ASEF BAYAT• - Turuz

220

Transcript of ASEF BAYAT• - Turuz

ASEF BAYAT• Ortadoğu'da Maduniyet

ASEF BAYAT Sosyoloji ve Ortadoğu Çalışmalan Profesörü. Hollanda'daki Intemational lnstitute for the Study of Islam in the Modem World'ün (ISIM) akademik direktörü ve Leiden Üniversitesi'ndeki ISIM Kürsüsü'nün başkanı. Leiden'dan önce, on yılı aş­kın bir süre, Kahire'deki Amerikan Üniversitesi'nde çalışu. Toplumsal hareketler, kentsel mekan, karşılaşurmalı lslAmcılık ve kalkınma siyaseti ilgi alanlan arasında. Aşağıdaki kitaplann yazan: Workers and Revolution in lran [lran'da işçiler ve devrim] (Londra, 1987), Work, Politics and Power [Emek, siyaset ve iktidar] (Londra ve New York, 1991), Strut Politics [Sokak siyaseti] (New York, 1997) ve Post-Islamism [Post-lslamcılık] (yayına hazırlanıyor).

Subaltern in the Middle East: Politics and Movements

© 2004 Asef Bayat

lleti.şim Yayınlan 1134 • Araştırma-lnceleme Dizisi 195 ISBN 975-05-0384-8 © 2006 lleti.şim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2006, lstanbul (1000 adet)

EDlTôR Tanı! Bora

DlZl KAPAK TASARIMI Ümit Kıvanç

KAPAK Suat Aysu KAPAK FOTOCRAFl M. Henley K APAK FlIMl Mat Yapım UYGULAMA Hüsnü Abbas DÜZELTi Serap Yeğen

MONTAJ Şahin Eyilmez

BASKI ve CiLT Sena Ofset

lletişim Yayınlan Binbirdirek Meydanı Sokak lletişim Han No. 7 Cağaloğlu 34122 İstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 •Faks: 212.516 12 58 e-mail: iktisim®iletisim.com.tr • web: www.iletisim.com.tr

ASEFBAYAT

Ortadoğu'da Maduniyet

Subaltem in the Middle East: Politics and Movements

DERLEYENLER VE ÇEVİRENLER

Ôzgür Gökmen - Seçil Deren

er t ' m

Kitaptaki makalelerin kaynakları:

1- "Studying Middle Eastern Societies: lmperatives and Modalities of Thinking Comparatively." Midd/e East Studies Association Bul/etin 35,

no. 2 (2001): 151-58.

2- "From 'Dangerous Classes' to 'Quite Rebels': Politics of the Urban Su­baltern in the Global South." lnternational Sociology 15, no. 3 (2000):

533-57.

3- "Activism and Social Development in the Middle East." lnternational

Journal of Middle East Studies 34, no. 1 (2002): 1-28.

4- "Un-Civil Society: The Politics of the 'lnformal People'." Third World

Quarterly 18, no. 1 (1997): 53-72.

5- "Revol ution without Movement, Movement without Revolution: Comparing lslamic Activism in ıran and Egypt." Comparative Studies

in Societyand History40, no. 1(1998):136-69.

6- "Of Politics and Dissent", Al-Ahram Weekly On/ine 634 (17-23 Nisan 2003).

iÇiNDEKiLER

Ön söz ............................................................................................................................................... 7

BiRiNCi BÔLÜM

Ortadoğu Toplumları Üzerine Çalışmak: Karşılaştırmalı Düşüncenin Şartları ve T ürleri.. .............................. 11

iKiNCi BÔLÜM

"Tehlikeli Sınıflar"dan "Sessiz lsyankarlar"a: Küresel Güneyde Kentsel Maduniyet Siyaseti ............................. 27

ÜÇÜNCÜ BÔLÜM

Ortadoğu'da Aktivizm ve Toplumsal Kalkınma ........................... 65

DÖRDÜNCÜ BÔLÜM

Gayri Sivil Toplum: Gayri Resmi insanların Siyaseti.. ........... 119

BEŞiNCi BÔLÜM

Hareketsiz Devrim, Devrimsiz Hareket: lran ve Mısır lslami Aktivizmlerini Karşılaştırmak ................. 153

ALTINCI BÔLÜM

Siyasete ve Muhalefete Dair ......................................................................... 205

Ön söz

Bu ciltte derlenen makaleler değişim hakkındadır. Daha öz­gül olarak, Müslüman Ortadoğu'da sosyo-politik dönüşü­mün failleri ve biçimiyle ilgilidir. Ortadoğu toplumlarında değişim fikrine çok uzun bir süredir büyük ölçüde Batılı Or­yantalist bir bakış açısıyla yaklaşıldı. Ana akım Oryantalizm Müslüman Ortadoğu'yu yekpare, aslen durağan ve dolayı­sıyla "kendine has" bir yapı olarak resmeder. Ortadoğu top­lumları, sığ bir (durağan) kültür ve din fikrine odaklanarak, değişimden ziyade tarihsel bir süreklilik açısından nitelendi­rilir. Bu bakış açısına göre değişim, nadiren olsa da, aslında gerçekleşebilir; fakat ancak bireysel seçkinler, askerler ya da savaşlar ve işgal gibi harici güçler sayesinde. Irak'ın işgali, bu bakış açısından bölgede değişimin nasıl tetikleneceğine dair çok iyi bir örnek. Dolayısıyla grup menfaatleri, toplum­sal hareketler ya da ekonomi-politik, değişimin dahili kay­nakları olarak dikkate alınmaz (bkz. Birinci Bölüm).

Oryantalist araştırmacıların "istisnai" eğiliminin karşısın­da, konvansiyonel model ve kavramları, bunların değişik tarihsel şecerelere sahip olduklarının farkına varmadan,

7

kendi toplumlarının toplumsal gerçekliklerine eleştirel ol­mayan bir biçimde uygulamaya meyleden genellikle "yerli" araştırmacılar yer alır ve bu da bu toplumların karmaşık doku ve dinamiğini açıklamaya pek yardımcı olmaz.

Bu kitap, birlikte planlanmış olduğu kadar planlanmamış kolektif eylemlerin ya da Alberto Melluci tarafından tanım­lanan "kolektif aktörü olmayan kolektif eylem"in, dünya­nın bu kısmında toplumsal ve siyasal dönüşümün önemli bir kaynağı olduğunu iddia ediyor. l 970'ler sonu İran'ında­ki devrimci seferberliğe ya da 1980'lerde Mısır'daki İslamcı harekete bakış, toplumsal hareketlerin bu milletlerin siyasal güzergahlarındaki inkar edilemez rolünü açığa çıkaracaktır (Beşinci Bölüm) . Fakat bu, Müslüman Ortadoğu'da top­lumsal eylemliliğin sadece dini yönelimli hareketlerle sınır­lı olduğunu göstermez. Bilakis, l 980'lerden bu yana İktisa­di Reform ve Yapısal Düzenleme Programı (Economic Re­form and Structural Adjustment Program - ERSAP) kon­jonktürü, bölgenin birçok şehrinde dinsel yönü çok az ya da hiç bulunmayan bir dizi hayat pahalılığı protestosuyla çakışmıştır. Sendikalar, kısıtlamalarla, geleneksel toplumsal sözleşmeleri savunmak için mücadele etmişlerdir. Dizginsiz küreselleşme süreçleriyle yoğunlaşarak artan kentsel çeliş­kiler cemaat eylemliliğini tetiklemiştir. Bunlara ek olarak, Sivil Toplum Kuruluşları (STK) halinde örgütlenme, genel­likle popüler mücadelelerin parçalanması lehine geleneksel sınıf eylemlerinden uzaklaşsa da, bölgede şu an yaşanan, İs­lami dernekleri de içeren STK patlaması, yeni bir tür sivil eyleme öncülük etmiştir (bkz. Üçüncü Bölüm) .

Ortadoğu toplumlarını niteleyen mücadele türleri ne biri­cik ne de orijinaldir. Benzeri süreçler dünyanın başka bölge­lerinde de yaşanmakta. Ortadoğu'nun küresel iktisadi sis­temle bütünleşmesi bu bölge ile küresel güneyin diğer top­lumları arasında birçok benzeri yapı ve süreç yaratmıştır.

8

Gene de, bölgemizdeki eylemci ve mücadele dinamiklerinin özgüllüklerini gözden kaçırmamak gerekli. Aynca, farklı ül­kelerde farklı yerel bağlamlar arasındaki varyasyonları gör­mezden gelerek "bölge"yi bir kabul etmek de doğru değil. Nüansları dikkate alan yaklaşım tarzı, hem Oryantalizmi hem de konvansiyonel sosyal bilim kavramlarının eleştirel olmayan uygulamasını reddeden analitik bir yenilik gerekti­rir. Kısaca, bakmak için yeni bakış açıları, konuşmak için yeni bir lügat ve gerçekliklerimizi kavramak için yeni anali­tik araçlar bulmalıyız. Bu tür çabalar, talepkar olsalar da, sa­dece bölgemiz hakkında eleştirel ampirik bilgi üretmemize değil, aynı zamanda genel olarak toplumsal kurama katkıda bulunmamıza yardımcı olacaktır. İkinci, Üçüncü ve Dör­düncü Bölümler, kuramsal ve ampirik olarak, Ortadoğu'da madun siyasetinin, benim "sıradan olanın sessiz tecavüzü" ve "sokak siyaseti" olarak tabir ettiğim en yaygın hallerine yönelik kavramsallaştırmamın ayrıntılarına giriyor. Bu kav­ramlar aslen 1979 öncesi ve sonrası İran kent yoksulları üzerine çalışmamdan kaynaklansa da, bunları daha sonra Kahire ve Beyrut d;ı dahil olmak üzere Ortadoğu'nun başka kentleri üzerine çalışmalarımda kullandım. Meksika, Brezil­ya, Arjantin, Hindistan ve Güney Afrika'dan eylemci ve araştırmacıların bu makalelerin bir kısmıyla ilgilenmiş ol­ması, bunların bu uzak coğrafya ve kültürel yapılarla ilgisini gösteriyor olabilir. Şimdi bu tartışmaların Türkiyeli okurla buluşuyor olmasından çok büyük memnuniyet duyuyorum. Bu kitapta sunulan bakış açılarının, Türkiye kent koşulları­nın prizmasından bakıldığında eğer herhangi bir geçerliliği varsa, bunun ne ölçüde olduğuna ancak Türkiyeli araştır­macılar belirli bir kesinlikle karar verebilirler.

Bu makaleleri derleyip çevirerek Türkiye bilim camiasına sundukları için genç araştırmacılar Özgür Gökmen ve Seçil Deren'e minnettarım. İran, Mısır ve başka birtakım Arap ül-

9

kelerinde çalışmış biri olarak Türkiyeli okurla entelektüel bir bağ kuruyor olmak benim için bir ayrıcalık. Bu kitabın Ortadoğu'daki sosyal bilimciler arasında entelektüel bir alışveriş için mütevazı bir katkı olabileceğini düşündüğüm için özellikle memnunum.

1 0

ASEFBAYAT Leiden, Hollanda

BiRiNCi BÖLÜM

Ortadoğu Toplumları Üzerine Çalışmak: Karşılaştırmalı Düşüncenin Şartları ve Türleri*

Ortadoğu çalışmalarının durumuna dair güncel tartışmalar, "saha çalışmalan"nı "küresel çalışmalar"dan, "alan uzman­lığı"nı disipliner ya da kuramsal yönelimden ayıran varsa­yım tarafından belirlenir. Böylesi bir ayrım aleyhine, karşı­laştırmalı bakış açılarına müracaat etmenin bu bölünmüş­lüğü gidereceğini iddia ediyorum. Bu amaca yönelik olarak, başka alanları karşılaştırmalı araştırmaların gündemine sokmak üzere, karşılaştırmalı düşüncenin şart ve türleri ile bunların yansımalarını Ortadoğu bağlamında ele alıyorum. Ortadoğu toplumsal çalışmaları alanından örnekler üzerine odaklanarak, kısıtlı da olsa, Ortadoğu bölgesi içindeki ken­di karşılaştırmalı araştırma deneyimim dolayımında düşün­meye çalışıyorum.

(*) Bu makale, 23 Mart 200l'de, Santa Barbara'daki Kaliforniya Üniversitesi'nde, Güney Asya ve Ortadoğu Karşılaştırmalı Çalışmaları üzerine bir program aç­mak üzere düzenlenen sempozyumda sunulan tebliğin kısmen değiştirilmiş metnidir. Sempozyumu düzenledikleri için Profesör Dwight Reynolds ve Ga­ray Mennicucci'ye ve bu fikirlerin bir kısmını tartıştığım Eric Dennis'e min­nettarım. Bu yeni programla ilgili daha fazla bilgi edinmek için, Kalifomiya Üniversitesi'nin Ortadoğu Çalışmaları programının web sitesine bakınız.

1 1

Saha çal ışmaları

Eleştirmenlerin ana akım Ortadoğu çalışmalarının en az üç temel marazla malul olduğunu varsaymaları klişe haline gelmiştir: tık olarak, dar görüşlülük (yani, kendi aramızda konuşuyoruz, dışarıdakiler bizden haberdar değil) ; ikincisi, kurama karşı bir tutum (yani, çalışmalarımız genellikle be­timsel ve ampirist) ; ve son olarak (Ortadoğu'nun biricik bir varlık olduğu ve konvansiyonel toplumsal bilimler kavram­ları ve bakış açılarıyla belirlenen çalışmalarla uyuşmadığını öne sürerek Ortadoğu'ya dair araştırmaları gettolaştıran) is­tisnailik.

Bu sorunların çapı büyütülmemeli. Ona farklı gözlerle bakmak üzere Ortadoğu'nun dışına çıkan araştırmacılar var. Aynı zamanda, modernleşme kuramının erken yandaş­ları gibi, "rantiyeci devlet" kuramına ya da (Edward Said'in çalışmalarını izleyerek) daha yakın dönemli sömürge son­rası tartışmalara katkıda bulunmuş olan insanlara sahibiz. Cinsiyet ve kadın çalışmaları üzerine araştırmacılık daha dinamik bir saha olarak görünüyor. Gerçekten, Mark Tess­ler tarafından derlenen yakın tarihli bir kitap, saha bilgisini toplumsal bilimler kavramlarıyla birleştiren çalışmaları bi­raraya getirerek işlerin o kadar da kötü gitmediğini göster­meye çalışıyor.1

Fakat hakikat şu ki toplumsal çalışmalarımız genel ola­rak bu dezavantajlardan mustarip. Bana öyle geliyor ki di­ğer bölgelerin uzmanları bizim toplumsal bilimlere ilişkin eserlerimizi güçbela okuyorlar. Oxford'da, Venezüella bir

12

Mark Tessler, et a l (der.), Area Studies and Social Science: Strategies for Unders­ıanding Middle Eası Politics (Bloomington: ındiana University Press, 1999). Bu, aksi takdirde, iyi niyetli ve faydalı derlemeye ilişkin bir sıkıntım var. Yazarlar sanki daha sonra kendi mutat yaklaşım ve çalışmalarına dönecekleri, ôzel bir vesile (bir konferans ve bunu takip edecek bir kitap) için kuram ve saha çalış­malarını birleştirecekleri makaleler yazmaya davet edilmişler!

OPEC ülkesi olmasına ve bu anlamda ekonomisi OPEC üyesi Arap ülkelerininkine benzemesine rağmen, Venezüel­lalı meslektaşlarımın "rantiyeci devlet" kavramını hiç duy­mamış (duyanların da araştırmaya tenezzül etmemiş) olma­ları beni hayrete düşürmüştü. İslamcılık üzerine oldukça çok çalışmamız var, ama bildiğim kadarıyla bundan çok az kuramsal katkı ortaya çıktı.2 Buna ilaveten, Ortadoğu'da ör­neğin demokratikleşme, sivil toplum ya da siyasal kültüre dair ana akım bakış açıları, halen, asli nüvesi dinsel-mer­kezcilik olan "Ortadoğu istisnailiği" tarafından belirleniyor. Böylece, bölgenin otoriteryanizmi, çoğunluk dini olan ls­lam'a mal ediliyor. Elbette, istisnailik Ortadoğu'ya özgü de­ğildir. "Amerikan istisnailiği" , "Avrupa istisnailiği" ya da "lngiliz özgüllüğü" de var. Fakat Ortadoğu söz konusu ol­duğunda, bu niteleme, diğerlerinden farklı olarak, genellik­le bölgenin ana akım toplumsal bilimler söyleminden yalı­tılmasına ve marjinalleşmesine yol açıyor. (Ortadoğu Çalış­malarının bu durumu, Middle East Reports, MESA Bulletin ve Arab Studies ]oumal dergilerinin de içinde bulunduğu bir dizi bölgesel yayın yapan dergide dile getirilmiştir. )3

Fakat çözüm saha çalışmalarını olduğu gibi aşmakta mı yatıyor? Saha çalışmalarının birtakım önemli karşılaştırmalı avantajlar sunduğu aşikar; bölgelere dair ayrıntılı bilgi bu­rada üretiliyor. ldeal bir saha uzmanı, sahasının, tarih, din, coğrafya, dil, edebiyat ve toplumsal ile siyasal meseleleri de

2 New York Üniversitesi Sosyoloji ve Onadoğu Çalışmaları bölümleri, lslamcılık çalışmalarının toplumsal hareketler kuramına nasıl katkıda bulunabileceğine ve lslamcılık üzerine çalışanların toplumsal hareketler üzerine çalışmak üzere geliştirilen kavramlardan nasıl yararlanabileceğine dair onak bir konferansı an­cak Aralık 1999'da düzenlediler.

3 Mi dd!e East Reports 205 (Ekim-Aralık 1997); Arab Studies]ournal (Bahar 1998); Rashid Khalidi'nin başkanlık konuşmasını içeren MESA Bulletin (Temmuz 1995) ve lan Lustick'in incelemesine, "The Quality of Theory and the Compa­rative Disadvantage of Area Studies", yer veren MESA Bulletin (Kış 2000).

13

içeren muhtelif yönlerini bilir. Toplumsal hayatın bu farklı alanlarının ya da ulus devletlerin gittikçe artan bir biçimde birbirlerini nasıl etkilediğini düşünürsek, farklı alanlara (hatta daha da iyisi verili bir bölgedeki birkaç ülkeye) dair böylesi bir aşinalık, araştırmacıyı toplumsal sorunları ele almada çok çok avantajlı kılar. Saha uzmanı, belirli bir böl­gedeki uzmanlar ağının parçası olmanın yanısıra, bölgenin araştırılmasıyla ilgili olarak farklı yerel dillere aşinadır ve çoğu kez derinlikli bilgi edinmek üzere saha çalışması ya­par. Bu güç, araştırmacılar gittikçe daha fazla oranlarda tek ülke, tek konu uzmanları haline geldikleri için üzücü bir biçimde azalır görünüyor olsa da, karşılaştırmalı avantajlar devam ediyor.

Ana akım Ortadoğu toplumsal çalışmalarının asli deza­vantajlarını tasfiye etmek ve güçlü taraflarını öne çıkarmak mümkün müdür? Bu zor bir iş ve bir çözüm sunacağımı iddia edecek değilim. Buna rağmen, işe yarayabilecek bir şeyden eminim: Bölge hakkında, sadece nüanslı, ayrıntılı, ampirik bilgi üretmemiz gerekmiyor, bunu yaparken aynı zamanda genel olarak toplumsal kurama da katkıda bulun­malıyız. Bu, Ortadoğu toplumlarının veçhelerini çalışırken, elimizdeki vakanın yer ve zaman yakınlığını aşan analitik araçlar ve bakış açıları geliştirmeye de çalışmalıyız anlamı­na gelir. Karşılaş tırmalı yöntem, bu amaca erişmek için, ba­sit bir entelektüel merak ya da tercih değil, epistemolojik bir şart haline gelir. Zira karşılaştırma sadece genellemelere değil, özgüllüklere de izin verir ve sadece "farkın mübalağa edilmesi"ni değil, "istisnailik iddiaları"nı da önler.4 Bölge­lerarası karşılaştırma böylece stratejik bir seçenek haline gelebilir.

4 Peter Gran, "Contending with Middle East Exceptionalism: A Foreword", Arab Studiesjoumal (Bahar 1997), s. 7.

1 4

Karşılaştırmanın türleri

Karşılaştırmalı uygulama nedir? Oxford Sözlüğü, "karşılaş­tırma"yı, "benzerlik ve farklılıkları gözlemleme ve tahmin etme eylem ya da durumu" diye tarif ediyor. Karşılaştırma, bir anlamda, insan ruhuna özgüdür. Genellikle yargıya var­manın bir yolu olarak, daimi bir biçimde şeyleri, fikirleri, olayları, davranışları kıyaslıyoruz. Bu anlamda "karşılaştır­malar", önyargılara, yüceltmelere ve kendimizi suçlamaya olduğu kadar daha muazzam bir bilgiye erişmemize de yol açabilir. Sömürge karşıtı bir lider olan Endonezya Cumhur­başkanı Sukamo'nun, Üçüncü Reich (ya da "Almanya'nın bu dünyadaki tüm halkların üstünde tahta çıktığı" Üçüncü İmparatorluk) nedeniyle Adolf Hitler'i methedebilmesi şa­şırtıcı olabilir. Fakat Benedict Anderson'ın tabiriyle, bu "karşılaştırmalar tayfı" ,5 "tersine çevrilmiş bir teleskop" ve hayal gücünün de yardımıyla karşılaştırma yapmanın, ger­çek hayatın nüanslarını nasıl da mutlak olarak bulanıklaştı­rabileceğini gösterir. Bu vakalar, bazı açılardan, Olivier Roy'un "orijinal düzeni asla sorgulamadan, karşılaştırma unsurlarından birisini diğerinin yerine norm olarak kabul etmeye meylettiği"6 için haklı olarak ıskartaya çıkardığı kı­yaslama tiplerine işaret eder. Ne var ki, bu durumun kaba­hatini genel olarak "karşılaştırmacılık sorunu"na yükle­mek, (epistemolojik bir araç olarak) tüm karşılaştırma de­neyimini aklıselim benzeşmeye indirgeme riskini taşır.

Burada benim odaklandığım nokta, bir yöntembilimsel toplumbilim aracı olarak karşılaştırma ve bu anlamda çok daha karmaşık. Karşılaştırmalar, bizi gizli gerçekleri görme-

5 Benedict Anderson, The Spectre of Comparisons: Nationalism, Southeast Asia and the World (Londra: Verso, ı998).

6 Olivier Roy, The Failure of Political Islam (Cambridge, MA: Harvard University Press, ı 994), s. 8-9.

1 5

ye, olduğu gibi kabul edilmiş gözlemleri sorunsallaştırmaya ve aksi takdirde tek bir vakayla uğraşmış olsaydık sormaya­cağımız soruları sormaya mecbur eder. Örneğin, İran açı­sından Mısır'daki lslamcılığa baktığımızda, hemen, din adamlarının lslamcı hareketin önderliğini üstlendiği lran'ın aksine, Mısır'da lslamcılık bayrağını taşıyanların neden halktan İslamcı eylemciler olduğu sorunuyla karşılaşırız. Ve hatta İran'ın post-İslamcı hareketinin önderliğinin niçin 1990'larda halktan entelektüellere devredildiği sorunuyla. Bu sorulara verilecek cevaplar, bu iki ülkede hem din adamları - devlet ilişkilerinin hem de lslam'ın kamusal pra­tiğinin doğasına dair birçok şeyi açığa çıkaracaktır. Burada, dönüşlü olarak, Mısır'dan dolanıp İran vakasına bakıyoruz. Böylesi bir dönüşlü karşılaştırmalı bakışta, esas odak noktası İran gibi tek bir özgül vaka olabilir; bununla birlikte , bunu kastetmemiş dahi olsak, bu süreç kaçınılmaz olarak diğer vaka hakkında da bilgi sahibi olmamıza yardımcı olur.

Tam da bu dönüşlülük nedeniyle ve vakalar elverdiği ölçü­de, genelleme yapmaya muktedir olabiliriz. Aşikar bir şekil­de, vakaların sayısı arttıkça, kuramsallaştırma çabamız daha zarif hale gelebilir. Skocpol toplumsal devrimleri böyle ku­ramsallaştırıyor; Putnam Kuzey ve Güney ltalya'daki sivil kültürü çözümleyerek "toplumsal sermaye"yi böyle kavram­sallaştırıyor; Keddie "köktencilik" olgusunu ya da Eickelman ve Piscatori "Müslüman siyaseti"ni böyle çözümlüyor.7

Sadece karşılaştırmalı çalışmalardan değil, tek tek vaka­lardan da yararlı kavramların ortaya çıkabileceğini söyleme-

7 Theda Skocpol, States and Social Revolutions: A Comparative Analysis of France, Russia and China (Cambridge University Press, 1979); Robert Putnam, Making Democracy Work: Civic Traditions in Modem ltaly (Princeton University Press, 1993); Nickie Keddie, "The New Religious Politics: Where, When and Why Does 'Fundamentalism' Appear?", Comparative Studies in Society and History 40, sayı 4 (Ekim 1998), s. 696-723; Dale Eickelman veJames Piscatory, Muslim Politics (Princeton University Press, 1996).

16

ye gerek yok. usessiz tecavüz" (toplumsal malların, kentsel kamusal alan; toprak; kent suyu, elektrik ve benzeri kentsel kolektif tüketim; iş olanakları; yer ve etiket elde etme biçi­minde, kolektif olmayan ve çatışmaya dayanmayan yeniden paylaşım siyaseti) ve (sokağın toplumsal ve fiziksel alanın­da şekillenen ve ifade edilen çatışmalar olarak) usokak siya­seti" kavramları, benim l 980'ler boyunca Tahran'ın kamu­sal mekanı ve bu tür uzamlarda iş gören toplumsal aktörle­rin dinamiği üzerine gözlemlerimden ortaya çıktı.8 Kendi vakam üzerine çalışmayı bitirdikten sonra, Kahire, İstan­bul, Dakar ve hatta La Paz'da, özdeş olmasa da benzer sü­reçler yaşandığını görebildim. Daha sonra yaptığım (farklı­lıklara dair) bu karşılaştırmalı gözlemler, genelleme yapma­ya başlamak üzere kavramsal olanaklarımı zenginleştirme­mi sağladı. Bundan sonra, bu kavramlar çerçevesinde Hin­distan, Güney Afrika ve Latin Amerika'da yaşayan ve çalı­şan kentsel uzmanlarla yararlı karşılaştırmalı siber tartışma­lar yapmaya muktedir oldum.

Karşılaştırılabilir olduğu iddia edilen vakaların çoğunun aslında karşılaştırmalar olmadığının altını çizmek hayati bir önem taşıyor. Bunlar daha ziyade benzeşimler. Benzeşim, esasen karşılaştırma yapmanın klasik ya da aklıselim yolu. Belli bir ülkenin ya da şehrin uzmanı olduğumu ve karşı­laştırılabilir olduğu varsayılan başka kent ya da ülkelerin uzmanlarıyla fikir mütalaası yaptığımı düşünelim. Örneğin, Kahire gecekondu cemaatlerinin nasıl olduğunu tarif et­mekle başlarım. Meslektaşım, Tahran'da nasıl olduklarını tarif edebilir ve bir üçüncü kişi Sao Paulo hakkındaki göz­lemlerini aktarır. Böylece benzerlik ve farklılıkların altını çizeriz. Kolektif olarak yaptığımız şey aslında, sohbetleri­miz ya da daha biçimsel ve yapısal bir şekilde seminerler

8 Asef Bayat, Strcet Politics: Poor Peopld Movements in Iran (Columbia Univer­sity, 1997) kitabına bakınız.

1 7

aracılığıyla araştırma parçalarını yan yana getirmektir. Bu yan yana koymalar birçok açıdan yararlı olabilir, fakat ku­rallara bakılırsa, bunlar mukayese örnekleri değildir. Benze­şimlerdir. Zira bu yan yana getirmeler, diğer araştırmacıla­rın hangi kavramsal çerçeveden konuştuğunu, hangi yön­temleri kullandıklarını ya da kullandıkları kavramların hangi yerel bohçayı beraberinde taşıdığını bize söylemezler; bu yüzden neyin karşılaştırıldığını aslında bilemeyiz. Bu hususu biraz açayım.

Kavramların ve yerel olarak taşıyabilecekleri anlamların tarihsel ve bağlamsal kökenleri bu tür bir karşılaştırma için bir engel oluşturabilir. Diyelim ki Brezilya'dan bir kent sos­yoloğu, Mısırlı muadilinden Kahire'deki "işgal yerleşimle­ri"ni işittiğinde, bu olguyu muhtemelen yanlış anlayacaktır. Brezilyalı meslektaş, muhtemelen, Kahire'yi çevreleyen " te­peler"i kaplayan, sözümona dağılmış köylerin köylülerince kolektif olarak işgal edilmiş ve ele geçirilmiş barrios'ların [Portekizce: mahalle ] bulunduğu geniş araziler hayal ede­cektir. Muhtemelen, mahallelerde aşhaneler, etkin cemaat örgütçüleri ve siyasal partilere bağlı sendikacılarla örgütlen­miş insanların bulunduğu kentsel cemaatler aklına gelecek­tir. Gerçek şu ki, bunların hiçbiri Kahire'nin enformel ce­maatleri için geçerli değildir. Tahran ve lstanbul'daki mu­adilleri bile, ölçek, fiziksel biçim ve yerel düzenleme bakı­mından kayda değer farklılıklar gösterir.

Kahire'nin enformel cemaatlerinin (ashwaiyyat), hatalı bir şekilde 1980'ler boyunca şiddet yanlısı lslami grupların üreme alanı olarak görülmesi, belki de bu yer bağımlı ko­şulların görmezden gelinmesine ve genellikle benzeşimler dolayımıyla paylaşılan kavramların vurgulanmasına bağlı­dır. Mısır'da birçok yerli sosyolog ve suçbilimci, ampirik çalışmalar yapmak yerine, ABD'de geliştirilen "gecekondu" kavramını kullanmaya meyleder. Bu, kısmen 1930'lardaki

1 8

yoksul göçmen cemaatlerine yönelik çalışmalardan; büyük ölçüde de, işsizliğin ve aile yapısındaki çöküşün suç ve şid­detin sebebi olduğu söylenen bugünkü kent içi Afrikalı­Amerikalı gettolarına dair çalışmalardan ortaya çıkmış bir modeldir. Bu Amerikan gecekondu modelini ödünç alan araştırmacılar, Kahire ashwaiyyat'ının, önsel olarak, top­lumsal düzensizlikten ileri gelen bunalım, kanun tanımaz­lık, suç, aşırılık ve nihayetinde İslamcı şiddet yaratan kent­sel ekolojiler olduğunu varsayıyorlar. Ne var ki, Kahire'nin yoksul cemaatlerine etnografik bir bakış bu resmi teyit et­miyor. Ashwaiyyat'taki suç oranı, diğer bölgelerdekinden daha yüksek değildir. Bu cemaatler, kayda değer ölçüde farklı eğitim, meslek ve gelir düzeyinden insanı barındırır. Buralarda yaşayanlarda, kuvvetli bir "hoşgörüye dair kültü­rel sermaye", sağlam aile bağları görülür; çocuk ve gençle­rin toplumsal denetimi sıkıdır ve bu insanlar gelecek için yüksek umutlar taşır. Kahire , muhtemelen, dünyadaki en tehlikesiz kentlerden biridir. 9

Ya da çarşı kavramını düşünelim. (İslami) Ortadoğu kentleri, çoğu kez şehrin merkezindeki büyük bir caminin yanında yer alan büyük bir çarşının varlığıyla bilinir. Fakat bunun yerel varyasyonları çok çarpıcıdır ve benzeşimleri­mize meydan okur. Tahran'da bir taksi şoförüne sizi çarşı'ya götürmesini söylediğinizde, sizi hemen oraya götürecektir. Bununla birlikte Kahire'de, isteğiniz taksi şoförünün aklını karıştıracak, hangi suq'a (pazara) gitmek istediğinizi merak edecektir. Kahire'de, lran'daki çarşıya tekabül eden, tek bir suq yoktur. Bu ülkelerde bunun iki farklı anlamı vardır. lran'da çarşı, sadece ticari bir merkez değildir, aynı zaman­da belirgin bir kimliği olan siyasal, toplumsal ve coğrafi bir

9 Bu meselelerin daha ayrıntılı bir çözümlemesi için, bkz.: Asef Bayat ve Eric Da­vis, "Who is Afraid of Ashwaiyyat? Urban Change and Politics in Egypt", Envi­ronment and Urbanization 12, sayı 2 (Ekim 2000), s. 185-99.

1 9

birimdir. Sık sık çarşının şu ya da bu konuda fikrinin ve ka­rarının ne olduğunu işitiriz (tıpkı Mısır'daki el-Ezher kuru­mununkileri işittiğimiz gibi) . Kahire'nin Khan Khalili'sinde

durum farklıdır. Kısaca, benzeşimler çoğu kez bu tür uyumsuzlukları gözden geçirmede başarısız olsalar da, kar­şılaştırmalar başarısız olmaz, çünkü karşılaştırmalar farklı tür pratiklerden elde edilirler.

Karşılaştırmalar, halihazırda bitmiş çalışmaları takip eden, benzerlik ve farklılıkları değerlendirmeye dönük geçmişi

kapsayan edimler değildir. Daha ziyade, belirgin araştırma sorularıyla başlarlar - bizi karşılaştırmalı olarak düşünmeye ve hareket etmeye mecbur eden sorularla. Karşılaştırma, o zaman, analitik bulmacaları çözmek için gerekli olan episte­molojik bir şart haline gelir. Bu pratikte, eşzamanlı olarak iki (ya da daha çok) alanda çalışan araştırmacı, karşılaştırılabi­lir vakalara bakmak üzere aynı bakış açısında kalarak, aynı metotları ve kavramsal araçları kullanarak çalışacaktır. As­lında vakaları ve parametreleri seçme üslubu konusunda araştırmacıya rehberlik eden araştırma sorularıdır.

Bu açıdan, iki tip soru tasarlayabilirim. llkin, rasgele göz­lemler ya da bizi karşılaştırmalı çözümleme yapmaya sevk edebilecek görünüşe göre birbirine benzer iki vakanın bira­raya getirilmesiyle ortaya çıkan sorular vardır. Örneğin l 990'ların başında Mısır'da bir sosyoloji öğretmeni olarak yerleşik, lran devrimini büyük çapta gözlemlemiş bir İranlı olduğum için, hem Mısırlı hem de İranlı arkadaşlarım bana ne zaman Mısır'da muhtemel bir İslami devrim beklemeleri gerektiğini sorarlardı. Zamanın siyasal bağlamında, bu ma­kul görünen bir soruydu. Böylece l 960'lardan l 980'lere ka­dar geçen yılları kapsayan bir dönemde İran ve Mısır'daki İslamcılığın karşılaştırmalı bir çalışmasına giriştim. 10 Bu ça-

ıo Bu derlemedeki Beşinci Bölüm'e bakınız.

20

lışmada, Mısır, dramatik siyasal bir dönüşüm olmadan, top­lumu kayda değer bir şekilde değiştiren yaygın bir İslami hareket yaşarken, İran'ın önemli bir İslami hareket geliştir­meden neden bir İslami devrim yaşadığını açıklamaya çalış­tım. Bu arada bu karşılaştırma, toplumsal hareketler ve top­lumsal devrimler arasındaki ilişkiye dair birkaç kuramsal yorum yapmama elverdi. Kabaca söyleyecek olursam, etkin bir sivil toplumun parçası olarak kuvvetli toplumsal hare­ketlerin, bu hareketlerin kendi varlıkları devrimci dönüşü­mün cazibesini dengeleyen bir değişime neden olduğu için, devrimlerin yönünü çevirebileceğini iddia ettim. Yaygın toplumsal hareketler çoğu kez kendi varlık koşullarını dö­nüştürürler. Bölgesel olmayan bir dergide yayımlandığı ve daha sonra toplumsal devrimler üzerine kuramsal bir kitap­ta 11 yeniden basıldığı için, bu çalışmanın (belki Lila Abu­Lughod'un cinsiyet ve Müslüman kadınlar hakkındaki ant­ropolojik çalışmalarının Ortadoğu temelli olması fakat böl­genin dışına çıkmasına benzer şekilde) Ortadoğu haricin­deki araştırmacılarca da okumuş olması muhtemeldir. Di­ğer bir deyişle, Ortadoğu'da birkaç ülkeyi kapsayan karşı­laştırmalı bir çalışma, hem kuramsallaştırma hem de böyle­ce Ortadoğu dışından uzmanlara ulaşma (gettolaşmayı kır­ma) olanaklarını sunabilir.

İkinci soru tipi muhtemelen daha zordur. Bu tür soru, sı­nanması karşılaştırmalı bir çalışma gerektirecek belirli hi­potezlere bağlıdır. Şu aşağıdaki hipotezi düşünelim: Orta­doğu'da kentsel toplumsal hareketlerin (kolektif tüketim için mahalle tabanlı mücadelelerin) yokluğu, hakiki parti siyasetinin zayıflığı, popülizmin* kolay kolay geçmeyen et-

ll Rosemary O'Kane (der.), Revolutions: Critical Concepts, 4 Cilt (Londra: Rout­ledge, 2000) .

(*) Bayat, popülizm-popülist kavramlarını metin boyunca aşağıdaki anlamda kul­lanıyor [ ÖG 1: "Popülist, milliyetçi ideoloji ile kalkınma stratejisini birleşti re-

21

kisi ve akrabalık bağlarının güçlü olmasına bağlıdır. Bu kar­şılıklı ilişkiyi Mısır'da görebilirim. lran'da da aşağı yukarı benzer şablonlar bulabilirim. Gene de, tersine çevrilmiş karşılıklı ilişkiyi (yani, parti siyasetinin varlığı ve popüliz­min yokluğu koşullarında bir tür kentsel toplumsal hareket umabiliriz) sınayabilmek için, ters gerçeklere dayanan Tür­kiye'yi işe dahil etmeliyim. Mısır ve lran'dan farklı olarak Türkiye, akrabalık bağları halen güçlü olsa da, makul dü­zeyde parti siyasetinin mevcut, (Kemalist halkçılığın ciddi bir biçimde altı oyulduğu için) popülizmin de nispeten yok olduğu bir ülkedir. Diğer bir deyişle , burada olabildiğince Mısır'a benzer, fakat hipotezimizin geçerliliğini sınamaya yardım edecek ve muhtemel bir kuramsallaştırma için yolu­muzu açacak zımni farkları olan bir vaka bulmaya çalıştık.

Bu tür karşılaştırmalı bir çalışma dolayımıyla birtakım hayati sorulara cevap vermeye muktediriz. Örneğin, Orta­doğu'da otoriter rejimlerin asli müsebbibi "rantiyeci devlet" midir? Bu modelin, büyük ölçüde lran Körfezi'ndeki petrol üreten devletlerin "rantiyeci ekonomileri "nden sağlanan kanıtlarla inşa edildiğini biliyoruz.12 Gene de bu spekülas­yonu tasdik etmek üzere, bu karşılaştırmalı eşitliğe ters ger­çeklere dayanan kanıt olarak, rantiyeci ekonomisine rağ­men Latin Amerika'daki en sürekli demokrasilerden biri ol­duğu için, Venezüella'yı dahil etmeliyiz. llaveten, lslam'ın demokrasiyle uyumlu olup olmadığına dair çok sorulan so-

rek, toplumsal taban olarak (işçileri, köylüleri, "yoksullar"ı ve küçük burjuva­ziyi içeren) "halk kitleleri"nin desteğini sağlayan Üçüncü Dünya rejimlerini tarif eder. Bu rejimler, iktisadi olarak, otoriter bir devlet biçimi çerçevesinde (karlılığa ve birikime vurgu yapan) bir devlet kapitalizmi izlerler." Bkz. : Assef Bayat, "Populism, Liberalization and Popular Panicipation: Industrial Democ­racy in Eygpt", Economic and lndustrial Democracy 14 (1993): 65-87.

12 G. Lucciani (der.), The Arab State (Londra: Routledge, 1990) içinde önsöz ve Hazem Beblawi ve G. Lucciani (der.), The Rentier Staıe (Londra ve New York: Croom Helm, 1987) içinde önsöz.

22

ruyu da ortaya atmak isteyebiliriz. Bu meseleyi karşılaştır­malı bir biçimde ele alabilmek için, seçilmiş farklı, Müslü­man ülkelerde İslam'ın nasıl algılandığını ve yaşandığını bilmemiz gerekir. Aksi takdirde, basit benzeşimler, hatalı bir biçimde, özellikle doktrinsel terimler çerçevesinde algı­lanan, sözümona Müslüman toplumlarda siyasal dinamik­leri şekillendiren tek bir İslam olduğunu varsayabilir. Tüm bu örneklerde çalışmalar, mukabilinde karşılaştırmayı ge­rekli kılan ve benzerlerin seçilmesine rehberlik eden araş­tırma sorularıyla başlar.

Öyleyse karşılaştırılabilir vakaların seçimi ardındaki mantık nedir? Bazı vakaların karşılaştırılabilir, diğerlerinin karşılaştırılamaz olduğunu söylerken ne kastediyoruz? Çiftleri nasıl seçiyoruz? Karşılaştırılabilir vakaların özdeş olmaması gerektiğini biliyoruz, çünkü aksi takdirde anali­tik girişimler olmazlar. Esasen, bir ya da birden çok vakayı karşılaştırılabilir yapan, çehrelerindeki farklarla karışmış bir halde ontolojik kimlikleridir. Bu yüzden elmayla elma­yı, armutla armudu karşılaştırdığımız söylenir; elmayla ar­mudu karşılaştırmayız. Bununla birlikte, bu varsayım, kar­şılaştırmanın ancak belirli bir aşamasında geçerlidir; tabir caizse, "elmanın elma", "armudun armut" olduğu aşamada. Karşılaştırmanın birçok farklı aşaması olabilir. Elmalarla ar­mutların belirli bir aşamada ("meyve olma") karşılaştırıla­bileceğini iddia edeceğim - her ikisi de meyvedir (ontolojik kimlik), benzer biçim ve ölçüde, tatlı fakat belki farklı renk ve tatlarda. Asıl mesele, bu yüzden, benzerlik ya da farklılık değil, ilgidir - eldeki araştırma sorularına olan ilgi. Benzer­lik ve farklılık, sadece ilgi derecesini belirlediği için önemli, esasen temeldir. Örneğin bazıları İslamcı tecrübeleri çö­zümlemek için İran ve Mısır'ın karşılaştırılabilirliğine itiraz edebilirler. lran'da İslami bir devrim oldu; Mısır'da ise İsla­mi bir toplumsal hareket vardı; bunlar iki farklı ontolojik

23

gerçekliktir. Bir anlamda Mısır belki de Cezayir ile karşılaş­tırılmalıdır. Gene de, neden lran'da lslami bir devrim, Mı­sır'da lslami bir hareket vardır diye asli sorumu sorduğum­da, aslında farklı bir karşılaştırma düzeyinde iş görüyorum - sosyo-dinsel değişim düzeyinde.13 Böylece, bir bakıma benzer yapısal ve kültürel deneyimler sergileyen ülkelerde­ki lslamcı dönüşümün bu iki farklı yörüngesinin ardında yatan mantığı anlamlandırmaya çalışıyorum. Tüm bu farklı yörüngelerin bize toplumsal hareketler ve genel olarak top­lumsal değişim hakkında ne dediğini anlamak istiyorum. lran'la karşılaştırılabilir bir çift olarak, onlar da sosyo-din­sel değişime tabi oldukları halde Lübnan ya da Filistin'i de­ğil, Mısır'ı seçtiğim aşikar. Böyle yapıyorum, çünkü tanım itibarıyla mümkün olduğunca benzer (özdeş değil) çiftler seçmek, inceleme konularımıza hitap edecek en verimli epistemolojik girişimi sunuyor.

Ortadoğu ve ötesi

Bu çözümlemeler Ortadoğu ile karşılaştırılabilir eşler ola­rak dünyadaki diğer bölgelerin, örneğin Güney Asya ya da Latin Amerika'nın, ilgisi hakkında ne diyor? Genel olarak, dünyadaki bölgelerin küresel kapitalist ekonomiyle artan bütünleşmesi, çevrede de benzer süreçleri yaratmaya mey­lediyor. Halihazırda, küreselleşmenin türdeşleştirici etkisi üzerine çok şey söylendi. Çok daha önce, Kari Marx ve di­ğerleri kapitalizmin bütünleştirici ve ayrıştırıcı gücüne işa­ret etmişlerdi. Aslında yerel kültürler ve tarihler, melez tip­lere ve farklılaşmaya yol açarak, küresel etkilere aracılık et-

13 janet Abu-Lughod"un Kahire ile sınaileşmiş dünyadan, örneğin Londra ya da Hong Kong ile karşılaştınlabileceği söylenebilecek olan, New York'u nasıl karşı­laştırdığına dikkat ediniz: Janet Abu-Lughod, "New York and Cairo: A View from the Street Level", Intenıational Social Sciaıce]oumal 42 (1990), s. 307-18.

24

tiği, bunları kırdığı ve kısmen değiştirdiği için türdeşleştir­me tezinin çoğu kez mübalağa edildiği doğrudur. Karşılaş­tırma amacımız için hayati önemde olan bu farklılıklardır. Gene de çevrenin, eşitsiz olsa da toplumsal ve iktisadi yapı­larda (örneğin kentsel süreçlerde ve iktisadi işlemlerde) ve aynı şekilde toplumsal güçler ve mücadele türlerinde tec­rübe ettiği artan benzerliğe gerçek değerinin altında paha biçilemez. Daha genel küresel etkenlere ilaveten, belirli or­tak tecrübeler iki ya da daha fazla bölge arasında karşılaş­tırmalı inceleme yapılması imkanlarını daha çok artırabilir. Örneğin, Ortadoğu ve Güney Asya arasında karşılaştırmalı çalışma zeminleri, bu bölgelerin, fikir, din, mal, kültür, im­ge (filmler) , tüccar, işçi ve hacıların seyahati dolayımıyla tarihsel ve güncel bağ ve akışlarına bağlı olan birçok ortak tecrübesi tarafından artırılabilir. Temel soru, bu yüzden, bölgelerarası karşılaştırmanın meşruiyetiyle ilgili değildir. Zira bu tür karşılaştırma girişimleri sadece meşru değil, ka­naatimce vazgeçilmezdir. Hayati soru, daha ziyade, bölgele­rarası karşılaştırmanın zorluklarına dayanacak entelektüel ve lojistik gücümüzle ilgilidir. Örneğin, anlamlı bir karşı­laştırma yapmak için bireysel araştırmacıların birden fazla alan ve dil bilmesi ne kadar sık rastlanan bir durumdur? Bir araştırmacının, örneğin hem Ortadoğu hem de Güney Asya ya da Latin Amerika üzerine uzmanlaşması ne derece mümkündür? Bu engeli aşmanın bir yolu, farklı a1an ve bölgderden uzmanlar arasında, belirli karşılaştırmalı proje­lerde, işbirliği yapılmasını sağlamaktır. Mümkün ve tercih edilebilir olduğu halde, bu iş hiç de kolay değil. Yanlış yön­lendirilmiş karşılaştırmalardan ya da yan yana koymalar­dan kaçınmak için, araştırma ortaklarının kavramsal ortak zeminler yaratarak, zorlukları ve karşılaştırılabilirlikleri ta­nımlayarak, özdeş yöntemler benimseyerek ve alanın birör­nek manasını destekleyerek işe başlaması gerekiyor. ldeal

25

durumda bu çaba, tek bir akılla düşünen ve tek bir mer­cekten bakan bir grupça üstesinden gelinen, birbirine sıkı sıkıya bağlı ve bütünleşmiş bir takım çalışmasının ürünü olacaktır.

Çeviren ÔZGÜR GôKMEN

26

iKiNCi BÖLÜM

.. Tehlikeli Sınıflar"dan .. Sessiz lsyankarlar .. a: Küresel Güneyde Kentsel Maduniyet Siyaseti*

Giriş

Küreselleşme tezinin (ulus-devletlerin azalan rolü, sınırla­rın ortadan kalkması, hayat tarzlarının, kültürlerin, siya­sal sistemlerin ve benzerlerinin türdeş hale gelmesi benze­ri 1 birtakım aşırı deger biçilen iddialarından bağımsız ola­rak, küresel pazar "disiplin"i, esnek birikim ve "finansal derinleşme"den oluşan küreselleşme iktisadiyatının sö­mürge sonrası toplumlarda derin bir etkisi oldugu üzerin­de genel olarak uzlaşılır (Hoogvelt, 1 997) . Yeni küresel yeniden yapılanmanın gelişmekte olan ülkelerdeki temel sonuçlarından biri , bir yandan bütünleşmeyi, öte yandan toplumsal dışlanma ve enformalizasyonu içeren ikili bir süreç olmuştur.

(*) Bu metni ilk olarak l 998'de Montreal'deki Dünya Sosyoloji Kongresi'nin Kü­reselleşme ve Kolektif Eylem başlıklı panelinde sundum. Profesör jan Neder­veen Pieterse'ye paneli düzenlediği ve değerli yorum ve eleştirileri için teşek­kür ederim.

