astımlı çocuklarda myeloperoksidaz düzeyinin belirlenmesi
Transcript of astımlı çocuklarda myeloperoksidaz düzeyinin belirlenmesi
T.C. Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği Şef: Prof. Dr. Murat ELEVLİ
ASTIMLI ÇOCUKLARDA
MYELOPEROKSİDAZ DÜZEYİNİN
BELİRLENMESİ
( Uzmanlık Tezi )
Dr. Aysu Tosun Alp
İstanbul - 2009
ÖNSÖZ
Uzmanlık eğitimim boyunca yakın ilgi, destek ve anlayış gördüğüm, geniş bilgi ve
deneyimlerinden yararlandığım, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Kliniği Şefi Saygıdeğer Hocam Prof. Dr. Murat Elevli’ye içten teşekkürü borç
bilirim.
Tezimin seçilmesi, planlanması ve yürütülmesindeki sabırlı yardımlarından dolayı
Uzm. Dr. Ayşe Ayaz Özkul’a, asistanlık eğitimim boyunca değerli yardımlarını esirgemeyen
başta Şef Muavinimiz Sayın Uzm. Dr. Nilgün Selçuk Duru olmak üzere tüm uzmanlarımıza
ve asistan arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Ayrıca; asistanlığımın ve tezimin tüm aşamalarındaki katkılarından dolayı sevgili
eşim Dr. Uğur Alp’e ve desteklerini esirgemeyen aileme candan teşekkür ederim.
Dr. Aysu Tosun Alp
İÇİNDEKİLER 1. SİMGE VE KISALTMALAR ……………………………………………………… .. 1
2. GİRİŞ ………………………………………………………………………………….. 2-3
3. GENEL BİLGİLER …………………………………………………………………. 4
- Bronşial Astım
3.1. TANIM ………………………………………………………………………….. 4
3.2. EPİDEMİYOLOJİ ……………………………………………………………… 5
3.3.PATOGENEZ ………………………………………………………………… 5
3.3. ASTIMDA RİSK FAKTÖRLERİ ……………………………………………. 9
3.5. ASTIM TANISI ………………………………………………………………… 10
3.6. TEDAVİ ………………………………………………………………………… 19
3.7.ASTIMDA HAVAYOLU İNFLAMASYONUNUN KLİNİK
DEĞERLENDİRİLMESİ …………………………………………………………….. 27
3.8. MİYELOPEROKSİDAZ (MPO) ……………………………………………… 28
3. YÖNTEM VE GEREÇLER ……………………………………………………… 35-38
4. BULGULAR …………………………………………………………………… .. 39-54
5. TARTIŞMA ………………………………………………………………………. 55-61
6. ÖZET ………………………………………………………………………………… 62
7. KAYNAKLAR ………………………………………………………………….. 63-72
KISALTMALAR
MPO : Myeloperoksidaz
MHC Clas II : Majör histokompabilite antijeni II
TCR : T hücre reseptörü
APC : Antijen sunan hücreler
CD4 + Lenfositler : T helper lenfositler
NEP : Nötral endopeptidaz enzim
EpDRF : Epitel derived relaxing factor
SP : Subtance P
NKA : Nörokinin A
KOAH : Kronik obstrüktif akciğer hastalığı
NO : Nitrik oksit
SO2 : Kükürt oksit
GER : Gastro özefagüel reflü
NHLBI-GINA : National Heart, Lung and Blood Institute, Global Initiative for Asthma
BHR : Bronş hiperreaktivitesi
RAST : Radioallergosorbent test
RSV : Respiratuar sinsisyal virüs
IgE : İmmünglobülin E
PEF : Maksimum Ekspirium Akım
FVC : Zorlu vital kapasite
FEV1 : 1.Saniyedeki zorlu ekspiratuar volüm
FEF2 : Zorlu ekspiratuar akım hızı
PPD : Pürifiye protein derivesi
BAL : Bronkoalveoler Lavaj
ECP : Eosinofilik Katyonik Protein
HOCI : Hipokloros Asit
NK : Naturel Killer
1
1. GİRİŞ
Astım, mast hücreleri, eozinofiller ve T-Ienfositler başta olmak üzere değişik
hücrelerin rol oynadığı havayollarının kronik inflamatuar bir hastalığı olarak tanımlanır. Duyarlı
kişilerde havayollarında oluşan inflamasyon; nöbetler şeklinde gelen öksürük, nefes darlığı,
hışıltılı solunum, göğüste sıkışma hissine neden olmaktadır ve yakınmalar özellikle gece ve
sabaha karşı ortaya çıkmaktadır. Hastada varolan bu semptomlar, havayollarında meydana gelen
daralmalara bağlıdır. Bu daralma değişik derecelerde olup, genellikle geriye dönüşebilen
niteliktedir ve kendiliğinden veya tedavi ile düzeltilebilir. Kronik inflamasyon, havayollarının
değişik uyarılara karşı duyarlılığının artmasına, bir başka deyişle bronş hiperreaktivitesine de
neden olabilmektedir (1,2,3).
Bronşiyal astımda hava yolu inflamasyonunun ve kronik değişikliklerin hastalığın çok
erken döneminde hatta klinik bulgular daha ortaya çıkmadan önce başladığı düşünülmektedir.
Ancak bu inflamasyonun karakteristik özelliği henüz netlik kazanamamıştır. Eozinofilik
inflamasyonla giden klasik alerjik astımın yanı sıra makrofaj ve nötrofil artışının olduğu
noneosinofilik astım vakalarının giderek artan sayıda tespiti, hastalığın histopatolojisinde bir
heterojenitenin varlığını göstermektedir.
Astım tek bir hastalık olarak değil de, geri dönüşümlü hava yolu obstrüksiyonunun
olduğu bir sendrom olarak tanımlanmasına ve histopatolojisinde heterojeniteden bahsedilmesine
rağmen tedavi şekli çoğunlukla aynıdır. Bu heterojenitenin sebep olduğu ve açıklanması gereken
diğer bir konu da havayolu inflamasyonu ile astım semptomlarının ciddiyeti arasında bir ilişki
olup olmadığı ve havayolu hiperreaktivitesini belirlemede bir marker olarak kullanılıp
kullanılamayacağıdır. Astımda var olan kronik inflamasyonun mekanizmasının tam olarak
anlaşılması, hastalığın tanısında, takibinde ve tedavinin şekillenmesinde gelişmelere ışık
tutacaktır.
Astımın tanısında havayolu inflamasyonunu doğrudan gösteren ve invaziv olmayan
yöntemler araştırılmaktadır. Son yıllarda balgam, serum ve soluk havası bu amaçla
kullanılmaktadır. Eozinofil, eozinofil katyonik protein (ECP), nötrofil ve miyeloperoksidaz
(MPO) başta olmak üzere birçok hücre ve enzim düzeyine bakılarak inflamasyonun karekteristik
2
özelliği anlaşılmaya çalışılmaktadır. Astımda var olan kronik inflamasyonda eozinofillerin
önemli etkilerinin olduğu gösterilmesine rağmen özellikle nötrofillerin astımın
patofizyolojisindeki rolü tam olarak anlaşılamamıştır (4,5).
Biz de çalışmamızda; Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği’nde Mart 2003 – Ekim 2004 tarihleri arasında takip edilen 3-14
yaşları arasındaki 115 hastada, nötrofil aktivasyonunun bir göstergesi olan ve bakterisidal etki
gösteren MPO enziminin serum düzeyini ölçtük. Hasta grubunun sonuçlarını, aynı yaşlardaki
büyüme ve gelişmenin izlenmesi için ya da aşı yapılmak üzere sağlam çocuk polikliniğine
başvuran 30 sağlıklı çocukta bakılan serum MPO düzeyinin sonuçlarıyla karşılaştırdık. Astımda
varolan kronik inflamasyonda, nötrofillerin yerini değerlendirmeye çalıştık, ayrıca hastalığın
ağırlığı ve alevlenmelerle olan ilişkisini araştırdık.
3
2. GENEL BİLGİLER
BRONŞİYAL ASTIM
TANIM
Bronşiyal astım, 1980’li yıllara kadar hava yolları düz kasının bir hastalığı kabul
edilir ve “epizodik bronkospazm” olarak tanımlanırdı (6).
Fiberoptik bronkoskopi yöntemiyle bronş lavajı ve bronş biopsisi örneklerinin
incelenmesi sonucu solunum fonksiyonları normal sınırlarda olan hafif astımlı hastalarda bile
hava yollarında kronik bir inflamasyonun varlığı gösterilmiştir. Bu bulgulardan sonra astım
tanımı değişmiştir. Günümüzde astım ‘‘Mast hücreleri, eozinofiller, nötrofiller ve T lenfositler
başta olmak üzere değişik hücrelerin rol oynadığı hava yollarının kronik inflamatuar bir
hastalığı olarak tanımlanır. Duyarlı kişilerde hava yollarındaki bu inflamasyon, nöbetler
şeklinde gelen öksürük, nefes darlığı, hışıltılı solunum, göğüste sıkışma hissine neden olmaktadır
ve yakınmalar özellikle gece sabaha karşı ortaya çıkmaktadır. Hastada var olan bu semptomlar
diffüz havayolu obstrüksiyonuna bağlıdır. Hava yolu obstrüksiyonu değişik derecelerde olup,
genellikle reversibldir ve spontan ya da tedavi ile düzeltilebilir. Ayrıca hava yollarındaki kronik
inflamasyon hava yollarının değişik uyarılara karşı duyarlılığın artmasına da neden olmaktadır”
şeklinde özetlenir (6,7).
Bronşiyal astım :
a) Alerjik (ekstrensek) astım
b) Non-alerjik (intrensek) astım
c) Mixt (alerjik ve non-alerjik birlikte) astım seklinde sınıflandırılır.
Ayrıca, mesleksel astım, ilaca bağlı astım (özellikle aspirin ve nonsteroid
antiinflamatuvar ilaçlar) ve egzersize bağlı astım şekilleri de vardır. Çocukluk astımının %55-
60’ı, erişkin astımının ise yarısı alerjik kökenlidir.
4
EPİDEMİYOLOJİ
Bronşiyal astım, çocuklarda ve erişkinlerde en sık rastlanan kronik hastalıkların
başında gelmektedir. Dünyanın her bölgesinde ve her yaşta görülür. Dünya üzerindeki dağılımı
ülkeden ülkeye ve bazen bir ülke içinde bölgeden bölgeye değişim göstermektedir (8).
Değişik toplumlarda farklı sıklıkta olmakla birlikte, çocuklarda yaklaşık %5-15,
erişkinlerde %5-10 oranında rastlanmaktadır. Türkiye’de astımın görülme sıklığı ve mortalitesi
hakkında güvenilir epidemiyolojik çalışmalar yoktur. Hızlı nüfus artışı, akraba evliliklerinin
sıklığı, elverişsiz hava koşulları, çarpık kentleşme ve çevre kirliliği dikkate alınırsa, ülkemizde
astım prevalansının batı ülkelerinden çok daha yüksek olması beklenir (6).
Hastalık olguların yaklaşık %20’sinde 1 yaşından önce, %60’ında 5 yaşından önce ve
%10’unda geç çocukluk döneminde başlar. Bu yaşlarda astım görülme sıklığı erkek çocuklarda
kızlardan yaklaşık iki kat fazladır. Bu oran adölesana doğru giderek küçülür ve erişkinde cinsiyet
oranı tersine döner (9).
PATOGENEZ
Astım hava yollarının kronik inflamatuar bir hastalığıdır. Genetik ve çevresel risk
faktörlerinin etkisi ile bronş mukozasında eozinofillerden zengin kronik bir inflamasyon oluşur.
Eozinofilik hava yolu inflamasyonu ve kronik değişikliklerin hastalığın çok erken döneminde
hatta daha klinik bulgular ortaya çıkmadan önce başladığı düşünülmektedir (10).
Astım histopatolojisinde bronş duvarında epitel deskuamasyonu, vazodilatasyon,
ödem, düz kas hipertrofisi, mukus hipersekresyonu, subepitelyal fibrozis ve müköz bez
hipertrofisi gibi yapısal değişiklikler, mast hücre aktivasyonu ve inflamatuar hücre (eozinofil,
lenfosit, nötrofil) infiltrasyonu vardır (11).
Hava yollarındaki bu inflamasyon ve yapısal değişiklikler sonucu, bronş
hiperreaktivitesi ve diffüz reversible hava yolu obstrüksiyonu gelişir. Semptomlar ve klinik
bulgular, oluşan bu fizyolojik bozukluklara paralel olarak ortaya çıkar. Hava yollarındaki
inflamasyonun derecesi hastalığın ağırlığını tayin eder. İnflamasyon ne kadar yoğun ise bronş
duyarlılığı o kadar fazla, hava yolu obstrüksiyonu da o kadar ağır olmakta ve semptomlar
artmaktadır. Antiinflamatuar tedavi ile hava yollarındaki inflamasyonu baskılanan hastalarda ise
5
fizyolojik parametrelerin ve klinik bulguların düzeldiği görülmektedir (6,7). Hastalığın temelini
oluşturan inflamasyon, buna bağlı ortaya çıkan yapısal değişiklikler, bronşiyal hiperreaktivite,
hava yolu obstrüksiyonu ve sonuçta hastanın hekime başvurmasına neden olan semptomlar
sırasıyla irdelenmiştir (6,12).
1- Hava Yolu İnflamasyonu
İster atopik (ekstrensek), ister nonatopik (intrensek) nedenlerle olsun astımda
hastalığın temelinde yatan olay hava yollarının kronik inflamasyonudur. Atopik astımda bilinen
bir antijen ile, atopik olmayan astımda çevresel, mesleksel ve henüz bilinmeyen nedenlerle
immün yanıt gelişir. Hava yolu inflamasyonundan sorumlu tutulan bu spesifik immün yanıtın
gelişmesinde ilk adım antijenin CD4+ (T helper) lenfositlere sunulmasıdır. İnhalasyon yolu ile
alınan antijen, solunum yollarında epitel hücreleri arasında bol miktarda bulunan dendritik
hücreler tarafından fagosite edilip, parçalanır. Antijen parçacığı (epitop) dendritik hücrelerin
yüzeyinde bulunan MHC class II doku uyum antijeni aracılığı ile CD4+ lenfositlere sunulur.
MHC (Majör histokompatibilite antijeni) class II molekülü ile antijeni T lenfositlere sunan bu
hücrelere “antijen sunan hücreler” [antigen presenting cells (APC)] denir. CD4+ lenfositler, T
hücre reseptörleri (TCR) ile sunulan antijeni algılayıp aktive olurlar. Antijen sunulması ile
birlikte T lenfositlerin aktive olabilmeleri için ek uyarılara gerek vardır. Burada antijen sunan
hücrelerden açığa çıkan IL-1 önemli rol oynar. Ayrıca, T lenfosit yüzeyinde bulunan CD28 ve
CTLA-4 molekülleri ile antijen sunan hücrelerde bulunan ve bunların ligandları olan CD80 ve
CD86 moleküllerinin ekspresyonunun artması ve bu moleküllerin birbirlerine bağlanması da T
hücre aktivasyonunda önemlidir. Uyarıda yardımcı rol oynayan bu moleküller monoklonal
antikorlar ile bloke edilecek olursa, antijen sunulmasına rağmen T lenfositlerin aktive
olamadıkları gözlenmiştir (7,13).
T hücrelerinin uyarısı ile B lenfositlerden aşırı miktarda IgE sentezlenmeye
başlanması artık kişinin sensitize olduğunu gösterir. Bunlarda serum total ve spesifik IgE
düzeyleri yükselmiştir. Duyarlanmış bu kişilerin alerjen ile tekrar karşılaşması mast hücrelerinin
degranülasyonuna ve inflamatuar hücre (eozinofil, lenfosit, nötrofil) infiltrasyonuna neden olur
(11). Mast hücrelerinde sentezlenip sitoplazmik granüllerde depolanan histamin, triptaz gibi
mediyatörler hücre dışına çıkarken IgE uyarısı ile lökotrien ve prostaglandinler gibi yeni
6
mediyatörler de sentez edilir. Tüm bu mediyatörler göç eden inflamatuar hücrelerin
degranülasyonuna ve yeni mediyatörlerin salınmasına sebep olur. Bunun sonucunda bronş
mukozasında vazodilatasyon, ödem, mukus sekresyonu ve bronkospazm gelişerek, hava
yollarının diffüz olarak daralmasına neden olurlar (11).
2- Bronşiyal Hiperreaktivite
Hava yolları değişik uyarılara yanıt olarak çapını değiştirebilen esnek yapılardır.
Egzersiz gibi aşırı miktarda hava gerektiren durumlarda hava yolları genişler ya da irritan gazlar,
toz, duman ile karşılaşınca savunma amacı ile hava yolları daralır. İşte, sağlıklı kişilerde çeşitli
uyarılar karşısında hava yollarının çapını değiştirebilme yeteneğine “bronşiyal reaktivite” denir.
Astımda ise hava yolları nonspesifik (toz, duman, soğuk hava, parfüm kokusu vb) uyarılara karşı
aşırı duyarlıdır. Duyarlılığı artmış olan hava yolları, sağlıklı kişileri etkilemeyecek kadar küçük
uyarılar karşısında bile abartılı bronkokonstrüktör yanıt verirler, buna da “bronşiyal
hiperreaktivite” denir (15).
Kronik hava yolu inflamasyonu, bronş çapında azalma ile birlikte bronş epitel
yıkımına neden olarak da bronşiyal hiperreaktivitenin oluşmasında rol oynar. Epitel
bütünlüğünün bozulması sonucu myelinsiz duyu sinirlerinin (C-lifleri) uçları açığa çıkar. Toz,
duman, sülfür dioksit gibi nonspesifik uyarılar bu duyu sinirlerine çok daha kolay ulaşırlar ve
kolinerjik efferent uyarıyı oluştururlar. Vagal sinir ile gelen efferentler, ya da substance P (SP),
nörokinin A (NKA) gibi takikininler aracılığı ile oluşan akson refleksi ise bronş düz kasının
kasılmasına yol açar. Ayrıca epitel tabakası sadece mekanik bir bariyer görevi yapmayıp
metabolik fonksiyonları da vardır. Sağlam epitel hücresinde yapılarak bronş düz kasını gevşetip,
bronkomotor tonusta rol oynayan EpDRF (Epitel Derived Relaxing Factor) gibi bazı maddelerin
sentezi epitel harabiyeti ile azalır ve böylece bronş düz kas tonusu artar. Ayrıca, bronş düz
kasının kasılmasına neden olan takikininler, bronş epitel hücrelerinde bulunan nötral
endopeptidaz enzimi (NEP) aracılığı ile inaktive edilirler. Astımda epitel harabiyeti nedeniyle
NEP sentezi azalır, dolayısıyla nöropeptid yıkımı azalarak ortamda takikininler artar. Bu da bronş
duyarlılığının artmasına neden olur (6).
7
3- Hava Yolu Obstrüksiyonu
Astımlı hastalarda hava yolları akut bronkokonstrüksiyon, ödem, müköz tıkaçlar ve
kalıcı yapısal değişiklikler sonucu diffüz ve genellikle reversibl olarak daralır. Hava yolu
obstrüksiyonuna neden olan bu faktörler farklı hastalarda farklı derecelerde bulunur ve zaman
içerisinde bunların ağırlığı değişebilir. Bu nedenle astımlı hastalarda solunum fonksiyon
bozukluğu ve semptomların derecesi hastadan hastaya, ya da değişik zamanlarda farklılık
göstermektedir (6).
Havayolu obstrüksiyonunda rol oynayan faktörler (6) :
a) Akut bronkokonstrüksiyon: Hava yolları tetik çeken uyarılar ile karşılaşınca
dakikalar içinde diffüz olarak daralır. Uyarının çeşidine göre bronkokonstrüksiyon
mekanizmaları farklılık gösterir. Eğer tetik çeken uyarı bir alerjen ise mast hücresi degranüle
olur, açığa çıkan histamin, prostaglandin ve lökotrienler düz kas kasılmasına neden olur. Oluşan
hava yolu obstrüksiyonu, erken tip astmatik reaksiyon’dur. Bu tip hava yolu obstrüksiyonu
reversibldir ve beta-2 agonist ilaçlara iyi yanıt verir.
b) Ödem: Bronş mukozasında biriken inflamatuar hücrelerden açığa çıkan
mediatörler ve nöropeptidler vazodilatasyona, mikrovasküler sızıntıya ve sonuçta ödeme neden
olurlar. Bu tip obstrüksiyon alerjen ile karşılaştıktan 6-24 saat sonra ortaya çıkan geç tip astmatik
reaksiyon’dur. Beta-2 agonist ilaçlara iyi yanıt vermez, ancak antiinflamatuvar tedavi, özellikle
steroidler ile düzelebilir.
c) Kronik müköz tıkaç oluşumu: Bronş lümenine sızan serum, mukus
hipersekresyonu ve lümene dökülen hücreler müköz tıkaçları oluşturur. Bunlar periferik hava
yollarını tıkarlar. Küçük hava yollarının şeklini almış bu tıkaçlar ekspektorasyon ile atılırlar ve
balgam mikroskopisinde spiraller şeklinde görülürler, bunlara “Curschmann Spiralleri” denir.
Oluşan hava yolu obstrüksiyonu tedaviye dirençlidir. Steroid tedavisi ile ancak 6 hafta gibi uzun
sürelerde çözülebilir.
d) Kalıcı yapısal değişiklikler: Bazı hastalarda hava yolu obstrüksiyonu steroid
tedavisine yanıt vermez. Bu tip hastalarda ya steroide karşı direnç söz konusudur, ya da bronş
mukozasında irreversibl yapısal değişiklikler oluşmuştur. İnflamatuar hücre kaynaklı bazı
8
büyüme faktörleri bronş mukozasında subepitelyal fibrozis, düz kas hipertrofisi, müköz salgı bezi
hipertrofisi ve revaskülarizasyon gibi kalıcı yapısal değişikliklere neden olur.
Astımlı hastada solunum fonksiyonlarında yıllar içerisinde yavaş yavaş ortaya çıkan
bozulmanın nedeni tekrarlayan semptomlar ve ataklar sonucu oluşan hava yolu harabiyetidir. Bu
değişiklikler hava yolu obstrüksiyonunun artmasında ve reversibl özelliğinin kaybolmasında
önemli rol oynar (6).
Uygun antiinflamatuar tedavi ile inflamasyonu kontrol altına alınmamış, yıllardır
sürekli semptomları olan, özellikle ileri yaştaki hastalarda oluşan bu yapısal değişiklikler
irreversibldir. Bu grup hastalarda astım için tipik olan reversibl havayolu obstrüksiyonu
kaybolmuş, yerine KOAH (Kronik obstrüktif akciğer hastalığı)’lı hastalardakine benzer
irreversibl hava yolu obstrüksiyonu oluşmuştur (6,9).
4- Semptomlar
Bronşiyal astımlı hastalarda hava yollarının kronik inflamasyonu, yapısal değişiklikler
ve bronş aşırı duyarlılığı diffüz havayolu obstrüksiyonuna neden olur. Hastada ortaya çıkan
öksürük, göğüste sıkışma hissi, hışıltılı solunum ve nefes darlığı gibi semptomlar hava yolu
obstrüksiyonuna sekonderdir. Bu nedenle semptomların çeşidi ve ağırlığı hastadan hastaya
değişebilir. Astımda görülen bronş aşırı duyarlılığı, solunum fonksiyon bozuklukları ve
semptomların nedeni hava yollarındaki bu inflamasyon ve yapısal değişikliklerdir (6,9).
ASTIMDA RİSK FAKTÖRLERİ
Bronşiyal astımın etyolojisinde rol oynayan etmenler çok farklı olabilmektedir. Bunlar
genetik ve çevresel faktörler olarak gruplandırılabilir.
1- Genetik faktörler: Astımlı çocukların aile bireylerinde astım, alerjik rinit, atopik
dermatit gibi hastalıkların bulunması tüm bu hastalıkların ortak bir ailesel ya da kalıtsal temeli
olduğunu düşündürmektedir. Anne ya da babanın biri astımlı ise doğacak bebeğin astımlı olma
riski %20-30’lardayken, anne ve babanın her ikisi de astımlı ise bu olasılık %60-70’lere
yükselmektedir (17). İkizlerde yapılan çalışmalarda ise monozigotlarda dizigotlara göre çok daha
9
yüksek oranlarda astım görüldüğü bildirilmektedir. Beşinci, altıncı, onbirinci ve onikinci
kromozomlar üzerindeki bazı bölgelerin alerjik hastalıklarla yakın ilişkili olduğunu düşündüren
çalışmalar vardır. Bununla birlikte bugün için astımın kalıtım biçiminin multifaktöriyel poligenik
olduğu kabul edilmektedir (6).
2- Çevresel faktörler: Çocukluk yaş grubunda astımın başlıca sorumlusu %50-55
oranında alerjenlerdir. Ancak nonalerjik çocuklarda da bazı çevresel faktörler astım atağını
başlatabilir ve alerjik astımlı çocuklarda gelişen şikayet ve bulgular gözlemlenebilir. Bunlar
içerisinde çocukluk yaşlarında pasif sigara içiminin ayrı bir yeri olduğu söylenebilir. Hava
kirliliği, meteorolojik değişimler, hasta yapı sendromu gibi çarpık kentleşmenin yarattığı
durumlar, aşırı egzersiz, parfüm ve saç spreyi gibi irritan maddeler, gastro-özofageal reflü,
endokrin ve psikolojik faktörler, bazı hayvanlarla temas ve enfeksiyonlar da astım atağını
başlatabilir.
Astımlı hastaların çoğunda rinit vardır, rinit astım için bağımsız risk faktörüdür (18).
Astım ve rinitli hastaların %72’sinde astım bulguları üst solunum yolu hastalığı ile başlamaktadır
(18,19,20). Özellikle 3 yaşından küçük çocuklarda viral enfeksiyonlar astım etyolojisinde rol
oynayan önemli bir faktördür ve çeşitli mekanizmalarla astıma neden olabilirler (9,12). Virüsler
hem otonom sinir sisteminin işleyişinde değişiklikler yaparak bronşiyal hiperreaktiviteye neden
olurlar, hem de kolinerjik sinir uçlarını ve reseptörleri uyararak veya beta adrenerjik reseptör
blokajı yaparak astım patogenezinde rol oynarlar (9,12).
ASTIM TANISI
Astım, karmaşık bir hastalıktır ve basitçe tek bir fizyopatolojik mekanizma ile izah
edilemez. Astımlı çocukların %60’ında ilk belirtiler 4-5 yaşından önce, yarısından fazlasında ise
iki yaşın altında ortaya çıkar (21). Hastalığın tanısının temeli anamneze dayanmaktadır. Dikkatli
bir anamnez ile olguların büyük çoğunluğunda astım tanısı konulabilmektedir. Fizik muayene ve
laboratuar yöntemleri tanıya yardımcı olarak veya ayırıcı tanıda kullanılır (22).
Astımın belirti ve bulguları çok değişkendir ve birçok çocukluk çağı hastalığı ile
karışabilir. Bir yandan astım tanısı sıklıkla konulamamakta ve bu çocuklar gerekli tedaviyi
alamamaktadır. Diğer yandan her hışıltı ve öksürük astım değildir, süt çocukları ve küçük
10
çocuklara gereksiz yere ve uzun süre astım tedavileri vermemek için dikkatli olmak gerekir. Bir
hastaya astım tanısı konulabilmesi için havayolu tıkanıklığı belirtileri (öksürük, hışıltı, nefes
darlığı veya hızlı soluma), tam veya kısmen dönüşümlü havayolu daralması, diğer muhtemel
tanıların dışlanması gereklidir (23).
1- ANAMNEZ
Birçok hastalığın tanısında olduğu gibi, bronşial astımda da hastanın öyküsü çok
önemlidir ve bazen tek tanı yöntemidir. Anamnez, şu konuları içermelidir (6,22,24).
A) Semptomlar
a) Öksürük, wheezing, dispne, göğüs sıkışıklığı ve balgam
b) Rinit, sinüzit, nasal polip veya atopik dermatit
B) Semptomların karakteri
a) Her mevsim, mevsimsel veya mevsimsel şiddetlenmeleri olan
b) Sürekli, ataklar halinde veya akut alevlenmeleri olan sürekli ataklar
c) Semptomların başlangıcı, süresi ve sıklığı
d) Nokturnal semptomları fazla olan, gece gündüz değişiklikleri
C) Hazırlayıcı ve/veya ağırlaştırıcı faktörler:
a) Viral solunum yolu enfeksiyonları
b) Çevresel alerjenlere maruz kalma (polenler, mantar sporları, ev tozu, ev
tozu akarcıkları, hayvan deri, tüy ve diğer salgıları)
c) Mesleki kimyasal maddelere veya alerjenlere maruz kalma
d) Çevresel değişiklikler (ev veya işyeri değiştirme, tatile çıkma)
e) Sigara, kötü koku, hava kirliliği (ozon, sülfür oksid, nitroz oksid)
f) Heyecan ifadeleri; korku, öfke, ağlama ve şiddetli gülme
g) Bazı ilaçlar (aspirin, beta blokerler, nonsteroid antiinflamatuar)
h) Gıda katkı maddeleri (sülfidler, tartrazin, glutamin)
ı) Hava değişiklikleri, soğuk havaya maruz kalma
j) Egzersiz
k) Endokrin faktörler (mensturasyon, gebelik ve tiroid hastalıkları)
11
D) Hastalığın gelişimi
a) Hastalığın başlama yaşı, ilk tanı yaşı
b) Hastalığın ilerlemesi (daha iyi veya daha kötü)
c) Önceki değerlendirme, tedavi ve yanıtlar
E) Tipik şiddetlenme profili
a) Prodromal semptomlar (boyunda kızarıklık ve nazal alerji semptomları gibi
b) Ani başlangıç
F) Yaşadığı yer
a) Evin yeni veya eski oluşu, kullanılan soğutucu veya ısıtıcılar
b) Düz beton üzerine serilmiş kilim
c) Nem
d) Yatak, yastık, yorgan, çarşaf, zemin döşemesi ve toz toplayıcılar
e) Evdeki hayvanlar
f) Evde sigara içimi
G) Hastalığın etkisi
1) Hasta üzerine etkisi
a) Acil servise başvurma veya hastaneye yatma sayısı
b) Yaşamı tehdit eden akut atak, entübasyon veya steroid kullanımı
c) Okul veya iş günü kaybı sayısı
d) Aktivitenin özellikle sporun kısıtlanması
e) Gece uykudan uyanma hikayesi
f) Büyüme, gelişme ve davranış üzerine etkisi
g) Okul veya iş başarısı ve yaşam tarzı
2) Aile üzerine etkisi
a) Ailenin faaliyetlerine, rutinlerine engel olma veya aktivitelerin kısıtlanması
b) Kardeşler üzerine etkisi
c) Ekonomik etkisi
H) Ailede sık alerji ve/veya astım hikayesi
I) Çocuklarda yaşamın erken dönemlerinde havayolu hasarı hikayesi:
a) Bronkopulmoner displazi
b) Pulmoner infiltrasyon
12
c) Pnömoni, viral bronşiolit
d) Tekrarlayan krup
e) Pasif sigara içimi
f) Gastro-özofageal reflü semptomları
Ayrıntılı hikaye alma, tanıyı doğru koymada, semptomları saptamada, tetikleyici
faktörleri bulmada ve hastalığın ağırlık derecesini saptamada en önemli araçtır. En önemli
semptomlar öksürük, hışıltı, solunum güçlüğü, nefes darlığı veya sık solumadır. Hikayede dikkat
edilecek en önemli nokta semptomların ataklar halinde gelmesi ve çok uzun süren yada devamlı
ataklar olmamasıdır (25).
Semptomların ortaya çıkış biçimi de çok önemlidir. Yıl boyu mu yoksa mevsimsel mi
olduğu, devamlı mı yoksa hecmelerle mi ortaya çıktığı, başlangıcı, süresi, sıklığı, sabah-akşam
farkları, çocuğun etrafta koşması ve merdiven çıkması ile ortaya çıkan hışıltı ve öksürük
şikayetleri araştırılmalıdır (25).
Belirtileri tetikleyen ve hastalığı ağırlaştıran faktörler araştırılmalıdır. Viral üst
solunum yolu enfeksiyonları, ev içi ve ev dışı alerjenler, egzersiz, çevre ve mekan değişiklikleri,
evde, okulda ve sokakta maruz kaldığı irritanlar (sigara, temizlik malzemeleri, parfümler ve
çeşitli spreylerden çıkan güçlü kokular, ekzos), psikolojik faktörler, ilaçlar, gıdalar ve gıda katkı
maddeleri, hava, ısı ve nem değişiklikleri önemlidir (25).
Astım, sıklıkla hışıltı ile ortaya çıkar. Hışıltı, süt çocuklarında ve okul öncesi
çocuklarda çok sık görülen ve çocuk doktorunun karşısına tanı ve tedavisi yönünden sıklıkla
problem olarak çıkan bir semptomdur. Hışıltılı çocukların aileleri de genellikle çok endişelidir ve
en büyük korkuları arkasından astım çıkmasıdır. Bazen hışıltıya öksürük de eşlik eder ve aile
sadece öksürüğü tespit edebilmiş olabilir.
Hikayede en çok dikkat edilmesi gereken konulardan biri, hışıltının ne zaman
başladığıdır. İlk belirtileri 2 yaşın altında ortaya çıkan astımlılarda, hastalık IgE reaksiyonundan
çok viral enfeksiyonlarla provake olur (26). Viral solunum yolu enfeksiyonlarının neden olduğu
ataklar yavaş gelişir, alerjenlerle oluşan ataklar ise daha akuttur (27). RSV'ye bağlı viral
enfeksiyonlar çoğunlukla 2-4. aylarda görülür ve bronşioliti takiben hışıltısı olmaya devam eden
çocuklarda hışıltılı çocuk haline dönme ihtimali yüksektir (28,29).
13
Astımlıların çoğunda şikayetler 2-6. yaşlarda başlamaktadır. Bronkopulmoner displazi
ve benzer klinik tabloları olan çocuklar prematüredir ve şikayetler daha ilk günlerde ortaya çıkar.
Bazı doğumsal anatomik anomaliler çocuğun doğduğu gün başlar ve devam eder, bazı
hastalıklarda ise daha geç çıkar. Şikayetlerin çok erken ya da çok geç ortaya çıkması hışıltının
atipik olduğunu düşündürmelidir (25).
Atakların ağırlık derecesi de önemlidir. Hışıltılı çocuklarda genellikle hafif derecede
havayolu tıkanıklığı vardır ve normal günlük aktiviteyi bozmaz. Tıkanıklık arttıkça ailesi
çocuğun daha hızlı solumakta olduğunu fark edebilir (25).
Ailede atopik hastalık hikayesi alırken sadece anne-baba ve kardeşler sorgulanmalıdır.
Atopi, astım riskini arttıran bir etkendir. Çocukta ilk aylarda süt çocuğu ekzeması ve annede as-
tım saptanması kalıcı ve tekrarlayıcı hışıltıların riskini iki kat arttırmaktadır (30).
2- ASTIMIN BELİRTİ VE BULGULARI
a) Belirtiler
Bronşiyal astımda en önemli belirtiler; öksürük, “wheezing” ve dispnedir. Ataklar
şeklinde ortaya çıkan bu belirtiler, genellikle tedavi ile kısa sürede veya kendiliğinden 1-2 saat
içinde kaybolur. Ataklar arasında belirli bir süre olmadığı gibi, bazen de günlerce devam edebilir.
Genellikle gece 04-06 saatleri arasında ortaya çıkan astım atakları hastayı uykudan uyandırır.
Diurnal varyasyon gösteren bronş düz kas tonusu bu saatlerde en fazladır. Ataklar arasında
genellikle tam iyileşme mevcuttur ve bu dönemdeki bir hasta tamamen sağlıklı bir görünümdedir
(6,8).
Wheezing: Bronş obstrüksiyonu olan bir hastada, genellikle ekspirium döneminde
ıslık şeklinde ve işitme cihazına gerek olmaksızın duyulabilen seslerdir. İngilizce'de kullanılan
“wheezing” kelimesinin tam karşılığı birçok dilde yoktur, bunun yarattığı tanımlama güçlüğü
olabilmektedir. Türkçe'de hışıltı kelimesi ihtiyacı tam olarak karşılamakta ve hastalarla görüşme
sırasında tanımlama için yararlı olmaktadır (25). Sıklıkla hastalığın ilk belirtisidir (6).
Obstrüksiyon hafif olduğunda sadece ekspiriumda duyulan “wheezing” büyük
bronşların olaya katılması ile inspiriumda da duyulur ve stridor halini alır. Her “wheezing”li
hastanın bronş astımı olmadığı unutulmamalıdır (6,9).
14
Krepitasyonlar hışıltılı çocuklarda duyulmaz, ancak akut viral bronşiolit sırasında
sıktır.
Dispne: Hastalığın hafif olduğu durumlarda veya atakların başlangıcında dispne
belirgin olmayabilir ve hasta göğüs sıkışıklığı tarif eder. Efor genellikle dispnenin artmasına
neden olur. Astımlı hastalarda dispne, günün herhangi bir saatinde olabilir, fakat sıklıkla 04-06
saatlerinde hastayı uykudan uyandırabilir (6).
Öksürük: Genellikle kuru öksürük şeklindedir, “wheezing” ve dispne ile birlikte
olabileceği gibi hastalığın tek ve ilk belirtisi olarak ortaya çıkabilir. Özellikle küçük çocuklarda,
gece ve egzersiz sonrası oluşan öksürük, “wheezing”den daha önemlidir. Nedensiz olarak, ataklar
şeklinde ortaya çıkan ve gece hastayı uykudan uyandıran kuru öksürükler astımı
düşündürmelidir. Hastalar bazen mukoid, temiz, koyu ve yapışkan balgam çıkarabilirler ve
bundan sonra rahatladıklarını ifade ederler. Öksürük sırasında senkop da görülebilir (6,8).
Belirli bir dönemde, 3 haftayı bazılarına göre 8 haftayı geçen tekrarlayan, kronik,
irritatif ve nedeni kolay saptanmayan öksürük şikayeti olan hastalarda sıklık sırasına göre; bronş
astımı, postnazal akıntı, kronik bronşit ve gastro-özofageal reflü düşünülmelidir (6).
Bebeklikte hışıltı olan çocukların büyük bir kısmında (%80) hışıltı geçicidir. Küçük
bir grup hastada yakınmalar devam etmektedir. Çocuk yaş grubunda astıma benzer hastalıklar üç
gruba ayrılmıştır (21):
1. Grup: Erken geçici hışıltılı ("wheezing") çocuk: Genelde 3 yaşından sonra devam
etmez. Ailede astım öyküsü yoktur. Alerjik diatez yoktur. Prematürelik, anne sigara içimi, sık
hasta ile temas bu hastalığın etyolojisinde rol oynamaktadır.
2. Grup: Bu grubu Wilson ve Silverman ilk kez tanımlamışlardır. ilk bir yılda başlar.
Erken ve geç okul çağına kadar sürer. Akciğer fonksiyon testleri bozuktur, bronş aşırı duyarlılığı
yoktur. Zirve akım hızlarında değişkenlik vardır. Atopik değillerse 10-11 yılda yakınmaları
geçer.
3. Grup: Astımın erken başlangıçlı şeklidir. Ailede astım öyküsü vardır. Atopik öykü
vardır, IgE yüksektir, eozinofili vardır. Bu çocuklar bronşiolit veya tekrarlayan hışıltı nedeniyle
ilk 3 yaşta hastaneye yatan çocuklardır. Üçüncü grubu erken tanımak için Martinez ve arkadaşları
basit klinik bulgularla Jones kriterlerine benzer şekilde kriterler tanımlamışlardır (Tablo I). Astım
olan bu grubun erken tanımlanması ve uygun tedavisi atopik hastalıkların doğal gidişini
değiştirecek, prognozu etkileyecektir.
15
Tablo I: Astım tanısında majör ve minör kriterler
Majör kriterler
1. Bronşiolit veya ciddi hışıltı (wheezing)
nedeniyle hastaneye yatmak
2. Geçmiş 6 ayda alt solunum yollarına ait
hışıltı "wheezing"
3. Ebeveynde astım öyküsü
4. Atopik dermatit
Minör kriterler
1. Soğuk algınlığı olmadan burun akıntısı
2. Soğuk algınlığı olmadan hışıltı
"wheezing"
3. Eozinofili (>%5)
4. Erkek cinsiyet
Çocuklukta okul çağında astım gelişimi için Martinez ve arkadaşları iki değişik
formül geliştirmişlerdir. Bunlardan biri Stringest indeksi, diğeri Loose indeksidir. Bunlardan
Stringest indeksi; majör bulgulardan biri, minör bulgulardan biri ve 2 yaş altında sık hışıltı
olmasıdır. Bu indeks kullanıldığında astım gelişme riski 4.3 - 9.3 misli atmaktadır. Pozitif
indeksli çocukların %76'sında astım gelişmektedir. Negatif olanların %5'inde astım gelişmektedir
(21).
Loose indeksinde de majör bulgulardan biri, minör bulgulardan biri bulunmakta ve 2
yaş altında erken hışıltı değerlendirilmektedir. Loose indeksi pozitif olgularda astım gelişme riski
2.6 - 5.5 misli fazla olup çocukların %59'unda okul çağında astım gelişmektedir. Bu çocukların
astımının önce hafif olduğu sonra ağırlaştığı ileri sürülmektedir (21).
b) Fizik muayene bulguları
Akut astım atağı dönemi dışında gelen hastanın hiçbir bulgusu olmayabilir. Atak
dönemde ise;
● Zorlu solunum ve ortopne
● Sibilan ronkus ve ekspiriumda uzama
● Wheezing
● Siyanoz
● Taşikardi
16
● Pulsus paradoksus
● Venöz dolgunluk
● Kan basıncı değişiklikleri (hiper ve hipotansiyon)
● Diğerleri: Tremor, şuur bulanıklığı, hepatosplenomegali, clubbing, Harrison
oluğu, pectus carinatus ve büyüme geriliği saptanabilir (6).
3- BRONŞ ASTIMINDA LABORATUAR
• Fonksiyonel tanı yöntemleri
Bronş obstrüksiyonunun tayini ve bronkodilatatör yanıtın değerlendirilmesi için
uygulanan objektif yöntemlerdir.
a) Spirometri: Spirometre ile zorlu vital kapasite (FVC)’de, 1.saniyedeki zorlu
ekspiratuar volümde (FEV1), FEV1 / FVC oranında ve zorlu ekspiratuar akım hızlarında (FEF25,
FEF50, FEF75, FEF25-75) azalmalar saptanır. Hastanın ilk başvurusunda astımın ağırlık derecesinin
saptanmasında kullanılır. Daha sonraki izlemlerde rutin olarak yapılmasına gerek yoktur.
Gerektiğinde tekrarlanması yeterlidir.
b) Peakflow (Zirve Akım Hızı) Ölçümü: Spirometreler pahalı ve sadece belirli
merkezlerde bulunabildiğinden, tanı ve izlem için sağlık ocaklarında, dispanserlerde ve hastaların
evlerinde kullanabileceği basit bir yöntemdir. Her pefmetrenin hastaların cinsiyetine, yaşına,
boyuna göre hazırlanmış olan beklenen değer tabloları vardır. Fakat tanı ve izlem için esas olan,
her hasta için en iyi ölçüm değerinin belirlenmesidir.
c) Nonspesifik bronş provokasyonu: Bu test tanı koymak amacıyla rutin olarak
yapılmamalıdır. Sadece belirli merkezlerde anamnez kuşkulu ise histamin veya metakolin hastaya
inhale ettirilerek uygulanan objektif bir tanı yöntemidir.
d) Akciğer grafisi: Astımlılarda akciğer grafisi normal olabileceği gibi, akut
dönemde hiperinflasyon bulguları da gösterebilir. Pnömotoraks, pnömomediastinum, deri altı
17
amfizemi bulguları, pnömoni, atelektazi ve kosta kırıkları da nadiren saptanabilir. Akciğer grafisi
özellikle yabancı cisim, kronik enfeksiyon ve yapısal akciğer patolojileri gibi nedenlerden
kaynaklanan bronş obstrüksiyonunun ekarte edilmesinde önemlidir.
e) Sinüs grafisi: Astımlı çocukların bir kısmında sinüzit bulunur. Kronik sinüzitin
temizlenmesi astım semptomlarının ve steroid kullanımının azalmasına katkıda bulunur.
Gerekirse nazal polip ve ağır rinit açısından rinoskopi de uygulanır.
f) Eozinofili: Periferik kandaki lökositlerin %10’dan fazlasının eozinofillerden
oluşması veya 1 mm3 kanda eozinofil mutlak sayısının 300’den fazla olmasıdır. Astım tanısı için
spesifik değildir. Balgamda ve nazal sekresyon yaymalarında eozinofil bulunması astımı
destekleyici bir bulgudur.
g) Standart serum IgE düzeyi: Çocuklarda alerjik astım daha sıktır ve genellikle
standart serum IgE düzeyi yüksek bulunur.
h) RAST Test (Radioallergosorbent test) yöntemi ile serumda in vitro yöntemle,
alerjene spesifik IgE’nin saptanması: Radioimmunoassay bir testtir. RAST tekniğinin en
önemli avantajı, sistemik reaksiyon riskinin olmamasıdır. Deri reaktivitesini değiştirebilecek
ilaçların etkisinden bağımsızdır. Deri testinde yalancı negatiflik yapabilecek faktörlerden
bağımsızdır. İntradermal deri testleri ile karşılaştırılırsa daha düşük duyarlılık gösterir. Sonuçlar
hemen elde edilemez ve pahalı bir yöntemdir. RAST tekniği atopik dermatitli, ürtikeri olanlarda,
deri reaktivitesi düşük olan bireylerde, dermografizm gibi deri reaktivitesi artmış olan olgularda
faydalıdır.
ı) Deri testleri: Hikayesinde bir alerjen tarafından indüklenen semptomların
bulunduğu bir hastaya deri testi uygulaması, halen IgE tarafından oluşan alerjik hastalıkta tercih
edilen bir yöntemdir. Klinik açıdan aşikar olan bir alerji, kuşkulanılan alerjenin çok az miktarda
cilde uygulanmasını takiben kısa sürede eritem ve endürasyon gelişmesi ile doğrulanır. Bu
tekniğin basitliği, etkinliği ve maliyetinin nispeten daha ucuz oluşu, kişiye özel alerjilerin
tanısında diğer yöntemlere tercih edilmesini sağlar.
18
TEDAVİ
Astım ataklarla karakterize kronik bir hastalıktır. Hastalığın bu iki özelliği nedeniyle
tedavisi de iki bölümden oluşur:
1. Uzun süreli tedavi (Profilaktik tedavi)
2. Atak tedavisi
1. UZUN SÜRELİ TEDAVİ
Tüm kronik hastalıklarda olduğu gibi tedavinin başarısında en önemli faktör hasta
uyumudur. Semptomların sürekli değil zaman zaman olması, ilaçların hastaların alışık olmadığı
bir yöntemle (inhalasyonla) verilmesi, birden çok ilaç kullanılması gibi astıma özgün faktörler
hasta uyumunu daha da güçleştirmektedir. Bu nedenle tedavinin temelini hastanın eğitimi
oluşturur. Tedavinin başarılı olabilmesi için dikkat edilmesi gereken diğer iki önemli nokta ise:
a) Eğer saptanabilirse inflamasyona neden olan etkenlerin erken dönemde ortamdan
uzaklaştırılması,
b) Kalıcı yapısal değişiklikler oluşmadan, erken dönemde antiinflamatuar ilaçların
başlanmasıdır (6).
Hastaya bir tedavi programı hazırlanır (31). Bu program 6 bölümden oluşur.
● Hastanın eğitimi,
● Tetik çeken etkenlerin uzaklaştırılması,
● Semptomlar ve solunum fonksiyon testleri ile hastalığın ağırlığının saptanması,
● Hastanın kullanacağı ilaçları belirleyip uzun süreli tedavi planı yapılması,
● Oluşabilecek atakların tedavisi için hastaya özgü tedavi planı yapılması,
● Hastanın düzenli takibi.
Hasta Eğitimi: Tedavinin başarılı olabilmesi için hastanın astım konusunda
eğitilmesine ve işbirliğine gereksinim vardır. Bu amaçla hastalığın özellikleri tetik çeken
faktörler, kullanılacak ilaçlar, ilaç yan etkileri, inhalasyon teknikleri, spacer kullanımı, PEF
ölçümleri gibi konularda hastanın bilgilendirilmesi gerekir.
19
Tetik çeken etkenlerin uzaklaştırılması: Tetik çeken etkenlerin saptanıp, ortamdan
uzaklaştırılması astım tedavisinde önemli bir adımdır. Uzun dönem havayolu inflamasyonu ve
bronş hiperreaktivitesinin azaldığı dolasıyla atak sayılarının, semptomların ve ilaç kullanımının
da azaldığı gösterilmiştir.
Hastalığın ağırlığının saptanması: Semptomların derecesi solunum fonksiyon
testlerinde oluşan azalmalar ve semptomları gidermek için gereksinim duyulan günlük
bronkodilatatör ilaç miktarlarına bakılarak hastalığın ağırlığı saptanır. Ağırlığına göre astım dört
grupta incelenir. Bunlar intermittan, hafif persistan, orta persistan ve ağır persistandır (23).
Ağırlığına göre astım evreleri Tablo II’de özetlenmiştir. Bu şekilde gruplamanın amacı tedaviyi
hastalığın ağırlığına göre düzenlemektir (Tablo II).
20
Tablo II: Ağırlığına göre astım evreleri
İNTERMİTTAN HAFİF PERSİSTAN ORTA PERSİSTAN AĞIR PERSİSTAN
● Semptomlar
haftada birden az
● Gece semptomları
ayda ikiden az ●
�Eksaserbasyonlar
arası tamamen
normal
● �PEF >%80
Değişkenlik
<%20�
● Semptomlar haftada
birden fazla, günde
birden az
● �Semptomlar
aktivite
ve uykuyu
etkileyebilir
● �Ayda ikiden fazla
gece semptomları var
● �PEF >%80
Değişkenlik <%20-30
● Her gün semptom var
● Semptomlar günlük
aktiviteyi etkiliyor
● Haftada birden fazla
nokturnal semptom var
● �Her gün beta2
agonist kullanıyor
● �PEF %60-%80
Değişkenlik >%30
● Semptomlar sürekli
● �Eksaserbasyonlar
sık
● �Gece semptomları
sık
● �Semptomlar
nedeniyle aktiviteler
kısıtlanmış
● PEF<%60
Değişkenlik >%30
Uzun süreli tedavi planının yapılması: Astım, ağırlığı hastadan hastaya ve aynı
hastada zaman içinde değişiklikler gösterebilen kronik bir hastalıktır. Bu nedenle tedavide temel
kural hastalığın ağırlığına göre ilacın doz ve çeşidini ayarlamaktır. Hasta semptomlar ve PEF
ölçümleri ile izlenir, bunlardan oluşacak değişikliklere göre tedavi yeniden düzenlenir. Bu şekilde
astımın ağırlığına göre tedavinin ayarlanması yöntemine “basamak tedavisi” denir. Burada
amaç en az ilaç kullanılarak en etkin tedaviyi sağlamaktır (6,31,32).
21
ASTIM TEDAVİSİNDE KULLANILAN İLAÇLAR
1. Steroidler
İnhale kortikosteroidler (İKS), her aşama persistan astımda etkili olan ilaçlardır.
Kortikosteroidler, aynı zamanda astım tedavisinde güçlü antiinflamatuar etkisi olan ilaçlardır
(34). Etkilerini; inflamatuar hücre fonksiyon ve aktivasyonunun azalması, vasküler kaçağın
stabilizasyonu, mukus üretiminde azalma, β2-adrenerjik cevabın artışı ile göstermektedirler. Etkisi
2-4 saat kadar erken olabilmekle birlikte 6-12 saate kadar uzayabilir. inhale β2-agonistlere yeterli
cevap alınamayan veya orta-ciddi astım atağıyla başvuran hastalara sistemik kortikosteroid verilir
(35-37).
2. Lökotrien antagonistleri
Lökotrienler (LT); eozinofil, mast hücresi ve bazofillerden üretilen ve salınan, lipid
yapıda, potent etkili inflamasyon mediatörleridir. Sisteinil lökotrienler, vasküler geçirgenliği
artırarak mukus yapımını uyaran ve bronkospazma neden olan ajanlardır (38).
LT antagonist1eri iki grupta toplanabilir:
1. LT sentez inhibisyonu yapanlar:
● 5-lipooksijenaz enziminin aktivasyonun sağlayan protein (FLAP) inhibisyonu
● 5-lipooksijenaz inhibisyonu
2. LT reseptör antagonistleri (LTRA): Özellikle aspirinin neden olduğu astımda ve
egzersiz astımında iyi sonuçlar alınmaktadır. Astım tedavisinde kullanılan ilaçlara göre,
LTRA'lerinin dört özelliği avantaj olarak ileri sürülmektedir (35). Bunlar: günde tek doz alınması
nedeni ile yüksek hasta uyumu (zafirlukast dışında), kontrol edici ilaçlar grubunda olmasına
rağmen bronkodilatatör etkilerinin olması, tek bir ilaçla astım ve alerjik rinite etki edebilmeleri,
şimdiye kadar saptanan yan etkilerinin olmamasıdır.
3. Kromolinler
Kromolin sodyum ve nedokromil sodyum, kronik astım tedavisinde benzer özellikleri
olan iki farklı antiinflamatuar ilaçtır. Akciğerlerden hızla absorbe edilir ve kullanımı güvenlidir.
Her iki ilaç da bronkodilatatör değildir fakat havayolu aşırı duyarlılığını azaltır. Alerjenin neden
22
olduğu erken ve geç dönem bronkokonstrüksiyonu, inflamatuar hücre aktivasyonunu ve mediatör
salınımını azalttığı da gösterilmiştir. Mast hücresini stabilize eder ve hem erken hem de geç faz
reaksiyonu önlerler. Kromolinler, yan etkileri çok az olduğundan güvenle kullanılabilen
ilaçlardır. Bundan dolayı bazen küçük yaşlardaki hafif persistan astımlı çocuklar için inhale
steroidlere bir alternatif oluşturabilirler (40,41). En sık görülen istenmeyen etki, inhalasyonları ile
ortaya çıkan öksürüktür.
4. Metilksantinler
Teofilin, metilksantin grubundan, hafif antiinflamatuar etkisi olan bronkodilatatör bir
ilaçtır. Çocuklar ve erişkinlerde yavaş salınımlı teofilin preparatları kontrol edici ilaç olarak
kullanılabilmektedir. Astım kontrolünün sağlanmasında düşük ve yüksek doz inhale steroid teda-
visine eklenebilir iseler de, bunların etkinliği uzun etkili β2-agonistlerin eklenmesinden daha
düşüktür. Teofilin serum düzeyi, karaciğerden metabolize olduğu için yaş, diyet, hastalık
durumu, ilaç etkileşimleri gibi çeşitli değişkenlerden etkilenebilir (42).
5. Uzun Etkili β2-agonistler
Salmeterol, formoterol, xinofoate uzun etkili β2-agonistlerdir ve potent
bronkodilatasyon yaparlar. Astım tedavisinde primer rolleri, inhale kortikosteroid tedavisine
eklenmeleridir. İlk tercih olarak ve tek başlarına başlanmaları önerilmemektedir. Uzun etkili β2-
agonistlerin mikrovasküler kaçışı inhibe ettikleri, inhale kortikosteroidlerin eozinofil hücre
ölümünü artırdıklarına dair gösterilmiş antiinflamatuar etkileri mevcuttur. İnhale kortikosteroidler
ile kullanımlarının, inhale kortikosteroidlerin dozlarının iki katına çıkarılmasından daha etkili ol-
duğu gösterilmiştir (43). β2-agonistlerin, insan akciğer fibroblast ve vasküler düz kas hücreleri
üzerinde glukokortikoid reseptörlerini aktive ettikleri gösterilmiştir. Ağır egzersiz öncesi tek
başlarına kullanılabilirler.
6. Rahatlatıcı ilaçlar
Bronş düz kasında gevşemeye neden olarak semptomları hafifletirler veya giderirler.
Kısa etkili β2-agonistler (salbutamol ve terbutalin), teofilin, inhale antikolinerjikler ve oral ste-
roidler bu grupta yer alan ilaçlardır.
23
7. İmmünoterapi
Astımda immünoterapi, sadece astım semptomlarına primer bir alerjenin yol açtığı
anamnez ve deri testi ile kanıtlanmış olgulara uygulanabilmektedir. Thl immün yanıta dönüşüm
alerjen immünoterapisinin en önemli amacıdır. Astımda immünoterapi; alerjenden korunma ve
ilaç tedavisine rağmen semptomlarda düzelme olmaması, nazal ve bronşiyal bulguların birlikte
olması, ilaçların yan etkisinin olması, hastaların ve ebeveynin uzun süreli ilaç tedavisini isteme-
mesi ve astımın ağır olmaması durumunda uygulanabilir.
Multiple alerjen duyarlılığı olan ve/veya nonalerjik uyarılara duyarlılığı olan hastalar
spesifik immünoterapiden yarar görmezler (44).
8. Anti-IgE
Astım tedavisinde Anti-IgE kullanımı, serum Ig E düzeyleri yüksek hastalarla
sınırlıdır. İnhale kortikosteroidlerle kontrol altına alınamayan şiddetli astımlılarda şu ana kadar
yapılan çalışmalarda güvenli bulunmuştur (23).
BASAMAK TEDAVİSİ
İlk kez hekime başvuran hastada tedaviye hastanın bulgularına en uygun olan
basamaktan başlanır. Hastaya başlangıçta o basamak için geçerli olan ve kısa süreli oral
steroidleri de içeren maksimum bir tedavi başlanıp hastalık en kısa zamanda kontrol altına alınır.
Eğer hastalık 3 ay süre ile kontrol altında ise bir basamak aşağı inilir. Kontrol sağlanamamış, ya
da kontrol altındaki hasta kötüleşmiş ise bir basamak yukarı çıkılır, ancak hastanın ilaçları doğru
kullandığından emin olmak gerekir. Öksürük, hışıltılı solunum, nefes darlığı gibi semptomlar sık
oluyorsa (haftada üçten çok), özellikle gece semptomları varsa, kısa etkili bronkodilatatör
gereksinimi artmışsa, günlük PEF değişkenliği fazla ise astım kontrol altına alınmamış demektir
ve bir basamak yukarı çıkılır (23). Basamak tedavisi Tablo III’de özetlenmiştir.
24
Tablo III: GINA 2008 Astım Basamak Tedavi Protokolü
Basamak 1 Basamak 2 Basamak 3 Basamak 4 Basamak 5
Hasta eğitimi ve Çevre kontrolü
Gerektiğinde kısa etkili β2 agonist
Kontrol edici
ilaç seçenekleri
Birini seç Birini seç Bir veya daha
fazlasını ekle
Bir veya daha
fazlasını ekle
Düşük doz
İnhaler
kortikosteroid
Düşük doz İnhaler
kortikosteroid
+
Uzun etkili beta
agonist
Orta-yüksek doz
İnhaler
kortikosteroid
+
Uzun etkili beta
agonist
Oral steroid
Lökotrien
reseptör
antagonisti
Orta doz İnhaler
kortikosteroid
Lökotrien reseptör
antagonisti
Anti-IgE
Düşük doz İnhaler
kortikosteroid
+
Lökotrien reseptör
antagonisti
Teofilin
Düşük doz İnhaler
kortikosteroid
+
Teofilin
Tüm basamaklarda ihtiyaç halinde kısa etkili β2- agonist verilir.
Herhangi bir tedavi almadığı halde semptomları haftada 2 kez veya daha az oluyorsa, gece
semptomları ve aktivitelerinde kısıtlanma yoksa, rahatlatıcı ilaca gereksinim duymuyor yada
gereksinimi haftada 2’den az oluyorsa; hasta, basamak 1’de kabul edilir.
25
26
İlk tanı alan hastalar için ikinci basamaktan başlanması önerilir.
İlk vizitte, astımın kontrol altında olmadığı şiddetli bir klinik varsa üçüncü basamaktan
başlanır.
Tercih edilen kontrol edici ilaç seçenekleri koyu renkli kutularda gösterilmiştir.
2. ATAK TEDAVİSİ
Bronşiyal astımlı hastada öksürük, nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi ve hışıltılı
solunum gibi semptomların ortaya çıkması, ya da bu semptomların artması ve semptomlara
paralel olarak solunum fonksiyonlarında bozulmaların oluşmasına “akut astım atağı” denir (45).
Krize kadar görülen özet bulgular ve devamlı kullandığı ilaçlar ve kriz zamanında kullandığı
ilaçlar ve çocuğun durumu hızlıca öğrenilmelidir (47).
Hastanede FEVl ve PEF ölçümleri yapılmalıdır ve bronkodilatör tedaviden l5-20
dakika sonra tekrarlanmalıdır. Daha sonra FEVl veya PEF ölçümleri taburcu oluncaya kadar
günde bir kez yapılmalıdır. İlk ölçülen değer % 30'un altında ise, bronkodilatör tedavi sonrası %
10'dan az düzelme görülüyorsa, ölçümler 24 saat için çok dalgalanma gösteriyorsa dikkatli
olunmalıdır. Böyle hastalar hayati tehlikesi olan riskli hastalardır.
Oksimetre ve arteriyel kan gazına rutin olarak bakmak gerekmez. Başlangıç
bronkodilatör tedaviye yanıt vermeyen, ventilatör desteği ihtimali olanlarda düşünülebilir. Ciddi
solunum sıkıntısı olan veya FEVl veya PEF değeri % 50'nin altında olan hastalarda oksimetre ile
arteriyel oksijen satürasyonu değerlendirilmelidir (48).
Hipoventilasyondan şüphelenilen, ciddi solunum sıkıntısı olan veya FEVl veya PEF
değeri %30 ve altında olan hastalarda arteriyel karbondioksit değerini (PCO2) değerlendirmek
için arteriyel kan gazı bakılmalıdır (49). Düzenli diüretik alan, birlikte kardiyovasküler hastalığı
olan hastalarda serum elektrolitleri bakılmalıdır. Çünkü sık β2-agonist uygulanması serum
potasyum, magnezyum ve fosfat düzeyini azaltır.
Ateş ve pürülan balgamlı hastalara hemogram bakılabilir. Astım atağında
kortikosteroid uygulamasından 1-2 saat sonra hafif lökosit yükselmesi görülebilir. Akciğer filmi
pnömotoraks, pnömomediastinum ve aspirasyondan şüphelenildiğinde düşünülmelidir (46).
ASTIMDA HAVAYOLU İNFLAMASYONUNUN KLİNİK DEĞERLENDİRİLMESİ
Çocukluk astımında bronkokonstrüksiyon, eozinofilik inflamasyon ile birlikte bazal
membran kalınlığında artma (kollajen depolanması) ve düz kas hipertrofisi gibi bazı yapısal
değişiklikler (remodeling) erişkin astımında olduğu gibi hastalığın karakteristik bulgularındandır.
Eozinofilik hava yolu inflamasyonu ve kronik değişikliklerin hastalığın çok erken
döneminde hatta klinik bulgular daha ortaya çıkmadan önce başladığı düşünülmektedir. Astım
heterojen bir hastalıktır. Son yıllarda değişik fenotipler tanımlanmaya başlanmıştır. Eozinofilik
inflamasyonla giden klasik hastalık yanı sıra, tekrarlayan wheezing atakları olan infantlardan
alınan bronkoalveoler lavaj (BAL) ve biyopsilerde, büyük çocuk ve erişkin astımından farklı
olarak makrofaj ve nötrofillerin arttığı görülmüştür (50). Çocuklarda BAL ve biyopsi ile
inflamasyon araştırmak etik ve pratik zorluklar içerdiğinden, bu konudaki verilerin toplanması
zaman almaktadır.
Günümüzde halen inflamasyon ile bronşiyal hiperreaktivite ve solunum
fonksiyonlarının zaman içindeki kaybı arasında nasıl bir ilişki olduğu tam olarak
anlaşılamamıştır. Hastaların semptomlarının şiddeti ve devam süresi, solunum fonksiyon testleri,
sabah akşam zorlu ekspiratuar akım (PEF) değişkenlikleri ve bronşiyal hiperreaktivite dereceleri
dolaylı olarak solunum yolu inflamasyonunun derecesini yansıtmaktadır. Ancak yapılan
araştırmalar asemptomatik astımlı hastalarda da inflamasyon olduğunu ve bunun yukarda sayılan
parametrelerle her zaman korelasyon göstermediğini ortaya çıkarmıştır (50). Bu nedenle klinik
pratikte hava yolu inflamasyonunu daha doğrudan gösterecek, daha sensitif ve spesifitesi yüksek
kanıtlar aranmaktadır. Bu kanıtlar sayesinde tanı daha bilimsel bir temele oturacak ve daha etkin
tedavi mümkün olacaktır.
Son yıllarda invaziv olmayan yöntemlerle elde edilen balgam ve soluk havası ve
serum bu amaç için çocukluk yaş grubunda da kullanılmaktadır. Eozinofil, eozinofil katyonik
protein (ECP) ve nitrik oksit (NO) bu amaçla ölçülen ve hava yolu inflamasyonunu doğrudan
gösteren en önemli parametrelerdir (50). Ancak çocukluk çağı astımında erişkinlerde olduğu gibi
havayolu inflamasyonunda bir heterojenitenin varlığını ve noneozinofilik astımın çocuklarda da
yaygın olduğunu gösteren çalışmaların sayısı giderek artmaktadır (51). Bu da eozinofil ve
ECP’ye ek olarak başka inflamasyon markerlerinin da araştırılması gerektiğini ortaya çıkarmıştır.
Bu amaçla serumda ve bronkoalveoler lavajda nötrofil ve miyeloperoksidaz düzeyine bakılmış,
27
inflamasyonun varlığı ve karakteristik özelliği anlaşılmaya çalışılmıştır.
MİYELOPEROKSİDAZ (MPO)
Doku zedelenmesi, hangi nedenle (bakteri , travma, kimyasal maddeler, sıcak ya da
herhangi bir fenomen) olursa olsun, hasara uğrayan dokudan, inflamasyon vb önemli değişmelere
yol açan maddelerin serbest kalmasına neden olur. İnflamasyon başladıktan hemen sonra,
inflamasyon alanı nötrofil ve makrofajlarla istila edilir ve böylece dokuları enfeksiyon ve toksik
ajanlardan kurtarmak için temizlik fonksiyonları başlar. Enfeksiyonun ilk birkaç saati içinde
savunmanın ilk hattını dokuda hazır bulunan makrofajlar oluştururlar. Bununla beraber sayıları
çok fazla değildir. İnflamasyon başladıktan birkaç saat sonra kandaki nötrofiller bazen dört-beş
kat olacak şekilde artarak mm3'te 15000-25000'e yükselir. Nötrofili inflamasyonla birlikte olsun
ya da olmasın vücuttaki herhangi bir doku hasarından meydana gelir. Nötrofil ve makrofajların
en önemli fonksiyonu fagositozdur. Nötrofiller olgun hücrelerdir, bakteri ve virüslere, dolaşımda
bile hücum ederek tahrip edebilirler. Kemik iliğinden serbest kaldıktan sonraki yaşamları normal
olarak dolaşımda 4-8 saat, dokularda ise 4-5 gün kadardır. Ağır enfeksiyonlarda bu toplam yaşam
süresi genellikle birkaç saat kadar kısa olur. Çünkü bu koşullarda granülositler hızla enfekte
bölgeye geçerler. İstilacı organizmaları sindirirler ve bu işlemler sırasında kendilerini de tahrip
ederler (52).
Lökositler vücudun en önemli savunma hücreleridir. Bu hücreler diapedez,
kemotaksis ve fagositoz vb özellikleriyle organlara girebilir, mikrobik yapıları yok edebilirler.
Nötrofillerin mikroorganizmaları fagositozu sırasında açığa çıkan ürünler ve salgılanan enzimler
kemotaktik ajanlardır. Bu nedenle, nötrofil ve diğer fagositik hücrelerin göçü hızlanır. Bu olayda,
örneğin monosit - makrofajların gelişi ile fagositoz olayları hızlanır, öldürülen mikroorganizma
sayısı artar. Bazofiller, histamin salgısıyla, o bölgenin yeterince oksijenlenmesini ve
kanlanmasını sağlar. Eozinofiller, harap olan bölgede özellikle, enzimlerin yıkıcı etkisini
azaltarak, tamire yardım ederler. Lenfosit ve diğer immün yapıların, mikrobik ajanların yok
edilmesinde özel etkinlikleri vardır.
Opsoninlenmiş bir yapının nötrofiller tarafından tanınması, adhezyonu ve fagositozu,
membranlarında bulunan çeşitli reseptörlerle sağlanabilir. Nötrofil membran reseptörleri
arasında; IgG1 ve IgG3 gibi antikorlara özgü yapılar; C3b, C5 komplemanları gibi kemotaksi
28
ajanları, lökotrienler gibi polipeptid yapılara özgü reseptör çeşitleri sayılabilir. Bunların dışında
β-adrenerjik reseptörler, trombositleri aktive edici yapılar, IL-I, TNF'lere özgü farklı reseptörler
bulunur. Reseptörün uyarılması, hücre içinde belirli enzim sistemlerinin aktive olmasını ve
hücresel cevabı sağlar. Nötrofil membranlarında saptanan başlıca enzimler; Na+ - H+ antiport
sistemleri (sitoplazma ve fagolizozom ortamında pH düzenler), Oubain'e duyarlı Na+-K+ ATPaz
(membran potansiyellerinin korunmasında etkilidir), Vanadat'a duyarlı Ca++-Mg++ ATPaz
(Ca++'un hücreden çıkarılmasını sağlar) ’dır. Membranda yer alan Ca++ kanalları ise hücreye Ca++
girişini sağlayan bölgelerdir. Bu kanalların açılması ile hücreye giren Ca++ kontraktil proteinlerin
kasılmasını, eksositoz ve lizozomal enzimlerin salgılanmasını kolaylaştırır. Mikroorganizmaların
sindirilmesinde etkili enzimler, sitokromlar gibi oksidan enzimler, peroksidazlar gibi antioksidan
enzimler, nötrofillerin hücre membranlarında ve spesifik granül membranlarında yer alırlar.
Nötrofil hücresinin sitoplazmasında çeşitli enzimleri içeren granüller bulunur. Bu
yapılar, azurofilik ve spesifik granüller olarak sınıflandırılırlar. Azurofilik granüllerde bulunan
enzimler; asit hidrolaz, lizozim, miyeloperoksidaz, bakteri öldürücü enzimler olarak
gruplandırılırlar. Spesifik granüllerde ise; lizozimler, apolaktoferrin, kollagenaz, kobalamin
bağlayıcı proteinler, C5a komplemanını yıkan enzimler ve plazminojen aktivatörleri bulunur (53).
Nötrofil ve monositler bakterilerin öldürülmesi için hem oksijen-bağımlı hem de
oksijenden bağımsız mekanizmalar içerirler. Bilindiği gibi bu her iki mekanizma da demire
bağımlıdır. Oksijen-bağımlı mekanizmalar MPO sistemini ve oksijen türevi serbest radikallerin
üretimini sağlayan bir başka sistemi içerirler. Oksijenden bağımsız sistem patojenlerin
öldürülmesinde fagolizozomda pH değişikliklerini ve lizozomal enzimleri kullanır. Bütün bu
bakterisidal mekanizmaların tamamı göz önüne alındığında en etkili olanı MPO sistemidir. MPO
demir içeren bir hem proteini olup, vücudun savunma sistemlerinde ve inflamatuar doku
hasarında kritik roller oynar (54,55).
Fagositoz olduktan sonra, lökosit hücre membranında yerleşmiş olan NADPH oksidaz
sistemi çevre dokulardaki moleküler oksijeni süperokside dönüştürür. Süperoksid oluşumuna
eşlik eden moleküler oksijenin hızlı tüketimi 'respiratuar patlama' olarak adlandırılır. Daha sonra
süperoksid, süperoksid dismutaz (SOD) ile hidrojen perokside dönüştürülür. Fagolizozomda
bulunan lizozomal bir enzim olan MPO'nun varlığında peroksid ve klorür iyonları bakteriyi
öldüren HOCl'ye dönüştürülür. Fazla peroksit katalaz veya glutatyon peroksidaz ile nötralize
edilir. NADPH oksidaz hormonal olarak düzenlenen ve alt birimlerinde sitokrom ile flavin
29
koenzim gruplarını taşıyan bir enzim kompleksidir (Şekil 1,2,3) (56,57).
A e- e- e- e-
O2 O2- H2O2 OH- H2O
Oksijen Süperoksid Hidrojen peroksid Hidroksil radikali Su
B Katalaz
O2 O2- H2O2 OH- H2O
Oksijen Süperoksid Hidrojen peroksid Hidroksil radikali Su
Süperoksid Dismutaz Glutatyon Peroksidaz
2 GSH G-S-S-G
Şekil 1: A. Moleküler oksijenden reaktif ara ürünlerin oluşumu
B. Antioksidan enzimlerin etkileri (56)
30
31
O2
NADPH
NADPH OKSİDAZ RESPİRATUAR PATLAMA
NADP+ O2- ( Süperoksit)
H2O2 Fe++
Fe+++
HOCI OH
BAKTERİ BAKTERİ
Şekil 2: Nötrofil fagositozu ve bakterinin fagolizozomda öldürülmesi için oksijen bağımlı
MPO sistemi (56).
O2 O2- + 2H+ H2O2
SERULOPLAZMİN
OKSİDAZ
2O2 + NADPH NADP + 2O2-
O2-
+
2H-
G6P NADPH GS-SG H2O
PENTOZ
+ G6PD GSR GSH-PO SOD
CO2
G6P NADP 2GSH H2O2 H2O2
O2
KATALAZ H2O2
H2O
Şekil 3: Süperoksit anyonun üretildiği ve H2O2'ye dönüştürüldüğü respiratuar patlama ile
ilgili reaksiyonlar: Şekilde süperoksid anyonunun oluşumu için gerekli olan NADPH'ın
oluştuğu, H2O2'nin glutatyon peroksidaz enzimi ile suya dönüştürüldüğü reaksiyonda rol alan
indirgenmiş glutatyonun sağlandığı HMP yolu ile ilgili bazı reaksiyonlar özet olarak yer
almaktadır. Ayrıca H2O2'nin intrasitoplazmik enzim olan katalaz tarafından etkisizleştirilmesi ve
hücre dışında da süperoksid anyonun H2O2'ye plazma proteini seruloplazminle dönüşümü de
görülmektedir. O2-, süperoksid anyon; G6P, glikoz 6-fosfat; 6PG, 6-fosfoglukonat; GSH,
indirgenmiş glutatyon; GS-SG, okside glutatyon; G6PO, glikoz 6-fosfat dehidrogenaz; GSR,
glutatyon redüktaz; GSH-PO, glutatyon peroksidaz; SOD, süperoksitdismutaz(57)
32
Lökositler patojenlere karşı konağın savunmasında çok önemlidir. Nötrofil ve
monositlerin aktivasyonu ile O2 ve H2O2 oluşur ve iltihabın yeşil renginden sorumlu olan
MPO enzimi salınır. MPO, H2O2 ve klordan hipokloros asit / hipoklorit (HOCl/OCl)
oluşumunu katalizler. MPO için ana substrat klordur. Halojenlerin yanı sıra plazmada bulunan
çeşitli organik ve inorganik bileşiklerin de MPO için doğal substrat oldukları ileri
sürülmektedir. Bunlardan bazıları östrojenler, katekolaminler, tirozin, nitrit, askorbat,
NADPH, serotonin ve nitrik oksittir. Nötrofil kaynaklı oksidanlar özellikle HOCl çeşitli
biyolojik hedeflerle (protein, aminoasit, lipid ve nükleik asit) reaksiyona girerek doku
hasarına neden olabilir (58,59,60).
MPO nötrofil lizozomlarında ve eozinofil peroksidaz (EPO) eozinofil
lizozomlarında bulunur. MPO ve EPO fagositik vakuol ile plazmaya salınır. Bu
peroksidazlardan güçlü oksidan hipokloros asit (HOCl) ve hipobromos asit (HOBr) oluşur.
Eozinofillerdeki peroksidaz, nötrofillerdeki MPO'dan birkaç kat fazladır ve eozinofiller
nötrofillerden daha fazla süperoksit radikali ve H202 üretme kapasitesine sahiptir. Oluşan
güçlü oksidanlar mikroorganizmaları öldürür. MPO hem klor, hem de bromu okside
edebilirken EPO kloru okside edemez (61-65). Hipokloros asitin bakterisidal etkisi H202’in
etkisinden 50 kat daha fazladır (66).
Nötrofil MPO, H2O2 ile halojenlerin oksidasyonunu katalize ederek hipohalöz
asiti üretir. Halojenlerin plazma konsantrasyonları Cl - ,140 mM; Br -, 20-100 µM; ve I- , 100-
500 nM şeklindedir. Fagozomlardaki klor konsantrasyonu hakkında yeterli bilgi
bulunmamasına rağmen aktive nötrofillerin fagozomlarından üretilip salınan HOCl miktarı
plazmada fark edilebilir düzeylerdedir. Hipohalöz asitler yüksek reaktivitelerinden dolayı hem
patojenlere, hem de konak dokuya zarar verebilirler. HOCl glutatyonla reaksiyona girerek
okside glutatyon oluşturur. HOCl ayrıca protein tiolleri, tioleterleri okside edebilir ve
aminoasitleri haloaminlere dönüştürebilir (65).
MPO ayrıca direk olarak fagosite edilmiş bakteriye klor bağlar ve H2O2 sistemini
katalizler. Bakterisidal mekanizma üzerinde tam bir uzlaşma olmasa da araştırmacılar bu
mekanizmanın en iyi şekilde işlemesinde MPO’nun önemli rolü olduğu görüşündedirler (66).
Astım inflamasyonda tipik olarak eozinofilik granülositlerin bulunduğu
akciğerlerin inflamatuar bir hastalığıdır. Nötrofiller ise alerjik astımda seyrek bulunurken,
diğer tiplerinde daha çok bulunur (67). Astımlı hastaların havayolundaki nötrofil sayısının
artışının, hastalığın patogenezindeki rolü tam bilinmemektedir (68,69). Yapılan bir çalışmada
balgamdaki nötrofili ile astım ciddiyetinin ilişkili olduğu gösterilmiş. Nötrofillerin kronik
33
astımda fazla bir rol oynamadığı, hastalığın alevlenmesinde ve astım ölümlerinde ise daha
önemli rol aldığı yolunda bilgiler mevcuttur (70,71).
MPO’nun ürünü olan hidrojen peroksit-CI sistemin bakterisidal etkisi yanında
mantar, parazit, protozoa ve virüslerin öldürülmesinde tümör hücrelerinin, naturel killer (NK)
hücrelerinin, kırmızı kan hücrelerinin ve trombositlerin yıkımında da rolü vardır (66).
MPO'nun genetik eksikliğinde tekrarlayan enfeksiyonlar görülür ve bu bireylerin kanlarından
izole edilen nötrofillerin zayıf bakterisid kabiliyetleri vardır. Yine bu kişilerde uzamış
havayolu reaktivitesi tespit edilmiş, bu nedenle MPO hidrojen peroksit-CI sisteminin bu
havayolu hiperaktivitesinin sonlandırılmasında rolü olduğu düşünülmektedir. Ayrıca bu
sistem NK hücrelerinin down regülasyonunda, kemotaktik reseptörlerine daha az peptit
bağlanmasında, PMN hücrelerinin bazı ürünlerinin (α1, proteinaz inhibitör, kemotoksin)
otooksidize olup inaktivasyonunda rol oynamaktadır. Böylelikle MPO inflamatuar cevapta
down regülasyonu sağlamaktadır (66). Öte yandan serbest radikallerin hücresel fonksiyon ve
yapıyı bozma potansiyelleri olup inflamatuar durumların gelişmesinde de rol oynarlar.
Bazı uyaranlar örneğin bakteriler MPO-ROS yolunu aktive ederler. ROS'ların
savunmada önemli koruyucu rolleri olmasına karşın sitotoksik özellikleri de bilinmektedir.
Nötrofiller, NADPH-oksidaz yoluyla süperoksit ve H2O2 üretir ve bu da MPO ile reaksiyona
girerek radikal reaksiyonlarını başlatır (72). Oluşan reaktif O2 ve azot türevlerinin inflamatuar
durumunda zararlı oldukları gösterilmiştir (56,57,72-75).
MPO’nun diğer fonksiyonları arasında tirozil radikallerinin üretimi ve tirozin
perokside klor bağlayarak onun aktive olması sayılabilir. Tirozin peroksit-klor sistemi
integrin vasıtasıyla myeloid hücrelere bağlanır ve serum lipoproteinlerini okside eder (66).
Tüm bu özellikler göz önüne alındığında MPO’nun mikrobisidal etkisi yanında
aterosklerozda, karsinojenezde, dejeneratif nörolojik hastalıklarda ve diğer inflamatuar
hastalıklarda rolü olduğu düşünülmektedir (66).
34
3. YÖNTEM VE GEREÇLER
HASTA VE KONTROL GRUBUNUN ÖZELLİKLERİ
Çalışmamız Mart 2003 – Ekim 2004 tarihleri arasında Sağlık Bakanlığı Haseki
Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği’ne epizodik öksürük,
nefes darlığı, hırıltılı solunum semptomları ile gelen ve NHLBI-GINA (National Heart, Lung
and Blood Institute, Global Initiative for Asthma)’nın Astım Takip ve Tedavi Raporunda (23)
bildirilen kriterlere göre astım tanısı konulmuş, yaşları 3-14 yaş arasında değişen (ortalama
7,28 ± 3,2 yaş) 115 hastada gerçekleştirildi.
Hastaların seçiminde esas alınan kriterler şunlardır:
1- Tekrarlayan öksürük ve/veya wheezing anamnezi ve tipik akut astım dönemi
fizik bulguları ile acil servise başvuran, akciğer grafisinde hiperinflasyon saptanan ve
çalışmaya alındıkları güne kadar en az üç kez akut astım atağı nedeni ile hastaneye yatırılmış
olan,
2- Bu dönemde, 2 puf salbutamol inhalasyonundan 15 dakika sonra, 6 yaşından
küçük çocukların, fizik muayene bulgularında düzelme ve 6 yaşından büyüklerin PEF veya
spirometre değerlerinde en az %15 oranında artma saptanan,
3- Paranazal sinüs grafileri doğal, PPD (-) veya 5 mm.nin altında, hemogram ve
eritrosit sedimentasyon hızı normal sınırlarda, gaitada parazit ve parazit yumurtası
bulunmayan,
4- Gastro-özofageal reflü, kistik fibrozis, raşitizm ve malnütrüsyonu olmayan,
5- Yakın tarihte hastalık geçirmemiş, kan ürünleri, kortikosteroid ve
immünglobulin tedavisi almamış veya immünoterapi uygulanmamış hastalar çalışmaya alındı.
35
Bilinen ciddi veya kronik bir hastalığı, alerjik veya astmatik yakınmaları ve
tekrarlayan enfeksiyon öyküsü olmayan, gaitada parazit ve parazit yumurtası bulunmayan,
büyüme gelişmenin izlenmesi ya da aşı yapılmak üzere sağlam çocuk polikliniğine başvuran,
yaşları 3-14 yaş arasında olan (ortalama 8,2 ± 3,2 yaş) 30 çocuk kontrol grubu olarak alındı.
Hastaların anamnezleri alındı. Yaş, cinsiyet, boy, kilo, atopi öyküsü araştırıldı.
Ayrıca semptomların başlangıç yaşı, gebelikte annenin sigara içme öyküsü, pasif sigara
içiciliği, hastaneye yatış sorgulandı. Son 2 hafta içinde sabah uyanma, gece nefes darlığı ve
öksürük nöbetleri ile uyanma, herhangi bir ciddi atak geçirme, β2-agonist kullanımında artma
veya astım semptomlarında herhangi bir artış, akut astım atağı olarak değerlendirildi.
NHLBI-GINA’ya göre sınıflandırılan evre 1 intermittan 49(%42,6), evre 2 hafif
persistan 41(%35,7), evre 3 orta persistan 20(%17,4), evre 4 ağır persistan 5(%) hastadan kan
örnekleri alındı. Hastaların 53(%46,5)’ü asemptomatik dönemde iken, 62(%53,5)’sinde ise
son 2 hafta içinde astım semptomları tespit edilmişti.
Bütün hastalara hemogram, PPD, eritrosit sedimentasyon hızı, posterior-anterior
akciğer grafisi, sinüs grafisi, nazal eozinofili, immünglobulin G, A, M, E, deri testleri, ter
testleri, solunum fonksiyon testleri yapıldı. Gereken hastalara GER (gastro-özefageal reflü)
tetkiki ve IgG subgrupları bakıldı.
Hastalar ayrıca; atopi, IgE yüksekliği ve astımın derecesine göre değerlendirildi.
ÖRNEKLERİN HAZIRLANMASI
MPO tayini için 2 ml kan örneği düz tüplere alınarak 2500 devirde 10 dakika
santrifüj edilerek plazması ayrıldı. Mikropipet ile alınan plazma steril kapalı plastik saklama
tüplerine konularak -20ºC’lik derin dondurucuda saklandı (MPO’nun biyoaktivitesinin
azalmasından sakınmak için).
Örnekler soğuk zincire uygun şekilde Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi’ne
ulaştırılarak hematoloji laboratuarında çift kontrollü olarak çalışıldı. Çalışmadan önce yavaşça
çözünerek oda ısısına getirildi.
36
PLAZMA MYELOPEROKSİDAZ DÜZEYLERİNİN TAYİNİ PRENSİP
İnsan miyeloperoksidazı (MPO) 140 kDa moleküler ağırlığında bir hemoprotein
olup iki ağır ve iki hafif alt üniteden oluşmuştur. Her MPO molekülü katalitik siklusta temel
rol oynayan iki prostetik porfirin grubu içerir.
Miyeloperoksidaz nötrofillerin primer granüllerinde depo edilir. Nötrofillerin
bakterisid etkisini göstermesi, MPO'nun güçlü bir oksidan molekül olan hipokloröz asit
(HOCl) üretimini katalizleme kapasitesinden ileri gelir. HOCl, klor iyonu (Cl) ve hidrojen
peroksit (H2O2)'den oluşur. Çeşitli inflamatuar durumlarda MPO hücre dışına salındığından,
plazmada ölçümü nötrofil aktivitesi için bir gösterge olarak kullanılabilir.
MPO düzeyleri, MPO kitleri EUROIMMUN (order no: CA 1211-96010)
kullanılarak enzim immunoassay (ELISA) yöntemi ile ölçüldü. Bu yöntemle MPO’ya karşı
oluşturulan IgG cinsi otoantikorların invitro ortamda kantitatif olarak ölçümünü
sağlamaktadır. Bu kit MPO ile kaplanmış kuyular içermektedir. İlk basamakta dilüe edilmiş
hasta örnekleri bu kuyularda inkübe edilir. Pozitif olan örneklerde spesifik IgG antikorları
antijenlere bağlanacaktır. Bu antijen antikor çiftlerini saptamak için örnekler iki defa inkübe
edilir. Bu ikinci inkübasyonda anti-human IgG ile etkilenmiş enzim kullanılır. Enzim
reaksiyon sonucu bir renk oluşumunu sağlar. Oluşan bu rengin yoğunluğu MPO’ya karşı
oluşturulan antikor konsantrasyonu ile doğru orantılıdır. Kullandığımız bu kitte normal sınır
için üst limit 20 RU/ml üzerindeki değerler pozitif olarak kabul edilir.
TEST KİTİNİN İÇERİĞİ
● MikroElisa stripleri (kuyuları): Her birisi MPO ile kaplı
● Kalibrasyon serumu 1, 200RU/ml (insan IgG): 1x1,3ml kullanıma hazır koyu
kırmızı renkte
● Kalibrasyon serumu 2, 20RU/ml (insan IgG): 1x1,3ml kullanıma hazır kırmızı
renkte
● Kalibrasyon serumu 3, 2RU/ml (insan IgG): 1x1,3ml kullanıma hazır açık
kırmızı renkte
● Pozitif kontrol serumu (insan IgG): 1x1,3ml kullanıma hazır mavi renkte
● Negatif kontrol serumu (insan IgG): 1x1,3ml kullanıma hazır yeşil renkte
37
● Enzim bileşiği anti-human IgG ile etiketlenmiş peroksidaz: 1x12ml kullanıma
hazır yeşil renkte
● Seyreltme tamponu: 1x100ml kullanıma hazır açık mavi renkte
● Yıkama tamponu:
● Kromojen / substrat solüsyonu: 1x12ml kullanıma hazır kromojen tetrametil
benzidin substrat: hidrojen peroksit
● Reaksiyon durdurma çözeltisi: 1x12ml kullanıma hazır 0,5ml sülfirikoksit
YÖNTEM
● Bütün solüsyonlar kullanımdan önce oda ısısına getirildi..
● Analiz edilecek plazma örnekleri 1:101 seyreltme tamponu ile sulandırıldı.
● 100ml kalibrasyon pozitif ve negatif serumların ve sulandırılmış test örneğinin
her biri ayrı ayrı kuyulara konuldu ve oda ısısında 30 dakika inkübe edildi.
● Kuyuların içeriği emici kağıt üzerine boşaltıldı. Kuyular her seferinde en az 30
saniye süreyle yıkama tamponu ile 3’er defa yıkandı.
● Her kuyuya 100 ml enzim konjugatı / substrat solüsyonu ilave edilip,15 dakika
oda ısısında ve karanlıkta inkübe edildi.
● Reaksiyonu durdurma solüsyonundan kromojen/substrat solüsyonu ilave edilme
sırası hızı ile her kuyuya 100 ml ilave edildi.
● Reaksiyonu durdurma solüsyonunun ilavesinden sonra 30 dakika içinde
renklerin yoğunluğunun 450 nm dalga boyu ile fotometrik ölçümü yapıldı.
● 20 RU/ml üzerindeki değerler pozitif olarak değerlendirildi.
38
4. BULGULAR
Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Polikliniği’nde Mart 2003 – Ekim 2004 tarihleri arasında yapılan çalışmamızda
epizodik öksürük, nefes darlığı, hırıltılı solunum semptomları ile gelen ve NHLBI-GINA
(National Heart, Lung and Blood Institute, Global Initiative for Asthma)’nın Astım Takip ve
Tedavi Raporunda bildirilen kriterlere göre astım tanısı konulmuş, yaşları 3-14 yaş arasında
değişen 115 hasta ve 30 kontrol grubu ile çalışıldı.
Astım tanısı konularak çalışmaya alınan hastaların yaşları 3-14 yaş arasında olup
ortalama 7,28 ± 3,2 yıldı. Hastalar en çok 3-5 yaş aralığında bulunuyordu (Şekil 4). Vakaların
%20,7’sinde şikayetler 1 yaşından önce, %65,2’sinde ilk 5 yıl içinde başlamıştı.
Semptomların ortalama başlangıç yaşı 3,92 ± 3,1 yıl idi. Olguların 60 (%52,2)’ı kız, 55
(%47,8)’i erkek idi. 69 (%60) hastada pasif sigara içiciliği, 20 (%17,3) hastanın annesinin
gebeliğinde sigara içme öyküsü, 28 (%24) hastada atopi öyküsü vardı (Şekil 5,6). Son bir yıl
içinde hışıltılı solunum nedeniyle hastaneye yatırılarak tedavi edilme sayısı ortalama 1,56 ±
2,2 idi. Hastaların genel özellikleri Tablo I’de özetlenmiştir.
Tablo I: Astım hastalarının genel özellikleri
Sayı 115(%100)
Cinsiyet (K /E) 60/55
Yaş (ort ± SD) 7,28 ± 3,2
Başlangıç yaşı (yıl) 3,92 ± 3,1
Pasif sigara içiciliği 69(%60)
Annenin gebeliğinde sigara içme öyküsü 20(%17,3)
Atopi öyküsü 28(%24)
Hospitalizasyon sayısı 1,56 ± 2,2
39
Kontrol grubu 17 (%56.7)’si kız, 13 (%43.3)’ü erkek olmak üzere toplam 30
hastadan oluşmaktaydı. Yaşları 3-14 yaş arasında değişmekteydi (8.2±3.2). Kontrol grubunun
özellikleri Tablo II’de gösterilmiştir.
Tablo II: Kontrol grubunun özellikleri
Sayı 30
Cinsiyet (E/K) 13/17
Yaş (ort ± SD) 8.2 ± 3.2
141312111098765432
yas
25
20
15
10
5
0
yas
Freq
uenc
y
Sık
lık
Yaş
Şekil 1: Astım hastalarının yaş dağılımı
40
Şekil 2: Astım hastalarında pasif sigara içiciliği
Şekil 3: Astım hastalarında atopi öyküsü
VarYok
70
60
50 χψ
40
Sıklık
30
20
10
0
Sigara
75
50
Sıklık
25
0 Yok Var
Atopi
41
Hastalar daha sonra GINA kriterlerine göre evrelendirildi. Evre 1 intermittan
49(%42,6), evre 2 hafif persistan 41(%35,7), evre 3 orta persistan 20(%17,4), evre 4 ağır
persistan 5 (%4,3) astımlı hasta vardı (Tablo III, Şekil 4).
Tablo III: Astım hastalarının evrelere göre dağılımı
n Yüzde(%)
Evre 1 İntermittan 49 42,6
Evre 2 Hafif persistan 41 35,7
Evre 3 Orta persistan 20 17,4
Evre 4 Ağır persistan 5 4,3
Total 115 100,0
50
Şekil 4: Astım hastalarının evrelere göre dağılımı
Ağır Persistan Orta Persistan Hafif Persistan İntermittanKontrol Astım
40
30
20
10
0
Sıklık
42
Evrelere ayrılan 115 astım hastası kendi aralarında yaş, cinsiyet, semptomların
başlangıç yaşı, annenin gebeliğinde sigara içme öyküsü, pasif sigara içiciliği, hospitalizasyon
sayısı yönünden karşılaştırıldı (Tablo IV).
Tablo IV: Astım hasta gruplarının genel özelliklerinin karşılaştırılması
Evre 1 Evre 2 Evre 3 Evre 4 Total
Sayı 49(%42,6) 41(%35,7) 20(%17,4) 5(%4,3) 115(%100)
Cinsiyet (K/E) 23/26 28/13 7/13 2/3 60/55
Yaş (yıl) 7,04 ± 3,3 7,32 ± 3,1 7,4 ± 3,1 8,8 ± 3 7,28 ± 3,2
Başlangıç yaşı (yıl) 3,99 ± 2,8 3,9 ± 3,4 3,81 ± 2,8 3,88 ± 4,7 3,92 ± 3,1
Annenin gebeliğinde
sigara içmesi 10(%8,6) 6(%5,2) 4(%3,4) - 20(%17,3)
Pasif sigara içiciliği 31(%26,9) 24(%20,8) 9(%7,8) 5(%4,3) 69(%60)
Hospitalizasyon
sayısı 1,22 ± 1,7 1,66 ± 2,1 2,2 ± 3,3 1,4 ± 1,3 1,56 ± 2,2
43
Son 2 hafta içinde sabah uyanma, gece nefes darlığı ve öksürük nöbetleri ile
uyanma, herhangi bir ciddi atak geçirme, β2-agonist kullanımında artma veya herhangi bir
astım semptomlarında artma, akut astım atağı olarak değerlendirildi. Toplam 115 hastanın
62 (%53,5)’si atak esnasında, 53 (%46,5)’ü asemptomatik olduğu dönemde çalışmaya alındı
(Şekil 5).
Şekil 5: Atak esnasında ve asemptomatik olduğu dönemdeki astım hastalarının dağılımı
Tüm astımlı hastaların ve kontrol grubunun serum MPO düzeyleri çalışıldı.
Hastaların genel özellikleri ve MPO düzeyi Tablo IX’da gösterilmiştir. Kontrol grubunun
genel özellikleri Tablo V’de gösterilmiştir.
Var Yok
70
60
50
40
Sıklık
30
20
10
0
Atak
44
Tablo V: Hasta grubunun genel özellikleri ve MPO düzeyleri
No Yaş
(yıl)
Cins Atak Astım
derecesi
Total
IgE
(IU/ml)
MPO
(RU/ml)
Pasif
sigara
içiciliği
Gebelikte
sigara
içme
1 4 erkek yok İntermittan 126 19,1 Yok yok
2 4 kız yok hafif persistan 314 22,6 Yok yok
3 4 erkek yok orta persistan 20 22,6 Yok yok
4 6 kız yok ağır persistan 21 21,6 Var yok
5 3 erkek yok intermittan 28 20,6 Var yok
6 10 erkek yok intermittan 247 18,0 Yok yok
7 11 erkek yok orta persistan 667 22,6 Yok yok
8 9 erkek yok hafif persistan 116 16,5 Var var
9 7 kız yok orta persistan 546 20,6 Yok yok
10 11 kız yok hafif persistan 4000 20,6 Yok yok
11 13 erkek var intermittan 2268 28,2 Var var
12 4 erkek var hafif persistan 226 25,1 Var yok
13 8 erkek var intermittan 462 29,2 Yok yok
14 10 erkek yok hafif persistan 211 21,6 Yok yok
15 14 kız yok intermittan 69 17,5 Var yok
16 14 erkek var intermittan 757 23,1 Var var
17 12 erkek yok ağır persistan 184 20,1 Var yok
18 6 kız yok ağır persistan 1272 21,6 Var yok
19 4 kız var orta persistan 100 26,2 Yok yok
20 7 erkek var hafif persistan 498 23,6 Yok yok
21 9 kız var orta persistan 1087 23,6 Yok yok
22 12 kız yok. ağır persistan 1452 20,1 Var yok
23 4 erkek var hafif persistan 85 24,5 Yok yok
24 4 erkek var intermittan 711 36,3 Yok yok
25 6 kız var orta persistan 1890 26,2 Var yok
26 11 erkek var intermittan 872 24,1 Var yok
45
No Yaş
(yıl)
Cins Atak Astım
derecesi
Total
IgE
(IU/ml)
MPO
(RU/ml)
Pasif
sigara
içiciliği
Gebelikte
sigara
içme
27 9 erkek yok intermittan 181 17,1 Var var
28 8 erkek yok intermittan 1982 16,5 Var var
29 3 erkek var intermittan 360 23,2 Yok yok
30 7 kız yok intermittan 621 21,1 Yok yok
31 4 erkek yok intermittan 1404 21,6 Yok yok
32 10 kız yok intermittan 1876 18,6 Yok yok
33 6 kız var orta persistan 240 24,6 Yok yok
34 5 erkek var intermittan 1152 23,1 Var yok
35 10 erkek yok hafif persistan 272 21,6 Var yok
36 10 kız var intermittan 304 29,7 Var var
37 6 erkek yok hafif persistan 219 20,1 Var var
38 9 kız var intermittan 97 24,1 Var yok
39 12 erkek yok hafif persistan 1038 22,6 Var yok
40 8 kız var hafif persistan 447 28,2 Var yok
41 4 kız var intermittan 198 29,2 Var yok
42 9 kız var orta persistan 157 29,7 Var yok
43 10 kız var orta persistan 211 28,2 Var yok
44 4 erkek var intermittan 521 27,2 Var var
45 5 erkek var hafif persistan 670 32,3 Yok yok
46 8 kız var intermittan 250 32,7 Var var
47 10 kız yok hafif persistan 357 21,6 Yok yok
48 7 erkek var hafif persistan 211 33,3 Yok yok
49 9 kız var hafif persistan 310 29,7 Var yok
50 4 kız var hafif persistan 503 29,3 Var yok
51 7 kız var intermittan 310 32,3 Var yok
52 7 erkek var intermittan 44 35,3 Var yok
53 9 erkek var orta persistan 643 29,8 Var yok
54 6 kız var intermittan 537 27,7 Yok yok
46
No Yaş
(yıl)
Cins Atak Astım
derecesi
Total
IgE
(IU/ml)
MPO
(RU/ml)
Pasif
sigara
içiciliği
Gebelikte
sigara
içme
55 12 kız yok intermittan 237 23,1 Yok yok
56 13 kız var intermittan 20 29,2 Yok yok
57 4 kız var intermittan 8 28,2 Yok yok
58 4 kız var hafif persistan 84 24,6 Var yok
59 8 erkek yok hafif persistan 110 20,6 Var yok
60 8 kız yok orta persistan 13 20,6 Var yok
61 2 kız yok intermittan 45 21,1 Yok yok
62 10 kız yok orta persistan 645 18,6 Var var
63 6 kız yok hafif persistan 369 25,0 Var yok
64 3 kız yok orta persistan 70 23,9 Yok var
65 3 erkek yok hafif persistan 20 18,1 Var yok
66 6 kız var orta persistan 359 24,1 Var yok
67 11 erkek yok hafif persistan 15 21,1 Yok yok
68 12 kız yok intermittan 1720 16,5 Yok yok
69 8 kız yok hafif persistan 1720 21,1 Var yok
70 7 erkek yok intermittan 157 17,1 Var yok
71 13 erkek yok hafif persistan 20 20,6 Var yok
72 13 erkek yok hafif persistan 2467 18,1 Yok yok
73 12 erkek yok hafif persistan 322 16,1 Var yok
74 11 erkek yok orta persistan 716 16,5 Yok yok
75 8 erkek var intermittan 237 23,7 Yok yok
76 4 kız yok hafif persistan 58 19,1 Yok yok
77 3 erkek yok intermittan 970 21,1 Var var
78 8 kız yok intermittan 632 18,6 Var var
79 8 kız var ağır persistan 582 23,1 Var yok
80 6 erkek yok hafif persistan 819 21,1 Yok yok
81 6 kız yok intermittan 80 20,6 Var yok
82 5 erkek yok hafif persistan 127 20,3 Yok Yok
47
No Yaş
(yıl)
Cins Atak Astım
derecesi
Total
IgE
(IU/ml)
MPO
(RU/ml)
Pasif
sigara
içiciliği
Gebelikte
sigara
içme
83 4 erkek var hafif persistan 83 24,0 Var Yok
84 5 kız var hafif persistan 95 23,6 Var Yok
85 4 kız yok intermittan 12 22,1 Yok Yok
86 4 erkek yok intermittan 1342 19,6 Var Yok
87 7 erkek yok hafif persistan 57 22,1 Var Yok
88 12 erkek yok hafif persistan 316 18,6 Yok Yok
89 6 erkek yok intermittan 132 20,6 Var Var
90 4 erkek var orta persistan 14 24,1 Var Var
91 5 erkek yok hafif persistan 60 23,1 Var Yok
92 3 kız var orta persistan 28 23,5 Yok Yok
93 13 erkek var hafif persistan 322 25,1 Var Yok
94 5 kız yok intermittan 60 19,6 Var Yok
95 5 kız var intermittan 62 29,2 Var Yok
96 6 kız var intermittan 47 28,2 Var Yok
97 5 erkek var hafif persistan 329 24,6 Yok Yok
98 3 erkek var intermittan 320 26,2 Var Yok
99 13 erkek yok orta persistan 180 19,6 Yok Yok
100 3 kız var intermittan 244 25,2 Var Yok
101 4 kız yok intermittan 310 20,6 Var Yok
102 10 erkek yok hafif persistan 2000 21,6 Var Var
103 5 erkek yok intermittan 15 22,2 Yok Yok
104 3 kız var hafif persistan 427 43,9 Var Yok
105 6 kız var intermittan 68 24,2 Var Yok
106 13 erkek yok intermittan 511 21,1 Var Yok
107 8 erkek var intermittan 321 22,6 Var Yok
108 4 erkek var orta persistan 154 24,2 Var Yok
109 6 erkek yok hafif persistan 6 18,6 Var Yok
110 6 kız var intermittan 18 25,0 Yok Yok
48
No Yaş
(yıl)
Cins Atak Astım
derecesi
Total
IgE
(IU/ml)
MPO
(RU/ml)
Pasif
sigara
içiciliği
Gebelikte
sigara
içme
111 7 erkek yok hafif persistan 466 20,6 Yok Yok
112 11 kız var orta persistan 174 33,0 Yok Var
113 10 kız yok intermittan 2345 14,5 Var Yok
114 2 erkek yok hafif persistan 120 15,5 Var Var
115 8 kız var hafif persistan 110 32,7 Yok Var
Tablo VI: Kontrol grubunun özellikleri ve MPO düzeyleri
No Yaş (yıl) Cinsiyet MPO (RU/ml)
1 3 kız 7,3
2 5 kız 6,4
3 9 kız 8,9
4 10 erkek 12,1
5 7 kız 15,0
6 5 erkek 13,0
7 9 erkek 7,1
8 12 kız 6,9
9 13 erkek 8,4
10 8 kız 14,0
11 14 kız 9,1
12 7 erkek 7,3
13 9 kız 6,4
14 7 erkek 8,5
15 6 kız 12,0
16 3 kız 14,0
17 7 kız 8,1
18 5 erkek 10,1
49
No Yaş (yıl) Cinsiyet MPO (RU/ml)
19 4 erkek 13,2
20 7 erkek 15,6
21 13 erkek 15,1
22 11 kız 9,6
23 10 kız 16,1
24 8 erkek 11,0
25 6 kız 11,0
26 14 erkek 7,9
27 12 kız 6,9
28 11 kız 8,9
29 7 kız 7,4
30 5 erkek 8,6
Astım hastaları ve kontrol grubunun MPO düzeyleri karşılaştırıldı. Tüm astım
hastaları ile kontrol gurubu arasında serum MPO düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı fark
tespit edildi (p<0,001) (Tablo VII).
Tablo VII: Hasta grubu ile kontrol grubunun serum MPO düzeylerinin karşılaştırılması
Serum MPO düzeyi
(RU/ml)
Hasta grubu
(ort ± SD)
Kontrol grubu
(ort ± SD)
P
23,4 ± 4,9 10,19 ± 3,07 <0.001
GINA kriterlerine göre evrelendirilen astımlı hasta grupları MPO düzeyleri
açısından kontrol grubu ile karşılaştırıldığında tüm gruplarda istatistiksel olarak anlamlı bir
fark saptandı (p<0,001) (Tablo VII). Ancak gruplar kendi aralarında karşılaştırıldığında astım
grupları arasında serum MPO düzeyi açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
gözlenmedi (p>0,05) (Tablo IX).
50
Tablo VIII: Astımlı hastaların serum MPO düzeyinin kontrol grubu ile karşılaştırılması
HASTA
GRUPLARI
n
MPO (RU/ml)
(ort ± SD)
Kontrol Grubu
MPO
(ort ± SD)
p
İntermittan 49 23,58 ± 5,07
10,19 ± 3,07
p<0,001
Hafif persistan 41 23,24 ± 5,39 p<0,001
Orta persistan 20 24,11 ± 4,02 p<0,001
Ağır persistan 5 21,30 ± 1,26 p<0,001
Total 115 20,712 ± 7,07 p<0,001
Tablo IX: Astımlı hasta grupları arasında MPO düzeyinin değerlendirilmesi
Astım Gruplar Ortalama
farklılık
Standart
sapma p
İntermittan
Kontrol 13,387 1,07 <0,001
Hafif persistan 0,340 0,977 >0,05
Orta persistan -0,526 1,225 >0,05
Ağır persistan 2,283 2,167 >0,05
Hafif persistan
Kontrol 13,047 1,110 <0,001
İntermittan -0,340 ,9767 >0,05
Orta persistan -0,866 1,259 >0,05
Ağır persistan 1,944 2,186 >0,05
Orta persistan
Kontrol 13,913 1,332 <0,001
İntermittan 0,526 1,225 >0,05
Hafif persistan 0,866 1,259 >0,05
Ağır persistan 2,810 2,308 >0,05
Ağır persistan
Kontrol 11,103 2,229 <0,001
İntermittan -2,284 2,167 >0,05
Hafif persistan -1,944 2,186 >0,05
Orta persistan -2,810 2,308 >0,05
51
115 bronşiyal astım hastasında gruplar arasında serum IgE, eozinofil ve nötrofil
yüzdeleri karşılaştırıldı (Tablo X). Astım hastaları kendi aralarında karşılaştırıldığında gruplar
arasında serum IgE düzeyi, eozinofil ve nötrofil yüzdeleri açısından da anlamlı bir farklılık
tespit edilmedi (p>0,05).
Tablo X: Astımlı hasta gruplarında serum IgE, MPO düzeyi, eozinofil ve nötrofil yüzdesi
MPO (RU/ml)
(ort±SD)
Eozinofil (%)
(ort±SD)
IgE (IU/ml)
(ort±SD)
Nötrofil (%)
(ort±SD)
İntermittan 23,5 ± 5,07 5,7 ± 4,1 516,2 ± 625,5 49,4 ± 13,0
Hafif persistan 23,2 ± 5,3 5,7 ± 3,5 487 ± 771,8 49,12 ± 12,4
Orta persistan 24,1 ± 4,0 5,6 ± 3,4 395,7 ± 462,5 51,5 ± 10,4
Ağır persistan 21,3 ± 1,2 4,8 ± 3,6 702,2 ± 639,1 53,2 ± 12,2
Total 23,4 ± 4,9 5,6 ± 3,7 493,1 ± 653,9 49,8 ± 12,2
115 bronşiyal astım hastasından atak esnasında 62 hastada, asemptomatik olduğu
dönemde bakılan 53 hastada çalışılan serum IgE, MPO düzeyleri, eozinofil ve nötrofil
yüzdeleri karşılaştırıldı (Tablo XI).
Atak esnasında ve asemptomatik dönemde çalışılan astım hastaları arasında MPO
düzeylerinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı. Atak esnasında serum MPO düzeyi
daha yüksekti (r = 0,844, p<0,001) (Tablo XI, Şekil 6).
Atak esnasında ve asemptomatik dönemde çalışmaya alınan bronşiyal astım
hastaları arasında IgE düzeylerinde, eozinofil yüzdelerinde anlamlı bir farklılık yoktu
(p>0,05) (Tablo XI). Her iki grup arasında nötrofil yüzdeleri karşılaştırıldığında ise,
istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edildi. Atak esnasında nötrofil yüzdesi daha yüksekti
(r=0,762, p<0,001) (Tablo XI).
52
Tablo XI: Atak esnasında ve asemptomatik dönemde çalışılan astım hastaları arasında
serum IgE, MPO düzeyleri, eozinofil ve nötrofil yüzdeleri
Atak Asemptomatik r p
IgE 381,6/432,6 574,3/785,6 -0,07 >0,05
Eozinofil( %) 6,2/4,0 5,2/3,3 0,122 >0,05
Nötrofil( %) 54,9/9,3 37,06/4,1 0,839 <0,001
MPO( RU/ml) 27,3/4,2 20,8/2,2 0,844 <0,001
Şekil 6: Atak esnasında ve asemptomatik dönemde çalışılan astım hastaları arasında
MPO düzeyi
VarYok
30,0
25,0
20,0
Atak
15,0
10,0
5,0
0,0
Mea
n m
po
53
Tüm bronşiyal astım hastalarında MPO düzeyi ve nötrofil yüzdeleri
karşılaştırıldı. Aralarında istatistiksel olarak anlamlı ilişki tespit edildi ( r =0,641, p<0,001)
(Şekil 7).
Şekil 7: Astım hastalarında serum MPO düzeyi ile nötrofil yüzdesi arasındaki ilişki
80604020
νοτροφιλ
40,0
30,0
Mpo
20,0
10,0
Nötrofil
54
5. TARTIŞMA
Mast hücreleri, eozinofiller ve T-lenfositler başta olmak üzere değişik hücrelerin
rol oynadığı havayollarının kronik inflamatuar bir hastalığı olarak tanımlanan astım Yunanca
'soluksuzluk' veya 'ağzı açık solumak' sözlük anlamlarını taşır. Son 20 yılda astım patoloji,
patofizyoloji, immünoloji ve farmakolojisinde önemli ilerlemeler kaydedilmiş olmasına
rağmen hastalık hala tam olarak tanımlanabilmiş ve sınıflanabilmiş değildir. Duyarlı kişilerde
havayollarında oluşan inflamasyon, nöbetler şeklinde gelen öksürük, nefes darlığı, hışıltılı
solunum, göğüste sıkışma hissine neden olmaktadır ve yakınmalar özellikle gece ve sabaha
karşı ortaya çıkmaktadır. Hastada varolan bu semptomlar, havayollarında meydana gelen
daralmalara bağlıdır. Bu daralma değişik derecelerde olup, genellikle geriye dönüşebilen
niteliktedir ve kendiliğinden veya tedavi ile düzeltilebilir. Kronik inflamasyon, havayollarının
değişik uyarılara karşı duyarlılığının artmasına, bir başka deyişle bronş hiperreaktivitesine de
neden olabilmektedir (1,2,3).
Astımda hava yolu inflamasyonunun ve kronik değişikliklerin hastalığın çok erken
döneminde hatta klinik bulgular daha ortaya çıkmadan önce başladığı düşünülmektedir.
Ancak bu inflamasyonun karakteristik özelliği henüz netlik kazanamamıştır. Eozinofilik
inflamasyonla giden klasik alerjik astımın yanı sıra makrofaj ve nötrofil artışının olduğu
noneozinofilik astım vakalarının giderek artan sayıda tespiti, hastalığın histopatolojisinde bir
heterojenitenin varlığını göstermektedir.
Astım tek bir hastalık olarak değil de, geri dönüşümlü hava yolu obstrüksiyonunun
olduğu bir sendrom olarak tanımlanmasına ve histopatolojisinde heterojeniteden
bahsedilmesine rağmen tedavi şekli çoğunlukla aynıdır. Bu heterojenitenin sebep olduğu ve
açıklanması gereken diğer bir konu da havayolu inflamasyonu ile astım semptomlarının
ciddiyeti arasında bir ilişki olup olmadığı ve havayolu hiperreaktivitesini belirlemede bir
marker olarak kullanılıp kullanılamayacağıdır.
Astımda var olan kronik inflamasyonun mekanizmasının tam olarak anlaşılması,
hastalığın tanısında, takibinde ve tedavinin şekillenmesinde gelişmelere ışık tutacaktır.
Havayolu inflamasyonunu doğrudan gösteren ve invaziv olmayan yöntemler araştırılmaktadır.
Son yıllarda balgam, serum, ve soluk havası bu amaçla kullanılmaktadır. Eozinofil, ECP,
nötrofil ve MPO başta olmak üzere birçok hücre ve enzim düzeyine bakılarak inflamasyonun
55
karakteristik özelliği anlaşılmaya çalışılmaktadır. Astımda var olan kronik inflamasyonda
eozinofillerin önemli etkilerinin olduğu gösterilmesine rağmen özellikle nötrofillerin astımın
patofizyolojisindeki rolü tam olarak anlaşılamamıştır (4,5).
Bizim çalışmamızda; Sağlık Bakanlığı Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği’nde Mart 2003 – Ekim 2004 tarihleri arasında takip
edilen 3-14 yaşları arasındaki 115 hastada, nötrofil aktivasyonunun bir göstergesi olan ve
bakterisidal etki gösteren MPO enziminin düzeyini serumda ölçtük. Hasta grubunun
sonuçlarını, aynı yaşlardaki büyüme ve gelişmenin izlenmesi için ya da aşı yapılmak üzere
sağlam çocuk polikliniğine başvuran 30 sağlıklı çocukta bakılan serum MPO düzeyinin
sonuçlarıyla karşılaştırdık. Astımda varolan kronik inflamasyonda, nötrofillerin yerini
değerlendirmeye çalıştık, ayrıca hastalığın ağırlığı ve alevlenmelerle olan ilişkisini araştırdık.
Bronşiyal astımda semptomlar olguların yaklaşık %20’sinde 1 yaşından önce,
%60’ında 5 yaşından önce ve %10’nunda geç çocukluk döneminde başlar. Bu yaşlarda astım
görülme sıklığı erkek çocuklarda kızlardan yaklaşık iki kat fazladır. Bu oran adölesana doğru
giderek küçülür ve erişkinde cinsiyet oranı tersine döner (9). Bizim çalışmamızda, vakaların
yaşları 3-14 arasında değişmekteydi. Hastalar en sık 3-5 yaş aralığında tespit edildi.
Vakalarımızın %20,7’sinde şikayetler 1 yaşından önce, %65,2’sinde ilk 5 yıl içinde
başlamıştı. Semptomların ortalama başlangıç yaşı 3,92 ± 3,1 idi. Bu bulgular literatür ile
uyumlu idi. Yalnız bizim çalışmamızda her iki cinsiyet arasında bir farklılık yoktu, hastaların
60 (%52,2)’ı kız , 55 (%47,8)’i erkek idi.
Sigara içiciliğinin ve sigara dumanına maruz kalışın astım gelişiminde önemli bir
risk faktörü olduğuna dair bilgiler netleşmektedir. Almanya’da çok merkezli yapılan bir
çalışmada, intrauterin sigara dumanına maruz kalmanın okul çağı astım gelişiminde önemli
bir risk faktörü olduğu tespit edilmiştir (76). Yine Weiss ve Ronchetti tarafından yapılan 2
ayrı çalışmada pasif sigara içiciliği ile alerjik duyarlılığın ve IgE üretiminin arttığı
gösterilmiştir (77,78). Martinez ve arkadaşları yaptıkları başka bir çalışmada, intrauterin
dönemde annenin sigara içmiş olması ile çocuklarda persistan wheezing, astım veya geçici
erken wheezing gelişimi arasında anlamlı bir ilişki olduğunu tespit etmişlerdir (79).
Chilmonezyk ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada da pasif sigara içiciliğinin çocuklarda
astım ataklarının gelişiminde önemli bir tetikleyici faktör olduğu, ayrıca semptomların
sıklığının ve şiddetinin artmasına da neden olduğu gösterilmiştir (80).
56
Astım tedavisinde temel ve en önemli basamaklardan birisi semptomların ortaya
çıkışına sebep olan, sıklığını ve şiddetini arttıran çevresel faktörleri ortadan kaldırmaktır.
Bizim çalışmamızda 115 astım hastasının 20(%17,3)’sinde annesinin gebeliğinde sigara içme
öyküsü mevcuttu. Yine 115 hastanın 69(%60)’unda pasif sigara içiciliği vardı. Maternal
sigara içiciliği ve çocukların sigara dumanına maruz kalışı bu faktörlerden önemli bir tanesi
olunca ve bizim çalışmamızda da olduğu gibi bunun sayısının çok fazla olduğu göz önüne
alınırsa ailelerin bu konuda daha fazla eğitilmesi ve uyarılması gerektiği anlaşılmaktadır.
Atopinin varlığı persistan astımın gelişmesinde ve semptomların şiddetinin
artışında önemli bir risk faktörüdür (81). Blair’in yaptığı çalışmada ekzemanın klinik
devamlılığı astım şikayetlerinin devamlılığı ile korele bulunmuştur (82). Biffum ve Settipare
ekzema ve pozitif deri testi olan çocuklarda daha ciddi astım bulguları tespit etmişlerdir (83).
Çocukluk Çağı Astım Yürütme Programı’nda (CAMP) 1000’den fazla çocukta yapılan bir
çalışmada yüksek IgE düzeyi ve pozitif deri testi olan çocuklarda artmış metakolin cevabı
bulundu (82). Kulig ve arkadaşları yaptıkları çalışmada çocuklarda duyarlılığın devam etmesi
ve pozitif atopik aile öyküsünün varlığı 5 yıl içinde astım gelişme riskini %67 oranında
arttırdığını göstermişlerdir (84). Çocukların daha erken yaşlarda yiyecek ve aeroalerjene karşı
duyarlı hale gelmeleri, ekzemanın ve hiper IgE’nin varlığı ve ailede pozitif atopi öyküsü
astımın gelişme ve persiste etme riskini artırmaktadır (81).
Atopi ile astım arasında böyle kuvvetli bir ilişki olmasına rağmen her astım
hastasında atopi ile birliktelik düşünmemek gerekir. Pearce ve arkadaşlarının yaptıkları
çalışmalarda astım hastalarının %50’sinden daha azında atopi bulunmuştur (85,86). Astım ve
atopinin karşılaştırıldığı başka bir çalışmada, toplumda astım sıklığının giderek artmasına
rağmen atopide aynı artışın olmadığı tespit edilmiştir (87).
Bizim çalışmamızda da bu çalışmalara benzer olarak 115 hastadan 28 (%24)’inde
atopi öyküsü mevcut idi.
Astım tanısı almış hastaların tedavisi ve takibi planlanırken, ilk olarak hastalığın
ağırlığının saptanması gerekir. NHLBGI-GINA (National Heart, Lung and Blood Institute,
Global Initiative for Asthma)’nın Astım Takip ve Tedavi Raporunda belirtildiği gibi
semptomların derecesi solunum fonksiyon testlerinde olan azalmalar ve semptomları
gidermek için gereksinim duyulan günlük bronkodilatör ilaç miktarlarına bakılarak hastalığın
ağırlığı saptanır (23). Ağırlığına göre hastalar dört grupta incelenir. Bunlar; intermittan, hafif
persistan, orta persistan ve ağır persistandır. Vakaların %70-75’i intermittan-hafif persistan,
%20-25’i orta persistan, %5-7’si ağır persistan astımdır (11).
57
Bizim yaptığımız çalışmada da bu rapora uygun olarak evre 1 intermittan
49(%42,6), evre 2 hafif persistan 20(%17,4), evre 3 orta persistan 20(%17,4), evre 4 ağır
persistan 5 (%4,3) hasta vardı.
Eozinofillerle astım arasındaki birliktelik yaklaşık 100 yıldan beri bilinmektedir
(88,89). Günümüzde astım mast hücreleri eozinofiller nötrofiller ve T lenfositler başta olmak
üzere çeşitli hücrelerin rol aldığı hava yollarının kronik inflamatuar bir hastalığı olarak
tanımlanır. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda astımın değişik fenotiplerinin
tanımlandığı heterojen bir hastalık olduğu gösterilmiştir. Eozinofilik inflamasyonla giden
klasik hastalığın yanı sıra, tekrarlayan wheezing atakları olan infantlardan alınan
bronkoalveoler lavajda makrofaj ve nötrofillerin arttığı görülmüştür (50). Douves ve
arkadaşları 2002 yılında yaptıkları çalışmada eozinofilik astımın bir başka deyişle alerjik
astımın çocuklarda görülme oranının %46, erişkinlerde ise %53 olduğunu belirtmişlerdir (51).
Yine aynı çalışmada noneozinofilik astımın hem çocuklarda hem de erişkinde yaygın
olduğunu dolayısı ile astımın iki yada daha fazla alt grubunun olabileceğini ve bunların
patagonezlerinin farklı olmasına rağmen semptom ve bulgularının aynı şekilde ortaya
çıkabileceğini belirtmişlerdir (51).
Bizim çalışmamızda 115 astım hastasında ortalama eozinofil yüzdesi 5,6 ± 3,7 idi.
Bu hafif düzeyde bir eozinofili idi. Belirgin bir eozinofilinin olmaması alerjik mekanizmanın
astım patogenezinde tek ve/veya en önemli mekanizma olmadığının bir göstergesi sayılabilir.
Bu sonuç; astım, önlem ve tedavi stratejilerinin gelişimi açısından önemli olacaktır, çünkü
günümüzde neredeyse tüm bu stratejiler alerjenden uzak durma ve alerjik-eozinofilik astımın
tedavisi üzerine yoğunlaşmıştır.
Havayolu inflamasyonunun özellikle eozinofilinin astım semptomlarının şiddetini
belirlemede bir rolü olup olmadığı birçok araştırmanın konusu olmuştur. Louis ve ekibinin bu
ilişkiyi göstermek üzere 74 astım hastasında yaptıkları çalışmada hastalığı şiddeti arttıkça
balgamdaki eozinofilinin astımın ağırlığını belirleyen bir marker olabileceğini öne
sürmüşlerdir (90). Gibson ve arkadaşları eozinofili ile astım semptomları arasında bir ilişki
tespit edememişlerdir (91). Wenzel ve Ordanez’in yaptıkları iki ayrı çalışmada ise
noneozinofilik inflamasyonun ağır astım hastalarının tipik karakteristiği olduğu gösterilmiştir.
(92,93). Ayrıca noneozinofilik inflamasyonun hafif ve orta derecedeki astımlılarda da yaygın
olduğunu gösteren çalışmalar da mevcuttur (51).
Biz çalışmamızda astım semptomlarının şiddeti ile eozinofili arasında bir ilişki
tespit edemedik. 115 astım hastasını hastalığın ağırlığına göre 4 gruba ayırdığımızda tüm
58
gruplar arasında eozinofili açısından bir fark tespit edilmedi (p>0,05). Havayolu
inflamasyonunun astımın ağırlığını nasıl etkilediğinin gösterilebilmesi için yeni çalışmalara
ihtiyaç vardır.
Astım atakları ile eozinofili arasında bir ilişkinin olup olmadığını göstermek
amacıyla Turner ve arkadaşları yaptıkları çalışmada, orta derecedeki alevlenmeleri olan 34
astım hastasının balgam incelemelerinde, bunlardan 16 tanesinde eozinofili olmadığını tespit
etmişlerdir (94). Norzilla ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada astımlı hastalarda akut
alevlenmeler esnasında havayollarında inflamatuar hücrelerden hem eozinofil hem de nötrofil
sayısının ve aktivitesinin arttığını göstermişlerdir (95).
Çalışmamızda, atak esnasında değerlendirilen 62 hastada ortalama eozinofili
yüzdesi 6,2 ± 4,0 iken asemptomatik olduğu dönemde bakılan 53 hastada ortalama eozinofil
yüzdesi5,2 ± 3,3 idi. Atak esnasında eozinofili daha yüksek tespit edilmesine rağmen bu
istatistiksel olarak anlamlı değildi (r = 0,122 , p>0,05). Son birkaç yıla kadar astım, alerji ve
eozinofili çoğunlukla birlikte düşünülürken, astım hastalarında havayolu inflamasyonunun
araştırıldığı çalışmaların artması ile özellikle alevlenmelerle eozinofilinin, bizim
çalışmamızda da gösterildiği gibi her zaman korele olmadığı tespit edilmiştir. Bu da yeni
önlem ve tedavi stratejileri geliştirilmesini gerektirmektedir.
Güncel bilgiler ışığında astımın patolojisinde bir heterojeniteden söz etmek
mümkündür. Astımda aktive olmuş inflamatuar hücrelerin infiltrasyonu ve bunlardan salınan
mediyatörler inflamasyonu başlatır. Bu inflamatuar cevapta eozinofillerin önemli etkilerinin
olduğu gösterilmesine rağmen özellikle nötrofillerin astımın patofizyolojisindeki rolü tam
olarak anlaşılamamıştır (4,5). Bu amaçla nötrofillerin aktivasyonunu gösteren
miyeloperoksidaz enzim düzeyi ile ilgili birçok çalışma yapılmıştır.
Birçok çalışmada astım hastalarında sağlıklı kişilere göre daha yüksek MPO
düzeyi tespit edilmiştir. Barbato ile Douwes ve arkadaşlarının yaptıkları iki ayrı çalışmada
tüm astım hastaları kontrol gurubu ile karşılaştırıldığında tüm astım hastalarında nötrofil
sayısı, MPO ve ECP (eozinofilik inflamasyon markeri) düzeyi anlamlı alarak yüksek
bulunmuştur (96,51). Gibson ve ekibinin persistan astım hastalarında yaptıkları bir çalışmada
iki farklı inflamatuar cevap tespit edilmiştir. Hastaların %41’inde eozinofilik inflamasyon,
%59’unda noneosinofilik inflamasyon görülmüştür. Noneosinofilik grupta daha fazla olmak
üzere her iki grup da kontrol vakaları ile karşılaştırıldığında MPO düzeyi yüksek bulunmuştur
(91). Monteseirin ve arkadaşları astım hastalarında nötrofillerden MPO‘nun salınımının
59
arttığını tespit etmişlerdir (97). Carlson ve ekibinin yaptıkları çalışmada astım hastalarında
kontrol gurubuna göre, eozinofil ve nötrofil sayısının ve aktivitesinin, dolayısıyla serum ECP
ve MPO düzeylerinin arttığı gösterilmiştir (98).
Bizim çalışmamızda 115 astım hastası 30 sağlıklı kontrol grubu ile
karşılaştırıldığında serum MPO düzeyi tüm astım hastalarında istatistiksel olarak anlamlı
olarak yüksek tespit edildi (p<0,001). Hastalarımızda hafif düzeyde bir eozinofiliye rağmen
nötrofil aktivasyonunu gösteren miyeloperoksidaz düzeyinde anlamlı artışın tespit edilmesi
astımda var olan kronik inflamasyondaki heterojeniteyi ve nonalerjik astımın tahmin
edilenden daha yaygın olabileceği görüşünü desteklemektedir.
Havayolu inflamasyonu ile astım semptomlarının şiddeti arasında bir ilişki olup
olmadığına yönelik araştırmalarda MPO düzeyine bakılmış ve farklı sonuçlar elde edilmiştir.
Barbato ve Douwes’in yaptıkları iki ayrı çalışmada intermittan astım hastalarında nötrofil
sayısı ve MPO düzeyi hafif-orta persistan astım hastalarına göre daha düşük tespit edilmiştir
(96,51). Başka bir çalışmada MPO düzeyi ile akciğer fonksiyonunu gösteren FEV1 arasında
ters orantılı bir ilişkiyi tespit etmişlerdir (97). Louis ve ekibi nötrofilinin ve artmış MPO
düzeyinin daha çok ağır astım hasta grubunun özelliği olduğunu göstermişlerdir (90). Sur ve
arkadaşları da ani ölümcül astımda nötrofilinin baskın olduğunu tespit etmişlerdir (99).
Bununla birlikte hastalığın şiddeti ile MPO düzeyi arasında bir ilişki bulamayan çalışmalar da
mevcuttur (98).
Biz de çalışmamızda GINA’ya göre evrelendirilen bronşiyal astımlı hastaların
MPO düzeylerini değerlendirdik. Bu hasta grupları MPO düzeyleri açısından kontrol grubu ile
karşılaştırıldığında tüm gruplarda istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı ( p<0,001). Ancak
gruplar kendi aralarında karşılaştırıldığında astım grupları arasında serum MPO düzeyi
açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık gözlenmedi (P>0,05) (Tablo XIV).
Hastalarımızın büyük kısmının intermittan ve hafif persistan astım gruplarına dahil olması,
ağır persistan hasta sayısının kısıtlı olması, serum MPO düzeyi ile hastalığın şiddeti arasında
bir ilişki gösteremememize neden olabilir; ya da diğer literatürlerde de belirtildiği gibi, serum
MPO düzeyi ile astım semptomlarının ağırlığı arasında direkt bir ilişki yoktur.
Astım atağı esnasında nötrofilin baskın olduğu heterojen bir inflamasyon ilk defa
Fahy ve arkadaşları tarafından erişkinlerde yapılan bir çalışmada tespit edilmiştir (100). Son
10 yıl içerisinde akut astım atağında karakteristik havayolu inflamasyonunun tipini belirlemek
üzere birçok çalışma yapılmıştır (100-102). Alevlenmeler sırasında eozinofil ve mast
hücrelerinin ön planda olduğu stabil astımdan farklı bir inflamasyon olabileceği
60
düşünülüyordu (103). Akut atakta hücre infiltrasyonunun tipinin belirlenmesi alevlenmelerin
sebebi, mekanizması ve tedavisi hakkında yol gösterici olacaktır.
Erişkinlerde yapılan çalışmalarda atak esnasında stabil astıma göre total hücre
sayısında artış gösterilmiştir (100-102). Norzila ve ekibi, akut astım atağıyla gelen çocuklarda
eozinofil, nötrofil ve mast hücrelerinin olduğu heterojen havayolu inflamasyonunu
saptamışlardır (95). Atak esnasında ve ani-fatal astımda havayolu inflamasyonunda
nötrofillerin daha yoğunlukta olduğu başka çalışmalarda da gösterilmiştir (94,99).
PIN ve ekibinin stabil astımlılarda yaptıkları çalışmada ise kontrol ve hasta grubu
arasında MPO düzeyinde bir farklılık tespit edilememiştir (104). Chai ve arkadaşlarının stabil
astımlılarda yaptıkları başka bir çalışmada da benzer sonuçlar elde edilmiştir (105).
Araştırmamızda 115 hastanın 62 (%53,5)’si atak esnasında, 53 (%46,5)’ü
asemptomatik olduğu dönemde çalışmaya alındı. Nötrofilik inflamasyon markeri olan MPO
enzim düzeyine serumda bakıldı. Atak sırasında bakılan MPO düzeyi 27,3 ± 4,2 RU/ml iken,
asemptomatik astım hastalarında bakılan serum MPO düzeyi 20 ± 2,2 RU/ml idi. Bu farklılık
istatistiksel olarak anlamlı (p<0,001) ve literatür ile uyumlu idi. Atak sırasında asemptomatik
döneme göre serum MPO düzeyinin daha yüksek tespit edilmesinin sebebi astımın farklı bir
patofizyolojisinden ya da alevlenmelere sebep olan viral enfeksiyonlara bağlı olabilir. Çünkü
çocuklarda astım ataklarının çoğunlukla üst solunum yolu enfeksiyonu ile beraber olduğunu
ve bunlarında büyük bir kısmında virüslerin etken olduğunu gösteren kaynaklar mevcuttur
(106). Viral enfeksiyon esnasında makrofaj ve epitel hücreleri tarafından üretilen IL-8’in
nötrofiller için kemotaktik olduğu gösterilmiştir (107,108). Yapılan başka çalışmalarda da
viral enfeksiyonun sebep olduğu astım atakları sırasında nötrofilik infiltrasyon gösterilmiştir
(100,107,109).
Sonuç olarak biz çalışmamızda; astımın her zaman atopi, alerji ve eozinofili ile
beraber olmadığını, astımın patofizyolojisinde heterojeniteyi ve ataklar esnasında nötrofilinin
ön planda olduğu bir inflamasyonu gösterdik. Günümüzde astımda korunma ve tedavi
stratejilerinin çoğunlukla alerjenden uzak durma ve eozinofilik inflamasyonu engellemeye
yönelik olması tespit ettiğimiz bu sonuçların ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Bununla birlikte astım patofizyolojisinin daha net aydınlatılabilmesi, korunma ve tedavi
yöntemlerinin geliştirilebilmesi için yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
61
6. ÖZET
Günümüzde astım; mast hücreleri, eozinofiller, nötrofiller ve T lenfositler başta
olmak üzere değişik hücrelerin rol oynadığı hava yollarının kronik inflamatuar bir hastalığı
olarak tanımlanır.
Kliniğimizde yaşları 3-14 yıl arası değişen 115 astım hastasında yaptığımız
çalışmamızda, hastaların 28 (%24)’inde atopi öyküsü tespit edildi. Vakaların ortalama
eozinofil yüzdesi 5,6 ± 3,7 idi. 115 astım hastası 30 sağlıklı kontrol grubu ile
karşılaştırıldığında serum MPO düzeyi tüm astım hastalarında istatistiksel olarak anlamlı ve
yüksek tespit edildi (p<0,001). 115 astım hastasını, hastalığın ağırlığına göre 4 gruba
ayırdığımızda (intermittan, hafif-orta-ağır persistan astım) tüm gruplar arasında eozinofili ve
MPO düzeyi açısından bir fark tespit edilmedi (p>0,05). Astım atakları ile inflamatuar yanıt
arasındaki ilişkiyi değerlendirmek üzere eozinofil yüzdesi ve MPO düzeyi karşılaştırıldı. Atak
esnasında değerlendirilen 62 hastada ortalama eozinofil yüzdesi 6,2 ± 4,0 RU/ml, serum
MPO düzeyi 27,3 ± 4,2 RU/ml iken, asemptomatik astım hastalarında ortalama eozinofil
yüzdesi 5,2 ± 3,3 RU/ml, serum MPO düzeyi 20 ± 2,2 RU/ml idi. Atak esnasında eozinofili
daha yüksek tespit edilmesine rağmen bu istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). Ancak
MPO düzeyindeki farklılık istatistiksel olarak anlamlı (p<0,001) idi.
Sonuç olarak biz çalışmamızda; astımın her zaman atopi, alerji ve eozinofili ile
beraber olmadığını, astımın patofizyolojisinde heterojeniteyi ve ataklar esnasında nötrofilinin
ön planda olduğu bir inflamasyonu gösterdik. Günümüzde astımda korunma ve tedavi
stratejilerinin çoğunlukla alerjenden uzak durma ve eozinofilik inflamasyonu engellemeye
yönelik olması tespit ettiğimiz bu sonuçların ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Bununla birlikte astım patofizyolojisinin daha net aydınlatılabilmesi, korunma ve tedavi
yöntemlerinin geliştirilebilmesi için yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
62
7. KAYNAKLAR
1. Aydilek R. Alerjik Hastalıklar ve Bronşiyal Astma. 1.Baskı. Özlem Grafik Matbaacılık
Ltd Şti. İstanbul: 1998.
2. Gemicioğlu B. Bronş astımı. Erk M. Göğüs Hastalıkları. 2.Baskı. Santay Sanayi ve
Ticaret Lti Şti. İstanbul: 2001; 621-642.
3. Lenfant C. Global Strategy for Asthma Management and Prevention. National institutes of
health. Bethesda: 2002.
4. Djukanovic R, Roche WR, Wilson JW, et al. Mucosal inflammation in asthma. Am Rev
Respir Dis 1990;142: 434–457.
5. Kelly C, Ward C, Stenton CS, et al. Number and activity of inflammatory cells in
bronchoalveolar lavage fluid in asthma and their relation to airway responsiveness. Thorax
1988; 43: 684–692.
6. Türktaş H, Türktaş İ. Astma. 1.Baskı. Bozkır Yayıncılık, Ankara: 1998; 1-93.
7. Kaplan AP, Kuna P, Reddigari SR. Chemokines as allergic mediators-relationship to
histamine-releasing factors. Allergy 1994; 49: 495-501.
8. Bayındır Ü, Erkan F, Kalyoncu F, Mısırlıgil Z, Türktaş H. Ulusal astım tanı ve tedavi
rehberi. Toraks Dergisi Cilt 1, Ek 1 Nisan 2000.
9. Tuncer A. Çocukluk çağında bronşial astım tanısı ve ayırıcı tanısı. Katkı Pediatri Dergisi
1997; 18: 712-23.
10. Türktaş İ. Astımda havayolu inflamasyonunun klinik değerlendirilmesi. Allerji ve
İmmünoloji Bülteni 2001; 35-36: 19-20.
11. Karaman Ö. Astım tedavisinde yenilikler. 38. Türk Pediatri Kongresi. 2002; 185-189.
12. Kuyucu S, Kalaycı Ö. Bronşial astma immünopatolojisi. Katkı Pediatri Dergisi 1997; 18:
63
697-704.
13. Welliver CR. Immunologic mechanisms of virus-induced wheezing and asthma. J Pediatr.
1999; 135: 14-20.
14. Creticos PS. The consideration of immunotherapy in the treatment of allergic asthma. J
Allergy Clin Immunol 2000; 105: 1-24.
15. Lombardi C, Passalacqua G, Ciprandi G, Scordamaglia A, Caninica GW. Relationship
between degree of nonspecific hyperresponsiveness and number of positive skin tests in
asthmatics. Monaldi Arch Chest Dis 2000; 55: 181-4.
16. Leff A. Pathogenesis of asthma. Chest 1982; 81: 224-9.
17. Nimmagadda SR, Evans R. Allergy: etiology and epidemiology. Pediatrics 1999; 20: 111-
5.
18. Bousquet J and the ARIA Workshop Group. Co-morbidity and complications. J Allergy
Clin Immunol 2001; 108: 198.
19. Bousquet J, Cauwenberge P. Allergic rhinitis and its impact on asthma initiative (ARIA).
A pocket guide for physicians and nurses. 2001; 108: 147-336.
20. Lundblad L. Allergic rhinitis and allergic asthma: A uniform airway disease? Allergy
2002; 57: 969-971.
21. Kendirli S. Allerjik hastalıkların doğal gidişi ve prognozu. Allerji ve İmmünoloji Bülteni
2001; 35-36: 16-18.
22. Sheffer AL. Guidelines for the diagnosis and management of asthma. J Allergy Clin
Immunol 1991; 88: 425-534.
23. Baterman ED, Barnes PJ, Bousquet J, Busse WW, et al. Definition of asthma. Global
strategy for asthma management and prevention 2008(GINA-2008); 5: 74-76.
24. Sly M. Changing prevalence of allergic rhinitis and asthma. Ann Allergy Asthma
Immunol 1999; 82: 233-52.
64
25. Guler N. Current approaches to the diagnosis of asthma in children. Pediatric Respiratory
Journal Special issue. 2005; 6-10.
26. McBride JT. Pulmonary function changes in children after respiratory syncytial virus
infection in infancy. J Pediatr 1999; 135: 28-32.
27. Johnston-Ian DA. Effect of pneumonia in childhood on adult lung function. J Pediatr
1999; 135: 33-7.
28. Holberg CJ, Wright AL, Martinez FD, et al. Risk factors for respiratory syncytial virus –
associated lower respiratory illnesses in the first year of life. Am J Epidemiol 1991; 133:
1135-51.
29. Ray CG, Holberg CJ Minnich L, et al. Acute lower respiratory illnesses during the first
three years of life: potential roles for various etiologic agents. Pediatr Dis J 1993; 12: 10-14.
30. Martinez FD, Wright AL, Taussig LM, et al. Asthma and wheezing in the first six years of
life. N Eng J Med 1995; 332: 133-8.
31. Warner JO, Naspitz CK. Third international pediatric consensus statement on the
management of childhood asthma. Pediatr Pulmonol 1998; 25: 1-17.
32. Ferguson AC, Spier S, Manjra A, Versteegb-Florens GA, Mark S, Zhang P. Efficacy and
safety of high-dose inhale steroids in children with asthma: A comparison of fluticasone
proprionate with budesonide. J Pediatr 1999; 134: 422-7.
33. Karaman Ö, Babayiğit A. Astım tedavisinde güncel yaklaşımlar. Çocuk Solunum Dergisi
Özel Sayı 2005; 20-24.
34. Lemanske RF, Busse WW. Asthma. J Allergy Clin ImmunoI 2003; 111: 502-19.
35. Norman PS. Immunotherapy: 1999-2004. J Allergy Clin Immunol 2004; 113: 1013-23.
36. Baena-Cagnani CE, Passalacqua G, Baena-Cagnani RC, Croce VH, Canonica WG.
Sublingual immunotherapy in pediatric patients: beyond clinical efficacy. Curr Opin Allergy
Clin Immunol 2005; 5: 173-7.
65
37. Robinson DS. New therapies for asthma: where next? Pediatr Pulmonol 2003; 36: 369-75.
38. Adelroth E, Morris M, Hargreave FE, et al. Airway responsiveness to leukotrienes C4 and
D4 and to methacholine in patients with asthma and normal controls. N Engl J Med 1986;
315: 480-4.
39. Holgate ST, Bradding P, Sampson AP. Leukotriene antagonists and synthesis inhibitors:
new directions in asthma therapy. J Allergy Clin Immunol 1996; 98: 1-13.
40. Global strategy for asthma management and prevention. Mechanism of asthma. National
Institutes of Health. NIH publication no: 02-3659, 2002: 50-56.
41. Çokuğraş H. Çocuklarda hafif persistan astım tedavisi. T Klin Allerji-Astım 2003; 5: 128-
31.
42. Weinberger M, Hendeles L. Theophylline in asthma. N Engl J Med 1996; 334: 1380-94.
43. Greening AP, Ind PW, Northfield M, Shaw G. Added salmeterol versus higher-dose
corticosteroid in asthma patients with symptoms on existing inhaled corticosteroid. Allen &
Hanburys Limited UK Study Group. Lancet. 1994; 23; 344: 219-24.
44. Norman PS. Immunotherapy: 1999-2004. J Allergy Clin Immunol 2004; 113: 1013-23.
45. Warner JO, Naspitz CK. Third international pediatric consensus statement on the
management of childhood asthma. Pediatr Pulmonol 1998; 25: 1-17.
46. Akçay A. Management of acute asthma. Pediatric Respiratory Journal Special Issue 2005;
11-19.
47. Brenner BE. Bronchial asthma in adults: presentation to the emergency department. Part
1: Pathogenesis, clinical manifestations, diagnostic evaluation, and differential diagnosis. Am
J Emerg Med 1983; 1: 50-70.
48. Geelhoed GC, Landau LI, Le Souef PN. Evaluation of SaO2 as a predictor of outcome in
280 children 2 presenting with acute asthma. Ann Emerg Med 1994; 23: 1236-41.
49. National Institutes of Health, National Heart, Lung and Blood Institute. NIH Publication
66
No: 97-4053. October 1997.
50. Türktaş İ. Astımda havayolu inflamasyonunun klinik değerlendirilmesi. Allerji ve
İmmünoloji Bülteni 2001; 35-36: 19-20.
51. Douwes J, Gibson P, Pekkanen J, et al. Non-eosinophilic asthma: importance and possible
mechanisms. Thorax 2002; 57: 643-648.
52. Ganong WF (ed). Circulating body fluids ch 6-27. In: Rewiev of Medical Physiology
(19th ed). Appleton and Lange, Simon and Schuster Comp, Connecticut 1999; 493-508.
53. Terzioğlu M, Yiğit G, Oruç T. Fizyoloji Ders Kitabı 2. Baskı. İÜ. Basımevi ve Film
Merkezi. İstanbul: 1993; 20-131.
54. Koller DY. Sampling methods. Urine/blood analysis. Am J Respir Crit Care Med 2000;
162: 31-33.
55. Kröncke KD, Fehsel K, Kolb-Bachofen V. Nitric oxide: cytotoxicity versus
cytoprotection-how, why, when, and where? Nitric Oxide 1997; 1: 107-20.
56. Champe PC, Harvey RA (eds). Lippincott's Illustrated Reviews. Biochemistry (2nd
ed). JB Lippincott Comp. Philadelphia: 1994.
57. Taetle R, Rapaport SI. Inflammation and procytosis Ch 22. In: West JB (ed).
Physiological Basis of Medical Practice (12th ed). Williams and Wilkins Ine. Baltimore:
1990; 362-8.
58. Bergt C, Marsche G, Panzenboeek U, Heineeke JW, Malle E, Sattler W. Human
neutrophils employ the myeloperoxidase/ hydrogen peroxide/ chloride system to oxidatively
damage apolipoprotein A-1. Eur J Bioehem 2001; 268: 3523-31.
59. Dalen CJ, Winterbourn CC, Senthilmohan R, Ketde Al. Nitrite as a substrate and inhibitor
of myeloperoxidase. J BioI Chem 2000; 275: 11638-44.
60. Zhang R, Sheıı Z, Nauseef WM, Hazen SL. Phagocytes. Blood 2002; 99: 1802-10.
61. Dalen CJ, Kettle Al. Substrates and products of eosinophil peroxidase. Biochem 2001;
67
358: 233-9.
62. Hazen SL, Hsu FF, Mueller DM, Crowley JR, Heinecke JW. Human neutrophils employ
chlorine gas as an oxidant during phagocytosis. J Clin Invest 1996; 98: 1283-9.
63. Keatings VM, Bames P. Granulocyte activation markers in induced sputum: comparison
between chronic obstructive pulmonary disease, asthma, and normal subjects. Am J Respir
Crit Care Med 1997; 155: 449-53.
64. Macnee W. Oxidative stress and lung inflammation in airways disease. Eur J Pharmacol
2001; 429: 195-207.
65. O'Brien PJ. Peroxidases. Chem Biol Interact 2000; 129: 113-39.
66. Javed S. Myeloperoxidase deficiency. Allergy And Immunology; Pediatrics; eMedicine
Specialties 2004 May 26.
67. Perleesen B, Dahl R, Karlström R, Peterson CGB, Venge P. Eosinophil and neutrophil
activity in asthma in a one-year trial with inhaled budesonide. The impact of smoking. Am J
Respir Erit Care Med 1996; 153: 1519-29.
68. Frangova V, Sacco O, Silvestri M, et al. BAL neutrophilia in asthmatic patients. A by-
product of eosinophil recruitment? Chest 1996; 110: 1236-42.
69. Little SA, Macleod KJ, Chalmers GW, Love JG, Mcsharry C, Thornson NC. Association
of forced expiratory volume with disease duration and sputum neutrophils in chronic asthma.
Am J Med 2002; 112: 446-52.
70. Baraldi E, Zanconato S. The labyrinth of asthma phenotypes and exhaled NO. Thorax
2001; 56: 333-5.
71. Louis R, Lau LCK, Bron AO, Roldaan AC, Radermecker M, Djukanovic R. The
relationship between airway inflammation and asthma severity. Am J Respir Crit Care Med
2000; 161: 9-16.
72. Watanabe K, Jinnouchi K, Yagi T. Immunoreactivity for myeloperoxidase (MPO) in the
68
vestibule after the injection of bacterial lipopolisaccharide into the middle ear. Auris Nasus
Larynx 2002; 29: 241-5.
73. Lanza F. Clinical manifestation of myeloperoxidase deficiency. J Mol Med. 1998; 76:
676-81.
74. Murakawa H, Bland CE, Willis WT, Dal1man PR. lron deficiency and neutrophil
function: different Tates of correction of the depressions in oxidative burst and
myeloperoxidase activity after iron treatment. Blood 1987; 69: 1464-68.
75. Abu-Soud RM, Hazen SL. Nitric oxide is a physiological substrate for mammalian
peroxidases. J Biol Chem 2000; 275: 37524-32.
76. Anderson HR, Pottier AC, Strachan DP. Asthma from birth to age 23: incidence and
relation to prior and concurrent atopic disease. Thorax 1992;47:537-42.
77. Weiss ST, Tager IB, Munoz A, et al. The relationship of respiratory infections in early
childhood to the occurrence of increased levels of bronchial responsiveness and atopy. Am
Rev Respir Dis 1985; 131(4): 573-8.
78. Ronchetti R, Macri F, Ciofetta G, et al. Increased serum IgE and increased prevalence of
eosinophilia in 9-year-old children of smoking parents. J Allergy Clin Immunol 1990; 86(3 Pt
1): 400-7.
79. Martinez FO, Wright AL, Taussig LM, et al. Asthma and wheezing in the first six years of
life. The Group Health Medical Associates. N Engl J Med 1995; 332(3): 133-8.
80. Chilmonczyk BA, Salmun LM, Megathlin KN, et al. Association between exposure to
environmental tobacco smoke and exacerbations of asthma in children. N Engl J Med 1993;
328(23): 1665-9.
81. Guilbert T, Kraweic M. Factors that modify the course of asthma. In: The Pediatric
Clinics of North America 2003; 524-530
82. Blair H. Natural history of childhood asthma. 20-year follow-up. Arch Dis Child 1977;
69
52(8): 613-9.
83. Buffum WP, Settipane GA. Prognosis of asthma in childhood. Am J Dis Child 1966; 112:
214-7.
84. Kulig M, Bergmann R, Tacke D, et al. Long-lasting sensitization to food during the first
two years precedes allergic airway disease. The MAS Study Group. Germany. Pediatrics
Allergy Immunol 1998; 9(2): 61-7.
85. Pearce N, Pekkanen J, Beasley R. How much asthma is really attributable to atopy?
Thorax 1999; 54: 268–72.
86. Pearce N, Douwes J, Beasley R. Is allergen exposure the major cause of asthma? Thorax
2000; 55: 424–31.
87. Priftanji A, Strachan D, Burr M, et al. Asthma and allergy in Albania and the UK. Lancet
2001; 358: 1426–7.
88. Gleich GJ. Mechanisms of eosinophil-associated inflammation. J Allergy Clin Immunol
2000; 105: 651 663.
89. Kumar A, Buse WW. Eosinophil in asthma. Inflammatory Mechanisms in Asthma, New
York, 1998, Marcel Dekker.
90. Louis R, Lau LCK, Bron AO, Roldaan AC, Radermecker M, Djukanovic R. The
relationship between airways inflammation and asthma severity. Am J Respir Crit Care Med
2000; 161: 9-16.
91. Gibson PG, Simpson JL, Saltos N. Heterogeneity of airway inflammation in persistent
asthma: evidence of neutrophilic inflammation and increased sputum interleukin-8. Chest
2001; 119: 1329–1336.
92. Wenzel SE, Schwartz LB, Langmack EL, et al. Evidence that severe asthma can be
divided pathologically into two inflammatory subtypes with distinct physiologic and clinical
characteristics. Am J Respir Crit Care Med 1999; 160: 1001–8.
70
93. Ordonez CL, Shaughnessy TE, Matthay MA, et al. Increased neutrophil numbers and IL-8
levels in airway secretions in acute severe asthma. Am J Respir Crit Care Med 2000; 161:
1185–90.
94. Turner M, Hussack P, Sears M, Dolovich J, Hargreave FE. Exacerbations of asthma
without sputum eosinophilia. Thorax 1995; 50: 1057-1061
95. Norzila MZ, Fakes K, Henry RL, Simpson J, Gibson PG. Interleukin-8 secretion and
neutrophil recruitment accompanies induced sputum eosinophil activation in children with
acute asthma. Am J Respir Crit Care Med 2000; 161: 769−774.
96. Barbato A, Panizzolo C, Gheno M, et al. Bronchoalveolar lavage in asthmatic children:
evidence of neutrophil activation in mild-to-moderate persistent asthma. Pediatr Allergy
Immunol 2001; 12: 73–77.
97. Monteseirin J, Bonilla I, Camacho J, et al. Elevated secretion of myeloperoxidase by
neutrophils from asthmatic patients: the effect of immunotherapy. J Allergy Clin Immunol.
2001; 107(4): 623-6.
98. Carlson M, Hakansson L, Peterson C, Stalenheim G, Venge P. Secretion of granule
proteins from eosinophils and neutrophils is increased in asthma. J Allergy Clin Immunol
1991; 87: 27-33.
99. Sur S, Crotty TB, Kephart GM. Sudden-onset fatal asthma. A distinct entity with few
eosinophils and relatively more neutrophils in the airway submucosa. Am J Respir Crit Care
Med. 1993; 155: 826-832.
100. Fahy JV, Kim K. W, Liu J, Boushey H. Prominent neutrophilic inflammation in sputum
from subjects with asthma exacerbation. J Allergy Clin Immunol. 1995; 95: 843–852.
101. Pizzichini MM, Pizzichini L, Clelland E, et al. Sputum in severe exacerbations of
asthma: kinetics of inflammatory indices after prednisone treatment. Am J Respir Crit Care
Care Med. 1997; 155: 1501–1508.
71
72
102. Gibson PG, Gabardo A, Morris MM, et al. Cellular characteristics of sputum from
patients with asthma and chronic bronchitis. Thorax 1989; 44: 693–699.
103. Robinson D, Hamid SQ, Ying S, et al. Predominant TH2-like bronchoalveolar T-
lymphocyte population in atopic asthma. N Engl J Med 1992; 326: 298–304.
104. Pin I, Gibson PG, Kolendowicz R, et al. Use of induced sputum cell counts to investigate
airway inflammation in asthma. Thorax 1992; 47: 25-29
105. Cai Y, Carty K, Henry RL, et al. Persistence of sputum eosinophilia in children with
controlled asthma compared with healthy children. Eur Respir J 1998; 11: 848-853
106. Johnston SL, Pattemore PK, Sanderson G, et al. Community study of the role of viral
infections in exacerbations of asthma in 9–11 year old children. Br Med J. 1995; 310: 1225–
1229.
107. Pizzichini MM., Pizzichini E, Efthimiadis A, et al. Asthma and natural colds.
Inflammatory indices in induced sputum: a feasibility study. Am. J Respir Crit Care Med.
1998; 158: 1178–1184.
108. Corne JM, Holgate ST. Mechanisms of virus induced exacerbations of asthma. Thorax
1997; 52: 230–239.
109. Sur S, Crotty TB, Kephart GM, et al. Sudden-onset fatal asthma: a distinct entity with
few eosinophils and relatively more neutrophils in the airway submucosa? Am Rev Respir
Dis 1993; 148: 713–719.