ASTIMLI HASTALARDA MYCOPLASMA PNEUMONİAE ...erkek ve kız toplam 115 çocuk alındı (akut astm...
Transcript of ASTIMLI HASTALARDA MYCOPLASMA PNEUMONİAE ...erkek ve kız toplam 115 çocuk alındı (akut astm...
-
T.C.
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI PEDİATRİK ALLERJİ-İMMÜNOLOJİ BİLİM DALI
ASTIMLI HASTALARDA MYCOPLASMA
PNEUMONİAE, CHLAMYDİA PNEUMONİAE,
HELİCOBACTER PYLORİ SIKLIĞI VE HASTALIKLA
İLİŞKİSİ
DR. ALİ ANNAGÜR
TIPTA UZMANLIK TEZİ
DANIŞMANI
Prof. Dr. Seval GÜNEŞER KENDİRLİ
ADANA – 2005
-
T.C.
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI
ANABİLİM DALI PEDİATRİK ALLERJİ-İMMÜNOLOJİ BİLİM DALI
ASTIMLI HASTALARDA MYCOPLASMA
PNEUMONİAE, CHLAMYDİA PNEUMONİAE,
HELİCOBACTER PYLORİ SIKLIĞI VE HASTALIKLA
İLİŞKİSİ
DR. ALİ ANNAGÜR
TIPTA UZMANLIK TEZİ
DANIŞMANI
Prof. Dr. Seval GÜNEŞER KENDİRLİ
Bu tez, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Fonu tarafından Desteklenmiştir.
PROJE NO: TF. 2003. LTP 24
ADANA - 2004
-
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimi süresince bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım, destek ve
yardımlarını gördüğüm tüm değerli hocalarıma,
Tezimin seçimi ve yürütülmesinde bana ışık tutup yol gösteren, desteğini esirgemeyen
tez hocam sayın Prof. Dr. Seval Güneşer Kendirli’ye,
Tezimin her aşamasında yardımlarını esirgemeyen Doç. Dr. Mustafa Yılmaz’a
Çalışma süresince verilerin toplanmasında gösterdikleri yakın ilgi ve yardımları için
tüm Pediatrik Allerji ve İmmünoloji çalışanlarına,
Laboratuar çalışmalarında her türlü kolaylığı gösteren sayın Dr Salih Çetiner’e,
Verilerin istatistiksel analizinde emeği geçen Dr. Yaşar Sertdemir’e
Uzmanlık eğitimi süresince birlikte çalışmaktan onur ve mutluluk duyduğum sevgili
asistan arkadaşlarıma,
Tüm eğitimim süresince manevi destek veren sevgili anneme ve babama
Uzmanlık eğitimin ve tezimin her aşamasında maddi-manevi yardımlarından, sabır ve
gösterdikleri özveriden dolayı çocuklarım Ceren, Ahmet Ozan ve değerli eşim Dr.
Bilge Burçak Annagür’e……
Sonsuz teşekkürler
I
-
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
TEŞEKKÜR I
İÇİNDEKİLER II
TABLO LİSTESİ IV
ŞEKİL LİSTESİ V
KISALTMALAR VI
ÖZET VII
ABSTRACT IX
1. GİRİŞ ve AMAÇ 1
2. GENEL BİLGİLER 3
2.1. ASTIM 3
2.1.1. Epidemiyoloji 3
2.1.2. Etyoloji 3
2.1.3. Astım İmmünopatogenezi 10
2.1.3.1.İmmün Yanıtın Başlaması 10
2.1.3.2. Hava Yolu Aşırı Duyarlılığı 13
2.1.3.3. Hava Yolu Obstrüksiyonu 14
2.1.3.4. Hava Yollarında Kalıcı Yapısal Değişiklikler 14
2.1.4. Astımın Sınıflandırılması 14
2.1.5. Tanı 15
2.1.5.1. Klinik Özellikler 15
2.1.5.2. Fizik Muayene 16
2.1.5.2. Laboratuar Testleri 16
2.1.6. Ayırıcı Tanı 19
2.1.7. Çocukluk Çağında Astım Tedavisi 20
2.2. CHLAMYDİA PNEUMONİAE 24
2.2.1. Epidemiyoloji 24
2.2.2. Klinik 24
2.2.3. Laboratuar 25
2.2.4. Tedavi 25
2.2.5. Komplikasyonlar 26
2.3. MYCOPLASMA PNEUMONİAE 27
2.3.1. Epidemiyoloji 27
II
-
2.3.2. Klinik 27
2.3.3. Laboratuar 29
2.3.4. Tedavi 29
2.4. HELİCOBACTER PYLORİ 31
2.4.1. Epidemiyoloji 31
2.4.2. Klinik 31
2.4.3. Tanı 32
2.4.4. Tedavi 32
2.5. ASTIM VE İNFEKSİYON İLİŞKİSİ 34
2.5.1. Astım Ataklarında Viral İnfeksiyonların Rolü 34
2.5.2. Astım Ataklarında Bakteriyel İnfeksiyonların Rolü 36
3. GEREÇ VE YÖNTEM 39
3.1. Çalışmaya Kabul Kriterleri 39
3.2. Deri Testi 40
3.3. Solunum Fonksiyon Testi 40
3.4. Serum Total IgE Düzeyi 40
3.5. Serolojik İncelemeler 40
3.6. İstatistiksel Analiz 40
4. BULGULAR 42
4.1. Demografik özellikler 42
4.2. Serolojik Test Sonuçları 42
4.3. Phadiotop Sonuçları 47
4.4. Atopi Sonuçları 47
4.5. Total IgE Sonuçları 48
4.6. Solunum Fonksiyon Testi Sonuçları 48
5. TARTIŞMA 54
6. SONUÇLAR 67
7. KAYNAKLAR 70
8. ÖZGEÇMİŞ 81
III
-
TABLO LİSTESİ
Sayfa No
Tablo 1: Astımın şiddetine göre sınıflandırılması 15
Tablo 2: Çocukluk çağı astımda ayırıcı tanı 20
Tablo 3: Astım tedavisinde kullanılan ilaç grupları 21
Tablo 4: Kronik astım tedavi basamakları 23
Tablo 5: C.pneumoniae infeksiyonu ile ilgili hastalıklar 24
Tablo 6: M.pneumoniae’nın neden olduğu ekstra pulmoner hastalıklar 29
Tablo 7: Helicobacter pylori’nin sorumlu olduğu ileri sürülen klinikler 32
Tablo 8: Çocuk ve adolesanlarda H.pylori tedavi rejimleri 33
Tablo 9: Hastaların değerlendirilmesinde kullanılan tetkikler 39
Tablo 10: Grupların yaş ve cinsiyet dağılımı 42
Tablo 11: Grup 1’in M.pneumoniae IgM ve IgG antikor sonuçları 43
Tablo 12: M.pneumoniae IgM antikor sonuçları 43
Tablo 13: M.pneumoniae IgG antikor sonuçları 43
Tablo 14: Grup 1’in C.pneumoniae IgM ve IgG antikor sonuçları 44
Tablo 15: C. pneumoniae IgM antikor sonuçları 44
Tablo 16: C pneumoniae IgG antikor sonuçları 45
Tablo 17: Grup 1’in H.pylori IgM ve IgG antikor sonuçları 45
Tablo 18: H.pylori IgM antikor sonuçları 45
Tablo 19: H.pylori IgG antikor sonuçları 46
Tablo 20: Grup 1 serolojik test sonuçları 46
Tablo 21: Grup 2 serolojik test sonuçları 46
Tablo 22: Grup 3 serolojik test sonuçları 47
Tablo 23: Phadiotop sonuçları 47
Tablo 24: Atopi sonuçları 47
Tablo 25: Serum total IgE sonuçları 48
Tablo 26: Grup 1 solunum fonksiyon testi sonuçları 48
Tablo 27: Grup 2 ve Grup 3 SFT sonuçları 49
Tablo-28: Grup 1 demografik özellikleri ve test sonuçları 50
Tablo-29: Grup 1 demografik özellikleri ve SFT sonuçları 51
Tablo-30: Grup 2 demografik özellikleri ve test sonuçları 52
Tablo-31: Grup 3 demografik özellikleri ve test sonuçları 53
IV
-
ŞEKİL LİSTESİ
Sayfa No
Şekil-1: Hava yolu epitel hücrelerinin fonksiyonu 11
Şekil-2: Allerjik inflamasyonun gelişimi 12
Şekil-3: Epitel-mezenşim hücreleri ile Th-2 etkileşimi 13
V
-
KISALTMALAR
ISAAC :International Study of Asthma and Allergies in Childhood
PCR :Polymerase Chain Reaction
IL :İnterlökin
TNF :Tümör Nekrozis Faktör
PG :Prostaglandin
GM-CSF :Granülosit Makrofaj Koloni Stimüle Edici Faktör
IFN :İnterferon
VCAM :Vasküler Hücre Adhezyon Molekülü
ICAM :İntersellüler Adhezyon Molekülü
APC :Antijen sunan Hücre
RSV :Respiratuar Sinsityal Virüs
GÖR :Gastroözefagial Reflü
SFT :Solunum Fonksiyon Testi
FVC :Zorlu Vital Kapasite
FEV1 :1. saniye Zorlu Ekspiratuvar Volüm
PEF :Tepe Akım Hızı
MEF25-75 :Mid Ekspiratuavar Akım Hızı
Ig :İmmunglobulin
RAST :Radioallergosorbent Test
ECP :Eozinofilik Katyonik Protein
Th :T hepler
MHC :Major Doku Uygunluğu antijeni
CD :yüzey belirleyicisi
PAF :Platelet Aktive Edici Faktör
SP :Substant P
TWAR :Taiwan Acute Respiratory
DNA :Deoksiribonükleik Asit
RNA :Reoksiribonükleik Asit
EBV :Ebstain Barr Virüs
HSV :Herpes Simplex Virüs
HAV :Hepatit A Virüs
PPD :Pürifiye Protein Derivesi
BCG :Bacille Calmette Guerin
VI
-
ÖZET
Astımlı Hastalarda Mycoplasma Pneumoniae, Chlamydia Pneumoniae,
Helicobacter Pylori Sıklığı ve Hastalıkla İlişkisi
Astım, hava yolu aşırı duyarlılığı ve yaygın hava yolu daralması ile karakterize
kronik inflamatuar bir hava yolu hastalığıdır. Astım gelişmesini ve şiddetini birkaç
faktör etkilemektedir. Genetik predispozisyon, atopi, çevresel faktörler, gen-çevre
etkileşimi, stres, obesite, diyet, sosyoekonomik durum ve infeksiyonlar astım
gelişimindeki etyolojik faktörlerdir.
Bu çalışmada, akut ve kronik astımlı hastalarda M.pneumoniae, C.pneumoniae
ve H.pylori’nin sıklığını belirlemek, hastalıkla ilişkisini araştırmak istedik
Çalışmaya 5-15 yaş arası (Ort ± SS : 9,7 ± 2,2 yıl) çocuklar alındı. Araştırmaya
erkek ve kız toplam 115 çocuk alındı (akut astım atağı olan 37 hasta (grup 1), stabil
astımlı 42 hasta (grup 2) ve 36 sağlıklı kontrol (grup 3)). Çalışmaya alınan tüm
çocuklara, solunum fonksiyon testi, phadiotop, total IgE , rutin prick test,
M.pneumoniae, C.pneumoniae, H.pylori için spesifik IgM ve IgG antikor ölçümleri
(ELİSA) yapıldı.
Grup 1’deki hastaların, 3’ünde (%8,1) M.pneumoniae IgM, 2’sinde (%5,4)
M.pneumoniae IgG, 5’inde ((%13,5) C.pneumoniae IgM, 7’sinde ((%18,9)
C.pneumoniae IgG, 14’ünde (%37,8) H.pylori IgM, 12’sinde (%32,4) H.pylori IgG
pozitif olarak saptandı. Grup 2’deki hastaların, 2’sinde (%4,8) M.pneumoniae IgG,
17’sinde ((%40,5) C.pneumoniae IgG, 11’inde (%26,2) H.pylori IgM, 8’inde (%19)
H.pylori IgG pozitif olarak saptandı. Grup 3’teki hastaların, 4’ünde (%11,1)
M.pneumoniae IgG, 8’inde ((%22,2) C.pneumoniae IgG, 10’unda (%27,8) H.pylori
IgM, 6’sında (%16,7) H.pylori IgG pozitif olarak saptandı. Grup 2 ve grup 3’te
M.pneumoniae IgM, C.pneumoniae IgM pozitifliği saptanmadı. Gruplar M.pneumoniae
IgM ve C.pneumoniae IgM pozitifliği açısından karşılaştırıldığında aradaki fark
istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0,031 , p=0,003). Diğer serolojik test sonuçları
karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı.
Serum total IgE ortalaması grup 1’de 587 ± 614 IU/mL , grup 2’de 295 ± 286
(12-1510), grup 3’te 44 ± 24 olarak bulundu. Grup 1’de 31 hasta (%83,8), grup 2’de 30
hasta (%71,4) atopi saptandı. Grup 1’de 30 hastada (%81,1) , grup 2’de 30 hastada
(%71,4) phadiotop pozitif saptandı.
VII
-
Sonuç olarak, astım gelişmesi ve atağında H.pylorinin etyolojik bir etkisi
olmadığını, akut M.pneumoniae ve C.pneumoniae infeksiyonlarının astım ataklarının
ortaya çıkmasında etyolojik bir faktör olduğunu saptadık.
Anahtar kelimeler: Astım, M.pneumoniae, C.pneumoniae, H.pylori
VIII
-
ABSTRACT
Frequency of Mycoplasma Pneumoniae, Chlamydia Pneumoniae, Helicobacter
Pylori Infections In Asthma Patients and Their Relationship With Asthma
Asthma is a hyper reactive inflammatory chronic airway disease characterized with
obstruction of small airways. There are many factors that affect the development and
severity of asthma; such as genetical predisposition, atopy, environmental factors, gene-
environmental interactions, stress, obesity, diet, socio-economic conditions and
infectious causes.
In this study we investigated frequency of M.pneumoniae, C.pneumoniae, H.pylori
in asthma patients and whether these microorganisms have any causal relationship with
asthma.
Children with age group 5-15 years (mean ± SS, 9.7 ± 2.2 years) were taken into
scope of study.Total of 115 boys and girls have been taken in to study. Patients
according to their clinical conditions were divided into 3 groups: Group 1 had 37
patients with acute asthma attacks; group 2 had 42 patients with stable asthma and
group 3 was normal control group of 36 patients. Respiratory function test, phadiotop,
total IgE, routine prick test, spesific IgM for M.pneumoniae, C.pneumoniae, H.pylori ,
IgG antibody (ELİSA) tests were performed on all patients.
In group 1, 8.1% (3 patients) of all had M.pneumoniae IgM, 5.4 % (2 patients) had
M.pneumoniae IgG, 13.5% (5 patients) had C.pneumoniae IgM, 18.9% (7 patients) had
C.pneumoniae IgG, 37.8% (14 patients) had H.pylori IgM, and 32.4% (12 patients) had
H.pylori IgG positivity. In group 2, 4.8% (2 patients) had M.pneumoniae IgG, 40.5%
(17 patients) had C.pneumoniae IgG, 26.2% (11 patients) had H.pylori IgM, 19% (8
patients) had H.pylori IgG positivity. In group 3, 11.1% (4 patients) had M.pneumoniae
IgG, 22.2% (8 patients) had C.pneumoniae IgG, 27.8% (10 patients) had H.pylori IgM,
and 19% (8 patients) had H.pylori IgG positivity. In group 2 and group 3,
M.pneumoniae IgM and C.pneumoniae IgM positivity was not detected. When the
groups were compared with respect to M.pneumoniae IgM and C.pneumoniae IgM
positivity, it was found out that, there was a significant statistical difference between the
groups (p=0.031, p=0.003). On the contrary no significant statistical differences were
detected in comparison of other serological tests.
IX
-
Mean serum level of total IgE was found to be 587 ± 614 IU/ml in group 1, 295 ±
286 IU/ml in group 2, and 44 ± 24 IU/ml in group 3. We found atopy on 31 patients
(83.8%) of group1 , while this rate 71.4% with 30patients in group 2. Phadiotop test was
positive in 30 patients (81,1%) of group1, and 30 patients (71,4%) of group 2.
In conclusion, the present study revealed that, there was no relationship between
H.pylori and asthma, however, M.pneumoniae and C.pneumoniae infections were found
to be affective etiologic factors in asthma exacerbations.
Key Words: Asthma, M.pneumoniae, C.pneumoniae, H.pylori
X
-
1. GİRİŞ ve AMAÇ
Astım, hava yolu aşırı duyarlılığı ve yaygın hava yolu daralması ile karakterize
kronik inflamatuar bir hava yolu hastalığıdır. Etkin terapötik ajanların geliştirilmesine
rağmen hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde prevalansı artmaya devam
etmektedir. Astım çocukluk çağı kronik hastalıkları içinde okul devamsızlığına en sık
neden olan, yaşam kalitesini bozan, önemli mortalite ve morbiditesi olan bir
hastalıktır(1).
Astım, multifaktöriyal bir hastalıktır. Allerjik hastalılara predispoze genetik
faktörler ve çevresel faktörlerin etkileşimi sonucu gelişmektedir. Astım şiddetini ve
gelişmesini birkaç faktör etkilemektedir. Genetik predispozisyon, atopi, çevresel
faktörler, gen-çevre etkileşimi, stres, obesite, diyet, sosyoekonomik durum ve
infeksiyonlar astım gelişiminde önemli rol alan faktörlerdir. Hava yolu inflamasyonu
oluşmasında ilk aşama, kişinin bu çevresel etkenlere karşı duyarlılaşmasıdır. İnfeksiyon
ajanları bu duyarlılaşma sürecini kolaylaştırabildikleri gibi hastalığın akut alevlenmesini
de tetikleyebilmektedir(2).
Astım prevalansındaki artışa paralel olarak astım gelişiminde rol oynayan risk
faktörlerine yönelik çalışmalar giderek artmaktadır. Bazı infeksiyon ajanlarının astım
gelişiminde rol oynayabileceği ilk kez 1958’de Bruce Pearson, 1962’de Swineford ve
ark. tarafından fark edilmiştir(3). Daha sonra yapılan çalışmalarda atipik infeksiyonların
astım ile ilişkisi olduğu gösterilmiş ve bu ilişkinin niteliği günümüzde canlı bir tartışma
konusu olmuştur.
Asıl sorun infeksiyonun olmasının mı, infeksiyonun tipinin mi, infeksiyonun
zamanının mı yoksa bunların kombinasyonunun mu astımda artışa veya azalışa neden
olup olmadığıdır. Birçok farklı bakteriyel infeksiyonun astıma predispozisyon veya
korunması ile ilişkilendirilmiştir. Mycoplasma Pneumoniae ve Chlamydia Pneumoniae
gibi atipik mikroorganizmalar astımın ortaya çıkışında veya astım ataklarında etkili
olduğu üzerinde sık araştırma yapılan bir tartışma konusu olmuştur(4).
Küçük çocuklarda akut astım ataklarının %50-60’ından virüsler ve diğer
patojenler sorumlu tutulurken, daha ileri yaşlardaki çocuklarda bu oran %25
düzeylerindedir. Viral alt solunum yolu infeksiyonları erişkinlerdeki akut astım
alevlenmelerinin %30-40’ından sorumlu tutulmaktadır(5).
Astımı olmayan hastalarda yapılan çalışmalarda atipik organizmalar ile gelişen
respiratuar sistem infeksiyonlarında ekspiratuar akım oranında azalma ve artmış hava
yolu direncinde artış geliştiği gösterilmiştir(6). Atipik mikroorganizmalar ile gelişen
1
-
infeksiyonlar non-astmatik erişkin hastalarda astım semptomlarının (wheezing)
gelişmesine neden olduğu yapılan çalışmalarda saptanmıştır(7, 8).
Martin et al.(9), 55 astımlı hasta ve 11 sağlıklı kontrolde yaptıkları çalışmada
PCR, kültür ve serolojik yöntemleri kullanarak, 25 hastada M.pneumoniae ve 8 hastada
C.pneumoniae pozitif olarak saptamışlardır.
Hahn et al.(10), akut C.pneumoniae infeksiyonunun, yetişkinlerde astım
başlangıcıyla ilişkili olabileceğini, akut solunum sistemi infeksiyonuna sahip 365
hastada yapılan serolojik çalışmalarda belirlenmişlerdir. Bu çalışmada hastaların
19’unda (%5’inde) akut C.pneumoniae infeksiyonu serolojik olarak saptanmıştır.
C.pneumoniae infeksiyonu belirlenmiş olan bireylerin 9’unda bronkospazm belirlenmiş
ve bu hastaların 4’ünde önceden saptanmış olan astımın alevlenmesi olduğu , 4
hastanın ise akut C.pneumoniae infeksiyonu sonrası astım geliştiği göstermişlerdir.
Biscardi et al.(11), 170’i astım atağı ile başvuran ve 152’si stabil astım veya riniti
olan çocuk hastayı çalışmaya dahil etmişler. Atak ile başvuran hastalardan 51 ilk kez
astım atağı geçiren 119’u astım tanılı olup atak ile başvuran hastaydı. Astım tanısı olup
atak ile hastaneye yatırılan hastalarda yapılan serolojik testlerde; 4 hastada (%3,4) akut
C.pneumoniae infeksiyonu, 24 hastada (%20) akut M.pneumoniae infeksiyonu
saptanmış. İlk kez astım atağı ile başvuran hastalarda ise 3 hastada (%6) akut
C.pneumoniae infeksiyonu, ve dikkat çekici olarak 26 hastada (%50) akut
M.pneumoniae infeksiyonu saptanmıştır. Kontrol grubunda 8 hastada (%5,2) akut
M.pneumoniae infeksiyonu saptanmış. Çalışmacılar akut M.pneumoniae
infeksiyonunun astım gelişiminde predispozisyon oluşturduğunu ve astım ataklarına
tetikleyici faktör olduğunu göstermişlerdir.
Literatürde H.pylori ve kronik bronşit arasındaki ilişkinin patogenezini araştıran
bir çalışma yoktur. Tsang et al.(12), 2000 yılında astımlı 90 hastada H.pylori prevalansı
ile ilgili ilk kohort çalışmayı yaptılar. H,pylori seroprevalansını kontrol grubunda %38,1
iken astımlı hastalarda %47,3 olarak bulundu. Aralarında istatistiksel olarak anlamlı bir
fark saptanamamıştır.
Çalışmamızda akut ve kronik astımlı çocuk hastalarda M.pneumoniae,
C.pneumoniae ve H.pylori’nin sıklığını belirlemek, astım gelişmesinde ve
alevlenmesinde rolü olup olmadığını belirlemek istedik. Bu amaçla M.pneumoniae,
C.pneumoniae ve H.pylori infeksiyonlarının en sık görüldüğü 5-15 yaş grubunda akut
astım atağı olan 37 hasta, stabil astımlı olan 42 hasta ve 36’sı kontrol grubunda olmak
üzere 115 çocuk çalışmaya alındı.
2
-
2. GENEL BİLGİLER
2.1. ASTIM
Astım, yineleyen öksürük, nefes darlığı ve wheezing (hışıltı) atakları ile
seyreden, kendiliğinden veya tedavi ile düzelebilen solunum yollarının kronik
inflamatuvar bir hastalığıdır. Astımda değişik derecelerde hava akımında azalma ve
çoğu kez artmış bronşiyal aşırı duyarlılığı (hiperreaktivite) eşlik ettiği, patofizyolojik
olarak özellikle mast hücreleri, eozinofiller ve T lenfositlerinin öncelikli olarak rol
aldığı bir hastalıktır (13,14,15).
2.1.1. Epidemiyoloji
Astım prevalansı ülkeden ülkeye veya bir ülkenin bir bölgesinden diğer
bölgesine farklılık göstermektedir. Değişen yaşam koşulları, çevre ve hava kirliliği,
kapalı ortamlarda yaşam artışı, giderek azalan egzersiz, sigara, diyet alışkanlıklarında
değişiklikler ve henüz tam olarak açıklanamamış genetik faktörler bu farklılıktan
sorumlu tutulmaktadır.
Prevalanstaki artışı en güvenilir gösteren araştırmalar, 10-20 yıl gibi aralarla
tamamen aynı metodu kullanarak yapılanlardır. Ulusal Alerji ve Klinik İmmünoloji
derneğince 1992’de ortak bir metod kullanılarak başlatılan astım prevalansı
araştırmasında 6-14 yaş arası çocuklarda kümülatif astım prevalansı Adana’da(19)
%12.9, Ankara’da(20) %6.9, Bursa’da(21) %7.8, İzmir’de(22) %4.9 bulunmuştur. ISAAC
protokolü ile 1995-1997 yılları arasında yapılan bir başka araştırmada doktor tanılı
astım prevalansı Adana’da %5, kümülatif astım prevalansı ise Adana’da(23) %12.6,
Samsun’da(24) %14.5, İstanbul’da(25) %9.8 ve Ankara’da(26) %8.1 olarak bulunmuştur.
Astımın diğer ülkelerde görülme sıklığı ABD’de(17) %9.2-15.9, Avusturalya’da(18) %9.1-
14.2, Yeni Zelanda’da(18) %16.8, Avrupa ülkelerinde(18) ise %4-12’dir.
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 1998 yılında yapılan istatistiklere göre,
8.65 milyon çocuğun (%12.1) doktor tanılı astım olduğu ve 3.8 milyon çocuğunda
(%5.3) hayatın ilk 12 ayında bir astım episodu geçirdiği belirlenmiştir. ABD ‘da astımlı
çocukların yıllık olarak 10.1 milyon gün okul kaybı, 166.000 kez hastaneye yatış ve
867.000 kez acil servise başvurdukları tespit edilmiştir. Astımdan yıllık ölüm oranı yüz
binde 0.3 gibi düşük olmakla birlikte 1998’de 164 çocuk astım nedeniyle ölmüştür (16) .
2.1.2. Etiyoloji
Hava yolu inflamasyonunun oluşmasında genetik ve çevresel faktörler rol oynar.
Yıllardır astım ve atopinin ailesel geçiş gösterdiği bilinse de astım fenotipinin
belirlenmesinde tek başına genetik faktörlerin yeterli olmadığı, genetik yatkınlığı olan
3
-
kişilerde intrauterin dönemde ve yaşamın ilk yıllarında karşılaşılan çevresel faktörlerin
kişinin astım fenotipine uyarlanmasına neden olduğu bilinmektedir(27) .
2.1.2.1. Kişiye Ait Faktörler
a) Genetik Yatkınlık
Astım kalıtsal bir hastalıktır. Genetik özellikler tek başına ele alındığında genel
olarak astım %5-10 oranında görülürken, anne veya babadan birinin astım oluşu
durumunda bu oran %20-30’a yükselmekte, anne ve babanın her ikisinin astımlı olması
durumunda ise %60-70 gibi oldukça yüksek rakamlara ulaşmaktadır. İkizlerde yapılan
çalışmalarda monozigotiklerde astım görülme birlikteliği %14.7, dizigotiklerde %8.7
olarak bildirilmiştir. Astımın genetik boyutu ile ilgili olarak en önemli sorun hastalığın
ne şekilde tanımlandığı ile ilgilidir. Hastalığı tanımlayan tek bir parametre olmadığı için
birden fazla hastalık aday geni saptanmıştır. Astım genetiğini araştıran çalışmalarda
astım ilişkili 15 otozomal kromozomda, 22’den fazla gen loküsü bulunmuştur(28, 29, 30).
b) Atopi
Atopi kalıtsal olarak çevresel allerjenlere karşı spesifik IgE yanıtı oluşmasıdır.
Epidemiyolojik araştırmalarda atopi değerlendirmesinde kişinin deri testlerinde
allerjenlerden en az birine pozitif reaksiyon vermesi bulunması veya in vitro ortamda
kanda yüksek IgE değerlerinin saptanması ile yapılır. Kişinin atopik oluşu astım
gelişimi için önemli bir risk faktörüdür(16).
c) Cinsiyet
Astım küçük yaşlarda erkek çocuklarda daha sık görülür. Bu durum erkek
çocuktaki hava yollarının mekanik özellikleriyle açıklanmaktadır. Erkeklerde puberte
öncesi hava yollarının çapı daha dar, hava yolu tonusu daha fazla ve IgE daha
yüksektir. Ancak puberte ile birlikte erkek çocuğun göğüs yapısındaki değişim sonucu
astım prevalansı kız ve erkek çocuklarda eşitlenir. Erişkin yaşlarda ise astım kadınlarda
sıktır (31, 32) .
d) Irk
Birçok araştırmada aynı bölgede yaşayan farklı etnik kökendeki kişilerde astım
prevalansının değişken olması başlangıçta etnik bir farklılığı düşündürse de daha
sonraki değerlendirmelerde bu farklılığın sosyoekonomik ve çevresel faktörlerdeki
değişiklikten kaynaklandığı anlaşılmıştır (32) .
e) Obesite
Prospektif kohort çalışmalarda, beden kitle indeksi (BKİ) artmış olgularda
astımın daha fazla oranda görüldüğü bildirilmiştir. Seksenaltıbin erişkini kapsayan bir
4
-
kohort araştırmada obez olmayan kişilerle karşılaştırıldığında astım gelişme rölatif riski
2.7 olarak bulunmuştur. Küçük hasta gruplarında yapılan çalışmalarda astımlı hastaların
kilo kaybı ile birlikte solunum fonksiyonlarında düzelme, semptom giderici kullanma ve
astım atağı sıklığında azalmalar bildirilmiştir (32, 33) .
f) Gastroözefagial Reflü (GÖR)
Astımlı erişkin ve çocuklarda %45-65 oranında GÖR saptanmaktadır. Tam
mekanizması bilinmemekle birlikte mikroaspirasyonlar veya özefagusun irritasyonu ile
refleks olarak bronkokonsrüksiyon oluştuğu düşünülmektedir. Etkin bir tedavi
yapılabilmesi için astım şiddetini etkileyen bu tetik çekici faktörlerin bilinmesi
önemlidir.
2.1.2.2. Çevreye Ait Faktörler
Son yıllarda özellikle sanayileşmiş bölgelerde çocukluk çağı astımı ve alerjik
hastalıklarda rahatsız edici boyutta bir artış söz konusudur. Batı toplumlarındaki bu
belirgin artışın sadece genetik faktörler ya da tanı olanaklarındaki iyileşme ile
açıklanmasının pek mümkün olmadığı vurgulanmakta, çevresek faktörlerin özellikle
batılılaşmış yaşam tarzının önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Astım ve diğer allerjik
hastalıklardaki prevalans artışının nedeni ile ilgili olarak 1989 yılında David Strachan
tarafından yapılan açıklama büyük ilgi çekmiştir. Strachan’a göre, “son yüzyılda
giderek ailelerin küçülmesi, ev içi konforundaki iyileşme ve kişisel temizlik
standartlarında artma, ailedeki genç bireyler arasında çapraz infeksiyonları azaltmıştır.
Bu durum atopik hastalıkların yaygınlaşmasına neden olabilir”. Hijyen hipotezinin ilk
tanımlandığı araştırmada çok çocuklu ailelerde sık infeksiyon olması nedeniyle atopi
gelişimine karşı koruyucu bir özellik geliştiği öne sürülmüştür. Hijyen hipotezinin özü
şu şekildedir; yenidoğan bebek Th-2 tipi bir hücre profili ile dünyaya gelir. Daha
sonraki yaşamının ilk aylarında doğal bir şekilde karşılaştığı mikroorganizmalar
bebekteki Th-2 tipi sitokin profilini Th-1’e çevirerek normal immün sistem
matürasyonuna neden olur . Ancak fazla hijyenik bir ortamda infant bu
mikroorganizmalarla karşılaşmazsa bu hücre dönüşümü gerçekleşmeyecek, Th-2 tipi
hakimiyet gerçekleşecek, bebek atopi ve astım gelişimine açık olacaktır. (34, 35, 36) .
a) Aile Büyüklüğü
Aile içinde kardeş sayısının fazla olmasının koruyucu etkisi olduğu ileri
sürülmektedir. Aile büyüklüğünün alerjik hastalıklar üzerine etkisini araştıran 53 farklı
çalışmanın incelendiği bir raporda; egzama için 11 çalışmanın 9’da, astım ve
“wheezing” için 31 çalışmanın 21’de, saman nezlesi için 17 çalışmanın hepsinde , atopi
5
-
ve IgE reaktivitesi için 16 çalışmanın 14’ünde kardeş sayısı ile hastalık riski arasında
ters orantılı ilişki gösterilmiştir (37) .
b) Çocuk Günlük Bakım Merkezleri (kreş)
Kreşler çocuklarda sonradan gelişen atopi ve alerjik hastalıklar üzerindeki etkisi,
ilgi çeken bir konudur. Bir çalışmada yaşamın birinci yılı içinde (6-11 ay) kreşe verilen,
küçük ailelerden gelen çocuklarda, bir yaşından sonra verilenler göre geç dönemde (5-
14 yaş) atopi ve saman nezlesi prevalansının daha düşük olduğu saptanmıştır (38) .
c) Şehir Yaşamı ve Sosyoekonomik Durum
Avrupa’da düşük sosyoekonomik koşullarda yaşayanlarda ve büyük ailelerde
alerjik hastalıkların daha az olduğunun saptanması, batılılaşmış yaşam biçimine geçiş
neticesi küçülen aile yapısı ve astımdan koruyucu etkiyi (bebek bağışıklık sistemini
uyaracak infeksiyon maruziyetini) ortadan kaldırdığı teorisini güçlendirmektedir(39).
Şehir yaşamı için tipik olan sigara, aşırı kalabalık, kötü havalandırma, uygunsuz ısınma,
rutubet gibi çevresel risk faktörleri astımı şiddetlendirmektedir(40).
Şehirde astım olgularının çoğuna alerjik bozukluklar eşlik etmektedir. Bazı
çalışmalara göre başlıca tetikleyici faktör, hamam böceği duyarlılığıdır(41). Günümüzde
hamam böceği duyarlılığı, astım ve alerjinin en önemli nedenlerinden biri olarak
tanımlanmaktadır(42). Ev içi allerjenler arasında akarlar, önde gelen ajanlar olmakla
birlikte hamam böceği allerjenleri ev tozu içeriğinin önemli bir parçası olarak
bilinmektedir (42, 43).
ç) Sigara
Astım gelişimini etkileyecek faktörler içinde belki de en önemlilerinden biri
pasif sigara dumanı maruziyetidir. Özellikle annenin sigara içiyor olmasının çocuklarda
solunum fonksiyonları gelişimini olumsuz etkilediği bildirilmektedir (44). Çevresel
maruziyet, hava yolu reaktivitesi de arttırmakta, annenin sigara içmesi ve atopi,
çocuklarda hava yolu duyarlılığının belirleyicisi olabilmektedir(45, 46). Yenidoğan
bebeklerin %12.8’de kord kanında IgE’nin yüksek bulunması ve bu bulgunun anne-
babanın sigara içmesi, annede alerji öyküsü, doğum ayı ile pozitif ilişkisi göstermesi,
intrauterin dönemde bile sigaraya maruz kalınmasının atopi ve astım açısından risk
oluşturduğunu desteklemektedir(47).
Yüksek sosyoekonomik sınıfta, saman nezlesi gibi alerjik hastalıklar ve IgE
duyarlılığının artmış prevalansı ile doğru orantılı bir ilişki göstermektedir(48).
İngiltere’de yapılan bir çalışmada, düşük sosyal sınıfa kıyasla yüksel sosyal sınıftaki
ailelerin çocuklarında alerjik hastalık riskinin arttığını göstermiştir(49).
6
-
d) Evcil Hayvan Besleme
Yaşamın ilk yıllarında evcil hayvan maruziyetinin alerji ve astım açısından dost
mu yoksa düşman mı olduğu hala tartışmalıdır. Evcil hayvan beslemenin duyarlılık
açısından risk faktörü olduğu ve hayvan duyarlılığının da astım gelişiminde rol
oynayabileceği düşünülürken, konu ile ilgili epidemiyolojik araştırmaların çoğunun bu
düşünceyi doğrulamakta yetersiz olduğu ileri sürülmektedir(34, 50). Bu düşüncenin tam
tersine bazı çalışmalar, artmış kedi köpek maruziyetinin, duyarlılık, hayvan alerjisi yada
astım gelişim riskinde azalma ile ilişkili olabileceğini desteklemektedir (51, 52).
e) Antroposofik Yaşam Biçimi
Antibiyotik ve antipiretik kullanımı ile aşılamanın kısıtlandığı, bebeklikte anne
sütü ile beslemeye özen gösterilen, spontan fermantasyon ile korunmuş bol miktarda
laktobasil içeren sebzeler ile biyodinamik çiftlik ilkelerine göre üretilmiş lokal
yiyeceklerin tüketildiği bu yaşam biçiminin atopi riskini azaltabileceği ileri
sürülmektedir(34). Antroposofik yaşam ilkelerinin benimsendiği Steiner okullarındaki
İsveçli çocuklar arasında, çevredeki diğer okullarla karşılaştırıldığında atopi anamnezi
ve semptomlarının daha düşük olduğu gösterilmiştir(53). Bu okullardaki çocuklarda atopi
anamnezi ve semptomları %13 iken, diğer okullarda bu oran %25, astım için aynı
sırayla %5.8 ve %17 olarak bulunmuştur.
Yeni Zelanda’da yapılan retrospektif bir başka çalışmada bu tarz okullardaki 5-
12 yaş arası çocuklarda, yaşamlarının ilk yıllarında antibiyotik kullanımının allerjik
hastalıklar, “wheezing” ve astım için anlamlı bir risk faktörü olduğu sonucuna
varılmıştır(54). Bu ve bunu destekleyen benzer çalışma sonuçlarına göre öne sürülen
görüş; erken dönemde antibiyotik kullanımı ile intestinal floranın bozulduğu ve böylece
genetik olarak yatkın çocuklarda allerjik hastalık riskinin artabileceğidir(34, 55).
f) Anne Sütü ile Beslenme
Anne sütü ile beslenmenin, astım ve tekrarlayan “wheezing” gibi astımla ilişkili
durumlardan koruyabildiği ve bu koruyucu etkinin emzirmenin süresi ve yoğunluğuna
bağlı olabileceği ileri sürülmektedir(34, 56, 57). Retrospektif kohort bir çalışmada
doğumdan sonra en az dört ay anne sütü ile beslenen çocuklarda altı yaşında astım
riskinde anlamlı azalma saptanmıştır(58). İki aydan daha kısa sürede anne sütünün
kesilmesi, yaşamın ilk yılında dört veya daha fazla üst solunum yolu infeksiyonu
geçirme açısından anlamlı risk faktörü olarak belirlenirken, dört aydan daha kısa süre
emzirme ile altı yaşında astım riski arasında zayıf bir ilişki bulunmuştur(59). Yine bir
kohort çalışmada, altı aydan daha uzun süre anne sütü ile beslenmenin ilk iki yıl içinde
7
-
allerjik rinit, atopik dermatit, astım gibi allerjik hastalıkların gelişimi üzerine koruyucu
bir etkiye sahip olduğunu destekler bulgular elde edilmiştir(60).
g) İntestinal Flora
İntestinal mikrofloranın allerjik hastalık gelişimi üzerine bir etkisi olup
olmadığını araştıran prospektif bir çalışmada, iki yaşında allerjik olguların İntestinal
florada allerjik olmayanlara göre koliform basiller ve Staphylococcus aureus hakim
iken, Lactobacillus ve bifidobakterilerin daha az olduğu gösterilmiştir(61). Bazı
Lactobacillus türlerinin hayvan deneylerinde IFN-γ sentezini uyarabildiği ve in vitro
çalışmalarda sitokin profilini değiştirebildiği, IgE sentezini inhibe edebildiği
bildirilmiştir(62). Olasılıkla bu durum IL-12 üretimini stimüle etmesiyle
gerçekleşmektedir. İnsan gastrointestinal mukozasında bu basillerin, mononükleer
hücrelerden (in vivo) ve majör histokompatibilite sınıf II moleküllerden (in vivo) IL-12
üretimi için güçlü uyarıcı olduğu gösterilmiştir(63). Antroposofik yaşam biçiminde
Laktobasilleden zengin fermente sebze tüketimi, çocuklarda allerjik hastalık ve atopi
riskinde azalma ile ilişkili bulunmuştur(53).
ğ) Solunum Yolu İnfeksiyonları
Erken bebeklik döneminde geçirilen viral infeksiyonların geç dönemde astım
gelişimini önleyebildiği çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir(64). Ancak astım tanısı almış
olgularda aynı virüslerin astımı şiddetlendirdiği iyi bilinmekle birlikte önleyebileceği
fikri tartışmalara yol açmaktadır(65). Burada infeksiyöz ajanların tipi, infeksiyonun
oluştuğu zaman ve infeksiyonun yeri gibi sorular gündeme gelmektedir. Örneğin erken
dönemde respiratuar sinsityal virus (RSV) bronşioliti, atopi ve tekrarlayan “wheezing”
için tetikleyici olurken, yaşamın ilk üç yılı içinde “wheezing” ile seyretmeyen pnömoni
geçiren çocuklarda altı yaşında deri testi reaktivitesinin azaldığı ve total IgE düzeyinin
düştüğüne dikkat çekilmektedir(66).
h) Yiyecek Yoluyla ve Ora-Fekal Yolla Bulaşan İnfeksiyonlar
ABD’de 33.994 olgunun Toxoplasma gondii, herpes simpleks virüs tip 1 ve 2,
hepatit A, B, C için serolojik testleri, ırk, yerleşim yeri, aile özellikleri, astım ve saman
nezlesi tanısı, tanı konduğu yaş gibi faktörlerin birlikte incelendiği bir çalışmada, saman
nezlesi ve astıma, HAV, T. gondii, HSV-1 için seropozitif olgularda daha az
rastlanmıştır(67). Orafekal mikroorganizmalar için iyi bir örnek olan HAV
seropozitifliğinin atopi ile ters orantılı ilişkisi İtalyan askeri lisesi öğrencileri ile yapılan
bir başka çalışmada da gösterilmiştir(68). Nitekim çiftlik ortamında yaşayan çocukların
8
-
ahırdaki çiftlik hayvanlarına doğrudan maruziyetinin atopi ve allerjik hastalıklardan
koruyucu etkisi birçok çalışmada gösterilmiştir (34).
ı) Parazit İnfeksiyonları
Helmintlerle ilgili yapılan çalışmalar da, batı tarzı yaşam biçimi ile yaşayan
topluluklarda parazit infeksiyonlarındaki azalmanın, allerjik hastalıklarda artışla ilişkili
olduğuna dikkat çekilmektedir(69). Ülkemizde parazit infeksiyonlarının sık görüldüğü
Doğu Anadolu Bölgesi’nde astım prevalansının düşük olması, bu parazitlerin astıma
neden olmadığı sonucuna götürmektedir(70). Öte yandan parazit infeksiyonunun Th-2
lenfosit yanıtının oluşmasına yol açtığı bilinmektedir. Bu durumda astımdan koruyucu
olduğu görüşü ile bir çelişki ortaya çıkmaktadır. Parazit infeksiyonlarının poliklonal
IgE artışına yol açtığı, bununda spesifik IgE yanıtının gelişmesini engellediği ya da sık
geçirilen infeksiyonların daha nadir olan parazit infestasyonlarına bağlı IgE artışını
engellediği şeklindeki teorilerle bu çelişkiye açıklık getirildiği bilinmektedir(34, 71).
Ancak parazit infestasyonlarının rolünü araştırmak için yapılan bazı çalışmalarda
sanılanın tersine bulgular göze çarpmaktadır. Çin’de kırsal bölgede yapılan bir
araştırmada, Ascaris lumbricoides infestasyonu, artmış astım riski ve aeroallerjenlere
artmış deri testi pozitifliği ile anlamlı ilişki göstermiştir(72).
i) Tüberküloz ve BCG Aşısı
Tip-I immün yanıtı uyardığı bilinen Mycobacterium tuberculosis’in atopi ile
ilişkisi dikkati çeken bir diğer konudur. PPD ve Dermatofagoides pII ile IgE sentezi
uyarılmış PPD negatif olan atopik çocuklarda, BCG aşısından sonra IgE sentezinin
azaldığının gösterilmesi aşının Th-2’yi baskıladığı yorumunu beraberinde getirmiştir(73).
Altı ve 12 yaşlarında BCG aşısı öncesi rutin tüberkülin testi yapılmış olan 867 çocuk
üzerinde yapılan bir çalışma tüberküloz ve azalmış atopi riski arasında olası bir ilişki
olduğunu desteklemektedir(74). Oniki yaşında tüberkülin yanıtı ile total ve allerjen
spesifik IgE düzeyleri arasında ters orantılı bir ilişki bulunmuştur. Elde edilen bu sonuç,
tüberküloz yada çevresel mikobakteriyle önceden infekte olmanın atopi gelişimine karşı
koruyucu olabileceği şeklinde yorumlanmıştır. Ancak bu bulgular tartışmaları
beraberinde getirmiştir. Çalışmaya alınan olguların yoğun aşılama kampanyası
dahilinde bebekken aşılanan olgulardan oluştuğu ve 6 yaşında tüberkülin negatif
olanların yeniden aşılandıklarına dikkat çekilmektedir. Dolayısı ile bu çalışmanın
sonucu ile ilgili en olası yorum, atopi ile tüberkülin yanıtı arsındaki ters orantılı
ilişkinin, infeksiyon ve atopi arsındaki nedensel ilişkiden ziyade konağın Th-1/Th-2
dengesini yansıttığıdır (75).
9
-
j) Endotoksin
Endotoksin, gram negatif bakterilerin hücre duvarında bulunan heterojen bir
lipopolisakkarittir. IL-12 üretimine neden olan en önemli bakteriyel uyarıcı molekül
olduğu ve böylece Th-1 yanıtını arttırdığı ileri sürülmektedir(36, 66). Epidemiyolojik
çalışmalar, çiftçi çocukları arasında astım ve atopi sıklığının daha az olduğunu
desteklemektedir(76, 77). Buna neden olan en önemli anahtar faktörün, yaşamın erken
döneminde endotoksin maruziyeti olduğu bilinmektedir. Avrupa’da birkaç ülkede, kırsal
alanda yaşayan, yaşları 6-13 arasında 812 çocuk ile yapılan bir çalışmada, çocukların
yatak tozlarından örneklerdeki endotoksin düzeyi ile saman nezlesi, allerjik astım ve
atopi arasında ters orantılı ilişki gösterilmiştir(78). Endotoksin düzeyinin en yüksek
olduğu yerler, çiftlik hayvanlarının yaşadığı ortamlardır. Başlıca kaynağın büyük
memeli hayvanların dışkı florası olduğu belirtilmektedir(79). Pastörize edilmemiş sütteki
endotoksin düzeyi de pastörize sütten daha yüksektir. Bebeklik döneminde bu süt,
atopiden koruyabilir(80). Endotoksin ev tozunda da bulunmaktadır. Ev tozu endotoksini
modern kent yaşamında, köy ve çiftlik yaşamına göre çok düşük olmasına rağmen, atopi
açısından anlamlı olabilir. Allerjen duyarlı çocukların evlerinde, duyarlı olmayanlara
göre ev tozu endotoksin düzeyi daha düşük bulunmuştur(81). Yüksek endotoksin düzeyi
ise hijyen hipotezini destekler nitelikte IFN-γ salınımını arttırmaktadır. Tüm bu veriler
doğrultusunda, yaşamın erken döneminde endotoksine sık maruziyetin (ev tozu, annenin
yatak tozu, pastörize edilmemiş süt, ahır ortamı gibi), allerjik hastalık ve astımdan
koruyucu immün sistem gelişimini etkileyebileceği belirtilmektedir(80, 82).
2.1.3. Astım İmmünopatogenezi
2.1.3.1.İmmün Yanıtın Başlaması ve Hava Yolu İnflamasyonunun Oluşumu
Astımda erken tip hipersensitivite reaksiyonun rol oynadığı bir inflamasyon
vardır. Bu reaksiyonun temeli, erken fazda mediatörlerin (LT-C4, PG-D2, Histamin)
salgılanması, geç fazda ise T-lenfosit ve eozinofillerin ortama gelmesi ile sonuçlanan
patolojik bir olaydır. Allerjik hastalıkların gelişiminde etkin olan immün yanıtın
gelişmesinde anahtar rolü oynayan hücre grubu Th-2 tipi lenfositler; yanıtı yönlendiren
temel mediatörler IgE ve lipit metabolizması ara ürünleri; efektör hücre grubu ise
bazofil, mast hücreleri ve eozinofillerdir(83, 84).
Allerjenler vücuda üst ve alt solunum yolundan girerler ve giren bu antijenler
epitel hücreleri arasında bol miktarda bulunan ve kemik iliği kökenli dentritik hücreler
tarafından fagosite edilip lizozomal enzimler ile küçük peptid yapılara dönüştürülür. Bu
dönüşüm sonrasında küçük peptid yapılara dönüşen allerjenler, dentritik hücrelerin
10
-
yüzeyinde bulunan “Major Histocompatibility (MHC) Class II” içinde bölgesel lenf
nodu içindeki CD4+ lenfositlere sunulur (Şekil-1)(85) .
Şekil-1: Hava yolu epitel hücrelerinin fonksiyonu.
Antijenin CD4+ lenfositlere sunulması ile bu hücreler aktive olur ve farklı
immün yanıtın gelişmesine neden olan iki ayrı alt gruba farklılaşır. Bunlar Th-1 ve Th-2
lenfositlerdir. Th-2 tipi CD4+ T lenfositler tüm allerjik hastalıklarda olduğu gibi
astımda gelişen immün yanıtta da etkin ve anahtar rolü oynar. Bu hücreler IL-3, GM-
CSF, IL-4, IL-5, IL-9, IL-10, IL-13 sentezlerler. IL-4 ve IL-13 uygun kostimülan
(CD40-CD40L; CD80/8b-CD28) sinyallerinin varlığında, B lenfositlerin IgE
sentezinden sorumlu temel sitokinlerdir(86). Ayrıca IL-3, IL-4, IL-9 ve IL-10 mast hücre,
IL-13 bazofil, IL-3, IL-5, GM-CSF eozinofil aktivasyonu ve farklılaşmasında rol
oynar(87, 88, 89). IL-6 ise CD4+ Th-2 lenfositlerin allerjik yanıttaki devamlılığını sağlar(89).
T lenfositlerin Th-1 ve Th-2 olarak farklılaşmasında değişik faktörler rol oynar.
Eğer ortamda IL-4 yoğun olarak bulunuyorsa Th-0 hücreler Th-2 olarak farklılaşırken
IL-12 ve IFN-γ’ nın yoğun olarak bulunması Th-1 yönünde farklılaşmaya neden
olmaktadır. Ortamda bulunan IL-4 Th-2 tipi lenfosit farklılaşmasının yanı sıra, B
lenfositlerden IgE sentezi, VCAM-1 (vasculer cell adhesion molecule) ekspresyonunun
artışı, IgE’nin FCε reseptör ve çeşitli sitokin, kemokin reseptörlerinin düzeyini de
kontrol eder.
11
-
Şekil-2: Allerjik inflamasyonun gelişimi.
İmmün yanıtın erken evresinde antijen spesifik IgE’nin mast hücre ve bazofil
yüzeyindeki FCεRI’ye bağlanarak bu hücrelerde oluşturduğu degranülasyon sonucu
histamin, prostaglandin, lökotrienler ve çeşitli enzimler açığa çıkar. Bu mediatörler
erken evrede vasodilatasyon ve mikrovasküler kaçak dışında hava yolu kontraksiyonu
oluşturur, duyusal sinir liflerini ve mukus sekresyonunu stimüle eder(87, 88, 89).
Astımda inflamasyon, geç evre reaksiyonu sonucunda ve pek çok hücrenin
kompleks etkileşimi ile ortaya çıkar. Hava yolu inflamasyonunun karakteristik özelliği
hava yolu mukozasında ve lümende artmış miktarda aktive olmuş eozinofil, mast
hücresi, makrofaj ve T lenfosit içermesidir. Astım asemptomatik olsa bile bu
değişiklikler bulunabilir ve hastalığın klinik şiddeti ile yakından ilişkilidir(90, 91). Bu
temel inflamatuar hücreler dışında hava yolunun yerli hücreleri olan epitel, endotel, düz
kas hücresi ve fibroblastlarda ürettikleri mediatörler, sitokinler ve kemokinler yolu ile
önemli ölçüde efektör rol oynar ve inflamasyonun devamından sorumludur(85, 92).
İnflamatuar yanıta bağlı olarak dokuda gelişen vasküler kaçak, aşırı mukus
salgılanması, epitel hasarı sonucu hava yolunda daralma meydana gelirken
inflamasyonun kronikleşmesi ile hava yolu duvarında kalıcı değişiklikler meydana gelir
(şekil-2)(92, 93).
12
-
2.1.3.2. Hava Yolu Aşırı Duyarlılığı
Hava yolları değişik uyaranlara yanıt olarak çapını değiştirebilen esnek
yapılardır. Sağlıklı kişilerde çeşitli uyaranlar karşısında hava yollarının çapını
değiştirebilme yeteneğine “hava yolu reaktivitesi” denir. Astımda hava yolları toz,
duman, soğuk hava gibi non-spesifik uyaranlara karşı aşırı duyarlıdır, duyarlılığı artmış
hava yollarının sağlıklı kişileri etkilemeyecek kadar küçük uyaranlar karşısında
verdikleri abartılı bronkokonsüktör yanıt “bronş hiperreaktivitesi = hava yolu aşırı
duyarlılığı” olarak tanımlanmaktadır. Astımlı hastalarda birçok kimyasal ve fiziksel
uyaran hava yolu aşırı duyarlılığına neden olabilir. Bunlar arasında; metakolin,
karbakol, LTC4, LTD4, PGD2, PGF2α, adenozin, egzersiz, soğuk hava inhalasyonu,
hipotonik ve hipertonik solüsyonlar sayılabilir.
Semptomatik astımı olan hemen her hastada hava yolu aşırı duyarlılığı saptanır.
Saptanan hava yolu aşırı duyarlılığının şiddeti astım semptomları ve tedavi
gereksinimini yansıtmaktadır. Hava yolu aşırı duyarlılığı ile BAL ve bronş
biyopsilerindeki eozinofil, mast hücresi, T-lenfosit ve bazal membranlarda kollajen
birikiminin yoğunluğu arasında da korelasyon olduğu gösterilmiştir. Astımlı hastalarda
inhale steroidlerle tedavi edildiklerinde hava yolu aşırı duyarlılığında düzelme olduğu
gözlenmiştir (Şekil-3) (94) .
Şekil-3: Epitel-mezenşim hücreleri ile Th-2 etkileşimi.
13
-
2.1.3.3. Hava Yolu Obstrüksiyonu
Astım hava yollarında reversibl obstrüksiyonla karakterize bir hastalık olarak
tanımlanmaktadır. Astımlı hastalarda hava yolu obstrüksiyonu, tetikleyici ajanlarla
karşılaşma sonrası gelişen akut bronkokonstrüksiyon, mukoza ödemi, mukus tıkaçlar ve
hava yollarında kalıcı yapısal değişikliklere bağlı olarak gelişmektedir.
Hava yollarındaki inflamatuvar ve yapısal hücrelerden kaynaklanan çok çeşitli
mediatörler (histamin, sisteinil lökotrienler, PGD2 ve PAF) bronş düz kaslarında
kasılmaya yol açarlar. Bronş düz kası ayrıca nöroregülatör kontrol altındadır ve vagus
tarafından innerve olmaktadır. Direkt vagal uyarı ile, refleks mekanizmalarla veya SP
ve nörokinin-A gibi nöropeptidlerin etkisi ile bronş düz kasında kasılma meydana
gelebilmektedir(32).
2.1.3.4. Hava Yollarında Kalıcı Yapısal Değişiklikler (Remodelling)
Astımda erken ve geç faz yanıtı sırasında inflamasyona paralel seyreden ve
hastalık semptomlarında önemli rol oynayan bir diğer özel durum “remodelling”’dir.
Ekstrasellüler matriksin yeniden yapılanması olarak adlandırılan bu durum patolojik
olarak bazal membranlarda kalınlaşma, düz kas hipertrofisi, yeni vasküler yapılar ve
sinir yapılarının oluşması ve goblet hücre hiperplazisi ile karakterizedir. Astımlı olgular
için en karakteristik olan özelliklerden biri bazal membran kalınlaşması olarak
tanımlana patolojik bulgudur. Subepitelyal fibrozis olarak ifade edilen bu durum non-
allerjik astım, mesleksel astım ve öksürükle seyreden astım gibi çeşitli astım tiplerinde
görülmektedir. Elektron mikroskobik bulgular subepitelyal alanda tip III ve IV kollajen
ve fibronektin birikimini ortaya koymuştur. Allerjik rinit ve atopik dermatitte
görülmeyen bu patolojinin gelişiminde rol alan başlıca hücreler epitel hücresi, fibroblast
ve hava yolu düz kas hücresi iken, mast hücresi, eozinofil ve makrofajların da önemli
katkısı vardır(32, 94, 95).
2.1.4. Astımın Şiddetine Göre Sınıflandırılması
Semptomların derecesi, solunum fonksiyon test (SFT) değerleri ve semptomları
gidermek için gereksinim duyulan günlük bronkodilatatör miktarına bakılarak hastalığın
şiddeti tayin edilir (Tablo-1)(88).
Hafif intermittan astım: Gündüz semptomları haftada ikiden, gece
semptomları ayda ikiden az oluyor, ataklar kısa ve ataklar dışında hasta semptomsuz,
SFT tamamen normal, gün içi PEF değişkenliği %20’nin altında ise hastada hafif
intermittan astımından söz edilir.
14
-
Hafif persistan astım: Gündüz semptomları haftada ikiden fazla, günde birden
az, gece semptomları ayda ikiden fazla, haftada birden az semptomlar nedeniyle günlük
aktivite ve uyku etkileniyor, haftada birkaç gün bronkodilatör gereksinimi oluyor,
SFT’lerinde FEV1 ve PEF değerleri %80’nin üzerinde, ancak gün içi PEF değişkenliği
%20-30 arasındadır.
Orta persistan astım: Her gün semptomu olan, semptom nedeniyle günlük
aktivitesi ve uykusu etkilenen, haftada birden fazla nokturnal semptomu olan,
semptomları gidermek için her gün bronkodilatatör ilaç kullanan , PEF değeri %60-80
arasında ve günlük PEF değişkenliği %30’dan fazla olan hastalardır.
Ağır persistan astım: Bu grup hasta sürekli semptomatiktir. Tedaviye rağmen
sık alevlenmeler olur, çok sık gece semptomları ile uyanır, hastalık nedeniyle günlük
aktiviteleri sınırlanmıştır. PEF değerleri %60’ın altında, günlük PEF değişkenliği
%30’dan fazladır.
Tablo 1: Astımın şiddetine göre sınıflandırılması Hafif
intermittan Hafif persistan Orta persistan Ağır persistan
Gündüz semptom sıklığı
Haftada 2’den az
Haftada 1-2’den fazla Her gün Sürekli
Semptom süresi ve ağırlığı
-Kısa süreli (birkaç saat, birkaç gün) semptom var. -Ataklar arası semptom yok.
-Semptomlar günlük aktiviteyi ve uykuyu engeller. -Haftada birkaç gün bronkodilatatör kullanımı var.
-Hergün bronkodilatatör kullanımı var
-Günlük aktivite ve uyku sınırlı. -Yüksek doz bronkodilatatöt gereksinimi var
Gece semptom sıklığı
Ayda 1-2’ den az
Ayda 1-2’ den fazla Haftada 1’ den fazla
Ger gün
%FEV1, %PEF
Normal veya >%80
%80 %60-80 %30
2.1.5. Tanı
Astım tüm dünyada yeterince tanı konulamayan bir hastalıktır. Genellikle
yakınmalar temel alınarak tanıya gidilmektedir. Solunum fonksiyonlarının ölçümü ve
reversibilite testi tanıyı destekleyen önemli kriterlerdir.
2.1.5.1. Klinik Özellikler
Çocuklarda astım tanısı büyük oranda öyküden konur. Bir çocukta viral
infeksiyon, egzersiz, allerjen ile karşılaşma sonucu tekrarlayıcı özellikte “wheezing”
ve/veya öksürük ortaya çıkıyorsa öncelikle astım düşünülmelidir. Çocuklarda astım
daha çok öksürük atakları ile seyreder. Öksürük atakları genellikle noktürnal seyreder,
15
-
efor ve egzersiz ile tetiklenir. Göğüste sıkışma hissi, nefes darlığı daha az rastlanılan
bulgulardır.
Astım semptomlarının özellikleri:
- Tekrarlayıcı karakterdedir. Daha çok gece ve/veya sabaha karşı ortaya çıkar.
- Nöbetler halinde olur.
- Kendiliğinden veya ilaçlar ile hafifler veya kaybolur.
- Şikayetin olmadığı dönemler vardır.
- Bazı faktörler (allerjenler, irritanlar, egzersiz, infeksiyonlar, ilaçlar, emosyonel
fektörler) ile provoke olur.
- Mevsimsel değişkenlik gösterebilir.
2.1.5.2. Fizik Muayene
Astımda yakınmalar değişken olması nedeniyle fizik muayene bulguları
tamamen normal olabilir. En önemli bulgu oskültasyonda duyulan ronküsler ve
“wheezing” dir. Bazı astımlı olgularda oskültasyon bulguları normal iken, solunum
fonksiyonlarında obstrüksiyon saptanabilir. Obstrüksiyonun çok şiddetli olduğu bazı
hastalarda hava giriş-çıkışı tamamen durmuş “sessiz akciğer” denilen tablo gelişmiş
olabilir. “Wheezing” astımın en tipik bulgusu olmakla birlikte, astım ataklarında ortadan
kalkar. Ciddiyet gösteren diğer durumlar saptanır (siyanoz, şuur bulanıklığı, konuşmada
güçlük, taşikardi, yardımcı solunum kaslarının kullanımı, interkostal retraksiyon gibi).
Kronik astımlı hastalarda fıçı göğüs ( göğüs ön-arka çapının artması) saptanabilir.
Birden fazla allerjik hastalığın birlikte görülme oranı yüksek olduğundan, fizik
incelemede diğer allerjik hastalıklara ait bulgular da araştırılmalıdır. Karakteristik
yerleşimlerde atopik dermatit lezyonları olabilir. Burun akıntısı, burun tıkanıklığı, burun
üstünde 1/3 alt uçta transvers çizgi, göz altlarında mor renkli halkalar ve allerjik selamı
ile soluk nazal mukoza, tıkalı nazal pasajlar, alt konka hipertrofisi ve postnazal akıntının
saptandığı allerjik rinit olabilir.
2.1.5.2. Laboratuar Testleri
a) Solunum Fonksiyon Testleri (SFT)
Astımın klinik tanısının doğrulanması, şiddetinin belirlenmesi ve tedaviye
cevabın değerlendirilmesinde objektif bulgular vermesi nedeniyle önemlidir. Öykü ve
fizik muayeneyi destekleyen en önemli laboratuar testidir. Teste koopere olabilen, 5 yaş
üstü her astımlı çocukta bronkodilatatör öncesi ve sonrası yapılmalıdır. Çok değişik
solunum fonksiyon parametreleri kullanılmakla birlikte, en sık tercih edilenler; FVC,
FEV1, FEF25-75 ve PEF’dir.
16
-
FVC (Zorlu vital kapasite): Maksimum inspirasyondan sonra yapılan zorlu bir
ekspirasyon ile atılan total hava miktarıdır. Astımlı hastalarda genelde azalmıştır.
FEV1 (1. Sn’de zorlu ekspiratuar volüm): Zorlu yapılan bir ekspirasyonun
birinci saniyesinde atılan hava miktarıdır. Astımda azalmıştır.
FEV1/FVC: Obstrüktif akciğer hastalıkları dışındaki diğer bazı hastalıklarda da
FEV1 düşer . Bu nedenle obstrüksiyonun göstergesi olarak FEV1/FVC oranı alınır. Oran
ne kadar düşükse hava yolu obstrüksiyonu o kadar ağırdır.
FEF25-75 (Mid ekspiratuar akım hızı): FVC eğrisinin %25 ile %75’i arasında,
orta noktasında ölçülen ortalama değeridir. Küçük hava yollarının rezistansını gösterir.
Astımda azalır.
PEFR (Zirve ekspiratuar akım hızı): Ekspiratuar akımının en fazla olduğu
noktadır. Evde günlük fonksiyon takibi “peak flow meter” gibi basit, ucuz aletler ile
mümkündür. Kişinin yaş, cins ve boyuna göre üflenmesi gereken ortalama PEF değeri
saptanmış ve bir monogram ile elde edilmiştir. Eğer PEFR beklenen ortalama değerin
%80’inden daha düşük ise hava yolu obstrüksiyonundan söz edilir.
b) Günlük PEF Değişkenliği
Birçok değişik fizyolojik nedenler ile sağlıklı kişilerde ve özellikle astımlı
hastalarda sabah ve akşam ölçülen PEF değerleri arasında farklılıklar gözlenir.
Genellikle sabah ölçülen PEF daha düşüktür. Çünkü astımlı hastalarda sabaha karşı
semptomlar artar.
Sağlıklı çocuklarda günlük PEF değişkenliği %15’in altında, astımlı hastalarda
ise %15 ve üzerindedir. Değişkenliğin fazla olması astımın ağır olduğu ve kontrol altına
alınamadığını gösterir.
Astımlı hastalarda FEV1, FVC ve PEF değerlerinin beklenene göre düşük
bulunması tanıda önemlidir. Diğer obstrüktif akciğer hastalıklarında da bu parametreler
düşük bulunur. Ancak astımın özelliği bu değerlerin reversibl olmasıdır. İlk
ölçümlerden sonra hastaya kısa etkili β2-agonist ilaç verilir; 15-20 dakika sonra FEV1
ve/veya FVC’de bazal değere göre %12’lik; FEF25-75’de %25’lik; PEF de ise %15’lik
artış olması hava yolu obstrüksiyonunun reversibl olduğunu gösterir ve astım lehine
önemli bir bulgudur.
c) Bronş Provokasyon Testleri
Metakolin ve histamin ile yapılabileceği gibi, çocuklarda egzersiz ile
provokasyon testi daha spesifiktir. Testin pozitif kabul edilmesi için maksimum bir
egzersizden sonra bazal değerlere göre FEV1’de en az %10’luk bir düşüşün saptanması
17
-
gerekir. Ancak bu yöntem artık kullanılmıyor. Tanıdan emin olunmayan vakalarda
bronş hiperreaktivitesi göstermede veya çoklu allerjenlere duyarlılık varlığında asıl
sorumlu allerjenin ayrımında tercih edilmelidir(96, 97).
d) Deri Testleri
Ekstrensek astımda etiyolojinin saptanmasında yardımcıdır. Yaygın olarak
epidermal deri testleri (prick) kullanılmaktadır. Üç milimetreden daha büyük ödem
reaksiyonu testin pozitif olduğunu gösterir.
e) Radioallergosorbent Test (RAST)
RAST ile kanda allerjen spesifik IgE düzeyleri saptanabilir. Birçok ilaç deri test
sonuçlarını etkilerken, RAST ilaçlardan etkilemez(97).
f) Akciğer Grafisi
Hastanın ateşi yüksekse, lokalize ral-ronküs duyuluyorsa, pnömotoraks şüphesi varsa,
solunum sayısı 60/dk, kalp hızı 160/dk’nın üzerinde ise akciğer grafisi çekmek gerekir.
Tamamen normal olabileceği gibi, bronş obstrüksiyonunun şiddetine göre değişen
havalanma fazlalığı da saptanabilir. Ayrıca, bronşlardaki mukus tıkaçlarına bağlı
segmental atelektaziler, inflamasyona bağlı peribronşiyal kalınlaşmalar da
görülebilir(97).
g) Sinüs Grafisi
Allerjik rinit ve sinüzit astımlı hastalarda daha sık görülmekte ve birlikte tedavi
edilmeleri gerekmektedir.
ğ) Eozinofil Sayımı
Eozinofili görülebilir ancak, astım için spesifik değildir. Kanda eozinofil sayımı
adrenal fonksiyonlar, ilaç kullanımı (özellikle steroid) ve infeksiyonlardan etkilendiği
için güvenirliliği sınırlıdır. Ancak, balgamda saptanması tanıda önemlidir(98).
h) Total IgE ve Spesifik IgE Düzeyi
Genellikle IgE düzeyi yüksek olup, yüksek düzeyler allerjik astım tanısı
koydurmadığı gibi, düşük düzeylerde tanıyı ekarte ettirmez. Spesifik IgE, total IgE’den
daha değerlidir.
h) ECP (Eozinofilik Katyonik Protein)
Objektif olarak akciğerdeki inflamasyonu gösterir. Aktivasyon olduğu zaman
eozinofillerden ECP aktive eden substratlar salınır. Yüksek ECP konsantrasyonu
akciğer inflamasyonunun önemini arttırır. Pratikte her astımlı hastada ölçülmez.
İnflamasyonun derecesini ve tedavinin efektif olup olmadığını gösteren testtir(99, 100).
18
-
Özet olarak; bronşiyal astım tanısı, hastanın öyküsü ve klinik bulguları ile
konulur. Solunum fonksiyon testleri tanıda ve derecesini belirlemede yardımcı olur.
Diğer laboratuar incelemeleri ise etiyolojiyi bulmaya yönelik olup tanıda önemli rolleri
yoktur.
2.1.6. Ayırıcı Tanı
Astım çocukluk çağında en yaygın kronik hastalık olmasına rağmen, infant ve
küçük çocuklarda doğru teşhis koymak klinisyenler açısından zordur. Çünkü astıma
spesifik biyolojik, immünolojik, fizyolojik marker henüz saptanmamıştır. Klinisyenler
öykü, semptom paternleri, risk faktörleri, diagnostik testler ve tedaviye yanıt gibi çeşitli
parametrelerle doğru tanı koymak zorundadırlar.
Astımlı çocukların ataklarının çoğunda pnömoni tanısı aldığı görülmektedir.
Astımda yüksek ateş olmadığı, çok ağır olmayan ataklarda halsizlik, iştahsızlık, genel
düşkünlük hali gibi semptomlar bulunmadığı hatırlanmalıdır. Akciğer grafisinde
peribronşiyal kalınlaşmalar ve atelektazi astım lehine, alveoler infiltrasyon pnömoni
lehine kabul edilmelidir.
Özellikle 1 yaşından sonra ortaya çıkan “wheezing”e kronik otit, sinüzit gibi sık
tekrarlayan yada persistan seyirli üst ve alt solunum yolu infeksiyonlarının eşlik etmesi
immün yetmezlik ve siliyer disfonksiyonu düşündürmelidir. Birlikte bulunan gelişme
geriliği ve malabsorbsiyonda kistik fibrozis akla gelmelidir. Alfa-1 antitripsin
eksikliğinde pulmoner semptomlar geç yaşlarda ortaya çıkmaya başlar.
İnfantlarda erken dönemde başlayan “wheezing” bronşa bası yapan bir vasküler
halka, trakeoözefagiyal fistül yada trakeobronkomalazi gibi konjenital anomaliyi akla
getirmelidir. Bu durumlarda “wheezing” gün boyu duyulur. Yemeklerden sonra ortaya
çıkan yada genellikle nokturnal özellikte olan “wheezing”, kusmaları olmayan
bebeklerde bile gastroözefagiyal reflüyü düşündürmelidir. Konjenital kalp hastalığı olan
İnfantlarda kalp yetmezliğine eşlik eden refleks bronkokonstrüksiyon ve peribronşiyal
ödem nedeniyle öksürük ve “wheezing” duyulabilir. Bronkopulmoner displazi veya
viral infeksiyonlara bağlı geçici bronşiyal hiperreaktivite gelişebilir. Bu infeksiyonlar
nadiren bronşiyolitis obliterans ve irreversibl küçük hava yolu obstrüksiyonu ile
sonuçlanır (Tablo-2) .
Özellikle “wheezing” ile aynı lokalizasyonda tekrarlayan alt solunum yolu
infeksiyonları ve öykü varsa yabancı cisim aspirasyonu düşünülmelidir. Mediastinal
kitleler de her yaşta kronik öksürük ve “wheezing”e neden olarak astımı taklit edebilir.
19
-
Tablo 2: Çocukluk çağı astımda ayırıcı tanı İnfant Oyun çocuğu Büyük çocuk
- Gastroözefagiyal reflü - Bronkopulmoner displazi - Kistik fibrozis - Konjenital anomaliler - İmmün yetmezlik - Siliyer diskinezi - Konjenital kalp hastalığı - Kronik solunumyolu infeksiyonu
- Yabancı cisim aspirasyonu - Kistik fibrozis - İmmün yetmezlik - Siliyer diskinezi - Tümörler
- Kistik fibrozis - İmmün yetmezlik - Siliyer diskinezi - α-1 antitripsin eksikliği - Tümörler - Psikojenik öksürük - Vokal kord disfonksiyonu
Büyük çocuklarda iki ayrı fonksiyonel hastalık astım ile karışabilir. Bunlarda ilki
psikojenik öksürüktür. Bunlarda öksürük peş peşe, çok şiddetli, havlar tarzda metalik ya
da patlayıcı nitelikte olup hastanın normal aktivitesini etkileyebilir. Öksürüğün uykuda
tamamen kaybolması tanı için tipiktir. Diğer hastalık vokal kord disfonksiyonudur.
Sıklıkla erişkin kadınlarda görülür. Ancak bronşiyal hiperreaktivite yoktur (97).
2.1.7. Çocukluk Çağında Astım Tedavisi
Astım morbidite ve mortalitesinde rol alan faktörlerin başında tanı koyulamamsı
ve yetersiz tedavi uygulanılması gelmektedir.
Astım tedavisinin amaçları:
1. Hasta ve ailenin eğitimi
2. Akut semptomları hızla düzeltmek
3. Akciğer fonksiyonlarının normal şekilde devamını sağlamak
4. Çevresel faktörlerin kontrolü
5. Gerekli vakalarda proflaktik tedavi
6. Optimal farmakoterapiyi sağlamak
7. Egzersize bağlı astım ve nokturnal semptomları önleyerek yaşam kalitesini
arttırmak
8. Yaşa uygun inhalasyon aletlerinin kullanımını sağlamak(101).
Hava yollarının kronik inflamatuvar bir hastalığı olan astımın tam olarak tedavisi
günümüzde maalesef mümkün değildir. Ancak hava yollarındaki inflamasyon düzenli
ve uzun süre alınması gereken antiinflamatuvar ilaçlarla kontrol altına alınabilir. Yeterli
kontrol sağlanamadığında veya inflamasyon çeşitli nedenlerle tetiklendiğinde hastada
semptomlar görülebilir. Bronkodilatör etkili ilaçlarla da hastanın yakınmaları
giderilmeye çalışılır. Dolayısıyla astım tedavisinde kullanılan ilaçlar kontrol ediciler ve
semptom gidericiler (rahatlatıcılar) olarak iki grupta değerlendirilmektedir (Tablo-3).
20
-
Tablo 3: Astım tedavisnde kullanılan ilaç grupları Kontrol ediciler Semptom gidericiler
• İnhale kortikosteroidler • Sistemik kortikosteroidler • Kromonlar • Metilksantinler • Uzun etkili inhale β2-agonistler • Uzun etkili oral β2-agonistler • Antilökotrien ilaçlar
• Hızlı etkili inhale β2-agonistler • Sistemik kortikosteroidler • Antikolinerjikler • Metilksantinler • Kısa etkili oral β2-agonistler
a) Kontrol Ediciler
Bu grupta antiinflamatuvar ilaçlar ve uzun etkili bronkodilatörler bulunur.
Antiinflamatuvar ilaç grubunda kromolin sodyum, nedokromil, kortikosteroidler,
montelukast, zafirlukast, zileuton ve ketotifen bulunur. Uzun etkili bronkodilatör
grubunda ise inhale salmaterol, formoterol, yavaş salınan teofilin, terbütalin ve
salbutamol vardır.
Kromonlar: Kromolin sodyum ve nedokromil sodyum, klor iyon kanalları ile
etkileşimi sonucu, mast hücrelerini stabilize ederek mediatör salınımını engelleme yolu
ile koruyucu etki sağladıkları ileri sürülmüştür. Antiiflamatuvar etkileri zayıf ve pahalı
ilaçlardır. Yan etkileri yoktur(32).
İnhale kortikosteroidler: Günümüzde astım tedavisinde antiinflamatuvar
amaçlı en çok kullanılan ilaç inhale kortikosteroidlerdir. Etkilerinin inflamatuvar
sitokinlerin DNA düzeyinde ekspresyonlarını baskılayarak olduğu öne sürülmüştür.
Ülkemizde beklametazon dipropionat, budenosid ve flutikazon propionat
bulunmaktadır. Ayrıca bronş düz kaslarında β-reseptör ekspresyonunu arttırdıkları,
mikrovasküler geçirgenliği azalttıkları, adhezyon molekül aktivasyonunu ve
inflamatuvar hücre göçünü inhibe ettikleri belirtilmektedir. Haftalar içinde, hastalarda
semptomların azaldığı, bronş hiperreaktivitesinin ve solunum fonksiyonlarının düzeldiği
ve uzun dönemde atak sıklığı ve şiddetinin azaldığı görülür(102, 103).
Ketotifen: Mast hücre aktivasyonu ve mediyatör salınımını inhibe ederek kronik
kullanımda astım kontrolünü sağlayabileceği belirtilmiştir.
Uzun etkili β2-agonistler: Uzun etkili β2-agonist olarak ülkemizde salmeterol
ve formoterol bulunmaktadır. Bronkodilatör etkilerinin yanında antiinflamatuvar
etkileride gösterilmiştir. Mast hücre ve bazofillerden mediatör salınımını önler.
Formoterol β2-reseptörlerde tam agonist, salmeterol ise parsiyel agonistir. Kontrol edici
grupta yer almalarına karşın bu ilaçların tek başına kullanımları önerilmemektedir.
Mutlaka inhale steroidlerle birlikte kullanılır. Orta ve ağır astımda inhale steroidler ile
21
-
düzenli kullanıldığında daha iyi astım kontrolü sağladığı gösterilmiştir. Ülkemizde
salmeterol + flutikazon ve budenosid + formoterol içeren kombinasyon ilaçları
bulunmaktadır(104, 105).
Antilökotrien ilaçlar: Montelukast, zafirlukast ve zileuton astım tedavisinde
yeni kullanılmaya başlanan ve oral alınabilen ilaçlardır. Bunlar astım patogenezinde
önemli rolleri olan lökotrienlerin etkilerini reseptör ya da sentez aşamasında bloke
ederek gösterirler. Montelukast ve zafirlukast bir lökotrien reseptör antagonisti, zileuton
ise 5-lipooksijenaz inhibitörüdür(106).
Metilksantinler: Teofilin hafif antiinflamatuvar etkisi olan ve bronkodilatör
olarak kullanılan bir metilksantindir. Yavaş salınımlı teofilin preparatları ve aminofilin
hem çocuklarda hem de erişkinlerde kontrol edici ilaç olarak kullanılabilir. Uygun
maliyetinden dolayı pek çok ülkede hafif astımın tedavisinde kullanılmaktadır(107).
b) Semptom Gidericiler (Rahatlatıcılar)
Bu grupta kısa etkili β2-agonistler (salbutamol, terbütalin), teofilin, inhale
antikolinerjikler (ipratropium bromid) ve oral steroidler yer alır
İnhale kısa etkili β2-agonistler: Akut bronkospazmın tedavisinde mevcut en
etkili bronkodilatörlerdir. Semptom giderici olarak inhale β2-agonist ilaçlar bronş düz
kasında gevşeme yaparak öksürük, göğüste baskı ve “wheezing” gibi yakınmaları
giderir veya hafifletir. Ülkemizde mevcut en etkili bronkodilatörler salbutamol ve
terbütalindir. β2-agonist ilaçların inhaler, oral, nebül ve intravenöz formları vardır (108).
İnhale antikolinerjikler: İnhale antikolinerjik ilaçlardan ipratropium bromid ve
tiotropium bromür vagal tonusu azaltarak bronkodilatasyon oluşturur. β2-agonistlere
göre bronkodilatör etkileri daha zayıftır. Kronik astım tedavisinde önerilmemektedir.
Oral kortikosteroidler: Orta ve ağır şiddetteki akut astım ataklarında
semptomları hızla düzeltmek ve atağın neden olabileceği morbidite ve mortaliteye engel
olmak için kısa süreli olarak kullanılırlar.
22
-
Tablo 4: Kronik astım tedavi basamakları KONTROL EDİCİLER SEMPTOM
GİDERİCİLER
1. BASAMAK İNTERMİTTAN
ASTIM
- Günlük ilaç ihtiyacı yok
- Kısa etkili bronkodilatörler İhtiyaç olduğunda β2-agonist (fakat haftada en az bir kez) - Akut atak tedavisi yapılır - Allerjenlere maruziyet veya egzersiz öncesi inhale β2-agonist veya kromoglikat
2. BASAMAK HAFİF
PERSİSTAN ASTIM
Günlük tedavi - Nedokromil veya, - Kromoglikat veya, - İnhale steroid 200-500 mcg - Yavaş salınımlı teofilin - Antilökotrienler
- Kısa etkili bronkodilatörler İhtiyaç olduğunda β2-agonist (günde en fazla3-4 kez)
3. BASAMAK ORTA
PERSİSTAN ASTIM
Günlük tedavi - İnhale steroid ≥500 mcg ve eğer ihtiyaç olursa, - Uzun etkili bronkodilatörler: - Uzun etkili inhale β2-agonist veya - Yavaş salınımlı teofilin veya, - Uzun etkili β2-agonist tb-şurup - Antilökotrienler ek yapılabilir, özellikle asprin duyarlı hastalar ve egzersize bağlı astımı önlemek için.
- Kısa etkili bronkodilatörler - İhtiyaç olduğunda inhale β2-agonist (Günde en fazla 3-4 kez)
4. BASAMAK AĞIR PERSİSTAN
ASTIM
Günlük tedavi: - İnhale steroid 800-2000 mcg veya daha fazla ve, - Uzun etkili bronkodilatörler: - Uzun etkili inhale β2-agonist ve/veya - Yavaş salınımlı teofilin ve/veya - Uzun etkili β2-agonist tb-şurup ve, - Uzun etkili kortikosteroid tb
- Kısa etkili bronkodilatörler - İhtiyaç olduğunda inhale β2-agonist
23
-
2.2. CHLAMYDİA PNEUMONİAE
Klamidyalar; trahom, lenfogranüloma venerum, okülogenital ve perinatal
infeksiyonlar, atipik pnömoni, ptistakoz gibi hastalıklardan sorumlu
mikroorganizmalardır. Zorunlu hücre içi parazit olan bu mikroorganizmalar yalnız
insanlarda patojendir. Hem DNA hem de RNA içermeleri, bölünerek çoğalmaları, gram
negatif bakterilere benzer sert bir hücre duvarına sahip olmaları nedeniyle bakteriler
arasında yer almaktadır(109).
2.2.1. Epidemiyoloji
C.pneumoniae, tüm dünyada sık görülen bir infeksiyondur. Serolojik
çalışmalarda spesifik antikor kazanımının 5-15 yaş arası çocuklarda oluştuğu, yaşlılarda
%70-80 seropozitiflik olduğu gösterilmiştir. Asemptomatik hastaların %1-20’sinde
nazofarinks kültürlerinde C.pneumoniae üretilebilmektedir, bu oran PCR ile %5-25’e
çıkmaktadır(109).
2.2.2. Klinik
C.pneumoniae, uzamış öksürük hastalığı ve toplum kökenli pnömoni başta
olmak üzere üst solunum yolu infeksiyonlarına (akut otitis media, sinüzit,
tonsillofaranjit) neden olmaktadır. Solunum yolu infeksiyonu dışında C.pneumoniae ile
ilgili çok farklı klinik tablolar bildirilmektedir (Tablo-5).
Tablo 5: C.pneumoniae infeksiyonu ile ilgili hastalıklar • İlişkisi kesin olarak saptanan hastalık tabloları: - Pnömoni - Uzamış öksürük hastalığı - Akut bronşit • Kanıtlar ile desteklenen hastalıklar: - Otitis media - Kardiyovasküler hastalık - Astım • Olası ilişkili olduğu belirtilen hastalıklar - Alzheimer hastalığı - Kawasaki hastalığı - Akciğer kanseri - Hipertansiyon - Eritema nodosum - Kronik bronşit - Multipl skleroz - Miyalji - Konjunktivit - Artrit - Akut respiratuar distres sendromu - Kronik yorgunluk sendromu
24
-
Akut otitis mediası olan çocukların yaklaşık %5’inde orta kulak sıvısından
yapılan kültür ve PCR teknikleri ile C.pneumoniae saptanmaktadır. C.pneumoniae,
boğmacaya benzer klinik özellikler taşıyan uzamış öksürük etyolojisinde de rol
oynamaktadır. C.pneumoniae ile ilişkili ortalama öksürük süresi 25-30 gün iken
boğmacada bu süre 50 gündür .
C.pneumoniae, çocukluk çağı toplum kökenli pnömonilerin %5-10’unu
oluşturmaktadır. Hastalık subakut başlama eğilimindedir ve erken evrede Mycoplasma
pneumoniae ve influenza’dan ayırt edilemez. Boğaz ağrısı, ses kısıklığı ve ateşi içeren
üst solunum yolu semptomları kendini sınırlayabilir veya uzamış öksürük ve alt
solunum yolu hastalığına dönüşebilir.
Rutin laboratuar çalışmaları C.pneumoniae’yi diğer solunum yolu infeksiyonu
nedenlerinden ayırt ettirmez. Eritrosit sedimantasyon hızı tipik olarak artar (21-75
mm/saat). Periferik lökosit sayısı nötrofiliyle birlikte yükselebilir fakat tipik olarak
10,000 hücre/mm3’ün altındadır. Radyografik incelemede, pnömoni sıklıkla lokalize,
tek taraflı parankimal infiltrasyon mevcuttur. Bununla birlikte bilateral infiltrasyon ve
plevral efüzyonda bildirilmektedir (109, 110, 111).
2.2.3. Laboratuar
C.pneumoniae tanısında kültür, PCR ve serolojik yöntemler uygulanır.
C.pneumoniae serolojik tanısında kompleman birleşmesi ve mikroimmünofloresan
yöntemi uygulanmaktadır. Serolojik tanıda , C.pneumoniae’ye özgü IgM ve IgG
sınıfından antikorlar mikroimmunofloresan yöntemi ile aranır. IgM antikorları ilk
infeksiyonun 2-4. haftasında , IgG ise 6-8. haftasında ortaya çıkar. Akut infeksiyonda
IgM ≥ 1:16, IgG ≥ 1:512, IgA ≥ 1:126 titrededir. Reinfeksiyonlarda IgM ve kompleman
bağlayan antikorlar bulunmaz, IgG 1-3 hafta içinde ortaya çıkar (reinfeksiyonda IgA ≥
1:32, IgG 1:16-1:512 arasındadır). İkinci serumlar infeksiyonun 3. haftasından önce
alınmamalıdır. IgM ile kompleman bağlayan antikorlar infeksiyondan 2-6 hafta sonra
kaybolur, IgG antikorları 2-3 yıl kadar yüksek titrede kalır(109, 110).
2.2.4. Tedavi
C.pneumoniae, tetrasiklinler, makrolitler ile bazı ketolid ve florokinolonlara
duyarlı iken sülfonamidlere dirençlidir. C.pneumoniae pnömonili çocukların, 10 günlük
eritromisin veya klaritromisin ya da 5 günlük azitromisin tedavisi sonrasında
mikroorganizmanın eradikasyonu %70-90’ dır(109, 110).
25
-
2.2.5. Komplikasyonlar
C.pneumoniae ile ilişkili komplikasyonlar nadirdir. Yapılan çalışmalarda
çelişkili sonuçlar olmakla birlikte, aterosklerotik kalp hastalığı, Alzheimer hastalığı,
astım, multipl skleroz ve kawasaki hastalığı ile C.pneumoniae arasında ilişki olabileceği
belirtilmektedir(109, 110, 111) (Tablo-5).
26
-
2.3. MYCOPLASMA PNEUMONİAE
M.pneumoniae, pek çok hayvan ve bitkide kommensal veya patojen olarak
bulunan Mollicutes sınıfından bir bakteridir. Mycoplasma cinsinin insanda patojen
kabul edilen 10 türü vardır. M.pneumoniae bunlardan biri olup patojenliği
kanıtlanmıştır. Pleomorfik bir mikroorganizmadır. M.pneumoniae diğer mycoplasma’lar
gibi normal flora bakterisi değildir.
M.pneumoniae türü bilindiği gibi atipik pnömoni etkenidir ve radyolojik olarak
kanıtlanmış pnömonilerin %15-20’sini oluşturmaktadır. İnfeksiyondan sonra uzun süre
solunum yolu epitelinde kalabilir. Hipogammaglobulinemik hastalarda yıllarca kaldığı
gösterilmiştir. Subklinik infeksiyonlar oldukça sıktır.
M.pneumoniae infeksiyonları mevsimle ilişkili değildir. Büyük toplumlarda
endemik ve periyodik olarak artan salgınlar oluştururken, küçük toplumlarda epidemik
salgınlar yapar. İnfeksiyon yayılması için yakın temas gereklidir.
Hastalık bakterinin, solunum mukoza hücresine tutunup, makrofajlarca fagosite
edilmesi ve immün cevabı uyarması ile başlar. M.pneumoniae bir yüzey paraziti olup
epitel çizgisi boyunca solunum sistemine kolonize olur(112).
2.3.1. Epidemiyoloji
M.pneumoniae tüm yaş gruplarındaki çocukları etkiler, fakat alt solunum yolu
hastalığı özellikle okul çağı çocukları ve genç erişkinlerde görülmektedir. Orta ve lise
çağındaki çocuklarda akut pnömonilerin yaklaşık %20’sini oluşturuken, kolej ve askeri
okullardaki örgencilerdeki pnömonilerin yaklaşık %50’sinde patojen olarak
saptanmaktadır(113).
İnfekte bireyler, asemptomatik olabilir (
-
Pnömonisi olan hastalarda, ateş,titreme, göğüs ağrısı, bulantı, kusma ve diyare
olabilir. Başlangıç semptomlarından yaklaşık 3-5 gün sonra gelişen kuru, balgamsız
öksürük prodüktif (balgamlı) mukopürülan hale gelir ve sıklıkla kanla boyalı balgam
görülür. Paroksismal veya geceleri kötüleşen öksürük sıklıkla hastayı semptomların
başlangıcından 5-7 gün sonra doktora getirir. Öksürük 2-4 hafta sürebilir.
M.pneumoniae infeksiyonunda fizik muayene bulguları solunum sisteminin etkilenen
bölgesini yansıtır. Sinüs hassasiyeti, anormal timpanik membranlar, eksüdasız posterior
faringeal eritem gelişebilir.
Öksürük ve konstitüsyonel semptomların ön planda olduğu infeksiyonun ilk
haftasında alt solunum yolu hastalığı ile ilgili fizik muayene bulguları olmayabilir.
Hastalığın ikinci haftasında ateş, miyalji gibi konstitüsyonel semptomlar düzelirken
balgam başlar ve göğüs oskültasyonunda ral, ronküs veya her ikisi birlikte bulunabilir.
Bu yüzden “yürüyen pnömoni” benzetmesi yapılmıştır.
Periferal beyaz küre sayımı normal veya hafif yükselmiştir. Nötrofili vardır.
Erisrosit sedimantasyon hızı 20-100 mm/saat arasında değişir(113, 114).
Göğüs radyografisi alt solunum yolu infeksiyonlarında yardımcıdır. Yamalı, tek
taraflı, segmental veya subsegmental konsolidasyonlar tipiktir. Fakat diffüz, bilateral
interstisyel tutulumla giden olgularda bildirilmektedir. Plevral efüzyon ve hiler
lenfadenopati olabilir(114).
M.pneumoniae infeksiyonunun ayırıcı tanısında dikkatli olunması gereken
spesifik respiratuar patojenler yaşa, mevsime ve klinik sendroma göre farklılık gösterir.
Kış aylarında wheezing’i olan okul öncesi çocuklarda özellikle RSV akla gelmelidir.
Parainfluenza virus, influenza, RSV, rinovirus ve adenovirus ayırt edilmesi zor olan alt
ve üst solunum yolu hastalılarına neden olabilirler. Okul çağındaki çocuklarda
M.pneumoniae pnömonisini Streptococcus pneumoniae’nın neden olduğu pnömoniden
ayırt edilmelidir. Alt solunum yolu hastalığının prodromu olarak ortaya çıkan faranjit
influenza, parainfluenza, herpes simplex, EBV, streptokok, klamidya ve mikoplazmaya
bağlı gelişebilir (113, 116).
M.pneumoniae ile ilgili ekstrapulmoner komplikasyonlar Tablo-6‘da
listelenmiştir.
28
-
Tablo 6: M.pneumoniae’nın neden olduğu ekstrapulmoner hastalıklar Hastalık Özellikleri Eksantem / enantem Eritema multiforme
Stevens-Jonhnson sendromu Ürtiker Morbilliform eksantem Ülseratif stomatit Eritema marginatum Yaygın makülopapüler döküntü
Hemoliz Kompleman bağımlı, Coombs pozitif, anti-I antijen, IgM antikor
Santral sinir sistemi hastalığı
Ensefalit / Meningoensefalit Transvers myelit Guillain-Barre sendromu Fokal ensefalit Poliradikülit Beil palsy Asimetrik paralizi Serebellar ataksi Psikoz Serebral infarkt
Artrit Akut/kronik gidişli Monoartiküler/migratuar/poliartiküler artrit
Kardiyak hastalık Perikardit Miyokardit Myokardiyal infarkt Konjestif kalp yetmezliği Kalp bloku
Hepatik disfonksiyon Hepatik enzimlerde hafif artış Pankreatit Akut inflamasyon Ocular hastalık Konjunktivit
Optik disk ödemi İritis
2.3.3. Laboratuar
M.pneumoniae’nın kültürü en iyi balgamdan yapılır. Boğaz kültürü nadiren
kullanılır. Serolojik testler akut dönemde çok yardımcı değildir. Nonspesifik serolojik
bir test olan soğuk aglütinasyon testi sıklıkla kullanılır. Soğuk aglütininler atipik
pnömonilerde %50 oranında görülür. İndirekt immunofloresan ve ELİSA kullanılan
serolojik testlerdir. PCR teknikleri doku ve organ örneklerinde M.pneumoniae tespit
etmede yardımcıdır.
2.3.4. Tedavi
M.pneumoniae eritromisin, tetrasiklinler ve makrolid grubu (klaritromisin,
azitromisin) antibiyotiklere karşı duyarlıdır. M.pneumoniae penisilin ve sefalosporin
grubu antibiyotiklere karşı dirençlidir. Çocuklarda eritromisin (30-40mg/kg/gün, 4
dozda, 7-10 gün), klaritromisin (15mg/kg/gün, 2 dozda, 10 gün) ve azitromisin ( ilk gün
10mg/kg/gün sonraki 4 gün 5mg/kg/gün, tek dozda, 5 gün ) mikroorganizmanın
29
-
eredikasyonunda %100 etkili olduğu gösterilmiştir . Erişkinlerde eritromisin veya
tetrasiklin (1-2 gr/gün, 2-4 dozda), klaritromisin (1gr/gün 2 dozda), azitromisin (1. gün
500mg, sonraki 4 gün 250 mg/gün, tek dozda) önerilmektedir. M.pneumoniae
infeksiyonu olan hastanın aile bireylerine profilolaktik olarak oksitetrasiklin verilmesi
infeksiyonu önlemekte ancak serokonversiyonu önlememektedir (112, 113, 116).
Yeni kuşak kinolon grubu antibiyotiklerin (levofloksasin, sparfloksasin,
moksifloksasin, gatifloksasin) in-vitro olarak M.pneumoniae karşı etkili olduğu
gösterilmiştir (115) .
30
-
2.4. HELİCOBACTER PYLORİ
Helicobacter pylori (H.pylori), yaklaşık bir asır kadar önce insan midesinde
varlığı bildirilmiş bir mikroorganizma olmasına karşın, dünyanın ilgisini ancak 1983
yılında Warren ve Marshall tarafından gastritli ve peptik ülserli hastaların mide
mukozasından izole ettikten sonra çekebilmiştir (117, 118).
2.4.1. Epidemiyoloji
H.pylori prevalansı, yaşa, bazı etnik gruplara, ülkenin sosyokültürel özelliklerine
ve bireyin sosyoekonomik durumunun bozulmasına bağlı olarak artmaktadır. Çeşitli
ülkelerde yapılmış çalışmalarda H.pylori prevalansı, okul öncesi çocuklarında ortalama
%13.4 olarak tespit edilmiştir(119). Ülkemizdeki prevalans paterninin, gelişmekte olan
ülkelerinkine uyduğu ve bazı yörelerde prevalansın %73.3’e kadar yükseldiği
görülmektedir(120).
Bulaşın, insandan insana olduğu ve doğal rezervuarın da insan olduğu kabul
edilmektedir. En muhtemel bulaş yolunun oral-oral bulaş yolu olduğu düşünülmektedir.
H.pylori, patolojik mide mukozasına yerleşmiş fırsatçı bir mikroorganizma olmayıp,
mukozada esas patolojiyi kendisi oluşturmaktadır.
H. pylori, bireylerde farklı asit salınımı cevabı ile farklı klinik tablolar
oluşturmaktadır. Gastrik antrumun enfeksiyonu, gastrin salınımında artışa ve
somatostatin sal