1 Küreselleşme tezinin abartılmış halinin bir eleştirisi için Gordon'a (1988) ba­kınız.

27

Periferide, Yapısal Düzenleme Programı dolayımıyla, sos­yalist ve popülist rej imlerden liberal iktisat politikalarına doğru yaşanan tarihsel kayma, toplumsal sözleşmenin, ko­lektif sorumluluğun ve refah devleti yapılarının çoğunun erozyonuna sebep olmuştur. Böylece, küresel Güney'de devlet yardımına dayanan milyonlarca insan artık kendi ba­şına hayatta kalmak zorundadır. Konut, kira ve gider be­dellerinin deregülasyonu, birçok yoksul insanın mülkiyet güvenliğini, bu insanları evsiz kalma riskine maruz bıraka­rak tehlikeye atmıştır. Toplumsal programlara yönelik har­camalarda yapılan kısıtlama, iyi bir eğitim, sağlık bakımı, kentsel gelişme ve kamu konutlarına kısıtlanmış erişim an­lamına gelmektedir. Ekmek, otobüs ücretleri ya da yakıt üzerindeki sübvansiyonların tedricen kaldırılması, milyon­larca korunmasız grubun hayat standartlarını radikal bir biçimde etkilemiştir. Aynı zamanda, özelleştirmeye yönelik bir taarruzla, kamu sektörleri ya satılmış ya da reforma tabi tutulmuştur ki her iki durum da belirgin bir iktisadi geliş­me sağlama ve varlığı sürdürebilir işler yaratma ihtimali ol­madan kitlesel işten çıkarmalara sebep olmuştur. Dünya Bankası'na göre, 1990'ların başında, sosyalizm sonrası pa­zar ekonomilerine geçişte, ıslah edilen Latin Amerika ve Ortadoğu ülkelerinde, resmi istihdam yüzde 5-15 arasında azalmıştır (Dünya Bankası, 1995). Afrika'da 1980'ler bo­yunca emeğin formel ücretli emek sektörü içinde soğuru­mu azalmaya devam ederken, işsizlerin sayısı her sene yüz­de 10 artmıştır (Vandemoortele, 1990). 1990'larm sonuna gelindiğinde, dünya emek gücünün üçte birini temsil eden, çoğu Güney'den hayret verici sayıda 1 milyar işçi ya işsiz­dir ya da yetersiz istihdam edilmektedir (CIA, 1992) . Bir zamanların eğitimli, hali vakti yerinde orta sınıflarının bü­yük bir kesimi (hükümet çalışanları ve öğrenciler), kamu sektörü çalışanları ve aynı şekilde köylülerin büyük bir

28

kısmı, emek ve konut pazarlarında kent yoksullan mevki­ine itilmiştir.

Böylece bu yeni yapılanma, aşın derecede zengin grupla­nn gelişimi refakatinde, Üçüncü Dünya kentlerinde marji­nalleşmiş ve kurumsuzlaşmış bir maduniyetin gelişimini hızlandırmıştır. Artık gittikçe artan sayıda işsiz, kısmen is­tihdam edilmiş, arızi emek gücü sahibi, geçimini sokaktan kazanan işçi, sokak çocuğu ve yeraltı dünyası mensubu mevcuttur - bunlar değişken bir biçimde "kent marjinalle­ri", "kent yoksunları", "kent yoksulları" olarak atıfta bulu­nulan gruplar. Böylesi toplumsal olarak dışlanmış ve enfor­mel gruplar kesinlikle yeni bir tarihsel olgu değildir. Bu­nunla birlikte, yakın zamanlı küresel yeniden yapılanma bunları yoğunlaştırmış ve genişletmiş görünmektedir. Sade­ce 1998 finansal krizinde Güney Kore' de en az 2 milyon, Tayland'da 3 milyon ve Endonezya'da hayret verici 10 mil­yon insan işsiz kalmıştır (ILO, 1999; McNally, 1998). Bu döneme dair orijinal olan, büyük orta sınıf kesimlerinin marjinalleşmesidir. Gecekondularda yaşamak, geçici işler ve sokak satıcılığı artık geleneksel yoksulların niteliği olmak­tan çıkmış, daha yüksek statü, beklenti ve toplumsal beceri­lere sahip eğitimli gençler arasında yaygın hale gelmiştir.

Üçüncü Dünya'da artan sayıdaki bu kent yoksunları ha­yatlarını etkileyen daha büyük toplumsal süreçler karşısın­da nasıl tavır alıyorlar, elbette eğer bir tavır alırlarsa ve al­dıklarında? Küreselleşmeyi destekleyenler, nihai bir milli iktisadi büyümenin dolaylı sonuçlarının uzun vadede yok­sulların geçiş döneminde maruz kaldıkları kaçınılmaz feda­karlıkları karşılayacağını ileri sürmekte. Ara dönemde, top­lumsal fonlar ve STK'lar iş yaratmaya ve zorlukları gidere­cek ve toplumsal huzursuzluğu engelleyecek toplumsal programları desteklemeye teşvik ediliyorlar. Gerçekten, ba­zıları STK'ların 1980'1erden bu yana Güney' de artışını, top-

29

lumsal gelişme için örgütlü eylemliliğin ve tabandan gelen kurumların bir tezahürü olarak görürler. Bununla birlikte, kalkınma STK'larının kayda değer biçimde farklılık göster­diğinin kabulü, bunların yoksullar için bağımsız ve demok­ratik kalkınma örgütü olarak mevcut potansiyeline oldu­ğundan fazla değer biçmektedir. Hindistan üzerine yazan Niel Webster'in (1995) kaydettiği üzere, savunucuları kal­kınma STK'larından kabaca çok fazla beklentide bulunma­ya meylederler ve böylece anlamlı bir kalkınma stratejisi için yapısal kısıtlılıklarını (örneğin, örgütsel mantık, yü­kümsüzlük ve profesyonel orta sınıf liderlik) küçümserler. Benim Ortadoğu kalkınma STK'ları üzerine çalışmalarım bu sonucu destekliyor. STK'ların profesyonelleşmesi, taban­dan eylemliliğin seferber olabilme niteliğini azaltıyor, aynı zamanda yeni klientalizm türlerinin oluşmasına sebep olu­yor (Bayat, 2000).

Soldaki birçokları, küreselleşmeye, bu olgunun sunduğu teknolojileri kendine mal ederek meydan okuduğunu söy­ledikleri "tepkisel hareketler"e (kimlik politikaları) işaret ediyor. Melucci'nin "yeni toplumsal hareketler"i (2004) özellikle "üst düzeyde farklılaşmış" Batılı toplumlara odak­lanırken, Manuel Castells ve Ankie Hoogvelt gibi diğerleri, güneyli bir bakış açısıyla, dinsel, etnik ve feminist hareket­ler kadar Latin Amerikan kalkınma-sonrası fikirlerin küre­selleşme karşıtı eğilimin belkemiği olduğunu söylüyorlar. Kimlik hareketleri sömürge sonrası toplumlarda küreselleş­menin meydan okumalarının bir kısmını oluşturuyor. Bu­nunla birlikte, bunlar sıradan insanların hakiki gündelik pratiklerinden ziyade orta sınıf entelektüellerin düşüncele­rini yansıtıyor. Tabandakiler ne düşünüyor ya da ne yapı­yorlar? Kentli marjinalleşmiş gruplar, eğer siyasetle uğraşı­yorlarsa, ne tür bir siyaset güdüyorlar? Bu makale bu soru­lara cevap vermeye çalışıyor. Yoksulluk kültürü, hayatta

30

kalma stratejisi, kentsel toplumsal hareketler ve gündelik direnişi içeren hakim modeller arasında eleştirel bir biçim­de dolanarak, yeni küresel yeniden yapılanmanın (işsizler, geçici emek, geçimini sokaktan sağlayan içiler ve sokak ço­cukları gibi marjinalleşmiş ve kurumsallıktan yoksunlaş­mış) öznellikleri, toplumsal mekanı ve dolayısıyla bugünkü kuramsal bakış açılarının kendi başlarına muhasebesini ya­pamadığı siyasal mücadele alanını yeniden ürettiğini iddia edeceğim. Küresel Güney'in kentlerindeki marjinalleşmiş grupların eylemlerine daha uygun olabileceğini düşündü­ğüm alternatif bir bakış teklif ediyorum: "sessiz tecavüz" .* Sessiz tecavüz, bireylerin ve ailelerin, hayatları için temel ihtiyaçları (barınacak yer, kentsel kolektif tüketim, enfor­mel işler, iş olanakları ve kamusal alan) karşılamak üzere, sessiz ve mütevazı bir tarzda kolektif olmayan fakat uzun süre devam eden doğrudan eylemine atıf ta bulunur. Bu ba­kış benim Ortadogu'daki kentsel süreçlere yönelik gözlem­lerimden doğmuş olsa da, diğer Üçüncü Dünya kentleri için de geçerlilik taşıyabilir.

Hakim bakış açıları

Kent "marjinalliği"nin sosyolojik olarak incelemesi on do­kuzuncu yüzyıl Avrupa'sına dayanır. Kentleşmeyle bağdaş­tırılan sorunlar (kent suçları, kent içi koşullar, işsizlik, göç, kültürel ikilik ve benzerleri) toplumsal bilimler cemaatince ele alınmıştır. George Simmel'in "Yabancı"sı şehre yeni yer­leşenlerin sosyo-psikolojik özellikleri üzerinedir, Durkhe­im ise özellikle onların "ümitsizliğine" meraklıdır. Bu tür bir kavramsallaştırma, daha sonra 1920 ve 1930'larda Şika­go, bu şehre akın eden sayısız etnik göçmenin toplumsal

(*)Aynı zamanda, el uzatma, gasp olarak anlaşılmalı. [ÖG]

31

varlıklarını inceleyen bir laboratuvar haline geldiğinde, ABD'de Şikago Sosyoloji ve Kentsel Çalışmalar Okulu'nun çalışmalarını belirlemiştir. Everrett Stonequist ( 1 935) ve Robert Park (1928) için birçok göçmen, "marjinal"di - bu onların toplumsal yapılarının içine iyice yerleşmiş olan bir özellikti. Marjinal kişilik, hiçbirinin tam üyesi olmadan iki kültürün de sınırında yaşayan, kültürel melezliğin bir be­lirtisiydi.

Bununla birlikte, ana akım Marksizm, Şikago Okulu iş­levselcilerinin aksine, bu meseleyi ciddiye almadı. Toplum­sal dönüşümün faili olarak çalışmanın merkeziliğiyle ilgili olarak, Marksist kuram kent yoksullarını ya görmezden geldi ya da onları "lümpen proletarya" (Marx'ın kendisi ta­rafından kullanılan bir kavram olan) , "proleter olmayan" kentsel gruplar olarak tarif etti. Bu durum, Hali Draper'in (1978: Cilt 2, 453) kaydettiği gibi, "sonu gelmeyen yanlış anlamalara ve hatalı çevirilere" yol açtı. Marx için lümpen proletarya bir siyasal iktisat kategorisiydi. Üretmeyen mülksüz insanlara, "çalışmayan proletarya"ya atıfta bulu­nuyordu - bunlar, genelde yoksul olan ve diğer çalışan in­sanların emeğiyle yaşayan, dilenciler, hırsızlar, eşkıyalar ve suçlular gibi terkedilmiş toplumsal unsurlardı. Böyle bir ik­tisadi varoluşa bağlı olarak, nihayetinde üreten sınıfların çı­karlarına aykırı olabilecek bir bağlı olmama siyaseti güttük­leri söyleniyordu (Draper, 1978: Cilt 2, Bölüm 15) . Hem Marx hem de Engels için lümpen proletaryayı "toplumsal cüruf' , "tüm sınıfların süprüntüsü", "tehlikeli sınıflar" kı­lan bu belirsiz siyasetti. Her ne kadar Marx daha sonra on­ları "yedek emek ordusu", dolayısıyla işçi sınıfının bir par­çası olarak kuramsallaştırdıysa da, bu insanların yeniden is­tihdam edilmesine çok şans tanımadığı için bu kavramın mevcut kapitalist yapısallaşma içindeki geçerliliğine dair tartışmalar devam etmiştir. Bazıları, kent yoksunlarının

32

"yedek"te olmanın tam tersine, kapitalist ilişkiler içinde bütünleşmiş olduklarını iddia etti (Worsley, 1984) . Frantz Fanon'un (1967) lümpen proletaryayı sömürgelerdeki dev­rimci güç olarak tutkulu savunusuyla dahi, Üçüncü Dün­ya'daki komünist partileri kent yoksunlarına işçi sınıfıyla bir ittifak potansiyeli taşıyabilecek "çalışan kitleler" olarak bakmanın ötesine geçmediler.

Ne var ki, (birçok gelişmekte olan ülkede sayıları sınai iş­çi sınıfının sayısının açıkça üstünde olan) bu "enformel­ler"in süregiden önemi ve gelişmekte olan ülkelerdeki siya­sal istikrara yönelik varolduğu farzolunan tehdidi, onları tekrar akademik incelemelerin konusu yaptı. Betimsel "en­formeller" ve küçümseyici "lümpen proletarya" kavramları­na karşı, McGee (1979) ve Cohen ( 1982) "proto-proletar­ya " ; Peter Worsley ( 1984) "kent yoksulları" kavramlarını tercih etti - bunlar bu kesimlere bir tür faillik atfeden kav­ramlardı.

Bununla birlikte, Üçüncü Dünya'da kentsel madunların toplumsal koşulları ve siyasetine dair daha ciddi çalışmalar ABD'li toplumsal bilimciler için 1960'larda bir alan olarak ortaya çıktı. Modernleşme ve kentsel göç, gelişmekte olan ülkelerde yoksullaşmış kentsel yerleşimlerin dramatik ola­rak yayılmasına yol açmıştı ve büyüyen "sınıfaltı"nın, So­ğuk Savaş'ın ortasında ABD'nin ve yerli seçkinlerin siyasal çıkarları için tehlike olarak algılanan radikal gerilla hare­ketlerinin yayılması için bir üreme alanı sağladığı kabul ediliyordu. 1949'daki Çin devrimi ile 1959'daki Küba dev­rimi ve Üçüncü Dünya'nın muhtelif bölgelerindeki büyü­yen gerilla hareketleri siyasal gözlemcilerce ikna edici ka­nıtlar olarak kabul ediliyordu. Bununla birlikte, Latin Ame­rika, kentsel sınıfaltının toplumsal ve siyasal davranışlarına dair çok tartışılan kuramların bir laboratuvarı olarak işlev gördü. Diğerlerinin yanısıra, Samuel Huntington ve Joan

33

Nelson'ın çalışmaları dönemin kaygılarını yansıtır (Hun­tington, 1968; Nelson, 1970; Huntington ve Nelson, 1976). Burada çalışmaların hakim ilgisi yoksulların mevcut düze­ne "siyasal tehdidi" üzerine odaklanmıştır. Çoğu toplumsal bilimci olan araştırmacılar, göçmen yoksulların istikrarı bo­zucu bir güç olup olmadığıyla meşguldür. Joan Nelson ( 1970: 393-414), "yeni göçmenlerin radikal ya da şiddete meyilli olduklarını gösterir hiçbir kanıt olmadığını" öne sü­rer. Bu tür meşguliyetler yoksulların gündelik hayat dina­miklerini gözden kaçırdı. Birçokları yoksulluk siyasetini, meseleye başka bir açıdan bakma ihtimalini kısıtlayan dev­rimci/edilgin ikiliği çerçevesinde ele aldı. Özcülük tartışma­nın her iki tarafını da belirledi. Çıkan tartışmalar dört ayrı tanımlanabilir bakış açısına evrildi: "edilgin yoksullar" , "hayatta kalma stratejisi", "kentsel yerel hareket" ve "gün­delik direniş" modelleri.

Edilgin yoksullar

İşlevselci paradigmayla çalışan birtakım gözlemciler kent yoksullarını esasen kargaşaya yol açan nitelikte ve ümitsiz­lik hisleriyle dolu olarak görse de; bunların çoğu, yoksulla­rı hala sadece ay sonunu getirebilmek için mücadele eden siyaseten edilgin bir grup olarak değerlendiriyordu. Oscar Lewis'in ( 1959, 196 1 , 1966), Puerto Rico ve Meksika'daki kent yoksulları içinden etnografilere dayanan "yoksulluk kültürü" kuramı, bu fikirlere bilimsel bir meşruiyet kazan­dırdı. Yoksulluk kültürünün bileşenleri olarak (kadercilik, köksüzlük, uyumsuzluk, gelenekselcilik, suç, amaçsızlık, umutsuzluk ve benzeri) belirli kültüreVpsikolojik esaslara dikkat çeken Lewis farkında olmadan "edilgin yoksul" fik­rini yaygınlaştırdı. "Marjinal insan"ı kültürel bir tip olarak tanımlayan temel vurgusuyla "yoksulluk kültürü", ABD'de

34

yoksulluk-karşıtı söylemi ve politikayı olduğu gibi, Üçüncü Dünya seçkinlerinin yoksullara yönelik algısını da belirle­yerek uzun yıllar boyunca baskın bakış açısı olarak kaldı.

Yoksullarla duygudaşlığına rağmen Lewis'in "yoksulluk kültürü"nün kavramsal zayıflığı çok geçmeden ortaya çıktı. Kabaca, Lewis "yoksulluk kültürü" birçok başka kültürden sadece biri olduğu için., yoksulların kültürünün özünü ta­nımladı. Lewis'in genellemesi , farklı kültürlerde yoksulla­rın yoksullukla baş ettikleri birbirinden farklı yolları göz ardı etti. Worsley gibi eleştirmenler, Lewis'i yoksullukların­dan ve edilginliklerinden ötürü yoksulları suçlayan orta sı­nıfa mensup bir araştırmacı olmakla itham etti (Worsley, 1984: 190-4). 2 Lewis'in kavramsallaştırması, ilginç bir bi­çimde, Stonequist ve Robert Park gibi Şikago Okulu kent sosyologları ve hatta daha önceki kuşağın Simmel gibi dü­şünürleriyle birçok özelliği paylaşır. janice Perlman'ın (1976) The Myth of Marginality başlıklı güçlü eleştirisi, Ma­nuel Castells'in eleştirel katkılarıyla beraber, bu görüşün te­melini resmiyette olmasa dahi akademide çürüttü. Marji­nallik mitinin yoksulların toplumsal denetiminin bir aracı olduğunu ve marjinalleşmiş yoksulların kapitalist toplum­sal yapının ürünü olduğunu gösterdiler.

Hayatta kalma mücadelesi veren yoksullar

"Hayatta kalma stratejisi", aslında doğrudan yoksulluk si­yasetiyle uğraşmadı. Bu bakış açısının temelini, ilintili, üstü kapalı kavramsal bir varsayım teşkil eder. Hayatta kalma stratejisi modeli, yoksulların güçsüz olmalarına rağmen, kaderlerinin hayatlarını belirlemesini beklemediklerini ima ederek bir adım ileri gider. Bekalarını sağlamak için kendi

2 Yoksulluk kültürü tezinin daha geniş bir eleştirisi için Leeds (1971) ve Valenıi­ne'a (1968) bakınız.

35

tarzlarında etkindiler. Nitekim işsizlik ya da fiyat artışlarına karşı koymak için sık sık hırsızlığa, dilenciliğe, fahişeliğe ya da tüketim kalıplarını yeniden şekillendirmeye müracaat ederler; kıtlık ya da savaşa karşı, göç yetkili makamlarca engellendiğinde dahi yaşadıkları yerleri terk etmeyi seçer­ler. Bu düşünceye göre, yoksulların hayatta kaldıkları ve ya­şamaya devam ettikleri kabul edilir; ne var ki hayatta kal­maları kendi ya da yoldaşlarının hayatları pahasına gerçek­leşir (Scott, 1996) . Birçok kültürde, yoksullar arasında ger­çek hayatta başa çıkma mekanizmalarına müracaat etmek çok yaygın görülse de, hayatta kalma stratejisi dilinin gere­ğinden fazla vurgulanması, Escobar'ın ( 1995) kaydettiği gi­bi, yoksulların, onlara herhangi bir faillik tanınmadan, kur­ban olarak tasvir edilmelerini güçlendirmeye katkıda bulu­nabilir. Gerçek, yoksulların da direnmeye ve fırsat çıktığın­da hayatlarını iyileştirmeye çabaladıklarıdır. Bunun ötesin­de, dünyanın birçok bölgesindeki deliller, hayatlarını iyileş­tirmek için fırsatlar yarattıklarını gösteriyor - örgütlenirler ve çekişmeli siyasete dahil olurlar. john Friedmann's ( 1992, 1996) "salahiyetli kılma" kavramı, yoksulların böylesi fırsat yaratma eğilimlerinin kanıtlarından sadece bir tanesidir. Yoksulların kolektif olarak hayatta kalmak için kendinden örgütlülüğünü, rızkın üretilmesi için merkezi unsur olarak hane halkı kurumu, törel iktisat (güven, karşılıklılık, irade­cilik) ve "toplumsal güçleri"nin (serbest zaman, toplumsal yetenek, ağ ilişkileri, üretim birlikleri ve araçlarının) kulla­nılması dolayımıyla tarif eder.

Siyasal yoksullar

"Edilgin yoksullar" ve "yoksulluk kültürü" modellerinin eleştirisi, kentsel madunların siyasal aktörler olarak belirdik­leri bir bakışın, "kentsel yerel hareket" bakışının gelişmesine

36

yol açtı. Perlman, Castells ve Latin Amerikalı başka araştır­macılar yoksulların marjinal olmadığı, toplumla bütünleş­miş oldukları konusunda ısrar ettiler. Daha ziyade "marjinal­leştirilm iş oldukları"nı, iktisaden sömürülmüş, siyaseten baskı altına alınmış, toplumsal olarak damgalanmış ve kül­türel olarak kapalı bir toplumsal sistemden dışlanmış olduk­larını ileri sürdüler. Yoksullar, sadece parti siyasetine, seçim­lere ve ana akım iktisadi etkinliklere katılmıyor, daha önem­lisi kendi yerel toplumsal hareketlerini inşa ediyorlardı. Böy­lece, cemaat dernekleri, banios, tüketici örgütleri, aşhaneler, gecekondu destek grupları, kilise etkinlikleri ve benzerleri, (Castells'e göre, 1983) "toplumsal dönüşüm", (Schuurman ve Van Naerssen'e göre, 1999) "özgürleşme" için çabalayan yoksulların örgütlenmiş ve yerel temelli hareketleri ya da john Friedmann (1989) kelimeleriyle, modernitenin tiranlı­ğına karşı bir alternatif olarak görüldü. Gündelik etkinlikle­rinde yoksullar kentsel hizmetler ya da "toplumsal tüke­tim"den bir pay elde etmek için mücadele ederler.

Bu hareketlerin yerel niteliği, faillerinin (kent yoksulları­nın) var olma tarzlarından kaynaklanır. (Gelir, statü, mes­lek ve üretim ilişkileri bakımından) çok farklılaşmış olsalar da, kent yoksullarının ortak bir ikamet mekanını, bir cema­ati paylaştıkları düşünülür. Ortak mekan ve ortak mülkiyet­le ilintili ihtiyaçlar böylece bu insanlara bir "mekansal daya­nışma" imkanı sunar (Hourcade, 1989). Kent yoksulları arasında çekişmeli siyaseti olduğu kadar çekişmeli olmayan işbirliğini vurgulamaya yönelik çabalar, kent yoksunlarına önemli bir faillik tanıyarak şiddetli bir biçimde hem "yok­sulluk kültürü" hem de "hayatta kalma" görüşlerinin altını oyar. Bununla birlikte "kentsel hareketler bakış açısı" , bü­yük ölçüde bölgenin sosyopolitik koşullarına dayalı bir La­tin Amerikan modeli olarak ortaya çıkar. Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, aslen Latin Amerika üzerine çalışan araştırma-

37

cılarca (örneğin, Stiefel ve Wolfe, 1994) önerilmiştir. Yerel aşhaneler, mahalle dernekleri, kilise grupları ya da seyyar satıcı sendikaları, (Hindistan ve Güney Afrika gibi ülkeler istisna tutulursa) örneğin, Ortadoğu, Asya ya da Afrika'da görünen ortak olgular değildir. Ortadoğu'da, örneğin, sivil derneklerden sakınan (despotik, popülist ya da diktatöryel türden) otoriter devletlerin hakimiyeti, aile ve akraba bağla­rının güçlü olmasıyla birlikte, birincil dayanışmaları, ikinci dereceden dernekler ya da toplumsal hareketlerden daha uygun kılar (Bayat, 2000) . Hayır cemiyetleri ve cami der­nekleri gibi kolektif örgütler bulunsa da, bunlar popüler sı­nıfların siyasal hareketliliğine nadiren öncülük eder. Mahal­le ilişkileri, ev halkı ya da geleneksel kredi sistemlerine da­yanan dernekler oldukça yaygın da olsa, akrabalık ya da et­nisiteyi aşan toplumsal ağlar büyük ölçüde gelişigüzel, yapı­lanmamış ve paternalisttir (Bayat, 1997a, 2000). Bazı araş­tırmacılar, bölgedeki İslami hareketleri, kentsel toplumsal hareketlerin Ortadoğu modeli olarak sunma eğilimindeler. Birkaç işlevsel benzerlik bir yana, İslamcılık kimliğinin özellikle kent yoksullarına ilişkin bir kaygıdan hasıl olmadı­ğı gerçeği değişmiyor. Katolik Kilisesi, özellikle de Kurtuluş Teolojisi Hareketi'nden farklı bir biçimde İslami hareketler genellikle yoksulları değil, siyasal değişimin asli failleri ola­rak gördükleri eğitimli orta sınıfları seferber etmeye meyle­der (Bayat, 1998) . Böylece, belli bir düzeyde seferberlik ve çekişmeli siyaset, devrimci lran ya da kriz içindeki Ceza­yir'de olduğu gibi, temel olarak istisnai durumlarda (örne­ğin, kriz ve devrim koşullarında) teşvik edilir. Türkiye'de İslamcı Refah Partisi'nin gecekonducuları seferber ettiği doğrudur, ancak bu esasen Türkiye'nin serbest seçim siste­minin kent marjinallerine oy kullanma yetkisi, dolayısıyla meşru bir siyasal parti olarak İslamcıların kullanabileceği bir güç tanımış olması nedeniyle böyle olmuştur.

38

Gene de Latin Amerika'daki kentsel hareketlerin yaygın­lığının epey çeşitlilik arz ettiğini kaydetmek gerek. Leeds ve Leeds'in ( 1976: 21 1 ) göstermiş olduğu gibi, birbiriyle çeki­şen çıkar gruplarının (hükümet, özel çıkarlar ve diğerleri­nin) çokluğuna bağlı olarak yoksullar, maruz kaldıkları sı­kıntıların derecesinin yoksulları, "hayatlarını iyileştirmeyi iltimas ve çıkar ticaretinin paternalist, bireyci kanallarında aramaya" mecbur kıldığı Brezilya'dan ziyade Peru'da kolek­tif eylem fırsatı bulmuşlardır. Şili'de, siyasal açıklık ve radi­kal örgütlenme dönemlerinde, yoksullar daha yaygın olarak örgütlenmişlerdir.

Direnen yoksullar

Geleneksel kolektif eylemlerin -özellikle de madun gruplar (yoksullar, köylüler ve kadınlar) arasında çekişmeli protes­toların- yokluğu, hakim sosyalist partilerin neden olduğu hayal kırıklığıyla birlikte, birçok radikal gözlemciyi, her ne kadar küçük çaplı, yerel ya da bireysel dahi olsa, farklı ey­lemlilik türleri "keşfetmeye" ve bunları ön plana çıkarmaya itti. Bu arayış, 1 980'lerde mikro-siyaseti ve "gündelik dire­niş"i popüler bir bakış açısı kılan yapısalcılık sonrasıyla ilintilendirilen kuramsal paradigmalar dalgasına hem katkı­da bulundu hem de bundan yararlandı. james Scott'un, l 980'lerde, Asya'da köylülüğün davranışlarını çalışırken (kendisinin törel iktisat olarak adlandırdığı, geçimlik köy­lüler ile toprak ağaları arasındaki karşılıklı ilişkiyi açıkla­yan) yapısalcı bir pozisyondan yola çıkarak, köylülerin bi­reysel tepkilerine odaklanan daha etnografik bir yönteme ulaşması, bu paradigma kaymasına önemli katkıda bulundu (Scott, 1985). Bu sırada, Foucault'nun "merkezden arındı­rılmış" iktidar kavramı, yeni Gramscici kültür siyasetinin (hegemonya) yeniden dirilmesiyle birlikte, mikro-siyaset ve

39

böylece "direniş" paradigmasına temel bir kuramsal destek sağladı.

"Direniş" kavramı, iktidar ve karşı iktidarın ikili bir kar­şıtlık içinde bulunmadığının, birbirinden ayrılmış, karma­şık, kararsız ve sürekli bir "denetim dansı" olduğunun altı­nı çizdi (Pile, 1997: 2). "Nerede iktidar varsa, orada direniş vardır" fikrini temel aldı; direniş, büyük ölçüde faillerinin, maruz kaldığı siyasal baskı koşulları altında, eklemlemeye muktedir olabildikleri küçük çaplı, gündelik, küçük etkin­liklerden meydana gelse de. Bu direniş kavrayışı, sadece o güne dek kuramsal olmayan köylü çalışmalarına değil , emek çalışmaları, etnisite, kadın çalışmaları, eğitim ve kentsel maduniyet çalışmaları gibi farklı alanlara nüfuz etti.

Böylece çeşitli çalışmalar, mucizelerle ilgili hikayelerin "popüler direnişe" nasıl "ses verdiğini" (Revees, 1995), yoksun kadınların halk hikayeleri anlatarak, şarkılar söyle­yerek ya da deli ya da kaçık görünerek ataerkilliğe nasıl di­rendiklerini (Abu-Lughod, 1990) , aile bağlarının genişle­mesinin kent yoksulları arasında nasıl bir "siyasal katılım yolu"nu temsil ettiğini (Singerman, 1995) ele aldı. Barlarda çalışan Filipinli kızlarla Batılı erkeklerin ilişkisi, basit bir şekilde topyekun tahakküm olarak değil, karmaşık ve ko­şullara bağlı bir tarzda tartışıldı (Pile, 1997) . Çalışan Müs­lüman kadınların örtünmesi, basit bir şekilde itaat olarak değil, kararsız bir şekilde protesto ve kendine mal etme, dolayısıyla "protestonun telif edilmesi" olarak sunuldu (Macleod, 199 1 ) . Gerçekten, duruma bağlı olarak, örtün­mek de, örtünmemek de eşzamanlı bir şekilde direniş sim­gesi olarak kabul edildi !

Şüphesiz, o vakte kadar "edilgin yoksullar", "itaatkar ka­dınlar" , "apolitik köylüler" ve "baskı altına alınmış işçiler" olarak tarif edilen öznelere faillik atfetmeye yönelik bu tür bir çaba, olumlu bir gelişmeydi. Direniş paradigması, genel

40

olarak toplumdaki iktidar ilişkilerinin karmaşıklığının, özel olarak da maduniyet siyasetinin örtüsünü kaldırmaya yar­dımcı olur. Bize, evrensel bir mücadele tarzı umamayacağı­mızı; her şeyi biraraya toplayan resimlerin genellikle insan­ların değişim hakkındaki algılamalarındaki farklılıkları tah­rip ettiğini; yerelin bir çözümleme birimi olduğu kadar, önemli bir mücadele alanı olarak da tanınması gerektiğini; örgütlü kolektif direnişin her yerde mümkün olamayabile­ceğini, dolayısıyla alternatif mücadele tarzlarının keşfedil­mesi ve tanınması gerektiğini; baskının hüküm sürdüğü durumlarda örgütlü protestonun illa ki ayrıcalıklı bir konu­mu olamayabileceğini söyler. Dolayısıyla, daha esnek, kü­çük çaplı ve bürokratik eylemliliğin önemi de kabul edil­melidir. 3 Bunlar, "direniş"in post-yapısalcı taraftarlarını eleştirenlerin (örneğin, Cole ve Hill'in, 1995) görmezden geldiği meselelerin bir kısmıdır.

Gene de bu paradigma, bir dizi kavramsal ve siyasal soru­nu beraberinde getirir. Hemen karşımıza çıkan ilk sorun, direnişin, iktidar, tahakküm ve itaatle olan ilişkisini nasıl kavramsallaştıracağımızdır. james Scott, direnişle ne kastet­tiği hususunda açık görünüyor:

Sınıf direnişi, üst sınıf karşısında, bir alt sınıf üyesi­

nin/üyelerinin, ya bu sınıfa üst sınıf (örneğin, toprak ağa­

lan, büyük çiftçiler ya da devlet) tarafından dayatılan ta­lepleri (örneğin, kira, vergi, nüfuz) tadil ya da reddetmeye;

ya da kendi taleplerini (örneğin, iş, toprak, yardım, saygı)

dayatmaya meyleden her tür eylemini içerir (Scott, 1995:

290; vurgular benim) .

Ne var ki, "her tür" deyimi, Scott'un sıraladığı niteliksel olarak birbirinden farklı eylem türlerini, bunların arasına bi-

3 Piven ve Cloward'ın ( 1979) Amerikan yoksul halk hareketlerinin sahip olması­. nı diledikleri bir nitelik.

41

rer çizgi koyarak betimlemeye engel olur. Büyük çaplı ko­lektif eylemle, bireysel eylemler, örneğin vergi hilekarlığı arasında ayrım yapmayacak mıyız? Yıkıcı da olsa, gözlerden uzak bir şekilde şiir okumak ile silahlı mücadele eşit değer­de midir? Böylesi farklı eylemlerden birbirine denk olmayan etkililik ya da çıkarsamalar beklememeli miyiz? Scott, bu­nun farkındaydı ve farklı direniş türleri, -örneğin, örgütlü, sistemli, önceden planlanmış ya da devrimci sonuçlar doğu­ran diğerkam eylemlere atıfta bulunan "gerçek direniş"le, devrimci sonuçlar yaratmayan, örgütsüz, rastlantısal ve ikti­dar yapısı içinde telif edilen eylemlere işaret eden "sembolik direniş" (Scott, 1985: 292)- arasında ayrım yapanların fikir­lerine katıldı. Gene de, "sembolik direniş"in, en az "gerçek direniş" kadar gerçek olduğu hususunda ısrar etti. Bununla birlikte, Scott'un takipçileri yeni ayrımlar yapmaya devam ettiler. Nathan Brown (1990) , örneğin, Mısır'da köylü siya­seti üzerine çalışırken, üç tür siyaset tanımlar: atomist (bi­reylerin ya da küçük grupların anlaşılması güç bir içeriğe sa­hip siyaseti) , ortak (üretimi yavaşlatmak ve benzeri, sistemi bozmaya yönelik grup çabası) ve ayaklanma (sistemi etkisiz hale getirecek devrimin bir alt aşaması).

Bunun ötesinde, direniş üzerine yazan birçok kişi, baskı konusundaki bir bilinçlilik ile baskıya karşı direnişi birbiri­ne karıştırmaya meyleder. Yoksul kadınların özel toplantıla­rında kötü durumları hakkında ya da erkekleri alay konusu etmek için söyledikleri şarkılar, cinsiyet dinamiğini kavra­yışlarını gösterir. Ne var ki ne bu; ne de yoksul kentlilerin azizlerin gelip zorluları cezalandırdığını hayal eden mucize hikayeleri, onların direniş eylemlerine katıldıkları anlamına gelir. Böylesi bir "direniş" kavrayışı, çatışma ve rıza göster­me ve iktidar sistemleri içindeki fikir ve eylemler arasında­ki aşırı derecede karmaşık karşılıklı oyunu anlamaktan yoksundur. Bilinç ve eylem arasındaki bağ, gerçekten temel

42

bir toplumbilimsel ikilem olarak varlığını sürdürüyor (Gid­dens, 2000).

Scott, direnişin kasıtlı bir eylem olduğunu açıkça belirtir. Weberci geleneğe bağlı olarak, eylemin anlamım temel bir unsur olarak ele alır. Bu kasıtlılık, kendi içinde önemliyken, kasıtlı ya da kasıtsız sonuçları birbirine uymayan birçok bi­reysel ya da kolektif eylemi aşikar bir biçimde dışarıda bıra­kır. Kahire ve Tahran'da, örneğin, birçok yoksul aile, yasadı­şı davranışlarının farkında olmalarına rağmen, belediyenin elektrik ve suyunu yasal olmayan şekillerde kullanır. Lakin kentsel hizmetleri otoriteler nezdinde muhalefet ve mukave­metlerini ifade etmek için çalmazlar. Bunu, daha ziyade, onurlu bir hayat için bu hizmetlere ihtiyaç duyduklarından, bu hizmetleri başka bir şekilde alamadıkları için yaparlar. Fakat bu çok sıradan eylemler sürdüğünde, kentsel yapı, toplumsal politika ve faillerin kendi hayatlarında önemli de­ğişikliklere yol açar. Faillerin gündelik eylemlerinin kasıtlı olmayan sonuçlarının önemli olması bundandır. Gerçekten, direniş paradigması içindeki birçok yazar, "direniş"in teza­hürleri olarak hem kasıtlı hem de kasıtsız pratiklere odakla­narak, kasıt ve maksadı terk etmişlerdir.

Bir soru daha var. Direniş, halihazırda elde edilmiş bir kazanımı korumak (Scott'un terimleriyle hakim grupların alt gruplardan taleplerinin reddedilmesi) anlamına mı gelir, yoksa benim "tecavüz" olarak adlandırdığım, yeni talepler­de bulunmak ("kendi isteklerini ilerletmek") anlamına mı? Direniş yazınının çoğunda bu ayrım eksiktir. Bunların ör­tüştüğü anlar hayal edilebilse de, bu iki strateji farklı siya­sal sonuçları takip eder; bu, özellikle bunları haKim iktidar­la ilintili olarak ele aldığımızda böyledir. Lenin'in Ne Yapma­lı'sı (1973), "ekonomizm/sendikacılık" ve "sosyal demokra­tik siyaset/parti siyaseti" terimleriyle bu iki stratejinin tar­tışmasına adanmıştır.

43

Leninist/öncücü paradigma hakkında ne düşünülürse düşünülsün, bu özgül bir devlet ve iktidar kuramına (işçi sınıfı partisinin önderlik ettiği kitlesel bir hareketin ele ge­çireceği kapitalist bir devlet) tekabül ediyordu; buna ek ola­rak, bu stratejinin işçi sınıfını nereye (sosyalist bir devlet kurmaya) götürmek istediği açıktı. Şimdi, "direniş" para­digmasının devlet kavrayışı nedir? Direniş paradigması fail­lerinVöznelerini, "en kötüsüne mani olma ve daha iyisini taahhüt etme"nin (Scott, 1985: 350) ötesinde nereye götür­mek istiyor?

Direniş yazınının çoğu Foucault'nun eklemlediği bir ikti­dar anlayışına dayanır; iktidar her yerdedir, "dolaşır" ve asla "burada ya da orada birinin elinde yerini belirlemez" (Fo­ucault, 1972). Böylesi bir düzenleme, sıradan olanın güç­süzlüğü mitini aşmak ve sıradan olana bir faillik atfetmek için elbette yol göstericidir. Gene de bu birçok post-yapısalcı "direniş" yazarınca paylaşılan "merkezden arındırılmış" ikti­dar kavramı, iktidar deveran ediyor olsa dahi, bunu eşit ol­mayan bir biçimde yaptığını (bazı yerlerde, diğerlerine göre, daha ağır, daha yoğunlaşmış ve "kesif'tir) görmeyi becere­mediği için, devlet iktidarına, özellikle de bunun sınıf boyu­tuna değerinin altında bir paha biçer. Diğer bir deyişle, ho­şunuza gitsin, gitmesin, devlet önemlidir ve kentsel madu­niyet eylemliliğinin potansiyeli tartışılırken bunu gözönün­de bulundurmak gerekir. Foucault, iktidar sistemlerinin dı­şında ve ondan bağımsız gerçekleştiğinde direnişin gerçek olduğunda ısrar ederken, "direniş" yazınını belirleyen ikti­dar kavrayışı, bir iktidar sistemi olarak devlet iktidarını çö­zümlemeye çok imkan tanımaz. Bu yüzden, "direniş" açıkla­malarının neredeyse tümünde bir devlet kuramı ve kendine mal etme ihtimalinin eksik olması rastlantısal değildir. Bu­nun bir sonucu olarak, yürekten benimsenen "direniş" ey­lemleri, mevcut iktidar düzeni ile kararsız ve gergin bir

44

uyum sonucuna yol açarak bilinmeyen, belirsiz ve kararsız bir iktidar ilişkileri evreninde amaçsızca yüzer.

Belirgin bir direniş kavramının yokluğu, bunun ötesinde, bu türün yazarlarının genellikle faillerin edimlerini çok faz­la ele almasına ve bunlara gereğinden fazla değer biçmeleri­ne sebep olur. Sonuç, öznelerin neredeyse her eyleminin potansiyel olarak bir "direniş" eylemi olarak görülmesidir. "Kaçınılmaz" direniş eylemleri tespit etmeye kararlı post­yapısalcı yazarlar genellikle "öznelerini değiştirmek" zo­runda kalırlar (MacAdam et al. , 1997) . "Edilgin yoksullar" , "itaatkar Müslüman kadınlar" ve "etkisiz kitleler" türü ba­kış açılarının özcülüğüne meydan okumaya kalksalar da, sıradan davranışa çok fazla değer biçerek, bunu illa ki bi­linçli ya da çekişmeli bir muhalefet eylemi olarak yorumla­yarak tersinden bir özcülüğün tuzağına düşerler. Bu, bu ey­lemlerin çoklukla hakim iktidar sistemleri içinde meydana geldiğine dair önemli gerçeği görmezden geldikleri için böyledir.

Örneğin, Ortadoğu'da, bazı yazarların "direniş", muhale­fetin "teklifsiz siyaset"i ya da "katılım yolu" olarak okuduk­ları birtakım alt sınıf etkinlikleri, esasen devletin istikrar ve meşruiyetine katkıda bulunabilir (Singermann, 1995; Ho­odfar, 1997) . İnsanların kendilerine yardım edebilmeye ve ağlarını genişletebilmeye muktedir oldukları gerçeği, şüp­hesiz gündelik eylemliliklerini ve mücadelelerini gösterir. Ne var ki, böyle yaparak failler devletten (ya da sermaye ve ataerkillik gibi diğer iktidar odaklarından).hemen hemen hiçbir şey kazanamazlar - tahakküme illa ki meydan oku­yor değildirler. Aslında hükümetler, muhalif olmadıkları müddetçe, kendi kendine yardım ve yerel girişimleri çoğu kez teşvik ederler. Bunu, refah devleti koşul ve sorumluluk­larının yükünün bir kısmını vatandaşın üstüne kaydırmak için yaparlar. Küresel Güney'de STK'ların hızla çoğalması

45

bunun güvenilir bir belirtisidir. Kısaca, direniş yazınının çoğu, (faillerin bekasının kendileri ya da yoldaşları pahası­na sağlandığı) başa çıkma stratejileri olarak görülebilecek eylemlerle, etkin katılım ya da tahakkümün yıkılmasını bir­birine karıştırmaktadır.

Son bir soru daha var� Yoksullar h�r zaman farklı yollarla (söylem ya da eylemle, bireysel ya da kolektif olarak, üstü örtük ya da açık biçimde) tahakküm sistemlerine karşı di­renmeye muktedirse, onlara yol gösterme ihtiyacı nereden kaynaklanıyor? Yoksullar her daim siyaseten muktedir va­tandaşlarsa, devletin ya da herhangi başka bir failin onları güçlendirmesini neden beklemeliyiz? Yoksulların davranış­larını hatalı okumak, esasen, savunmasızlara karşı ahlaki sorumluluğumuzu boşa çıkarıyor. Michael Brown'ın ( 1996: 730) kaydettiği gibi, "çocukluğun küçük mağduriyetlerini gerçekten baskı altında olanların ıstırapları düzeyine çıkar­dığınızda, adaletsizliğe duyarlılığımızı yoğunlaştırmaktan ziyade azaltan zalim bir tesviye" yapmış oluyorsunuz.

Sıradan olanın sessiz tecavüzü

Hakim bakış açılarının kusurlarını (yani, "edilgin yoksul­lar"ın özcülüğünü, "hayatta kalma"nın indirgemeciliğini, "siyaseten etkin yoksullar"ın Latin-merkezciliğini ve "dire­niş yazını"nm kavramsal karışıklığını) göz önünde tutarak, gelişmekte olan dünyada kentsel marjinaller siyasetini bir başka açıdan, "sıradan olanın sessiz tecavüzü" olarak de­ğerlendirmek istiyorum. Bu kavramın, bu yetersizliklerin bir kısmının üstesinden gelebileceğini ve küreselleşme ko­şullarında kentsel maduniyet siyasetinin özünü daha iyi kavrayabileceğini düşünüyorum. 4

4 Bu bakış açısını bütün aynntılanyla Sıreeı Poliıics kitabımda ele aldım. Burada sadece temel noktalara değiniyorum.

46

"Sessiz tecavüz" kavramı, sıradan insanların hayatta kala­bilmek ve hayatlarını iyileştirebilmek için mülk ve iktidar sahibi olanlara doğru suskun, uzun vadeli fakat yaygın iler­leyişini tarif eder. Bu, dönemsel kolektif eylemlerle, suskun, büyük ölçüde parçalara bölünmüş ve uzun vadeli bir sefer­berlikçe (belirli bir liderliği, ideolojisi ya da yapılandırılmış bir örgütü olmayan açık ve pozisyon değiştiren mücadele­lerce) belirlenir. Sessiz tecavüz kendi başına bir "toplumsal hareket" olarak görülemezse de, aynı zamanda hayatta kal­ma stratejilerinden ya da "gündelik direniş"ten de farklıdır; çünkü ilk olarak, faillerin mücadele ve kazanımları kendile­ri ya da yoldaşlarının pahasına değil, devletin, zenginlerin ve iktidar sahiplerinin pahasına gerçekleşir. Nitekim kent yoksulları barınaklarını aydınlatmak için elektriği komşula­rından değil, belediyenin elektrik direklerinden çalarlar; ya da hayat standartlarını yükseltmek için çocuklarının okula gitmesine engel olmazlar da enformel sektörde ikinci bir iş yapmak için kendi iş saatlerinden çalarlar.

Buna ek olarak, bu mücadeleler sırf direniş alanında ille de savunmaya yönelik olarak görülmez, artan bir biçimde mütecavizdir; yani aktörler ilerleyecek yeni pozisyonlar ka­zanarak alanlarını genişletirler. Bu tür sessiz ve tedrici ta­bandan hareketler, devlet yetkilerinin (düzenin anlamı, ka­musal mekanın, kamusal ve özel malların denetimi ve mo­demitenin anlamlılığı dahil olmak üzere) birçok temel çeh­resine meydan okumaya eğilimlidir.

Dalgalanan toplumsal grupların (göçmenlerin, mültecile­rin, işsizlerin, gecekonducuların, sokak satıcılarının, sokak çocuklarının ve artışları iktisadi küreselleşme ile hızlanan diğer marjinal grupların) hayat boyu süren mücadelelerini kastediyorum. Aklımda, milyonlarca erkek ve kadının uzun göç yolculuklarına çıktıkları, iş, barınak, toprak ve yaşama letafeti elde ederek uzak ve çoğu kez yabancı çevrelere ya-

47

yıldıkları uzun süreçler var. Kırsal göçmenler kentlere ve kentlerin kolektif tüketimine el uzatırlar, mülteciler ve uluslararası göçmenler konuk devletlere ve onların sağla­dıklarına, gecekonducu ve işgalciler kamusal ve özel arazi­lere ya da halihazırda inşa edilmiş evlere ve işsizler, geçimi­ni sokaktan sağlayan insanlar olarak kamusal mekanlara ve dükkan esnafı tarafından yaratılan iş olanaklarına. Ve hepsi birden Üçüncü Dünya seçkinlerince benimsenen düzen, modern kent ve kentsel yönetim kavramlarına meydan okumaya meylederler.

Somut tecavüz biçimleri epey çeşitlidir. Devrim sonrası lran, kamusal ve özel kentsel alanın, apartmanların, otelle­rin, kaldırımların ve kamu araçlarının, çoğu kez yoksullar tarafından, benzeri görülmemiş _bir biçimde sömürge haline getirildiğine tanık oldu. 1980 ile 1992 arasında, hükümetin muhalefetine rağmen, Tahran'ın yüzölçümü 200 km2'den 600 km2'ye çıktı ve bu büyük Tahran ve çevresinde lOO'ü aşkın enformel cemaat oluştu (Bayat, 1997b: 79). Kitlesel enformel iktisadın aktörleri, yeni "lümpen orta sınıf"ı , 1980'lerde kamu sektörü konumları hızla çöken eğitim sa­hibi maaşlıları da kapsayacak biçimde tipik marj inal yok­sulların ötesine geçti. Daha dramatik bir vaka, Kahire'nin eteklerinde milyonlarca kırsal göçmenin, kent yoksulunun ve orta sınıf yoksulların sessizce mezarlıkları, çatıları ve devlet/kamu arazilerini ele geçirerek, 5 milyon kişiyi barın­dıran lOO'ün üzerinde kendiliğinden cemaat yaratması ol­du. Bir kere yerleşti mi, tecavüz birçok yönde yayılır. Otu­ranlar, biçimsel tanım ve koşullara karşı, binaların içine ve üstüne odalar, balkonlar ve ek mekanlar eklerler. Devlet ta­rafından inşa edilmiş kamu konutlarında kendilerine ev ve­rilenler, mekanlarını bölerek, yeni alanlar ekleyerek ve icat ederek, yasal olmayan biçimlerde kendi ihtiyaçlarına göre yeniden tasarlar ve düzenlerler (Bayat, 1997a; Ghannam,

48

1997). Yoksullar ile yetkililer ve seçkinler arasında günde­lik hayatlarındaki yoğun mücadele ve uzlaşmalar sonucun­da çoğu kez tamamen yeni cemaatler ortaya çıkar (Kuppin­ger, 1997).

Aynı zamanda, mütecavizler, aksi takdirde bunları yasal olmayan biçimlerde çekip ücretsiz kullanarak yetkilileri mahallelerine kentsel hizmet getirmeye zorlamışlardır. Ne var ki hizmet sağlandıktan sonra birçoğu kullandığı hizme­tin bedelini ödemeyi reddeder. Güney Beyrut'ta enformel bir cemaat olan Hayy-Assaloum'un yoksul mukimlerinin yüzde 40'ı elektrik faturalarını ödemeyi reddediyor. Mısır lskenderiye'de ödenmemiş su faturalarının maliyeti yılda 3 milyon Amerikan dolarını buluyor. Yoksulların çoğu kez yetkililerin arzusu hilafına kentsel kamu hizmetlerini elde etmek için mücadele ettikten sonra, bunların bedelini öde­meyi dönemsel olarak reddettiği Şili ve Güney Afrika'nın kentsel bölgelerinden de benzer hikayeler duyuluyor. Kahi­re, İstanbul ve Tahran'da yüz binlerce sokak satıcısı, dük­kan esnafının yarattığı elverişli iş olanaklarına tecavüz ede­rek belli başlı ticari merkezlerde sokakları işgal etmiştir. Bu kentlerde binlerce kişi, denetim altında tuttukları ve azami park yeri yaratmak üzere dikkatle düzenledikleri sokaklar­da araba parkından kazandıkları bahşişlerle geçimlerini sağlıyor. Son olarak, Güney Kore'dekiler gibi, birçok Üçün­cü Dünya şehrinde sokak satıcılarının etiket ve markaların telif haklarına yönelik tecavüzü çokuluslu şirketlerin kaçı­nılmaz tepkilerine yol açıyor.

Bu aktörler eylemlerini önceden düşünülmüş siyasal edimler olarak gerçekleştirmiyor; daha ziyade, bunları ihti­yaçları dayattığı için yapıyorlar. Hayatta kalmak ve daha onurlu bir hayat kurmak gereği onları zorluyor. Onların onurlu bir hayat sürmek için çoğu kez kanun dışı olan edimlerini ahlaki, hatta "doğal" olarak meşru kılan, ihtiyaç

49

kavramı. Gene de, bu çok basit ve görünüşte sıradan pra­tikler, onları çekişmeli siyaset alanına kaymaya meylediyor. Çekişenler, kolektif eyleme giriyorlar ve kazanımlarım teh­dit edenlerle karşılaştıklarında, eylemlerini ve kendilerini siyasi olarak görüyorlar. llerleme, sessiz, bireysel olarak ve tedricen sağlansa da, kazanımların savunulmasının, her za­man olmasa da, kolektif ve sesli olması, bu yüzden sessiz tecavüzün önemli bir niteliği.

İhtiyaçlarının (iktisadi yeniden yapılanmanın etkileri, ta­rımsal iflas, fiziki güçlükler, savaş ve yerinden yurdundan olma) zoruyla güdülerek, işe, çoğu kez akrabalık bağlarıyla örgütlü bir şekilde, daha ziyade bireysel ve çok yaygara çı­karmadan atılıyorlar. Hatta özellikle kolektif çabalardan, büyük çaplı işlerden, karmaşadan ve reklamdan kaçınıyor­lar. Zaman zaman gecekonducular, örneğin, belli yerlerde diğerlerinin kendilerine katılmasına engel oluyor ve sokak satıcıları aynı işi yapan diğerlerinin aynı bölgede iş yapma­sının önüne geçiyor. Çoğu, hatta benzer gruplarla kent hiz­meti alma stratejileri hakkındaki bilgilerini paylaşmaya da­hi tereddüt ediyor. Gene de görünüşte çaresiz olan bu birey ve aileler, benzer yolları takip ettikçe, sırf birikerek artan kazanımları onları nihayetinde toplumsal bir güç haline ge­tiriyor. Bu da sessiz tecavüzün bir başka niteliği.

Fakat neden kolektif taleplerde bulunmak yerine bireysel ve sessiz doğrudan eylem seçiliyor? Fabrika işçilerinden, öğrencilerden ya da meslek sahiplerinden farklı olarak bu insanlar, sürekli değişiklik içinde olan grupları temsil eder­ler ve yapısal olarak, büyük ölçüde, mağduriyetlerini ifade edebilecekleri ve taleplerini dayatabilecekleri kurumsal me­kanizmaların dışında hareket ederler. Örgütsel engel olma gücünden, örneğin grev yapma ihtimalinden, yoksundurlar. Popüler hoşnutsuzluğun genel ifadesinin bir parçası olarak sokak gösterilerine katılabilirler; ama ancak (devrim sonra-

so

sı lran, iç savaş dönemi Beyrut ya da l 988'de Endonezya'da Suharto düştükten sonra olduğu gibi) bu yöntemlerin ma­kul bir geçerliliği ve meşruiyeti olduğunda ve harici liderler tarafından seferber edildiklerinde. Böylece, kentsel arazi iş­galcilerine solcu eylemciler rehberlik edebilir ve işsizler ile sokak satıcıları sendika kurmaya davet edilebilir (devrim­den sonra lran'da, Lima'da ya da Hindistan'da olduğu gibi) . Ne var ki bu olağandışı bir olguyu temsil eder çünkü çoğu zaman kolektif talepleri dile getirmek için seferberlik, bu mücadelelerin çoğunlukla gerçekleştiği gelişmekte olan ül­kelerde siyasal baskı yoluyla engellenir. Bunun sonucunda, bu gruplar protesto etmek ya da halkın dikkatini çekmek yerine, her ne kadar bireysel ve ihtiyatlıca da olsa, ihtiyaçla­rını kendileri karşılama yoluna giderler. Kısaca, onlarınki protesto değil tazminat siyaseti, bireysel doğrudan eylem yoluyla acil sonuç elde etme mücadelesidir.

Bu insanların amacı nedir? lki temel hedef güdüyor gibi görünürler. llki, kolektif tüketim (toprak, barınak, su, elektrik, yol), kamusal mekan (kaldırımlar, kavşaklar, cad­delerde park alanları), fırsat (elverişli iş koşulları, mevki ve etiket) ve hayatta kalmak ve asgari standartları sağlamak üzere gerekli diğer yaşam fırsatları biçimde toplumsal meta ve fırsatların (kanun dışı ve doğrudan) yeniden dağıtımıdır.

Diğer hedef, devlet ve diğer modern kurumların dayattığı kural, kurum ve disiplinden hem kültürel, hem siyasal özerklik elde etmektir. Enformel bir hayat arayışındaki yoksullar, ilişkilerini bireysel çıkar, sabit kural ve sözleşme­lere dair modem kavramlardan ziyade karşılıklılık, güven ve pazarlığa dayandırarak, mümkün olduğunca devletin ve modem bürokratik kurumların dışında hareket ederler. Böylece, modem iş yerinin disiplini altında çalışmaktansa, kendi yarattıkları işlerde çalışmayı; sorunlarım polise git­mektense enformel bir şekilde çözmeyi; belediye dairesin-

51

dense, yerel enformel prosedürler altında (Ortadoğu'da imam nikahı ile) evlenmeyi; modern bankalardansa enfor­mel kredi derneklerinden borç almayı tercih edebilirler. Bu, esasen bu insanlar gayri ya da anti-modern oldukları için değil, varoluşları onları enformel bir hayat tarzına zorladığı için böyledir. Zira modernite pahalı bir keyfiyettir, herkesin durumu modern olmaya elvermez. Çünkü modernite, çoğu korunmasız insanın gerçekten bedelini ödeyemeyeceği dav­ranış biçimlerine ve hayat tarzlarına (zaman, mekan, söz­leşme ve sair disiplinlere sıkı bağlılık) uyum yeteneğini ge­rektirir. Böylece, yoksunlar renkli televizyon seyretmeyi, te­miz musluk suyu içmeyi ve iş güvencesi elde etmeyi arzu ederken, vergilerini ve faturalarını ödemekten ya da belirli saatlerde iş başında olmaktan bezerler.

Fakat küreselleşme koşullarında, yaygınlaşan bütünleş­me ortasında, kentsel madunlar özerkliği ne derece kulla­nabilir? Sorun yoksulların sadece özerklik aramaları değil, aynı zamanda devlet gözetiminden güvenli olma ihtiyacı duymalarıdır. Modernite koşullarında enformel bir hayat aynı zamanda güvensiz bir hayattır. Örnek olarak, sokak satıcıları modern iş kurumlarının disiplininden azade olabi­lirler ama çalışma izinleri olmadığı için polis tacizinden mustariptirler. Yoksulların cemaatlerini güçlendirme, okul, klinik ve kanalizasyon elde etme mücadeleleri onları, kaçı­nılmaz olarak, uzak durmak istedikleri hakim iktidar sis­temleriyle (yani devlet ve modern bürokratik kurumlarla) bütünleştirecektir. Güvenlik arayışında yoksullar böylece özerklik ve bütünleşme arasında daimi bir pazarlık ve te­reddüt içindedirler. Gene de, bütünleşme yapı ve süreçleri içinde mevcut muhtemel her alanda özerklik arayışını sür­dürürler.

52

Siyasallaşmak

Tecavüz, kendine atfedilen çok az bir siyasal anlamla başlı­yorsa, yasadışı eylemler çoğu kez ahlaki temelde meşru kı­lınıyorsa, nasıl kolektif/siyasal bir mücadeleye dönüşür? Aktörlerin, herhangi bir otoriteyle ciddi olarak karşı karşıya gelmeden gündelik kazanımlarını elde ettikleri sürece, ka­zanımlarını sıradan gündelik pratikler olarak değerlendir­meleri muhtemeldir. Ne var ki, kazanımları bir kez tehdit edildiğinde, çoğu kez bunları kolektif ve sesli şekilde savu­narak, hareketlerinin ve kazanımlarının değerinin bilincine varmaya meylederler. Örnekler, Tahran'da 1976'da gece­konducuların, l 980'de sokak satıcılarının seferber olması ve l 990'ların başında muhtelif kentlerde gecekonducuların çıkardığı sokak isyanları olabilir. Ya da aktörler kazanımla­rını ille de kolektif direnişe geçmeden sessiz itaatsizlikle koruyabilirler. Kahire ya da lstanbul'da seyyar satıcılar, za­bıta geldiğinde kolektif olarak işlerinin başlarında durmak yerine, arka sokaklara çekilirler ve zabıta gider gitmez hızla işlerinin başına dönerler. Öyle ya da böyle, aktörlerin otori­telere karşı mücadelesi bir kazanım elde etmekle değil, esa­sen halihazırda elde edilmiş kazanımları korumak ve geliş­tirmekle ilgilidir. Ama bu mücadeleler hemen hemen her zaman devlet iktidarını içerirler.

Devletin bu tür etkinliklere karşı pozisyonu, ilk olarak gözetleme yeteneğinin ölçüsü, ikinci olarak sessiz tecavü­zün ikili doğası (mülke ve iktidara tecavüz etme ve aynı za­manda kendi kendine yetme etkinliği) tarafından etkilenir. Üçüncü Dünya ülkeleri, çok sınırlı olsa da, benzeri etkin­liklerin gerçekleştiği ABD gibi sanayileşmiş ülke devletleri­ne göre, sessiz tecavüze karşı daha hoşgörülü görünürler. Sanayileşmiş ülkeler, nüfuslarını gözetleme altında tutmak için ideolojik, teknolojik ve kurumsal araçlarla çok daha iyi

53

donanmışlardır. Diğer bir deyişle, insanlar Güney'in korun­masız ve "mülayim devletleri"nde, vergiden kaçmanın, özel mülke ve devlet arazisine tecavüzün ciddi suç sayıldığı ge­lişmiş endüstriyel ülkelerdekine göre, daha fazla özerklik alanına sahiptir.

Öte yandan, sessiz tecavüz, kamu mülkü ve iktidarına te­cavüz olmakla beraber, birçok açıdan Üçüncü Dünya hükü­metlerinin işine gelebilir. Bu hükümetlerin bu türden etkin­liklere çoğu kez birbiriyle çelişkili tepkiler göstermesi şaşır­tıcı değildir. "Mülayim" ve korunmasız devletler, özellikle kriz zamanlarında, tecavüz halen sınırlıyken buna izin ver­meye meylederler. Mütecavizlere gelince, onlar aslında karşı konulması çok zor olacak derecede yayılırken, daimi olarak sınırlı ve hoşgörülebilir görünmeye çalışırlar. Bunu taktiksel olarak geri çekilerek, görünmez hale gelerek, memurlara rüşvet vererek ya da belirli ya da daha az stratejik yerlerde yoğunlaşarak (örneğin, uzak yerlerde gecekondular kurarak ya da gözden ırakta işportacılık yaparak) becerirler.

Bununla beraber, gerçek yayılmaları ve etkileri bir kez açığa çıktığında, aktörlerin ve hareketlerinin birikerek ço­ğalan büyümesi hoşgörülebilir sınırları aştığında, devletin sıkı önlemleri beklenir hale gelir. Gene de birçok durumda bu önlemler sonuç doğurmaz, zira çok geç, mütecavizler görünebilir hale gelerek ve geri dönüşü olmayan noktayı geçerek yayılmış olduklarında uygulanmışlardır. Gerçekten, görevlilerin bu süreci "kanser" olarak tarif etmesi, bu hare­ketlerin dinamiğini tecrübeye dayanarak ispat eder.

Aktörler ve devlet arasındaki çatışma kaynaklarını tanım­lamak zor değildir. tık olarak, kamusal hizmetlerin çoğu kez "enformel" ve ücretsiz dağıtımı, devletin denetlediği kaynaklara ağır bir yük getirir. Yanısıra zenginler de (gayri­menkul sahipleri, tüccarlar ve dükkancılar) mal, marka ve iş fırsatlarını kaybederler. Devlet ve mülklü grupların ittifa-

54

kı, çatışmaya bir sınıf boyutu katar. Öte yandan aktörlerin gündelik hayatlarında özerklik arayışı modern devletin ege­menlik alanında ciddi bir boşluk yaratır. Özerk hayat, mo­dern devletleri, özellikle de popülist olanlarını, anlamsız kı­lar. Bunun da ötesinde (faillerin, etkinliklerin ve mekanla­rın) özerkliği ve enformelliği, devletleri gözetleme uygula­mak için gerekli bilgiden yoksun bırakır. Düzenlenmemiş işler, kayıt altına alınmamış insanlar ve mekanlar, isimsiz caddeler ve dar sokaklar, polissiz mahalleler, bunların dev­letin sicil def terlerinde yer almadığı anlamına gelir. Denet­leyebilmek için devletlerin bunları şeffaf hale getirmesi ge­rekir. Gerçekten, gecekondu ıslah programları, denetim al­tına alabilmek için bilinmeyeni açma stratejisinin bir parça­sı olarak görülebilir. Mütecavizlerle devlet arasında çatışma, bu yüzden kaçınılmazdır.

Bu çatışma, hiçbir yerde, eşsiz bir kamusal mekan olan "sokaklar" da olduğu kadar aşikar değildir. Zira "sokaklar" , gecekonducuları, işsizleri, geçimini sokaktan sağlayanları, sokak çocuklarını, yeraltı dünyasının insanlarını ve ev ka­dınlarını içerecek ve sadece bunlarla sınırlı olmayan bir bi­çimde, çoğu kez hoşnutsuzluklarını dile getirecek kurum­sal ortamı olmayanlar için tek kolektif ifade mevkii olma iş­levi görür. Fabrika işçileri ya da öğrenciler örneğin, grev ya­parak aksama yaratabilirken, işsizler ve işportacılar şikayet­lerini sadece kamusal mekanlarda, sokaklarda dile getirebi­lir. Gerçekten bu yoksunların çoğu için, sokaklar (toplan­mak, arkadaş edinmek, geçimlerini kazanmak, boş zaman­larını geçirmek ve hoşnutsuzluklarını dile getirmek gibi) gündelik işlerini yapabilecekleri temel, belki de tek yerdir. Buna ek olarak sokaklar aynı zamanda, polis devriyesi, tra­fik düzenlemesi ve mekansal ayrımlar, kısaca kamu düzeni olarak ifade edilen devlet varlığının en aşikar biçimde görü­lebileceği kamusal mekanlardır. Mütecavizler ve otoriteler

55

arasındaki iktidar ilişkisinin dinamiği, benim "sokak siya­seti" dediğim şeydir. "Sokak siyaseti" ile (dar sokaklardan daha göz önündeki caddelerin kaldırımlarına, kamu park ve spor alanlarına kadar) "sokaklar"ın fiziksel ve toplumsal mekanında oluşan ve ifade edilen, kolektif bir nüfus ile otoriteler arasındaki bir dizi çatışma ve buna bağlı saklı an­lamları kastediyorum. Sokak siyaseti, farklı toplumsal fail gruplarının hoşnutsuzluğunun büyük ölçüde modern ku­rumlar dışında, tutarlı bir ideoloji ya da belirgin bir liderlik olmaksızın eklemlenmesi anlamına gelir (Bayat, 1997b).

lki ana unsur sokakları siyaset arenasına çevirir. llki, ka­musal mekanın aktörler ile otoriteler arasında bir çekişme alanı olarak kullanımıdır. Bu anlamda, sokakları siyasal bir alan kılan, kamusal mekanın etkin ya da (edilgin karşıtı) katılımcı bir biçimde kullanılmasıdır. Bu, bu alanlar (kaldı­rımlar, kamusal parklar, kavşaklar ve benzerleri) giderek ar­tan bir biçimde, bunların kullanımını düzenleyen, onları "düzenli" hale getiren devletin sahası haline geldiği için böyledir. Devlet kullanıcıların buralarda edilgin olmasını is­tiyor. Etkin bir kulhmım, devletin ve bu düzenden çıkar sağlayan grupların otoritesine meydan okuyor.

Sokak siyasetini şekillendiren ikinci unsur, kamusal me­kanı kullanan ve burada iş gören insanlar arasında, benim "edilgin ağ" olarak adlandırdığım şeyin varlığıdır. "Edilgin ağ" ile ortak kimliklerinin sözsüz ifade olunan kabulünce yaratılan ve mekan dolayımıyla arabuluculuk edilen parça­lanmış bireyler arasındaki ani iletişimi kastediyorum. Bir kadın erkek davetlilerle dolu bir partiye gittiğinde partide­ki diğer kadını aniden görür. Bir sokaktaki işportacıların birbirlerini tanıması, daha önce birbirlerini görmemiş ve tanışmamış olsalar dahi çok muhtemeldir. Partideki kadın­lar ya da sokaktaki işportacılar bir tehditle karşılaştıkların­da, birbirlerini tanımasalar ya da bunu daha önceden plan-

56

lamamış olsalar da biraraya gelirler. Bu kavramın önemi, örgütlerden ya da kasıtlı ağlardan büyük ölçüde yoksun, sessiz mütecavizler gibi parçalara ayrılmış bireylerin sefer­berliğini hayal etme imkanında yatar. "Edilgin ağ" bireyle­rin etkin ya da kasıtlı olarak inşa edilmiş ağlar olmaksızın seferber edilebileceğini ima eder. Kamusal mekan olarak sokak, edilgin ağlar kurulması dolayımıyla insanların sefer­ber olmasını mümkün kılan bu esaslı niteliğe sahiptir. Bi­reysel aktörler, mütecavizler, bir kez tehditle karşı karşıya geldiklerinde, edilgin ağlarının etkin iletişim ve işbirliğine dönüşmesi muhtemeldir. Bir tahliye tehdidi ya da polis baskını, birbirini daha önceden tanımayan gecekonducula­rı ya da işportacıları aniden böyle biraraya getirir. Elbette, edilgin ağdan kolektif direnişe kayış asla verili değildir. Ak­törler, taktik geri çekilmenin çatışmadan daha iyi sonuç ve­rebileceğini hissedebilirler. Bu bugünkü Kahire sokakların­da çok yaygın bir eğilimdir, fakat yerinde kolektif direnişin hüküm sürdüğü devrim dönemi lran'ında olağandışıydı (Bayat, 1997b).

Sonuç

Başlarken, yeni küresel yeniden yapılanmanın temel bir so­nucunun, bir yanda bütünleşme, öte yanda toplumsal dışla­ma ve enformalizasyon olmak üzere ikili bir süreç olduğu­nu öne sürdüm. lki süreç de Üçüncü Dünya'daki kentsel ta­banlar adına büyük bir hoşnutsuzluk yaratıyor.

tlk olarak, kentsel yoksunlar arasında, pazar disiplini, sözleşmeler, değişim değeri, hız ve bürokratik mantık tara­fından nitelenen modernleştirici iktisadi ve kültürel sistem­ler içerisinde, iş görmeyi, yaşamayı ve çalışmayı zor bulan birçokları bulunuyor. Bu insanlar, alternatif ve daha tanıdık ya da enformel kurumlar ve ilişkiler arayarak, böylesi top-

57

lumsal ve iktisadi düzenlerden çıkmaya çalışıyor. lkinci olarak, küreselleşme, yapısal düzenleme programları dola­yımıyla , birçok insanı işsiz kılarak ya da onları enformel üretim, ticaret, barınma ve ulaşıma iterek bir enformelleş­tirme eğilimi taşıyor. (Örneğin, yeni Orta Asya Cumhuri­yetleri ve İstanbul ya da jamaika ve Miami arasında dola­şan) ulusaşırı işportacılar, bu çağın son ürünlerinden. Kısa­ca, yeni küresel yeniden yapılanma, gelişmekte olan ülkele­rin kentlerini belirlemeye başlayan öznelliklerin, toplumsal mekanın ve siyasal mücadeleler alanının büyümesini yo­ğunlaştırmaya meylediyor.

Hakim bakış açıları (hayatta kalma stratejisi, kentsel top­lumsal hareketler ve gündelik direniş) , kentsel madunların etkinliklerine bakmak için yararlı açılar sağlamakla beraber, bunların bazı temel kusurları var. Bu kusurlar, "edilgin yoksullar"ın özcülüğünde, "hayatta kalmaya çalışan yok­sulların" indirgemeciliğinde, "siyasal yoksullar"ın Latin merkezci olmasında ve "direniş yazım"nın kavramsal karı­şıklığında görülüyor. Ben "sessiz tecavüz" bakış açısının bu kavramsal sorunlara bir çözüm olabileceğini iddia ettim. Bu açıdan bakınca, yoksullar sadece hayatta kalmak için müca­dele etmiyor, kendi paylarını artırmak için, kamu malları ile seçkin grupların iktidar ve mülklerine çoğu kez bireysel ve sessizce tecavüz ederek, hayat boyu bir süreçte çabalı­yorlar. Bu süreçte yoksullar küreselleşmenin etkisine doğ­rudan meydan okumuyor. Daha ziyade, güvenlik arayışla­rında, etkilenmeden kalmış her alanda özerklik sağlamak ve aramak için, küreselleşmeyle daimi bir pazarlık içine gi­riyorlar. Aynı zamanda, bu süreçte, günlük tecavüz ve pa­zarlıklarının niyet edilmemiş sonuçları, kentsel yapılar ve süreçlerde, demografide ve kamu politikasında önemli top­lumsal değişiklikler doğuruyor. Böylesi bir stratejinin kent­sel tabanın hayatında ne denli önemli olduğunu daha önce

58

tartıştım. Gene de sessiz tecavüzün bu aktörleri nereye ka­dar götürebileceği sorusu duruyor.

Varoluşsal kısıtlılıklarının (kıt yetenek ve eğitimlerinin ya da yetersiz gelir, bağ ve örgütlerinin) verili olduğu ko­şullarda, sessiz tecavüz, marjinalleşmiş grupların hayatta kalması ve paylarına düşeni artırması için uygun bir muk­tedir kılma stratejisi olarak iş görüyor. Bununla beraber, bu gayri hareket ne daha geniş siyasal dönüşüme yol açmaya muktedirdir ne de böyle bir amacı vardır. Daha geniş milli toplumsal hareketlerin böylesi bir dönüşüm yeteneği var­dır. Gene de küresel/milli seferberlikle kıyaslandığında, bu yerel mücadeleler aktörler için hem anlamlı hem de idare edilebilirdir. Aktörler amacın ne olduğunu anlayabildikleri ve bu eylemlerin sonuçları hakkında bir fikir sahibi olabil­dikleri için anlamlıdır. Uzaktaki milli liderlerden ziyade, aktörlerin kendileri gündemi belirlediği, hedefleri saptadığı ve sonucu denetlediği için idare edilebilirdir. Bu anlamda yoksullar için yerel olan, küresel/milli olandan daha ayrıca­lıklıdır.

Kentsel tabanın hayat boyu süren mücadeleler dolayı­mıyla hayat imkanlarını genişletmede görece başarılı oldu­ğu doğrudur; bununla beraber, çok önemli toplumsal me­kanlar onların denetimi dışında kalır. Yoksullar, barınakla­rını inşa etmek üzere bir parça toprak işgal etmeye mukte­dir olabilir, ana caddeden ya da komşularından musluk su­yu ya da elektrik çalabilir; sokağın köşesinde birşeyler sata­rak kendilerine bir iş edinebilir ve arada sırada zabıtaya rüşvet vermeye ya da onu atlatmaya muktedir olabilir. Fa­kat okul, sağlık hizmeti, kamu parkları, yapılmış yollar ve güvenliği (daha büyük yapıları ve süreçleri, milli devletlere ve küresel iktisada bağlı toplumsal hizmetleri) nasıl elde eder? Diğer bir deyişle, elde ettiklerine rağmen, yoksunla­rın büyük ölçüde parçalara ayrılmış ve yerel stratejileri, da-

59

ha geniş, milli anlamda bir toplumsal adalet arayışına hiz­met etmez. Yoksunlar kolektif bir temelde seferber olma­dıkları ve mücadeleleri daha geniş toplumsal hareketlere ve sivil toplum örgütlerine bağlanmadığı sürece, bunların da­ha geniş anlamda etkin olmaları muhtemel değildir.5 Gene de, bu gerçekleşene ve sonuçları sınanana dek, kentsel ta­banın, biz toplumsal bilimcilerin hakkında ne düşündü­ğünden bağımsız olarak sürdürdüğü sessiz tecavüzün en uygulanabilir muktedir kılma stratejisi olarak kalacağını hatırda tutmak önemlidir.

Çeviren ÖZGÜR GôKMEN

KAYNAKÇA

Abu-Lughod, Ula (1990), "The Romance of Resistance: Tracing Transformations of Power Through Bedouin Women", American Ethnologist 17 (1) : 41-55.

Arevalo, Pedro (1997), "Huaycan Self-Managing Urban Community: May Hope be Realized", Environment and Urbanization 9(1): 59-79.

Bayat, Asef (1997a), "Cairo's Poor: Dilemmas of Survival and Solidarity", Middle East Report 202: 2-6.

Bayat, Asef (l 997b), Street Politics: Poor People� Movements in Iran. New York: Co­lumbia University Press.

Bayat, Asef (1998) "Globalizing Social Movements? Comparing Middle Eastern Jslamist Movements and Latin American Liberation Theology", yayımlanma­mış makale, Kahire.

Bayat, Asef (2000), "Activism and Social Development in the Middle East", World Social Summit için hazırlanmış tartışma metni, Cenevre, Ağustos 2000.

Brown, Michael ( 1996) "On Resisting Resistance", American Anthropologist 98( 4): 729-49.

Brown, Nathan (1990) Peasant Politics in Modern Egypt: The Struggles vs. the State. Ne� Haven, CT: Yale University Press.

Castells, M. (1983) The City and Grassroots. Berkeley: University of Califomia Press.

CIA (1992) World Facı Booh 1992. Washington, DC: CIA.

Cohen, R. (1982) "Cities in Developing Societies", H. Alavi ve T. Shanin (der.) Introduction to the Sociology of "Developing Societies" içinde, s. 366-86. Londra: Macmillan.

5 Peru'da böylesi geniş bir ittifakın bir örneği için, Arevalo'ya (1997) bakınız.

60

Cole, Mike ve Dave Hill (1995) "Games of Despair and Rhetorics of Resistance: Postmodernism, Education and Reaction", ]oumal of Sociology of Education 16(2): 133-50.

Draper, Hali (1978) Kari Mar.x� Theory of Revoluıion. New York: Monthly Review Press.

Escobar, Emesto (1995) Encounıering Developmenı. Princeton, NJ: Princeton Uni-versity Press.

Fanon, Frantz (1967) The Wreıched of ıhe Earıh. Harmondswonh: Penguin.

Foucault, Michel (1972) Knowledge!Power. New York: Pantheon.

Friedmann, John (1989) "Dialectic of Reason", Intemational ]oumal of Urban and Regional Research 1 3(2): 21 7-44.

Friedmann, John ( 1992) Empowermenı: The Politics of Altemative Developmenı. Londra: Blackwell .

Friedmann, John ( 1 996) "Rethinking Poverty: Empowerment and Citizen Rights", Inıemational Social Science]oumal 148: 161-72.

Ghannam, Farha (1997) "Relocation and Use of Urban Space", Middle Eası Reporı 202: 1 7-20.

Giddens, Anthony (2000) Sociology. Oxford: Poliıy Press.

Gordon, David (1988) "The Global Economy: New Edifice or Crumbling Foun­dations?", New Lefı Review 168: 24-64.

Hoodfar, Homa (l 997) From Marriage ıo Market. Berkeley: University of Califor­nia Press.

Hoogvelt, Ankie (1997) Globalization and ıhe Posıcolonial World. Baltimore , MD: The John Hopkins University Press.

Hourcade, Bemard (1989) "Conseillisme, Classe Sociale et Space Urbain: Les squ­atters du sud de Tehran, 1978-1981 ", K. Brown et al (der.) Urban Crisis and So­cial Movemenıs in ıhe Middle Eası içinde. Paris: Editions t:Harmattan.

Huntington, S. (1968) Political Order in Changing Society. l thaca, NY: Yale Univer­sity Press.

Huntington, S. ve ]. Nelson (1976) No Easy Choice: Political Participalion in Deve-loping Countries. Cambridge, MA: Harvard University Press.

ILO (1999) World Developmenı Reporı, 1 998-99. Cenevre: ILO.

Kuppinger, P. (1997) "Giza Spaces", Middle Eası Reporı 202: 14-16.

Leeds, A. (1971) "The Concept of the 'Culture of Poverty': Conceptual, Logical and Empirical Problems with Perspectives from Brazil and Peru", E.B. Leacock (der.), The Culıure of Poverıy: A Critique içinde. New York: Simon and Schuster.

Leeds, A. ve E. Leeds ( 1976) "Accounting for Behavioral Differences: Three Politi­cal Systems and the Responses of Squatters in Brazil, Peru and Chile", ]. Wal­ton ve L. Magotti (der.), The City in Comparative Perspective içinde, s. 193-248. Londra ve New York: John Wiley.

61

Lenin, V:I. (1973) What Is To Be Done. Peking: Foreign Language Press.

Lewis, Oscar ( 1959) Five Families: Mexican Case Studies in the Culture of Poverty. New York: Basic Books.

Lewis, Oscar (1961) The Children of Sanchez: Autobiography of a Mexican Family. New York: Random House.

Lewis, Oscar (1966) La Vida: A Puerto Rican Family in the Culture of Poverty. New York: Random House.

McAdam, D., Tarrow, S. ve C. Tilly (1997), "Towards an lntegrated Perspective on Social Movements and Revolution", M.I. Linchbach ve A. Zuckerman (der.), Comparative Politics: Rationality, Culture and Structure içinde. Cambridge: Cambridge University Press.

McGee, T.G. ( 1979) "The Persistence of Proto-Proletariat: Occupational Structu­res and Planning of the Future of Third World Cities", ]. Abu-Lughod ve R. Hay (der.) , Third World Urbanization içinde, s. 257-70. New York: Methuen.

Macleod, A. ( 1991) Accommodating Protest: Worlıing Women, the New Veiling, and Change in Cairo. New York: Columbia University Press.

McNally, David ( 1998) "Globalization on Trial: Crisis and Class Struggle in East Asia", Monthly Review 50(4) : 1-13.

Melucci, A. (1994) "A Strange Kind of Newness: What's 'New' in New Social Mo­vements?" E. Larana et al (der.), New Social Movements içinde, s. 101-30. Phi­ladelphia, PA: Temple University Press.

Nelson, Joan ( 1970) "The Urban Poor: Disruption or Political lntegration in the Third World Cities", World Politics 22: 393-414.

Park, R. ( 1982) "Human Migration and Marginal Man", Americanjoumal of Soci­ology 33(6): 881-93.

Perlman, J. ( 1976) Myth of Marginality. Berkeley: University of California Press.

Pile, Steve (1997) "Opposition, Political Identities, and Spaces of Resistance", S. Pile ve M. Keith (der.), Geographies of Resistance içinde, s. 1-32. Londra: Rout­ledge.

Piven, E ve R. Cloward ( 1979) Poor People� Movements: Why They Succeed, How They Fail. New York: Vintage.

Reeves, E.B. (1995) "Power, Resistance and the Cult of Muslim Saints in a Nort­hern Egyptian Town", American Ethnologist 22(2) : 306-22.

Schuurman, E ve T. van Naerssen (1989) Urban Social Movements in the Third World. Londra: Croom Helm.

Scoot, James (1985) Weapons of the Wealı: Everyday Forms of Peasant Resistance. New Haven, CT ve Londra: Yale University Press.

Scoot, james ( 1986) "Everyday Form of Peasant Resistance", The joumal of Pe­asanı Studies 13(2): 5-35.

Singerman, Diane (1995) Avenues of Participation: Family, Politics and Networlıs in Urban Quarters of Cairo. Princeton, NJ: Princeton University Press.

62

Stiefel, M. ve M. Wolfe (1994) A Voice for the Excluded: Popular Participation Deve­lopmaıt. Londra: Zed Dost.

Sıonequist, E. (1935) "The Problem of the Marginal Man", American)oumal of So­ciology 41(1) : 1 -12.

Valenıine, j. (1968) Culture and Poverty: Critique and Counter Proposals. Chicago , il: University of Chicago Press.

Vandemoortele, J. (1990) "The African Employment Crisis of the l 990s", C. Grey-Johnson (der.), The Employmaıt CTisis in Africa içinde. Harare: African Association for Public Administration and Management.

Webster, Niel (1995) "The Role of the NGDOs in Indian Development: Some Les­sons from Wesı Bengal and Karnaıaka" , The European ]oumal of Developmmt Research 7(2): 407 -33.

Dünya Bankası (1995) World Developmmt 1 995. Oxford: Oxford University Press.

Worsley, Peıer (1984) The Thru Worlds. Londra: Wiedenfeld and Nicolson.

63

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Ortadoğu'da Aktivizm ve Toplumsal Kalkınma*

Bu makale, Ortadoğu'da toplumsal aktivizm ve bunun top­lumsal kalkınmaya etkisi üstünedir. Bölgenin kentli alt taba­kasının bu neo-liberal çağda haklarını korumak ve yaşamla­rını iyileştirmek için izledikleri sayısız stratejiyi ele almakta­dır. 1980'lerin siyasi-ekonomik girişinden önce çoğu Orta­doğu ülkesi genellikle ya milliyetçi-popülist rejimlerdi (Mı­sır, Suriye, Irak, Libya, Sudan, Türkiye gibi) ya da Batı yanlı­sı rantiye devletlerdi (İran ve Körfez Arap devletleri gibi) . Petrol veya karşılığı ile finanse edilen büyük ölçüde otoriter bu devletler devlet güdümlü kalkınma stratejileri izlediler ve (yıllık ortalama %21 gibi) kayda değer büyüme oranları­na ulaştılar.1 Petrolden sağlanan gelir rantiye devletlere va-

(*) Yazann notu: Bu makale aslında Birleşmiş Milletler Toplumsal Kalkınma Araş­tırma Enstitüsü'nün (UNRISD) Cenova 2000 zirvesi hazırhklan dahilinde ya­zılmıştır. Mustapha El-Sayyied, Shahra Razavi, Peter Utting, David Westen­dorff ve IJMES hakemlerine değerli yorum ve eleştirileri için teşekkür ederim.

1 Bazı Onadogu ülkelerinin 1970-79 dönemindeki büyüme hızlan söyledir: Mı­sır, %7.6; Iran, %22.2; Suudi Arabistan, %37.2; Türkiye, % 1 5 . l ; Kuveyt, %22.6; Suriye %1 5.4; Irak, %28.8; Ürdün, %19.6. "World Tables 1991 ," IMF Intemational Financial Statistics Yearbook, 1 994, 1 996 (Washington, D.C.: IMF Publications, 1996).

65

tandaşlarının çoğuna toplumsal hizmetler sağlama imkanı sundu ve ideolojik güdümlü popülist devletler eğitim, sağ­lık, istihdam, iskan ve benzeri alanlarda önemli hizmetler dağıttılar.2 Post-kolonyal rejimler için bu tür bir toplumsal refahın sağlanması, bu devletlerin hem sömürgeci güçlere hem de içerideki yönetici sınıflara karşı mücadele ettiği bir zamanda, köylüler, işçiler ve alt-orta tabaka tarafından kabul görmeleri için gerekliydi. Devlet, halk adına iktisadi ve top­lumsal kalkınmanın öncü gücü olarak hareket etti.

Bu devletlerin otoriter yapıları anlamlı siyasal katılımı ve etkin sivil toplum örgütlerinin gelişmesini kısıtladı. Rejim­lerin devletçi ideolojileri ve ataerkil eğilimleri devletleri bir­çok vatandaş için sadakatleri karşılığında tek olmasa da ba­şat geçim kaynağı haline getirdi. Devletçi modellerde dev­let, toplumun kendini geliştirmesi ve çıkar gruplarının oluşmaları, rekabet etmeleri ve özerk hareket etmeleri için alan tanımayarak iktisadi, siyasal ve toplumsal alanları bü­yük ölçüde denetimi altında tutar. Cemal Abdel Nasır dö­nemindeki ve şimdi Suriye'deki sendikalar; lran Şahı döne­minde devlet güdümlü sendikalar; Ayetullah Humeyni dö­neminde lslami dernekler ve Libya'daki halk konseyleri ör­neklerinde olduğu gibi Ortadoğu'da bu tür bir ideoloji ço­ğunlukla nüfusun çeşitli kesimlerinin hareketsizleştirilme­sine - ya da, en hafif deyimle, denetimli bir biçimde sefer­ber edilmesine yol açmıştır. 3 IMF kefaletinde İktisadi Re­form ve Yapısal Uyum (ERSA - Economic Reform and Structural Adjustment) programlarıyla liberalizasyonun ve pazarlaşmanın girişi önemli sosyo-ekonomik değişimlere neden oldu. Serbest pazar ekonomileri tüketici mallarını

2 Hazem Biblawi, "Rentier State in the Arab World," Thf Arab Statf içinde (der.) G. Luciani (Londra: Routledge, 1990).

3 Ortadogu devletlerinin bir tipolojisi için bkz. Alan Richards & John Waterbury, A Political Economy of thf Miıldlf East (Boulder, Colo.: Westview Press, 1990).

66

büyük ölçüde daha erişilebilir kıldı. Gelir farklılıklarını art­tırarak ve istihdam pazarında önemli değişikliklere yol aça­rak üst sosyo-ekonomik kesimleri zenginleştirdi. işsizler, gündelikçiler, geçimlik sokak işçileri gibi kayıt dışı ve mar­jinalleşmiş gruplar genişledi. Çok sayıda kamu çalışanı ve tarım işçisi, orta sınıfın eğitimli ve bir zamanlar hali vakti yerinde olan üyeleri (hükümet çalışanları ve üniversite öğ­rencileri) istihdam ve iskan pazarında kentsel yoksul sevi­yesine itildiler.

Bununla beraber, devletler önceki popülist gelişmelerini niteleyen toplumsal sorumluluklardan kademeli olarak çe­kilmekteydiler. Birçok toplumsal hizmet geri çekilmekteydi ve düşük gelir grupları hayatta kalmak için büyük ölçüde kendi kendilerine dayanmak zorundaydılar. Örneğin Mı­sır'da pirinç, şeker, yemeklik yağ gibi bazı temel besin mad­delerindeki destekler kaldırıldı; motorin, enerji ve ulaşım­dakilerse azaltıldı. Kira denetimi yeniden düşünülüyor, ye­ni toprak yasası kiracı çiftçilerin toprak üstündeki denetim­lerine son verdi, kamu sektörü reformları ve özelleştirme sürüyor, hep önemli toplumsal maliyetlerle. 1993 gibi er­ken bir tarihten beri Birleşik Devletler Uluslararası Kalkın­ma Dairesi (United States Agency for International Deve­lopment) raporu "Mısır'da kötüye giden toplumsal koşul­lar" konusunda uyarıda bulunuyor. 4 Yaşam süreci ve bebek ölüm oranları gibi bazı toplumsal göstergeler gelişme gös­terse de işsizlik, yoksulluk ve gelir uçurumları l 990'larda artmıştır.5 ikinci Körfez Savaşı gibi krizi derinleştiren bir di-

4 USAID/Cairo/EAS, Repon on Economic Conditions in Egypt, 1 991-1 992 (Cairo: USAID, 1993), 2.

5 John Westley, "Change in Egyptian Economy, 1977-1997,"; Jalal Amin, "Major Determinants of Economic Development in Egypt: 1977-1997 ," Cairo Papers in Social Scimce 21 (1998): 18-49. Aynca bkz. R. Assad & M. Roshdi, Povmy and Poverty Alleviation in Strategies in Egypt (Cairo: Ford Foundation, 1998). Mı­sır'ın kalkınma sürecinin daha yakın tarihli bir değerlendirmesi için bkz. Ric-

67

zi olay sonucunda Libya'da da benzeri değişiklikler meyda­na gelmektedir.6 lran'da hükümet 1990'dan beri devletçilik ile serbest piyasa politikaları arasında gidip gelmektedir. Bölgedeki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında lran'daki eko­nomik liberalleşme, kısmen işçi direnişlerinden kısmen de siyasal kesimler arasındaki çatışmadan dolayı yavaş ilerle­miştir. Suriye ekonomisi ağırlıklı olarak devlet denetiminde kalmasına rağmen, özel sektörün kademeli olarak genişle­mesine izin verilmektedir. 7

İktisadi hakları ve vatandaşların katılımını siyasal günde­me yerleştiren ve dolayısıyla toplumsal hareketlilik için ye­ni mekanlar açan insan hakları ve siyasal katılım düşünce­lerinin küreselleşmesi, bu siyasal-ekonomik gelişmelerle aynı zamanda ortaya çıktı. Oluşumuna katkıda bulunduk­ları yeni toplumsal güçleri (alt-orta ve orta sınıflar gibi) dü­zenle bütünleştirmekte ya da bastırmakta popülist devletle­rin başarısızlığı, sivil toplum kurumlarının oluşumuna yol açtı. Devletler, bu sınıfların gereksinimlerini karşılayama­yınca, gerekenlerin yapılması için sivil kuruluşlara başvur­dular ya da bunların kurulmalarını desteklediler.8 Ortado­ğu'da sivil toplum üstüne yakın zamanda yapılan araştırma­lar, devletlerin otoriter niteliklerine rağmen, insan hakları

hard Adams, (Cairo, 1999), 1 10. Aynca bkz. Denis Sullivan, Private Voluntary Associations in Egypt (Bloomington: University Press of Florida, 1994), 65-68. Mısır'ın kalkınma sürecinin daha yakın tarihli bir değerlendirmesi için Richard Adams, "Evaluating the Process of Development in Egypt, 1980-97," Intemati­onal ]oumal of Middle East Studies 32 (2000): 255-75.

6 Roula Majdalani, "Bridging the Gap Between the Development Agendas and the Needs of the Grassroots: The Experience of Jordanian STKs" (basılmamış maste.r tezi, Beirut, 1999).

7 Raymond Hinnebusch, "Democratization in the Middle East: The Evidence from the Syrian Case," Political and Economic Liberalization içinde (der.) Gred Honneman (Boulder, Colo.: Lynn Rienner, 1996).

8 S. E. Ibrahim, "The Troubled Triangle: Populism, Islam, and Civil Society in the Arab World." Intemational Political Science Review 19 (1998): 373-85.

68

savunucuları, sanatçılar, yazarlar, din adamları ve meslek odalarının hükümetleri sorumlu ve açık olmaya zorladıkla­rını ortaya koymaktadır.9

Tüm bu iktisadi ve toplumsal değişimler -özellikle bir yandan yoksulların toplumsal koşullarının kötüleşmesi, öte yandan kamusal alanın ve sivil kuruluşların genişlemesi­bazı önemli sorunları ortaya çıkartmaktadır. Ortadoğu'da halk, değişen toplumsal ve iktisadi gerçekliğe nasıl tepki vermektedir? Ve değişen koşullarına hakikaten karşılık ve­riyorlarsa, bölgede taleplerin niteliğindeki, protesto alanla­rındaki ve eylem biçimlerindeki kaymanın ardındaki man­tık nedir? Ortadoğu'da insanların geçimlerini sağlamaları ve haklarını savunmaları için gereken toplumsal gelişmeyi sağlayacak anlamlı siyaset değişiklikleri ve kurumsal re­form için "aşağıdan baskı" ne ölçüde gerekli? Bu makale, bu tür sorular yönelterek, bölgede geçimlerini savunmaya ve toplumsal kalkınma sağlamaya yönelik alt tabaka akti­vizminin niteliğini araştırmayı amaçlamaktadır.

Yaygın bir kavram olarak "aktivizm" insanların yaşamla­rında değişim yaratmayı amaçlayan her türlü -bireysel ya da toplumsal, kamusal ya da gayri resmi- beşeri etkinliği ifade eder. Pasifliğin antitezi olarak "aktivizm", ayakta kal­ma stratejileri ve direnişten daha süreğen eylem biçimlerine ve toplumsal hareketlere dek pek çok etkinliği içerir. 10 Be­nim aktivizm konusuna odaklanmamsa, özellikle ERSA ol­mak üzere iktisadi kalkınma söyleminde halka yer verilme­mesine, kısmen de Latin Amerika'ya ve Güney Asya'ya kı­yasla toplumsal hareketler ve toplumsal kalkınma üzerine Ortadoğu'daki akademik çalışmaların azlığına bir tepkidir.

9 A. R. Norton, (der.), Civil Society in ıhe Middle Eası (Leiden: E. ]. Brill, 1995).

10 Kavramsal bir tartışma için bkz. Asef Bayat, "From 'Dangerous Classes' to 'Qu­iet Rebels': Politics of Urban Subaltem in the Global South," lnternational So­ciology 15 (2000): 545-69.

69

Bu, yakın zamanda konu üstüne yapılmış çalışmaların hakkını vermemek değildir. Mısır'da özelleştirme ve sendi­kalar üzerine çalışan Marsha Posusney, Kahire'nin yoksul ailelerini çalışan Unni Wikan, Diane Singerman ve Homa Hoodf er, kadın ve kalkınma üzerine çalışan Yal Moghadam ve Haleh Afshar değerli katkılar yapmışlardır. 1 1 Ancak çoğu yazarın tanımladığı alt tabaka etkinlikleri geniş anlamda ayakta kalma stratejileri -çoğunlukla kendileri ve yakınla­rındaki insanlar pahasına sürdürülen etkinlikler- çerçevesi içinde kalır. Örneğin, tüketimi azaltmak ya da birkaç işte çalışmak ayakta kalmayı sağlayabilir ama muhtemel beslen­me yetersizliği ya da bitap düşme pahasına.

Bu makale, Ortadoğu'daki alt tabaka aktivizminin çok daha karmaşık, çeşitli ve dinamik olduğunu göstermekte­dir. Kitlesel kent protestoları, sendikacılık, cemiyet aktiviz­mi, toplumsal lslamcılık, sivil toplum kuruluşları (STK'lar) ve sessiz tecavüz olarak ifade edilen altı tür aktivizmi ele alacağım. Geçmişteki toplu ya da kitlesel kentsel protesto­ların ve işçi sendikacılığının çok sayıda insanın yaşam ko­şullarını iyileştirmekte başarısız olduğunu öne sürmekte­yim. Cemiyet aktivizmi zayıftır, toplumsal lslam ve STK'lar ise sorunların yalnızca bazılarını ele alırlar. Bu nedenle, Or­tadoğu toplumlarında, kentli alt kesimlere az da olsa kendi yaşamlarını yönlendirme gücü veren ve devlet politikası

1 1 Marsha P. Posusney, Labor and the State in Egypt (New York: Columbia Uni­versity Press, 1997); Unni Wikan, Tornorrow, God Wılling (Chicago: University of Chicago Press, 1997); Diane Singerman, Avenues of Participation: Farni!y, Networh, and Politics in Cairo� Quarters (Princeton, N.j. : Princeton University Press, 1995); Homa Hoodfar, Frorn Maniage to Market (Berkeley: University of California Press, 1997); Valentine Moghadam, "Women's STKs in the Midd­le East and North Africa: Constraints, Opportunities, and Priorities," Organi­zing Wornen: Forma! and Inforrna! Wornen� Groups in the Midd!e East içinde (der.) Dawn Chatty ve A. Rabo (Oxford: Berg, 1997); Haleh Afshar, Wornen in the Middle East: Perceptions, Realities, and Struggles for Liberation (New York: St. Martin's Press, 1993).

70

üzerinde etkili olan sessiz tecavüz uygulanabilir bir strateji olarak teşvik görür. Sessiz tecavüz, kişilerin ya da ailelerin yaşamlarının temel gereksinimlerini (barınmak için arazi, kentsel toplu tüketim, kayıtsız işler ve iş bulma fırsatları) karşılamak için sessiz, iddiasız ve kanunsuz bir biçimde başvurdukları doğrudan eylemlerdir. Zamana yayılmış ve büyük ölçüde atomize bu mücadeleler, aktörleri için önem­li toplumsal değişimler meydana getirir.

Bölgedeki alt tabaka hareketlenmesinin biçimine ve yeri­ne dair birkaç eğilime değinerek bağlayalım. Sınıf tabanlı örgütlenmelerden (sendikalar, köylü örgütleri, kooperatif­ler) , kayıtsız sektör, STK'lar ve toplumsal İslam içinde olu­şan daha parçalı etkinliklere, mali haklar için kampanyalar­dan vatandaşlık çatışmalarına, işyerinde taleplerin dile geti­rilmesinden bu taleplerin cemiyetlerde ifadesine kadar uza­nan kayda değer kaymalara dikkatinizi çekmek istiyorum. Hızlı kentleşme nedeniyle kentler, giderek ihtilaf ve müca­dele alanı haline geldiler,12 ulusal çatışmalarsa giderek kent­sel bir ifadeye büründüler. Bu nedenle (özellikle insan hak­ları, demokrasi, kadınlar ve çiftçilerle ilgili olan) çok sayıda hareket toplumsal kalkınmanın kimi yönlerini kapsıyorsa da, bu makale çoğunlukla göz ardı edilen kentsel alt taba­kanın toplumsal aktivizmine odaklanmıştır. Aşırı genelleme tehlikesine rağmen, Ortadoğu'daki birçok ülkeyi araştırma­ya çalıştım. Yine de bilginin büyük bölümü zengin ve çeşitli toplumsal hareketlenme deneyimleri nedeniyle İran ve Mı­sır kaynaklıdır.

12 Bölgede 1990'ların sonunda, çoğunluğu yoksulluk sınırında olmak üzere kentlerde kırsal kesimdekinden daha fazla insan yaşıyordu. l 996'da Onadoğu ülkelerindeki kentsel nüfusun oranı şöyleydi: Bahreyn %79; Mısır %44; Irak %73; Ürdün %70; Kuveyt %96; Lübnan %86; Fas %47; Katar %91 ; Suudi Ara­bistan %80; Suriye %51; Tunus %56; lran %60; ve Türkiye %67.

71

Kentsel kitlesel protestolar

1980'lerdeki kentsel isyanlar, çeşitli ülkeler açıklarını tüke­tici desteklerinde kesintiler gibi yoksunluk politikalarıyla azaltmaya çalıştıkça Ortadoğu'daki neo-liberal politikaların bazı yönlerinin yarattığı huzursuzluğun erken bir ifadesiy­di. Bu kesintiler devletlerle kitleler arasındaki toplum söz­leşmesini ihlal ederek öfke ve huzursuzluğu tetikledi. Katı­lımcıların net bir profilini belirlemek güç olsa da, kentli or­ta ve alt sınıflar baş aktörler arasındaydılar. Ağustos 1983'te Fas hükümeti tüketici desteklerini yüzde 20 azalttı. Kamu sektöründeki maaşların eşit miktarda artırılmasına rağmen kuzey Fas'ta ve diğer bölgelerde isyanlar patladı. Benzeri is­yanlar 1984'te Tunus'ta (89 kişi öldürüldü) ve 1982'de ve 1 985'te Hartum'da (ölü sayısı bilinmiyor) baş gösterdi. 1987 yazında, iç savaşta rol almış Lübnanlılar biraraya gele­rek Beyrut'ta Lübnan poundunun değer kaybına karşı kitle­sel bir gösteri düzenlediler. 1988'in sonbaharında Cezayir yaşam pahalılığına karşı isyanlarla sarsılırken Ürdün benze­ri şiddeti 1989'da yaşadı. 13 Bu liste, ( l 986'da Mısır' da Aske­ri Akademi ve lran'da Tebriz ve Kazvin kentleri ile daha ya­kın zamanda 1999 öğrenci olayları örneklerindeki gibi) bi­reysel özgürlükler, bölgesel özerklik ve mesleki konuları ön plana çıkartan birçok siyasal protestoyu dışarıda bırakır.

Neo-liberal politikaların hızlanmasına rağmen kentsel kit­le protestoları 1 990'larda dikkat çekici ölçüde azaldı. Bunda birçok etken rol oynadı. Önceki kargaşadan telaşa düşen hükümetler toplumsal huzursuzluğa yol açan politikaların uygulanmasını ertelemenin ya da aşamalandırmanın berabe­rinde daha sıkı denetimlere de başvurdular; Mısır'da ve Ür-

13 Richards and Waterbury, Poliıical Economy, 268. Daha aynntılı bir çözümleme için bkz. John Walton ve David Seddon, fru Markets and Food Rioıs (Londra: Blackwell, 1994).

72

dün'de Toplumsal Kalkınma Fonu gibi uluslararası güvenlik ağlarının yanısıra, refah sağlamaya yönelik STK'lann ve top­lumsal lslam'ın gelişmesiyle ek çıkışlar sağlandı.

lslam Devrimi deneyimi ve Irak savaşı, lran'ı bölgedeki benzerlerinden ayırdı. Ortadoğu'daki birçok rejim l 980'ler­de ve l 990'larda popülizmlerini üstlerinden atarlarken, lran popülizmi ancak devrimden sonra yaşamaya başladı. lslam devriminin mazlumlar (mustaz'afin) lehine retoriği, alt kesimlerin harekete geçirilmesine katkıda bulundu. Sa­vaş, iç çekişmeleri bastırdı; savaş bittiği anda kentsel kitle protestoları gibi kolektif etkinlikler için yeni bir fırsat doğ­du. Böylece, sessiz l 980'lerden görece farklı olarak l 990'la­rın başında Tahran ve diğer lran kentlerinde altı büyük protesto meydana geldi. Ağustos 199 l 'de Tahran'daki ve 1992'de Şiraz ve Anak'taki ayaklanmaları zorunlu tahliyeler ve yıkımlara karşı ev işgalcileri başlattı. Maşad şehrinde 1992'de ve Tahran'ın lslamşehir yerleşiminde 1995'te çok daha çarpıcı olaylar meydana geldi. Maşad'da protestolar belediyenin ev işgalcilerinin yerleşimlerinin yasallaştırılma­sı taleplerini reddetmesiyle tetiklendi. Ordunun yatıştırma­yı başaramadığı bu kitlesel çatışmalar, yüzden fazla binanın ve dükkanın tahribi, üç yüz kişinin tutuklanması ve bir dü­zineden fazla insanın ölümüyle sonuçlandı. Güney Tah­ran'da büyük bir gayri resmi yerleşim olan lslamşehir'de Nisan 1995'te üç gün süren ayaklanma, Başkan Haşemi Raf­sancani yönetiminde ortaya çıkan savaş sonrası iktisadi sı­kıntılarla, özellikle otobüs ücretlerindeki ve benzin fiyatla­rındaki artışlarla ilgiliydi.

Ortadoğu'da kentsel protestoların karışık sonuçları oldu. Olayların hemen bastırılmasının ardından, hükümetler bir­çok durumda ( 1977'de Mısır'da, 1984'te Tunus'ta ve Fas'ta, 1985'te Sudan'da, 1988'de Cezayir'de, 1989'da Ürdün'de ve birçok defa lran'da olduğu gibi) toplumsal huzursuzluğa

73

yol açan düzenlemeleri yürürlükten kaldırdılar. Kimi za­man maaşları artırmak gibi taktik ödünler verdiler; ancak bu serbest çalışan yoksullar ve işsizler pahasına yalnızca ücretlileri etkiledi.14 Protestoların mahalli ya da daha küçük çaplı olduğu hallerde hükümetler genellikle güç kullanarak bunları bastırmayı başardılar. Mısır'da Kafr al-Dawwar'daki işçiler taleplerinin yalnızca bir kısmını elde edebildiler. 1998'de Mısırlı çiftçilerin birbirinden kopuk köylerden yükselen protestoları, kiracı çiftçilerin toprak üstündeki uzun vadeli denetimlerine son veren yeni toprak politikala­rında değişiklik sağlayamadı. Ancak toplumsal protestolar farklı konuları ve iktisadi olduğu kadar siyasal taleplerde de bulunan öğrenciler ve orta sınıflar gibi grupları kapsaya­rak ulusal destek kazandığında çoğunlukla siyasal reformu da içeren önemli değişikliklere yol açtılar.

Çarpıcılıklarına ve kimi zaman dikkate değer etkilerine rağmen kentsel kitle protestoları genellikle kendiliğinden, belli bir konuya yönelik ve dolayısıyla da istisnaidirler; ço­ğunlukla şiddet ve bastırılma riski içerirler. Kentsel ayak­lanmalar, etkin ve kurumsallaşmış çatışma çözümü meka­nizmalarının yokluğuna bir karşılıktır. Etkili bir kurumsal iktidardan yoksun toplumsal gruplar (grev yapma imkanı olmayan işsizler gibi) ve böyle bir iktidara sahip fakat bu­nu yetersiz bulanlar (işçiler, öğrenciler gibi) kitle protesto­ları başlatmakta liderleri izlemeye yatkındırlar. Bu, iddia edildiği gibi, "gerçek kolektif yaşam" olmadığından Orta­doğulu kitlelerin "ayaktakımı eylemi"ne başvurdukları an­lamına gelmez.15 Çünkü şartlar elverdiğinde kolektif eyle­min modern biçimleriyle, özellikle sendikacılıkla, onlar da uğraşırlar.

14 Walton and Seddon, Free Marhets, 205-14.

15 Örneğin bkz. Ira Lapidus, Muslim Cities in the Later Middle Ages (Cambridge: Cambridge University Press, 1967), 107.

74

Send ikacılık

Sendikacılık, çalışan insanların haklarını korudukları ve toplumsal değişim sağlamak için iktisadi seçkinler ve hü­kümetler üzerinde baskı uyguladıkları eski ve sürekli kuru­mu temsil eder. Sendikalar, haksız iş uygulamalarına, bölü­şüm sorunlarına ve siyasal meselelere hızlı ve sistematik tepki verme potansiyeline sahiptir. Aynı zamanda, çoğun­lukla yeni iş disiplini ve işçi fazlalıkları doğuran bugünkü neo-liberal iktisadi politikalardan en çok sendikalar etki­lenmiştir.

Ortadoğu'da sendikalar Avrupa sömürge egemenliği bağ­lamında ortaya çıktılar. Bu nedenle, mücadeleleri genellikle gergin bir stratej ik konumda hem sınıfsal hem de milliyetçi boyutlar içerdi. Bağımsızlıkta, işçi örgütlerinin büyük bölü­münü üniter zorunlu sendikaların oluşturduğu bugünkü duruma sebep olacak şekilde çoğu sendika örgütü, devlet yapısıyla ya da iktidar partileriyle bütünleşti. Üyelerinin büyük kısmım kamu sektörü çalışanlarının oluşturduğu bu tür sendikalar, (Cezayir, Mısır, Irak, Libra ve Suriye gibi) popülist geçmişi olan ülkeler kadar Kuveyt'te ve Yemen'de de işlemektedir. Körfez Arap ülkeleri daha çok yabancı işçi kullanarak sıkı bir disiplin dayatır ve görece yüksek ücret karşılığında işçi örgütlenmelerine izin vermezler. Ancak Su­udi petrol endüstrisinde l 980'lerde Filistinli işçilerin grev­leri ve Kuveyt'te Ekim l 999'da Mısırlı işçilerin ayrımcılığa karşı ayaklanmalarında olduğu gibi nadiren ortaya çıkan iş­çi huzursuzluğu patlamalarını gözetim önleyememiştir. 16 Yalnızca Ürdün, Lübnan, Fas ve Türkiye devletten ya da ik­tidar partilerinden görece bağımsız çoğulcu sendikalara sa­hiptir.

16 Al-Ahali (3 Kasım 1999), 3.

75

Sendika yapısı işçilerin kazanımlarım koruma ya da artır­ma kabiliyetlerini etkiler. Bağımsız sendikalar işçilerin hak­larını korporatist olanlardan daha fazla savunabilir. Ancak, bölge deneyiminde, lran Devrimi'nden önceki devlet gü­dümlü işçi sendikaları ile sonraki işçi şuraları ve işsiz sen­dikalarında görüldüğü gibi, işçiler mevcut korporatist ör­gütleri kendi çıkarlarını savunmakta kullanma eğiliminde­dirler. 17 Bu, işçi sendikalarının nispeten bağımsız oldukları liberal dönemin (1928-52) ardından Mısır'da Nasır tarfın­dan kurulan korporatist sendikalar için de geçerlidir.18

Bugün, iktisadi düzenlemelerin doğrudan sonuçlarını tüm diğer gruplardan daha fazla örgütlü kamu sektörü çalışanları hissetmektedir. Dolayısıyla, sendikalar tüketici desteklerin­deki kesintiler, fiyat artışları, maaş ve ödeneklerdeki indirim­ler, işten çıkarmalar ve hükümetlerin sendikalara müdahalesi konularında kaygılıdırlar ve çoğunlukla bunlara karşı savaş­maktadırlar. Bir insan hakları örgütü büyük şirketlere karşı Mısır'da l 998'de çoğuna devlet güvenlik güçlerinin müdaha­le ettiği yetmiş grev rapor etmiştir. Bu endüstriyel eylemlerin temel sebebi "hükümetin reform politikası"ydı.19 1999 başın­da Mısır basını resmi açıklamalara dayanarak haf tada beşten fazla grev ve oturma eylemi bildirdi. Bu eylemler büyük öl­çüde ödenekler ve ayniyatlardaki kesintilerden ve getirilen para cezalarından kaynaklanıyordu.20 lran'da 1990'lar grev-

17 Aynntılar için bkz. Asef Bayat, Worhers and Rcvoluıion in Iran (Londra: Zed Books, 1987). lran'da işsiz hareketi için bkz. A. Bayat "Workless Revolutiona­ries: The Unernployed Movernent in Revolutionary Iran," lnternational Rcvicw of Social History 24 (1997).

18 Joel Beinin; Zachary Lockrnan, Worhcrs on ıhc Nilc: Nationalism, Communism, Islam and ıhc Egyptian Worhing Class, 1882-1 954 (Princeton, N.j.: Princeton University Press, 1988).

19 Land Center for Huınan Rights, "Egypt's Labor Conditions During 1998: The Year of Strikes and Protests" (Cairo, 1998).

20 Al-Wafd (5 Şubat 1999), 1 .

76

lerde hızlı bir artışa sahne oldu. 199l'in ilk yarısında 2000 kadar grev bildirildi. 21 Bir değerlendirmeye göre enflasyona yetişmeye çalışan işçiler tarafından yapılan grevler o kadar sı­radandı ki yetkililerin dikkatini bile çekmedi. 22 Neo-liberal döneme ve iktisadi gerçeklere göre düzenlenmiş olan yeni iş yasaları, işçileri başta iş güvenliği olmak üzere birçok gele­neksel haklarından yoksun bıraktığından, ateşli muhalefete hedef oldu. Mısır'da işçi sendikaları hükümeti ve iş çevreleri­ni "işten çıkarma hakkına karşı grev hakkı" değiş-tokuşunu 1994'te kabul etmeye zorladı.23 lran'da iktidardaki din adam­larıyla işçi yanlısı güçler arasında iş hukuku on yıldan uzun bir süre tartışma konusu olarak kaldı.

Bazı gözlemciler, işçilerin asli silahı grevin yasadışı olma­sı ve çoğunlukla tutuklanma ve hapis riski taşıması gerek­çesiyle örgütlü işçi sınıfının Ortadoğu'da toplumsal ve siya­sal gelişmeleri etkileme kapasitesini küçümseme eğilimin­dedirler. Buna ek olarak, genellikle devletlerin bu büyük öl­çüde korporatist sendikaların liderlerinin seçimine müda­hale ettikleri, böylece sendika aktivizmini pratikte etkisiz kıldıklarını iddia ederler. 24 Grevin yasadışı olduğu ve birço­ğu iktidar partisinin ya da devlet bürokrasisinin parçası ha­line gelen işçi liderlerinin satın alınabileceği doğrudur. Fa­kat, Posusney'in haklı olarak iddia ettiği gibi "işçi sınıfı korporatist denetimlere rağmen iktisadi taleplerinin peşin­den gidebilmiş ve devletten ödünler koparabilmiştir" ve bunları yapma kabiliyeti "eldeki belirli meseleye ve bu me­sele etrafında siyasetin nasıl yapıldığına bağlıdır". 25 Gerçek şu ki, korporatist liderlik kadrosu dahi efratının görüş ve

2ı Walıon and Seddon, Free Marhets, 210.

22 lran hakkında özel rapor, Middle East Economic Digest (21 Şubat 1 991) .

23 Posusney, Labor and the State, 5.

24 Örneğin bkz. Richards and Waterbury, Poltical Economy, 267.

25 Posusney, Labor and the Staıe, 1 0.

77

düşüncelerine bir biçimde duyarlı olmak mecburiyetinde­dir. lşçi liderleri belirli hükümet politikalarına (destekleme ödeneklerinin kaldırılması, özelleştirme, iş yasasının bazı yönleri) itirazlarım sıkça dile getirirler, fakat liderlik kadro­ları inisiyatif almakta başarısız olduğunda hiyerarşinin alt seviyesindekiler de yasadışı endüstriyel eyleme girişme eği­limindedirler. Örneğin, Mısır'da örgütlü işçi sınıfı muhale­[ eti, şimdiki ve bir önceki hükümetin IMF uyum koşulları­m uygulamayı ertelemelerindeki ve koşulların yeniden gö­rüşmeye açılmasındaki asıl sebeptir. 26

Toplumsal ve siyasal etkisine rağmen örgütlü emek Orta­doğu'da toplam işgücünün hala sadece küçük bir oranın­dan ibarettir. Büyük çoğunluk serbest çalışmaktadır, bunun büyük bir kesimi de ataerkil iş ilişkilerinin sürdüğü küçük atölyelerde çalışan ücretlilerdir. Bu kuruluşlarda da patron­larla işçiler arası gerilim olağandışı değilse de, işçilerin biti­şik dükkandaki meslektaşlarıyla ittifak yapmalarındansa, patronlarına sadık kalmaları daha muhtemeldir. Genellikle kentlerdeki iş gücünün üçte biriyle yarısı arası (Mısır: %43; lran: %35; Türkiye: %36; Yemen Arap Cumhuriyeti: %70) kayıt dışı sektörde etkindir ve bu nedenle örgütsüz ve iş ya­sası kapsamı dışındadır.27

l 980'lerin iktisadi yeniden yapılandırması, kapatmalar, ölçek küçültmeler ve erken emekliliklerle sendikacılığın esasını oluşturan kamu sektörünün daralmasına sebep ola­rak, örgütlü emeğin altını daha da oymuştur. Bölgedeki iş­çi örgütlerinin hareketlenme kapasitesindeki düşüşe sayı­sız rapor işaret eder. Mısır, Ürdün, Fas, Tunus ve lran'daki örgütlü emek "parçalanmış'' , "savunmacı" , " liderlik kadro­sunu ve işçi sınıfı niteliğini kaybetmiş" olarak tammlan-

26 Anan Walton and Seddon, Fru Marhets, 185.

27 Daha aynntılı rakamlar için Richards and Waterbury, Political Economy, 140.

78

maktadır. 28 Emek daha fazla kayıt dışı ve parçalanmış hale gelerek daha az korunmalı ya da korunmasız kaldı, işsizli}). ve geçici işçilikten ev işçiliğine, küçük atölyelerden sokak köşelerine uzanan geniş bir etkinlik ve mekan yelpazesine yayıldı. 29

Cemiyet aktivizmi

Demek ki kentsel cemaat ya da mahalle, kentsel alt tabaka için bir ortak kimlik duygusu ve iş yerinin yerine bir kolek­tif eylem tabanı sunabilir. Çünkü, güvenli konut sağlama­da, kira ödemede ve kentsel nimetlere, okullara, hastanele­re, kültür merkezlerine v.b. erişimde, çoğunluk aynı mahal­lelerde aynı güçlüklerle karşılaşır. Bir anlamda kolektif tü­ketim için kurumsal yapılar aracılığıyla gerçekleştirilen ce­maat tabanlı kolektif mücadeleler kentli toplumsal hareket­lerin ayırdedici bir özelliğidir. Çoğunlukla kavgacı olan bu tür cemiyet aktivizmi "cemiyet geliştirme" kavramından ay­rıştırılmalıdır. lkincisi hem statükoyu korumak hem de toplumsal değişimi vücuda getirmek gibi ikili bir etkiye sa­hiptir. Aslında cemiyet geliştirme programı Batı'da başlan­gıçta (Amerika Birleşik Devletleri'nde) siyah sınıflar-altı

28 Bu konuda 22-26 Mart 2000'ta Floransa'daki Worlıshop on Changing Labour and Restructuring Unionism, First Mediterranean Social and Political Meeting kapsamında sunulan araştırmalara dayanıyorum. Metinler için bkz. Myriam Catusse, "Les Metamorphoses de la Question Syndicale au Marco"; Dara Kawthar, "Labor Market in Lebanon: Evolution, Constraints, and the Role of Unionism"; Fathi Rekik, "Mobilite Sociale et Flexibilite de I..:emploi [Tuni­sia]"; VE Francoise Clement, "Changing Labour and Restructuring in Egypt." Mısır üstüne aynca bkz. Fatema Farag, "Labour on the Fence," Al-Ahram Wc­clıly ( 1 1-17 Mayıs 2000), 7. Deena A. Gamile, "The Working Class of Shubra al-Khaima" (basılmamış master tezi, American University in Cairo, 2000).

29 Mısır için çeşitli raporlar, bunlar arasında Fatema Farag, "Labour on the Fen­ce," ( 1 1 - 1 7 Mayıs 2000),7. lran'da, muhafazakar parlamento, 2000 yılının başlannda, verimlilik ve yatınını artırmak amacıyla 5 kişiden az çalışanı olan işyerlerini iş Kanunu kapsamı dışına çıkaran bir yasayı onayladı.

79

içindeki huzursuzluğun zaptedilmesini ve (Büyük Britan­ya'da) cemiyet çözümleri sağlayarak yoksulların idare edil­mesini amaçlıyordu.3° Fakat cemiyet geliştirme seçkinlere karşı direniş geliştirmek için mekan açabilir ve toplumsal değişimi teşvik edebilir. Alt tabaka kendi başına kalkınma girişiminde bulunduğunda ya da (Brezilyalı barrios ya da Hindistan'da Serbest Meslek Sahibi Kadınlar Derneği ör­neklerinde olduğu gibi) yerel liderler, STKlar, dinsel grup­lar ya da siyasetçiler tarafından harekete geçirildiğinde du­rum genellikle budur. Burada hareketlenme zaptedici ol­mak zorunda değildir, kararlar ve sonuçları üzerinde bir öl­çüde denetime sahip olan insanların yaşamlarını ve cemi­yetlerini iyileştirmek için birlikte çalıştıkları toplu girişim­leri de ifade edebilir. Cemiyet aktivizmi çerçevesinde Orta­doğu kentleri ne durumdadır?

Son yıllarda Ortadoğu kentlerinde kentsel toplumsal ha­reketlerle bazı benzerlikler gösteren bir dizi cemiyet hare­ketlenmesi meydana geldi. Örneğin Kahire'de düşük gelirli bir cemiyet olan Ezbat Mekawy halkının, kalcıların neden olduğu ciddi sağlık ve çevre sorunlarının olduğu bölgedeki endüstriyel kirlenmeye karşı kampanyasına bakalım.31 İti­razlarını duyurmakta cemiyet içi geleneksel iletişim strate­jilerinin yanısıra medyanın dikkatini çekmek, siyasetçilerin desteklerini istemek ve adalet sistemine başvurmak gibi çağdaş taktikleri de kullandılar. Bir başka örnek olarak, Mı­sır' da Shubra al-Khaima cemiyeti üyeleri, Ağustos 1994'te hükümetin bölge halkının kendi paralarıyla on yılda inşa ettikleri bir cemiyet kompleksinin (bir cami, bir hastane ve

30" Bkz. Community Development ]oumal, özel sayı no. 32 (1997), özellikle 101-98 (Keith Popple and Mae Shaw, "Social Movements: Re-Assessing 'Community'").

31 !naz Tawfiq, "Community Participation and Environmental Change: Mobili­zation in a Cairo Neighborhood" (basılmamış master tezi, American Univer­sity in Cairo, 1995).

80

bir eczane) ruhsatsız bölümlerini yıkma planına hızla tepki gösterdiler. 32

Belli dönemlerde -özellikle devletlerin saldırılara daha açık geldikleri zamanlarda- çok daha uzun süreli ve geniş ölçekli hareketlenmeler gelişir. Lübnan iç savaşında devle­tin çökmesi, Müslüman güneyde kurumlan bu güne dek varlığını koruyan cemiyet hareketlenmelerine neden oldu. Binlerce insan güneyden, bugün bölgedeki konutların nere­deyse %40'ını oluşturan yasadışı inşaatlar yaparak, Bey­ru t'un güneyindeki dış mahallelere taşındı , Ağustos 1990'da Irak'm Kuveyt'i işgalinin ardından gönüllü ve der­nekli grupların oluşturduğu ağlar, yalnızca sivil itaatsizliği desteklemekte değil belediye hizmetlerinin yokluğunun ya­rattığı boşluğu doldurmakta da can alıcı bir rol oynadı.33 Hem İntifada esnasında hem de sonrasında Filistin Halk Örgütleri, lşgal Altındaki Bölgeler'de toplumsal gereksinim­lerin sağlanmasında ve kalkınmada başlıca aracı işlevi gör­düler. 34 1979 lran devriminin hemen ardından birçok yok­sul aile, kendi mülkleriymişçesine onararak ve ortak yöne­timleri için apartman konseyleri kurarak yüzlerce boş evi ve yan-bitmiş apartman dairesi_ni sahiplendiler. Bu esnada toprak sahiplenmeleri ve yasadışı inşaat arttı. Harekete ge­çirici yerel ve dış etkilerle biraraya gelen işgalciler elektrik ve su talep ettiler; reddedildiklerinde ya da ertelemeyle kar­şılaştıklarında yasadışı yollarla bunları kullandılar. Yollar yaptılar, hastaneler ve dükkanlar açtılar, camiler ve kütüp­haneler inşa ettiler ve çöp toplanmasını örgütlediler. Ayrıca

32 jailan Malawi, "Mosque Stairs Spark Shubra Riots," Al-Ahram Wechly (18-24 Ağustos 1994).

33 Shafeeq Ghabra, "Voluntaıy Associations in Kuwait," Middle Eası joumal 45 (1991).

34 joost Hiltermann, Behind ıhe lnıifada (Princeton, N.J.: Princeton University Press, 199 1).

81

dernekler ve cemiyet ağları kurdular ve yerel tüketici ko­operatiflerine katıldılar. Yeni ve daha özerk bir yaşama, işle­yiş ve cemiyet örgütleme biçimi oluşturuluyordu.

Fakat bu deneyimler bazı Latin Amerika ülkeleriyle kar­şılaştırıldığında bariz biçimde istisnai kalır. Devrim koşulla­rında devletin zayıfladığı ya da Filistin'de olduğu gibi tama­men yok olduğu durumlardaki olağanüstü toplumsal ve si­yasal koşullarda meydana gelme eğilimindedirler. Bu ne­denle bu tür eylemlerin çok azı kalıcı toplumsal hareketli­lik ve normal koşullarda kurumsallaşma için bir model ha­line gelmiştir. İstisnai koşullar sona erer ermez bu dene­yimler ya yok olmaya ya da bozulmaya başlarlar. lran'da ce­miyet aktivizmi kendini oturtma şansına sahip olmadı. De­neyim yetersizliği, dış hareketlendiricilerin ve siyasal grup­ların rekabeti ve özellikle de hükümetin düşmanlığı deneyi­mi ciddi biçimde baltaladı. Oysa, Cami Dernekleri Irak'la savaş esnasında yalnızca yiyecek gibi temel gereksinimlerin dağıtımında yerel destek sağlamak için kurulmadılar, çevre­deki siyasal muhalefeti denetlemeye de hizmet ettiler. Bun­lar şu anda bütün Mısır'da işlemekte olan üç bin Cemiyet Kalkındırma Dernekleri'ni ( CKD'ler) andırıyorlardı. 35 An­cak CKD'ler yoksulun toplumsal refahına katkıda bulunsa­lar da hareketlendirici etkileri çok azdır. Kahire'nin popüler bir semtinde çalışan bir alan araştırmacısının dediği gibi "Sayyeda Zeinab gibi politizasyonun yüksek olduğu yerler­de bile bölge insanını kapsayan örgütlü toplumsal eylemler çok azdır. Mahallede oturanların rolü genellikle mevcut her ne hizmet varsa onlardan faydalanmakla sınırlıdır".36

35 CKD'lerin iyi bir çözümlemesi için bkz. Maha Mahfouz, "Community Deve­lopment in Egypt: The Case of CDAs" (basılmamış master tezi, American University in Cairo, 1992).

36 Samer El-Karanshawy, "Govemance, Loca! Communities and Intemational Developmenı in Urban Egypt" (basılmamış rapor, Kahire, 1998).

82

Kent topluluklarının toplumsal etkileşimden yoksun açık alanlar olmadıklarını belirtmeye gerek dahi yok. Bireyciliğe, anonimliğe ve rekabete maruz kalmış köylerden elbette da­ha fazlasını ifade ediyorlar. Üstelik, birçok ağ ve kurum bi­çimini içerirler. Günümüz Tahran'mda, son zamanlarda ya­pılmış bir çalışmaya göre, komşuluk ilişkileri hala sürmek­te; üyeler birbirine yardım etmekte, ziyaretlerde bulunmak­ta, danışmakta ve düğünlere ve cenazelere katılmakta.37 Mı­sır kentlerinde Göçmen Dernekleri bu işlevlerin bazılarım kurumsallaştırmıştır, cenaze etkinlikleri ve insanlara "memleket"ten mezar yeri sağlama ana etkinlikleridir.38 Et­kili bireyler devlet denetimindeki mahalle konseylerinden (majiilis al-mahalliyah, shürii-yi mahalliit) çıkar sağlayabilir­ler. Fakat (Mısır'daki jama'iyat ve lran'daki sanduq-i garz al­

hasanih gibi) gayri resmi kredi sistemleri belki de kentsel merkezlerdeki en önemli cemiyet ağı biçimidir.

Akrabalık ve etnik bağın ötesine geçen toplumsal ağlar büyük ölçüde tesadüfi, yapılanmamış ve ataerkil kalır. Ce­miyet düzeyinde sivil ya da akrabalık dışı işbirliklerinin za­yıflığı, sadece insanların yerel liderlere (kibar, şeyhler, cu­ma vaizleri) , sorun çözücülere ve hatta yerel kabadayılara (liit ya da baltajiyya) güvendikleri geleneksel hiyerarşik ve ataerkil ilişkileri güçlendirir. Bu toplumsal koşullarda siyasi parti şubeleri, yerel STK'lar ya da polis gibi çağdaş kurum­lar adam kayırmacılığa yatkındır. Bu nedenle, Mısır'ın alt sınıfları, örneğin çevre sorunlarının farkında olmalarına rağmen cemiyeti yükseltmek için toplu girişimler ya da gö-

37 R. Sadiq Sarvestani, Barrasi-ye jame-shenahhti-ye Ravabet-e Hamsayegui dar Tehran (Tahran: Tehran University, lnstitute of Social Studies and Research, 1997).

38 1990'da %80'i Büyük Kahire'de yoğunlaşmış bu tür 823 demek vardı. Bkz. Hi­rofumi Tanada, "Survey of Migranı Associations in Cairo Metropoliıan Socieıy (Egypı), 1955-1990: Quanıiıaıive and Qualiıaıive Daıa," Social Scirnce Review 42 (1996).

83

revlilerin bunu yapmasını talep etmek için toplu protesto eylemleri ve toplu eylem adına çok az şey üstlenirler.39

Kolektif tüketim için bir toplumsal eylem olan cemiyet aktivizmine neden Ortadoğu'da görece az rastlanır? Neden küresel cemiyet eylemi haritasında bölge bazı gözlemcilerin ifade ettiği gibi bir "boş mekan"dır?40

Nedenlerden biri, Ortadoğu ülkelerinin çoğunda sıradan insanların davranışını etkilemeye devam eden popülizmin mirasıyla ilgilidir. Popülist rejimler alt ve orta sınıflarla dev­let arasında, devletin destek, toplumsal barış ve dolayısıyla hareketsizlik ya da yalnızca denetimli bir hareketlilik karşı­lığında temel gereksinimleri karşılamayı kabul ettiği bir toplum sözleşmesi kurdular. Bu, devletle bağımsız sınıflar arasında yapılmış bir anlaşma değildi. Daha çok devletle bi­çimsiz bir kitle, bağımsız kolektif kimliğin ve eylemin ciddi anlamda altının oyulduğu bir bireyler ve tüzel kurumlar toplamı arasında bir anlaşmaydı. Her ne kadar dağıtımcı popülizm yok olmaya yüz tuttuysa ve piyasa güçleri yükse­lişe geçtiyse de, birçok insan hala asli korunma kaynağı ol­duğu kadar talihsizlik kaynağı olarak da devletleri görme eğilimindedir. ( 1980'lerin lran'ı, Libya ve Suriye gibi) otori­ter popülizmin hala üstün geldiği ülkelerde devlet adamla­rının kamusal alan korkuları, rejimlere, tüm nüfusu bir bi­çimde hapseden bir yapı kazandırmıştır.

Bu miras, sıradan insanlar arasında sorunlara bireyci çö­zümler arama eğilimine de katkıda bulunmuştur.41 Çoğun­lukla farklı toplumsal tabakalardan aileler, kaynakların kıt-

39 Nicholas Hopkins et al.. Social Response ıo Environmental Change and Pollution in Egypt (Cairo: American University in Cairo, Social Research Center, 1998).

40 Alan Duming, "People Power and Development," Forcign Policy 76 (1989), 71 .

41 Bu kısım büyük ölçüde Mısır üstüne daha önceki bir makaleme dayanıyor; Asef Bayat, "Cairo's Poor: Dilemmas of Survival and Solidarity," Midd!e Eası Reporı 2 1 2 (1996).

84

lığında birbirleriyle rekabet etme eğilimindedirler. Bu du­rum, mahallelinin görece homojenliğinin ve ikamet süresi­nin uzunluğunun mekansal bir kimlik ürettiği eski semtler­den çok (Dar Esalaam, Madinat al-Nahda, Kahire'de Kafr Seif ve Tahran'da lslil.mşehir ve Khak-i Safid gibi) yeni ve heterojen cemiyetlerde ortaya çıkar. Bir cemiyette eskiler ve yeniler, konut güvenliği olanlar ve olmayanlar ve farklı et­nik gruplar gibi tanımlanabilir tabakaların birarada bunun­ması çoğunlukla mevcut rekabeti keskinleştirerek çatışma­ya yol açar.42 Halk arasında somut dayanışmanın olmadığı durumda amaçlara ulaşmak için kudretli devlete -bu sağla­yan ve cezalandırana- başvurmak son seçenektir. Fakat ço­ğunluk, bürokrasinin kentsel yoksulun anan taleplerine resmi olarak yanıt veremeyeceğinin ya da vermek istemeye­ceğinin farkındadır ve gayri resmi, bireysel, hatta wasta ya da parti (bağlantısı) geliştirmek ya da memurlara rüşvet vermek gibi fırsatçı yollar arama eğilimindedir. Kahire'nin Sayyida Zeinab mahallesinin bir sakininin söylediği gibi "Yapılmasını istediğin şeye ulaşmanın en iyi yolu, bölgenin büyük siyasetçilerinden birinin asistanlarından birine rüş­vet vermektir, onlar senin için ne istersen yaparlar" . 43

Toplumsal harekete fırsat verecek siyasal yapının olmayı­şı bu tür bir toplumsal tepkinin gelişmesinde başlıca etken­dir. Ortadoğu'ya neo-liberal ekonominin girişine gereğince demokratik bir yönetim biçimi eşlik etmemiştir.44 Basitçe söylemek gerekirse, bölgedeki çoğu hükümet siyasal alanı

42 Kafr Seif üstüne bir rapor için bkz. Nadia Abdel Taher, "Social Identity and Class in a Cairo Neighborhood," Cairo Papers in Social Science 9 ( 1986); ve Khak-e Safid için bakz. E Khosrowkhavar, "Nouvelle banlieue et marginalite: La cite Taleghani a Khak-e Sefid," Teheran: Capitate Bicentenaire içinde (der.) C. Adle; B. Hourcade (Tehran: Institut Francais de Recherche en Iran, 1992).

4 3 Karanshawy, "Govemance," 1 1 .

44 Bu konuda kapsamlı bir makale için bkz. Mustapha El-Sayyid, "Is There a Ci­vil Society in the Arab World?" Civil Society in the Middle East içinde.

85

kaybetme korkusuyla hala bağımsız kolektif hareketten en­dişeye kapılmakta ve onu sınırlama eğilimi göstermektedir. Birçok devlette toplu gösteriler ve toplantılar büyük ölçüde yasadışıdır. Kahire'nin Madinat al-Nahda semtinde bir iş­portacının Mısır'ın Olağanüstü Hal Yasası'na atfen söylediği gibi: "Komşu sokağın işportacısını biraraya gelmeye ve bir­likte bir şey yapmaya çağırsam bu hareketlenme olur ve bu­nun için içeri atılabilirim".45 Bir insan hakları örgütünün Mısır'daki yeni toprak yasasına karşı yirmi beş köyde sekiz ay süren çiftçi protestolarına dair raporunda 15 ölü, 218 ya­ralı ve 822 tutuklama bildirilmektedir.46

Bir seçenek de hükümetlerin, denetlemek amacıyla halk girişimine izin vermeleridir. Devletin bunu yapmayı başardı­ğı durumlarda insanlar, aktivizmlerinin uzun süreli tutuna­maması karşısında ilgilerini kaybetme eğilimindedirler. Des­tekleyici çevre olmadığından, birşeyler yapmanın yeni yolla­rını denemekte ve öğrenmekte başarısız olurlar. Birçok sami­mi halk oluşumu, böylece devletin uzantısına dönüşmüştür.

Siyasal demokrasi başka bir şekilde de araçsaldır. Gerçek­ten rekabetçi bir yönetim biçiminde siyasal güçler, seçim desteği kazanabilmek için halkla pazarlık yapmaya ve bu nedenle de onları harekete geçirmeye zorlanırlar. lran'da 1980'lerin başında kentsel yoksul iktidardaki din adamla­rıyla çeşitli muhalif gruplar arasındaki yoğun rekabetin ko­nusu haline böyle gelmiştir. Benzeri biçimde Türkiye'deki oturmuş rekabetçi sistem, İslamcı Refah Partisi'nin (RP) de­netimindeki 26 belediyedeki kentli kitleyi harekete geçir­miş ve böylece seçmenlere güçlü pazarlık imkanı sağlamış-

45 Mana! M. Eid, "Informal Economy in Madinat al-Nahda: Resistance and Ac­commodation among the Urban Poor" (basılmamış master tezi, American University in Cairo, 1998), 88.

46 Ahde! Moula Ismail, The Liberalization of Egypt� Agriculture Sector and Pe­asants Movement (Cairo: land Center for Human Rights, 1 998), 1 36, app. 7.

86

tır. Fakat, Mısır'daki güdümlü seçim uygulamaları Ezbet Mikawy'de yukarıda tanımlandığı gibi muhalefet partilerini kısıtlı yerel kampanyalara sınırlama eğilimindedir.

Son olarak, kişisel ve siyasal güç arayışlarında hamiler yoksul liderleriyle pazarlık yaptıklarında, kolektif himaye istemeden toplumsal ve siyasal hareketlenmeye yol açabilir. Mexico City'de işportacılar birliği liderleriyle siyasetçiler arasındaki görüşmeler dolayısıyla işportacıların harekete geçmesi, kısmen bu tür siyasal himaye sonucudur.47 Fakat, Ortadoğu'nun genelinde (Lübnan ve lstanbul'daki otopark mafyası örneği dışında) himaye daha çok kişisel kanallarda işler ve nadiren grup etkinliklerine yol açar. (lş ya da iş gü­vencesi sağlamak gibi) iltimaslar, daha sonra desteği karşılı­ğı hamisiyle pazarlık edebilecek gruplardan ziyade kişilere ya da ailelere gösterilir.

Kısacası, kentli toplumsal hareketler anlamında cemiyet aktivizmi (Güney Afrika'da ve daha az ölçekte Hindistan'da bulunsa da) Latin Amerika'nın sosyo-politik koşullarında fi­lizlenmiş ve bölgeye has bir model görünümündedir. Mahalli çorba mutfaklarının, mahalle örgütlerinin, kilise gruplarının ve sokak ticareti birliklerinin benzerleri Ortadoğu'da yaygın değildir. Otoriter devletlerin varlıklarını sürdürmeleri ve po­pülizmin mirası, bölgedeki aile ve akrabalık bağlarının güçlü­lüğü ile birleşerek birincil dayanışmaları ikincil dernekler ve toplumsal hareketlerden daha uygun hale getirmektedir.

lslamcı hareketler ve toplumsal gelişme

Bazı gözlemciler bölgedeki bu günkü İslamcı hareketleri Ortadoğu'nun kentli toplumsal hareket modeli olarak gö­rürler. Bu bakışa göre İslamcılık -özellikle "toplumsal Is-

47 John Cross, Infomıal Politics: Street Vendors and the State in Mexico City (Palo Alto, Calif.: Stanford University Press, 1998).

87

lam"- Ortadoğulu dezavantajlı kentlilerin kaygılarını ve sa­vaşımlarını dile getirir. Çoğu gözlemci için radikal İslamcı­ların görünüşteki dezavantajlı özgeçmişleri, hareketlerin doğasına delalet eder. Kimileriyse benzer sonuçlara, etkin­liklerin mekanına, yoksul bölgelere bakarak varırlar.48

Şüphesiz Islamcı hareketler -özellikle " toplumsal Is­lam"- dezavantajlı grupların badireleri atlattıkları ya da ya­şamlarını daha çok iyileştirdikleri önemli bir aracı temsil eder. Islamcı hareketler toplumsal refaha öncelikle doğru­dan sağlık, eğitim ve finansal yardım sağlayarak katkıda bu­lunurlar; aynı zamanda insanlara çoğunlukla mahalli, hü­kümete bağlı olmayan camilerde yürütülen cemiyet geliştir­me faaliyetlerinde ve toplumsal ağda yer alma imkanı su­narlar. ikinci olarak İslamcı hareketler diğer dini ve seküler örgütlerin cemiyet çalışmasına katılmaya zorlandıkları top­lumsal rekabeti teşvik etme eğilimindedirler. Son olarak, hükümetler sıklıkla İslamcıları saf dışı bırakmak ve meşru­iyetlerini yeniden kazanmak amacıyla yoksulun lehine top­lumsal politikalar uygulamaya zorlanırlar.

Ortadoğu'da uzun bir geçmişi olsa da, Islamcı toplumsal yardım hareketleri, son on yıllarda artmış ve yeni biçimlere bürünmüştür. İslamcılığın Türkiye' de 1980'lerdeki yükseli­şinde "camiler ve onlara eşlik eden dini dernekler doğru­dan mahalle örgütlenmesi ve taraftar toplama kanalları ha­line gelmiştir". 49 Is lamcı RP, 1990'larda alt tabaka cemiyet

48 Örneğin bkz. Gilles Kepe!, Muslim Extremism in Egypt (Berkeley: University of Califomia Press, ı 986); Nazih Ayubi, Political Islam (Londra: Routledge, ı991) ; Salwa lsmail, "The Popular Movement Dimensions of Contemporary Militanı Islamism," Comparative Studies in Society and History 42 (2000): 363-93; Paul Lubeck ve Bryana Britts, "Muslim Civil Society in Urban Public Spaces," Urban Studies: Contemporary and Future Perspectives içinde, (der.) j. Eade and C. Mele (Oxford: Blackwell, 2001).

49 R. Margulies; E. Yildizoglu, "The Resurgence of Jslam and Welfare Party in 1\ırkey," Political Islam içinde (der.) J. Beinin; j. Stork (Berkeley: University of Califomia Press, ı997), 149.

88

meselelerine odaklanmaya devam etmiştir - "çöp, tencere ve çamur". Refah partili belediye başkanı adaylarının çoğu, seçmen desteğini garantilemek için mal cinsinden özendiri­ciler dahi dağıtmıştır. Bu alt tabaka stratejisi partinin Anka­ra ve İstanbul da dahil olmak üzere Türkiye genelinde 327 belediyeyi ele geçirdiği 1994 seçimlerinin çarpıcı zaferine yol açmıştır. Belediye başkanları sıkışık ulaşım, su ve yakıt yetersizliği, konut sıkıntısı, kirlilik, rüşvetçilik ve benzeri sorunları başarıyla ele almakla övünmektedirler.5° Ceza­yir'deki farklı İslamcı partilerin bir koalisyonu olan İslami Kurtuluş Cephesi (lKC) , Haziran 1990'daki belediye seçim­lerinde çok benzer bir yol izledi. Ulusal Bağımsızlık Cephe­si l 989'da çok partili sisteme izin verince, İKC üyeleri l 980'lerde dini aktivistler tarafından kurulmuş olan Yardım Dernekleri'nde (cami merkezli ağlar) çalışmaya başladılar. Yardım Dernekleri tarafından desteklenen İKC, siyasal dü­şüncelerini mahallelere taşıdı. 51

Çok farklı bir bağlamda, Hizbullah, toplumsal kalkınma için alt yapı kurarak güney Lübnan'da devletin yokluğuyla ortaya çıkan boşluğu doldurdu. Hizbullah, l 980'lerde gide­rek Şii cemiyetin yaşadığı toplumsal sorunları ele almaya başladı. Tıbbi bakım, hastanede tedavi, elektrik ve kamyon­larla su nakliyesi sağlamak için planlar geliştirdi. Ayrıca yollar açtı, konutlar inşa etti, kanalizasyon sistemleri idare etti, benzin istasyonları kurdu ve okullar, kreşler, hastane­ler ve spor merkezleri işletti. 52 130.000 burs ve ihtiyaç sahi-

50 Uğur Akıncı, "The Welfare Party's Municipal Track Record: Evaluating Isla­mist Municipal Activism in Turkey," Middle East]oumal 53 ( 1999): 77-79.

51 Meriem Verges, "Genesis of a Mobilization: The Young Activists of Algeria's Islamic Salvation Front," Political lslam içinde (der.) Beinin ve Stork, 292-305.

52 Assaf Kfoury, "Hizb Allah and the Lebanese State," Political lslam içinde (der.) Beinin ve Stork, 1 36-43.

89

bi 135.000 aileye yardım ve faizsiz kredi sağladı. Öncelikli olarak savaştan zarar görmüş evlerin onarımında ve Şiilerin yoğun olduğu bölgelerde halkın günlük gereksinimlerinin karşılanmasında rol aldı.53

Mısır'daki toplumsal lsla.m, belki de bölgedeki en kalıcı olgu haline gelmiştir. Çoğunlukla ahli camiler (devletten zi­yade halk tarafından inşa edilmiş ve halkın denetiminde olan camiler) etrafında oluşan İslamcı dernekler, kısmen devletin kalkınma programlarının son yirmi yılda düştüğü krizden dolayı, hızla çoğaldılar. Milyonlarca insana yardım ve sağlık hizmeti sağlayarak l 980'lerin sonlarında tüm Mı­sır özel gönüllü derneklerinin (ÖGD) üçte birine ve l 990'ların sonlarında tüm refah örgütlerinin en az yüzde el­lisine (ya da 6.327 sayısına) ulaşmışlardır.54 Bugün, camiler­de örgütlenen 4.000'den fazla zekat komitesi, bağış yapan­larla ihtiyaç sahipleri arasında aracılık yapmaktadır. Bazı tahminler lslami refah (sağlık) hizmetlerinden faydalanan­ların sayısının 1980'deki 4,5 milyondan, 1992'de 15 milyo­na yükseldiğini öne sürüyorlar. 55 Aslında, camiler, daha li­beral ekonomik politikalar benimsedikten sonra devletin çektiği desteğin yerine düşük gelir gruplarına alternatif des­tek hizmetleri sunmaya başlamışlardır. Tipik bir dernek, lmbaba'nın yoksul cemiyetindeki Ansar al-Muhammadiya Derneği, bir cami ve iki okul inşa etmiş ve ana okulu, tıbbi tedavi ve kapsamlı bir yardım programı sunmuştur.56 Başka

53 Roula Majdalani, "Governance and STKs in Lebanon" (basılmamış makale, Beyrut, 1999), 13.

54 Sonraki rakamı veren, şimdiki Toplumsal işler Bakanı Mervat Tallawi Aqidati (28 Ekim 1997), 1 7.

55 Amani Qandil, "The Nonprofit Sector in Egypt," The Nonprofit Sector in the Devdoping World içinde (der.) H. K. Anheier ve L. M. Salamon (Manchester: Manchester University Press, 1998), 145-46.

56 Mana! Badawy, "lslamic Associations in Cairo" (basılmamış mater tezi, Ame­rican University in Cairo, 1999), 1 10. Aynca bkz. Denis Sullivan, Private Vo-

90

dernekler, lise mezunları gibi radikal siyasal lslamcıların potansiyel kitleleri olan grupların gereksinimlerini karşıla­mak için video kulüpleri, bilgisayar eğitim merkezleri ve benzeri hizmetler sunmuşlardır. Genel kanının aksine, al­Gama'a al-Islamiyya ve al-J ihad gibi radikal lslamcılar, kentli toplum yaratma çalışmalarında çok daha az yer al­mışlardır. Kırsal ve kentsel gerillalar olarak stratejileri, devlet görevlilerini, polisi ve turizmi hedef alarak silahlı saldırı odaklıdır. Buna rağmen, mümkün olduğunda, Kahi­re'nin Ain al Shams ve Imbaba gibi yoksul semtlerinde

, yaptıkları gibi, siyasal ajitasyonlarını bazı refah etkinlikle­riyle birleştirirler. 57

Tüm bu etkinlikleri lslamcı yapan, hem devlete hem özel sektöre alternatif olması, aktivistlerin çoğunun dinsel ina­nışı, lslami finansman ve son olarak, bedeli karşılanabilir toplumsal hizmetlerin sağlanmasının bir bileşimidir. Bu tür lslami cemiyet etkinliklerinin seküler benzerlerini çoğun­lukla saf dışı bıraktığı yaygın kabul görür. Müslüman işa­damlarından ve aktivistlerden alınan zekat (gelirin %2,5'u), sadaqiiit (çeşitli bağışlar) , Şii Müslümanlara getirilen khums

(beşte bir) ve dış yardım (örneğin lran'dan Hizbullah'a ve Suudi Arabistan'dan lKC'ye) türü kaynakların varlığı, bu dernekleri diğerlerinden daha avantajlı kılar. 1990'ların ba­şında Mısır'daki Zekat Komiteleri'ne danışmanlık yapan Nasır Bankası, 10 milyon dolarlık zekat fonu bildirmiştir.58 Ek avantajlar, yasal iltimaslar kadar gönüllülük ruhunu da içerir. Yani, kaynak yaratmak için birçok bürokratik engeli aşmak zorunda olan seküler STK'lardan farklı olarak dini ÖGD'ler, ibadet mekanlarında müminlerden bağış ve diğer

luntary Associations in Egypt (Bloonington: University Press of Florida, 1994 ) , 65-68.

57 Hisham Mubarak, Al-Erhabiyoun Qademoun (Cairo: Dal Al-Mahrousa, 1995).

58 Anan: Qandil, "Nonprofit Sector in Egypt," 146.

91

katkılar elde ederek kanunların etrafından dolaşma egili­mindedirler. 59

İslamcıların alt tabaka etkinlikleri, diger toplumsal güç­leri bu siyasal alanı paylaşma umuduyla rekabete girmeye zorlamıştır. Türk tarikatları, camiler ve onlara eşlik eden dernekler aracılığıyla cemiyet etkinliğinde bulunmakta birbirini taklit etmiştir.60 Mısır'daki düzen yanlısı lslam'ın köşe taşı Al-Azhar, Müslüman Kardeşler ve al-Gama'a al­Islamiyya ile rekabetinde ihtiyaç sahiplerine benzer top­lumsal hizmetler sundu. Aynı biçimde, seküler gruplar -özellikle seküler STK'lar- bölük pürçük de olsa, kendi al­ternatiflerini sunmak için çok çabalıyor izlenimi uyandır­maktadırlar. l 990'da Mısır ÖGD'lerinin sağlık, eğitim, fi­nansman ve cemiyet hizmetlerinden tahminen 5 milyon yoksul yararlandı. 61 Ayrıca, siyasal inisiyatifi İslamcılara kaptırmaktan korkan hükümetler de bu gelişmelerden et­kilenmiştir. Mısır hükümetinin, 1990'ların başında gece­kondu mahallelerini iyileştirme önlemleri, yabancı basına göre l 992'de militan İslamcıların "devlet içinde devlet" kurdukları Kahire'deki gecekondu cemiyeti Imbaba'nın et­kisini açıkça yansıtmaktadır.62

Bu etkinliklere bakarak, İslamcılık ne ölçüde Ortadoğu tarzı kentsel toplumsal hareket modeli olabilir? İslamcılık,

59 Saad Eddin Ibrahim, Egyptian Law 32 on Egypt� Private Sector Oıganizations ( Cairo: Ibn Khaldoun Center for Developmental Studies, 1996), Working Pa­per no. 3; Amani Qandil, "The Role of lslamic PVOs in Social Welfare Policy: The Case of Egypt" (The Role of STKs in National Development Strategy kon­feransında sunulmuş makale, Kahire, 28-31 Mart 1993).

60 Margulies ve Yıldızoğlu, "Resurgence of lslam," 149.

61 Ibrahim, Egyptian Law 32, 1 4.

62 Şaşırtıcı değil. lsla.mcıların kalesi lmbaba Batı Munira kalkınma için Kahi­re'nin doğusundaki kuzey Guiza'daki tüm diğer mahallelerden daha fazla kay­nak ayırdı. 1992-93 döneminde ve l 995'te bu bölgede inşaata, gelişmeye ve güzelleştirmeye 372,5 milyon Mısır poundu harcandı: Al-Ahram Weekly (24-30 Ekim 1996), 1 2.

92

toplumda ve iş yaşamında alt tabaka etkinliğinin ne kadarı­na denk düşer? Bence, çeşitli biçimleriyle İslamcılık, bir toplumsal hareket biçimi olarak düşünülebilirse de, kentsel toplumsal bir hareket değildir. İslamcılığın kimliği, kentli söz hakkından mahrumlara yönelik özel kaygısından kay­naklanmaz. İslamcılar, refahı hak edenler olarak gördükleri cemiyet üyelerinin liderlerce yönlendirilerek etrafında hare­kete geçirileceği alternatif bir kentsel düzen görüşü geliştir­memişlerdir. Kendi toplumlarının inşasına üyelerin aktif katılımı beklenmez.

Yoksul cemaatlerde çalışan birçok aktivistin aksine, İs­lamcı hareketlerin sadece söz hakkından mahrum olanlara odaklanmaktan daha büyük hedefleri vardır. Fakat, hepsi de bu biçimde işlemez. Örneğin, devrimden önce lran'da ne din adamları ne de Ali Şeriati gibi din adamı olmayan İs­lamcılar yoksulu hareketlendirmeye özel bir ilgi gösteriyor­lardı; ne de yoksul, İslam devriminde etkin bir rol oynadı. lran'da iktidardaki din adamlarınca kentsel alt tabakanın hareketlendirilmesi aslen devrimden sonra başladı. Din adamları, önce solun ve mücahitlerin alt sınıflar lehine ta­vırlarının etkisini kırmak, sonra da sola, liberallere ve eski rejimin kalıntılarına karşı savaşlarında yoksulu toplumsal tabanları olarak kazanmak için mustaz'afin (mazlum) reto­riği ile yoksula destek verdi. Yoksulla iktidardaki din adam­ları arasındaki balayı, yoksullar kutuplaşınca sona erdi. Devrim Muhafızları'nın bir kesimi Konut Seferberliği v.b. devrimci kurumların üyeleri olarak devlet yapısıyla kaynaş­tı, diğerleri bunun dışında kaldı ve kalkınma için verdikleri savaş onları rejimle çatışma noktasına getirdi.

Hukuki yaptırım aygıtına sahip olan Lübnan Hizbullah'ı, toplumsal hareket ile devletimsi bir yapı arasında bir yere düştü. Hizbullah, başka şeylerin yanısıra, toplumsal kal­kınmanın alt yapısını kurdu, fakat hizmetlerinin çok azı

93

ücretsizdi.63 Güney Beyrut'un yoksul dış mahalleleri, Hiz­bullah ve Amal hareketlerinin denetimindedir. Birleşmiş Milletler Programı'nın katılım ve kalkınma söylemini kul­lanmalarına rağmen belediye meclislerine insanları genel­likle kendileri seçmekte (seçim yapılmıyor) ve kendilerine yakın STK'larla işbirliği yapmaktadırlar. 64 Oysa, Türki­ye'nin Refah Partisi ve Cezayir'in İslami Kurtuluş Cephesi, alt tabakayı hareketlendirmekle birlikte, dışlayıcı ve parça­layıcı tavırlar aldılar. Refah Partisi hakimiyetindeki beledi­yeler adam kayırdılar, dindar olanların lehine seküler me­murları işten çıkarttılar, partilerine para bağışlayan müte­ahhitlere iltimas yaptılar ve yasadışı inşaatları bağış karşılı­ğı görmezden geldiler. Refah Partisi'nin "kültürel arındır­ma" siyaseti, cemiyetleri parçalama eğilimindeydi.65 Dışla­yıcı tavra başka bir örnek olarak, Mısır Imbada'daki al-Ce­maa'a al-Islamiyya örgütü, kadınları örtünmeye zorladı, vi­deo dükkanlarını ve kuaförleri kundakladı ve içki içen er­kekleri dövdürdü. Çevrede oturan Hıristiyanlar korktular ve güvenlerini yitirdiler.

Örgütlü emek İslamcıların etkisi dışında kalmaya devam ettiyse de, İslamcılarla kentsel yoksul arasındaki ilişkiler karmaşıktır. Yaygın kanının aksine, Mısır'daki İslami top­lumsal refah örgütleri lslamcı siyasal etkinlik alanları değil­dirler. Yalnızca hizmet örgütleri olarak işlerler. Büyük ço­ğunluğun siyasal İslam'la herhangi bir bağlantısı yoktur. Yalnızca birkaçı Müslüman Kardeşler'e ve bir avuç kadarı özellikle al-Gama'a al-Islamiyya gibi radikal lslamcılarla

63 Kfoury, "Hizb Allah," 142.

64 Mona Harb el-Kak, "Participation Practices in Beirut's Suburb Municipalities: A Comparison Between Islamic and 'Developmentalist' Approaches" (4th ln­ternational Other Connections Conference, Sites of Recovery, Beyrut, 25-28 Ekim ı999).

65 Akıncı, "The Welfare Party's Municipal Track Record."

94

bağlantılıdır. Gerisi insani bağlılık ya da basitçe "İslami" mallar (İslami moda, kitaplar, eğitim ve eğlence) pazarının gelişmekte olduğu bir ülkede iş mantığı üstünden hareket ederler. Açık siyasal tavır, yoksul bölgelerde değil, orta sınıf çevrelerde, Müslüman Kardeşlerle müttefik doktor, mühen­dis ve hukukçuların meslek odalarında ortaya çıkmıştır.66 Fakat, İslami hizmet ve malların yayılışı, yoksul çevreler ya da sadece Müslümanlarla sınırlı değildir. İslami okullar, üc­retsiz olmadıkları gibi, aslında yoksulları dışlayan özel okullardır. Imbaba gecekondu mahallesinde, örneğin, yal­nızca bir kısım öğrenci ücretsiz kabul edilmiştir. 67 İslami okullar, büyük ölçüde hali vakti yerinde kentli orta sınıfa yöneliktir.

Farklı sınıflarla bağı olsa da, Ortadoğu'da İslamcılık, esa­sında söz hakkından mahrumların değil, marjinalleşmiş or­ta sınıfların hareketidir. Ayrıca, orta sınıf ajitatörleri, top­lumsal olarak varlıklı ve siyasal olarak marjinalleşmiş grup­lar kadar, gençliği ve eğitimli işsizleri de etkinleştirme eğili­mindedir. Toplumsal değişimin ana aktörleri olarak görü­lenler bu gruplardır. Yoksullara yönelik etkinlikler, büyük ölçüde çoğu yardım olmak üzere toplumsal hizmetler sağ­lanmasıyla ve bağımsız seçim sandıkları kurulduğunda ha­rekete geçirmekle sınırlıdır. Bunun karşılığında kentlerdeki Müslüman yoksul da, İslamcılara faydacı bir anlayışla yak­laşır. lslamcılarla doğrudan etkileşimi olmayanların çoğu, niyetlerinde kararsız kalırlar, İslamcıların etkinliklerinden faydalanan diğerleri müteşekkir ve yandaş görünürler. Kentsel yoksulun topluca İslamcılarla ya da İslamcılarla sa-

66 Amani Qandil, "Taqdim Adaa al-ıslamiyya fi-Niqabat al-Mihniyya" (Cairo: CEDEj/Cairo University, 1993); Carrie Rosefsky Wickham, "lslamic Mobiliza­tion and Political Change: The lslamist Trend in Egypt's Professional Associ­ations," Political lslam içinde, (der.) Beinin; Stork, 120-35.

67 Badawy, lslamic Associations in Cairo.

95

vaşan hükümetlerle ideolojik ittifak kurduğunu destekle­yen hiçbir kanıt yoktur. Bu yüzden, lslamcı hareketler, La­tin Amerikan Özgürleşim Teolojisi'nden farklıdır. Özgürle­şim Teolojisi'nin stratejik amacı "yoksulun özgürleşimi" ol­muştur, bu noktadan hareketle dini metinlerle yeniden yo­rumlanmıştır. 68 Fakat, lslamcı hareketler, genellikle sadece muztaz'afin'den daha geniş toplumsal ve siyasal amaçlara (örneğin lslami bir devlet, hukuk ve ahlak düzeni kurmak) sahiptir ve yoksullar için toplumsal adalet gibi seküler ko­nular, yalnızca en yüce hedef olan İslami düzenin kurulu­şunun ardından gündeme gelir.69 Üstelik, bütün İslamcılar, cinsiyetler arası ilişkilerde baskıcı, dini azınlıklara ve la-di­ni demokratik bir siyasal yapı kurmayı hedefleyen çağdaş seküler güçlere tahammülsüz, özgün bir ahlaki ve toplum­sal görüşü paylaşır. İdeolojik tekeller çoğulcu demokrasinin gelişim sürecini kesintiye ve kalıcı toplumsal kalkınma için elzem olan gerçek katılımcı kültürü düşkırıklığına uğratır. Fakat la-dini STK'lann ardındaki görüş, böyle bir kalkınma için daha uygulanabilir bir seçenek sunuyor mu?

STK politikaları

1980'lerde ve 1 990'larda İslami refah derneklerdeki çarpıcı büyüme, lslamlaşma yönünde eğilimin olduğu kadar genel­de Ortadoğu'da STK'lardaki patlamanın da bir yansımasıdır. 1994 Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı esnasın­daki tartışmalarının devamı olarak hemen tüm Arap ülkele­rinden 700 kadar STK delegesinin katıldığı Mayıs 1997'de

68 Gustavo Gutierrez, A Neology of Libcration: History, Politics, and Libcration (New York: Orbis Books, 1988).

69 Bu birçok lslamcı tarafından dile getirilmiştir. Bkz. Youssef al-Karadawi, I1ıe Problem of Poverty, and How Can lslam Resolve l! (Arapça) (Beirut: Al-Risalaa, 1985).

96

Kahire'de yapılan önemli bir toplantı bu sektöre atfedilen önemi gösterir.

Ortadoğu'da örgütlü yaşam yeni değildir. Bölgedeki bir­çok ülke uzun bir insani yardım etkinliği tarihine sahiptir. 19. yüzyılın başındaki dernekler, ya lslam'ın zekat ve sadaqr at ya da Hıristiyanlığın yardımın kıymeti ilkesine dayanan dini örgütlerdi. 20. yüzyılın başında, bazıları sömürge karşıtı kampanyaları gizlemekte kullanılan refah ve yardım dernek­leri bunları izledi. Refah derneklerinin çoğu, aristokratik ai­lelerin bu tür derneklerde çalışmak suretiyle münhasıran er­keklerin yer aldığı bir kamusal alanda rol oynamayı hedefle­yen kadınlar tarafından idare ediliyordu. Bu örgütlü kültü­rün mirası, bugüne dek devam etmişse de, şimdiki STK'lar farklı bir türdendir ve farklı bir mantık izlerler.

Halen Mısır'da kayıtlı 15.000 STK vardır, 1977'deki sayı­nın iki katı. Buna kıyasla, Tunus, yüzde lO'u yardım temelli olan 5000 STK'ya sahiptir. Lübnan'ın STK'ları 3 milyonluk bir nüfusta l 990'da 1 586'dan, l 996'da 3 500'e ; Ürdün STK'ları 1980'de 1 1 2'den, şimdiki 800'e yükselmiştir. Filis­tin Yerli Ahali Örgütleri (lşgal Altındaki Topraklar'daki 800 ve lsrail'deki 200 kadarı da dahil olmak üzere), 1990'ların başındaki 1000 örgütten bugünkü 1800'e çıkmıştır. (Bunla­rın bir kısmı ya İsrail ya da Ürdün yetkililerinde kayıtlıdır. Fakat belki de "kitle tabanlı örgütler" olarak bilinen ve da­ha önemli olanları, büyük ölçüde kayıtsızdır.) lran'a bakar­sak, bazı tahminlere göre 15 .000 gibi yüksek bir sayıda STK vardır. Fakat, bu büyük olasılıkla abartılı bir rakamdır. l 980'lerde, lrak'la savaş esnasında, birçok gayri resmi halk örgütü kuruldu. Ancak, popülizmin baskınlığı ve lran'ın "kapalı kapı" siyaseti nedeniyle, ülkedeki STK gelişimi, di­ğer Ortadoğu ülkeleriyle karşılaştırıldığında önemsizdir. lran'daki birçok kurtarma ve refah etkinliği, kamu örgütleri ve kamu-sivil toplum ortaklıklarınca yürütülmektedir

97

(özellikle İmamlar Kurtarma Komitesi, Şehitler Vakfı, Ko­nut Vakfı ve Sağlık Çalışanları Örgütü Gönüllü Kadınlar Cemiyeti) . Ancak 1990'lann sonlarından bu yana, meslek odaları, kadın sağlığı örgütleri ve çevre koruma dernekleri kuruluşunda yeni bir eğilim gelişmiştir. Örneğin kadın STK'ları ağı, şu anda 58-100 kadar örgütü kapsamaktadır. Başkan Muhamad Hatemi dönemindeki yeni yaklaşım, ma­halli konseylerin halk katılımının merkezi haline gelmesini, sayılan 2500'e ulaşan STK'lannsa hizmet ve yardım ulaştır­maktan sorumlu olmasını öngörür.70

Etkinliklerinin ardındaki mantık ve itkileri bakımından, bölgedeki STK'lar dört genel kategoriye ayrılır. Dinsel yö­nelimli dernekler, camiler ve Müslüman şahıslar ya da kili­seler ve Hıristiyan kurumlar etrafında örgütlenir. Dinsel yü­kümlülüklerden ya da dinsel-siyasal etkenlerden esinlenir. Çoğunlukla üst sınıf ailelerin yürüttüğü klasik refah örgüt­leri, şimdi, gelir yaratma, eğitim, cemiyetin geliştirilmesi gi­bi bazı kalkınma işlevlerini üstlenmişlerdir. Meslek odaları, büyük ölçüde üst-orta sınıf meslek sahiplerince ve kimi za­man eğitim ve insaniyet güdüsü ya da sadece maddi çıkar kaygısıyla hareket eden kalkınma uzmanlarınca işletilirler. Son olarak, Mısır Cemiyet Geliştirme Derneği ve lran Mülksüzler Vakfı gibi devlet tarafından finanse edilen bir grup "STK" vardır. Gerçekte bu gruplar devletin bir uzantı-

70 Tahran Şehir Konseyi'nin önderi ve Başkan Hatemi'nin danışmanı Saiid Hajja­rian'la mülakat: Middle East Report 212 ( 1999). STK'lar hakkında veri için bkz. Qandil, "The Nonprofit Sector in Egypt," 139; Roula Majdalani, "STKs as Power-Brokers in the Rebuilding of a Fragmented State: The Case of Leba­non" (basılmamış makale, Beyrut, Ağustos 1999), 14; Majdalani, "Bridging the Gap," 2; Khalil Nakhleh, Indigenous Organizations in Palestine (Kudüs:

98

Arab Thought Forum, 1991); "A Little Neighborly Advice," Cairo Times (2-15 Eylül 1999), 21; Massoumeh Ebtekar, "Women's STKs and Poverty Alleviati­on: The Iranian Experience" , Farzaneh 4 (1998), 10. Baquer Namazi'nın ha­zırladığı rapor "lranian STKs: Situational Analysis" (Tahran, Ocak 2000), fay­dalı veriler sunuyor. Aynca bkz. Nowrouz (4 Tir 138012001) , 9.

sı olmaya devam eder. Bütün bu STK'lar, insan hakları, ka­dın sorunları, refah, kültür, iş dünyası ve kalkınma gibi farklı alanlarda etkindirler. Ben burada avantajsız grupları hedef alan refah ve kalkınma STK'larına odaklanacağım.

STK'ların çarpıcı gelişimine birçok etken katkıda bulun­muştur. Öncelikle, (Mısır, Ürdün ve Tunus gibi) bölgedeki yoksul ülkelerde, başka yerlerdekine benzer neo-liberal po­litikaların uygulanmasının ardından, devletlerin toplumsal gelişmenin zorlamalarını karşılamaktaki yetersizliklerinin ve isteksizliklerinin yarattığı boşluğu doldurma gereksinimi ortaya çıkmıştır. Nüfus artışı ve iç göç, kentsel toplumsal hizmetlere zaten ağır bir baskı yüklemiştir. Lübnan ve Filis­tin'deki gibi devletin olmadığı ya da işlemediği yerlerde, boşluğu örgütlü özyardım doldurmuştur. lkinci etken, yar­dımı, devletlerden ziyade STK'lara yayan yeni bağış politi­kaları sonucunda akan yabancı kaynaklardır. Dış mali kay­naklar, STK'ların kurulmasını cesaretlendirmekle kalma­mış, etkinliklerini de etkilemiştir. Örneğin, insan hakları et­kinlikleri için para olduğunda insan hakları örgütleri ku­rulmuştur. Üçüncüsü, siyasal yelpazede -neo-liberaller, Dünya Bankası, hükümetler, liberal ve radikal muhalefet grupları-, STK'ların desteklenmesinde eşsiz bir fikir birliği görülür. Muhafazakarlar, sosyal hizmetlerin yükünü devlet­ten bireye kaydırmak isterler. Muhafazakarlara göre , STK'lar, neo-liberal politikaların neden olduğu toplumsal huzursuzluk olasılığım engelleyecek güvenlik ağı olarak iş­lev görürler. Suudi Arabistan prensi Taal Abdülaziz al-Sa­ud 'a göre , "STK'lar kalkınmanın merkezi bileşenidir. " Önemli bir Arap STK savunucusuna göre, "STK'lar sınıf sa­vaşının ve sosyalizmin yerine geçmiştir. "71 Ortadoğulu libe­raller ve sol da, kalkınma ve demokrasiye mutlak katkıda

71 Her iki açıklama da Kahire'de 17-19 Mayıs l 997'de toplanan Arap STK'lan Bölgesel izleme Konferansı'nda yapılmıştır.

99

bulunacak tabandan toplumsal kalkınmanın taşıyıcısı ola­rak gördükleri STK'ları desteklerler. Bu nedenle, Filistinli bir eylemciye göre, "ileride gerçekleşecek bir Filistin özyö­netiminde STK'ların en önemli rolü, değişimin hızını artır­mak, kırsal nüfusu harekete geçirmek ve toplumu demok­ratikleştirmektir" .72 Boyutlarının küçüklüğü, etkinlikleri ve yoksulların davasına bağlılıklarından dolayı STK'lar, kal­kınmada taban katılımının hakiki araçları olarak görülürler. Bu nedenle, İslamcı programlara alternatif oluşturarak se­sizce yaklaşan lslamt köktenciliğe karşı siper olurlar.

Ortadoğu'da toplumsal gelişimin zorlamaları karşısında kalkınma ve refah STK'ları ne kadar etkilidir? Birçok araş­tırma, bu sektörün "ulusların sosyal güvenlik ağlarının vazgeçilmez bir bileşeni olduğunu ve değerli sosyal hiz­metler sunduğunu" ortaya koymaktadır.73 Devletin olma­dığı, işlevlerini yerine getiremediği ya da derin bir krizde olduğu Irak, Lübnan, Filistin ve Sudan'da hayatın devam ettirilmesinde, acil durumlarda ve kurtarma çalışmaların­da, STK'lar vazgeçilmez bir rol oynar. Dünya Bankası'nm verilerine göre, Filistin'deki STK'lar l 994'te temel sağlık hizmetlerinin yüzde 60'ını; muayene ve tahlil gibi ikincil sağlık hizmetlerinin tamamını; özürlü ve okul öncesi ço­cuklar için programların tamamını; tarım, konut, küçük iş kredisi ve refah hizmetlerinin büyük bir bölümünü üstlen­mişlerdir. 74

Üstelik özelleştirme ve yüksek sağlık ve eğitim masrafları karşısında, toplumun en yoksul kesimleri bu dernekler ol-

72 Daoud lstanbuli, "The Future Role of Palestinian STKs in an Emerging Pales­tinian Self-Govemment," Middle East Working Group Seminar, Kudüs, 21-22 Haziran 1993, 12.

73 Bu tür görüşler bildiren birçok rapor arasından örneğin bkz. Roben laTowsky, "Financial Profile of Egypt's PVO Sector," rapor (World Bank, Haziran 1994 ).

74 Özel rapor, Cairo Times (2-15 Eylül 1999), 21 .

1 00

madan, artan giderleri karşılayamazlardı. Bir anlamda, STK'lar milyonlarca vatandaşın dayanmaya devam ettiği ka­mu sektörünün çöküşüne yardım etmektedirler. Örneğin, Kahire'de yaptığım araştırmaya göre, STK binaları çoğun­lukla dernek işlevi görüyor, ücretsiz ya da düşük bir ücret karşılığı tıbbi klinikler, aile planlama büroları, dikiş, oyun­cak bebek yapımı, elektrikli alet tamiri ve benzeri meslek edindirme kursları ve anaokulları için mekan olabilmekte­dirler. Dul annelere mikro kredi imkanı sağlayan bir der­nek, yüzlerce kadının mahallelerinde karlı işler kurmasını ve böylece kendi geçimlerini temin edebilmelerini sağla­mıştır. STK'ların genel merkezleri, çoğu kadın olmak üzere yerel yoksul ailelerin toplanmalarına ve toplum içinde nasıl konuşmak gerektiği ya da "düzgün" davranmak gibi top­lumsal yetenekleri öğrenmelerine imkan sağlayarak top­lumsal bir işlev de görmektedir. Bu tür derneklerden tahmi­nen 5 milyon yoksul yararlanmıştır.75 Yalnızca üç bin Mısır­lı örgüt, sağlık, besin üretimi, kadın projeleri, aile planla­ması, gelir yaratma, çocuk ve genç gelişimi programları uy­gulayarak, 300.000 kadar insana yardım etmektedir.76

Ancak, toplumsal kalkınma, yalnızca hayır işleri ya da sürekliliği şüpheli dış yardıma tam bağımlılıkla ayakta kal­mak ve güvenlik ağı kurmak demek değildir.77 Üstelik, çağ-

75 Anan: Ibrahim, Egyptian Law 32.

76 Federation of Community Development Associations, "Fact Sheet," Cairo, 14 Man 1990.

77 Örneğin Mısır STK'ları 199l'de yerel gelirden sadece 3 milyon Mısır poundu (1 milyon dolardan az) aldı, Sosyal işler Bakanlığı Özel Gönüllü Dernekler'in, genellikle eşitsiz dağıtarak, yüzde 35'inden fazlasını destekleyemiyordu. Başka bir çalışmaya göre Özel Gönüllü Dernekler'e yapılan devlet yardımları sektö­rün gelirinin toplamının yüzde lO'undan azdı ve yabancı yardımsa sadece yüzde S'iydi. Başka bir değişle, Özel Gönüllü Dernekler varolmak için öz kay­naklarına dayanmak zorundaydılar. Irak, Filistin ve savaş sırasında Lübnan'da olduğu gibi iç kaynaklar kısıtlı olduğunda, dış kaynaklara dayanmak önem kazanmıştır. Bkz. Ibrahim, Egyptian Law 32.

101

daş toplumsal kalkınma söyleminde, toplumsal kalkınma sadece temel gereksinimlerin karşılanması anlamına gel­mez; toplumsal ve ekonomik haklar kazanmayı ve kendi kendine yeterli olmayı da kapsar. Anisur Rahman'm deyi­şiyle, bu, "insanların düşünebileceği, yeteneklerini kullana­bileceği ve eyleyebileceği, yani katılımda bulunacağı koşul­ların yaratılmasını" gerektirir.78 ldealde, bir "STK öyİe çalış­malıdır ki, yoğun biçimde çalışmış olduğu gruba ya da gruplar topluluguna kendisini giderek gereksiz hale getir­melidir." Kısacası, toplumun alt kesimlerini hareketlendir­melidir. Ortadoğulu kalkınma STK'ları bu hareketlendirme hedefinde ne kadar başarılıdırlar?

Birçok STK savunucusu, STK'larda katılımcı ruhun ek­sikliğinden yakınmışlardır. Meslek odaları ve dava dernek­leri kurmaya yönelik yakın zamandaki eğilime rağmen, Ür­dün STK'ları büyük ölçüde "hayır işi yönelimli" kalmıştır.79 Aktivistler, bu derneklerin "inisiyatif kazandırıcı bir yakla­şım" benimseyeceklerini ummaktadırlar.80 Lübnan STK'ları, hala savaşın izlerini taşımaktadır ve esasen kurtarma çalış­maları v.e acil yardım durumlarında etkindirler; Filistinli benzerleri gibi ağırlıklı olarak dış kaynaklı insani yardıma dayanırlar.81 Ancak, son zamanlarda, kurtarma ve insani yardımdan kalkınma ve dava derneklerine (insan hakları, kadınlar ve demokrasi) doğru bariz bir kayma olmuştur.82 Filistin'deki hayır dernekleri, (kurtarma, sağlık, eğitim ve

78 Anisur Rahman, People� Self-Development (Londra: Zed Books, 1993), 67-73.

79 Majdalani, "Bridging ıhe Gap."

80 Ürdün Yakındoğu Vakfı'ndan Curdis Rhodes ile mülakat, Economic Perspecti­ves 1 1 (1993): 7.

81 Ghassan Sayyah, "Poıenıial Consırainıs upon STKs in Lebanon" (sunulmuş makale. Reconsıruction, Rehabiliıaıion, and Reconciliaıion in ıhe Middle Eası: A View from Civil Socieıy, Oııawa, 21 Haziran 1993).

82 Majdalani, "STKs as Power-Brokers," 14.

1 02

kültür alanlarındaki) günlük gereksinimlerin ortaya çıkar­dığı baskıyı azaltmıştır. "Temel toplumsal bakımı sağlaya­rak en azından önleyici bir rol" oynarlar, "fakat kavramın tam anlamıyla kalkınmacı bir rol üstlenmezler" .83 STK'ların yoğun üretim etkinliklerini göz ardı etme pahasına hizmet­lere odaklanması, Filistinlileri İsrail ekonomisine daha fazla bağımlılığa itmiştir.

(Özellikle Mısır'daki geleneksel refah derneklerinin ben­zeri) birçok STK değerlendirmesinde, pederşahi tavırları ve yapıları dikkati çeker.84 Pederşahilik, yerel STK'ların hem yukarıdan aşağı iç örgütlenişlerine hem de kendilerinden faydalananlarla ilişkilerine yansır. STK'larda önemli karar­lar, personelin nadir katılımıyla, bir ya da iki kişi tarafından alınır. Buna karşılık, personel diğerkam güdülerle değil pa­ra için çalışır. Gönüllülüğün yokluğunun ve statüsünün farkında, üstelik düşük ücretli STK çalışanları için bu sıra­dan bir iş deneyiminden başka bir şey değildir.

Pederşahi STK'lar, hizmetlerinden faydalananları kalkın­mada katılımcılar olarak değil, yardım alanlar olarak algılar. STK'lar, iyilikleri ve cömertlikleri karşılığında sadakat, des­tek ve hizmet beklerler. Hizmetlerin yeterliliğini ve kalitesi­ni ya da STK'ların güvenilirliğini sorgulamak faydalananlara düşmez. Bu, STK'ların işine karışmak olarak algılanacaktır. Bir STK'nın gereksinim ve önceliklerini, hedef kitlesi değil,

83 Nakhleh, Indigenous Organizations, 50.

84 Saad Eddin Ibrahim, "Grassrooıs Panicipation in Egyptian Development," Cairo Papers in Social Science ı 9 (1996); Delta Business Service Intemational: Khattab and Associates, "Analysis of Registered Private Voluntary Associations in Cairo and Alexandria," bir rapor (Agency for lntemational Development, Kahire, 21 Haziran 1981); Karanshawy, "Govemance, Loca! Communities"; Fatma Kha­fagy, "Needs Assessment Survey of STKs in Egypt," rapor (African Women's De­velopment and Communications Networks, Kahire, Ağustos 1992); Benrand Laurent, Salma Gala!, "PVO Development Projecı Evaluation Repon," rapor (USAID/Mısır, Kahire, Aralık 1995). Ürdün ve Lübnan için sırasıyla bkz. Majda­lani, "Govemance and STKs in Lebanon" ve "Bridging the Gap,".

1 03

liderleri ve bağışta bulunanları belirler. Ortadoğulu STK'la­rın ortak sorunlarından biri, yalnızca yetersiz koordinas­yondan değil, aynı zamanda faydalananların özel kaygılarını göz ardı e tmekten de kaynaklanan proje tekrarlarıdır. STK'lar arasında rekabet ve bölünme ile bağışta bulunanla­rın (çoğunlukla aracı STK'lar) politikalarındaki çeşitlilik, kalkınma stratejilerinin koordinasyonunu engeller ve tekrar sorununu artırır. Aslında, yerel dernekler de onlara kaynak sağlayan aracı STK'larla kayırmacılık ilişkisine tabidirler.

l 990'larda hızla büyümüş olan profesyonel STK'lar, daha geleneksel hayır derneklerinin yönetimlerindeki ve tutumla­rındaki eksikliklerin bazılarının üstesinden gelmiş görün­mektedirler. Profesyonelliği, eğitimi ve verimliliği vurgulaya­rak, hem iç işlerinde hem faydalananlarıyla ilişkilerinde katı­lımcı yöntemler uygulamaya çaba gösterirler. Kadın dernek­leri, insan haklan örgütleri ve diğer dava STK'larının bir kıs­mı bu eğilimi gösterir.85 Fakat, profesyonel örgütlerin bazı özellikleri -yetki hiyerarşisi, sabit prosedürler, katılık ve iş­bölümü-, katılım ruhunu azaltmaktadır. Rima Hammami, Filistin örneğinde yerel aktivizmin ve kitle örgütlerinin, ba­rış sürecinden önce çoğunlukla harekete geçirici olduğunu -yani etkinliklerin tabanın katılımıyla başlatıldığını, karar­laştırıldığını ve yürütüldüğünü- göstermiştir. Fakat, Filistin Ulusal Yetkisi [Palestinian National Authority] kurulduktan sonra, dış mali kaynakların koşullan, bu grupları özel verim­lilik ve uzmanlık söylemleri olan profesyonel seçkinlerin ör­gütlerine dönüştürmüştür. Bu yeni düzenleme, STK'larla kit­leleri arasında uzaklaşmaya neden olmaktadır.86 Bu yüzden,

85 Susan Schaefer Davis, "Advocacy-Oriented Non-Governmental Organization in Egypt: Structure, Activities, Constrainıs, and Need," rapor (USAID/ Kahire, Ağustos, Mayıs 1995).

86 Rema Hammami, "STKs: The Professionalization of Politics," Race and Class 37 ( 1995): 51-63.

104

STK aktivizmi gerçekte STK liderlerinin aktivizmini ifade eder, hedeflenen milyonlarca insanın değil. Bu STK'lar, siya­sal anlamda kendilerinden faydalananlardan çok işverenleri­ne hizmet ederler.

lç sorunlara (pederşahilik ve idari yetersizlik) ek olarak, hükümetin gözetimi, STK'ların özerk ve sağlıklı işleyişine gerçek bir engel teşkil eder. Bölge devletleri, genelde kitle örgütlerine olduğu gibi STK'lara karşı da çelişkili bir tutum sergilerler: Sosyal hizmet sağlama ve yoksulluğu azaltma yükünü hafiflettikleri müddetçe STK'lara destek verirler. l 990'ların sonlarında, yeni, daha elverişli STK yasaları çıka­rılmasından ve (Mısır, İran ve Ürdün'de olduğu gibi ülke­lerde) bu örgütleri destekleyen açıklamalardan da anlaşıla­cağı üzere, Ortadoğu devletlerinde, gönüllü sektörün top­lumsal kalkınmaya katkılarının öneminin giderek farkına varılmaktadır. Yine de, hükümetler STK'ların muhalefete dönüşmesi olasılığından, siyasal alanı kaybetmekten kor­karlar. (Mısır, Ürdün, Filistin ve lran'daki) profesyonel der­nekler, siyasal partilerin yokluğunu ya da yetesizliğini telafi ederek sıklıkla siyasetin içine çekilmişlerdir. Sonuçta, ör­gütlü yaşama izin vermekle birlikte, hükümetler, bu der­neklerin kurucularını gözetim altında tutarlar ve sıkı siya­sal denetim dayatırlar; fon yaratımını da denetlerler ve ita­atsiz STK'ları tek taraflı olarak yasadışına iterler. Bu çelişkili tavır, bir ölçüde devletlerin iktisadi ve siyasal kapasiteleri­nin bir sonucudur - bir ülkedeki iktisadi zayıflık istenme­den kitlesel etkinlikler için alan yaratabilirken, devletlerin siyasal zayıflıkları bunu çoğunlukla kısıtlar. Örneğin , l 990'ların başında nüfus artışını frenleyecek mali kaynak­lardan yoksun olan İran hükümeti, kentlerde başarılı aile planlaması ve temel sağlık hizmetlerine ulaştırmakta eğitim çalışması yürütmek üzere 20.000'den fazla kadın gönüllü seferber etti ve büyüme oranını l 987'deki 3 ,4 gibi yüksek

105

bir yüzdeden, 1996'da l ,4'e indirdi. Fakat hükümet bu ka­dınların bir dernek kurma taleplerini şiddetle reddetti çün­kü bağımsız örgütlenmeden kaçınıyordu.87 Bu, devletin ba­zı STK'ları (ne yaptıklarına bağlı olarak) kayırdığı, diğerle­rinden kuşkulandığı anlamına gelir. Örneğin, iyi bağlantıla­rı olan yüksek devlet görevlilerinin kurdukları dernekler, muhalif insan hakları örgütlerinden daha iyi muamele gö­rür. 88 Bu nedenle, STK sektörü homojen bir yapı olarak dü­şünülmemelidir. Aynı "sivil toplum" kavramında olduğu gi­bi, sınıfsal köken ve siyasal bağlantılar, özel gönüllü sektö­rün katmanlaşmasına yol açar.

Bu engeller, kısmen kültürel ve davranışsal (örneğin kal­kınmaya pederşahi yaklaşım ve statü güdümlülük) , kısmen de yapısaldır. Sendika ve kooperatiflerin aksine, faydala­nanları STK'ların üyeleri değildir, bu nedenle de yetersizli­ğin hesabını soramazlar. Öte yandan, aynı ilişki, yerel STK'lar ile bağış kurumları arasında da sürüp gider; sonuç­ta STK'lar faydalananlarına karşı değil bağış sahiplerine karşı sorumludurlar.89 Belki de , Mahmoud Mamdani STK'ların neden adam kayırmacılığı zayıflattıklarını fakat aynı zamanda yeni bir tür kayırmacılık yarattıklarını söy­lerken haklıdır.90 Demek ki soru, mevcut STK'ların anlamlı kalkınma için kitlesel katılımı yapısal olarak besleyip besle­yemedikleridir. Hindistan üzerine yazan Niel Webster'in belirttiği gibi, belki de STK'lardan çok şey bekliyoruz. Belki

87 Homa Hoodfar, "Volunteer Health Workers in Iran as Social Activists?" (Paris: WLUML Occasional Paper no. 10, l 998).

88 Hasan el-Banna ile mülakat, Sosyal lşler Bakanlığı'ndan STK'lar konusunda uzman bir görevli, l 996.

89 Aynntılar için bkz. S. Lindberg, v.d. (der.), Globalization, Democratization, and Social Movements iiı the Third World, araştırma raporu no. 35 (Lund, Sweden: University of Lund, 1995), 57-58.

90 Mahmoud Mamdani'nin yorumlan, Lindberg, v.d., Globalization, Democratiza­tion içinde, 61 .

1 06

"bu STK'lara sahip olmadıkları kalkınma nitelikleri ve yete­nekleri" atfediyoruz.91 Beklentilerimiz ne olursa olsun, ey­lemin kendisinin -kolektif ya da bireysel hareket-, insanla­rın kendi yaşamlarını anlamlı biçimde idare edebilecekleri bir noktaya yükselmelerinde önemli bir etken olduğu ke­sindir. Ortadoğu toplumlarında -sendikalar, toplumsal ls­lam ve STK'lar aracılığıyla gerçekleşen- mevcut aktivizm biçimleri, imtiyazsız grupların refahına katkıda bulunur. Fakat, toplumsal kalkınma hedefinde kalıcı hareketlilik için çok sayıda insanı etkinleştirmekte ve yönlendirmekte yeter­siz kalırlar. Ortadoğu'nun sosyo-politik özellikleri bunun yerine özgün bir aktivizm biçimi -bence toplumsal değişim üstünde geniş etkileri olan bir kitle hareket-siz-ligi- ortaya çıkartma eğilimindedir. Ben buna "sıradanın sessiz tecavü­zü" adını veriyorum.

Sessiz tecavüz

"Sessiz tecavüz" kavramı, sıradan insanların, hayatta kalma ve yaşamlarını iyileştirme arayışlarında mülk ve iktidar sa­hiplerine karşı sessiz, yaygın ve kapsamlı ilerleyişidir.92 Be­lirgin liderlik, ideoloji ve yapılanmış örgütlülükten yoksun dönemsel kolektif eylemleri de içerebilen, sessiz, büyük öl­çüde atomize ve sürekli hareketlenmeler olarak tanımlana­bilirler. Sessiz tecavüz aslen bir hareket-siz-lik ise de, önce­likle alt tabaka mücadelelerinin ve kazanımlarının diğer yoksullar ya da kendileri pahasına değil, devlet, zenginler ve toplum pahasına olması ile hayatta kalma stratejilerin-

91 N. Webster, "The Role of NGDOs in Indian Rural Development: Some Les­sons from West Bengal and Kamataka," European ]aumal of Developmenı Rese­arch l (1995), 407-33.

92 Bu kuramsal kısımlan Sıreeı Poliıics kitabımdan alıyorum (New York: Colum­bia University Press, 1997), bölüm 1 .

1 07

den ya da "gündelik direniş"ten ayrılır. Barınaklarını aydın­latmak için elektriği komşularından değil belediye trafola­rından bağlarlar; yaşam standartlarını yükseltmek için ça­lışsınlar diye çocuklarını okula göndermezlik etmezler ama gayri resmi ikinci işlerine daha fazla vakit ayırmak için res­mi işlerincıe geçirdikleri zamandan çalarlar.

Ayrıca, bu mücadeleler, yalnızca direniş çerçevesinde, mecburi savunmalar olarak değil, kümülatif tecavüz, yani eylemcilerin ilerleyerek ve yeni mevziler kazanarak alanla­rını genişletme eğilimi olarak görülmelidir. Bu tür sessiz aktivizm, "düzen"in anlamı, kamusal mekanın denetimi ve "kentsel"in anlamını da kapsayacak biçimde, birçok temel devlet yetkisini de sarsar. Fakat en yakın sonucu, (arazi, ba­rınak, su, elektrik gibi) kolektif tüketimin, (kaldırım, kav­şak, sokak parkı alanları gibi) kamusal mekanların ve (uy­gun çalışma şartları, yerleri ve etiketleri gibi) fırsatların (ya­sadışı ve doğrudan) elde edilmesi biçiminde toplumsal mülkiyetin yeniden dağıtımıdır.

Devrim sonrası lran, kamu ve özel arazilerin, apartman dairelerinin, otellerin, kaldırımların ve kamu hizmetlerinin çoğunlukla yoksullar tarafından görülmemiş bir işgaline sahne olmuştur. 1980 ile 1992 arasında, hükümetin karşı koymasına rağmen, Tahran'ın arazi alanı 200 km2'den 600 km2'ye genişlemiş; bu büyümüş Tahran'ın içinde ve etrafın­da da çoğu gayri resmi, yüzden fazla yeni yerleşim yeri oluşturulmuştur. Kitlesel kayıt dışı ekonominin failleri, ye­ni orta sınıfları, l 980'lerde kamu sektöründeki konumlan hızla düşmüş olan eğitimli ücretlileri de kapsayacak şekilde tipik marjinal yoksulların dışına taşmıştır. Daha dramatik bir biçimde, Mısır'da milyonlarca taşralı göçmen ve kentli yoksul, büyük ölçüde özerk yerleşimler yaratarak, mezar­lıklar, çatılar ve kent dışındaki kamu arazilerinde sessizce hak iddia etmiştir. Büyükşehir Kahire'de, 'ashwii'iyyat ya da

1 08

tarımsal alanı paylaşıp, yasadışı barınaklar kurmuş, 6 mil­yondan fazla insanı barındıran 1 1 1 'den çok, kendiliğinden

· yerleşimler vardır. Ülkenin genelinde 344 km2 arazi düşük gelir gruplarınca işgal ya da illegal inşaat altındadır. 1970-

1981 arası yapılan konutların neredeyse yüzde 80'i yasadışı inşa edilmiştir. Bu yasadışı birimlere, "dikine tacavüz"leri -ek odalar, balkonlar, binaların üstüne ek mekanlar- da ek­lemek gerekir. İnşaat için sermaye, çoğunlukla mahalleler­de mukim gayri resmi kredi sistemleri olan jem'iyyat'tan ge-· lir. Birçokları evlerini kanunsuz olarak diğer yoksul ailelere kiraya verir. Herde kiracı olacak kimse, bir jama'iyya'dan borç aldığı "anahtar parası"nı toprağın sahibine verir, top­rak sahibi de bu parayla arazinin üstüne kiraya vereceği evi yapar. Böylece, toprak sahibi ev sahibi olmuş, kiracı da ya­şayacak bir yer bulmuş olur. Her ikisi de yalnızca bir yıllık kira bedelinin önceden ödenebileceğini düzenleyen yasayı çiğnemiş olurlar.93

Bir kez yerleşince, yoksul yaşam konforlarını ya da kolek­tif tüketimi mahallelerine genişletmek için (aksi takdirde bunları yasadışı kullanacaktır) yetkilileri zorlama eğilimin­dedir. Tahran, Kahire, İstanbul, Tunus ve diğer kentlerdeki çoğu yoksul, evlerini elektrik trafolarına bağlayarak, su bo­rularını evlerine çekerek, sayaçları paylaşarak ya da ayarla­yarak, yasadışı yollardan kent suyu ve elektriği kullanır. Ör­neğin, İskenderiye'de sadece yasadışı şebeke suyu kullanımı yılda ortalama 3 milyon dolara malolmaktadır. Dar Essala­am, Ezbat Sadat, tzbat Kheirullah, lzbat Nasr ve Basaatin gi­bi Kahire merkezli yerleşimlere gelişigüzel bir bakış, bu yaygın fenomeni gözler önüne serer. 1996 Nisan'mın sonla­rında, belediye tek baskında Dar Essalaam ve Basaatin'de 800 illegal elektrik hattını kestiğini bildirmiştir.

93 Aynntılı bir tanım için bkz. Wıkan, Tomorrow, God Wılling.

1 09

Kolektif hizmetlerin bu yasadışı ve çoğunlukla bedava kullanımı, mukimleri şimdiye dek illegal kullandıkları hiz­metler için ücret ödemeye ahştıracakları umuduyla yasadışı yerleşimlerin seçici biçimde entegrasyonunu gerektirmiştir. Emlak ve çevre vergisi toplamaksa, başka bir meseledir. Yoksul, hizmetlerin genişlemesinden hoşnut olsa da, fatura­ları ödemeye çoğunlukla gücü yetmez. Bu yüzden yeni ya­sallaşmış (Tahran'ın lslamşehir ve Kahire'nin lzbat al-Haja­na gibi) yerleşimlerde, sosyal hizmetlerin kullanımında ye­niden yasadışına çıkmalar olağandışı değildir.

Çalışma alanında, "geçimlik sokak işçileri" geniş paralel ekonomide işlerini yürütmek için kamu yollarım sessizce işgal ederler. Ortadoğu kentlerinin ticaret semtleri dükkan sahiplerinin yaratmış oldukları uygun iş fırsatlarına tecavüz eden işportacılar tarafından işgal edilmiştir. Kahire'de 600.000 ve Tahran'da yakın zamana dek 150.000 işportacı vardır. tllegalite, yalnızca faillerin genellikle resmiyetin masraflarından (vergi düzenlemesi gibi) kaçmalarından de­ğil, ithal markaları ve entelektüel mülkü çalarak kazanç el­de etmelerinden de kaynaklanır. 6 dolar sermayeyle Kahire­li bir işportacı ayda 55 dolar kadar kazanç sağlayabilir.94

Binlerce yoksul (örneğin Kahire, İstanbul ve Tahran'da) , en fazla otopark alam yaratacak biçimde denetledikleri ve örgütledikleri sokaklarda park eden arabalardan aldıkları bahşişlerle geçinir. Birçok sokağı, karmaşık iç örgütlenmesi olan iş çeteleri oluşturarak denetledikleri fiili otoparklara çevirmişlerdir. Geçim sağlamanın bir başka yolu da, alter­natif ulaşım sistemleri kurmaktır. Kahire'deki lzbat Kha­irullah, plakası bile olmayan minibüslerin yolcu taşıdığı bölgedeki binlerce benzer mahallenin bir örneğidir. Burayı, bir gazete, 1980'lerdeki "kuruluşundan beri hiçbir memu-

94 Ruya (Cairo), no. 8, 20.

1 1 0

run henüz girmediği" bir yerleşim ·olarak tanımlamıştır.95 Bu tür tecavüzlerin arkasında, Kahireli bir işportacının de­yişiyle "hükümetle muhatap olurken 'kazanabileceğine oy­na' atasözünü almak zorundasın" mantığı yatar.96

Hükümetler, genellikle sessiz tecavüzle ilgili karışık sin­yaller verirler. Bir taraftan kendi işlerini yaratarak halkın başının çaresine baktığını görürler. Öte yandan bu etkin­liklerin büyük ölçüde devlet, mülk sahipleri ve toplum pa­hasına yürütüldüğünün farkındadırlar. Aynı şekilde, yok­sul, farklı bir toplumsal düzen kurarak, bağımsız hareket ederek ve çoğunlukla milletin çizmeye çalıştığı modernlik imajını bozarak, yetkilileri yönetim-dışı haline getirme eğilimindedir. Kahire güvenlik bölümünün şefinin ifade­siyle, "işportacıların geçim sağlamalarına karşı değiliz, fa­kat Mısır'ın imajı pahasına değil. Kahire'nin görünümünü bozuyorlar, sokakları tıkıyorlar, kaldırımları kalabalıklaştı­rıyorlar. "97

Tecavüz sınırlı göründüğü sürece her şeye rağmen hoş­görülür. Fakat, çok ileri gittiğinde hükümetler çoğunlukla tepki verirler. Örneğin, devrim sonrası İran, güvenlik güç­leriyle mütecavizler arasında kanlı çatışmalara sahne ol­muştur. Gündelik polis tacizi , birçok Ortadoğu şehrinde sı­radan uygulamadır. Ne var ki, işgalcilere ve işportacılara karşı düzenli saldırılar genellikle sonuçsuz kalır. Failler ya olay mahallinde direnişe (lran'da olduğu gibi) geçerler ya da (Mısır'daki gibi) her taktik geri çekilmenin ardından sessizce etkinliklerine geri dönerler. Örneğin, belediye za­bıtası işportacıları uzaklaştırmak için dolaştığında, işporta­cılar aniden yok olur; zabıta gidince hiçbir şey olmamış gi-

95 Al-Wafd (18 October 1997), 3.

96 Bildiren Eid, Inf onnal Economy, 105.

97 Anan: Al-Ahram Weehly (27 November-3 December 1997), 12.

1 1 1

bi işlerine dönerler. Mısırlı bir yetkili "Ne yapsak boş" di­yor.98 "İşportacılarla savaş timleri" kamusal mekanları te­mizlemekte başarısız olunca, İranlı yetkililer daha da bü­yük düşkırıklığına uğramışlardır. Sessiz tecavüzün önüne geçmek, zayıf hükümetler için özellikle güçtür. Sopa-havuç taktiği kullanarak, belediyeler, yerleşimleri yıkmayı, işpor­tacıları ana caddelerden uzaklaştırmayı, kayıtsız ulaşımı ta­kip etmeyi başarabilir. Yine de, faillerin taleplerine alterna­tif çözümler sunarak teslim olmak zorundadırlar. Araziden çıkartmaların ve yıkımların yürütüldüğü yerlerde, mülkleri ellerinden alınanlara alternatif sokak pazarları, iskan ya da düzenli taksi hizmeti önerilmiştir. Kahire'deki (Guiza ha­riç) 81 işgalci yerleşimden yalnızca 13'ünün (güvenlik ge­rekçeleriyle) yıkımına karar verilmiştir; geri kalanının ısla­hı planlanmıştır.99

Sessiz tecavüz, bu sebeplerle kolektif talepte bulunma si­yaseti ya da protesto siyaseti değildir. Daha çok bireysel ve doğrudan toplu eylemin bir karışımıdır. Otoriter devlet, po­pülist ideoloji ve güçlü aile bağları ile nitelenen sosyo-poli­tik koşullar altında ağırlık kazanır. Otoriter bürokratik dev­letler, toplu talepte bulunmayı hem (bastırmalar yüzünden) riskli hem de (bürokratik randımansızlık nedeniyle) etkisiz hale getirir; popülizm, birincil bağlılıkları yaşam mücadele­sinin daha işlevsel mekanizmaları haline getirerek, kamusal alanın ve özerk toplulukların oluşumunu engellemek eğili­mindedir. Fakat, tecavüz stratejisi, uzun vadede devletlerin uzlaşmaktan başka seçeneklerinin olmadığı gerçeğini orta-

98 Kahire Güvenlik Ôrgütü'nün şefi Kahire'de işportacıların yayılmasına atfen. Anan: Ag.e., 12.

99 Bildiren A!-Wafd (3 Mart ı998), 3. Iran konusunda bkz. Bayat, Street Politics. Mısır üstüne bilgiler basılmamış araştırmamda belirtilmiştir: "Grassroots Par­ticipation in Iran: STKs or Social Movements" (Cairo: American University in Cairo, 1998).

1 1 2

ya çıkarır. Böylece yoksul, kendi yaşamında, kentsel yapıda ve sosyal politikalarda önemli değişimlere yol açmayı başa­rır. Sessiz tecavüzü genelde kentleşme sonucu artan diğer toplumsal değişimlerden ayıran, failinin, yani kentsel alt ta­bakanın merkeziliğidir.

Bu tür aktivizm, yaşam boyu, sürekli ve kendini yara­tan bir ilerlemeyi ifade etse de, büyük ölçüde yasadışıdır ve sürekli tacizi, güvensizliği ve bastırılma riskini berabe­rinde getirir. Akışkan ve yapısız eylem biçimiyle tecavü­zün avantajı, esnek ve çok yönlü olmasıdır; fakat yasal, fi­nansal, örgütsel, hatta manevi destek sağlamakta yetersiz kalır. Sorun, sessiz tecavüzün harekete geçirici özelliğini, STK'ların kurumsal kapasitesini ve yetkililerin rızasını bi­raraya getirmektir. Mısır'ın Minia şehrinde kurulan Sokak Yiyecek İşportacıları Derneği (SYlD), bunun mümkün ol­duğunu göstermiştir. Bir grup STK aktivisti, 700 işporta­cıya örgütlenme ve yerel yetkililerin desteğini kazanmada yardım etti. Kurulur kurulmaz SYlD bir kredi fonu başlat­tı, hijyeni geliştirdi, toptan besin maddesi alımına başladı, grup sağlık sigortası sağladı, devlet bürokrasisine kayıtları kolaylaştırmaya yardım etti ve polis tacizine son verdi. Bu başarılı tecrübe, diğer kentlerde benzeri girişimlere örnek oldu.100

Yine de yoksulun mülklüye, güçlüye, topluma ve devlete tecavüzü kesinlikle sınırsızdır. Toplumun alt kesimleri, zo­runlu ihtiyaçlarının çoğunu , iş ve kentsel hizmetleri garan­tileyebilirler. Fakat, daha geniş yapılara ve süreçlere bağlı olan okullara, belediye parklarına, sağlık sigortasına, konut ve iş güvenliğine nasıl kavuşabilirler? Belki de işe, büyük

100 Bildiren Deborah Pugh, "The Street Vendors of Minia," Ford Foundation Re­port (Bahar 1994 ). Ayrıntılar için bkz. !rene Tinker, Evaluation of the Organi­zation for Developmrnt and Support of Street Vrndors in the City of Minia (Ford Foundation, Ağustos 1993).

1 1 3

ölçekli yeniden dağıtımda devletin müdahalesi kadar alt ta­baka aktivizminin de imkanlarını ve sınırlılıklarını teslim etmekle başlamak gerek.

Sonuç

1980'lerde, ERSA politikalarının yansımalarına yönelik ilk tepkiler, kentli alt tabakanın geliştirdiği başa çıkma strateji­lerinden ve kentsel ayaklanmalardan ibaretti. Ancak bu stratejiler, yoksunluklarla başa çıkmakta daha kurumsal yöntemlere yol açtılar. Toplumsal İslam ve STK'larla (devlet baskısı eşliğinde) sağlanan güvenlik ağları, yöntemdeki bu değişime katkıda bulunmuştur. (Kurumsallaşması, işbirliği yapması ya da zaptedilmesi sonucu) l 990'larda siyasal ls­lam'ın altının oyulmasıyla, toplumsal İslam, "sivil toplum­laşma" ve sessiz tecavüz, tüm eksiklerine rağmen, Ortado­ğu ülkelerinde insanların yaşamlarının bazı yönlerini iyileş­tirmeye katkısı olan en baskın aktivizm biçimleri haline gelmiş görünmektedirler. Sessiz tecavüzün daha uzun bir geçmişi olsa da, neo-liberal ekonomik politikaların uygu­lanmaya başlandığı 1 980'lerde ve özellikle 1990'larda İs­lamcılık ve STK'lann yayılışı yeni bir hız kazandı. (Kadın ve insan haklarıyla ilgili yeni toplumsal hareketlerin yanısı­ra) bu aktivizm biçimlerindeki yükseliş, geleneksel sınıf ta­banlı hareketlerin -köylü örgütleri, kooperatif hareketleri ve sendikacılık- düşüşü ile örtüşür. Kırsal toplumsal yapı­nın dönüşümü, "köylülükten çıkma" ve artan kentleşme, köylü ve kooperatif hareketlerinin toplumsal zeminini erozyona uğratmıştır. Ekonomik yeniden yapılanmayla ya­kından ilişkili olarak popülizmin zayıflaması, korporatist sendikacılığın özünü oluştıran kamu sektörü istihdamının düşüşüyle sonuçlanmıştır; aynı zamanda iş gücünde, kayıt dışı kentsel ekonominin yayılmasında kendini gösteren ar-

1 14

tan parçalanmışlığa yol açmıştır. Kamu sektörünün bir par­çası olan devlet bürokrasisi, ağırlığını korumaya devam et­mektedir, fakat çalışanları sanayi ya da hizmet sektöründe­ki işçilerden farklı olarak büyük ölçüde örgütsüzdür. Dü­şük ücretli devlet çalışanlarının geniş bir kesimi, kayıt dışı sektörlerdeki ikinci ya da üçüncü işlerinden elde ettikleri gelirlerle yaşamlarını sürdürürler.

Bu esnada Ortadoğu ekonomilerdeki kayıt dışı sektörün büyümesi ve artan kentleşme, halkın gereksinimlerinde ve taleplerinde bir kaymaya neden olmaktadır. Kayıt dışılığın artışı, iş kaygısı, kayıt dışı çalışma koşulları ve hayat pahalı­lığı karşısında, geleneksel sendikacılığın odağı olan ücretler ve çalışma koşulları üstündeki mücadelenin önem kaybet­mesi anlamına gelir. Ancak, hızlı kentleşme, kentli kolektif tüketim -barınak, temiz konut, elektrik, su, ulaşım, sağlık ve eğitim- için talebi artırır. Toplum üyeliği ve kalkınma haklarıyla ifade edilen vatandaş olmaya dair bu talep, gele­neksel sendikacılığın hitap edemeyeceği bir şeydir. Bunun yerine görev, Ortadoğu'da hala zayıf olan toplumsal hare­ketlere düşer. Fakat, toplumsal refaha katkılarına rağmen, toplumsal lslam ve STK'lar, toplumsal kalkınma hedefini tam anlamıyla gerçekleştirme kapasitesine sahip değildir. l 990'ların sonunda bazı Ortadoğu hükümetleri, özellikle toplumsal kalkınma STK'ları olmak üzere bazı sivil toplum örgütlerinin etkinliklerini tanımakta temkinliydiler. Mısır ve Filistin'de yeni STK yasaları, Ürdün'de daha olumlu tu­tumların dile getirilmesi ve lran'da toplumsal katılıma re­formist başkan Hatemi tarafından verilen destek, bir tavır değişikliğinin göstergeleridir. Yine de bu değişimler, yukarı­dan sivil toplum örgütlerini güçlendirmekte ve aşağıdan toplumsal kalkınmayı cesaretlendirmekte yetersiz kalır. Bu nedenle Ortadoğu'da kentli alt tabaka artan gereksinimleri­ni karşılamak için sessiz tecavüze başvurur.

1 1 5

Böylece bölgedeki alt tabaka aktivizminin dikkate deger bir özelligi ortaya çıkar: Talep, tanımlı hareketlerle degil, münferit, yasadışı ya da kurumsal doğrudan eylemlerle dile getirilir. Devletlerin büyük ölçüde hem yetersiz hem de otoriter olan yapısı nedeniyle insanlar, biraraya gelip konut talep etmektense, konutu dogrudan temin etmeye girişirler. Benzeri biçimde cami dernekleri insanları devletten refah talep etmek için hareketlendirecegine bu hizmetleri dogru­dan sağlama çabasındadır. Aksi takdirde insanlar, mevcut kazanımları tehdit edildiginde kolektif baskı uygularlar. Bu süreçte, alt tabakanın davasını duyurmak için (insan hakla­rı, kadınlar ve demokrasi gibi) savunucu STK'ların müda­halesi çogunlukla mücadelelerine önemli katkılar saglar.

Kolektif ya da münferit hak iddiası eylemlerinin hem pratik hem de siyasi etkilerinden söz edilebilir. Dogrudan eylemlerle alt tabaka ve onun orta sınıf destekçileri, sesleri­ni duyururlar; yetkililerin eninde sonunda kabullenecekleri fiili durumlar yaratırlar. 101 joan Nelsel'ın yoksulun asla ye­terince iyi örgütlenemedigi için ulusal politikaları etkileme­yi başaramadıgı tezi dogrudur.102 Fakat, nihayetinde yoksul insanların münferit dogrudan eylemlerinin toplu sonuçları aşagıda bazı iyileşmelerle ve yukarıda politika degişimleriy­le sonuçlanabilir. Kısacası, Ortadogu örneğinde aşagıdan gelen baskı toplumsal kalkınmayla yakından alakalıdır. Alt tabaka eylemleri hiç olmasaydı, devletlerin toplumsal refahı

101 Bu nedenle, Mısır'daki lmbaba olayından bir yıl sonra l Mayıs l 993'te Baş­kan Mübarek "valilik sınırlan içinde gelişigüzel inşa edilmiş alanlardaki en önemli hizmetlerin ve tesislerin iyileştirilmesine yönelik ulusal programın acilen uygulanması"na izin vermiştir. 3,8 milyar Mısır pounduna mal olacak ve 1993-1998 arası dönemi kapsayan bir ulusal beş yıllık plan devreye sokul­muştur. 1 996'da hedeflenen 527 bölgeden 1 27'si "tamamıyla iyileştiril­miş"tir: Al-Ahram Weehly 1 7-23 (1996), 12.

102 ]oan Nelson, "The Politics of Pro-Poor Adjustment Policies" rapor (World Bank, Country Economics Depanment, 1988).

1 1 6

sağlama sorumluluğundan kademeli olarak çekildiği Orta­doğu'da yoksul çok daha kötü bir durumda olurdu. Yine de, kendi iç sınırlılıkları ve makul tavizler kazanma kapasi­teleri bakımından ve devletlerin yönelttiği kısıtlamalar ba­kımından, alt tabaka eylemlerinin sınırları vardır. Toplum­sal kalkınma görevinin tamamını tabanın inisiyatifine bı­rakmak hatadır; devletlere -özellikle büyük ölçekli dağı­tımdaki kritik rollerine- bırakmak daha da büyük hatadır. Fakat, insanların baskısı ya da doğrudan eylemi olmadan politika değişikliği ya da yaşamda somut iyileşmeler bekle­mek büyük bir hayaldir.

Çeviren SEÇiL DEREN

1 1 7

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Gayri Sivil Toplum: Gayri Resmi insanların Siyaseti*

1976'yla 1990'ların başı arasındaki yıllarda lran'ın büyük kentlerinde devrimin şoku yanında sönük kaldığından araştırmacıların yeterince ilgisini çekmeyen bir dizi halk et­kinliği meydana geldi. 1 Bu etkinliklerin önemi, kısmen top­lumsal değişimin evrensel imajı devrim ile karşılaştırıldı­ğında önemsiz kaldıklarından, kısmen de günlük hayatın sıradan pratiklerini andırdıklarından, gözden kaçırıldı. As­lında, bu etkinliklerin başlangıcı daha gerilere gider, fakat siyasal sonuçları ancak 1980'lerin sonları ve 1990'ların baş­larında kendini belli etmeye başlamıştır.

1950'lerden beri yüz binlerce yoksul aile, kimi daha iyi bir yaşam sürmek, kimi yalnızca yaşamını sürdürebilmek

(*) Bu makalenin taslaklarım okuyup, yorum ve önerileriyle katkıda bulundukla­rı için Samir Shahata, Clarisa Bencomo, Sami Zubaida, Farhad Kazemi, Ric­hard Bulliet ve Joe Storke'a teşekkür ederim. Aynca, Ford Vakfı'nın Ortadoğu Araştırınalan'na da bu makalenin bir parçası olduğu projeye verdikleri destek için teşekkür ederim.

l Bu makale, Street Politics: Poor Peopld Movements in Iran, 1 977-1990. (New York: Columbia University Press, 1997) adlı kitabımın giriş bölümüne dayan­maktadır.

1 1 9

için lran'ın köylerinden ve kasabalarından büyük kentlere uzun ve devamlı bir göçün parçası olmuştur. Çoğu sessizce, kendi başlarına ya da çoğunlukla akrabalarıyla kullanılma­yan kentsel araziye ve/veya kent merkezinin genellikle dı­şında ucuza satın alınmış toprağa yerleşti. Ev sahipleriyle, yüksek kiralarla ve aşırı kalabalıkla uğraşmaktan kaçınmak için, yasadışı kurulmuş mahallelere, barınaklarını kendi el­leriyle ya da akrabalarının yardımıyla kondurdular. Daha sonra, gayri resmi yerleşimlerini bürokratlara rüşvet vere­rek ve kentsel hizmetler getirterek takviye etmeye başladı­lar. lslam Devrimi'nin arifesinde, sadece Tahran'daki yerle­şimlerin sayısı 50'ye ulaşmıştı. Üyeleri ise istemeden bir karşıt güç haline gelmişti.

lslam devriminin patlaması, söz hakkı elinden alınmış bu insanlara, daha ileri gitmeleri için fırsat verdi. Devrimcilerin büyük kentlerin sokaklarında geçit yaptıkları bir zamanda yoksullar, daha fazla kentsel araziyi plansız kentleştirerek, topluluklarını genişletmekle meşguldüler. Aynı şekilde, dev­rimin hemen sonrasında yoksul aileler, yüzlerce boş evi ve yarı bitmiş apartman dairelerini kendi evleri olarak ihya et­mekte polis denetiminin çökmesinden faydalandılar.

Ev işgali seçeneği sınırlı olduğundan, polisin aldığı sıkı önlemlere rağmen, arazi işgalleri ve yasadışı inşaatlar hız­landı. Bu durum, devrimi izleyen yıllarda, hem büyük hem de küçük kentlerdeki çarpıcı büyümeye katkıda bulundu. Bu yaşam tarzı, insanları kolektif bir güç haline getiren or­tak çıkarları ve onları savunmayı gerektiriyordu. İşgalciler birleşip elektrik ve şebeke suyu talep ettiler; reddedildikle­rinde ya da ertelemelerle karşılaştıklarında, bunları yasadışı yoldan sağlayan kendi-başının-çaresine-kendin-bak meka­nizmalarına başvurdular. Yollar yaptılar, klinikler ve dük­kanlar açtılar, camiler ve kütüphaneler inşa ettiler, aidat toplanmasını örgütlediler. Hatta dernekler ve topluluklar

1 20

arası bağlantılar kurdular, mahalli tüketim kooperatiflerine katıldılar. Yeni ve daha özerk bir toplum hayatı, işleyişi ve örgütlenişi doğuyordu.

Benzeri sessiz tecavüzler çalışma alanını da kapsadı. Orta sınıf işsizlerin yanısıra yoksul işsizler, iş, maddi destek ve tazminat talep eden etkili bir kolektif eyleme başvurdular. Üçüncü Dünya siyaseti bağlamında son derece eşsiz bir ha­reket içinde yer aldılar. İşsizler hareketi, bir kısım fabrika ve ofis emekçisi için bazı sonuçlar sağladıysa da çoğu insan işsiz kaldı. Kolektif eylemi tüketince, işsizler, destek için ai­le, akraba, arkadaşlara döndü. Fakat, gün be gün daha da fazla insan serbest, geçimlik iş kurmak, işportacılık, sokak ticareti, sokak hizmetleri ve endüstrilerine girmek üzere büyük kentlerin sokaklarına akın ediyordu. Umumi tuva­letler kurdular, seyyar satıcılık yaptılar, büfeler açtılar. lş yerleri ana elektrik direklerine çekilmiş kablolarla aydınla­nıyordu. Toplu operasyonlarıyla kaldırımları canlı ve renkli alışveriş yerlerine dönüştürdüler. Ne var ki, yetkililer böyle neşeli ve seküler bir karşı kültüre, kentsel mekanın böylesi­ne etkin kullanımına tahammül edemezlerdi ve işportacıla­ra karşı uzatmalı bir yıpratma savaşına giriştiler. Maliyetleri ve elverişli iş ortamları kaldırım satıcılarınca gasp edilen birçok dükkan sahibi yetkililerin yanında yer aldı. İşporta­cılarla devlet/dükkan sahipleri arasındaki çatışma, ilerde ayrıntısına gireceğim İslam Cumhuriyeti'nde sokak siyase­tinin bir örneğidir.

Yukarıda tanımlanan türden pratikler olağan dışı değil­dir. Gelişmekte olan ülkelerin kentsel merkezlerinde vaka­yı adiyedendirler. Kahire'de tarımsal alanı bölüşerek ka­nunsuz ev yapmış yedi milyondan fazla insanı barındıran lOO'den fazla kendiliğinden oluşmuş yerleşim, yani mana­tiq al-ashwayya bulunmaktadır. Diğer taraftan, kırsal alan­dan göç edenler ve kenar mahalleliler, büyük ölçüde özerk

121

topluluklar oluşturarak mezarlıklarda, çatıların üstünde ve kent dışındaki kamu arazilerinde sessizce hak iddia et­mişlerdir. 2 Gösterdikleri dirençle yetkilileri kent hizmetle­rini kendi mahallelerine ulaştırmaya zorlamış, aksi takdir­de bunları yasadışı kullanmışlardır.3 Mısır'ın sadece lsken­deriye kentinde yasadışı kullanılan şebeke suyunun yıllık ortalama maliyeti 3 milyon dolardır.4 Sokak satıcıları işle­rini yürütebilmek için birçok yol ve geçidi sahiplenmişler­dir. Binlerce Mısırlı yoksul, azami park alanı yaratacak şe­kilde denetleyip örgütledikleri sokaklarda park eden özel araçlardan aldıkları bahşişle geçinmektedir. Yetkililerin gözünde bu durum, ülkede büyük bir kentsel "düzensiz­lik"e neden olmaktadır. Yoksullar, mahalli direnişler, yasal savaşlar ya da sadece sessiz itaatsizlikle karşılık vermeye meylettiğinden, hükümetin bu pratiklerin önüne geçme politikası büyük ölçüde başarısızlığa uğramıştır. 5 Imba-

2 Belgeler için bkz. Frederic Shorter, "Cairo's leap forward: people, households and dwelling space", Cairo Papcrs in Social Scicncc, 12(1), 1989, s. 1-1 1 1 ; A So­liman, "Informal land acquisition and the urban poor in Alexandria", Third World Planning Rcvicw, 9 (1), 1987, s. 21-39; A Soliman, "Govemment and squ­atters in Alexandria: their roles and involvements", Oprn Housc lntcmational, 10 (3), 1985, s. 43-49; A Soliman, "Housing consolidation and the urban poor: the case of Hagar El Nawateyah, Alexandria", Environmrnı and Urbanization 4 (2), 1992, s. 184-195; G El-Kadi, "Le Caire: La ville spontanee sous controle", Arabc Monde, 1 (special issue), 1994; 1. Tawfiq, "Discourse analysis of informal ho­using in Egypt", graduate term paper, Cairo: The American University, Depan­ment of Socio!ogy, 1995; and Al-Ahram Weekly, 1-7 September 1994.

3 N. Abdel Taher, "Socia! identity and dass in a Cairo neighborhood", Cairo Pa­pers in Social Science, 9 (4), 1986, s. 1-1 19.

4 Alexandria Water Authority'nin Samir Shahata ile bir mülakatından, Mayıs 1995.

5 Örneğin, Kahire ve Giza'daki 104 "kendiliğinden yerleşim"den yalnızca 6'sı yeniden iskan edilmiştir. Fakat, bir çalışmaya göre, devletin finanse ettiği yeni yerleşimler, sakinlerin ihtiyaçlannı karşılamakta büyük ölçüde başansız ol­muştur, sakinler de mekanlarını kendileri düzenlemeye devam etmişlerdir. l. Tawfiq, "Discourse ana!ysis of informa! housing in Egypt"; E Ghannam, "Re­location, gender and the production of urban space in Cairo", basılmamış ma­kale, 1992.

1 22

ba'da Maiden El-' Ataba, Sayyeda Zeynab, Boulaq El-Dak­rour, Suq El-Gom'a'da olanlar ve El-Ezbakia kitapçılarının zorla taşınması, bu kentteki sokak siyasetinden birkaç ör­nektir.6

Aynı tür olaylar Asya'da da kendini gösterir. Örneğin, Güney Kore kentlerinde boş bir sokakta kolayca bir seyyar satıcılık işi kurulabilir, "fakat bir alan bir kez sahiplenilip orada iş kurulunca orası artık satıcılara aittir". Bu vaziyette "vergi toplamak anlamsızdır, iş pratiklerini düzenlemek ne­redeyse imkansızdır. Louis Vuitton'un Pusan Outlet'i bir seyyar satıcının mağazanın önünde çantalarının taklitlerini satmasını, ancak bu alanı satın alarak engelleyebilmiştir. Nike International ve Ralph Lauren de benzeri sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır". 7

Latin Amerika'daki vakalar daha iyi belgelenmiştir.8 1980'lerin ortalarında Şili'nin Santiago kentinde 200.000 yoksul aile, kaçak sayaçlarla elektrik ve su kullanıyordu. Polis ve askeri araçlar, kaçak kullanıcıları yakalamak için, mahallelerde devriye geziyordu. Buna karşı, bir mahalleli­nin ifadesiyle, mahalleliler "şafakta bağlantıyı kesip son

6 Büyük ölçüde kendi gözlemlerime dayanarak. Ayrıca bkz. Al-Wafd, 17 Ocak 1995, s. 3; Al-Wafd, 9 Aralık 1994; Al-Ahram Weekly, 1 1-17 Şubat, 1993; M El­Adly & M Morsy, "A study of street vendors in Cairo", graduate term paper, Cairo: The American University, Depanment of Seciology, 1995. işportacıların Kahire'deki gündelik etkinliklerini çok faydalı bir tasviri için bkz.H Tadros, M Feteeha & A Hibbard, "Squatter markets in Cairo", Cairo Papers in Social Sci­enu, 13 (l), 1990.

7 Rapor, Far Easıem Economic Review, 18 Haziran 1992, s. 68.

8 H. De Soto, The Oıher Path: The lnvisible Revoluıion in ıhe Third '\Uırld, New York: Harper and Row, 1989;] Cross, "Organization and resistance in the infor­mal economy", unpublished mimio, The American University in Cairo, 1995; H. Bienen, "Urbanization and Third World stability", World Developmenı, 12(7), s. 661-691; A. Leeds & E. Leeds, "Accounting for behavioral differen­ces: three political systems and the responses of squatters in Brazil, Peru, and Chile", The City in Comparaıive Perspective içinde. (der.) ]. Walton & L. Ma­gotti. Londra: john Willey, 1976.

1 23

devriyeden sonra tekrar bağlamak" zorundaydılar.9 Yasal sayaçları olanlardan da 200.000 abone elektrik, 270.000 abone su faturasını ödemiyordu.10 Latin Amerika'da sıra­dan insanların -topluluğa ve mahalli demokrasiye yaptığı vurgu ve büyük ölçekli bürokrasiye duyduğu güvensizlik­le- son dönemde hızla artan eylemleri "Bassimo" adıyla anılıyor. 1 1 Benzeri biçimde, Güney Afrika'da kentli nüfu­sun yüzde 20'sinden fazlası barakalarda ve gecekondu ma­hallelerinde yaşar. Birçok yoksul aile, kentsel hizmetler için para ödemeyi reddetmektedir. 1994'teki çok-ırklı se­çimlerden sonra hükümet ve iş çevreleri tarafından örgüt­lenen masakhane, yani "ödeme kültürü" kampanyası, yok­sulun kitlesel kamu işgallerini onarmaya yönelik bir girişi­mi yansıtır. 12

"Lümpen proletarya" ya da "tehlikeli sımflar"ın13 yıkıcı hareketlerinin çok uzağında bu pratikler söz hakkından mahrum olanların zorlukları aşmak ve daha iyi bir hayat sürmek için başvurdukları doğal ve mantıklı yolları temsil etmektedir. Bu eylemlerde çarpıcı olan ve bizi ilgilendiren, tam da bu gündeliklikleri, olağanlıkları, sıradanlıklarıdır.

9 E Leiva &: ]. Petras, "Chile: new urban movements and the transition to de­mocracy", Monthly Review, Temmuz-Agustos 1987, s. 1 1 7.

10 A.g.e., s. 1 13.

ı 1 M. Stiefel &: M. Wolfe, A Voice For the Excluded: Popular Participation in Deve­lopment, Utopia or Necessity?, Londra: Zed Books, s. 201.

12 Prof. Gail Girhart'ın Yeni Güney Afrika üstüne yaptığı bir konuşmadan. The American University in Cairo, 3 Mayıs ı 995.

13 Aşırı anlam yüklenmiş bu terimler, genelde hatalı olarak Marx'a atfedilir. Marx, "lümpen" terimini, başkalannın emeği üstünden yaşayanlar anlamında kullanmıştır. Sömürücü burjuvazi, varlıklı sınıflar, doğal olarak bu kategoriye denk düşer. kendi geçimini sağlayamayan ve başkalannın emeği üstünden ge­çinen, burjuya-olmayan yoksul unsurlan ise Marx, "lümpen proleterya" ola­rak tanımlamıştır. Bu kitabın konusunu oluşturan aktörler, yani söz hakkı elinden alınmış kentliler ise bu gruptan değildir. Tartışmanın aynntılan için bkz. H Draper, Kari Marx� Theory of Revolution: The Politics of Social Classes, Yol 2, New York: Monthly Review Press, ı 978.

1 24

Bu gündelik pratikler nasıl açıklanabilir? Bu pratiklerin de­ğeri nedir? Gündelik yaşam siyasetini nasıl açıklayabiliriz?

Hareketin özellikle bu sessiz ve şekilsiz niteliğinden dolayı, "sivil toplum" düşüncesine yönelik ilgi birçok gelişmekte olan ülkede kentsel siyasete hakim olan çoğunlukla kurum­sal olmayan ve melez geniş toplumsal eylemler yelpazesini azımsamak ya da toptan göz ardı etmek eğilimindedir. Birden fazla "sivil toplum" kavramsallaştırması olduğu aşikardır. Mevcut literatür, klasik ve çağdaş yaklaşımlar arasındaki fark­lar kadar çağdaş yaklaşım içindeki çeşitlilikleri de barındırır. Fakat hepsi, örgütlü yaşamın, "sivil toplum"un ayrılmaz öğe­si ve diğer toplumsal ifade biçimleri üstündeki temel ayrıcalı­ğı olduğu noktalarında birleşirler.14 Sivilliğin değerini azımsa­maksızın söylemeye çalıştığım şu ki, "sivil toplum" tartışma­larının indirgemeciliği, beylik devlet yapısı dışındaki kurum­lardan daha yaygın ve etkili Ortadoğu toplumlarındakine benzer mücadele ve ifade biçimlerini dışlar, hatta hafife alır.

Bu makalede gayri resmi insanların, yani söz hakkından mahrum insanların siyasetini niteleyen biçimden bağımsız bu aktivizmin dinamiklerini incelemeyi amaçlıyorum. Ja­mes Scott'a ve eleştirmenlerine belli bir mesafe koyarak, sı­radan ve genellikle sessiz insanların bu sıradan ve çoğun­lukla sessiz pratiklerinin nasıl önemli toplumsal değişiklik­ler meydana getirdiğini göstermek arzusundayım.

Tartışmalar

Yukarıda tanımladığım sıradan pratikler, ilk bakışta James Scott'un "gündelik köylü direnişi biçimleri"ni akla getirir. Scott, Colburn v.d., yoksul insanların ayak direme, gerçeği

14 Ortadoğu tartışmaları literatürü üstüne kapsamlı bir inceleme için bkz. ] . Schwedler, Toward Civil Society in the Middle East? A Primer, Boulder, CO: Lynn Rienner, 1995.

1 25

gizleme, sahte itaat, iftira, kundakçılık, sabotaj ve benzeri birçok eylemle "başlarındaki zalimler"e direnme potansi­yellerinin altını çizmişlerdir. Köylülerin aslen münferit ve tedbirli hareket ettikleri söylenir, fakat baskıcı toplumsal şartlar altında benimsenen bu hal çaresi, ihtiyaçlarını karşı­lar. 15 "Gündelik direniş biçimleri" perspektifi , Üçüncü Dünya yoksulunu, -"marjinal insan"ı bir "kültürel tip"le özdeşleştiren "yoksulluk kültürü"nün özcü nitelemeleri olan- "pasiflik" , "kadercilik" ve "umutsuzluk"tan arındır­makta şüphesiz etkili olmuştur.16 Hatta Scott, yoksul ey­lemlerini gündelik baglamda genellikle başkalarının ya da kendilerinin pahasına hayatta kalmayla sınırlayan "hayatta kalma stratejileri" modelini de aşar. 17 Escobar'ın belirttiği gibi "hayatta kalma stratejileri"nin söylemi, yoksulun kur-

15 J. Scott, Domination and the Aris of Resistance: Hidden Transcripts, New Ha­ven, CT: Yale University Press, 1990, s. 1 50- 1 5 1 ; ayrıca E Colburn (der.) , Everyday forms of Peasant Resistance, New York: Sharpe, 1989; J Scott, We­apons of the Weak: Everyday Forms of Peasant Resistance, New Ha ven, CT: Ya­le University Press, 1985; J Scott, "Everyday fonns of resistance", ]ournal of Peasant Studies, 31(2), 1986. Derginin bu sayısında aynı tema üstüne çok sa­yıda makale vardır.

16 "Yoksulluk kültürü" tezinin başlıca savunucusu Oscar Lewis'dir. Oscar Lewis, "Culture of Poverty", Anthropological Essays, içinde. (der.) O. Lewis, New York: Random House, 1970; ve yazann Children of Sanchez, Londra: Penguin, 1961 kitabındaki giriş yazısı. "Yoksulluk kültürü" tezinin eleştirisi için bkz. E Leacock (der.) , The Culture of Poverty: A Critique, New York: Simon and Schuster, 1971 . "Marjinal insan" fikri daha geriye gider. Bkz.G. Simmel, "The stranger", The Sociology of George Simmel içinde (der.) K Wolff. New York: Free Press, 1950; R. Park, "Human migration and the marginal man", Ameri­can]ournal of Sociology, 33 (6), 1928, s. 881-893; E. Stonequist, "The problem of the marginal man", Americanjournal of Sociology, 41 (1) , 1935, s. 1-12; L. Wirth, "Urbanisrnas a way of life", Americanjournal of Sociology, 44, 1938, s. 1-24 ve Şikago ekolüne bağlı diğer sosyologlar. "Marjinalite tezi"nin güçlü bir eleştirisi için bkz. J. Perlrnan, The Myth of Marginality, Berkeley, CA: Univer­sity of Califomia Press, 1976.

17 Bu perspektif için bkz. ]. Power, World Hunger: A Strategy for Survival, Lond­ra: Temple South, 1976; M. Morrison &: P. Gutkind (der.) , Housing Urban Po­or in Af rica, Syracuse, NY: Maxwell School of Citizenship and Public Affairs, 1982.

1 26

ban imajını güçlendirir. 18 Bu nedenle, işsizlik ya da fiyat ar­tışlarına karşı hırsızlığa, dilenciliğe, fahişeliğe ya da tüke­tim alışkanlıklarını değiştirmeye başvurdukları söylenir.

Scott'un çalışması bir başka açıdan da önemlidir. Hem sağcı hem solcu araştırmacıların yakın zamana dek ilgisi, yoksulun mevcut düzene "siyasal tehdit"ine odaklanmıştır; yoksulun istikrarsızlığa yol açabilecek bir güç olup olmadı­ğı sorusuyla meşguldürler, 19 bu yüzden mikro-varoluşun ve gündelik siyasetin dinamiklerini gözden kaçırırlar. Diğer taraftan, bu yazarların çoğu, yoksul siyasetine hala devrim­cVpasif ikiliği çerçevesinde bakarlar.20 Bu paradigma, konu­ya başka bir açıdan yaklaşmanın önünde engeldir - mer­kezci bir yaklaşımı21 değil, bütünüyle yeni bir perspektifi kastediyorum. Elbette "gündelik direniş biçimleri" tartış­manın terimlerini değiştirmiştir.22

18 Escobar iddiasını özellikle yoksul kadınlar üstünden geliştirir. A. Escobar, En­countering Development: The Mahing and Unmahing of the Third World, Prince­ton, Nj: Princeton University Press, 1995.

19 Sağda S. Hunıington, Political Order in Changing Society, lthaca, NY: Come11 University Press, 1968; J Nelson, "The urban poor: disruption or political in­tegration in Third World cities", World Politics, 22, 1970, s. 393-414; S. Hun­tington & ]. Nelson, No Easy Choice: Political Participation in Developing Co­untries, Cambridge, MA: Harvard University Press, 1976. Solda E Fanon, The Wretched of the Earth, Londra: Penguin, 1967; H. Bienen, "Urbanization and Third World sıability", World Development 12(7), 1984, s. 661-691.

20 Bu çalışmalann çoğu, komünite katılımının kurumsa!Lşmasının, siyasal sonuçla­nyla önemli bir özellik olduğu Latin Amerika deneyiminden esinlenmiştir. Örne­ğin "devrimci" pozisyon için bkz. M. A. Garreton, "Popular mobilization and mi­liıary regime in Chile: the complexities of invisible transition", Power and Popular Protest: Latin American Social Movements içinde. (der.) S. Eckstein. Berkely, CA: University of California Press, 1989. Fanon'un Wretched of the Earth kitabı bu po­zisyonun bilinen bir örneğidir. "Pasifist" yaklaşım için bkz. W Comelius, Politics and Migrant Poor in Mexico City, Sıanford, CA: Sıanford University Press, 1975.

21 "Merkezci" bir yaklaşım öeneği olarak bkz. S. Stokes, "Politics and Latin America's urban poor: rellections from a Lima shanıy town", Latin American Research Review, 26 (2), 1991.

22 Scott'un köylülük üstüne çalışması, çoğu araştırmacıyı bu kez de sıradan insa­nın gündelik hayatında çok fazla siyaset okuma aşırılığına itmiştir. Aksi tak-

1 27

Ancak Scott'un "Brechtçi sınıf mücadelesi ve direnişi tarzı", Üçüncü Dünya'daki kentsel yoksul eylemlerini açıklamakta yetersizdir. Söz hakkından mahrum olanların temel meşguli­yetini hayatta kalma kaygısının belirlediği tartışma götürmez­se, ama sessiz sakin de olsa ilerlemeye ve daha iyi bir hayata ulaşmaya da çalışırlar. Mücadeleleri yalnızca savunmacı, "mütecehhiz" grupların tecavüzlerine karşı "günlük direniş" olmadığı gibi, her zaman gizli, saklı, sessiz ve münferit de de­ğildir. Benim anlayışıma göre, kentsel yoksulun mücadeleleri gizlice saldırgandır, yani söz hakkından mahrum gruplar, ya­şam şansı etkenlerini (sermaye, toplumsal mallar, fırsat, özerklik ve dolayısıyla iktidar da dahil olmak üzere) kendi aralarında bölüşerek baskın grupların ayrıcalıklarına önemli bir baskı yaparlar. Bu kolektif, açık ve oldukça ses getiren bir kampanyada yer almalarını gerektirir. Aynca, devletle anlaş­ma arayışlarının yanısıra, temelde doğrudan eylem biçimin­deki kendi münferit ve sessiz mücadeleleri, yaşamlarında is­tikrarlı ve önemli değişiklikler elde etme, böylece "köylülerin göğüslediği çeşitli sömürü biçimlerini cüzi etkileme"nin öte­sine geçme arayışındadırlar.23 Diğer taraftan Scott'un tercih ettiği rasyonel seçim kuramı (rational choice theory) , ahlaki unsurların akılcı hesaplarla birbirine karıştığı bu tür mücade­lenin ardındaki güdülerin karmaşıklığını göz ardı eder.

Öyleyse bu girişimler -(Castells'e göre) "toplumsal dö-nüşüm",24 (Schuurman ve van Naerssen'e göre) "özgürle­

dirde mükemmel olan bir çalışma için Singerman'ın Avenues of Participation (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1995) kitabı, alt sınıfların günde­lik yaşamlarından siyaset çıkarma çabasında, direniş/siyasetle, bu insanların benimsedikleri başa çıkma tekniklerini birbirine karıştırmıştır. james Scotı ise bu ikisini belirgin biçimde birbirinden ayırır.

23 Scotı, "Everyday forms of resisıance", s. 6.

24 M. Castells, "Is there an urban sociology?" , Urban Sociology içinde. (der.) C. Pickvance. Londra: Tavistock Press, 1976; Castells, "Squatters and the state in Latin America", Urbanizaıion of ıhe T1ıird World içinde. (der.) ]. Gugler. Ox­ford: Oxford University Press, 1982; Castells, Cilies and ıhe Grassrooıs, Berke­ley, CA: University of Califomia Press, 1983.

1 28

şim" ,25 ya da (Friedmann'ın perspektifinde) modemitenin zulmüne altematif26 için savaşan Üçüncü Dünyalı kentsel yoksulun örgütlü ve mekana dayanan hareketleri olarak anlaşıldığında- kentsel "toplumsal hareketler" olarak de­ğerlendirilebilir mi? Benzerlikler oldukça çarpıcı gelebilir: Her iki hareket biçimi de kentlidir ve konut, toplum inşa­sı, kolektif tüketim, kazanımların resmen tanınması v.b. gi­bi benzeşen amaçlar için mücadele verirler. Yine de birbir­lerinden birçok bakımdan farklıdırlar. Öncelikle, toplum­sal hareketler, toplumsal değişimi hedefleyen genelde uzun süreli ve şu ya da bu biçimde yapısal kolektif eylemlerdir; benim burada tanımladıklarımsa, birçok başka özellikleri­nin yanısıra, kendiliğindenlik, bireycilik ve grup içi reka­bet özellikleri taşır. Ayrıca anlamdansa ya da Castells'in te­rimiyle "kentsel anlam"dansa eylemi öne çıkarırlar.

Buna ek olarak, -belirsiz ya da namevcut liderlik, tutarsız ya da dağınık ideoloji, gevşek ya da namevcut örgüt yapısı çerçevesinde- hem "yeni" hem de "arkaik" toplumsal hare­ketleri andırmalarına rağmen, bu sıradan pratikler her iki­sinden de belirgin biçimde farklıdır. Erle Hobsbawm'ın in­celediği "ilkel" toplumsal hareketler çoğunlukla karizmatik liderler tarafından "ortaya çıkarılmış" ya da "harekete geçi­rilmiş"tir;27 oysa burada tanımladığım aktivizm, her zaman

25 E Schurman & van Naerssen, Urban Social Movements in the Third World, Londra: Croom Helm, 1989.

26 ]. Friedmann, "The dialectic of reason", Intemational joumal of Urban and Re­gional Research, 13 (2) , 1989, s. 21 7-244; "The Latin American barrio move­ment as a social movement: contribution to a debate", Intemational joumal of Urban and Regional Research, 13 (3), 1989, s. 501-510.

27 "Arkaik" toplumsal hareketlerin mükemmel bir analizi için bkz. E. Hobs­bawm, Primiıive Rebels: Studies in Archaic Forms of Social Movements in the 19'h and the 20'h Centuries, New York: WW Norton, 1959. "ilkel" ya da "arka­ik" terimini, Hobsbawm'ın incelediklerine benzeyen toplumsal etkinlikler şeklinde düşünülebilecek kuramsal bir kategori olarak değil, tamamen Hobs­bawm'ın ilgilendiği (esasen 19. yüzyıl Avrupa'sı) tarihsel bağlam içinde anlıya-

1 29

olmasa da çoğunlukla, kendiliğinden ortaya çıkar. Diğer ta­raf tan, "yeni" toplumsal hareketlerin büyük ölçüde kimlik ve anlama odaklandığı söylenirken,28 bizim savaşçılarımız temelde eylemle uğraşıyor görünmektedir. Öyleyse, bir benzetmeyle, bu gündelik tecavüzler yalnızca aktörler amaçlarını, yöntemlerini ve gerekçelerini telaffuz ederek eylemlerinin bilincine varırlarsa ve vardıklarında toplumsal hareket haline gelen, "kendi içinde hareket" olarak düşü­nülebilir. Fakat, bu özelliği kazandıklarında da, sessiz teca­vüz niteliklerini kaybederler. Başka bir deyişle, bu gündelik biçare pratikler, kendilerine has mantıkla_ ve dinamiklerle, özgün girişimler sergiler.

Sıradanın sessiz tecavüzü

Burada tanımladığım mücadele biçimlerinin en iyi tanımı "sıradanın sessiz tecavüzü"dür - sıradan insanların zorluk­ları aşmak ve daha iyi bir yaşam sürebilmek için mülklü ve güçlüler üstüne sessiz, sabırlı, uzun soluklu ve ısrarlı yürü-

rum. Hobsbwawm'ın bazı eleştirmenleri, bu tarihsel boyutu gözden kaçırdık­larından, aslında siyasal-öncesi ya da arkaik olan bazı etkinliklere hiçbir ampi­rik imkan tanımazlar. Böyle bir anlayış Scott'un çalışmasında da mevcuttur. Scott, "Everyday forms of resistance", s. 22; aynca bkz. Abu-Lughod, "The ro­mance of resistance: tracing transformation of power through Bedouin wo­men", American Ethnologist, 17(1), 1990, c. 47.

28 Yeni Toplumsal Hareketler'in üstünde uzlaşılmış genel bir tanımı yoktur. Mev­cut tartışmalar için bkz. P. Wignaraja (der.) The New Social Movements in the South, Londra: Zed Books, ı993. Andre Gunder Frank "eski" ve "yeni" hare­ketler arasındaki pek çok örtüşmeyi göstermiştir. A. G. Frank &: M. Fuentes, "Nine theses on new social movements", Newsletter of Intcmational Labour Studies, 34, Temmuz 1987. Buna rağmen pek çok yazar, yeni toplumsal hare­ketlerin odağı olarak kimlik ve anlam mücadelelerine dikkatlerini yöneltmiş­lerdir. Örneğin bkz. A. Mellucci, "The new social movements: a theoretical approach", Social Science Information, 19 (2), 1980, s. 199-226; A. Tourain, The Voice and the Eye: An Analysis of Social Movements, Cambridge: Cambridge University P.ress, 1977; Friedmann, "The Dialectic of Reason"; Friedmann, "The Latin American banio movement".

1 30

yüşü. Aktörlerine önemli kazanımlar sağlayarak zaman içinde devlete karşıt bir konuma yerleştiren, belirgin liderli­ği, ideolojisi ya da örgüt yapısı olamayan, açık ve uçucu mücadeleler şeklinde dönemsel toplu eylemleri de içeren, sessiz, münferit ve uzun soluklu hareketlerdir. Kademeli "moleküler" değişiklikler yaparak, uzun vadede yoksul "güçlerin önceki komposizyonunu aşamalı olarak uyarlar ve dolayısıyla değişikliklerin matriksi haline gelir" .29 .

Fakat, Gramsci'nin "pasif devrim(ci)"lerinden farklı ola­rak, söz hakkından mahrum gruplar, etkinliklerini bilinçli siyasal eylemler olarak yürütmezler; daha ziyade mecburi­yetten sürüklenirler - yaşamak ve onurlu yaşamak mecbu­riyeti. "Mecburiyet" fikri ve onur kaygısı, yaşamaları ve da­ha iyi yaşamaları için "ahlaki", "doğal" ve "mantıklı" yollar olarak mücadelelerini meşrulaştırır. 30 Gramsci'nin "pasif devrim'\ devlet iktidarını hedef alır. Dolaylı olarak genel siyasal sonuçları olsa da, sessiz tecavüzün, ille de siyasal otoriteyi zayıflatmayı hedeflemeksizin, aktörleri için kendi başına önemi olan değişiklikler anlamına geldiğini vurgula­mak isterim. Ancak bu basit ve gündelik pratiklerin siyasal alana kaymaları kaçınılmazdır. Katılımcıları toplu eylem yaparlar, fakat yaptıklarını ve kendilerini yalnızca kazanım­larını tehdit edenlerle karşı karşıya kaldıklarında "politik" görürler. Demek ki, bu hareketlerin bir temel özelliği, iler­lemeler sessizce, münferit ve kademeli gerçekleştirilse de,

29 A. Gramsci, Prison Notebooks, New York: lntemational Publishers, 1971, s. 109.

30 Sıradan insanların etkinliklerini büyük ölçüde yönlendirdiğine inandığım bu tür "ahlaki" gerekçelendirme, perspektifimi, James Scott gibi analizlerini "ras­yonel seçim" kuramına dayandıranlarınkinden ayırır. Scott'un çerçevesinin keskin bir eleştirirsi için bkz. T. Mitchel, "Everyday metaphores of power", Theory and Society, 19, 1990, s. 545-577. Fakat, aktörlerin fırsatların yapısına göre akılcı tepkiler verdiklerini de reddetmiyorum. Bir başka ifadeyle , toplum­sal ve siyasal bağlam değiştiğinde, insanların etkinliklerinin biçimi ve mantığı da değişebilir.

131

kazanımların savunusunun her zaman kolektif ve ses geti­rici olmasıdır.

Binlerce kadın ve erkek uzun ve zorlu göç yolculuklarına çıkar, uzak, yabancı yerlere dağılarak iş, barınak, toprak edinir, yaşam hizmetlerinden faydalanırlar. "Mecburiyet"in zorlamasıyla (ekonomik güçlükler, savaş ya da doğal afet) sürüklenerek, kendi başlarına, çok da yaygara yapmadan, yavaş ve farkedilmeden, kaplumbağalar gibi yılmadan, uzak bir koloniye doğru yola düşerler. Çoğunlukla kolektif çaba­dan, büyük ölçekli operasyonlardan ve dikkat çekmekten özellikle sakınırlar. Zaman zaman, gecekondulular bazı böl­gelerde başkalarının kendilerine katılmasını engellerler; iş­portacılar kendi bölgelerine yerleşmeye niyetlenen başka iş­portacıların gözünü korkuturlar. Hatta, birçokları, izledik­leri stratejiler konusunda başkalarıyla bilgi paylaşmaktan kaçınır. Yine de, cesaretsiz görünen bu bireyler ve aileler, benzer yollar izledikçe düz toplam sayıları, onları potansi­yel bir toplumsal güce dönüştürür. Bireysel ve toplu eyle­min bu karmaşık birlikteliği, hem aktörlerin toplumsal ko­numundan hem de Tarrow'un terimiyle onlara açık "fırsat­lar yapısı"ndan kaynaklanır.31

Sessiz tecavüz hareketlerinde yer alanlar, büyük ölçüde "yüzer-gezer" toplumsal kesimlerin bir çeşitlemesidir - göç­menler, sığınmacılar, işsizler, gecekondulular, işportacılar ve diğer marjinalleştirilmiş gruplar. Kırsal göçmenler, kentlere ve kentlerin imkanlarına, sığınmacılar ve uluslararası göç­menler ev sahibi devletlere ve onların sosyal güvencelerine, gecekondulular kamu ve özel araziye ya da hazır evlere, iş­portacılar hem fiziki hem toplumsal cephesiyle -kaldırım­lar, köşebaşları, belediye parkları, vs.- kamusal alana oldu­ğu gibi dükkan sahiplerinin fırsat maliyetine de tecavüz

31 S. Tarrow, Power in Movement: Social Movements, Collective Action, and Politics, Cambridge: Cambridge University Press, 1994.

1 32

ederler. Bu grupları, bu mücadele türüne sevk eden, önce­likle işlerini, yerlerini, önceliklerini değiştirmelerini gerekti­ren alternatif bir yaşam tarzına yönelik itki, ardından da sı­kıntılarını toplu olarak dile getirebilecekleri ve sorunlarını çözebilecekleri kurumsal mekanizmanın olmayışıdır. Bu ikinci nokta, subaltern grupların mücadelelerinin, neden toplu talepleri bildiren protestolar yerine çoğunlukla sessiz, münferit ve doğrudan eylemler repertuarı biçimini aldığını kısmen açıklar. Örgütlü işçiler ya da öğrenciler gibi gruplar­dan farklı olarak işsizler, göçmenler, sığınmacılar ya da iş­portacılar akış halinde gruplardır; fabrika, okul ve dernek gibi resmi kurumların dışında işleyen yapısal olarak atomi­ze edilmiş bireylerdir. "Başkalarını bağlayan bu nedenle de başkaları üstünde güç kullanmanın tabii kaynağı olan kritik bir katkıdan çekilmek" anlamında akışı sekteye uğratacak kurumsal güçleri olmadığından, baskı uygulayacak kurum­sal kapasiteleri de yoktur.32 Elbette sokak gösterilerine ya da isyanlara katılabilirler, fakat sadece bu yöntemlerin makul bir meşruiyeti varsa33 ve dışarıdan liderlerce harekete geçiri­liyorlarsa. İstisnai durumlarda toprak işgalleri solcu grup­larca yönlendirilebilir; ya da işsizler ve işportacılar sendika kurmaya davet edilebilir. Bu tür olanaklar, rakip siyasal par­tilerin seçim desteği karşılığında yoksulu harekete geçirme­ye çabaladıkları görece demokratik dönemlerde ortaya çı­kar. Devrim sonrası lran'da işsizler, savaş sonrası lngilte­re'de ev kadınları, Bombay'daki serbest iş bahibi kadınlar ve Lima'daki işportacılar böyle örgütlenmişlerdir.34 Fakat, seç-

32 F. Piven & R. Cloward, Poor Peoples Movemrnts: Why They Succccd, How They Fail, New York: Vintage Books, 1979, s. 24.

·

33 Burada meşruiyet kavramını Weberyan anlamda kullanıyorum.

34 Iran örneği için bkz. A. Bayat, Strcet Politics, bölüm 5. Hindistan örneği için bkz. ]. Lessinger, "Nobody here to yeli at me: political activism among petty traders in an Indian city", Marhets and Marketing: Monographs in Economic Anthrvpology içinde. (der.) S. Peattaer. vol 4, Boston, 1985; H. Spodek, "The

1 33

men hürriyetinin olmadığı durumlarda savaşçıların kurum­sal anlamda iktidarsız kalma olasılığı yüksektir, çünkü bu mücadelelerin yer aldığı gelişmekte olan ülkelerde toplu ta­lepte bulunmak için harekete geçmek genellikle zor kulla­nılarak bastırılır.35 Fakat, bu asli kurumsal iktidar yoksun­luğu, yoksulun ister kolektif ister bireysel olsun, ister atıl­gan ve aceleci ister kademeli ve yavaş olsun, uzun vadede daha özerk bir yerel yaşama dönüşebilecek "doğrudan ey­lemler"i gerçekleştirmekteki becerisiyle telafi edilir.

Sonuç olarak, protesto ya da gürültü koparmak yerine, bu gruplar, münferit ve sessiz saklı da olsa, kendi gereksi­nimlerini kendileri karşılamak için doğrudan harekete ge­çerler. Kısacası, onlarınki bir protesto siyaseti değil, çoğun­lukla münferit doğrudan eylemle hızlı sonuç almaya yöne­lik bir telafi ve mücadele siyasetidir.

Hedefler

Bu insanlar ne hedefliyor? lki ana hedefleri var gibi görü­nüyor: Birincisi, toplumsal malların yeniden bölüşümü, yani (arazi, barınak, şebeke suyu, elektrik, yol gibi) toplumsal tüketimin, (kaldırımlar, köşe başları, sokak otoparkları gi­bi) kamusal alanın, (ayrıcalıklı ticaret koşulları, mekanları ve markaları gibi) fırsatların, hayatta kalmak ve asgari ha­yat standardını temin için elzem diğer olanakların (kanun­suz yoldan ve doğrudan) elde edilmesidir.

Self-employed Women's Association (SEWA) in Jndia: feminist, Gandhian po­wer in movement", Economic Development and Cultural Change, 43 (1) , 1994. Ingiltere örneği için bkz. J. Hinton, "Militant housewives: the British housewi­ves League (BHL) and the Attlee government", History Worhshop ]ournal, 38, 1994. Peru örneği için bkz. H. De Soto, The Other Path; and for Mexico City; ]. Cross, "Organization and resistance in the informal economy".

35 J. Nelson, Access ıo Power: Politics and the Urban Poor in Developing Nations, Princeton, NJ: Princeton University Press, 1979; Leeds &: Leeds, "Accounting for behavioral differences"; Bienen, "Urbanization and Third World instability".

1 34

lkinci hedef, devletin dayattığı düzenlemeler, kurumlar ve disiplinden hem kültürel hem siyasal özerklik kazanmaktır. Gayri resmi yaşamak, yetkilileri ve diğer modem resmi ku­rumları karıştırmadan işlerini yürütmek, söz hakkından mahrumların en temel arzusudur. Bu tercih, yaşamlarını ge­leneğin yönlendirdiği anlamına gelmez, daha ziyade kendi sebep oldukları sorunlara çözüm yerine modern kurumla­rın, insanların "geleneksel" ilişkilerini bir anlamda yeniden ürettiğini kanıtlar. Üçüncü Dünya kentlerindeki birçok gay­ri resmi komünitede insanlar, (evlilik v.b.) sözleşmeler yap­makta, mahallelerini düzenlemekte, yerel anlaşmazlıkları çözümlemekte, kendi yerel ve geleneksel normlarına daya­nırlar. Zamanlarını ve mekanlarını kendileri düzenleyerek iş hayatları üstünde bir biçimde denetim uygulamak zorunda­dırlar. Zamanlarına, zorunluluklarına ve bağlılıklarına hük­meden resmi prosedürlerden usanırlar; vergi ve fatura öde­mek, toplum içinde belli biçimde çıkmak gibi örnek durum­lara ve geniş anlamıyla gündelik yaşam pratiklerinde dayatı­lan disipline girmeye karşı kayıtsızdırlar.36

Modern devlete ve kurumlara duyulan güvensizlik iki karşıt tepki uyandırmıştır. Özellikle Şikago ekolünden sos­yologlar ve siyasetçiler, kentsel yoksulu "marjinaller" , ka­nunsuzlar ve suçlular olarak, komünitelerini de taşra tutu­culuğu ve gelenekselciliğin kaleleri olarak görürler. Bu "sap­ma"nın, yalnızca bu insanların devlete ve topluma yeniden entegre edilmesiyle, yani "modernleştirilmeleriyle" düzelti­lebileceğini öne sürerler.37 janice Perlman ve Castells gibi di-

36 lran örneği için bkz. A. Bayat, Street Politics. Kahire için bkz. Abdel Taher, "Social identity and class in a Cairo neighborhood"; aynca Oldham et al, "ln­fonnal communities in Cairo: the basis of a typology" , Cairo Papers in Social Scirnce, 10(4), 1987. Medyaya göre, 1990'lann başında, Kahire'nin gecekondu mahallelerinden Imbaba'da devletin yokluğunda lslAmcı militanlann etkisiyle "devlet içinde devlet" oluşmuştur.

37 Bu mesele üstüne ilk yorumlar için bkz. E. Durkheim, The Division of Labor in

1 35

ger sosyologlar ise, marjinalleşmek bir yana, bu insanların gayet iyi entegre olduklarını iddia ederek "marjinallik" ön­cülüne şiddetle saldırmışlardır.38 Farklılıklarına rağmen, bu iki rakip perspektif, ortak bir temel varsayıma sahiptir. Her ikisi de, "ideal insan "ın iyi uyum sağlamış ve entegre olmuş "insan" , kısacası "modem insan" olduğunu varsayar.

Aslında bu insanlar, ne marjinaldir (yani özde gelenekçi ve kapalıdır) ne de tamamıyla entegre olmuşlardır. Yoksul­lukları ve zayıflıkları (saldırı ve tenkide açık ve maruz ol­maları) , onları devletten ve modern kurumlardan özerklik aramaya iter. Öncelikle, bürokrasinin ve "modern" kurum­ların onlara ulaşmaktaki başarısızlıklarından dolayı, polise ve diğer makamlara başvurmaktan çekinirler. Bu kurumlar, (zamanlarını, davranışlarını, görünüşlerini düzenlemek gi­bi) uymaya güçlerinin yetmeyeceği ya da uymak istemedik­leri bir disiplin dayatır. llk etapta verdiğinden daha çok al­dığı için entegrasyona sadece en yoksul yanaşabilir. Yoksa, çoğu gecekondu ve kenar mahalle sakini, (örneğin, kolayca haberleşebildikleri, toplum içine çıkabildikleri , kültürel pratiklerini sürdürebildikleri için) resmi takipten ve mo­dern toplumsal denetimden kısmen bağımsız göründüğün­den, işgal ettikleri alanlarda yaşamayı tercih ederler. Moder­nitenin sınırlayıcı veçhelerini reddeden yoksul, özgürleşti­rici boyutunu sahiplenir. Gecekondulular evlerini elektrikle aydınlatmak, şebeke suyu kullanmak ve renkli televizyon seyretmek isterler, fakat sıkı bürokratik denetime tabi fatu-

Socitty, New York: Free Press, 1971; S. Freud, Civilization and lts Discontrnts, New York: WW Nonon, 1961 . Diğer örnekler Simmel, "The stranger"; Park, "Human migration and the marginal man"; Stonequist, "The problem of mar­ginal man"; Winh, "Urbanism as a way of life".

38 Perlman, Tht Myth ofMarginality; Castells, Citits and tht Grassroots. Aynca bkz. C Velez-Ibahez, Rituals of Marginality: Politics, Proccss and Cultural Chan­gt in Urban Ccntral Mexico, 1969 1974, Berkeley, CA: University of Califomia Press, 1983.

136

raları ödemek istemezler; esneklik ve pazarlık talep ederler. Benzer biçimde, geçimlik sokak işi, düşük statüsü, düşük güvenliği ve diğer bedellerine rağmen, insanların bağımsız­lıklarını modern iş kurumlarının disiplin ve denetim ilişki­lerinden koruma avantajına sahiptir.39 Biraz romantikleşti­rilmiş olsa da, john Friedman'ın bir tür post-modern hare­ket olarak tanımladığı Brezilya'daki barrios, yoksulun sür­dürmeyi tercih ettiği alternatif yaşam biçimlerine işaret eder. Friedman'a göre bamos'un ahlaki ekonomi, güven, iş­birliği, kullanım değeri üretimi, yerel özerklik ve öz-dene­tim üstündeki vurgusu, değişim değeri, bürokrasi ve devlet gibi modern ilkelere meydan okumaktadır.40

lki noktayı aydınlatmak isterim. Öncelikle, hem yoksul hem de devlet bakımından özerklik ve entegrasyon anlayışı açıklıktan çok uzaktır. Çelişkili süreçlere, sürekli yeniden tanımlamaya ve yoğun pazarlığa tabidirler. Gayri resmiyet,

39 H. De Soto da, birçok gelişmekte olan ülkedeki devletin "merkantalist" yapısı­nı ve "kötü yasalar"ı, "kayıt dışı"nın anmasından sorumlu tutar. "Merkanta­lizm"i, ekonominin siyasal kaygılarla yürütülmesi olarak tanımladığından, devletin baskınlığına karşı bir alternatif olarak kayıt dışı sektörün insanların serbest piyasa özlemlerini yansıttığı sonucuna varır. De Soto, Tht Other Paıh. Fakat, Üçüncü Dünya'nın ekonomik sorunlarına çözüm olarak gördüğü ser­best piyasaya ilgisi, De Soto'yu kayıt dışılığın oluşmasında etken diğer faktör­leri anlamasını engeller. Örneğin, merkantalizmin olmadığı ABD'de de kayıt dışı ortaya çıkmıştır. Aynca, (örneğin arazi üstündeki) pazar mekanizmaları­nın kendilerinin kayıt dışı komünitelerin oluşumuna katkıda bulunduğu ger­çeğini gözden kaçırır. Kayıt dışılığın, tam bu anlamda olmasa da, özel girişim bakımından kapsamlı bir analizi için bkz. A. Fones, M Castells & L Benton (deri.). The Informal Economy: Studies in Advanced and Less Devdoped Countıi­es, Baltimore, MD: johns Hopkins University Press, 1989. Kayıt dışı etkinlik­lerin bir biçimde özerk niteliği için bkz. N. Hopkins (der.), "Informal sector in Egypt", Cairo Papm in Social Scirnce 14 (4), 1992.

40 Friedmann, "The dialectic of reason". Friedmann'ın barrios hareketini roman­tikleştirmesinin eleştirisi için bkz. D. Palma, "Comments on john Friedmann's The Dialectic of Reason" lntemational joumal of Urban and Regional Research, 13 (3), 1989; B. Robens, "Comments on John Friedmann's Tht Dialtctic of Re­ason", lntemational ]oumal of Urban and Rtgional Research, 13 (3), 1989; A. Touraine, "Comments on John Friedmann's The Dialectic of Reason", Intemati­onal journal of Urban and Regional Restarch, 13 (3), 1989.

137

kentsel yoksulun özel tercihi değildir; resmi yapıların sınır­lamalarına bir alternatiftir. Aslında, yukarıdaki örneklerin de gösterdiği gibi, pek çok yoksul insan, maddi bedeli bir yana toplumsal ve kültürel gereklerini karşılayabilseler, bel­ki de entegre yaşamı isteyebilirler ve benimseyebilirler. Bu sebeple, Tahran'ın güneyindeki bir gayri resmi yerleşim olan lslamşehr'in sakinleri, yerleşimlerinin resmi entegras­yonu için 1990'ların başında kampanya yürütmüşlerdir. Fa­kat, başarıya ulaşılmasının hemen ertesinde, bu kez lslam­şehr çevresinde yeni gayri resmi yerleşimler boy gösterme­ye başlamıştır. Bunun ötesinde, yoksul gibi devlet de özerk­lik ve entegrasyon konusunda çelişkili tavırlar sergiler. So­rumluluklarını vatandaşların üstüne atma çabasıyla uygula­mada kişisel girişim, öz-yardım, STK'lar v.d. cesaretlendire­rek birçok hükümet özerkliği destekleme eğilimindedir. Gilber ve Word gibi gözlemciler, bu tedbirleri bir tür top­lumsal denetim olarak görürler.41 Fakat, hükümetlerin aynı zamanda siyasal alanı kaybetmekten korktukları gerçeğini gözden kaçırırlar. Devletlerin aynı anda özerk ve gayri res­mi kurumları hem destekleyen hem sınırlayan politikalar uygulamaları sık karşılaşılan bir durumdur. Üçüncü Dünya kent yaşamı sürekli bir kayıt dışına çıkma, entegrasyon ve yeniden kayıt dışına çıkma sürecinin bileşkesidir.

lkinci noktaysa, zenginin ve güçlünün de modern ku­rumların disiplininden özerklik ve özdenetim talep edebil­meleridir. Fakat, gerçekte yoksuldan farklı olarak, genellik­le bu düzenlemelerden faydalanırlar, zaten ilk etapta onları düzenleyen kendileridir. Üstelik, yoksuldan farklı olarak, (bilgi, yetenek, para ve bağlantılar gibi) kaynaklara sahip olduklarından, zenginin bu tür kurumlar içinde işlemeye

41 A. Gilbert & P. Ward, "Community action by the urban poor: democratic in­volvement, community self-help or a means of social control", World Develop­ment, 12 (8), 1984.

1 38

gücü yeter. Faturalarını ödeyebilir, işlerine vaktinde yetişe­bilirler.

Kayıt dışına itilmişlerin iki temel hedefi -yeniden bölü­şüm ve özerklik- birbiriyle son derece yakından ilişkilidir. llki, ayakta kalmayı ve daha iyi maddi yaşam koşullarını te­min ederken, diğeri kendi başına bir hedef olduğı gibi yeni­den bölüşümün temininde de bir araçtır: Devletten özerk hareket ederek, güçlü bir kolektif hareketle talep edilme­dikleri sürece yasal ve kurumsal mekanizmalar aracılığıyla elde edilmeleri mümkün olmayan (yasadışı toprak, barınak v.s. gibi) kamusal mallara sahip olabilirler.

Sessiz tecavüzlerde, hedeflere ulaşmak için yapılan bu kanunsuz mücadeleler planlı ya da açıkça tasarlanmış de­ğildir. Ayakta kalmanın aciliyetine ve şerefli bir yaşama du­yulan istek karşısında geliştirilmiş doğal ve ahlaki tepkiler olarak görülürler. Ortadoğu kültüründe "mecburiyet" kav­ramı -"şerefiyle yaşama" mecburiyeti- yoksul insanların adalet duygusunun özüdür. Farsça chara-ii neest (başka ça­resi yok) ve Arapça na'mal eih? (ne yapabiliriz?) deyişleri, yoksulun sınırı aşma eylemlerini gerekçelendirme biçimini ifade eden, kentsel siyasetin ahlaki söylemidir.42 "Şeref" kavramı, anlamını belirleyen kömüniteyle, "dost ve düş­man"la, toplumun yargısıyla yakından ilişkilidir. Şerefiyle yaşaması için bir ailenin belli kültürel ve maddi güce ihti­yacı vardır. Aaberu ya da "arel"i (onur) , cömertliği, cesareti ve hepsinden önemlisi hanenin kadınlarının haya'sını (cin­sel iffet) muhafaza etmek, bu gücün göstergelerindendir. Fakat, konumuzla daha alakalı olarak, temel gereksinimleri

42 Garip biçimde benzeri bir dil Latin Amerika'da kullanılıyor. Miguel Diaz Barri­ga'mn bildirdiğine göre, Mexico City'deki "kensel siyasette yer almış birçok göçmen için kültür ve iktidar anlayışı necesidad [ya da mecburiyet] ile ifade ediliyor." M. Barriga, "Necesidad: notes on the discourse of urban politics in the Ajusco foothills of Mexico City", American Ethnologist, 23 (2), 1996, s. 291 .

1 39

"sağlamak gücü'', hanenin hareem'ini toplumun istenmeyen müdahalelerinden korumak ve olası kusurları (aabirourizi

ve fadiha) "kapatma gücü"nü kapsar. Yoksul bir aile babası­nın ailesini geçindirmekteki başarısızlığı, sadece ailenin ya­şamını tehlikeye atmaz, onurunu da lekeler. Örneğin, evsiz­lik, her anlamda tam bir kaybetmişlik demektir. Yaşayacak bir yer, ev halkını (soğuk, sıcak v.b.) fiziksel tehlikelerden korumanın ötesinde, kültürel bir anlam taşır. Haremi ko­rur, insanları ahlaki tehlikelere karşı kollar, kusurları kapa­tır ve toplumun gözünde aabereu'yu korur. Zenginin de benzer değerleri olabilir, fakat yoksulun kusurları kapatma kapasitesi düşüktür ve dolayısıyla "şerefli hayat"ı saldırılara karşı daha korumasızdır.

Mecburiyet kavramı etrafında oluşan bu adalet anlayışına göre, bir temel gereksinimi olan, kanunsuz yollarla da olsa, kendi durumunda olan başkalarına zarar vermediği müd­detçe, bu gereksinimini karşılayabilir ve karşılamalıdır. Zengin, mal varlığının bir kısmını kaybetse de olur. Devlet, bu zihniyeti karşısına alınca ve adalet kodlarını çiğneyince, ahlaki haklarının çiğnenmesine öfkelenen yoksul isyan eder.43 Ancak, bu "manevi siyaset"in, yoksulu kazanımları­nı artıracağı herhangi bir siyasal alanı akılcı bir biçimde kullanmaktan alıkoymayacağını vurgulamalıyım. Memurla­ra rüşvet vermek, siyasal partilerle ittifak kurmak, siyasal rekabetten faydalanmak ve resmi ya da sivil örgütleri istis­mar etmek, hepsi oyunun kurallarındandır.

Siyasal laşma

Siyasal anlamları olmaksızın başlayan ve yasadışı tecavüz­lerini çoğunlukla ahlaki gerekçelere dayandıran bu hare-

43 Yoksulun manevi iktisadı literatürü için bkz. E. P. Thompson, Cusıoms in Common, Londra: Penguin Books, 1993.

140

ketler, nasıl kolektif siyasal mücadelelere dönüşüyor? Ak­törler, herhangi bir siyasal otoritenin ciddi engellemeleriy­le karşılaşmadan gündelik i lerleyişlerini sürdürdükleri müddetçe, yaptıklarım sıradan gündelik işler olarak görür­ler. Kazanımları tehdit edildiğinde, eylemlerinin ve kaza­nımlarının bilincine varırlar ve onları toplu halde ve yük­sek sesle savunurlar. Münferitten kolektif eyleme dönüşü­mün mantığını daha sonra tanımlayacağım. Burada, gece­konduluların, işportacıların ve diğer marj inal grupların çok sayıdaki hükümet karşıtı ayaklanmalarının, atomize olduğu düşünülen yoksul için kolektif direnişin önemini gösterdiğini vurgulamak yeterlidir. Aktörlerin mücadelesi, kazanım sağlamaya değil, kazanılmış hakları savunmaya ve artırmaya yöneliktir. Bu durumda muhalifler, iletişim ağla­rı, iş birlikleri ya da daha yapısal örgütler kurarak eylemle­rine bir yapı geliştirmeye kadar gidebilirler. Bu örgütlen­menin amacı, önceki kazanımları pekiştirmek ve yaygın­laştırmaktır.

Devlet sahneye ne zaman çıkar? Devlet, genellikle, müte­cavizlerin ve eylemlerin gelişmelerinin toplamı "görmezden gelinebilir nokta"yı aşınca tavır alır. Söz konusu devletin yeterliğine, sessiz muhaliflerin direnişine, alternatif çözüm­lerin varlığına bağlı olarak, devlet, normalde dağınık olan saldırıları, özellikle hala tehlikeli bir güç haline gelmediler­se, görmezden gelir. Öyleyse, aktörler için püf noktası, bir yandan kendilerine direnişi güçleştirecek kadar yaygınlaşır­ken, aynı zamanda da sınırlı ve hoş görülebilir sınırlarda görünmektir. Aslında çoğu (gecekondulu, işportacı ve oto­parkçı), kendi durumlarındaki başkalarını aralarına alma­yarak belli alanlardaki yayılmanın kasten önüne geçerler. Bazıları küçük memurlara rüşvet verme ya da (gecekondu­larını şehrin uzaklarında yaparak, daha az tepki uyandıra­cak yerlerde işportacılık yaparak) görünürlüklerini en aza

1 41

indirme yoluna giderler. Hemen hepsi, (devrimin, savaşın ya da ekonomik durgunluğun ardından gelen) kriz dönem­lerinde, devlet gücünün zayıflamasını daha fazla yayılmak ve konumlarını güçlendirmek için fırsat bilirler. Kısacası, kahramanlarımız, aslında çoğalırlarken, görmezden gelin­melerini sağlayan· üç fırsattan -kriz, rüşvet ve görünmez­lik- faydalanırlar.

Gelişimlerinin etkisi ve ölçüsü bir kez ortaya çıkınca, devletin tepkisi ve yıkımlar kaçınılmaz hale gelir. Çoğu du­rumda yıkımlar başarısız olur, çok geç kalınmıştır ve müte­cavizler çoktan yayılmış, görünür hale gelmiş ve "tehlikeli kitle"ye ulaşmışlardır. Aslında, yetkililerin süreci "kanser" diye tanımlamaları, bu hareketin dinamiklerini çok iyi ya­kalamaktadır. 44

Devletle söz hakkından mahrumlar arasındaki çatışma­nın temelinde, sessiz tecavüzün yetkililere ve zengine yük­lediği ekonomik ve politik maliyet yatar. Kamu mallarının "gayri resmi" ve bedava yeniden dağıtımı, devlet kaynakla­rına ağır bir yük getirir. Zengin -emlak sahipleri, ticaretle uğraşanlar, dükkan sahipleri- de mal, marka ve iş fırsatı kaybına uğrar. Zengin ile devletin ittifakı, mevcut siyasal çatışmaya bir de sınıf boyutu ekler.

Ekonomik boyutunun ötesinde, gündelik yaşamda yok­sul insanların özerkliğe yönelmeleri, modern devletin ege­menliğinde büyük çatlaklara yol açar. Tamamıyla özerk bir yaşam, devletlerin varlığının anlamsızlaşması demektir. Sözleşmeler, zamanın, mekanın, kültürel etkinliklerin, ça­lışma hayatının düzenlenmesi -kısacası, öz-denetim-, dev­letten önemli bir siyasal alanın geri istenmesidir. Bu nokta­da, çatışma kaçınılmaz hale gelir. Söz hakkından mahrum-

44 Kendiliğinden yerleşmelerin kanservari büyümesi üstüne Al-Ahram'ın çeşitli sayılannın incelemesi için Tawfiq, "Discourse analysis of inforrnal housing in Egypt".

1 42

ların toplumsal yaşamının asli bir niteliği olarak "sokak si­yaseti" ,45 bu çatışmanın en dikkat çekici yönüdür.

Sokak siyaseti

Sokak siyasetinden kastım, bir insan topluluğuyla yetkililer arasında dönemsel olarak -ara sokaklardan daha görünür kaldırımlara, belediye parklarından spor sahalarına- "so­kaklar"ın fiziksel ve toplumsal mekanında şekillenen ve di­le gelen çatışmalar ve beraberindeki etkilerdir. Bu anlamda "sokak" , muhalefetlerini dile getirecekleri kurumsal bağ­lamdan yapısal olarak yoksun olanların toplu halde kendi­lerini ifade etmelerinin tek mahallidir. Gecekondulular, iş­sizler, (sokak satıcıları gibi) geçimlik sokak işçileri, (dilen­ciler ve fahişeler gibi) yeraltındakiler, küçük hırsızlar ve ev kadınları bunun içinde yer alır. Kavram, kurumlar, tutarlı bir ideoloji ya da belirgin bir liderlik olmaksızın, farklı top­lumsal grupların muhalefetinin ilerleyişini ifade eder.

İki ana etken "sokaklar"ı bir siyaset arenasına dönüştü­rür. llki, Foucault'nun, mekanın genelde iktidarı içerdiği düşüncesini takip eder.46 Kamusal mekanın, halkla otorite­nin çatışma sahası olarak kullanılması sonucu ortaya çıkar. Sokak etkinliğini siyasallaştıran, kamusal alanın (pasifin aksine) aktif ve katılımcı kullanımıdır; dolayısıyla kaldırım­ların, geçitlerin, kent arazisinin kullanımı, toplanmaya ve toplu kültürel etkinliklere ayrılmış alanların hepsi bir aşa­mada çatışma mekanı haline gelir. Bu mekanlar, hızla onları düzenleyen devletin iktidar alanına dönüşürler. Devlet,

45 Bahar 1991'de toplanan Türk ve Mısırlı Akademisyenler Ortak Konferansı sı­rasında terime ilk dikkatimi çeken Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Ayşe Öncü olmuştur. Benim tanımlamam onunkinden tamamen farklıysa da, terimi bura­da kullanışımı ona borçluyum.

46 M. Foucault, Power!Know!edge, New York: Pantheon Books, 1976.

1 43

koyduğu kurallara kullanıcıların uymalarını ve pasif kalma­larını bekler. Her türlü aktif ve katılımcı kullanım, otorite­nin denetimini ve bu düzenden yararlanan toplumsal grup­ları tehdit eder.

Bu tür "sokak" yaşamı ve bu tarz etkinlikler bir yenilik değildir. 16.-18. yüzyıllar arasında Avrupa'da47 ve çok yakın zamana dek Ortadoğu kentlerinde görülürler.48 Fakat, bera­berlerinde "sokak siyaseti" getirmemişlerdir. Yeni olan, on­ları siyasallaştıran özellikleridir. Büyük ölçüde özerkliğe ve özdenetime sahip oldukları geçmiştekinden farklı olarak yerel komüniteler, şimdi sokağı ve mahalli yaşamı düzenle­yen ve denetleyen merkez! hükümetlere bağhdırlar.49

Sokak siyasetini şekillendiren ikinci unsur, kamusal meka­nı kullanan insanlar arasında pasif ağın işleyişidir. Herhangi bir toplu siyasi eylem, aktörler arasında belli bir örgütlenme­yi, iletişimi ve bağı gerektirir. Bu zaten büyük ölçüde kendi- ·

liğinden, resmi ya da gayri resmi olarak oluşur. Dolayısıyla gecekondulular, işsizler ya da aynı yerden kente göç etmiş insanlar sürekli haberleşebilir, düzenli olarak toplanılan res­mi dernekler kurabilirler. Yahut, kendi aralarında gayri res­mi bağlantılar geliştirebilirler. Aynı sokaktaki işportacıların, örneğin, bir anda toplanıp sorunlarını tartışma veya yalnızca sohbet etme imkanları vardır. Hem resmi hem de gayri resmi durumda katılımcılar birbirlerini tanıdıkları, konuştukları,

47 C. Lis & H. Soly, "Neighbouıhood social change in West European cities: ı6th to 19th centuries", lntemational Reviı:w of Social History, 38 (1) , 1992, s. 15-18.

48 A. Marcus, The Middle East on ıhe Eve of Modemity: Aleppo in ıhe 18th Century, New York: Columbia University Press, 1989.

49 1990'ların başında Kahire'de yoksul bir semt olan Imbaba'nın arka sokakları lslamcı eylemciler ile rakip yerel futuwwat grupları tarafından ele geçirilmişti. Gelişen tehdit karşısında hükumet, bölgeyi lslamcılardan temizlemeye giriş­mekle kalmadı, bu ve buna benzer bölgeleri "açarak" (örneğin, ara sokakları genişleterek) devlet gözetimi için şeffaf hale dönüştürdü. Bu "açma" ve şeffaf­lık siyaseti, sömürge zamanlarında da uygulanmıştı. T. Mitchel, Colonizing Egypt, Cambridge: Cambridge University Press, 1988, s. 46, 66.

1 44

karşılaştıklan ve bilinçli olarak birbirleriyle etkileşimde ol­duklan aktif ağlara sahiptirler. Fakat, Tilly'nin -yüksek "bir­lik" (güçlü uyum) ve "netlik" (kişiler arası iletişim) düzeyi­ne sahip- örgüt anlayışının50 aksine, ağlann aktif olması ge­rekmez. Kamusal alan olarak sokağın, aktif ağ olmaksızın in­sanların harekete geçmesini mümkün kılan kendine has bir özelliği vardır. Bu özellik, "pasif ağlar" -atomize bireyler ara­sında ortak kimliklerinin sessizce tanınmasıyla ve mekan aracılığıyla kurulan ani iletişim- sayesinde pratiğe yansır. Er­keklerin çoğunluğu oluşturduğu bir partiye giden kadın, er­kekler arasında diğer kadınlan hemen farkeder; bir sokakta­ki işportacılar hiç konuşmasalar da birbirlerini tanırlar. Ör­neğin, dağınık vergi protestocularından farklı olarak, hem partideki kadınlar hem de bir yerdeki işportacılar arasında pasif ağ bulunur. Konsey konut biriminin kiracıları, bir ül­kedeki yasadışı göçmenler, vergi protestocuları, erkek ağır­lıklı partideki kadınlar, işportacılar, veya futbol maçı seyirci­leri, hepsi bir düzeyde kendi aralarında benzer statüye ve çı­kar ortaklıklarına sahip atomize bireylerdir (Şekil 2'ye bakı­nız) . Bourdieu'ye göre, yukarıdakilerin hepsi, sadece "tem­sil" edildiklerinde "gerçek" olan "kuramsal gruplar"dır.51 Fa­kat nasıl? Bu incelenmemiştir. Bourdieu'nün kurgusunda grup olmanın önemli bir unsuru, yani ağ, ya göz ardı edilmiş ya da verili kabul edilmiştir. Aslında, bu "yan yana duran bi­reyler", birlikte hareket edebilirler. Fakat, birlikte hareket et­mek, üstünden iletişim kurulacak bir ortamı ya da ağı gerek­tirir. Mekan gibi onlan biraraya getiren bir ortamları olmadı­ğından, yasadışı göçmenler ya da vergi protestocuları, özel-

50 C. Tilly, from Mobilization to Revolution, Reading, MA: Addison-Wesley Pub­lishing, 1978, s. 62-69.

51 P. Bourdieu, "What makes a socia! class? On the theoretical and practical exis­tance of groups", Berheley joumal of Sociology, 32, 1987; Bourdieu, "The soci­al space and the genesis of groups", Theory and Society, 14 (6), 1985.

145

likle örgütlenmeye başlamadıkları sürece, devlete karşı dire­nemezler (Şekil 3'e bakınız) . Yukarıda tanımlanan kiracılar, seyirciler, işportacılar, gecekondulular ve kadınlar, birbirleri­ni tanımamalarına rağmen, toplu harekete geçebilirler, çün­kü ortak mekan ortak çıkarlarının ve kimliklerinin farkına varmalarını -yani, pasif ağ oluşturmalarını- sağlar (Şekil 4'e bakınız). Pasif ağı eyleme bağlayan ortak tehdittir. Bu atomi­ze bireyler kazanımlarına yönelik bir tehditle karşılaştıkla­rında, pasif ağlan bir anda aktif ağa ve toplu eyleme dönü­şür. Bu nedenle, tahliye tehdidi, birbirlerini tanımasalar da, hemen birçok gecekonduluyu biraraya getirir. Aynı şekilde, bir futbol maçında rakip takımların taraftarları çoğu zaman sokakta polise karşı birleşirler. Bu, basitçe psikolojik kay­naklı ya da "irrasyonel sürü davranışı" değil, daha sosyolojik bir olgu olan çıkar farkındalığı ve gizil iletişimdir.

Halen örgütlü bireyler de (pasif ya da aktiD ağlarım, doğ­rudan üyeleri olmayanlara genişletmeye çalışabilirler. Örne­ğin, sokaklarda gösteri yapan öğrenciler, fabrika işçileri, ka­dın dernekleri davalarını duyurmak ve dayanışma sağlamak için bunu yaparlar. Umumi gösterilerin kendisi, bir anlamda göstericilerin tanımadıkları, ama kendileriyle aynı koşullara tabi olanlarla iletişim kurma girişimidir; bu pasif iletişimi harekete geçirerek toplu eylemi genişletmeyi umarlar.

Pasif ten aktif ağa ve toplu eyleme geçişin kesin olmadığı­nı vurgulamak gerek. Bilinçli olarak örgütlenmiş ağın hare­kete geçirilmesiyle aynı karmaşıklığa tabidir ve benzer et­kenlere bağlıdır.52 Devletin meşruiyet krizi, yönetici elit

52 Yapı/çıkar ile biliç, bilinç ile eylem arasındaki bağı açıklamak aslında hala sos­yolojinin temel uğraşıdır. Tanışmaların ele alındığı bir makalae olarak bkz. Crompton, Class and Stratification: An Introduction to Current Debate, Oxford: Polity Press, 1993. Tanışmaya katılanlar arasında Tilly, From Mobilization to Revolution; BaTTington Moore, Injustice: Social Basis of Obedience and Revolt, New York: Sharpe, 1978; ve N. Smelser, A Theory of Collective Behavior, New York: Free Press, 1971 .

146

a h m

o d x

n p b

ŞEKiL 1 Ağ Yok Ortak duruşu olmayan atomize bireyler.

a a a

a a a

a a a

ŞEKiL 2 Ağ yok Ortak duruşu olan atomize bireyler.

a---a ---a

ıxıxı a---a ---a

ıxıxı a---a ---a

ŞEKiL 3 Etkin Ağ Tasarlanmış bir girişimle bir araya gelmiş benzer duruşlara sahip bireyler:

Etkin bir ağı olan dernekler.

ŞEKiL 4 Edilgin Ağ Mekan dolayımıyla bir araya gelmiş benzer duruşları olan

atomize bireyler olasılığı.

1 47

içinde bölünme, toplumsal denetimin çöküşü ve kaynakla­ra erişim gibi etkenler toplu eylemi kolaylaştırırken; "bas­tırma"53 tehdidi, grup içi bölünme ve geçici itaatin yararlılı­ğı hareketlenmeyi engeller. Burada önemli nokta, tahliye tehdidinin bir grup gecekondulunun toplu direnişine yol açmayabileceği değildir; sendikalar da lokavt tehdidi karşı­sında boyun eğebilirler. Asıl nokta, aktif ağa ve örgüte sahip olmayan tek tek bireylerin oluşturduğu grupların, çoğu kez de aniden olmak üzere, toplu eyleme girişebilecekleri ve gi­rişebildikleridir; bu, aralarındaki mevcut pasif ağın işleyişi­nin sonucudur.

Planlanmamış, yapısız, ani toplu eylem olasılığı, sokağı patlamaya hazır bir çatışmanın, dolayısıyla da siyasetin ma­hali haline getirir. Kamusal alanı mükemmelen temsil eden sokakların siyasal "tehlike"sinin ardında, "pasif ağlar"ın işle­yişi yatar. Tutulmayan hükümetlerin sokakları denetlemeye büyük özen göstermelerine şaşmamak gerekir. Özel olarak düzenlenmiş gösteri ve yürüyüşleri yasaklayabilirlerse de, insanlara sokaklarda çalışmayı, araba kullanmayı, yürümeyi, kısacası sokak yaşamını yasaklayamazlar. Kamusal alan ne kadar açık ve görünürse, pasif ağların işleyişi o kadar yay­gındır ve dolayısıyla da, toplu eylem olasılığı artar. Pasif ağ­lar sokak ve arka sokak hayatına özgüdürler; bireylerin re­fahlarına ve mutluluklarına bir tehdit hissettikleri anda der­hal biraraya gelmelerini sağlar. "Pasif ağlar" kavramı olma­dan, kent ortamında "şaşırtıcı" , "beklenmedik" ve ani kitle­sel patlamaları anlamakta birçokları güçlük çeker.54 Belki, bi-

53 Sidney Tarrow'a göre: " . . . yakınmanın toplu eyleme dönüşmesi kesinlikle oto­matik değildir; önemli ölçüde iletişim ve bilinçli planlamayı gerektirir." S. Tar­row, Power in Movement, s. 49. "Fırsat depresyonu" ve kaynak seferberliği kav­ramlarını geliştiren Tilly gibi, Tarrow da örgüt ile eylem arasında aracı unsur olarak "fırsat yapılan"m ileri sürmüştür.

54 Tilly'nin toplu eylem kavramı, "bastırma" anlayışının fazlasıyla etkisi altında­dır. Bu yüzden, Tilly'nin çerçevesinde, örneğin, hükümetler, toplu gösterileri

148

reysel ve toplu eylem diyalektiği -bireysel tecavüzün manen haklılaştırılmasıyla birlikte toplu direniş olasılığı-, yaşamla­rını sürdürme ve koşullarını iyileştirme mücadelelerinde söz hakkından mahrumların zorlukları yenme güçlerini açıklar.

Sessiz tecavüzün yapımı

Sıradanın sessiz tecavüzü ne kadar evrenseldir? Hangi şart­lar altında bu aktivizmin ortaya çıkması muhtemeldir? Ge­lişmekte olan ülkelerde sessiz tecavüz, tarihsel açıdan öz­gün bir fenomen haline gelmiş yapısal ve kültürel etkenle­rin bir birleşeninden ortaya çıkmış gibi görünür.

Öncelikle, hareketin hammaddesi, yani aktörler, kentli işsizler, işsizimsiler ve diğer marjinalleşmiş gruplar gibi ümitsizlikten her şeyi göze alabilecek kesimlerden meyda­na gelir.55 (Aslında yoksulluktan kaynaklanan) nüfus artışı ve özellikle de (arazinin kötü bölüşümü, kırsal işsizlik, do­ğal ya da insanların neden olduğu felaketler, kent yanılgısı ve sınırlı endüstriyel gelişmeden kaynaklanan) köyden kente göç, kentsel işsizliğin temel sebepleri olarak görün­mektedir. Kent ekonomisinin doğal nüfus artışının yarattığı iş gücü miktarını tamamen hazmedemediği kanıtlarla orta­dadır. 56 Dolayısıyla, eğitimli ve ilk kez iş arayan çok sayıda

bastırmak için, kolayca sokakları kapatabilir, sıkıyönetim ilan edebilirler. Bu gerçekten olabilir. Fakat, modelinde "pasif ağ"ın yeri olmadığından, yoğun ki­şiler-arası etkileşimler geliştirmedikleri sürece sokaktaki sıradan insanların kitlesel eylem yapabileceklerini tahayyül edemez.

55 ILO'nun 1975 yılındaki açık işsizlik bölgesel tahminlerine göre oranlar, (Çin ve diğer merkezden planlanan ekonomiler hariç) Asya için %6,9; Afrika için %10,8; Latin Amerika için %65'tir. A. Gilben & ]. Gugler, Cities, Poverty and Devdopment, Oxford: Oxford University Press, 1982, s. 67.

56 Örneğin bkz. J. Vandemoortele, "The African employment crisis of the 1980s", The Employment Crisis in Africa: lssues in Human Resources and Deve­lopment Policy içinde. (der.) C. Grey-Johnson. Harare: African Association for Public Administration and Management, 1990.

149

insan işsiz kalmaktadır. Genelde, kente göç, temel etkendir. Üçüncü Dünya'daki ortalama kentli nüfus artışının nere­deyse yarısı göçten kaynaklanır. Gana ve Tanzanya için bu oran yüzde 60, Fildişi Kıyısı için yüzde 70'tir.57

Bu klasik senaryonun yanısıra, son yıllardaki bazı yeni gelişmeler, bu grupların büyümesine neden olmuştur. Bazı Üçüncü Dünya ülkelerindeki popülist modernleşmenin l 980'lerden beri içinde bulunduğu küresel kriz ve sosyalist ekonomilerin l 990'lar sonrası çöküşü, kitlesel boyutta ku­rumsal çözülmeye, proleterleşmeye ve marjinalleşmeye yol açmıştır. Alternatif stratejiler -yapısal uyarlama ve istikrar programları-, ekonomiyi canlandırma ve iş imkanları yarat­ma garantisi olmaksızın, halihazırda iş sahibi olan insanla­rın önemli kesimini fazlalık haline getirmektedir. l 990'ların başında, post-sosyalist, "uyum sürecindeki" Latin Amerika ülkelerinde ve Ortadoğu'daki pazar ekonomisine geçişler­de, resmi olarak çalışan kesim, yüzde 5 ile 15 arası azalmış­tır. 58 1980'ler boyunca Afrika'da, resmi ücret sektörünün iş­gücü hacmi sürekli düşerken, işsizlik, her yıl yüzde 10 veya daha fazla artmıştır.59 l 990'ların başında Üçüncü Dünya ül­kelerindeki açık işsizlik çarpıcı düzeyde artmıştır.60 Bu ne­denle, bir zamanlar hali vakti yerinde olan eğitimli orta sı­nıflar (kamu çalışanları ve öğrenciler) , kamu sektöründe çalışan işçiler ve köylü kesimleri, iş ve konut pazarında kentsel yoksul seviyesine itilmişlerdir.

57 Anan: S. V. Seıhurman (der.), 11ıe Urban Infonnal Sector in Devtloping Countri-es, Geneva: ILO, 1981 , s. 5.

58 World Bank, World Development Report, 1995, Washington, DC, 1995, s. 108.

59 Vandemoorıele, "The African employment crisis of ıhe 1990s", s. 34-36.

60 1991 'de (eskiden komünist olanlar ve yeni endüsırileşmekıe olanlar hariç) ge­lişmekte olan 45 ülkedeki açık işsizlik oranı ortalama %1 7'ydi. Bu yıl ( 1 997 ç.n. ] . işsizlik oranı Latin Amerika'da ( 19 ülke) %1 2'ye, Asya'da (14 ülke) %1 Tye ve 12 Afrika ülkesinde %2I'e ulaştı. Kaynak: CIA, The World Facı Bo­ok 1992, USA: CIA Publication, 1992.

1 50

Devletin, uygun iş, sosyal güvence ve kentsel hizmetler sunmaktaki yetersizliği ve isteksizliği, işsizler, gecekondu­lular, kenar mahalleliler ve gündelik sokak işçileri -kısaca­sı, potansiyel "sokak isyancıları"- olarak bu insanları, ortak kimlikte değilse de, ortak zeminde biraraya getirir. Kurum­sal ortam olmadığından, bu insanlar atomize oluşumlar içinde mücadele etmek zorunda kalır. Birçok gelişmekte olan ülke, benzer süreçlere sahne olmuştur. Bu toplumlar­daki hareketlilik biçimi, yerel siyasal kültürle ve kurumlar­la yakından alakalıdır.

Devletin baskıcı politikası, açık ve toplu protesto eylem­lerindense, münferit, sessiz ve saklı hareketliliği daha elve­rişli bir strateji haline getirmiştir. Bu koşullar altında, toplu ve açık doğrudan eylem, özellikle devletlerin meşruiyet kri­zi içinde oldukları (İran'da 1979'da devrimci kriz, Mısır'da 1967'de yenilgi sonrası, Güney Afrika'da 1990'larda apart­

heid'ın sona ermesinin ardından olduğu gibi) istisnai kon­jonktürlerde meydana gelir.

Fakat, belli ölçüde siyasal açıklığın olduğu durumlarda, siyasal partiler arasındaki rekabet, sıradan insanların toplu eylemleri için zemin hazırlar. Seçmen ve kitle desteği ka­zanmak yolunda rakip siyasal grupların ve liderlerin ( l 970'lerin başında Hindistan, Meksika, Peru, Brezilya ve Şili'de olduğu gibi) yoksulu harekete geçirmeleri kaçınıl­mazdır.61 Oyların, siyasal liderlik için bir kaygı unsuru ol­madığı otokratik sistemlerde ise olanaksızdır. Bu nedenle, sessiz tecavüz, geleneksel kurumların sivil örgütlenmeye al­ternatif oluşturduğu kültürler kadar anti-demokratik siya-

6ı Leecls & Leecls, "Accounting for behavioral differences"; N. al-Sayyad, "Infor­mal housing in a comparative perspective: on squatting, culture, and develop­ment in a Latin American and Middle Eastern culture", Review of Urban and Regional Developmenı Sıudies, 5 (l), 1993, s. 3-18; Lessinger, "Nobodyhere to yeli at me"; and Cross, "Organization and resistance in the informal economy".

1 51

sal sistemlerin de bir özelliğidir. Geleneğin, siyasal rekabe­tin ve patronaj ilişkilerinin işlediği Latin Amerika ülkele­rinde hareketlilik kolektif, ses getirici ve örgütlü bir nitelik kazanırken ve kentsel arazi işgalleri, kentli yoksul dernek­leri ve işportacı meslek odaları dünyanın bu bölgesinde kentsel siyasetin önemli bir parçasıyken,62 otoriter yöneti­min baskın olması, aile ve akrabalık bağlarının kişinin des­tek ve güvence arayışında birincilliği, çoğu Ortadoğu ülke­sinde sessiz tecavüzün yaygınlığını kısmen açıklar.63

Devletler, bir başka yoldan da sessiz tecavüze katkıda bu­lunurlar. Bu tip hareket, çoğunlukla hem verimsiz devlet bürokrasisi hem katı resmi örgütlerin, özellikle de De So­to'nun tanımladığı "merkantalist" devletin64 egemenliğinde ortaya çıkar; çünkü bu tür kurumlar insanları daha kayıt dı­şı ve özerk yaşama ve çalışma koşullan aramaya sevk eder. Oysa, daha verimli ve demokratik ortamlardaki durum bü­tünüyle farklıdır. Devlet ne kadar demokratik ve verimliyse, özerk hareketlerin yayılma alanı o kadar dardır, çünkü bu koşullarda yoksul devlet yapısına eklemlenmeyi, mevcut oyunda rol almayı, yaşamını iyileştirmekte, sınırlı da olsa, mevcut araç ve kurumlardan faydalanmayı tercih eder.65

Çeviren SEÇiL DEREN

62 Nelson, "The urban poor"; G. Geisse & E Sabatini, "Latin American cities and their poor", The Metropolis Era: vol l, A World of Giant Cities içinde. (der.) M. Dogan & j. Kasarda. Newbury Park, CA: Sage, 1988, s. 327; Cross, "Organiza­tion and resistance in the informal economy"; De Soto, The Other Path.

63 al-Sayyad, "Informal housing in a comparative perspective"; Nelson, Access to Power. Ayrıca bkz. Nelson, "The urban poor".

64 De Soto, The Other Path.

65 Bu noktanın aynntıları için bkz. Piven & C!oward, Poor People� Movements.

1 52

BEŞiNCi BÖLÜM

Hareketsiz Devrim, Devrimsiz Hareket: lran ve Mısır lslami Aktivizmlerini Karşılaştırmak*

Gelişen ekonomisi, zengin orta sınıfı, baskıcı siyasal sistemi, muazzam askeri gücü ve güçlü uluslararası müttefikleri olan 1970'ler lran'ında lsliim devrimi oldu da benzer uluslararası müttefikleri olan ama zayıf ekonomisi, fakirleşmiş geniş orta sınıfı ve daha liberal bir siyasal sistemi olan l 990'lar Mı­sır'ında neden yalnızca bir İslami hareket gelişti?1

Devrimi açıklamak

Temel li teratür, lran devrimini , ideoloj ik bir sürecin, 1960'ların sonundan beri gelişmekte olan uzun soluklu bir

(*) Bu makalenin bir parçasını oluşturduğu "lran ve Mısır'da lslamt aktivizmin taban kitlesi" üstüne geniş projeyi destekleyen Mac Anhur Vakfı Barış ve Uluslararası işbirliği Programı'na teşekkür etmek isterim. Bu makalenin önce­ki versiyonlarını okuyup yorumda bulunan Profesör Saad Eddin lbrahim, Fred Halliday, Ervand Abrahamian, Sami Zubaida, Armando Salvatore ve der­ginin isimlerini bilmediğim hakemlerine de teşekkür ederim. Hiçbiri bu ma­kalede varılan sonuçlardan sorumlu değildir.

Kişi başına düşen gelir 1978'de lran'da 2.400 $, Mısır'da ise 660 $'dı. 1970'lerde Tahran'ın nüfusunun yüzde 15'i gecekondularda (ve hemen hemen yüzde ıS'i kenar mahallelerde) yaşıyordu; Mısır'daysa bu sayı 1990'larda yüzde 50'ydi.

1 53

İslami hareketin sonucu olarak görür. Hamid Dabashi'nin etkileyici çalışması, İslamcıların, bu "derinden dindar top­lum" da İslami bir darbe için uzun zamandır hazırlandıkla­rını öne sürer. Uygun ulusal ve uluslararası koşullar ortaya çıktıgında güçlenebilecek biçimde cami kurumları, Hazweh vaazları (teleolojik seminerler) , vaazlar ve yayınlarla taraf­tar toplamak, örgütlemek, egitmek ve kaynaklarını seferber etmekle meşguldüler.2 Aynı şekilde Mansoor Moaddel'e gö­re, 1953-77 özel "dönemi"nde ortaya çıkan "İslami söylem" devrimi hazırlamıştır. 3

Moaddel VE. Dabashi iç etkenlere agırlık verirken, Ant­hony Parsons, Nikkie Keddie, v.d. , İslami uyanışı, Batı'nın siyasal ve kültürel nüfuzuna karşı "Müslüman kimlik"in öne çıkartılması olarak tanımlarlar. Parsons, "İran'ın Şii nü­fusunun hem ne istemediklerini (Pehlevi yönetiminin de­vamı) hem de ne istediklerini (İran İslami geleneginin gele­neksel koruyucuları olan dini liderlerin denetiminde bir hükümet) biliyor" oluşuyla lran devriminin diger devrim­lerden farklı oldugunu iddia eder. Keddi'ye göre ise, iki ek etken rol oynamıştır: Sekülarizm ile Batı denetimi arasında kurulan baglantı ve Batılı güçlerle müttefik bir hükümet.4

2 Hamid Dabashi, Teology of Discontent: Tlıe ldelogical Foundation of the lslamic Revolution in Iran (New York: New York University Press, 1993), 1 10. Örneğin Said A. Arjomand der ki " l961-78'de . . . dint kurumlar Pehlevi devletinin acı­masız saldınlanna hedef oldu ve kendi savunmasında harekete geçirmek için azimle kitleleri çağırmak zorunda kaldı"; Aıjomand, "Shi'ite islam and the Re­volution in Iran," Govemmrnt and Opposition, 16: 2 (l 981) , 302.

3 Mansoor Moaddel, Class, Politics and ldeology in the lranian Revolution (New York: Columbia University Press, 1993); ve M. Moaddel, "The Significance of Discourse in the Iranian Revolution: A Reply to Foran," Critique: joumal for Critical Studies of the Midd!e East, no. 4, (Bahar 1994), 65-72. Aynca Moad­del'ın John Fom tarafından yapılmış ilginç bir eleştirisi için: "The lranian Re­volution and the Study of Discourse: A Comment on Moaddel," Critique: ]our­na! for Critica! Studies of the Midd!e East, no. 4 (Bahar 1994), 51-63.

4 Anthony Parsons, "The lranian Revolution," Midd!e East Review, 1988 (bahar), 3-8. Nikkie Keddie, Rooıs of Revo!ution: An lnterpretive History of Modem Iran

1 54

Diğer yazarlar devrimi "toplumsal altüst oluş ve normatif kargaşa"nm neden olduğu geleneksel toplumsal düzenin yı­kılışı açısından ele almışlardır. Said Amir Arjomand bunu devletin başlattığı sosyo-ekonomik değişimlerin sonucu ola­rak görür. Devlet, yerini ve yönünü kaybetmiş grupları ken­di yapısına eklemlemeyi başaramayarak, l 960'lardan beri onları seferber etmeye hazır olan Şii din adamlarının kucağı­na itmiştir. İslami hareket, yolunu kaybetmişlere ahlaki ve ruhani bir cemaat hissi sunarak "rahip eklemlenme hareke­ti" işlevi görmüştür.5 Arjomand'a göre, 1979'da olanlar "te­okrasi hedefleyen bir lslam Devrimi'ne yazgılıydı" .6

Başka bir grup yazar, yapısal etkenleri ve sınıf çıkarlarını vurgulamıştır. Ervand Abrahamian, Fred Halliday, Mohsen Milani ve Keddie (son dönem yazılarında) , v.d. , devrimde rol oynayan temel ihtilaf kaynağını sosyo-ekonomik geliş­me ile siyasal otokrasi arasındaki çatışma, devrimin asli ak­törlerini de toplumsal sınıflar olarak tanımlarlar. 7 Parsa Mi­saq devletin rolünü özellikle vurgular - sermaye birikimine devletin yüksek ölçüde müdahalesi, pazarın aracı rolünü zayıflatmış ve devleti tüm anlaşmazlıkların ve muhalefetin hedefi haline getirmiştir.8

Bu açıklamaların her birinin ayrıntılı bir değerlendirme­sini yapmak niyetinde değilim. Şüphesiz bu yazarlar Iran

(New Haven: Yale University Press, 1981); N. Keddie, "lslamic Revival in the Middle East: A Comparison of Iran and Egypt," Arab Society: Continuity and Change içinde (der.) Samih Farsoun (Londra: Croom Helm, 1985).

5 S. A. Arjomand, The Turban for the Crown (Oxford Univerisıy Press, 1988), 106, 197-200.

6 A.g.e., 6.

7 Abrahamian, Iran Between Two Revolutions; Halliday, Iran: Dictatorship and De­vdopmenı; M. Milani, The Making of The Islamic Revolution in Iran; N. Keddie, Iran and ıhe Muslim World (New York: New York University Press, 1995).

8 Misagh Parsa, Social Origins of the lranian Revolution (New Brunswick: Rutgers University Press, 1989).

155

devriminin karmaşıklıklarına değerli bir ışık tutmuşlardır. Burada iki soruna işaret etmek istiyorum. Birinci olarak, aralarındaki farklılıklara rağmen bu yazarların hepsi , 1960'lardan beri geliştiği söylenen güçlü bir İslami harekete ve onun devrimi zafere taşımaktaki rolüne aşırı bir pay biç­mektedirler. Bu makalede bu varsayımı sorgulayacağım. İkinci olarak, önerilen modeller genelde devrimin kendisini açıklamaktan çok, halk arasındaki yaygın hoşnutsuzluğun ve hareketlenmenin ardındaki başlıca gerekçeleri tespite yardımcı olmuştur. Kitlesel hareket ve hareketin devrime dönüşümü hala incelenmeye muhtaçtır. Aslında, Henry Munson'un belirttiği gibi, yukarıda anılan yazarların öne sürdükleri etkenlerin çoğu -yabancı tahakkümünden ra­hatsızlık, otoriter yönetim, geleneksel değerlerin ihlali, top­lumsal kargaşa, ekonominin kötüye gidişi, eşitsizlik ve dev­let müdahalesi- diğer Ortadoğu ülkelerinde de mevcut ol­masına rağmen devrime dönüşmemiştir. 9 Snow ve Marshal, kültür emperyalizminin ve küreselleşmenin Mısır'daki İs­lamcı hareketin altında yatan neden olduğunu savunurlar.10 Aynı şekilde Burgat ve Dowell, Mısır ve Kuzey Afrika'daki İslamcılığı siyasal ve ekonomik bağımsızlığın sonrasında sömürgecilik karşıtı hareketin üçüncü aşaması -kültürel ve söylemsel bağımsızlık- olarak görürler.1 1 Öte yandan, baş­kalarının yanısıra Saad Eddin Ibradim (ve kısmen de Gilles Kepel) , 1970'ten beri İslami hareketin yükselişini sağlayan başlıca etkenler olarak, özellikle 1967 İsrail savaşı yenilgisi, sınıf çelişkisi ve eğitimli taşralı göçmenlerdeki bireysel ana-

9 Henry Munson, /slam and Revoluıion in ıhe Middle Eası (New Haven: Yale Uni­versity Press, 1988).

10 Snow ve Marshal, "Cultural lmperialism, Social Movements, and lslamic Revi­val," Research in Social Movemenıs, Conflicıs, and Change içinde cilt 7 (1989), 131-52.

11 F Burga ve Wç Dowell, The lslamic Movement in Nonh Africa, (Austin. TX: University of Texas Press, 1993).

1 56

mi gibi dış etkenle çatışma durumunda açığa çıkan milli bunalıma odaklanırlar. 12 lran vakasında olduğu gibi, hem iç (sosyo-ekonomik ve siyasal) hem de dış (Batı'nın tahakkü­müne duyulan tepki ve İsrail faktörü) etkenler Mısır'da İs­lamcı aktivizmin ortaya çıkmasında çok önemli rol oyna­mıştır. Öyleyse lran ve Mısır nasıl farklı izlekler sergiliyor­lar? Neden lran'da devrim olurken Mısır'da olmuyor? Soru, yalnızca yapısal-nedensel bir çözümlemeyle değil, toplum­sal hareketlerle devrimler arasındaki ilişki açıklanarak ele alınmalıdır.

Toplumsal hareketler ve devrimler

Belli başlı toplumsal hareket modellerinden hiçbiri toplum­sal hareketten devrime dönüşümün dinamiklerini kuram­sallaştıramamıştır. Daha çok, toplumsal huzursuzluğun ve devrimci krizin nedenlerini açıklamak kaygısındadırlar. 13 James Davies'e göre "Devrimlerin uzun, somut bir ekono­mik ve toplumsal gelişme dönemini izleyen kısa, keskin bir gerileme döneminin ardından ortaya çıkması en muhtemel­dir". 14 Devrimlerin ortaya çıkışına aracılık eden, Gurr'un "görece yoksunluk" tezindeki gibi, bu nesnel süreçlerle in­sanların ruh hali, beklentileri ve hayal kırıklıklarıdır. 1 5 Fa­kat kaynak seferberliği kuramcılarının işaret ettiği gibi, in­sanların ruh hali, uygun koşulları yaratarak harekete geç-

12 Saad Eddin Ibrahim, "Anatomy of Egypt's Militant Islarnic Groups: Methodo­logical Note and Prelirninary Findings," lntemational joumal of Middle East Studies, 12 (1980), 423-53; G. Kepe!, Muslim Extremism in Egypt (Berkeley: University of Califomia Press, 1986).

13 Ômeğin: Theda Skocpol, Sıaıes and Social Revolutions (Carnbridge: Cambrid­ge University Press, 1979).

14 James Davies, "Toward a Theory of Revolution," American Sociological Review, 27: l (Şubat 1962), 6.

15 Ted Gurr, Why Men Rebel, (Princeton: Princeton University Press, 1970).

1 57

medikleri sürece eyleme yol açmayabilir. Bu bağlamda, Tilly'nin önemli kavramları -imkanlar, yani toplu eylemin önünü açan etkenler ve baskılar, yani eylemi sınırlayan et­kenler- özellikle anlamlıdır. 16 Aynı şekilde, yetkililerin meşruiyet derecesi, şiddet kullanımının dinamikleri ve Qu­ee-Young Kim'in altını çizdiği seçkinler arası bölünme de faydalı kavramlardır.17 Yine de bu kuramcılar, devletle kar­şıtları arasında devrim süreci esnasındaki etkileşimin kar­maşık dinamiklerini yakalayamamışlardır.

Toplumsal huzursuzluklar, nedenleri ne olursa olsun, iki tür hareketlenmeye yol açabilirler. lran'da 1978'deki dev­rimci hareket benzeri birinci tür protestolar ya da isyanlar, sadece mevcut düzeni inkar etmeyi amaçlarlar; alternatif bir yapı kurabilirler de kuramayabilirler de. lkinci tür top­lumsal hareketler baskın düzeni değiştirmeyi hedefler, ama aynı zamanda topyekun değişimden önce alternatif kurum­lar ve değer sistemleri kurmaya da girişirler. Avrupa sosya­list hareketleri, Polonya'daki Solidarity ve bazı lslamcı hare­ketler bu tür bir modele uyar. Genelde bu tür toplumsal ha­reketler nispeten yapısallaşmıştır ve toplumsal değişim or­taya çıkartabilmek için nispeten çok sayıda insanın uzun vadeli çabalarını gerektirir. Bu hareketler, sivil topluma ya­yılmış kurumsal şubeler ile çeşitli etkinliklerden oluşabilir. Alternatif kurumların ve kültürel kurguların parçaları ol­duklarından, ayaklanmalar ve sokak gösterileri gibi biçim­den bağımsız toplu eylemlerden ya da sadece kendi üyeleri­ni ilgilendiren sıkı yapılanmış çıkar gruplarından farklıdır­lar. Toplumsal hareketler, iktidar peşindeki siyasal partiler-

ı6 Charles Tilly, From Mobili:ı;ation ıo Rcvolution, ı 978.

ı 7 Quee-Young Kim, "Disjuctive Justice and Revolutionary movement: The 4. ı 9 (Sa-il-gu) Upheaval and the Fall of the Syngman Rhee Regime in South Ko­rea," Revolutions in the Third World içinde (der.) Quee-Young Kim (leiden: E. J. Brill, 1991) , 56-70.

1 58

den, gizli tartışma grupları gibi küçük hiziplerden ve kitle­sel desteği olmayan yeraltı gerilla örgütlerinden de ayrılır­lar. Bununla birlikte, bu etkinliklerle bağlantılı olabilirler, onların birçok özelliğini paylaşabilirler ya da birbirlerine dönüşebilirler (mesela Türkiye'deki Refah Partisi ile İslamcı hareket gibi?) . Üstelik, siyasal otoritenin çöktüğü ve karşıt­larının eline geçtiği kapsamlı, genellikle sert ve ani değişim süreçleri olan devrimlerden de farklıdırlar. 18

Öte yandan, isyanlarla sonuçlanabilecek protesto hare­ketleri genellikle uzun soluklu değildir; ya amaçlarına ula­şırlar ya da bastırılırlar. Siyasal otoriteye doğrudan meydan okuduklarından, protesto hareketlerinin kritik unsuru kalı­cılıklarıdır. Fakat bazı istisnai durumlarda protesto hareket­leri henüz yapılanmamış ve kurumsallaşmamış toplumsal hareketlere, hatta çıkar gruplarına dönüşebilirler. jadwiga Staniszkis, "kendini sınırlayan devrim" derken, Solida­

rity'nin Eylül 1980 ile Mart 1981 arasında milli bir hareket­ten bir sendikaya dönüşümüne gönderme yapar. 1 9 Solida­rity, 198l'de askeri rejimin yıkılışıyla orjinal statüsüne geri dönmüş, " 1980'lerin sonlarında Gorbaçov devrimi"nin ar­dından yeniden ortaya çıkmıştır.20

Sivil toplum içinde kurumsallaştıklarından toplumsal ha­reketler -protesto eylemlerinden ve isyanlardan farklı ola­rak- devletle karşılaştıklarında ayakta kalabilirler ve kalıcı

18 Daha doğrusu devrim, Huntingıon'ın ifadesiyle, "bir toplumun baskın değer­ler ve mitlerinde, siyasal kurumlarında, toplumsal yapısında, liderliğinde tez, yönetim işleminde ve siyasetinde tez, kökten ve şiddetli bir iç değişim"dir. S. Huntington, "Modernization and Revolution," Revolution and Political Change (derleyenler) Claude E. Welch, M. B. Taintor (1972), 22.

19 jadwiga Staniszkis, Poland� Self-Limiting Rcvolution (Princeton: Princeton Universiıy Press, 1984), 17.

20 P. Kuczynski ve K. Nowak, "The Solidarity Movement in Relation to Society and the State" Rescarch in Social Movcmcnts, Conflicts, and Change içinde (der.) L. Kriesberg cilt 10 (Greenwich: Connecticut, Jai P.ress INC., 1988).

1 59

olabilirler. Fakat, tam da bu dinamik nedeniyle, mevcut dü­zen içinde savaşarak, devrimci ya da isyancı niteliklerinden uzaklaşma eğilimindedirler. Buna katkıda bulunan birçok etkenden biri zamana ilişkindir. (Ya çöktüğü ya da çökertil­diğinden) fazla zamanı olmayan isyanvari bir hareketten farklı olarak toplumsal hareketler, insanların soru sorabile­cekleri, temel meseleleri tartışabilecekleri ve hareketin amacı konusunda netleşebilecekleri daha uzun bir zaman diliminde işlerler. Çeşitli fikirler ve dolayısıyla farklı eğilim-· ler gelişir. Netleşme ve farklılaşma toplumsal hareketlerin göze çarpan özellikleriyken, belirsizlik ve birlik de isyanva­ri eylemlerin alameti farikasıdır. lkinci olarak, toplumsal hareketler, ortaya çıkartabilecekleri olumlu değişimlerle, kendi varoluş koşullarını değiştirebilirler. Örneğin, lran'da 1979' daki işsizler hareketi, amaçlarına ulaşarak, kısmen kendi altını oymuştur.21 Egemen düzeni reddetmekle sınırlı protesto hareketlerinden ve isyanlardan farklı olarak top­lumsal hareketler, alternatif kurumlar ve değer sistemleri de kurmaya çalışırlar. Bu süreçte, örneğin, hepsi kendi taban­larının bazı gereksinimlerini karşılayacak şekilde yoksullar için kredi sistemlerinin yanısıra klinikler, fabrikalar, daya­nışma, konut ve toplumsal korunma ağı oluştururlar. Üste­lik, gerilim içinde de olsa, baskın düzenle beraber mevcut toplumsal ve kültürel alt-sistemler ortaya çıkarırlar. Siste­min dışındaki gruplar için özerk birliklerde, sendikalarda, mahallelerde ve derneklerde oluşturulan alternatif seçim sistemleri, bu tarz toplumsal hareketlerin kurumsal ifadele­rindendir. Son olarak, dışardaki insanların kendilerini evde [aşinalık içinde - ç.n.] hissedebilecekleri bir ahlaki cemaat işlevi gören alternatif dinsel ve kültürel örgütler -müzik, sanat, adetler ve hatta hukukla uğraşanların yanısıra okul-

21 Asef Bayat, "Workless Revolutionaries: The Movement of the Unemployed in Iran, 1979," Intmıatioal Review of Social History, 42: 2 (Yaz 1997), 1 59-85.

1 60

lar, tatiller, yardım dernekleri , siyasal partiler- kurulur. l 920'lerde Avusturya sosyalist hareketi ve Mısır lslami akti­vizmi bu tür toplumsal hareketlerin iki örneğidir.

Arjomand gibi bazı neo-Durkheimcı toplum kuramcılar, bu tür kurumları (tran'da olduğu gibi) baskın kurumlara ve değer sistemlerine muhalefet üreten bir "bütünleşik ce­maat"in somutlaşması olarak görürler. Fakat, siyasal mu­halefettense bu tür düzenlemeler, daha ziyade, Günther Roth'un (Emperyalist Almanya'da sosyal demokrasi çö­zümlemesindeki) ifadesiyle "olumsuz bütünleşme"ye -al­ternatif kültürel ve toplumsal varoluşla birleşen kısmi eko­nomik ve sosyal dahil olma- yol açar.22 Öte yandan, Ben­dix ve Lipset gibi (Batı Avrupa ticari birlik hareketlerinden yola çıkan) bütünleşme kuramcıları, bu nitelikteki kurum­sallaşmanın, düzen karşıtlarının mevcut sistem içinde çı­karlar geliştirmelerine ve işlemelerine yardımcı olduğunu öne sürerler.23 Fakat, toplumsal hareketlerin sadece düzen karşıtlarını sisteme eklemlemeyip, bazı hakiki değişimler de ürettiğini, içinde aktörlerin işleyebildikleri ve kendileri­ni yeniden ürettikleri alt-sistemler yarattıklarını vurgula­mak isterim. Bu hareketler, ani, devrimci bir dönüşüme önderlik etmektense, çoğu kez hem baskın toplumsal dü­zenlemeyle beraber varolur hem de onunla rekabet eder. Yalnızca hareketin işleyişinin dahi kitlesi için büyük deği­şiklik anlamına gelmesi, ideolojik ve siyasal bakımdan sis­teme eklemlendikleri anlamına gelmezse de, isyancı hare­ketlerden farklı olarak, siyasal otoriteyi bir kenara itmez­ler. Bir bakıma, isyancıların "cepheden saldırı"larından farklı olarak, devletin güçlerini ele geçirmeyi amaçlamakla kalmayıp, sivil kurumlara ve süreçlere ahlaki ve entelektü-

22 Günther Roth, The Social Democrats in Impeıial Germany: A Study of Working Class Isolation and National Integration (Totowa, Nj: 1963), 1 70.

23 Bendix, Nation-Building, 86-89; lipset, Political Man, 70-73.

161

el önderlik ederek toplumu kademeli olarak ele geçirmeye odaklanan Gramsci'nin "pasif devrim"i (ya da bir "cephe savaşı"nı) anımsatırlar.24 Gramsci'ye göre, gerçek devrim sadece devlet gücünü elde etmek değil, kurumsal, entelek­tüel ve ahlaki hegemonya ile toplumu elde etmektir. "Bir toplumsal grup siyasi iktidarı ele geçirmeden önce önder­lik etmeye başlayabilir ve aslında başlamalıdır (çünkü bu aslında siyasi iktidarı ele geçirmenin başat koşullarından­dır) . "25 "Pasif devrim", bilinçli bir stratejidir, ancak sonuç­ları toplumsal hareketlerinkiyle aynıdır.

"Cepheden saldırılar" ya da isyanlar, hükümetle halk ara­sında aracılık edecek sivil kurumların asgari düzeyde oldu­ğu toplumlarda ortaya çıkma eğilimindeyken, pasif devrim güçlü bir sivil toplumun egemenliğinde ortaya çıkar. Fakat, pasif devrim, "ruhta devrim" , uzun soluklu , "karmaşık, güç"tür ve "olağanüstü sabır ve yaratıcılık" gerektirir.26 Toplumsal hareketlerin ve pasif devrimin reformist özü, hem "eklemleyici" etkilerinde, hem de hareketlerin siyasi iktidardan çok toplumu değiştirmeye öncelik veren bilinçli stratejilerinde kendini gösterir. Bu, hedefi hükümete cephe­den saldırı olan ("manevra savaşı") ve farklı sonuçlara va­ran isyanvari hareketlerden tamamen farklıdır.

Bu makalede, lran'da, devlet iktidarını ele geçirmeyi amaçlayan isyanvari bir hareket yaşadığını iddia ediyorum. Oysa, Mısır'da göreli bir açıklıkla işleyen ve sivil toplumda önemli değişiklikler yaratan ama siyasal yapıyı değiştireme­yen kalıcı bir lslami siyasal hareket geliştirmiştir. Bir başka deyişle, güçlü bir lslami hareket olmadan lran, lslam Devri­mi'ne sahne olmuş; fakat Mısır, devrim olmaksızın bir hare-

24 Antonio Gramsci, Prison Notebooks (New York: ımemational Publishers, 1971), ı o6- 1 14; 206-8.

25 A.g.c., 207.

26 joseph Famia, Gramsci's Political Thought, 192.

1 62

ket deneyimlemiştir. Bu denklemde üç ana etken rol oyna­mıştır: Ulemanın farklı siyasal ve toplumsal statüleri, ls­lam'ın eklemlenme ve uygulanma biçimlerindeki farklılık­lar ve son olarak iki ülkedeki farklı siyasal denetim derece­leri. İzleyen sayfalarda bu iki izlek ve bunların devrimci ve reformist sonuçlar açısından anlamları üstünde duracağım.

l ran lslam devrimi

11 Şubat l 979'da Tahran radyosu coşkulu bir sevinçle lran devriminin zafere ulaştığını duyuruyordu. Yığınlar halinde sokaklara dökülen halkı bir esrime hali sarmıştı. Kalabalı­ğın içinde kadınlar şeker ve şerbet dağıtıyorlardı. Sadece günler önce göstericilerle ordu arasında kanlı çatışmalara sahne olmuş ana caddelerde arabalar kornalarını çalıyor, farlarını yakıp söndürüyorlardı. Bu caddeler şimdi devrimci milis kuvvet Pasdaran'ın denetimindeydi. Orada olanlar için eşsiz bir zafer günüydü.

Zafer günü, 18 aydan uzun süren bir toplu gösteri, kanlı çatışma, kitlesel endüstriyel eylemler, genel grev ve sayısız siyasal manevralar döneminin sonucuydu. Fakat, devrimin kökenleri , ülkenin modernleşme sürecinin başladığı l 930'lardan beri devam eden yapısal değişimlerde aranma­lıdır. Bu süreç, CI�in milliyetçi başbakan Muhammed Mu­saddık'ı düşürüp Şah'ı yeniden iktidara getirdiği 1953'teki darbeden sonra hızlandı. Bu yapısal değişim, başta sosyo­ekonomik ilerlemeye eşlik eden siyasal azgelişmişliğin ya­rattığı gerilim olmak üzere birçok çelişkiye neden oldu.27 Yapısal nedenlere ek olarak, bazı hızlandırıcı etkenler de

27 Erwand Abrahamian, Iran Between Two Revolutions (Princeton: Princeton Uni­versity Press, 1983); N. Keddie, Roots of Revolution; Mohsen Milani, The Ma­hing of the Islamic Revolution in Iran (Boulder: Westvew Press, 1986); Fred Halliday, Iran: Dictatorship and Development (Londra: Penguin Books, 1979).

1 63

-devletin verimsizliği, yolsuzluk ve lran toplumunun bir­çok kesimince hissedilen adaletsizlik- rol oynadı.

Rıza Şah ( 1925-1946) ve oğlu Şah idaresinde devlet eliyle yürütülen modernleşme ve ekonomik değişim politikası, geleneksel toplumsal grupları perişan etti ve yeni toplumsal güçlerin gelişmesine yol açtı. 1970'lerin sonlarında, geniş ve müreffeh bir modern orta sınıf, modern bir gençlik, ka­musal alanda yer alan kadınlar, endüstriyel işçi sınıfı ve bunlara ek olarak yeni yoksul -gecekondulular- toplumsal manzaraya hakim oldular. Sonuncular hariç, nispeten yük­sek statüler ve ekonomik kazanımlar elde eden tüm bu gruplar ekonomik kalkınmadan yarar sağlıyorlardı. Ne var ki, Şah'ın anakronik otokrasisinin (siyasal azgelişmişlik) devam etmesi, gelişen bu toplumsal katmanları siyasal sü­rece katılmaktan onları öfkelendirecek derecede alıkoydu. Aynı zamanda, eski toplumsal gruplar -eski tüccarların bir kesimi, kentli orta sınıfın eski katmanları, ulema ve lslami kurumlara bağlı olanlar- da ekonomik çıkarlarının ve top­lumsal konumlarının altını oyduğu için modernleşme stra­tejisinden rahatsızdılar.

Hoşnutsuzluğu ifade edebilecek tüm kurumsal kanallar kapanınca, halk giderek devlete yabancılaştı. Aynı zaman­da, yolsuzluk, verimsizlik, adaletsizlik ve ahlaken hakarete uğramışlık hissi pek çok İranlının toplumsal psikolojisini niteler oldu. Böylece, Şah'ın otoriter rejimin ve çarpıcı eko­nomik kalkınmanın dorukları olan 1970'lerde (belki üst sı­nıflar ve toprak sahipleri hariç) birçok insan, farklı neden­lerle de olsa, memnuniyetsizdi. Fakat, işlerin vardığı nokta­dan Şah'ı ve onun Batılı müttefiklerini suçlamakta hepsi birleşiyorlardı. Dolayısıyla, muhalefetin ve protestonun di­linin büyük ölçüde monarşi karşıtı, anti-emperyalist, Üçün­cü Dünyacı ve hatta sonradan dindar söyleme dönecek olan milliyetçi bir dil olması şaşırtıcı değildir.

1 64

Toplumsal hareketlenme fırsatı "Carter rüzgarı" (Nasse­em-e Carteri) ile ortaya çıktı. l 970'lerin sonlarında Başkan Carter'ın insan hakları siyaseti, Şah'ı sınırlı bir düşünce öz­gürlüğü için siyasal alan açmaya zorladı. Bu özgürlük çığ gibi büyüdü ve iki yıldan kısa bir sürede monarşiyi yok etti. Her şey, sansürde sınırlı bir gevşeme, (Goethe Enstitü­sü'nde ve Tahran'daki üniversitelerde) bazı edebi ve ente­lektüel etkinliklere ve (Okuba Camii'nde) siyasal İslamcıla­rın kamuya açık toplantılarına izin verilmesiyle başladı. Ay­dınlar ve liberal siyasetçiler tarafından üst düzey bürokrat­ları açıktan eleştiren mektupların dağıtılmasıyla devam etti. Bu esnada bir günlük gazete olan Ettilaat'da Ayetullah Hu­meyni'ye açıkça hakaret eden bir makalenin yayımlanması, bazı göstericilerin ölümüyle sonuçlanan gösterileri tetikle­di. Kuzeydeki Azeri şehri Tebriz'de bu ölümleri anmak amaçlı geniş çaplı gösteriler meydana geldi. Bu, modern/ge­leneksel, dindar/laik, kadın/erkek nüfusun çeşitli kesimleri­nin kitlesel olarak katıldığı ve "ulema"nın önderlik etmeye başladığı ülke çapındaki devrimci protesto hareketlerini oluşturacak olaylar zincirinin başıydı. Fakat, neden özellik­le din adamları devrime önderlik etti?

1953 darbesinin ardından neredeyse 25 yıldan uzun sü­ren otokratik yönetim döneminde, tüm etkin laik siyasal partiler ve sivil toplum kuruluşları etkisizleştirilmiş ya da yok edilmişlerdi. Darbe, hem milliyetçi hem komünist ha­reketleri ezdi; sendikalara gizli polis SAVAK sızdı; tüm ya­yınlar sıkı biçimde sansürlendi ve neredeyse hiçbir etkin si­vil toplum kuruluşu (NGO) kalmadı.28 Örgütlü siyasal mu-

28 Şah rejiminin anti-demokratik niteliği üzerine: Fred Halliday, Iran: Dicıaıors­hip and Development (Londra: Penguin Books, 1977) (SAVAK'ın etkinliği üze­rine); Habib Lajevardi, Labor Unions and Autocracy in Iran (Syracuse: Syra­cuse University Press, 1985); Homa Katouzian, The Political Economy of Mo­dem Iran (Londra: Macmillan, 1982).

1 65

halef etin ana kaynağı, etkinlikleri münferit silahlı eylemler­le sınırlı olan Marksist Fedaian ve radikal İslamcı Mujahe­din gibi yeraltı gerilla örgütleriydi.29 Öğrenci aktivizmi de yurt içinde kampüs siyaseti, yurt dışında İranlı öğrencilerin düzenledikleri gösterilerle sınırlı kaldı. Kısacası, yaygın hoşnutsuzluklarına rağmen seküler gruplar örgütsüzdü ve liderlik kadrolarından yoksundu.

Fakat, seküler grupların aksine, din adamları iç hiyerarşi ve 1 O binden fazla camiyle paha biçilmez bir kurumsal ka­pasiteye sahip olarak nispeten avantajlı durumdaydı. Hu­

seyniye, Huvzeh ve dernekler, devrimci düzen karşıtları ara­sındaki en önemli iletişim ortamı oldular. Genç İslamcıların ve genç din adamlarının yanısıra genç kızlar ve delikanlılar "ulema" kurumunu halka bağlantıladı. Hiyerarşik düzen ortak karar almayı, emir ve bilginin sistematik akışını sağla­dı; üst düzey kararlar hem eylemcilere hem de kamuoyuna camilerden duyuruldu. Kısacası, daha saygın bir alternatifi olmamasının ötesinde, bu kurumsal kapasite ve din adam­larının mesajlarındaki dikkate değer belirsizlik, "ulema" önderliğini garantiledi. Bu önderlik, devrimci eylemlerin görece hızlı sonuçlanmasından dolayı iyice sağlamlaştı; bir toplumsal hareketin ortaya çıkması ve alternatif önderliğin gelişmesi için tartışma ve muhalefete zaman olmadı. Böyle­ce, 1970'lerde yeni gelişmeye başlayan İslamı hareket hızla devlete dönüştü, İslamlaşma kendini esasen İslam Devri­mi'nin zaferinden sonra gösterdi ve büyük ölçüde yukarı­dan, İslamı devlet tarafından dayatıldı. İslamı hukuk siste­mi, kadınlar üstünde kısıtlayıcı politikalar ve lslamI kültü­rel pratikler ve kurumlar, valay-ti faqih yani din adamları hükümeti kurulduktan sonra ortaya çıktı.

29 lran'daki gerilla etkinlikleri için: Fred Halliday, Iran: Dictatorship and Develop­ment; Ervand Abrahamian, Iran Between Two Revolutions.

1 66

Sosyo-ekonomi k değişim ve lslam'ın düşüşü

Bu çözümleme, siyasal lslam'ın lslam devriminden önceki önemini azımsamıyor. Aslında, lran'da siyasal lslam'ın tarihi Mısır'daki kadar geriye, en azından 19. yüzyıla dek gider. Tü­tün hareketinde -dış etkilere karşı ilk milli-dini hareket­lran ulemasının rolü, 1905-6'daki Meşruti devrimdeki etkile­ri ve 1930'ların ortalarındaki jangali hareketi belgelerle orta­dadır.30 Ancak meşruiyetleri, siyasal yönelimleri (toplumsal heterojenliğe bağlı olarak) ve bu nedenle siyasal etkinlikleri farklı dönemlerde belirgin dalgalanmalar göstermiştir. Huku­ki ayrıcalıkları ve ekonomik çıkarlarının yanısıra bir statü grubu olarak özel çıkarlarını da korumak için, Şeyh Fadlul­lah Nuri gibi din adamları, "anayasacı ulemanın çoğunlu­gu "nu31 mashru'a yani İslami anayasaya yönlendirerek 1906 Anayasası'nın sadık muhalifleri haline gelmişlerdir. Mashru'a

siyaseti başarısız olduysa da, Birinci Dünya Savaşı'nda Rus ve İngiliz işgalindeki ülkede İslami liderler milliyetçilik ve hü­kümet karşıtlığı siyasetlerini birleştirecek başka bir zemin bulmuşlardır. Ülke çapında birçok yerel isyan ve hareket or­taya çıkmıştır. 19 1 ?'den itibaren Khanlu Qurban ve Ensa­nallh Han gibi seküler devrimcilerle birlikte, Rasht'den dina­mik bir İslami vaiz olan Mirza Küçük Han, Hazar Gölü böl­gesi Gilan'ın büyük bölümünü denetimi altına alan jangaliler adlı müthiş bir harekete önderlik etmiştir.32

30 Nikkie Keddie, Religion and Revolution in Iran: The Tobacco Proıest of 1891 -92 (Londra: Frank Cass, ı966). Hamid Alghar, Religion and Politics. Said A. Arjo­mand, "The Ulema's Traditionalist Opposition to Parliamentarism: 1907-ı909," Middle Easıem Studies 1 7: 2 (1981), 421-33.

3ı Said A. Arjomand, "The Ulema's Traditionalist Opposition to Parliamentarism: ı907-ı909," Middle Eastem Studies ı 7: 2 (ı98ı), ı86. Arjomand'dan farklı olarak İranlı bir tarihçi olan Ervand Abrahamian ruhban sınıfın çoğunun Meşrutiyetçiliğe destek vermeyi sürdürdüğüne inanıyor (kişisel görüşme).

32 Abrahamian, Iran Between Two Revolutions, 1 1 1-2.

1 67

lkinci Dünya Savaşı sonrası dönem Ayetullah Kaşani gibi kıdemli din adamlarının yoğun etkinliklerine, Muhammed Musaddık önderliğinde milliyetçi harekete ve Ayetullah Humeyni'nin azimli bir siyasi-dini şahsiyet olarak belirdiği 1963'ün kent ayaklanmalarında lslam Fedaileri'ne sahne ol­muştur. 33 Bu arbede sonrasında Humeyni, Türkiye'de ve ar­dından lrak'ta sürgüne zorlanmış ve lslam devriminin orta­sında, devrimin lideri haline geldiği Paris'e nakledilmiştir. 1963 Temmuz'undaki olaylar, 1979'daki lslam devrimine dek İslamcıların sokaklardaki son büyük gövde gösterisidir. Hem lslam (inanç, paradigma ve söylem olarak) hem de İs­lami liderler kitlelerinin gözünde önemli ölçüde meşruiyete sahip olduklarından, tüm bu dönemlerde Müslüman kitle­leri harekete geçirmekte etkin bir siyasal rol oynamışlardır. Fakat bu rol Rıza Şah'ın hükümdarlığında ( 1925-41) azal­maya başlamıştır.

Muhammed Rıza Pehlevi'nin babası Rıza Şah, yıllar süren ayaklanmalar, iç savaş, yabancı devletlerin işgali, göçebe is­yanları ile olağanüstü siyasal istikrarsızlık ve toplumsal gü­vensizlik ortamında -"güçlü lider" özlemini belirleyen koşul­larda- ortaya çıktı. İngilizlerin örgütlediği bir darbeyle iktida­ra gelerek Batı ve onun Üçüncü Dünya varyasyonu olan Ke­mal Atatürk başkanlığındaki Türkiye Cumhuriyeti örneğinde güçlü bir devlet kurmaya girişti. Seküler milliyetçilik, eğitim­de kalkınma ve devlet kapitalizmi üstüne kurulu üniter çağ­daş bir devlet hedefledi. 34 Bu hedeflerin beraberindeki uygu­lamalar, lslam'ın kurumlarının ve ulemanın altını oyuyordu.

Öncelikle, o zamana dek din adamlarının etkisindeki yar­gı tamamen yeniden yapılandırıldı; çağdaş eğitim görmüş hukukçular geleneksel hakimlerin yerine geçtiler; birçok

33 Ayrıntılar için: Shahroukh Akhavi, Religion and Politics in Contcmporary Iran (Albay: SUNY Press, 1980), 99-105.

34 Abrahamian, Iran Betwern Two Revolutions, 140.

1 68

İslami kanunun yerini Fransız Medeni Kanunu aldı; davala­rın seküler ya da dini mahkemelerde görülmesine seküler hakimler karar vermeye başladı. Buna ek olarak, Rıza Şah toplumsal yaşamı etkileyen dini bayramları, anma törenle­rini, gösterileri ve diğer uygulamaları sınırladı. Awkaf (dini bağışlar) Bakanlığı'nın yanısıra çağdaş bir vergi sisteminin kurulması din adamlarını dini gelir vergisinin önemli bir kısmından mahrum bıraktı ve dolayısıyla, son iki yüzyıldır ulemanın sahip olduğu ekonomik bağımsızlık tehdit edil­miş oldu. Daha da önemlisi, eğitim reformu Rıza Şah'ın se­küler düşlerinde kalıcı bir yere sahipti. Devletin idaresinde birleştirilmiş okullar kurmak, din adamlarının denetimin­deki, Kuran, dilbilgisi, retorik ve mantık ağırlıklı bir prog­ramın izlendiği mektep ve medreselerin üstünlüklerini yi­tirmeleri anlamına geliyordu. Bunun sonucunda, 1925-41 arasında çağdaş ilk ve orta öğrenime devam eden öğrenci sayısı beş kattan fazla artarken,35 medreselerdeki talebelerin (teoloji öğrencileri) sayısı 1929-30'da 5 .SOO'den, 1937'de 1 .340'tan da aşağı düştü. Aslında, birçok ünlü ulemanın ço­cukları da çağdaş idari meslekleri tercih ediyor ve bu mes­leklere giriyorlardı. 36 Çağdaş okul sisteminin toplumsal ve entelektüel etkileri de geniş ölçekliydi: Kapsadığı farklı ko­nularla alternatif söylemler, bilimsel akılcılık ve dini para­digma yerine seküler uygulamalar savunuyor ve sağlıyordu. Üstelik, modern okullar, parklar, sinemalar, cafeler, fabrika­lar ve bürolar gibi diğer kurumsal mekanlarla birl ikte, kentli kadınların kapalı ev içi yaşamdan erkeklerle beraber kamusal alana geçmelerine katkıda bulundu.37 Rıza Şah'ın

35 Abrahamian'ın verdiği datadan hesaplanmıştır. Abrahamian, Iran Beıween Two Revoluıions, 140.

36 Roy Mottahedeh. The Manıle of the Propheı (New York: Pantheon, ı985), 316.

37 lslam devrimiden sonra, ilginç biçimde Tahran belediye başkanı Karbaschi, kadınların ve erkeklerin halka açık yerlerde birlikte bulunabildikleri yüzlerce

1 69

peçeye karşı amansız savaşı başlamıştı. Patriarkallığına rağ­men, tek parçadan oluşan uzun bir çarşaf olan chador'u şid­detle yasakladı ve yüksek bürokratların umumi etkinliklere eşlerini getirmelerini istedi.

Sert ve acımasızca girişilen bu uygulamalar, din adamları­nı derinden sarsmakla beraber, onları saf dışı etmediği gibi halk arasındaki dini duyguları da yok etmedi. Fakat, seküler yaşama, düşünme ve akıl yürütme seçeneklerini sağladı; böylece çeşitli rol modelleri ve meşruiyet kaynakları sundu. Müttefikler, Rıza Şah'ı uzaklaştırdıktan sonra, 1941 - 1953 arasındaki emsalsiz demokrasi deneyiminde çeşitli seküler, milliyetçi, radikal ve Marksist ideolojilerin boy göstermiş ol­ması belki de şaşırtıcı değildir. Bir inanç, söylem ve harekete geçirici güç olarak lsla.m zayıflamaya devam etti. Çarşaftan zorla çıkartılmış birkaç kadın Rıza Şah'ın düşüşünden sonra geleneksel chador'a geri döndüler; ama diğerleri yeni nesil kadınlarla birlikte yeni kimliklerini sürdürdüler. 38 Talebele­rin sayısı arttıysa da,39 siyasal İslam çarpıcı bir düşüşe geçti. Ayetullah Brujerdi yönetimindeki marja' taqleed ve Hazweh siyaset dışı kaldı. Ulemanın bir kesimi çarşı esnafıyla birlik­te petrolün devletleştirilmesini destekleyince, Ayetullah ta­rafsız kalmayı tercih etti. Sonunda, Başbakan Musaddık yö­netiminde Tudeh Partisi'nin güçlenmesinden duyulan kor­kuyla din adamları, milliyetçi lideri iktidardan düşüren 1953 darbesi saflarına geçti.40 Bu dönemde, sıradan insanlar

park ve yeşil alan yaptığı için muhafazakar bir haftalık öğrenci dergisi olan Payam-i Naneshju'nun saldırılarına hedef olmuştur.

38 Bagher Mo'meni, "Islam-i Mowjoud, Islam-i Mow'oud," Noghteh, ı: ı (1995); 74 (Farsça) . Ayrıca: Vida Behnam, "Zan, Khanevadeh va Tajaddod," Iran-Na­meh, 1 1 : 2 (Bahar 1993), 234 (Farsça).

39 Akhavi, Religion and Politics, 187, ekler.

40 Ahmad Ashraf, "Zamineh-ye ljtemaii-ye Sonnatgeraii va Tajaddodkhahui" [lran'da Gelenekçiliğin ve Modernismin Toplumsal Çerçevesi] , Iran-Nameh, 1 1 : 2 (Bahar ı993), ı 77 (Farsça).

1 70

arasında dinsel pratiklerin azaldığı görülür. Musaddık döne­mini yaşayanlar camilerdeki kalabalıkların azaldığını söyler­ler.41 Genel anlamda halk arasında dini duygular varolmaya devam ettiyse de siyasal partilerde, sanat çevrelerinde, der­neklerde, işçi sendikalarında v.b. yeni toplumsal ifade alan­ları açılmıştır. Artık milyonlarca sıradan kadın ve erkek se­küler, radikal ve Marksist olarak bilinen hareketlere katıl­mışlardır ya da bu hareketlerin sempatizanıdırlar. lran petrol endüstrisini devletleştirme mücadelesinin seküler lideri Mu­saddık, l 950'lerde milli bir kahraman haline gelmiştir. Çe­şitli seküler milliyetçi partilerin ittifakı olan Musaddık'ın Ulusal Cephesi'ne sadece daha iyi örgütlü olan Tudeh, yani Komünist Parti rakiptir. l 950'lerin başında 25 binin üstün­de üyesi ve 300 bin sempatizanıyla işçiler, kadınlar, aydınlar, sanatçılar, askeri bürokratlar, öğrenciler, öğretmenler, mes­lek sahipleri, kentli alt kesimler, hatta bazı köylüler tarafın­dan desteklenmektedir. Polisin sınırlamalarına rağmen, Or­tadoğu'daki en güçlü komünist harekete önderlik ederek42 ülkedeki en etkin örgüt haline gelmiştir.43

Darbe sonrası dönem: Değişimin h ızlanması

CIA tarafından planlanmış olan 1953 darbesi, Muhammed Musaddık'ın başbakanlığına son vermek ve Şah'ın otoritesi­ni yeniden tesis etmek üzere tasarlanmıştı. Darbe, böylece, demokratik yaşama sona vermiş, hem seküler-milliyetçi hem de komünist hareket çökertilmiş, siyasal lslam da ke­nara itilmiştir. