunu parçalayarak hem kendilerinin hem de termitlerin

beslenmesini sağlarlar.

Geviş getiren memelilerin sindirim sistemindeki mikroorganizmalar, bu canlıların yediği besinlerdeki

selülozun sindirimini sağlar. Buna karşılık mikroorganizmalar besin ve barınağa sahip olur. Bunlar

zorunlu mutualizm örnekleridir. Türler arasında zorunlu olmayan ve gevşek mutualizm denilen

örneklere de rastlanır.

Mutualizm'e diğer bir örnek, Afrika' da yaşayan bir kürdan kuşu türüyle gergedan ve benzeri vahşi

hayvanlar arasındaki işbirliğidir. Ağaçkakana benzeyen bu kuş, söz konusu yabani hayvanların

derileri üzerindeki bit ve keneleri yiyerek gıdasını sağlar. Kuvvetli içgüdüsü ile de yaklaşan düşmanı

hissedip bağırarak kaçar ve gıdasını sağladığı hayvanı tehlikeye karşı uyarır.

Kommensalizm

Kommensalizmde türlerden biri bu birliktelikten yarar görürken diğeri ne yarar ne de zarar görür.

Örneğin insan ve çoğu hayvanların sindirim sisteminde yaşayan Escherichia coli bakterisi sindirim

artıklarından faydalanır. Bu organizma normal şartlarda içinde bulunduğu canlıya fayda ya da zarar

vermez.

Asalaklık/Parazitlik

Bir canlının üzerinde veya içinde yaşadığı başka bir canlıya zarar vermesiyle ortaya çıkan simbiyotik

ilişkidir. Bu ilişkide zarar gören birey konak olarak adlandırılır. Parazitler genellikle hızlı ürerler.

Çoğu parazitin duyu ve tutunma organları iyi gelişmiştir; ancak enzim ve sindirim sistemleri iyi

gelişmediği için konağa bağımlı olarak yaşarlar. Parazitlerin bir Hücreli olanları dışında, bitkisel ve

hayvansal olanları da vardır.

Bir Hücreli parazitlere bakterilerin, amiplerin, kamçılıların bazıları ve sıtma mikrobu olan

plazmodyum örnek olarak verilebilir.

Bitkisel parazitler, yari parazitler ve tam parazitler olmak üzere ikiye ayrılır. Yari parazit bitkiler

fotosentez yaparlar. Bunlar “emeç” denilen uzantılarını üzerinde yaşadıkları ağaçların ksilemine

uzatarak onlardan su ve suda erimiş mineral maddeleri alırlar. Yari parazit bitkilere ökse otu örnek

olarak verilebilir. Tam parazit bitkiler fotosentez yapamazlar. Yaprakları küçük olan bu bitkiler

emeçlerini üzerinde yaşadıkları konağın iletim sistemine uzatarak organik ve inorganik besinlerini

ondan sağlarlar. Tam parazit bitkilere küsküt otu ve canavar otu örnek olarak verilebilir.

Hayvansal parazitler, dış parazitler ve iç parazitler olmak üzere ikiye ayrılır. Diş parazitler

(ektoparazitler), konağın dış yüzeyinde yaşarlar. Bunlarda sindirim sistemi bulunur, ancak çoğunda

sindirim enzimi salgılanmaz. Uyuz böceği, kene, bit diş parazit örnekleridir. İç parazitler

(endoparazitler), konağın içerisinde yaşarlar. Çoğunlukla sindirim sistemi içermezler ve konağın

sindirilmiş besinlerini emerek kullanırlar. Tenya, karaciğer kelebeği, kancalı kurt iç parazitlerden

bazılarıdır.

39

6. Zararlı Böceklerle Biylojik Mücadele

Doğal Düşman Kavramı

İnsan yeryüzü gezegenini 10 milyon dolayında olabileceği kabul edilen canlı türleri ile

paylaşmaktadır. Her bir tür dünya üzerinde farklı yerlerde beslenir, gelişir ve çoğalır,

ancak gerçekte hiç bir tür bunu diğer türlerden soyutlanmış olarak yapmaz. Bir ölçüye

kadar bütün türler, diğerlerine daha fazla bağlı olan özellikle besin zincirinde daha yüksek

basamakta bulunan organizmalarla bağlantılıdırlar. Kaplanalar avları olmadan

yaşayamayacakları gibi, tavşanlar da beslendikleri bitkiler olmadan hayatta kalamazlar.

İnsanlar pek çok ekosistemde baskın konumdadırlar ve beslenmek ve barınmak için diğer

pek çok türlere bağlıdırlar. Özellikle insan etkisini dünyanın her tarafına yayılmış

olduğundan, insanlar aynı zamanda pek çok organizma ile rekabet etmekte ve bu çok

sayıdaki rakiplerimizi çoğunlukla “zararlılar” olarak bilmekteyiz. İnsan ta başından buyana

“zararlılar” tarafından rahatsız edilmektedir. Zararlı, insanın bazı kaynaklarının tedarikini,

kalitesini veya değerini azaltan bir organizma olarak tanımlanabilir (Flint & van den

Bosch, 1981). Zararlı tanımının zararlıların insanları etkileme yolarındaki büyük

çeşitlilikten dolayı genişletilmeye ihtiyacı vardır. Burada sözü edilen kaynaklar bir bitki

veya besin amaçlı yetiştirilen bir hayvan, kereste veya huzur olabilmektedir. Diğer bir

kaynak insan sağlığı ve mutluluğudur. Zararlılar taksonomik olarak,

mikroorganizmalardan memelilere çok çeşitli olabilmektedir.

İnsan sağlığı, tarım ve kültür bitkileri ile orman ağaçlarının zararlılarından beslenen birçok

canlı vardır. Bunlar, doğada canlılar arasında mevcut beslenme ilişkisinin bir gereği olarak

zararlıların populasyonlarını baskı altında tutarlar. Bu canlılara, doğal ve biyolojik

mücadele açısından doğal düşmanlar adı verilir. Bu canlılar zararlılara saldırarak onların

populasyonlarını azaltırlar. Bu canlılara insanların ekonomik çkarları açısından ise yararlı

organizmlar denir. Bu canlılar, insanlara zararlı olan organizmalara saldırır ve onların

populasyonlarını azaltarak insanlara yarar sağlamış olurlar.

Doğal Düşmanlarda Aranan Özellikler

Bir doğal düşman türünün başarılı bir biyolojik savaş etmeni olabilmesi için bazı

özelliklere sahip olması gerekir. Bu özellikler aşağıdaki gibi özetlenebilir.

Doğal düşman sıcaklık, nem vb. çevre faktörlerine karşı geniş toleranslı olmalıdır.

Doğal düşman konukçusuna zarar verdiği her bitki üzerinde saldırabilmelidir.

Doğal düşman monofag veya oligofag olmalıdır. Yani konukçu dizisi az olmalıdır.

Doğal düşmanın biyolojisi ile konukçunun biyolojisi uyuşmalıdır.

40

Doğal düşman konukçusunu arayıp bulma yeteneğine sahip olmalıdır.

Konukçusuna oranla daha yüksek bir üreme yeteneğine sahip olmalıdır.

Sayılan bu özelliklerin tümünün bir doğal düşman türü üzerinde bulunması çoğu kez

mümkün değildir. Bu nedenle yukarıdaki özelliklerden mümkün olduğunca çoğuna sahip

olan doğal düşman biyolojik mücadele açısından başarılı bir doğal düşmandır.

Doğal Düşmanların Etkinliğini Etkileyen Faktörler

Ekosistemde doğal düşmanların etkin olmasını engelleyen faktörler vardır. Bunları bilmek

ve tanımak doğal düşmanların yeteneğini artırıcı önlemlerin alınabilmesi bakımından

önemlidir. Böylece biyolojik savaş çalışmasının başarısıda artırılmış olur. Bu faktörler

aşağıdaki gibi özetlenebilir;

1. İklim

İklim bitki ve üzerinde yaşayan zararlı tür için uygun olabilir. Fakat aynı iklim doğal

düşmanın etkinliği etkileyen faktörlerde olabilir. Bu durum özellikle ekzotik yani dışarıdan

getirilmiş türler için önemli ve geçerlidir.

2. Hayat Dönemlerindeki uyumsuzluk

Bu durum çoğu kez iklim yüzünden ortaya çıkabilir. Bazen kalıtsal bir özellikten

kaynaklanıyor olabilir. Bazen de zararlı ile doğal düşmanı arasındaki karşılıklı etkileşimin

ve aynı ortamda olmanın bir sonucu olarak ortaya çıkar.

3. Ergin Besini

Erginleri zoofag olmayan doğal düşman türlerinde yaşama ve üreme için erginin başka

besinlerle beslenmeye ihtiyacı vardır. Parazitoidlerin hemen tümü ve predatörlerin pek

çoğu ergin dönemlerinde farklı beslenme rejimine sahiptir. Bunlar çiçeklerin balözü,

polen, nektar, meyvelerden herhangi bir nedenle sızan şekerli su, bazı böcekler

tarafından salgılanan tatlımsı maddeler, konukçu zararlının vücudundan herhangi bir

nedenle veya doğal düşmanın ovipozitörünü batırması sonucu sızan vücut sıvısı ile

beslenir. Doğal düşman erginlerinin varlıklarını sürdürebilmeleri ve üreme güçlerinin

yüksek olması için bazı dönemlerde erginlerin beslenmesine elverişli ortamın hazırlanması

gerekir. Örneğin ABD’de yaz aylarında yaprak bitlerinin ve bazı lepidopter yumurtalarının

predatörü olan Chrysoperla carnea (Steph) erginlerinin beslenmesi için pamuk tarlalarına

sadece şekerli su pülverize edilir. Unlubitler, kabuklubitler ve yaprakbitleri gibi tatlımsı

madde salgılayan zararlıların doğal düşmanlarının fazla sayıda oluşunun bir nedeni de

salgılanan tatlımsı madde ile doğal düşman erginlerinin beslenmesidir.

41

4. Konukçu Uygunluğu

Konukçunun iri oluşu, yoğunluğu, bulunduğu yer ve konukçunun yakalanabilirliği gibi

hususlar bu konuda önem kazanır.

5. Alternatif Konukçu

Hedef zararlının bulunmadığı zamanlarda doğal düşmanlar varlıklarını sürdürebilmeleri

için bir başka konukçu ile beslenmelidir. Örneğin süne Eurygaster integriceps Put’in

yumurta parazitoitleri Trissolcus spp, süne’nin bulunmadığı yaz aylarında diğer

heteropter türlerinin yumurtalarında yaşar ve populasyonlarını gelecek ilkbahara

kadar korumuş olurlar. Kültür bitkisine zarar vermeyen alternatif konukçu zararlıların

populasyonlarını arttırarak doğal düşman populasyonunu korumak ve arttırmak

biyolojik savaş çalışmalarında bir yöntem olarak uygulanabilir.

6. Doğal Düşman Rekabeti

Burada önemli olan türler arası rekabettir. Özellikle ekzotik türlerin yerleştirilmesinde

büyük önem kazanır ve sürekli olarak izlenmesi gerekir.

7. Kannibalizm

Predatör türlerin bazılarında rastlanan bu özellik bir tür içinde bireylerin birbirlerine

saldırması olarak açıklanabilir. Birçok Coccinellid ve Neuropter türlerinde rastlanan bir

özelliktir. Genellikle besin azlığı veya populasyon yoğunluğunun artması gibi

durumlarda ortaya çıkar. Doğal düşman populasyonunu azaltan bir özellik olarak

olumsuzluk, besin yokluğunda bazı bireylerin diğer bireylerle beslenerek varlıklarını

sürdürebilmeleri bakımından olumluluktur. Biyolojik mücadele amaçlı laboratuar

üretimi sırasında Calosoma sycophanta (L.)’nın özellikle larvaları kannibalizmi

önlemek için ayrı tutulurlar.

8. Barınak Bitkilerin Varlığı

Doğal düşmanlar yazın aşırı sıcaklarını veya kışın aşırı soğuklarını bazı bitkilerin kabuk

çatlakları ve yarıkları arasında, kavlamış kabukların altlarında geçirirler. Böyle

bitkilerin olmayışı doğal düşmanın populasyonunu, dolayısıyla etkinliğini azaltır.

Örneğin süne yumurta parazitoitleri Trissolcus spp., kışı ergin halde ağaçların yarık ve

çatlakları arasında, kavlamış kabukları altında geçirirler. Parazitoit populasyonunun

Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde düşük oluşunun nedeni bölgenin ağaçsız oluşundan

kaynaklanır. Parazitoit populasyonu Ege, Marmara ve Trakya bölgelerinde süne

populasyonunu baskı altında tutabilecek kadar yüksektir. Parazitoitin Güneydoğu

42

Anadolu bölgesi’nde akarsu kenarlarında ağaçların bulunması nedeniyle etkili olduğu

ve süne’yi baskı altında tutabildiği yapılan araştırmalarda saptanmıştır.

Aynı şekilde meyve bahçelerinde rüzgar kıran ve çit bitkisi olarak bulunan bitkiler doğal

düşmanların barınma ortamlarıdır.

9. Karıncalar

Karıncalar genel olarak doğal düşmanları kaçırıcıdır. Karıncalar yaprakbitleri,

unlubitler ve kabuklubitler gibi tatlımsı madde salgılayan böceklerle ortak yaşarlar.

Karıncalar bu zararlıların salgıladıkları maddelerle beslenirler ve onları doğal

düşmanlarından korurlar, bir bitkiden diğerine taşırlar ve hatta kış aylarında

yuvalarına götürüp soğuklardan korurlar. Karıncalar işte bu nedenlerden dolayı doğal

düşmanların etkinliğini azaltan önemli faktörlerdendir. Örneğin Turunçgil unlubiti

planacoccus citri (Rissu)’ye karşı predatörü Cryptolaemus montrouzieri Muls’nin

turunçgil bahçelerine salıverilmesinden önce ağaçların kökboğazı çevresindeki 60-70

cm’lik toprak yüzeyine toz bir insektisit serpilerek karıncalar öldürülür. Böylece

predatörün etkinliği artırılmış olur.

10. Hiperparazitler

Doğal düşmanların populasyonlarını azaltmaları nedeniyle hiperparazitler zararlı kabul

edilirler.

11. Kültürel Uygulamalar

Bazı kültürel uygulamalar doğal düşmanların varlıklarını sürdürmelerini,

populasyonlarını korumalarını sağlar. Örneğin yoncada şerit halinde biçim doğal

düşmanların korunmasını sağlayan kültürel bir işlemdir.

12. Pestisitler

Pestisitler doğal düşmanların populasyonlarının azalmasına neden olurlar. Pestisitler

doğal düşmanları doğrudan öldürmek ve onların konukçularını öldürerek besinsiz

kalmalarına neden olmak üzere hem doğrudan hem de dolaylı olarak etkiler.

13. Toz

Toz doğal düşmanları kaçırıcıdır. Bu nedenle tozlu yol kenarlarındaki kültürlerde doğal

düşmanlar az, buna karşılık zararlılar daha yoğundur. Bu durumuyla toz doğal düşmanlar

üzerinde olumsuz etkiye sahiptir.

43

6.1. Niçin Biyolojik Mücadele

Şekil X. Geçen yüzyıl sonu itibariyle dünya pestisit satışları (milyar dolar).

Fig. 1.1

Fig. 1.

Şekil xx. İnsektisit uygulamalarından sonra doğal düşmanlar yok edildiğinde hedef zararlı

yeniden daha fazla çoğalabilir. Pestisitler çoğunlukla zararlılardan daha yüksek oranlarda doğal düşmanları öldürürler. Bu yüzden pestisit uygulamalarından sonra, doğal düşmanların aksine, zararlı yeniden hızla çoğalabilir.

44

Şekil xx. Pestisit uygulamaları daha önceden zararlı olmayan bir türü kontrol altında tutan doğal düşmanları öldürdüğünden ikincil zararlılar salgınlar geliştirirler. Doğal kontrol olmadığında, önceden zararlı olmayan tür çoğalır ve “ikincil bir zararlı” olur. Örneğin, bir pestisit uygulandığında Zararlı A türünü (bitki bitlerini) ve onun doğal düşmanları olan ağkanatlı tahtakurularını öldürürken aynı zamanda avcı (predatör) akarları da

öldürmesinden dolayı, daha önce avcı akarlar yüzünden düşük yoğunlukta olan Zararlı B türü (örümcek akarlar) ikincil zararlılar olarak salgın geliştiririler.

Fig. 1.

Şekil xx. Zararlı populasyonları doğal seçilim ile pestisitlere karşı direnç geliştirebilirler. Pestisit uygulandığında populasyondaki bireylerin çoğu ölür ancak daha az duyarlı olan

çok az sayıda birey hayatta kalabilir. Bu daha az duyarlı bireyler veya onların yeni dölü bundan sonraki uygulamalarla muhtemelen daha az öldürülürler. Tekrarlanan uygulamalar, dirençli ya da daha az duyarlı bireyleri baskın duruma getirir ve bundan sonra aynı pestisitin uygulanması artık etkisiz olur.

45

6.2. Biyolojik Mücadelenin Tanımı

DeBach (1964) tarafından kaleme alınan tanımın içeriğinde biyolojik mücadele “sadece

yoğunluğa bağlı ilişkilede değil, diğer organizmaların poplasyonlarını azaltan

tüm asalak ve avcı türlerin ve hastalık etmenlerinin etkinlikleri” olarak

tanımlanmaktadır. Birleşik Devletler Bilimler Alademisi’nin 1988 yılında

yayımlanan tanımında DeBach’ın tanımı genişletilerek, biyolojik mücadele;

“istenmeyen organizmaların etkilerini azaltmak için, onların doğal düşmanlarını

veya modifiye edilmiş (genetiği değiştirilmiş) organizmaları, genleri veya gen

ürünlerini kullanmak ve tarımsal ürünler, ağaçlar, hayvanlar ve yararlı böcekler

ve mikroorganizmalar gibi yararlı organizmaları korumak” olarak

tanımlanmaktadır.

Birçok organizmalar, kitle üremesi yapan ya da yapma olasılığı olan böceklerin olağanüstü

çoğalmasını önleyici birer etken olarak doğada rol oynarlar. İşte böcek populasyonu, dolayısıyla

böcek zararını azaltmak için canlı organizmalardan (yerli ya da yabancı) yararlanmak suretiyle

yapılan savaşa biyolojik savaş denir.

Şekil XX. Sünger örücüsü, Lymantria dispar L.’ın biyolojik evrelerinde görülen bazı

parazitoid türler.

46

6.3. Biyolojik Savaşın Geçmişi

Biyolojik savaşta Predatör (Yırtıcı) böceklerden yararlanma diğer organizmalardan

daha eskidir. Bu hususta Asya’da yırtıcı karıncalardan yararlanıldığı ve narenciye

zararlılarına karşı ilk defa Milattan sonra yaklaşık 900 ve 1200 yıllarında kullanıldığı

bilinmektedir. Arabistan’da her yıl dağlık mıntıkalardan getirilen yırtıcı karınca kolonileri

hurma ağaçlarında zarar yapan başka bir karınca türüne karşı kullanılmıştır.

Hindistan’dan 1762 yılında Mauritius’a nakledilen Acridotheres tristis (L.) (Mynah

kuş) (Passeres, Sturnidae), çekirgelerden Nomadacris septemfasciata (Serv.) (Acrididae)

ile savaşta başarılı olmuştur. Hemiptera’lardan Picremeus bidens (L.) (Pentatomidae)

1776 yılı civarında Avrupa’da Cimex lectularis (L.) (Cimicidae) ile savaş için tavsiye

edilmiştir. İngiltere’de bağ sahipleri, faydalı Gelin böceklerini (Coleoptera, Coccinellidae)

yiyen kuşları tarlalarından uzaklaştırma çarelerine başvurmuşlardır. Bitki ve seralardaki

Afit’lerle savaşmak için Gelin böceklerinden yararlanılmıştır. BOISGIRAUD, 1840 yılında

Fransa’da Kavak’larda zarar yapan Lymantria dispar (L.) tırtıllarıyla savaşmak için fazla

miktarda Koşucu böceklerden Calosoma sycophanta (L.) (Coleoptera, Carabidae)’dan

yararlanılmıştır. 1844 yılında, Jamaika’dan Barbados’a nakledilen Bufo marinus (L.)

(Anura, Bufonidae), zararlılarla savaşta kullanılmıştır.

Zararlı böceklerle savaşta asalaklardan yararlanmanın geçmişi ise oldukça yenidir.

Bu hususta ALDROVONDI ilk defa 1602 yılında Pieris brassicae (L.) (Lepidoptera,

Pieridae) tırtılları içinde Apanteles glomeratus (L.) (Hymenoptera, Braconidae)’un

yaşadığını tespit etmiş, fakat bu durum daha sonra yaklaşık 1700 yılında VALLISNIERI

tarafından değerlendirilmiştir. Bundan sonra RAEUMUR, DEGEER, ERASMUS DARWIN

(CHARLES DARWIN’in babası), HARTIG gibi ilim adamları asalaklar üzerinde

çalışmışlardır.

Asalaklarla biyolojik savaşta ilk beynelmilel transfer PLANCHON ve RILEY tarafından

1873 yılında yapılmış ve bir Amerika asalağı olan Rhizoglyphus phylloxerae Riley

(Acarina, Tyroglyphidae) bağlarda zarar yapan Floksera ile savaşmak üzere Fransa’ya

nakledilmiştir. 1874 yılında Bitki bitleriyle savaşmak üzere Coccinella undacimpunctata

(L.) (Coleoptera, Coccinellidae), İngiltere’den Yeni Zellanda’ya nakledilmiştir. SOUNDERS,

1882’de ABD’nde mevcut asalaklardan Trichogramma minitum Riley (Hymenoptera,

Chalcididae)’u Kanada’ya ithal etmişlerdir. RILEY, Lahana kelebeği tırtıllarıyla savaşmak

üzere, 1883 senesinde İngiltere’den ABD’ne Apanteles glomeratus’u nakletmiştir.

47

Geçmişteki deneyimlerden sonra, bu konuda yapılan ilk büyük çalışma torbalı

koşnil, Icerya (Pericerya) purchasi (Mask.) (Homoptera, Margarodidae)’ye karşı 1888

yılında Avusturalya’dan Kaliforniya’ya nakledilen Cryptochaetum iceryae (Will.) (Diptera,

Agromyzidae) ile Uğur böceklerinden Rodolia (Novius) cardinalis (Muls.) (Coleoptera,

Coccinellidae)’in kullanılmasıyla yapılmıştır. Bundan sonra ABD’nde çok geniş bir alanda

yapılan en büyük biyolojik savaş projesi Lymantria dispar’a karşı olmuştur. Son 70 yıl

içinde 50’den fazla yırtıcı ve asalak böcek, dünyanın birçok ülkesinden ABD’ne ithal

edilmiştir. Bunlar içinde 10 asalak ve 2 yırtıcı, Lymantria dispar afetlerine karşı yararlı

sonuçlar vermiştir. Aynı durum, diğer memleketlerde de yapılmaktadır.

Yukarıda özet olarak verilen çalışmalar, mekaniksel ve kimyasal savaş yanında

biyolojik savaşın da varlığını ve önemini tanıtmaktır. Bugün birçok ülkeler bu savaşın

gelişmesi için lüzumlu ve haklı çabalara koyulmuşlardır.

BİYOLOJİK SAVAŞIN TANIMI VE TARİHÇESİ

Zararlılarla savaş amacıyla doğal düşmanların kullanılışı genel olarak BİYOLOJİK SAVAŞ

veya BİOKONTROL olarak bilinmektedir. Yüzyıllar boyunca insanların bildiği husus şudur;

Bitkilere zarar veren böcekler, çok çeşitli doğal düşmanların hücumuna uğramakta ve

zaman zaman belirli yerlerde zararlılar üzerinde oldukça yüksek düzeyde etki

oluşturmaktadır.

Başlangıçta zararlı populasyonu yüksektir ve beslenme ilişkisinin gereği besin bolluğu

nedeniyle doğal düşmanın populasyonu arasında denge oluşur ve bu denge durumu

herhangi bir olumsuzluk olmadığı sürece devam eder. İşte zararlılar ile onların üzerinde

yaşayan canlılar arasındaki bu ilişkiden yararlanarak zararlıların populasyonları baskı

altında, yani ekonomik zarar eşiğinin altında tutulabilir. Zararlı populasyonlarını ekonomik

eşiği altında tutmak üzere onlar üzerinde yaşayan organizmalardan yararlanılması ile ilgili

çalışmalara BİYOLOJİK SAVAŞ adı verilir.

Biyolojik savaşımda kullanılacak canlılar, özel yetiştirme lâboratuarlarında çoğaltılarak,

gerekli zamanda, zarar görülen yerlere, yeter sayıda salıverilir veya asalaklar konukçuları

ile beraber zarar görülen yere taşınırlar ya da dış ülkelerden ithal olunurlar. Bazı hallerde,

tabiata bırakılan az sayıdaki yararlı türün ya da doğal faunaya ait avcı veya

parazitoidlerin zamanla çoğalarak etkili olması beklenebilir. Kısaca 1- İthal 2- Çoğaltma

3- Koruma, biyolojik savaşım’ın üç ana yaklaşımı olarak görülmektedir. Biyolojik savaş,

zor ve çok bilgi isteyen bir yöntemdir. Biyolojik savaşta kullanılacak etmenin (etkili türün)

o yerin ekolojik şartlarına uyması gerekir. Aksi halde iyi bir sonuç alınamaz.

Biyolojik savaş terimi ilk kez 1919 yılında ABD’de H.S. Smith tarafından kullanılmıştır.

Ancak biyolojik savaş çalışmalarının tarihi oldukça eskidir. 1200 yıllarında Çin’de turunçgil

48

ağaçlarındaki zararlılara karşı Oecophylla smaragdina F. isimli karınca türünün Yemen’de

palmiyelerde zararlılara karşı karıncaların ve yine aynı yıllarda yaprakbitlerine karşı

coccinellid’lerin kullanıldığı kayıtlıdır. 1888 yılına kadar geçen dönemde zararlılara karşı

biyolojik savaşa yönelik çalışmalar sistemli olmayan ve sonuçları belirsiz çalışmalardır. Bu

dönemdeki çalışmalardan önemli olanları; 1602 yılında Pieris rapae L. larvalarının

Apanteles glomeratus (L.) isimli parazitoit tarafından parazitlendiğinin Aldrovandi

tarafından gözlenmesi, 1762 yılında çekirgelere karşı kullanılmak üzere Hindistan’dan

Mauritus adasına Mynah kuşu Acridotheres tristis L.’in götürülmesi, 1763 yılında

Linneasus tarafından tırtıllara karşı Calosoma sycophanto L.’nin önerilmesi, 1840 yılında

Kırtırtılı Lymantria dispar L.’a karşı Calosoma sycophanta L.’nin kullanılması, 1873 yılında

ABD’den Fransa’ya bağ Flokserası Viteus vitifulii ( Fithch)’ye karşı tyroglyphus

phylloxerae Riley’nin getirilmesi, 1883 yılında Pieris rapae (L.)’ye karşı kullanılmak üzere

Apanteles glomeratus (L.)’un İngilter’den ABD’ne götürülmesi gibi çalışmaları saymak

mümkündür. Biyolojik savaş çalışmalarına bilinçli ve bilimsel olarak 1888 yılında

torbalıkoşnil Icerya purchasi Mask.’ye karşı kullanılmak üzere Rodolia cardinalis (Muls.)’in

Avustralya’dan ABD’nin Kaliforniya eyaletine getirilmesiyle başlamıştır. 1885 yılında

Kaliforniya’da turunçgillerde Icerya purehasi Mask.’nin aşırı zarar yapması üzerine,

zarralının anavatanı olan Avusturalya’ya zararlının doğal düşmanlarını bulmak üzere

gönderilen Koebeble isimli Entomolog Rodolia cardinalis (muls.)’i tespit eder ve canlı

bireylerini Kaliforniya’ya getirir. Predatör üretilerek bahçelere salını verilir. predatör kısa

zamanda çoğalıp zararlı üzerinde baskı kurarak başarılı olur. İşte bu başarılı uygulama

biyolojik savaş çalışmalarının hızlanmasını sağlar. 1892 yılında yine Avustralya’dan,

ABD’ne turunçgil unlubiti Planococcus citri (Rissu.)’nin predatörü Cryptolaemus

montrouzieri Muls. getirilir. 1906 yılında İtalya’da Dut koşnili Pseudaulacaspis pentagona

(Targ.)’ya karşı Encarsia (=Prospaitella) berlesei (Huw.) isimli parazitoit kullanılır ve

başarı sağlanır. 1912 yılında Ephestia kvehniella Zell. larvalarından Bacillus thuringiensis

Berl. izole edildi. 1920 yılında Fransa’da Elmapamukbiti Eriosoma lanigerum (Hausm.)’a

karşı Aphelinus mali (Hald.) isimli parazitoit kullanılır ve başarı sağlanır. 1927 yılında

İngiltere’de CIBC (Commonwealth Institut Of Biological Control) kurulur. 1950 yılında

CILB (Commision Internationalede Lalutte Biologique, Uluslararası Biyolojik Savaş

Komisyonu) kurulur. Bu komisyon 1956 yılında OILB (Uluslararası Biyolojik Savaş

organizasyonu) haline dönüşür. Günümüzde bu organizasyonun değişik çalışma grupları

halinde biyolojik savaş araştırma ve uygulamalarını yönlendirdiği ve desteklediği

görülmektedir.

Yurdumuzda ilk biyolojik savaş çalışmaları 1912 yılında Süreyya ÖZEK tarafından

Fransa’dan İstanbul civarına Elma pamukbitine karşı Aphelinus mali (Hold.)’nin ve

Mersin’e Torbalıkoşnil’e karşı Rodolia cardinalis (Muls.)’in getirilmesiyle başlamıştır. 1913,

1918, 1934 yıllarında İtalya’dan Bursa’ya Dut koşnili’ne karşı Encarsia berlesei (Huw.),

49

1934 yılında Almanya’dan İzmir’e incir kurdu Ephestia cautella Zell.’ya karşı Bracon

herbetor Say. getirilmiştir. Yurdumuzda yoğun biyolojik savaş çalışmaları 1965 yılında

Antalya’da Biyolojik Mücadele İstasyonu kurulması ile başlamıştır. Bu istasyon sonradan

Enstitü haline dönüştürülmüşse de 1987 yılında kapatılarak Narenciye Araştırma

Enstitüsü ile birleştirilmiştir. Yurdumuzda biyolojik savaş çalışmaları pek yeterli değildir.

Oysa yurdumuz bu çalışmalar için oldukca elverişlidir. Çünkü yurdumuz biyolojik savaşta

etmen olarak kullanılabilecek bir çok organizmanın gen merkezidir. Ayrıca doğal denge

bir çok ülkenin aksine yurdumuzda aşırı bozulmuş değildir.

Günümüzde dünyada 327 zararlı türüne karşı değişik ülkelerde biyolojik savaş

yöntemlerinden yararlanılmaktadır. Bunlardan 102’sinde tam başarı 144’ünde önemli

düzeyde başarı ve geri kalan 81’inde de kısmen başarı sağlanmaktadır.

1. BİYOLOJİK SAVAŞIN ÜSTÜNLÜKLERİ

Biyolojik savaş bir çok avantaja sahiptir. Bu nedenle üzerinde fazla durulmakta ve

çalışmalar yapılmaktadır. Biyolojik savaşın avantajlarını aşağıdaki gibi 5 madde altında

toplamak mümkündür.

Doğal dengeyi koruyucudur.

Çevre ve insan sağlığına olumsuz etkisi yoktur.

Diğer savaş yöntemlerinden daha ekonomiktir.

Dayanıklılık sorunları yoktur.

Süreklidir.

Biyolojik savaş bir kere tesis edilince süreklidir ve çevre koşulları değiştirilmedikçe o

zararlıyla savaş yapmaya gerek kalmaz. Doğal düşmanlar zararlı üzerinde kendi

hakimiyetini devam ettirir, zararlıyı imha edici doğal bir engel kurar ve hücum ettikleri

zararlıların populasyonlarında devamlı olarak değişiklikleri düzeltir. (Parazitine karşı

dayanıklılık oluşturmuş konukçulara ait sadece birkaç örnek vardır ki bunlar başarılı

biyolojik savaşa engel olurlar. Bu belki de şöyle olmaktadır; Herhangi konukçu-parazit

veya predatör-av ilişkileri (interaksiyon) antagonistler arasında sürekli adapte olmuş bir

ırkı oluşturur. Bu ırk, üzerinde beslenilen türün hücumundan kendini daha fazla korumaya

yönelmesiyle oluşmaktadır.) Elde edilebilen bilgilerin ışığı altında bu durumlar çok nadir

olduğundan etkili biyolojik savaş yüksek düzeyde kalıcılığa, sürekliliğe sahiptir.

Biyolojik savaş programları toksisite ve çevre kirliliği gibi yan etkilere sahip değildir ve bu

yüzden kullanılımları zararsızdır. (Şu anda mevcut düşüncelere göre yaşadığımız çevrenin

kalitesi üzerine ve pestisitlerin toksik olmayan düzeylerine sürekli uzun zaman

50

bırakmanın ortaya çıkardığı sorunlar göz önüne alındığında biyolojik savaşın avantajları

zararlılarla savaşta çok daha önem kazanmaktadır.) Bütün canlıların yanında biyolojik

savaş kimyasal savaş yöntemlerine göre her zaman daha faydalı ve zararsız olarak hiçbir

zaman düşünülmemelidir. Çünkü biyolojik savaş programları uygulanabildikleri takdirde

iyi bir duruma sahip olurlar ve belirgin avantajları olduğu kabul edilir.

Biyolojik savaşta kullanılan doğal düşmanlar tam anlamıyla zararlı populasyonunu kontrol

edici olarak yöreye yerleştirilebilirse daha önce zararlı olarak görülebilen tür artık zararlı

listesinden çıkarılacağı ve herhangi bir savaş masrafı da yapılmayacağından ekonomik

olmaktadır.

Bu avantajlarının yanında biyolojik savaş çalışmaları zaman gerektirir. Doğal düşman

populasyonunun zararlı üzerinde baskı kurabilmesi, yani denge durumunun

sağlanabilmesi için belirli bir sürenin geçmesi gerekir. Bu süre içinde bir miktar zarara

katlanılması gerekir. Biyolojik savaş çalışmalarında buna başlangıç riski adı verilebilir.

Zararlı populasyonu ile onun doğal düşmanları arasında denge durumunun sağlanması

için geçmesi gereken süre;

Çevre faktörlerine

Kültür bitkisinin tür ve çeşidine

Uygulanan tarım şekline

Uygulanan diğer savaş yöntemlerine

Zararlı türüne

Zararlının populasyon yoğunluğuna

Doğal düşman türüne

Doğal düşman türünün populasyon yoğunluğuna göre değişir

Vegetasyon süresi çok kısa ve entansif tarımın uygulandığı kültürlerde, bu süre çoğu kez

yeterli olmayabilir. Bu nedenle biyolojik savaş çalışmaları genellikle çok yıllık kültürlerde

daha başarılıdır.

Zararlıların doğal düşmanları adı verilen organizmalar zararlılar üzerinde;

Parazit

Parazitoid

Predatör

Olarak yaşarlar.

Parazit, yaşamını tekbir konukçu bireyi üzerinde tamamlayan ve konukçusunu öldürmeyip

zayıflatan organizmalara denir. Parazitler konukçusunun vücudunun içinde yaşıyorsa iç

51

parazit (endoparazit), konukçusunun vücudunun dışında yaşıyorsa dış parazit

(ektoparazit) adını alır.

Parazitoit, yaşamını tek bir konukçu bireyi üzerinde tamamlayan ve konukçusunu belli bir

süre sonra öldüren organizmalara denir. Insecto sınıfı içinde yer alan parazit doğal

düşmanlardan hemen tamamı parazitoit olarak yaşar.

Predatör, yaşamını birden fazla konukçu bireyi üzerinde tamamlayan organizmalara

denir. Bunlar avcı türlerdir.

6.4. Biyolojik Savaşın Problemleri

Bu savaş yöntemi, diğer yöntemlerle kıyasla en zor ve en çok bilgi isteyen savaş

yöntemidir. Bu savaşta kullanılacak etkili türün, o yörenin ekolojik koşullarına uyması

gerekir. Bu nedenle biyolojik savaşta kullanılacak yararlı türlerin seçiminde dikkatli olmalı

ve tüm titizlik gösterilmelidir.

Biyolojik savaşta kullanılacak organizmalar genellikle üç kaynaktan sağlanır. Bu

kaynaklarla bunlar hakkındaki bilgiler aşağıda özet olarak verilmiştir.

1.Yararlı organizmaların ülke dahilinden sağlanması. Bir zararlı ile biyolojik savaşta önce

o zararlının doğal düşmanlarının iyi bir şekilde saptanması gerekir. Bunlar arasında

bazıları bizzat bulundukları yerlerden alınarak böceğin zarar yaptığı mıntıkaya

yerleştirilirler. Örneğin, Formica rufa (L.) (Kırmızı orman karıncası) (Hymenoptera,

Formicidae) grubu böceklerin yuvaları kraliçelerle birlikte alınarak yeni yörelerine monte

edilir. Diğer bazıları da örneğin asalaklar, eğer doğadan yeterli ölçüde sağlanamazsa,

bunlar özel yetiştirme laboratuarlarında çoğaltılırlar. Bundan sonra gerekli yerlere

bırakılırlar. Burada şunu da unutmamak gerekir ki, yararlı türün, zararlı böceğin hangi

hayat döneminde etkili olduğu iyi bilinmeli ve buna göre araziye bırakılmalıdır.

2. Biyolojik savaşta kullanılacak etken grupların diğer ülkelerden ithal edilmesi. Bu husus,

genellikle, o yörede doğal düşmanları bulunmayan ekzotik zararlılar için uygulanmaktadır.

Burada ithali yapılacak yararlı tür, ya bulunduğu ülkeden bizzat doğadan ya da oradaki

laboratuarlarda yetiştirilerek sağlanır. Bu türler ithal edilecek ülkelerde de

yetiştirilebilirler. Lymantria dispar’ın ABD’deki biyolojik mücadelesi.

3. Biyolojik savaşta rol oynayan diğer canlıların korunması. Birçok canlı grubu, örneğin

kuşlar, memeliler, zararlı böceklerle beslenirler. Bunların yaşam ortamlarında korunmaları

biyolojik savaşın önemli bir kısmını oluşturmaktadır.

52

Yukarıda adı geçen hususların sağlanması oldukça zor bir iştir. Bu nedenle biyolojik

savaşa karar vermeden önce, etkili türlerden sağlanacak yararın önceden tartışılarak

saptanması gerekir.

1. ZARARLILARA KARŞI BİYOLOJİK SAVAŞ YÖNTEMLERİ

Zararlılara karşı biyolojik savaş yöntemleri üç grup altında toplanır.

a. Doğal düşmanların populasyonlarının korunması

b. Doğal düşmanların etkinliklerinin artırılması

c. Doğal düşmanların populasyonlarının artırılması

Bu üç yöntem aynı zamanda bir zararlıya karşı uygulanacak biyolojik savaşın aşamalarını

teşkil eder. Biyolojik savaş yöntemleri birbirinden ayrı düşünülmemelidir. Çünkü bu

yöntemler birbirinin tamamlayıcısı durumdadır.

a. Doğal düşmanların populasyonlarının korunması

Doğal düşmanların zararlılar üzerinde önemli doğal baskı unsurları oldukalrı sürekli

göz önünde tutularak öncelikle onların doğadaki populasyonlarının korunması

gerekir.

Bir bahçe tesisinde ağaçlar arası mesafenin uygun seçilmesi, uygun şekil

budamasının yapılması, bahçe kenarına rüzgar kıran veya çit bitkilerinin seçilmesi

gibi hususlar bu konuda önemli olanlardır.

Doğal düşmanların doğada populasyonlarının korunmasında önemli bir konu bitki

zararlı ve hastalıklarına karşı kullanılacak pestisitlerdir. Özellikle parazitoitler

insektisitlerden olumsuz etkilenirler. Bunun için parazitoitlere etkisi düşük olan

insektisitlerin seçilmesi onların korunması bakımından önemlidir. Aynı şekilde

fungal olan doğal düşmanların populasyonlarının korunması için öncelikle bunlara

etkisi düşük olan fungisitlerin seçilmesi gerekir.

Doğal düşmanların populasyonlarının korunmasında bazı kültürel işlemlerin

uygulanmasıda önemlidir. Örneğin tarladaki bitki kalıntılarının ayıklanması yerine

toplanıp bir yere yığılması, yoncanın 15-20 günlük periyotlarla şerit halinde

biçilmesi gibi uygulamalar doğal düşmanların korunmasını sağlayacak

uygulamalardır. Turunçgil bahçelerinde Akdeniz meyve sineği Ceratitis capitata

(Wield.)’ya karşı zehirli yem kısmi dal ilaçlaması yöntemi, yine turunçgillerde

kabuklubitlere karşı yapılacak yazlık byaz yağ ilaçlamalarında ilk ilaçlama birer sıra

53

atlanarak, ikinci ilaçlamada ise birincide ilaçlanmayan sıraların ilaçlanması doğal

düşmanların büyük ölçüde korunmasını sağlayan uygulamalardır.

b. Doğal düşmanların etkinliklerinin artırılması

Bu konuda en önemli husus doğal düşmanların ergin beslenmesinin sağlanmasıdır.

Bunun için kültürler arasında bol çiçek açıp, bol nektar, bal özü ve polen taşıyan

bitkilerin dikilmesi veya kritik mevsimlerde erginlerin beslenmesi için kültürlere

şekerli su pülverize edilmesi gibi erginlerin beslenmesini sağlayacak uygulamaların

yapılması sayılabilir. Balözü ve polence zengin bitkilerin kültür arasında

yetiştirilmesi ile Syrphidae (Diptera) türleri ile birçok Hymenopter erginlerinin

beslenmesi ve üreme güçlerinin artırılması sağlanabilir. Örneğin ABD’de yaprakbiti

populasyonunun azaldığı, dolayısıyla erginlerin besisini teşkil eden tatlımsı madde

salgısının çok düştüğü temmuz aylarında pamuk tarlalarına Chrysopidae

(Nevroptera) familyasına bağlı predatör türlerinin erginlerinin beslenmesi için

şekerli su pülverize edilir. Peru’da pamuk tarlalarında bazı sıralara erken çiçek

açan mısır ekilerek predatör heteropter erginlerinin çoğalması sağlanır.

Meyve bahçesi kenarındaki tozlu yolların asfalt veya betonlanarak tozdan

arındırılması ile doğal düşmanların populasyonları ve dolayısıyla etkinlikleri artırılır.

c. Doğal düşmanların populasyonlarının arttırılması

Bunun için öncelikle doğadaki populasyonlarının artırılmasına yönelik

uygulamalara ağırlık verilmesi gerekir. Doğal düşmanların etkinliklerinin

arttırılması konusundaki uygulamalar onların populasyonlarınında arttırılmasını

sağlayacak uygulamalardır. Eğer bu uygulamalar yeterli olmuyorsa yerli doğal

düşmanlar kitle halinde üretilip doğaya slıverilmek suretiyle populasyonlarının

arttırılması sağlanır. Bu konuda yerli doğal düşmanlar yeterli olmuyorlarsa ekzotik

türlerin getirilmesi gerekir. Bunun için öncelikle zararlı türün baskı altında olduğu,

yani populasyonunun ekonomik zarar elşiği altında bulunduğu bölge veya

ülkelerdeki doğal düşmanlar üzerinde durulmalıdır. Çünkü zararlının baskı altında

tutulmasında büyük bir ihtimalle doğal baskı unsurlarından olan doğal düşmanlar

etken olabilir. Böylece saptanan doğal düşmanlar getirilip kitle halinde üretilerek

doğaya salıverilir. Salıverme işlemiyle her şey bitmiş değildir. Bundan sonra doğal

düşmanın sürekli izlenerek etkinliğinin ve populasyonunun devam edip etmediği

kontrol edilmelidir. Yeni getirildiği bölgenin çevre koşullarına adapte olamayan

ekzotik doğal düşman türlerinde kitle halinde üretilip salıverme işleminin periyodik

54

olarak yapılması gerekir. Örneğin turunçgil Unlubiti Planococcus citri (Ashm.)’ye

predatörü Cryptolaemus motrouzieri Muls. Avustralya kaynaklıdır ve yurdumuz

iklim koşullarında kışı geçiremediği için her yıl doğaya salıverilir. Turunçgillerde

zararlı turunçgil beyazsineği Dialerodes citri (Ashm.)’ye karşı Encarsia lahorensis

(Huw.); Defne beyazsineği Parabemisia myricae (Kuw.)’ye karşı Eretmocerus sp.;

Turunçgil unlubiti Planacoccus citri (Rissu.)’nin Leptomastix dactylopii Huw.;

İncirkurdu Ephestia cavtella (Walk.)’ya karşı Bracon hebetor Say.; elmaiçkurdu

Cydia pomonella (L.) ve yaprakbükenler Archips spp.’ne karşı Trichogramma spp.

Yudumuzda kitle halinde üretilip doğaya salıverilerek doğal düşman

populasyonlarının arttırılması ile ilgili örnekleri teşkil eder.

Yukarıda açıklanan biyolojik savaş yöntemlerine ek olarak kullanılan başka

biyolojik savaş yöntemleri vardır. Bunlar; böcekler için kullanılan genetik savaş ve

mikrobial savaştır.

6.5. Zararlı Böceklerle Biyolojik Savaşta Kullanılan Etken Gruplar

İnsanoğlu biyolojik savaşta çeşitli canlılardan yararlanmaktadır. Bunlar arasında en önemlileri

böceklerdir. Böcekler dışında etken gruplarla yapılan biyolojik savaşlarda arzulanan başarı

sağlanamamıştır. Bu gruplardan ancak, doğada yayılma ve yaşamalarına yardımcı olmak suretiyle

yararlanmak şimdilik uygulanabilecek en iyi yöntem olarak görülmektedir.

Çok çeşitli bir organizma grubu gıda ve çevre koşullarını değiştirmek, salgın hastalıkların

çıkmasına öncülük etmek ya da böcekleri yemek suretiyle faydalı rol oynarlar. Bunları 4 ana grupta

toplamak mümkündür.

6.5.1. Mikroorganizmalar

Doğada böceklerin hastalanmasına neden olan ve sonra onları öldüren, orijini bakteri, fungus,

virüs ya da Protista olan birçok mikroorganizmalar mevcuttur. Bunların zararlı böceklerle savaşta

kullanılması üzerine birçok memleketlerde geniş araştırmalar ve uygulamalar yapılmaktadır.

6.5.1.1. Bakteriler

Birçok bakteriler böceklerde kitle halinde ölümlere neden olurlar. Fakat bu

bakterilerin pek çoğundan yapay yollarla yararlanmak mümkün olmamıştır. Bunlardan

yalnız birkaç tanesi biyolojik savaşta iyi sonuçlar vermiştir.

Böceklerle ilişkisi olan en önemli bakteri grupları aşağıda verilmiştir.

55

Familya Cins

---------------- -----------------

Enterobacteriaceae Serratia, esherichia

Pseudomonododaceae Pseudomonas

Bacillaceae Bacillus

Bunlardan Bacillus pluton White arı larvalarında çok yaygın olan Bozuk kurt

hastalığı’nı meydana getirir. Aerobacter aerogenes var. acridiorum d’Her. (Eubacteriales,

Entorobacteriaceae) türü, Dociostaurus maroccanus (Thunb.) (Orthoptera, Acrididae)

bağırsaklarında bulunur; nemli ve soğuk havalarda ölüme sebep olur. Flacheri hastalığı

da ipek böceklerinde, Bombyx mori (L.) (Lepidoptera, Bombycidae), vücuttaki maddelerin

sıvılaşmasına neden olur.

Böceklerde önemli zarara neden olan bakteriler daha ziyade spor meydana getiren

gruptur. Bu tip bakteriler ormanlardaki zararlı böcekler üzerinde önemli rol oynarlar. Bazı

mevsimlerde tüm konukçularının her ferdini öldürürler. Yapılan araştırmalarda sporların

kuraklığa ve yüksek sıcaklığa karşı çok dayanıklı olduğunu göstermiştir. Fakat spor

vermeyen bakteriler ekstrem fiziksel koşullara oldukça hassastırlar. Bu çalışmalar

sonunda böceklerle savaşta spor veren bakterilerden yararlanma tavsiye edilmektedir.

Son yıllarda oldukça yüksek Patogenik bakteri olan Bacillus thuringiensis Berliner

thuringiensis’e büyük önem verilmiştir. Bunun biyolojik savaşta bakterilerin çoğundan

daha fazla ümit verici olduğu saptanmıştır. Bu bakterinin sporları, doğada uygulanmak

üzere toz, ıslanabilir toz ya da sıvı prepatlar halinde piyasada mevcuttur. Bu sporların

püskürtüldüğü böcekler, sporların içindeki bir zehirli madde (toksin) nedeniyle ölürler.

Fakat bu basil, böcekler arasında bulaşıcı hastalık durumu yani epizootic yaratmaz.

Basilin her defasında, diğer insektisidlerle olduğu gibi, yeniden uygulanması gerekir. Bu

bakteri ile özellikle tırtıllara karşı başarılı bir şekilde savaşılır ve selektif (seçici)

olduğundan yararlı türleri öldürmez.

Bacillus thuringiensis

Bacillus thuringiensis (yaygın olarak ‘Bt’ olarak bilinir) en başta Lepidoptera tırtılları

(kelebekler ve güveler) gibi önemli bitki zararlılarının, ayrıca sivrisinek larvaları ve

Afrika’da nehir körlüğü hastalığının taşıyıcısı simuliid karasineklerin kontrolü için dünyanın

her yerinde satılan böcek öldürücü bir bakteridir. Bt ürünleri dünyadaki toplam ‘tarım

kimyasalları’ pazarının (mantar öldürücüler, bitki öldürücüler ve böcek öldürücüler)

yaklaşık %1’ini temsil etmektedir. Bt ticari ürünleri kurutulmuş sporların ve bakteri zehri

kristallerinin karışımını içeren tozlardır. Bu karışımlar böcek larvalarının beslendiği

yapraklara ve diğer ortamlara uygulanır. Ayrıca bazı tarım bitkilerinin genlerine bakterinin

56

zehir genleri aktarılmıştır. Bu biyokontrol ajanının kullanma yöntemi, etki şekli ve

konukçu dağılımı Bacillus popililae’dan önemli derecede farklıdır.

Bacillus thuringiensis faz-kontrast mikroskopide görülür. Bitey (vejetatif)

hücreler, endosporlar (parlak evre) ve böcek öldürücü zehirli protein (delta-

endotoxin) kristalleri içerirler. Çoğu hücreler yok olarak, sporlar ve zehir kristalleri ( iki

uçlu piramit şekilli yapılar) salıverir.

Etki Tarzı

Bu kristaller, gerçekte bir protoksin -herhangi bir etkiye sahip olmadan

etkinleştirilen- olan (yaklaşık 130-140kD) büyük bir protein bloklarıdır. Kristal protein

normal koşullarda ileri derecede çözünmez olduğundan, insanlar, büyük hayvanlar ve

çoğu böcekler için tamamen güvenlidir. Ancak, kristal protein yüksek pH’nın indirgeyici

koşullarında (yaklaşık pH 9.5 üzerinde), yaygın olarak Lepidoptera larvalarının orta

bağırsağında bulunan koşullarda, çözülür. Bu nedenle, Bt ileri derecede özgün bir böcek

öldürücü etkendir.

Protoksin, böceğin bağırsağında çözünebilir olduktan sonra, yaklaşık 60kD’luk etkin

bir toksin üretmek için bir bağırsak proteazı tarafından parçalara ayrılır. Bu toksin

deltaendotoksin olarak adlandırılır. Delta-endotoksin, hücre zarlarında delikçikler

(porlar) oluşturarak ve iyon dengesine öncülük ederek orta bağırsak epitelyum

hücrelerine bağlanır. Bunun sonucunda, bağırsak çalışması hızla durdurulur, epitelyum

hücreleri yok olur, larva beslenmeyi durdurur ve kan pH’sı ile dengelenen bağırsak pH’sı

azalır. Bu düşük pH bakteri sporlarının çimlenmesine olanak verir ve ardında bakteri

öldürücü bir kan zehirlemesi ile konukçuyu istila edebilir. Delta-endotoksinin yapısı ile

ilgili yeni çalışmalar onun üç etki alanının olduğunu göstermiştir.

Etki alanı (Domain) I, bir kısmı veya tamamı, iyonların serbestçe geçebileceği bir

delikçik oluşturarak bağırsak hücre zarına sıkışabilen 7 alfa-sarmal yay yığınıdır.

Etki alanı II, bu etki alanının reseptörleri bağırsağa bağladığını gösteren,

immunoglobulinlerin antijen bağlayıcı bölgelerine benzer, birbirine paralel olmayan 3 tane

beta yüzden oluşur.

Etki alanı III, bağırsak proteazı ile daha fazla parçalara ayrılmayı önleyen, etkin

toksinin açık ucunu (C-sınırı) koruduğu düşünülen, sıkıca paketlenmiş bir beta sandviçtir.

İlginç olan, difteri toksininin (diğer bir bakterinin) temelde Bt toksinine benzer bir yapısı

vardır.

Bacillus thuringiensis’in Tarihi, Ürünleri ve Konukçu Böcek Dağılımı

Bacillus thuringiensis ilk olarak 1911 yılında Almanya, Thuringia Vilayetinde, un

güvelerinin bir hastalık etmeni (patojeni) olarak bulunmuştur. Böcek öldürücü ticari bir

kimyasal (insektisit) olarak ilk olarak 1938’de Fransa’da ve ardından 1950’lerde ABD’de

57

kullanılmıştır. Ancak, bu başlangıç ürünleri, farklı böcek çeşitlerine karşı özel etkili çeşitli

yüksek patojenik ırkların bulunduğu 1960’larda, daha etkili yenileri ile değiştirilmiştir.

Uzun yıllar, Bt, yüksek bir potent bir ırk B. thuringiensis kurstaki’nin kullanılması

ile sadece lepidopteraların kontrolü için sağlanmıştır. Bu ırk, hala çoğu Bt

formulasyonlarının temelini oluşturmaktadır. Çok sayıdaki diğer Bt ırklarının ayrıca

taranması, bazılarının Coleoptera (Kınkantlı) veya Diptera (küçük sinekler, sivrisinekler)

larvalarına karşı da etkin olduğunu ortaya koymuştur. Bu ırkların çoğu benzer temel

toksin yapısına sahiptir, fakat muhtemelen böcek bağırsağında toksin reseptörlere farklı

bağlanma eğilimi derecelerinden dolayı, konukçu böcek dağılımları farklıdır. Örneğin, B.

thuringiensis var aizawai tarafından üretilen toksinler, Bt kurstaki’nin toksinlerinden

biraz farklı olmakta ve diğer böceklere hiç etkisi olmadan, Lepidoptera’lara özgün

olmaktadır. Lepidoptera’ları kontrol için çok sayıdaki ticari ırklar Biobit®, Dipel®,

Javelin® vb. gibi çeşitli ticari adlar altında pazarlanmaktadır.

Tezat olarak, B.t. var israilensis ırklarının ürettiği toksinler bazı tropikal hastalıkların

taşıyıcısı simuliid karasineklere karşı ve ayrıca mantar tatarcık larvalarına karşı ve çeşitli

sivrisineklere, (özellikle Aedes türlerine karşı, ancak, Culex spp. ve Anoheles spp.’nın

kontrolü daha yüksek toksin dozlar gerektirmektedir) karşı yüksek etkilidir. Bu ürünlerin

ticari adları Skeetal®, Vectobac® ve Mosquito Attack® içermektedir. B.t. var san diego

VEYA B.t. var tenebrionis ırkları bazı Coleoptera, özellikle de Kolorado patates

kınkanatlısının kontrolü için pazarlanmaktadır.

Bt Toksinleri ve Sınıflandırılmaları

Bacillus thuringiensis ırkları iki çeşit toksin üretirler. Temel çeşitler farklı Cry

(kristal) genler tarafından şifrelenmiş cry (kristal) toksinlerdir. Bt çeşitlerinin farklı

sınıflandırılmaları bundandır. İkinci çeşitler, böcek kontrolü etkinliğini arttırmada Cry

toksinleri çoğaltabilen Cyt (cytolytic) toksinlerdir. Cry toksinleri şifreleyen yaklaşık 50

genin dizini çıkarılmış ve dizin benzerlikleri temelinde 15’den çok grupta toksinleri

belirleme yeteneğindedir. Aşağıdaki Tablo, 1955’te bu tür bir sınıflamanın durumunu

göstermektedir, ancak, alternatif bir sınıflama şimdiden önerilmiştir.

Gene Crystal

shape

Protein size

(kDa) Insect activity

cry I [several subgroups:

A(a), A(b), A(c), B, C, D, E, F,

G]

bipyramidal 130-138 lepidoptera larvae

cry II [subgroups A, B, C] cuboidal 69-71 lepidoptera and

diptera

58

cry III [subgroups A, B, C] flat/irregular 73-74 coleoptera

cry IV [subgroups A, B, C, D] bipyramidal 73-134 diptera

cry V-IX various 35-129 various

Irk Geliştirmede Yeni Yaklaşımlar

Cry toksinlerin B. thuringiensis plazmidlerindeki genler tarafından şifrelendiği,

1980’lerden buyana bilinmektedir. Tek bir Bt ırkında 5 veya 6 farklı plazmid

bulunabilmekte ve bu plazmidler farklı toksin genleri şifreleyebilmektedir. Bu plazmidler,

kavuşma benzeri bir işlem ile Bt ırkları arasında karşılıklı olarak değiştirilebildiğinden, Cry

toksinlerinin farklı kombinasyonları ile potansiyel olarak geniş bir ırk çeşidi bulunur. Buna

ek olarak, Bt, genlere geçen, genomun bir parçasında kesilebilen ve herhangi bir araya

girebilen, sırası değişebilen genetik elementler (transposonlar) içerir. Tüm bu özellikler,

Bt ırkları tarafından doğal olarak üretilen toksin çeşitliliğini arttırır ve yeni toksin

kombinasyonları ile genetik olarak değiştirilmiş ırklar yaratmak için ticari kuruluşlara

dayanak sağlar.

Bu tür ürünlerin ilki, Kolorado patates kınkanatlısı yanında, patates, domates ve

patlıcan bitkilerine (hepsi aynı bitki familyesından-Solanaceae) zarar veren tırtılların da

kuvvetlendirilmiş kontrolü için Raven® olarak pazarlanan bir Bt ırkıdır. Bu Bt ırkı iki farklı

kıkanatlı-etkin cry III proteinleri (Kolorado patates kınkanatlısının orta bağırsak hücre

zarı için farklı bağlanma eğilimli) yanında iki tırtıl-etkili Cry I proteinleri içermektedir.

Çoğunluk, gen piramitlemesi olarak adlandırılan bu tür bir yaklaşım, direncin birkaç farklı

toksine eş zamanlı gelişiminden dolayı hedef zararlıların direnç gelişimini geciktirmek için

tasarlanmaktadır. Bu çeşit direnç, sadece bir çeşit toksinin katıldığı durumda oldukça hızlı

gelişir. Gerçekten bu direnç sivrisinek-etkin Bt ırklarının tropikal ülkelerde yaygın olarak

kullanılmasında 1 veya 2 yıl içinde oluşmaktadır. Direncin esası, bazı etkenlerin de

karışmasıyla karmaşık görünmektedir. Ancak, cesaret verici bir buluş, en azından bazı

böceklerde, Bt toksini reseptörünün gerekli bir orta bağırsak enzimi aminopeptidaz-N

olması, böylece toksin bağlamada kayba neden olan (kayba uğrayan) bu reseptördeki

herhangi bir değişiklik böceklerin dirence uygunluğunda potansiyeli azaltması da böcek

için zararlı olabilecektir.

Bt Geni Aktarılarak Genetiği Değiştirilmiş Bitkiler

1996’dan buyana, geniş bir dizideki ürün bitkisi, Bacillus thuringiensis’in delta-

endotoxin genini içerecek şekilde genetik olarak değiştirilmiştir. Bu “Bt ürünler” şu anda

ABD’de ticari olarak sağlanabilmektedir. Bunlar, “Bt mısır”, “Bt patates”, “Bt pamuk” ve

“Bt soya fasulyesi” ni içermektedir. Bu tür bitkiler, bu ürünlerden beslenen böcekleri

59

öldürecek, dokularında etken Cry toksinin amaca uygun parçasını taşıyacak şekilde

genetik olarak işlem görmüşlerdir. Bazı yönlerden bu, yalnızca bu ürünlere zarar veren

böceklerin Bt toksinlerinin etkisine uğramasını güvence altına aldığından, diğer tip

böcekler için hiçbir riski olmadığından önemli bir teknolojik ve pratik gelişmedir.

Bu uygulama Bt kullanımını, köklerde beslenen veya bitki dokularında delikler açan -

örneğin Avrupa mısır delicisi- dolayısıyla bitki yüzeylerine püskürtülen Bt süspansiyonları

ile kontrol edilemeyen böceklere genişletmektedir. Diğer yandan, burada olumsuz bir

gidiş de vardır. Çünkü hedef böcekler sürekli olarak bu toksinlerin etkisine uğrayacak ve

bu durum, bu toksinlere karşı direnç gelişimi için çok kuvvetli bir seleksiyon baskısı

yaratacaktır. Çeşitli ürün idaresi stratejileri, bu riski azaltmak için geliştirilmektedir.

6.5.1.2. Funguslar

Fungusların bulaştığı böcekler hastalanarak çok kere kısa ya da uzun bir süre sonra

ölürler. Fakat funguslar, orman böcekleriyle savaşta başarılı sonuç vermezler. Çünkü,

asalak funguslar oldukça sıcak ve nemli koşullarda böcek afetlerine karşı etkili olurlar.

Bunun sonucu olarak, funguslara gereksinim duyulduğu epidemilerde, mevcut nem oranı

ya çok az ya da hiç yoktur. Bu durum fungusların gelişmesine engel olur. Fakat nemli

periyotlarda, mevcut fungus inekulumu, orman böceklerinin çoğalmasını engelleyici rol

oynar.

Böcekleri öldüren funguslar uzun süre saprofit olarak yaşarlar. Koşulların uygun

olduğu durumlarda, mevcut olan inekulum canlı böceklere saldırıya hazır durumdadır.

Funguslardan böceklerde zarar yapan türler genellikle Zygomycetes,

Ascomycetes ve Deuteromycetes sınıflarına dâhildirler.

Sınıf Zygomycetes (Zigomisetler): Bu sınıfa bağlı funguslar böceklerin özellikle

karın boşluğunda gelişirler. Bunlardan Entomophthorales takımına dâhil Entomophthora

türleri Orthoptera, Coleoptera, Lepidoptera, Hymenoptera ve Diptera türlerinin

gelişim dönemlerinde zararlı olurlar. Bazı Entomophthora türleri aşağıda verilmiştir.

Entomophthora muscae (Cohn) Fries: Karasineklerde zarar yapar. Bu fungusun

meydana getirdiği hastalık her yıl, özellikle ilkbaharda meydana çıkar. Bu hastalıktan ölen

sinekler duvar ve pencere kenarlarında, etrafına beyaz konidiler saçılmış olarak

görülürler.

Entomophthora grylli (Fries) Thaxt: Çekirgelere ve özellikle nemli geçen yıllarda

Anadolu’daki Calliptamus italicus italicus (L.) (Orthoptera, Acrididae)’da zarar yapar. Bu

fungus 1930 yılında samsun mıntıkasındaki çekirgelerin salgın halinde hastalanarak

ölmesine neden olmuştur.

Entomophthora aulicae Reich: Lymantria dispar (L.) (Lepidoptera, Lymantriidae)’in

tırtıllarına zarar yapar.

60

Sınıf Ascomycetes (Askomisetler): Bu sınıfın Hypocreales takımına dâhil

Berkelella, Nectria ve Ophionectria; Clavicipitales (Hypomycetales) takımından

Cordyceps özellikle önemli cinslerdir. Bunlardan hemen 200 türü kapsayan Cordyceps,

çeşitli Lepidoptera, Coleoptera, Homoptera, Diptera, Hymenoptera ve Orthoptera

türlerinde zarar yaparlar. Örneğin, Cordyceps militaris Lk. Nemli orman topraklarındaki

tırtıl ve pupalara, örneğin Çam keseböceği tırtıllarına geçerek onları öldürür. Cordyceps

entomorrhiza Fries’da çeşitli böceklerin larvalarında zarar yapar.

Form-Sınıf Deutoromycetes (Enfeksiyon etmeni funguslar): Bu form-sınıfa dâhil

Acremonium, Beauveriia, Isaria ve Metarrhizium cinslerine bağlı türler çok önemlidir.

Bunlardan Isaria farinosa Fries çeşitli tırtıl ve pupalara, özellikle toprakta kışladıkları

sırada zarar yaparlar.

Gerek orman, gerekse tarım alanlarındaki ölü toprak örtüsü birçok fungusları ve

fungusların zararlı oldukları böcekleri barındırır. Fungusların yaşaması için gayet elverişli

bir zemin oluşturan bu örtü korunarak hastalığa neden olan fungusların yaşaması ve

devamlılığı sağlanabilir.

6.5.2. Virüsler

Birçok virüslerin böceklerin hastalanmasına neden olarak afetleri kontrol ettikleri

bilinmektedir. Virüsler, genellikle mekanik olarak bir konukçudan diğerine yumurta

koymak suretiyle nakledilir. Çiğneyici ağız parçalarına sahip böcekler özellikle yaprak

yiyenler, virüs enfeksiyonlarına daha hassastırlar. Bu hususta yaprak yiyen Lepidoptera

tırtıllarıyla Hymenoptera’nın yalancı tırtılları fazla zarar görürler. Bu virüsler, genellikle

2-3 yılda bir meydana çıkan epidemilerde çoğalarak birçok larvayı öldürür ve böylece

böcek afetini ortadan kaldırırlar. Virüs hastalıkları hakkındaki ilk bilgimiz 1889 yılında

Avrupa’da Lymantria monocha (L.) (Lepidoptera, Lymantriidae) Wipfel hastalığı’nın

bulunması üzerine yapılan çalışmalarla başlamıştır. Daha sonra 1907’de, aynı tip bir

hastalık ABD’nin New England eyaletinde Lymantria dispar (L.) populasyonu üzerinde

müşahade edilmiştir. Ölen larvaların solgun bir görünümde olması nedeniyle buna solgun

hastalığı adı verilmiştir.

Solgun hastalığı, alınan gıda ile böcek vücuduna ulaşır. Virüs vücuda yerleşince,

genellikle kan hücreleri ve bazı dokuları öldürür. Hasta larva önce uyuşuk bir durum alır

ve sonra yemesine son verir. Ölmeden önce, ağacın tepesine tırmanır ve arka bacaklarına

asılı olarak ölür. Dokuları koyulaşır, ayrışır ve vücutları sıvı haline geçer. Nihayet, küçük

parçalara ayrılır ve ağaçta kurur.

Virüslerin orman böcekleriyle savaşta kullanılması, ABD’nde 1976 yılına kadar

deneme döneminde idi. Sonra Çevre Koruma Dairesi Orgyia pseudotsugata (McDunn.)

(Lepidoptera, Lymantriidae) larvalarına karşı Baculovirus cinsinin bir

61

Nucleopolyhedrous virüs (NPV)’unu kullanma iznini aldı. Böylece bu virüs hakkındaki

uygulama yöntemleri, çevre ve insan sağlığının korunması, kalıntı miktarı gibi hususlar

üzerinde yoğun çalışmalar bulunmaktadır. NPV ile Lymantria dispar’a karşı da savaşmak

için 1978’de izin alınmıştır.

Virüslerle biyolojik savaş yapmak için genellikle hastalığın etkisiyle (Polyhedrosis)

ölmüş tırtıllar kullanılır. Bu tırtılların ezilmesiyle hazırlanan süspansiyon epidemi alanına

püskürtülür.

The nuclear polyhedrosis virus (NPV) which belongs to the sub

group Baculoviruses is a virus affecting insects, predominantly moths and butterflies. It

has been used as a pesticide for crops infested by insects susceptible to contraction.

Though commercialization of the viral pesticide is slow as the virus is very species

specific, making it effective under certain circumstances.

The virus strain itself is protected in a polygonal structured capsid. This enables the virus

to infect cells more easily, and aids in reproduction of the virus. When the capsid is

broken down within a host, virus strains are released and begin reproduction. Once there

is a significant build up of virus, symptoms become noticeable.

Heliothis sp. is a cosmopolitan insect pest attacking at least 30 food and fibre yielding

crop plants. They have been controlled by the application of NPV's Baculovirus heliothis.

In 1975, Environmental Protection Agency, U.S.A. registered the B.heliothis preparations.

Related Science Fiction: This virus is not dangerous to humans, but in the novel The

Cobra Event by Richard Preston, the strain was altered with the Variola Minor virus (small

pox) to create a highly contagious and lethal neurovirus called the ‘Cobra Virus’ – which

affected humans as well as insects.

Symptoms

Symptoms are:[citation needed]

Discoloration (brown and yellow)

Stress (regurgitation)

Decomposition (liquification)

Lethargy (slow-moving to no movement at all. Refusal to eat)

The virus enters the nucleus of infected cells, and reproduces until the cell is assimilated

by the virus and produces crystals in the fluids of the host. These crystals will transfer

the virus from one host to another.

The host will become visibly swollen with fluid containing the virus and will eventually die

- turning black with decay.

Transmissibility

The virus is unable to affect humans in the way it affects insects as our cells are acid-

based, when it requires an alkaline-based cell in order to replicate. It is possible for the

virus crystals to enter human cells, but not replicate to the point of illness.

It is transferred from insect to insect through crystals in all of their bodily emissions. As

the virus is in the crystal-like capsid, it requires to be broken down by the alkaline

digestive system of the insects to be released.

62

Mortality in infected insects is nearly 100%

Bleach and ultra-violet light have been found to prove effective in killing the virus.

[edit]Applications

Lymantria dispar,commonly known as gypsy moth, is a serious pest of forest trees. It has

been successfully controlled by gypsy moth Baculovirus i.e. NPV preparations. There are

another pest of forest trees, the species of sawfly (Neodiprion sertifer, N. lecontei, N.

pratti pratti, etc.), which have been successfully controlled by their NPV's.NPV's have also

been commercially produced against Brassica pest (Trichoplusia) and cotton pest

(Spodoptera litura) under the name biotrol-VTN and biotrol-VSE respectively.

Protista’lar

Bu grup içinde orman böcekleriyle ilişkili önemli türler bulunmaktadır. Bunlardan Pristophora

schubergi Zwölfer, çeşitli böceklerin tırtıl, pupa ve erginlerine, özellikle Euproctis chrysorrhoea (L.)

ile Lymantria dispar (L.)’ın tırtılları zarar yapar. Hastalanan tırtılların orta sindirim borusu süt gibi

beyaz bir renk alır. Bu hastalığın ekonomik önemi büyüktür. Arazide yapılan araştırmaların birinde

Lymantria dispar’ların %70’inin ve Euproctis chrysorrhoea’ların da %84’ünün bu hastalığa

yakalanmış olduğu tespit edilmiştir. Pristophora schubergi’nin asalak böcekler kadar ekonomik

önemi mevcuttur.

Bundan başka, Haplosporidium typographi Weiser’nin, Avrupa kabuk böceklerinden Ips

typographus (L.)’u enfekte ettiği bilinmektedir.

12-9 Predatör (Yırtıcı) Arthropoda’lar

Genellikle zararlı hayvanları parçalamak suretiyle hayatlarını sürdüren hayvanlara predatör

(Yırtıcı=Avcı) denir. Bunlar arasında zararlı böcekleri parçalayarak yiyen birçok Arthropoda (Eklem

bacaklılar) türleri mevcuttur. Bu hayvanlar avlarına bağlı değildirler. Gelişmeleri süresince birden

fazla, hatta pek çok av ile beslenirler.

Önemli bir yırtıcı Arthropoda grubu orman böcekleri üzerinde yaşayarak onların miktarını

azaltıcı rol oynar. Bunların önemlileri aşağıda verilmiştir.

Örümcekler ve akarlar

Arthropoda’ların böcekler sınıfı dışında bulunan örümcekler (Araneida) ve akarlar

(Acarina) ormanda önemli predatörler arasında bulunurlar. Genel gözlemler bunların önemli

olduklarını göstermekte ise de oynadıkları roller üzerindeki çalışmalar oldukça azdır.

Ormanda yaşayan yararlı örümcek grupları zararlı böcekleri, özellikle kelebek tırtılları ve

yaprak bitlerini yerler. Örümceklerin böcek yiyen kuşlardan daha yararlı oldukları bildirilmektedir.

ABD’nde yapılan bir araştırmada, Choristoneura fumiferana (Clem.) (Lepidoptera, Tortricidae)

epidemilerindeब örümceklerin 0.4 hektarlık bir alanda 75000 adede ulaştığını göstermiştir.

Ağ ören örümcekler sadece uçan böcekleri değil, aynı zamanda özellikle kendilerini ağaçtan

ipeğimsi iplikle boşluğa salıveren küçük larvaları da yakalar. Avcı örümcekler, genellikle böcek

populasyonunun fazla oldukları yörelerde avlanırlar. Dünyanın en obur hayvanı olarak bilinirler. Bu

63

enteresan hayvanlar hakkındaki çalışmaların yoğunlaştırılması bizlere yeni ve enteresan bilgiler

sağlayacaktır.

Ayrıca, çok çeşitli bir akar grubunun orman böceklerini yiyerek yararlı oldukları bilinmektedir.

Fakat bunlar hakkında da yeterli çalışmalar mevcut değildir. Akarların Lepidosaphes ulmi (L.)

(Homoptera, Diaspididae) koşnillerinin yumurtalarını yedikleri ve ayrıca çeşitli kabuk

böceklerinin yumurta ve larvaları üzerinde yaşadıkları bilinmektedir.

Bugün Türkiye’de de çok çeşitli bir akar grubunun yaşadığı saptanmıştır. Fakat bunların

zararlı böceklerle olan ilişkileri hakkındaki aydınlatıcı bilgiler azdır.

Predatör böcekler

Böcekleri yemek suretiyle geçinen predatör böcekler, asalak böceklerle beraber, doğada

bozulan dengeyi tekrar meydana getirmek hususunda oldukça önemli rol oynarlar. Dünyada

yüzlerce yırtıcı böcek türü, diğer böcekler üzerinde yaşarlar. Bu böceklerin bağlı olduğu önemli

takımlar aşağıda verilmiştir.

64

An antlion lies in wait under its pit trap, built in dry dust under a building, awaiting unwary

insects that fall in. Many pest insects are partly or wholly controlled by other insect predators.

Takım: Orthoptera (Düz kanatlılar); Bu takım mümessilleri genellikle tarım ve bazen de

orman alanlarında zararlı olurlar. Fakat bazıları, örneğin Mantidae (Peygamber develeri) çeşitli

böceklerin tırtıllarını yiyerek geçinirler. Mantis religiosa Peygamber devesi

Takım: Hemiptera (Yarım kanatlılar); Fitofag olan bu türler bitkilerin özsuyunu (besin suyu)

emerler. Fakat birçok familyalar tamamen predatör olarak yaşarlar. Bunlar arasında Reduviidae,

Phymatidae, Pentatomidae ve Miridae familyaları söylenebilir.

Takım: Neuroptera (Sinir kanatlılar); Bu takımın Chrysopidae ve Hemerobiidae

familyalarının larvaları ve erginleri afid ve adelgid’leri parçalayarak yerler. Myrmelon formicarius

Karınca arslanı

Takım: Coleoptera (Örtük kanatlılar); Çeşitli böcekleri parçalayarak yiyen önemli türleri

kapsar. Bu türler genellikle Carabidae, Cicindelidae, Coccinellidae, Cleridae ve Ostomidae,

Rhizophagidae familyalarına dâhildir.

Carabidae (Koşucu böcekler) türleri larva ve ergin dönemlerinde çeşitli böcekleri

parçalayarak yerler. Önemli türleri arasında Calosoma sycophanta (L.) ve Procerus scabrosus Oliv

mevcuttur. Campodeid tip larva Calosoma sycophanta (L.) Thaumetopoea pityocampa Çamkese

böceğinin biyolojik mücadelesinde kullanılmaktadır.

Cicindelidae (Kum böcekleri) türleri dünyanın hemen her tarafında yaşarlar. Larvaları kumlu

topraklarda açtıkları deliklerin ağzında pusu kurarak yakınlardan geçen avları yakalarlar.

Türkiye’deki türler Cicindela cinsine dâhildirler. Cicindela campestris ve Cicindela sylvatica

Coccinellidae (Uğur böcekleri) türlerinin larva ve erginleri, bitkilerin yaprak ve dalları

üzerinde serbest dolaşarak yaprak bitlerini, kalkanlı bitleri kelebek tırtıllarını ve çeşitli böceklerin

65

larvalarını yerler. Bu böceklerin gıda gereksinimleri fazladır. Rodolia cardinalis, Torbalı koşnil,

Pericerya purchasi’e karşı kullanılmaktadır. Coccinella 7-punctata uğur böceği

Planococcus citri (Turunçgilunlubiti)’nin Cryptoleamus montrouzerii ile biyolojik mücadelesi

yapılmaktadır.

Cleridae (Alacalı böcekler)’lerin larva ve erginleri çeşitli kabuk böceklerinin larva ve erginleri

üzerinde yırtıcılıkla geçinirler. Bunlar arasında en önemlisi Thanasimus (Clerus) formicarius (L.)’dur.

Ostomidae (Kemirici böcekler) türleri genellikle predatör olup ağaçların kabukları altında

yaşar. Bu familyadan Temnochila caerulea Oliv. Yapraklı ve iğne yapraklı ağaçların kabukları altında

yaygındır.

Rhizophagidae familyası Dendroctonus micans’ın özgün predatörü Rhizophagus grandis

biyolojik mücadelede kullanılmaktadır.

Takım: Hymenoptera (Zar kanatlılar); bu takımın Formicidae (Karıncalar) familyasından

Formica rufa (L.), Kırmızı orman karıncası, tırtıllar, yaprak arılarının larvaları, kelebek, arı, böcek

yumurtaları ve pupaları ile daha birçok zararlılar üzerinde yırtıcılıkla geçinirler. Sedir yaprak

kelebeği Acleris undulana’nın biyolojik mücadelesi için yuvaları bulunmadığı alanlara taşınmaktadır

(tarnsplante) edilmektedir.

66

13-10 Parazitoid (Asalak ) böcekler

Parazit (Yunanca para= yanında, sitos=besin) , ya belirli bir süre, ya da tüm hayatı boyunca,

doğal olarak kendinden daha kuvvetli başka bir canlının üzerinde ya da içinde yaşar, organizmanın

zararına gelişir ve çoğalır. Paraziti taşıyan canlıya konukçu (=konakçı) denir. Parazitleri ve bunların

konukçuları ile olan ilişkilerini araştıran ilim dalı Parazitoloji’dir. Parazitoloji’nin böcekleri inceleyen

dalına Böcek Parazitolojisi denir. Ayrıca Tıbbi Parazitoloji ve Veteriner Parazitolijisi de vardır.

Orman böceklerinin tüm düşmanları arasında entomologların en fazla dikkatini çekenler

parazit (asalak) böceklerdir.

67

Parazitler konukçusunun bazen ısı şeklindeki enerjisinden, bazen de onun besin,hücre,

ferment ve hatta hormonlarından yararlanır. Bunlar yaşayışları yönünden konukçularına bağlıdırlar.

Gelişmelerini tamamlamak için çoğu kez bir konukçu yeterlidir.

Parazitlerin erginleri görünüşte büyük farklılıklar arzederler. Fakat larva dönemleri hayret

edilecek derecede aynıdır. Hepsi bacaksız, ağız parçaları fazla azalmış ya da iz halindedir. Kısaca,

gıdalarını en kolay biçimde alabilmek için gerekli yaşam koşullarına uymuşlardır. Bunlara vücut

parçalarını azaltarak spesialize olmuş hayvanlar da denir.

Bir böceğin asalakları her yerde aynı olmayıp, çeşitli yerlerde farklıdırlar. Belirli bir yörede,

belirli bir zararlı böceğin çeşitli hayat dönemlerine zarar yapan asalaklara o böceğin asalak

topluluğu denir. Bir böceğin fazla üreyememesi için, onun asalak topluluğunun tam olması gerekir.

Zararlı böceğin çeşitli hayat dönemlerinde zararlı olan asalaklardan onun çoğalmamasında en fazla

rol oynayanına baş asalak denir.

Parazitliğin çeşitleri

Parazitleri, değişik özellikler dikkate alınarak gruplandırmak mümkündür. Bu grupların

önemlileri aşağıda verilmiştir.

Konukçu dönemlerine göre: Parazitler böceklerin çeşitli hayat dönemlerindeki zararlarına

göre isimlendirilirler. Örneğin, yumurta, larva, larva-pupa, pupa ve ergin parazitleri. Parazitlerin en

etkilileri, böceklerin ilk hayat dönemlerinde yaşayanları, yani yumurta, larva ve larva-pupa

parazitleridir.

Beslenme durumlarına göre: Parazitler hayvanda bulundukları yere göre dış (ekto) ve iç

(endo) parazit olmak üzere ikiye ayrılır. Dış parazitler konukçunun dış yüzeyinde ya da derisi

altında yaşarlar; genellikle kan emerek geçinirler. Örneğin, bit, tahtakurusu, uyuz böceği vb. iç

parazitler ise konukçunun içerisinde yaşarlar. Örneğin, tırtıl sinekleri.

Konukçu miktarına göre: Parazit böcekler bazen bir konukçu türle sınırlıdırlar:

Monofagus parazit. Bazıları birbirine yakın türlerde yaşayabilir: Oligofagus parazit. Bazıları da

çeşitli türlerle beslenirler: Polifagus parazit.

Parazitoid grupları

Genellikle, diğer böcekler üzerinde parazit olarak yaşayan böcekler zararlı fertlerin miktarını

azalttığından dolayı insanoğlunun çıkarları açısından yararlı olarak adlandırılır. Fakat bu tip bir

genelleme tamamen doğru değildir. Zira parazitler, predatörler ve insanlara yararlı böcekler

üzerinde zarar yapan böceklerde mevcuttur. Böylece, bazı böcek parazitleri zararlı olabilir.

Parazitlerde zarar yapan parazitlere Hyperparazit denir. Bunlar parazitlerin kontrol etkisini

azaltırlar. Fakat bir konukçu içindeki parazitler arasındaki rekabet oldukça fazladır. Bir konukçuda

iki ayrı parazit olursa parazitlerden biri diğerini parçalar.

Böcek takımları içinde en fazla parazit böcek, Hymenoptera takımında bulunur. Bu takımın,

orman böcekleri üzerinde parazit olarak yaşayan türleri, iki büyük üst familyasının üyeleridir.

Ichneumonoidea ve Chalcidoidea ile Braconidae familyasına . Hymenoptera takımından

sonra parazit böceklerin bulunduğu ikinci büyük takım Diptera’dır. Bu takımdan Tachinidae

familyası çok önemli türleri kapsar.

68

Hymenoptera Takımı

Ichneumonoidea üst familyası

Chalcidoidea üst familyası

Braconidae familyası

Diptera Takımının

Tacnidae familyası

Hymenoptera: Ichneumonoidea. Binlerce türü içeren Ichneumonoidea’nin yüzlerce türü

orman böcekleri üzerinde parazit olarak yaşar. Ichneumonoid’lerin yumurtalarını konukçularına

koymak için ince uzun yumurta koyma boruları (Ovipozitor) mevcuttur. Türlerin karakterleri ve

biyolojileri detayda birbirinden ayrı ise de, aralarında önemli benzerlikler mevcuttur.

Bu üst familyaya dahil parazit arıların ekserisinin larvaları, diğer böceklerin içinde ya da

üzerinde yaşarlar. Dişiler yumurtalarını kelebeklerin, toprak arılarının ve örtük kanatlıların larva ve

pupalarının, ender olarak ta yumurtalarının içerisine bırakırlar. Yumurtadan çıkan asalak larva,

konukçunun vücut maddesiyle geçinir ve olgunlaştıktan sonra ya konukçunun içinde ya da dışında

küçük bir koza içinde pupa olur. Pupa dönemi genel olarak kısa sürer. Asalak böceklerden

Sarcophaga, Pimpla ve Anomalon cinslerine dâhil türler, konukçu pupa haline geçtikten sonra

onu terk ederler. Demek ki, konukçu böcek parazit böceği larva döneminden başka pupa evresinde

de taşımaktadır.

Hymenoptera: Chalcidoidea. Bu üst familya, Ichneumonoidea üst familyasından daha

fazla tür içerir. Bu türlerin büyük kısmı diğer böcekler üzerinde asalak olarak yaşarlar. Bunlardan

bazılarının larvaları ektoparazit olup konukçunun dışında, bazıları da endoparazit olup konukçunun

içinde beslenirler.

Bu üst familyadan Trichogrammatidae familyası mümessilleri hemen hemen tamamen

yumurta parazitidirler. Bu familyadan, örneğin Trichogramma evanescens Westwood, 150’den fazla

Lepidoptera, Coleoptera, Hymenoptera, Neuroptera, Diptera ve Hemiptera türlerinde zarar

yapmakta ve bu parazitten birçok böceklerle biyolojik savaşta yararlanılmaktadır.

Yine aynı gruptan Enycrtidae familyası türleri, Coccidae (Homoptera) familyası

mümessillerinin iç paraziti, Aphelinidae familyası türleri ise Homoptera’ların dış parazitidir.

Eulophidae türleride birçok yaprak ve gövde delicilerinin dış paraziti olarak Diptera,

Lepidoptera, Hymenoptera ve Homoptera türlerinde yaşamakta ve bunlardan da biyolojik

savaşta geniş ölçüde faydalanılmaktadır.

Hymenoptera: Braconidae. Bu familyanın türleri genellikle tırtıl parazitleridirler. Dişi

erginler, tırtılların içine çok sayıda yumurta koyarlar. Yumurtadan çıkan larvalar, tırtılın iç

dokularında beslenirler ve konukçunun dışında ona yapışık ya da ayrı olarak pupa haline geçerler.

Bu gruba dâhil olan Aphidius ve Lysiphlebus cinslerinin türleri Aphidoidea türleri ile beslenirler

(Şekil 92).

Diptera: Tachinidae. Asalak Diptera’lar arasında, Tachinidae familyası türleri orman

zararlıları üzerinde en kuvvetli etkiye sahiptirler. Tachinidae türlerinin bazıları oviparous, bazıları

da larviparous’durlar. Oviparous türler genellikle yumurtalarını konukçusunun vücuduna sıkıca

yapıştırılır. Bundaki amaç, yumurtanın açılmasından önce silinip atılmasına engel olmaktır.

Larviparus türleri larvalarını, larvipositor (larva koyma borusu) vasıtasıyla konukçunun ya üzerine

ya da içine koyarlar.

69

Konukçu üzerine konan yumurtalardan çıkan larvalar, konukçu böceğin içine girerek onun

vücut maddesiyle geçinirler ve tamamen olgunlaştıktan sonra konukçuyu delip dışarıya çıkarlar.

Tachinidae türleri, sonuncu larva derisinden meydana gelen bir küpçük içinde pupa olduktan sonra

erginleşirler. Üzerine yumurta bırakılan her tırtılın mutlaka parazitleşmesi gerçekleşmeyebilir.

Çünkü böcek, bazen yumurta açılmadan önce deri değiştirmiş olabilir. Bununla beraber Tachinidae

türlerinin böcek afetlerinin sönmesinde büyük rol oynadıkları çok kere görülmüştür.

Böcek yiyen Vertebreta’lar

Bu grup içerisinde özellikle kuşlar ve memeliler, zararlı böceklerle savaşta büyük rol

oynayarak dikkat çekmektedir. Bunların bazı orman böcekleri populasyonu üzerinde etkili oldukları

bilinmektedir. Buraya dâhil önemli hayvanlar aşağıda verilmiştir.

Balık ve Amphibia’lar

Böceklerin balık, kurbağa ve semenderler için önemli gıda kaynağı olduklarına dair bol

literatür mevcuttur. Fakat Balık ve Amphibia’ların böcek populasyonu üzerindeki etkilerine dair

ancak birkaç literatür vardır. İnsan sağlığı ve rekreasyon alanları için zararlı olan sivrisineklerle

savaşta sivrisinek balıkları, Gambusia affinis Baird and Girard (Cyprinodontiformes, Poeciliidae)

kullanılmaktadır. Bu balıktan aynı amaçla Çukurova yöresinde de yararlanılmaktadır. Bu balığın bir

biyolojik savaş aracı olarak geniş bir şekilde kullanıldığı bilinmektedir. Bu balık ABD’nin Virginia ve

Kaliforniya eyaletleriyle Hawai Adalarında, Avrupa, Afrika ve Malezya’da başarılı sonuçlar vermiştir.

Fakat bu balığı kullanmada bazı sorunlar mevcuttur. Bunlardan bazıları şunlardır: yetiştirmenin

pahalı oluşu, soğuk suda meydana gelen ölümler, yerli balık populasyonuna olan etkileri vb. Bufo

marinus

Bu metnin tamamı bu konuların Son Çevrisidir.

BALIKLAR

Tropikal ve ılıman bölgelerde, tatlı ve yarı tuzlu (kıyısal) sulardaki böceklerle

beslenen küçük yapılı birçok balık türü vardır. Bu balıkların doğal böcek besinlerinin çoğu,

kuşkusuz insanlara zarar veren ya da onlar için ekonomik önemi olan türleri

içermemektedir. Bununla birlikte, erginleri hastalık organizmaları (sıtma, yellow fever,

vb.) taşıyan sivrisinek larvaları ve erginleri insanları rahatsız eden diğer sucul sinek

larvaları gibi balıklara besin oluşturan türlerin varlığı, bu balıkların biyolojik mücadelede

yer alma nedenini oluşturur. En önemli, en etkili ve en yaygın yararlanılan balıklar birincil

olarak Poeciliidae ve daha düşük derecede Cyprinodontidae dahildir. Pek çok potansiyel

yararlı tür Sweetman (1958) tarafından listelenen diğer gruplarda mevcuttur.

Sivrisinekleri kontrol altına alma programları için, balıkların en fazla arzu edilen nitelikleri

şu şekilde sıralanmaktadır: Hızlı büyüyen tür (yüksek üreme yeteneği, kısa hayat

devresi) olması, küçük ergin boya sahip olması, ileri beslenme alışkanlıklarının olması,

sivrisinek larvalarını tercih etmesi, ancak gerekli olduğunda diğer besinlerle yaşayabilme

70

yeteneğinin olması, avına ulaşmak için bitki büyümesine etki etme kabiliyetinin olması,

güçlüğe (taşımacılık uygulamalarına ve koloni oluşturmaya uyumlu) ve kirliliğe dayanıklı

olması, en tercih edilen özelliklerdir (Sweetman, 1958; Lenger et al.,1974).

ABD’de, Kaliforniya’nın rekreasyonel gölleri ve sulama sisteminde, mekanik olarak

yabani otların sökülmesini ya da kimyasal ot öldürücülerle yok edilmesi gibi fazla

harcama gerektirmeyen sucul yabancı otların kontrol önlemleri, otlarla beslenen balıkların

potansiyeliyle ilgili çalışmaların yürütülmesine öncülük etmiştir. Günümüzde, Afrika

kökenli cichlid cinsi Tilapia türleri sucul yabancı otların kontrolünde büyük oranda ümit

verici olarak görülmektedir. Bu taktik, sivrisinek larvalarının saklanma yerlerini ortadan

kaldırmakta ve böylece dolaylı olarak bu avı Gambusia ve diğer sivrisinek yiyici

predatörler için daha kolay sağlanabilir yapmaktadır (Lenger et al., 1975a).

CYPRİNODONTİDAE (SAZANGİLLER)

Cyprinodontidae üyeleri Amerika, Afrika, güney Avrupa, Asya ve Hint-Malaya

bölgesinin ılıman ve/veya tropikal alanlarının çoğunda yayılmışlardır (Sweetman, 1958).

Çoğunlukla sığ sulara yumurta koyan ovipar (oviparous) türlerdir. Yumurtalar dibe veya

sucul bitkilere yapıştırılır. İklim koşulları yumurtlama dönemini belirler, ancak tropikal

alanlarda, yılın büyük bir bölümünde devam eder. Yumurtalar 5-20 günde açılır ve

tropikal alanlarda daha kısa dönemlerde meydana gelen ergin anaçların gelişmesi 3-12 ay

alır.

Seychelles Adalarında 1912’deki laboratuar deneyleri, bir sivrisinek predatörü

olarak Pachypanchax playfairi (Günther) için çok değerli ipuçları vermiştir.

(Greathead,1971). Örnekler, Seychelles adalarında uygulama amaçlı olarak

kullanılmamasına karşın, iyi koşullarda ve temiz su ile dolu tanklarda, sivrisinek larvaları

mevcut olduğu sürece iyi sonuçların elde edildiğinin görüldüğü Doğu Afrika’ya

(Zanzibar’a) gönderdi. Bu balıkların civar bataklıklara salıverildi, ancak net olmayan

sonuçlar sağlandı.

POECİLİDAE

Poecilidae üyeleri ılıman ve tropikal Amerika’nın yerlileridir. Vivipar doğadadırlar ve

erkekleri çiftleşme organında gelişmiş çubuk şeklinde uzamış anal yüzgecin bulunması ile

karakterize edilirler (Şekil 22). Yayılışı nispeten kuzeye ulaşan türler dışında, çoğunlukla

yıl boyu ürerler. Bu türlerden en yaygın ve en önemli olanı Gambusia affinis (Baird and

Girard) (Cyprinodontiformes, Poeciliidae) ve ardından Poecilia reficulata Peters

sivrisineklere karşı yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Çoğunlukla “sivrisinek balığı”

olarak adlandırılan G. affinis doğumdan sonra 2-3 ayda üreyecek boyuta erişir. Dişilerin

boyu büyüdükçe, yavru üretim kapasiteleri de her bir batında en fazla 200 yavruya

ulaşcak şekilde artış gösterir. Yavru verimi sayısı lokal olarak değişmekle beraber, yıllık

71

4-6 kuluçka sayısı yaygın olmaktadır. Gambusia’dan daha verimli olan P. reticulata

“milyon balıkları” veya “guppy” adıyla anılır ve Gambusia’dan da daha doğurgandır

(Sweetman, 1958).

Gambusia affinis erkek (male) ve dişisi (female)

Yirminci yüzyıllın başlarından buyana, dünyanın her tarafına yayılmış ve

yerleştirilmiş olan G. affinis’in günümüzde hemen her yerde bulunduğu kabul

edilmektedir. İlk yerleştirmelerden biri 1905 yılında Hawaii’ye yapılandır ve Lenger ve

ark. (1975)’e göre bu balıkların 2500-5000 ha alanda tohumlamaları yapılmıştır. İki ay

içinde, tam bir sivrisinek baskısı başarılmıştır. Hoy and Reed (1971) Kaliforniya’da

ilkbahar ortalarında, pirinç tarlalarına hektara 250-500 yavrulu dişi salıverilmesini

gerçekleştirmişler ve C. tarsalis Coquillet’de yüksek düzeyde baskı kaydetmişlerdir.

Gambusia, ABD’nin güneyinde, 1920’li yıllar boyunca, Anopheles quadrimaculatus

Say.’ın yaklaşık %60’lık baskısı ile güven sağlamıştır (Brown, 1973). Malagasy

Cumhuriyeti (Madagaskar)’ne yerleştirmeler 1927’de yapılmış ve iki yıl içinde, salıverildiği

alanların civarındaki su yollarında yüz binlerce balık ortaya çıkmıştır. Bu balıklar, 1934

itibariyle, geniş bir yayılış ve iyi sonuçlar göstermiştir. Ek salıvermeler yapılmış ve

Malagasy’de, Gambusia, özellikle açık su habitatlarında, Anopheles’in baskılanmasında

önemli bir etken kabul edilmektedir (Greathead, 1971). Bununla birlikte, Gambusia çok

fazla yerli balık türünün yerini aldığından, Afrika için geçerli planlar Epiplaytys

cinsindekiler gibi yerli formları teşvik edici olmaktadır (Brown, 1973). İran’da orijinal

salıvermeler, 1922’den 1930’a kadar kuzey illerinde yapılmış ve bu illerdeki stok, dört

Anofel sivrisinek türünün baskılanması için 1966’da güney İran’a yayılmıştır. Yaklaşık 1.5

milyon Gambusia üretilmiş ve 1969’da güney İran’a yayılmıştır. Toplu program ışığında

özgün desteğini değerlendirmek güç olsa da, Gmbusia, çoğunlukla İran’ın sıtma

eradikasyonu programını desteklemekle güven kazanmıştır. Rao ve ark. (1971)

Gambusia’nın Güney Asya ve Pasifik Bölgesinde, pek çok alanda bulunduğunu

kaydederek, durumunu değerlendirmişler.

72

Erkek Dişi

Gambusia’nın gelişigüzel yapay yayılışına en yeni itirazlar, varlığının bazen yerli

balık türlerini veya predatör omurgasızlar gibi diğer sucul faunayı elimine ettiği veya

tehdit ettiğini iddia eden çevreci gruplardan çıkmaktadır (Lenger et al., 1974).

Günümüzde, yerli balık türleri, Kaliforniya’da yarı sürekli sularda G. affinis için

potansiyel vekiller olarak araştırılmaktadır. Lenger ve ark., (1975b) çöl pupfish,

Cyprinodon macularius Baird and Girard’in Culex sivrisinekler ve chiromonid

titreksinekler (Chironomus plumosa) üzerindeki predatör etkinliğini araştırmışlardır. Bu

araştırıcılar, C. macularius (çöl pupfish)’in büyük boyutlu sığ gölcüklerde

yerleştirilmesinin dördüncü haftasında sivrisinek üremesini kesintiye uğrattığını

göstermiştir. C. macularius yüzen alg matlarda saklanan sivrisinek larvalarını da

yakalayabilecek yetenektedir. Chiromonid türler üzerindeki predatör etkileri büyük

oranda değişmektedir. Karşı çıkmalara aldırmadan, anaç stokları, salıverilecek materyal

sağlamak için, Gambusia’nın yerleşmiş olduğu doğal populasyonlardan ağ ile

yakalananlara ek olarak sivrisineklerin azalmış olduğu vilayetler (Kaliforniya) veya

hastalık taşıyıcılarını kontrol acenteleri tarafından muhafaza edilmektedir.

P. reticulata Güney Amerika’nın kuzeyinde yerli bir türdür ve sivrisinek mücadelesi

için geniş oranda dağıtılmıştır. P. reticulata, bazı tropikal alanlarda, özellikle Sjorgen

(1972) tarafından açıklanan, kirliliğe karşı çok üstün hoşgörüsünden dolayı Gambusia’ya

tercih edilmektedir (Lenger et al.,1974). Rao ve ark. (1971) P. Reticulata’nın, Sri Lanka

(Seylan) da açık olarak anofel sivrisineklere karşı salıverilmesini ve başarı ile

yerleştirilmesini bildirmektedirler. Benzer şekilde, kanalda taşınan çamurlu bir suda

Culex pipiens fatigans Wiedemann’ın başarılı baskısını gösteren bir kayıt bulunan

güney Hindistan’da tatlı ve acı sularda yerleştirilmiştir. Greathead (1971) P.

reticulata’nın Senegal’deki başarılı yerleştirilmesini değerlendirmiş ve sivrisinek

larvalarının ileri derecede bulaşmış olduğu bir gölcükte, 47 gün içinde Anopheles

spp.’nin tam baskısını değerlendirmiştir. Doğu Afrika’da, kararlaştırılmış salıvermeler

yapılmamış, ancak suyu uzaklaştırılan alanlarda kullanılan bazı stoklar sağlanmıştır.

Malagasy Cumhuriyeti’nde, P. reticulata, başarılı olarak yerleştirilmişse de, diğer

73

yöntemler uygulanabilir olmadığında ancak yararlanılacak ek bir baskı olarak

değerlendirilmektedir.

İKİ YAŞAMLILAR (=Amphibians) (Kurbağagiller) (Amphibia)

Su kurbağaları, kara kurbağaları ve semenderlerin oluşturduğu Amphibianlar, ergin

öncesi evrelerinde sucul hayvanlardır. Ergin öncesi ve ergin her iki evredeki bireylerin

besinlerinin çoğunu böcekler oluşturur. Zararlı böceklerin biyolojik mücadelesinde

kullanılan amfibianlar son derece sınırlıdır. Bununla birlikte, doğada ve laboratuar

araştırmalarında kurbağaların besin çeşidi (mide analizleri) ve oburluk kompozisyonları

ile ilgili çok sayıda kayıt bulunmaktadır (Sweetman,1958). ABD’de Su kaynaklarının

kenarlarındaki ormanlık alanlarda Hyla cinsi ağaç kurbağalarının eski dünya kökenli çam

testereli arısının aktif erginleri ile beslendikleri çok sıkça gözlenmektedir ( Coppel and

Benjamin, 1965). Kurbağagillerin çoğunda olduğu gibi, bu predatörlerin beslenmesinde

de avın hareketi en önemli uyarıcı olmaktadır.

Bildiği kadarıyla, kara kurbağaları, zararlı böceklerle mücadelede etkin olarak

yaralanılan kurbağagillerin yegane grubudur. Bufonidae familyasındaki kara kurbağaları

çok tanınan türleri içerir ve Bufo cinsinin özel ekonomik öneme sahip bazı türleri

kapsadığı düşünülür. Kara kurbağalarının genellikle pürüzlü sıra dışı bir derileri vardır ve

derideki pürüzlülük, çok sayıda derialtı (subcutaneus) zehir bezini yansıtır. Kara

kurbağaları, her ne kadar su kurbağalarından daha kurak konumlarda yaşarlarsa da,

üreme mevsimlerinde su yakınında olmak zorundadırlar. Genellikle yumurtalarını peltemsi

kümeler veya jelatinsi kadronlar üzerinde diziler halinde koyarlar. Larva dönemi nispeten

kısadır ve kısa bir zaman sonra, genç larvalar yutabilecekleri her hangi bir canlı

organizma ile beslenmeye başladıkları karasal forma dönüşürler (Weber, 1938).

Dev kara kurbağası, Bufo marinus (L.), Teksas’ın Rio Grande Vadisi’nden güneye

doğru Meksika, Orta Amerika, güney Peru ve kuzey Arjantin’e ulaştığı bir baştan bir başa

Amerika’da doğaldır (Leonard, 1933). Bazı Caribbean Adalarında ya yerlidir ya da başarılı

bir şekilde yerleştirilmiştir. Bir Brezilya kaydına göre, erginler 23cm’ye varan çok büyük

boyuta erişirler. Dişileri erkeklerinden daha büyüktür ve renkleri daha koyudur. Temel

vücut rengi kahverengi, sarı, kırmızı ve siyah renkleri birleştirerek belirgin olarak değişir.

Bacaklar beyazdan sarıya değişir. Puerto Rico gibi tropikal alanlarda, üreme sürekli bir

süreçtir olarak ortaya çıkar veya en azından yağmurlu mevsimler boyunca süreklilik

gösterir. Küçük soluk sarı yumurtalarını köpüksü pelte benzeri materyal kütlesi olarak

suya daldırır ve su birikintisi veya gölcüklerin kenarında bulunur. Bir yumurta kümesi

10.000 varan yumurta içerebilir. Yumurtalar 24-48 saat içinde açılır ve larvalar peltemsi

materyalle beslenmeye başlarlar. Genç larvalar 6mm olduklarında karaya çıkarlar ve üç

ay içinde yaklaşık 7,6cm boyuta ulaşırlar. Fiji’de, erginliğe ulaşma döngüsünün tamamı

74

yaklaşık 11 ayda tamamlanır (Sweetman 1958). Erginleri son derece uzun yaşar,

Hawaii’de kafeslerde yetiştirilen örnekler 16 yıl kadar yaşamıştır.

Bufo marinus (L.)

Bufo marinus’un Etiyopya Bölgesine salıverilmeleri başarılı olamamıştır

(Greathead, 1971). Güneydoğu Asya ve Pasifik Bölgesinde yerleştirme kaydedilmişse de

(Rao et al., 1971) etkili bir zararlı baskısı kaydedilmemiştir. Gerçekten, Filipinlerde, B.

marinus yararlı predatör olarak değerlendirilmediği gibi, ayrıca Rana cinsi bir yerli su

kurbağasını açık olarak elimine etmekle ve kümes hayvanı civcivlerini boyunlarından

ısırarak öldürmekle suçlanmıştır.

Bununla birlikte, B. marinus 1936 yılında yerleştirildiği Fiji’de, Spodoptera

exiqua (swarming caterpillars) tırtılları ve Noctuidae türlerinin populasyonlarının

azalmasında açık olarak yardımcı olmuştur (Rao, 1971). Daha iyisi, B. marinus’un en

başarılı yerleştirilmesi, Haziran kınkanatlısı, cırcır böceği ve hamam böceği ile mücadele

için ilk olarak 1920 de yerleştirildiği Puerto Rico’da kaydedilmiştir (Leopnard, 1933).

Şekerkamışı yetiştirme alanlarından toplanan kurbağaların mide analizleri, besin çeşidinin

%51’ini çoğu polifag kınkanatlı tarım zararlılarının oluşturduğu görülmüştür. Leonard

1933’e göre dev kara kurbağası, tombul larva probleminin azaltılmasında önemli bir

etken olmaktadır. Muz plantasyonlardaki çalışmalara bakıldığında, kara kurbağalarının her

biri bir gecede ortalama 12 kınkanatlı yemektedir. Sweetman (1958), Puerto Rico’da yeni

şekerkamışı dikim alanlarında Strategus cinsi bir şekerkamışı gergedan (rhinoceros)

kınkanatlısının yok edildiğine işaret etmektedir. Bununla birlikte, zararlı böceklerin

biyolojik yoldan baskılandığı bu başarılı girişimlerden sonra, tarımsal uygulamalarda kara

kurbağaları için zararlı büyük boyutlu değişiklikler olmuştur. Susuzlaştırma çalışmaları

üreme alanlarını ortadan kaldırmakta, sivrisinek larvalarına karşı kullanılan böcek

öldürücü kimyasallar larvalarını yok etmekte ve manas populasyonlarının ortadan

kalkması B. marinus’un hayatta kalmasını güçleştirmektedir.

75

Memeliler (Mammalia)

Predatör memeliler homeotermiktirler ve bu nedenle değişmez vücut sıcaklıklarını

belirli limitler arasında tutarlar. Vücut sıcaklıklarını korumak ve gerekli yaşamsal

etkinliklerini (beslenme, hareket, davranış, üreme vb.) sürdürmek için çok büyük

miktarlarda enerji gereksinimleri vardır (Buckner, 1967). Bu enerji gereksinimi yüksek bir

av potansiyeli yansıtır. Burada, öncelikle besinlerini yüksek oranda böceklerin

oluşturduğu memeli pradatörler öne çıkmaktadır.

Yarasalar (Chiroptera) alacakaranlık ve gececil, uçan böceklerin önemli yararlı

predatörleri olarak bilinirler. Tarihte, Yunan ve Roma dönemlerinde, yarasalar yakalanıp

uzun ağaçlara bağlanırsa, bu alandan geçecek çekirgeleri tutarmış (Smith and Secoy,

1975). Yarasaların yararlı kılınması ve himaye edilmesinin, beton barınaklar ve yarasa

kutuları ile sağlanabileceği şeklindeki en yeni uyarılar Avrupa’dan gelmektedir. Hatta dış

kökenli yarasaların salıverilmesi dahi tartışılmaktadır (Buckner, 1966). Ancak uyarıların

hiç biri, belli boyuttan öte, etkili olmamıştır.

Köstebekler ve sivrifareler (Insectivora) ile bazı fareler (Rodentia)’in besin olarak

böceklerden büyük miktarlarda yararlandıkları bilinmektedir. Bir çalışmada en önemli

koza predatörlerinden geyik (deer) fareleri Peromyscus spp., çam testereli arısına karşı

salıverilmiştir (Coppel and Mertines, 1977). Bu fareler ağaçlara tırmanabilme yeteneğinde

olduklarından, yerdeki kadar, iğne yapraklara ve dalcıklara örülü kozalar içindeki

larvalardan (pupalardan) da beslenmektedirler. Köstebekler ve sivrifarelerin ağaçlara

tırmanma alışkanlıkları yoktur ve sonuçta avlanmaları yerde yaşayan böceklerle sınırlıdır.

Diğer yandan, böcek zararlarının biyolojik yoldan baskılanmasında özgün memeli bir

predatörün yegane ve başarılı kullanılmasının tek örneği, maskeli sivrifarenin, Kanada,

Newfounland’a aktarılmasıdır.

Geyik faresi, Peromyscus spp.

76

Maskeli sivrifare, Sorex cinereus Kerr (Şekil 27), Kanada’nın anakara orman

alanlarında yaygındır. Bu tür her 24 saatte kendi ağırlığından daha fazla besin tüketen ve

gece gündüz etkin olan doymaz bir predatördür. Bu sivrifarenin yüksek solunum oranı ve

kaydedilen 1200+/dakikalık kalp atışı ile uyarılma yeteneği çok yüksektir. Üreme sezonu

muhtemelen Marttan Ekime kadar sürer ve her defasında 2-10 yavru doğurur. Bazı dişiler

4-5 ayda eşeysel olgunluğa erişir ve yılda birden çok doğum yapmaları olasıdır.

Sorex cinereus Kerr

Sivrifare, ada vilayet Newfoundland’ı da içeren tüm Kanada’da Larix spp. türlerinin

önemli bir iğne yaprak tüketicisi olan Melez (Larix) testereli arısı Pristifora erichsoni

Hartig (Hymenoptera, Tenthredinidae)’nin etkili bir predatörüdür. Melez testereli arısı,

Newfoundland’da, anakarada bulunan küçük memelilerin aynı şiddetteki saldırısına hedef

olmamaktadır. Adadaki küçük mememli kompleksi, hiç biri etkili testereli arı predatörü

olmayan, özellikle kaydedilmiş sadece üç türle sınırlıdır. Bunların arasınsa sivrifareler

yoktur (Buncker, 1966). Maskeli sivrifarenin Newfoundland’a yerleştirilmesi önerisi daha

1942’de yapılmıştır (Warren, 1971). Bu eyleme, 1954 ve 1955 yıllarında Melez testereli

arısının şiddetli salgınlarından dolayı, sonunda 1956’da yer verilmiştir. İlk iki aktarım

girişimi, 1956 ve 1957 yıllarında New Brunswick ve Manitoba populasyonlarından yapıldı.

Bunlar başarısız oldu. Ancak, 1958’de, 22 birey (10 erkek ve 12 dişi) New Brunswick’ten

batı Newfoundland’da başarılı olarak aktarıldı ve salıverildi. Salıverme alanından, 1959

yılında tuzakla, 11 başlangıç ve 119 yeni döl sivrifarenin yakalanması ile yerleştirmenin

sağlandığı doğrulanmıştır. Yeni yerleşmeler, daha sonra Melez testereli arısının salgın

formunda olduğu merkez Newfoundland’a yapıldı. Yayılış, beş yıl sonra, her bir yayılma

noktasından yaklaşık 48km olmuştur (Warren, 1971). Ancak, Bunckner, (1966),

Newfoundland’da yayılış oranını 11-19km olarak ölçmüştür. Adanın 2/3’ü, 1968’de işgal

edilmişti (Turnock and Muldrew, 1971). Sorax tarafından Melez testereli arının

tüketilmesi, ağaç dizilerindeki kozalar kullanılarak değerlendirilmiş ve %39’a varan

oranda koza yok edildiği gösterilmiştir. Bu oran, Buckner (1958) tarafından Manitoba’da

kaydedilen %89’luk yerleşik koza tüketiminden daha düşüktür. Buckner (1966),

sivrifarenin Newfoundland’a salıverilmesinden sonraki etkisini ayrıntılandırmış ve Melez

testereli arısının ormandaki zararının başlangıçtaki kayıtlardan daha az yoğun olmadığını

77

ileri sürmüştür. Warren (1971) maskeli sivrifarenin Melez testereli arısı koza

populasyonunun azaltma değerinde aynı fikirde olduğunu ve bu sivrifarenin özellikle

başta diğer testereli arılar, orman zararlısı diğer böceklerin önemli bir predatörü olduğunu

eklemektedir. Örneğin sarıbaşlı ladin testereli arısı Pikonema alaskensis (Rohwer)’nın

bir salgını maskeli sivrifarenin bulaşma alanına yayılışından iki yıl önce meydana

gelmiştir. Sivrifare alana ulaştıktan sonra, bu testereli arı ile artık bir başka problem

olmamıştır. Warren (1971) bu sivrifareyi Newfoundland’da orman çevresinin bir değeri ve

birkaç orman zararlısı böcek üzerinde etkin olmaya devam edecek bir predatör olarak

görmektedir.

Sarıbaşlı ladin testereli arısı, Pikonema alaskensis (Rohwer)’in yalancı tırtılı.

Kuşlar

Tüm Vertebreta’lar içinde, kuşlar en önemli böcek yiyen hayvanlardır. Birçok kuş türü tüm

hayatları boyunca sadece böcek yiyerek geçinirler. Bunlar arasında kırlangıçlar ve gece atmacaları

anılabilir. Birçok tohum yiyen kuşlar da, yuva dönemlerinde böcek yerler. Zira tohum yiyen

böcekler, yuvalarını böceklerin fazla oldukları dönemlerde yaparlar ve böcek populasyonunun

azalmasında önemli rol oynarlar. Bu nedenle ormancılar yararlı kuş türlerini yalnız korumakla

kalmayıp, aynı zamanda kışın yemlemek ve yuva yapabilmelerine sağlamak amacıyla uygun yerler

hazırlamak suretiyle onları korumalıdır.

Kuşların besin gereksinimlerini tespit etmek için ya midelerini tetkik etmek, ya da bunları

böcekle beslemek gerekir. Bu hususta yapılan araştırmaların birinde 2 adet Karabaş, Parus major

(L.) (Passeres, Paridae)’in saat 6’dan 19’a kadarki 13 saatlik süre içinde 187 Malacosoma

neustria (L.) (Lepidoptera, Lasiocampidae) ve Earias chlorana (L.) (Söğüt örücüsü)

(Lepidoptera, Noctuidae) pupasını yedikleri tespit edilmiştir. Bir başka denemede de 1 adet Mavi

karabaş, Parus coeruleus (L.)’ın günde 1000’den fazla böcek yumurtası yediği görülmüştür.

Böcek yiyen kuşlar arasında Cuculus canorus (L.) (Guguk kuşu) (Cuculi, Cuculidae) başta

gelmektedir. Yapılan bir araştırmada, bir Guguk kuşunun midesinde 2 cm uzunluğunda 88 adet

78

Thaumetopoea processionea (L.) (Meşekeseböceği) tırtılı ve bir başkasının midesinde de 110 adet

Tortrix viridana (L.) (Yeşil meşe bükücüsü) tırtılı ile 10 tane Mayıs böceği bulunmuştur.

Yukarıda adı geçen türlerden başka Sığırcık (Sturnus vulgaris), Bülbül, İspinoz, Çoban

aldatan, Turna nevileri, Ağaçkakan (Dendrocopos major), Leylek, Tavuk, hindi vb. böcek yiyen

başlıca kuşlardır.

Böceklerle geçinen kuşlar, Biosönoze’nin önemli üyeleri olduklarından doğadaki ahengin

devamı için çok lüzumludurlar. Fakat böcek yiyen kuş türlerinin bir böcek epidemisini tamamen

ortadan kaldırması hiçbir zaman beklenemez.

Kuşların bu yararlı faaliyetleri, böceklerin fazla bulunmadığı normal zamanlarda yaptıkları

önleyici etkilerinde görülür.

Böcek yiyen kuşların bir yöreden diğer bir yöreye nakledilmesi pratikte iyi sonuçlar

vermemiştir. Bazı türler getirildikleri yeni alanlarda çoğalmışlar ve yerli türlere arzulanmayan bir

ortak olarak onların miktarını azaltmışlardır.

Böceklerin zararlı etkilerini önlemek için, böceklerle geçinen kuşları korumak çok önemli bir

tedbirdir. Bunun pratik bir şekilde gerçekleştirilmesi için aşağıdaki hususların sağlanmasına

çalışılmalıdır.

1. Böcek yiyen kuş türlerinin yuva yapabilmesi için ormanın ve ağaçların uygun

yerlerine yapay kuş yuvaları asmalıdır. ABD’nde yapılan bir araştırmaya göre, yapay kuş

yuvalarının konulduğu ormanlarda Coleotechnites milleri (Busck) adlı Yaprak delicisinin

miktarının %30 azaldığı saptanmıştır. Fakat yapay kuş yuvalarının her yıl temizlenmesi

gerektiği unutulmamalıdır.

2. Açıkta üreyen kuşların yuva yapabilmelerini kolaylaştırmak üzere kuş

koruma ağaçları denilen fazla dallı bitkiler yetiştirilmelidir.

3. Ötücü kuşların düşmanları ile savaş etmelidir.

4. Kuşları kışın fena havalarda yemlemelidir.

BÖCEKÇİL KUŞLAR

Biyolojik Mücadelede Kuşların Rolü Ve Önemi

Günde kendi ağırlığının birkaç misli kadar böcek tüketirler. Mesela sığırcıklar, Sturnus spp.,

çok oburdur. Genellikle besinlerini çayır ve bahçelerden temin ederler. Tarlada, sığırcığın

gagasını toprağa sokup Mayısböceği kurtlarını, Telkurtlarını ve başka böcekleri topladığı çok

sık görülür. Bu kuşlar, yazın, step ve tarlalara açılıp, çekirge ve ağustosböceği toplarlar.

Özellikle tarım alanlarının korunmasında, salgın durumuna geçen böceklerin önlenmesi ve

söndürülmesinde sığırcık sürülerinin rolü büyüktür.

Kuşlar çok hareketli olduklarından fazla enerjiye ihtiyaçları vardır. Bu sebeple de oburluk

derecesinde gıda tüketirler. Bir kuşun günde kendi ağırlığının birkaç misli böcek tükettiğini

ortaya koymaktadırlar. Bir çit kuşu Troglodytes troglodytes ferdinin yılda 8-10 milyon küçük

böcek yediği, kırlangıçların bir yaz döneminde birkaç milyon sineği imha ettiği bilinmektedir.

79

Bir çok kuş türü, ömürleri boyunca sadece böcek yiyerek geçinirler. Bunlar arasında

kırlangıçlar sayılabilir. Tohum yiyen birçok kuş üreme dönemine girdiğinde, bu dönem

boyunca hemen tamamen böcek yiyerek beslenir.

Sığırcıkların çeşitli böcek türlerinin yaptığı salgını durdurmaya yeterli olduğunu ispat etmiştir.

Calliptamus italicus, Melolontha melolontha, Euproctis chrysorrhoea, Lymantria dispar, Tortrix

viridana Yaprakarıları (Tenthredinidae) ve Söğüttırtılları sayılabilir. Erzurum-Hınıs’ta E.

chrysorrhoea salgını görülen sahaların civarında yaşayan köylülerin, bazı yıllar sürüler halinde

gelip bu kelebeğin larvalarıyla beslenen Sığırcık ve benzeri kuşlar sayesinde zararlının

tahribatında hissedilir derecede azalmanın görüldüğünü ifade ettiklerini, bu bölgede larvaların

kışlama keselerinden çıkmaya başladığı tarihlerde, Gümüşhane-Erzurum arasındaki düzlük ve

nispeten alçak vadilerde tek tek, fakat bol sayıda sığırcığın gözlenebildiğini bildirmektedir

(Eroğlu, 1990).

Şakrak kuşu gibi bazı türler de kendileri tohum meyve, tomurcuk gibi şeyler yedikleri halde

yavrularını böcek ve larvalarla beslerler. Çünkü, tohum yiyen kuşların yuva yaptıkları dönem,

aynı zamanda böceklerin de fazla oldukları döneme rastlamakta ve dolayısıyla bu kuşlar,

ormandaki zararlı böcek populasyonunun azalmasında önemli rol oynamaktadırlar. Bu

bakımdan, böcek yiyen kuşlar, ekosistemin önemli üyeleri olarak, doğadaki dengenin devamı

için gereklidirler.

Meşe-Kayın ormanında, Yeşil meşebükücüsü Tortrix viridana larva ve pupalarıyla beslenen 10

kuş türünden alınan 34315 gıda örneği üzerinde yapılan incelemede, kuşların parazitlenmiş

böcekleri tercih etmediği tespit edilmiştir. Bu durum parazitlenmiş larva ve pupaların iyi

gelişmemesiyle ve özellikle parazit ihtiva eden larvaların daha hareketsiz olmaları ve bir

tarafa çekilip sinme eğilimi göstermeleriyle izah edilebilir. Çünkü kuşlar, besinlerini görerek

bulurlar. Dolayısıyla, böceklerin hareketli fertleri kuşların dikkatini kolayca çekmekte,

hareketsiz olanların yakalanma ihtimali de böylece azalmış olmaktadır. Keza, kuşların

Lymantria dispar tırtıllarından parazitlenmemiş olanlarını tercih ettiği görülmüştür.

Baştankaralar, Parus spp., Ekinkargası Corvus frugilesus, Küçükkarga Corvus monedula ve

Sığırcıklar, Sturnus spp., çoğu zaman, meşe ormanlarında bir böcek afeti oluşturacak

derecede çoğalan tırtılları yemeye gelerek bu alanlarda yoğunlaşırlar. Bir denemede, kuş

yuvaları asılan 28 ha’lık bir meşcerede ağaç başına 50 Bupalus piniarius L. (Lep.,

Geometridae) tırtılı bulunduğu, civardaki yuva asılmayan alanlarda ise her ağaca ortalama 5

000 tırtıl düştüğü gözlenmiştir. Böceklerin populasyon artışı gösterdiği mıntıkalarda, şayet

şartlar uygunsa, çoğu defa kuş türlerinde de buna paralel bir artış gözlenmektedir.

İspanya’da Büyük baştankara Parus major’ün Çam keseböceği Thaumetopoea pityocampa

80

tırtıllarının karnını deşerek yemek suretiyle, orman zararlılarıyla mücadeleye hizmet ettiği

gözlenmiştir. Kızılgagalı dağkargası da Çam keseböceği tırtıllarını yediği kaydedilmektedir.

Birçok araştırmalarda kuşların zararlı böceklerle beslendiği ortaya konulmuştur.

Kızılkuyruğun besininin % 79,5 ini böcekler oluşturmaktadır. Bunlar; % 34,4 Coleoptera, %

17,2 Lepidoptera, % 11,6 Diplopoda, % 9,8 Diptera, %8 Hymenoptera Anadolu sıvacısı

besininin % 33,3 Coleoptera oluştururken, %20,7 küçük kurtçuklar, %13,8 Lepidoptera, %

6,9 Solucan, % 4,6 Homoptera, % 4,6 Karınca oluşturmaktadır.

Ormanlarımızda bulunan 4 Baştankara (Parus major, P. ater, P. caeruleus ve P. lubupris)

türünün besininin % 48, (%6-70,2) arasında ormanlarımızda önemli zarar yapan

Thaumetopoea pityocampa, Tortrix viridana, Euprochtis chrysorrhoea ve Diprion pini

oluşturmaktadır.

Böcek populasyonlarını dengelemek için böceklere karşı böcekçil kuşların korunmasını

sağlamaya yönelik tedbirlerden bazıları şunlardır:

Kuşlar, kışın kötü havalarda yemlenmelidir.

Ötücü kuşların düşmanları ile mücadele edilmelidir.

Açıkta üreyen kuşların yuva yapabilmelerini kolaylaştırmak üzere, ormandaki “Kuş

Koruma Ağaçları” hüviyetindeki fazla dallı ağaçlar korunmalıdır.

81

Böcek yiyen kuş türlerinin yuva yapabilmesi için ormanın ve ağaçların uygun yerlerine yapma

kuş yuvaları asılmalıdır.

Yuva tipleri

Yapma kuş yuvaları; böcekçil kuşların yuvalanmasına elverişli biçimde, ahşaptan hazırlanan

genellikle sandık biçiminde kuş barınaklarıdır. Bu yuvalar; büyük, küçük ve kama yuva olmak

üzere 3 tiptedir:

Büyük yuva:Büyük yuva; uçma deliği 60 mm çapında olup Sturnidae, Upupidae, Picidae ve

Strigidae familyalarına mensup kuş türlerinin yuvalanmasına elverişli büyüklükte bir yuvadır.

Küçük yuva: Küçük yuvanın; uçma deliği 35 mm çapında olup, Paridae, Sittidae,

Troglodytidae, Muscicapidae, Picidae, Turdidae ve Ploceidae familyalarına mensup kuş

türlerinin yuvalanmasına elverişli tiptedir.

Kama şeklinde yuva:Kama şeklinde yuva; uçma deliği 30 mm x 40 mm boyutunda olup,

Certhiidae familyasına mensup kuş türlerinin yuvalanmasına elverişlidir.

Yuva Tipi Eni Boyu Yüksekliği Uçma deliği çapı

Büyük yuva 12 12 18,5 3,5

Küçük yuva 12 12 22,5 6,0

Kama şeklindeki

yuva

Kama şekilde Kama şekilde Kama şekilde

Yuvaların yapım özellikleri: Yuva sandıklarının yapımı sırasında göz önünde

bulundurulacak hususlar şunlardır:

Yuvalar, yumuşak ve sert ahşaptan yapılabilir. Ancak sert ahşaptan yapılan

yuvalar ağır olduğundan yumuşak ahşap tercih edilmektedir.

Yuva tahtaları 15 mm kalınlıkta biçilir.

Tahtaların dış yüzleri rendelenmeli, iç yüzeyleri rendelenmemelidir. Çünkü iç

yüzeyleri rendelenmiş yuvalardan kuşların çıkamayıp öldükleri görülmüştür.

Uçuş deliği, yuva tiplerine göre değişik büyüklükte ve tarzda açılır.

Küçük ve büyük tip yuvalar önden, kama yuvalar üstten açılacak şekilde

yapılır.

82

Asma telini tutturma kancası, yuva asıldığında öne eğik duracak şekilde,

ağırlık merkezinin gerisine çakılır.

Yuva asma teli, 4 mm çapındadır. Tel, zamanla askı yerinden açılmayacak

sertlikte olmalıdır.

Küçük ve büyük yuvalarda, asma telinin alt ucu, yuvanın örtüsündeki kancaya

takılır. Kama yuvalarda ise arka yüze çiviyle tutturulur.

Kuşların ve yuvaların düşmanları

Kuşların ve özellikle yuvaların ve yavruların düşmanları; Tarla sıçanı, Orman

faresi, Sincap, Gelincik, Yabanarısı, Ağaçkakanlar, Yarasa ve yırtıcı kuşlardır.

Tarla sıçanı ve fareler barınmak için yuvalara girer; ebeveyn kuşu ve

yavruları boğabilirler.

Sincap, Gelincik ve Kokarca, uçuş deliği büyük yuvalara girerek

yağmacılık yaparlar.

Eşekarısı, yuva örtüsünün iç yüzüne top şeklinde yuvalanır ve kuşları

rahatsız eder.

Yuvaların ağaçlara asılması

Büyük ve küçük yuvalar; ucuna özel bir tertibat takılmış sırıklar yardımıyla,

asma kancalarından ağaçların dış tarafındaki 5-10 cm çapındaki yaş dallarına,

boşlukta kalacak şekilde asılmalı; ağaç gövdelerine tutturulmamalıdır. Bunun aksine,

kama yuvalar ise ağaç gövdelerine, gövdeye yaslanacak şekilde tutturulmalıdır.

Bir ağaca, genellikle bir yuva asılır. Ancak, büyük ağaçlara birden fazla yuva

asılması gerektiğinde, yuvaların değişik yüksekliklerde ve uçma deliklerinin değişik

yönlerde olmasına dikkat edilmelidir.

Kuşlar, yuvalanacakları yeri bir süre gözlediklerinden ve ancak güvendikten

sonra yerleştiklerinden, yuvanın ilkbaharda işgal edilmesi için, mümkünse

sonbaharda, en geç Kış sonunda asılması gerekir.

Yuvaların asılış yüksekliği yerden 3-5 m kadar olmalıdır.

83

Kuşların emniyette olabilmesi için, yuvaların mümkün olduğu kadar yoldan

uzak yerlere asılmasına gayret edilmelidir.

Yuvaların, uçma deliği bulunan yüzleri doğuya ve güneye bakacak şekilde

asılmasında yarar vardır.

Yuvalar genellikle kapalılığı yüksek, dolayısıyla karanlık, rutubetli ve serin

meşcere kısımlarına, fakat ışığın içeri girebildiği boşluklara asılmalıdır. Gençlik ve

zemin tabakası zengin olan, meşe ve karışık meşe ormanlarında, yuvayı ormanın her

tarafına asmak mümkündür. Bununla birlikte, yuvanın açıkta duran tek ağaçlara ve

güneşe doğrudan maruz alanlara asılması doğru olmaz. Zira bu takdirde yavrular

sıcaktan ölebilir; erginler de yuvaya girip çıkarken yırtıcı kuşlar saldırdığında ormanın

kapalı kısmına kaçarak kendini koruyamazlar.

Yuva asılan ağaçların gövdelerine, yağlı boya ile, kolaylıkla görülebilecek

biçimde işaret konulmaktadır. Ağaçlara konulan işaret, yuvaların takibi ve çalınan

yuvaların anlaşılması bakımından faydalıdır.

Asılacak yuva sandıklarının sayısı; alanın toprak yapısına, iklime, ağaç

türlerine, meşcere yaşına ve zararlı böcek tehdidi altında bulunup bulunmadığına

göre değişir. Genel olarak, iğne yapraklı meşcerelerde hektara 5 adet, yapraklı

meşcerelerde ise 10 adet küçük kuş yuvası, homojen dağılım sağlayacak tarzda

yerleştirilmelidir. Zararlı böcek türleri göz önüne alınarak, gerektiğinde, ilaveten, iğne

yapraklı meşcerelerde hektara bir, yapraklı meşcerelerde hektara iki büyük yuva veya

kama biçimi yuva daha asılabilir.

Çeşitli yörelere asılan kuş yuvalarında, kuş yavru ve yumurtalarının zaman

zaman sincap ve fareler tarafından parçalandığı görülmektedir. Özellikle sincap

yavrularının kuş yuvalarını işgal ettiği ve ayrıca yuvaların bazılarının, asıldıktan 3-5

sene sonra, asma çengelinin yuvaya takıldığı çividen koptuğu bildirilmektedir. Bu gibi

problemlerin zamanında tespit edilerek giderilmesi yoluna gidilmelidir.

Yuvaların her yıl veya iki yıl arayla kıştan önce veya ilkbaharda erkenden

temizlenmeleri gerekmektedir. Temizlemenin çeşitli faydaları olduğu şüphesizdir.

84

Ancak yuva sayısı arttıkça temizleme güçleşmekte ve masraflı olmaktadır.

Kış yemlemesi

Kuşlar, kış aylarında, kar ve donların toprağı ve bitkileri örtmesi dolayısıyla besin

bulmakta güçlük çekerler. Bu gibi hallerde, kuşları beslemek gerekir. Bir kuş için,

günde 4-5 çorba kaşığı dane yem yeterlidir.

Besleme için en uygun yemler, ayçiçeği ve kenevir tohumudur. Diğer dane yemlerin,

kırma olarak verilmesi uygundur. Tuzlu olmayan hayvanî iç yağına ceviz, fındık, fıstık

parçaları karıştırıp teker şeklinde dondurularak ağaçlara asılması, kuşların çok

sevdikleri bir yemleme şeklidir. Kışın toprak tamamen karla örtülmedikçe, kuşları

yemlemek hem gereksiz hatta onları hazıra alıştırdığı için uygun değildir.

85

86

87

88

89

Memeliler

Hemen hemen tüm karnivor hayvanlar böcek yerler. Birkaçı da sadece tamamen böcek ve

diğer Arthropod’larla geçinirler. Diğer taraftan insektivor olmayan bazı memeliler birçok orman

böceklerini öldürürler. Örneğin, yapılan bir araştırmada tarla farelerinin, bazı yıllarda ve bazı belirli

alanlarda, asalak böcekleri öldürdükleri kadar Pristiphora erichsonii (Htg.) (Hymenoptera,

Tentredinidae) kokanlarıda tahrip ettikleri saptanmıştır.

Hayatlarının tamamını ya da bir kısmını toprak altında ya da toprak üstünde geçiren böcekler,

Insectivora (Kirpi, köstebek, sivri fareler) ve Rodentia gruplarına dâhil hayvanlar tarafından

yenilirler. Buna karşın memeli hayvanlar, gerek tür, gerekse fert sayısı bakımlarından böceklerin

ölümlerine neden olan diğer hayvanlara oranla daha azdır. Bununla beraber memeli hayvanlardan

bazıları belirli zararlı böcekleri yemek suretiyle önemli derecede yararlı olurlar. Örneğin, Yarasa

(Chyroptera=Parmak kanatlılar), Sivri fare (Sorex sp.), Köstebek, Tilki, Porsuk, bazen Sincap ve

Gelincik gibi hayvanlar böcek yerler. Bu hususta yarasalar kadar yabani ve ehli domuzlar da

önemlidirler. Yaban domuzları toprakta yaşayan ve kışı toprak içinde geçiren zararlı böcekleri ve

özellikle mayıs böceği larvalarını yerler. Ehli domuzların yalnız uzun hortumlusu, yani fazla ıslah

edilmemiş olan ırkı topraktaki böcekleri yemektedir.

Böcek yiyen memeli hayvanları dar bir görüşle tamamen yok etmek doğru değildir. Böcek

yiyen memeli hayvanlara, ormanda yapılacak böceklerle savaş programında önem verilmelidir.

Biyolojik Savaş Hakkındaki Düşünceler

Bugün için biyolojik savaş hakkındaki genel kanı şudur:

Asalak ve yırtıcı böcek türleri, orman zararlı böcekleriyle savaşta mucize yaratırlar.

Bu böcekler uygun bir şekilde kullanıldıkları takdirde tüm böcek afetlerini ortadan

kaldırabilecek güçtedirler.

Ormancılar genellikle mıntıkalarında yeni bir böcekle karşılaşınca, problemin çözümü için tüm

yaklaşımlara ciddi önem verirler. Zararlıya karşı uygulanan biyolojik savaş süresi dikkate

alındığında CLAUSEN (1951) “genellikle yararlı organizmanın o yöreye yerleşmesi üç yıl içinde

gerçekleşmezse, başarı ümidi azdır” demektedir. Bu hususta COPPEL ve MERTINS (1977),

“genellikle yararlı böcek üç yıl içinde hiçbir yerleşme göstermezse, böcek salma gayretleri ya başka

bir türe ya da başarısız türün başka bir varyetesine harcanmalıdır” diyerek bu konuya aydınlık

getirmektedir.

Bu konuda özet olarak denilebilir ki, zararlı orman böcek populasyonlarını önlemek için

parazit ve predatörlerden yararlanmaya devam etmeliyiz. Fakat şu da bir gerçektir ki,

ormanlarımızı ilmi kurallara uyarak idare edersek, biyolojik yöntemleri, orman böcekleriyle savaşta

yapılacak bir programda kullanmaya gerek kalmaz.

90

Zararlı Böceklerle Biyolojik Mücadele Örnekleri

Çam Keseböceği, Thaumetopoea pityocampa (Denis &

Schiffermüller, 1775) / Thaumetopoea wilkinsoni Tams, 1924

(Lepidoptera: Thaumetopoeidae)’ne Karşı Biyolojik Mücadelede

Calosoma sycophanta L. (Coleoptera: Carabidae) Üretimi

Çam Kese Böceği

Batı Çam Kese Böceği Thaumetopoea pityocampa (Denis & Schiffermüller, 1775)

Doğu Çam Kese Böceği, Thaumetopoea wilkinsoni Tams, 1924

Şekil 3.5. Çam keseböceğinin erkek ergini, yumurta koyan dişi ergini

Yayılışı: Akdeniz Havzasında, güneyde Libya’nın kuzeydoğu ucu ile Tunus, Cezayir ve Fas’ın kuzey

kesimleri, tüm Akdeniz ve Ege adaları, Filistin, İsrail, Lübnan ve Suriye’nin Akdeniz kıyı şeridi,

Türkiye’de Akdeniz, Ege, Marmara, Batı ve Orta Karadeniz bölgeleri, Yunanistan, Bulgaristan,

Makedonya, Arnavutluk, Bosna Hersek, Hırvatistan, Slovenya, İtalya, Fransa, İspanya, Portekiz ile

Avusturya ve İsviçre’nin güney sınırlarında yayılmıştır (Şekil 3.4.). Türkiye’de Orta Karadeniz

Bölgesinde Samsun’dan başlayan yayılışı, doğuya doğru da Yeşilırmak Havzası boyunca Erbaa,

Niksar, Reşadiye ve Koyulhisar yönünde Doğu Karadeniz ardına sokulur.

91

Şekil 3.4. Çam keseböceğinin, Pinus türlerinin yerel dağılımına bağlı yayılışı. Zarar yaptığı bitkiler: Doğal yayılış alanında Çam ve Sedir türlerinde zarar yapar. Türkiye’de

Pinus brutia, P. nigra, P. sylvestris, P. pinea ve P. halepensis ve Cedrus libani’de tespit edilmiştir.

Konukçu ağacın iğne yapraklarının tüketilmesi durumunda etraftaki Ardıçlarda, Juniperus excelsa’da

beslenir. Beslenecek uygun bitki bulamadığında Olea europaea, Cistus spp., Phillyrea media,

Arbutus unedo gibi maki elemanlarının yapraklarını da tüketir. Ancak bu bitkiler uygun besin

kaynağı olmadığından beslenen tırtıllar çoğu kez ölür.

Zararı: Tırtılları çam ağaçlarının iğne yapraklarından beslenirler. Fizyolojik ve primer bir zararlıdır.

Bir ağaçta az sayıda bulunursa sadece yuvaların etrafındaki iğne yapraklar zarar görür. Salgın

durumunda ağaçları ve meşcereleri tamamen yapraksız hale getirir. Daha çok meşcere

kenarlarındaki ve en çok da münferit haldeki ağaçları tercih eder. Güney bakılarda taşlı ve sığ

topraklar üzerindeki, kapalılığı bozulmuş meşcrelerde ve maki içerisindeki dağınık çamlarda fazla

görülür.

İğne yapraklarını kaybeden ağaçlar zayıf düşer ve artım kaybına uğrar. Ancak zarar, ağaç

gelişiminin azaldığı kış süresince ve ilkbahar başlangıcında meydana geldiğinden ve tomurcuklar

zarar görmediğinden, yenen iğne yapraklar yeniden yeşeririler. Ağır saldırı altındaki ağaçlarda

mücadele amacıyla keselerin toplanması sürgün ve dalcık kayıplarına neden olur.

Biyolojisi

Türkiye ormanlarında çok geniş bir alanda zarar yapan Çam kese böceğinin biyolojisi ayrıntılı olarak

ele alınacaktır.

Yumurta evresi: Dişi böcek iki iğne yaprağı bir araya getirerek üzerlerine sık bir şekilde yan yana

yumurtalarını koyar. Bu yapı mısır koçanını andırdığından buna “yumurta koçanı” adı verilir.

Yumurta Bir koçandaki yumurta sayısı 203-357 (ortalama 273) adettir. Dişi, yumurtalarını

koyarken üzerlerini dama dizilen kiremitler gibi pullarla örter.

92

Şekil 3.6. Çam keseböceğinin yumurta koçanı

Larva evresi: Genç tırtıllar yumurtadan Ağustos sonu ve özellikle Eylül başında çıkarlar.

Yumurtadan çıkan tırtıllar iğne yaprağın dip kısmımda veya yakınında toplanır ve etraflarındaki iğne

yaprakları kemirmeye başlar. Burada çok ince ağlardan bir yuva örerler. Küçük olan bu yavanın

içerisinde tırtılların dışkıları görülür.

Tırtıllar biraz gelişince ikinci bir sürgüne geçerek orada bir yuva hazırlar ve iğne yaprakları daha

belirgin bir şekilde kemirirler. Bundan sonra üçüncü bir sürgünde yuva yaparlar. Bu evrede iğne

yaprakları sadece orta siniri kalacak şekilde tüketirler. İlk üç yuvanın bulunduğu iğne yapraklar

genel olarak kısa bir süre sonra sararır ve ölürler. Tırtıllar yer ve yuva değiştirme işini 1-3 defa

daha tekrarladıktan sonra 3. larva evresinde büyük kış yuvalarını yaparlar. Kese olarak adlandırılan

bu yuvaların içerisinde tırtılların dışkıları ve değiştirdiği derileri görülür. Dördüncü yuvadan sonra

tırtıllar çoğunlukla iğne yaprakların tamamını yerler ve sadece dip kısımlarını bırakırlar.

Şekil 3.7. Çam keseböceğinin yumurta koçanı üzerinde ve ağ içinde genç larvaları. Tırtılların toplu yaşamında iki faz vardır. Birincisi yumurtadan çıkış ile ilk soğukların başladığı ve

kışlık keselerini örmeye başladıkları, üçüncü deri değiştirmesine kadar geçen Ekim-Kasım

dönemidir. Bundan sonra ikinci faz başlar. Bu da üçüncü deri değişiminden, pupa olmak için

toprağa inmeye başladıkları zamana kadar geçen dönemdir. Tırtıllar kışlık keselerini genellikle tepe

sürgünlerine yakın dallara veya tepe sürgününün bulunduğu dal çatallarına yapar. İlk 3 deri

93

değişimine kadar devamlı sürgün değiştiren tırtıllar kışlık keseyi ördükten sonra bir daha kese

değiştirmez ve onu barınak olarak sonuna kadar kullanır.

Kural olarak, tırtıllar yer değiştirirken ağaçta daima aşağıdan yukarıya doğru çıkar, yani bir sonraki

yuvayı bir öncekinden daha yukarıda kurarlar. İğne yaprakları daha kalın olan Karaçamlarda yuva

değiştirme kızılçamlardakinden daha az görülür. Ayrıca havanın ani olarak soğuması yuva sayısını

azaltır ve tırtılların hemen büyük kışlık yuvalar meydana getirmesine neden olur. Keseler, genellikle

dalların uç kısımlarına ve çatal yerlerine yapılır.

Şekil 3.10. Çam keseböceğinin kışlık yuvaları. Yuvada toplu olarak yaşayan tırtıllar, gündüzü yuvada dinlenerek geçirirler. Akşam karanlık basınca

yuvadan çıkarak iğne yapraklarla beslenen tırtıllar, şafak vakti yuvaya dönerler. Hava sıcaklığı +6

°C’nin altına düştüğünde, tırtıllar geceyi de yuvalarında geçirirler. Ancak Akdeniz iklim koşullarında

sıcaklık ender olarak +6 °C’nin altına düşer. Bu nedenle tırtıllar genellikle geceleri yuvadan çıkar ve

iğne yapraklarla beslenirler. Yuvalar, tırtıllara barınak olmanın yanında gündüzün güneş ışınlarının

bir kısmının yansımasını ve soğuk havalarda da sıcaklığın korunmasını sağlar. Keselerin içindeki

sıcaklığın dış ortamın sıcaklığından 1-2 °C kadar fazla olduğu bulunmuştur.

Temelde Akdeniz Bölgesinde yayılmış olsa da, çam kese böceği, Thaumetopoea pityocampa

(Lepidoptera: Thaumetopoea)’nin tırtılları, 250C’yi geçen çok yüksek aylık ortalama sıcaklıklara

katlanamaz (Demolin, 1969). İzole edilmiş larvalar için, en üst öldürücü sıcaklık +320C, en düşük

öldürücü sıcaklık -60C’dir ve +10 0C’de 200 bireylik tırtıl kolonileri, solar bir ısıtıcı olarak ödev gören

kışlık yuvalarda bir araya toplanır. Solar ışınım, yalıtımın her bir saati için günlük en yüksek sıcaklığı

1.50C artırarak yuva ortamını etkiler. Sıcaklık, +10 ile +200C arasında olduğunda, tırtıllar,

keselerden ayrılır ve ancak sıcaklığı 200C‘den fazla olan bir yer bulduklarında dururlar. Mevsim

süresince düşük sıcaklıklar larval gelişmeyi yavaşlatır ve tırtıllar, kelebek çıkışının iki veya üç yıla

yayılmasına öncülük eden zorunlu diyapoza girer.

94

Şekil 3.9. Çam keseböceğinin beslenme yerine giden ve dönen tırtılları.

Bir kese içinde bulunan tırtıl sayısı 146-313 (ortalama 208) adet olarak tespit edilmiştir. Bu miktar,

bir yumurta koçanındaki yumurta sayısından yaklaşık %30 daha azdır. Bu azalma parazitoidler,

predatörler ve iklim koşullarının etkisiyle meydana gelmektedir. Yapılan tespitlerde büyük bir kese

içindeki tırtıl sayısının bazen binden fazla olduğu da görülmüştür. Bu durum, birçok tırtıl grubunun

bulunduğu ağaçlarda, akşamları farklı yuvalardan çıkarak beslenecekleri yerlere giden tırtıl

gruplarının iplikçiklerle işaretledikleri yuvaya dönüş yollarının birbiriyle kesiştiği ya da temas ettiği

noktalarda sabahleyin yuvaya dönen bir grubun kendi yolundan ayrılıp diğer bir yuvaya ulaşması

sonucu meydana gelmektedir. Bu tür bir kesedeki tırtıl sayısı birkaç katına çıkabilir ve yer darlığı

çeken tırtıllar keseyi büyütebilir.

Şekil 3.12. Çam keseböceğinin olgun tırtıllarının beslenmesi. Keselerin üst tarafı yağmur ve kar sularını üzerinde tutmayacak şekilde yapılmıştır. İçerisi birçok

bölmelere ayrılmış olan keslerin alt tarafında dışkıların düşmesi için bir delik mevcuttur. Dışarı

dökülmeyen dışkılar kesenin içinde kalır.

Çam keseböceğinin tırtıllarına dokunulduğunda insan ve hayvan derilerinin hassas kısımlarında

kaşıntı ve tahrişlere neden olur. Bu durum tırtıllarda zehirli kıllarının bulunmasından ileri gelir. Bu

kılların zehir etkisi, küçük, çoğunlukla 1 mm’yi geçmeyen ve kolaylıkla kırılan yan dikenlerle

donatılmış kılcıklardan meydana gelir. Bunlara ayna kılları ya da zehir kılları denir. Zehir kılları

özellikle üçüncü larva evresinden sonra gelişir ve tahrişe neden olur. Büyük bir tırtılda

bulunan ayna kıllarının sayısı ortalama 630.000 adettir.

95

Pupa evresi: Olgun tırtıllar Nisan sonu ya da Mayıs başında toprağa girer ve ördükleri bir koza

içinde pupa olurlar. Tırtılların toprağa girdiği yerler etrafa oranla bir süre daha kabarık görünür.

Toprağa girme yeri ağaçtan çeşitli uzaklıklarda olabilmektedir. Tırtılların toprağa girme derinliği,

toprağın fiziksel özelliklerine bağlı olarak 2-30 cm arasında değişir. Toprakta geçen pupa evresi

yaklaşık 3-4 ay sürer.

Ergin evresi: Çam keseböceği genellikle Temmuz sonunda erginleşir. Uçma zamanı yörelere göre

farklılıklar gösterir. Örneğin, Marmara Bölgesinde Temmuz sonu, Antalya, Mersin ve Manavgat

yörelerinde Eylül ve Ekim aylarındadır.

Çam keseböceği generasyonunu normalde bir yılda tamamlamaktadır. Ancak toprakta geçen pupa

evresi 1-3 yıl arasında değişmektedir. Aynı yıl pupa olan bireylerden bir kısmı o yıl erginleşip

uçarken, geri kalanlar 1-3 yıl daha toprakta diyapozda kalarak ikinci, üçüncü veya dördüncü yılda

erginleşip uçar.

Şekil 3.15. Toprağa inmekte olan ve toprakta pupa yerine giden tırtıllar.

Çam Keseböceğine Karşı Biyolojik Mücadelede

Calosoma sycophanta L. (Coleoptera: Carabidae)

Kitle Üretimi ve Araziye Salımı

Lepidoptera tırtıllarının bir avcısı olarak, Calosoma sycophanta L.’nın önemi yıllardır

bilinmektedir. Lymantria dispar (L.) ve Euproctis chrysorrhoea (L.)’nin 1900’lerin başında

New England’daki kapsamlı salgınları sırasında C. sycophanta L.’nın bu alana

96

yerleştirilmesi için kararlı gayretler gösterilmiştir. Öncelikle Avrupa’dan sağlanan 2364

avcı böcek, 1905 ve 1910 yılları arasında salıverilmiş ve yerleştirme başarıyla

sonuçlanmıştır (Burgess 1911). Yerleşmesinden sonra, bu böceğin yıllık yayılışı ile ilgili

ayrıntılı çalışmalar yapılmıştır (Burgess and Collins 1915). C. sycophanta genç larvalarının

hareketli bir kağıt yüzey üzerinde aldığı yolun çizilmesiyle, besin veya uygun nem

koşulları olmadan bu larvaların 1.7 mil kadar yol alabildikleri belirlenmiştir (Burgess

1911). Mevcut kaynaklardan C. sycophanta erginlerinin genellikle çok çevik ve atik

olduğu (Burgess 1911; Burgess and Collins 1915, 1917), bu türün yayılışının larva

erginlerinin toprak yüzündeki hareketlerinin birleşimi oluğu anlaşılmaktadır. C.

sycophanta erginlerinin kuvvetli ve çevik uçucular da olduğu söylenmektedir.

Kışlıklarından çıkan C. sycophanta erginleri yumurta bırakmaları için bol miktarda tırtılla yaklaşık

1-1.5 hafta beslenmeye ihtiyaç duymaktadırlar. Erginler, Şubat ayının son günleri ile Mart ayının

ilk günlerinde kışladıkları topraktan çıkarak ağaçlar üzerindeki çam keseböceği larvaları ile

beslenmeye başlarlar.

Kışı toprak içerisinde geçiren C. sycophanta erginleri, Kahramanmaraş Bölgesinde arazide çam

keseböceğinin 4. ve 5. larva dönemlerinde topraktan çıkmakta ve Mart ve Nisan aylarında 30-40

gün civarında aktif durumda kalmaktadırlar. Besin verilmeyen Calosoma erginleri yaklaşık 2 ay

açlığa dayanabilmektedirler. Bu predatör böcek türü, çam keseböceğinin biyolojisine uyum

sağlamakta ve populasyonun azalmasında etkili olmaktadır. Arazide çam keseböceğini baskı altına

alması açısından değerlendirildiğinde, Calosoma sycophanta’nın olmadığı alanlardaki her bir

kesedeki çam keseböceği larva sayısı ortalama 121 (69-173), Calosoma sycophanta nın bulunduğu

alanlardaki her bir kesede ise ortalama 32 (21-43) adet yani daha az çam keseböceği larvası

bulunmaktadır. Keseler içinde bulunan Calosoma sycophanta ergini sayı olarak genellikle 1, bazen

2–3 zaman zaman da çok miktarda da bulunabilmektedir.

97

Kışlıklarından çıkan C. sycophanta erginleri yumurta bırakmaları için bol miktarda tırtılla yaklaşık

1-1.5 hafta beslenmeye ihtiyaç duymaktadırlar. Bu süre esnasında iyi beslenen ve çiftleşen dişi

erginler nemli toprağa yumurtalarını bırakmaktadırlar. Laboratuara getirilen C. sycophanta’ların

yaklaşık %50’sinin erkek, %50’sinin dişi olduğu tespit edilmiştir. Buna bağlı olarak bu türün

cinsiyet oranı 0.5 olarak tespit edilmiştir. Calosoma erginleri ölmüş çam keseböceği larvalarını

yememekte, canlı larvalarla beslenmektedirler. Erginler, henüz kitinleşmemiş çam keseböceği

pupalarının zar kısmını parçalayarak beslenmektedirler. C. sycophanta erginleri ortalama günde 10

adet çam keseböceği larvasını parçalamakta, bunlardan 7 tanesini de yemektedirler. Calosoma

larvaları da ortalama iki günde bir adet çam keseböceği larvası yemekte, birkaç adedini de

parçalamakta, ayrıca Calosoma larvalarının da çam keseböceğinin yeni oluşmuş pupaları ile

beslenmektedirler. Calosoma erginlerinin günlük ortalama 7 adet çam keseböceği larvasını yediği

ve yılda 30-40 gün aktif olduğu dikkate alındığında, bir ergin yıllık ortalama 210-280, 3-4 yıllık

ömrü boyunca ise 840-1120 civarında çam keseböceği larvası ile beslenmektedir.

Şekil xx. Calosoma sycophanta L.’nın erkek ve dişi ergini.

Predatör tür Calosoma sycophanta’nın araziye bırakılması konusunda ülkemizde populasyonunun

en fazla gözlendiği kızılçam ormanları dikkate alındığında, Hektarda ortalama 1200 ağacın olduğu,

her bir ağaçta ortalama 1 er adet kese, her bir kesede ortalama 100 adet larva olduğu

98

hesaplandığında, hektara ortalama 571-428 adet ergin bireyin bırakılması gerekmektedir.

Calosoma erginlerinin çam keseböceği pupaları ile beslenmeleri ve Calosoma larvalarının hem çam

keseböceği larvaları ve pupaları ile beslenmeleri de dikkate alındığında hektardaki Calosoma birey

sayısı daha da azalacaktır. Bir çalışma kapsamında elde edilen bilgiler ışığında kitle üretimi ve

araziye salımı ile ilgili öneriler dikkate alınmalıdır. Erginler kışlaklarından çıktıktan sonra iyi bir

şekilde beslenilmeli ya da araziden beslenmiş erginler getirilmeli, aksi halde erginler yumurta

diyapozuna girmektedirler.

Diyapoza giren erginler daha sonra beslenseler dahi diyapozdan kurtulamamaktadırlar. Bu durum

göz önüne alındığında laboratuara getirilen erginlerin ilk günlerde yeterince beslenmeleri

gerekmektedir.

● Yumurta ve larvalar için toprak nemi yeterli olmalı, hemen her gün yumurta saklama kapları ve

larva besleme kapları kontrol edilerek kaplardaki küflenme ve nem azlığı giderilmelidir. Toprak

tanelerinin birbirinden rahatça ayrılabileceği düzeydeki nem en uygun nem miktarıdır. Kuru

toprakta yumurtalar kristalleşmekte, çok nemli toprakta ise toprağa yapışarak küflenmektedirler.

Besleme kaplarındaki erginlerin yumurta bıraktığı en uygun nemli toprak derinliği 2.5-3 cm

olmalıdır.

99

Larvalar kannibalistik olduklarından birinci larva döneminden itibaren besleme kaplarına tek tek

yerleştirilmelidir. Yeni çıkan larvaların en kısa zamanda çam keseböceği veya sedir keseböceği

larvaları ile beslenmeleri gelişimlerinde önemli rol oynamaktadır. Besin olarak verilen un güvesi

larvalarının boyutları küçük olduğundan kaplardan rahatlıkla dışarılara gitmektedirler.

Laboratuvarda elde edilen larvaların pupa olmaları için yine aynı nem koşullarına ihtiyaç

bulunmaktadır.

Arazide ise pupa olmaları için son dönem larvalar yaklaşık 30-50 cm derinliğinde nemli toprağa

gömülmeleri uygun olmaktadır. Laboratuvarda çalışma esnasında alerji etkisinden en az

etkilenmek amacıyla yumurta toplama, larva kontrolleri mümkünse laboratuvar dışında bir masada

yapılmalıdır. Alerjik durumlarda kullanılmak üzere tuz solusyonu hazır bulundurulmalıdır.

Elde edilen erginleri bir sonraki yıla saklanması açısından laboratuvarda saklama çok verimli

olmamakta, erginlerin renkleri matlaşmakta özellikle 250C’nin üzerinde toplu ölümler

gözlenmektedir. Arazide saklamada ise 30-50 cm derinliğe gömülmektedirler. Bu durumda

erginlerin renkleri hem daha parlak hem de ergin ölümleri gözlenmemektedir. En uygun saklama

şekli olan toprakta saklama uygulanmadır.

Yetiştirme kaplarında C. Sycophanta’nın ayrı ayrı beslen larvaları

Üretilen erginler anında zararın yoğun olduğu alanlara bırakılmalı, ya da pupa aşamasında

(beslenmenin son bulduğu larva döneminde) zararın gözlendiği alanlarda toprağa gömülme şekli

uygulanmalıdır. En verimli olan pupa salımı yöntemi kullanılması daha uygun görülmektedir.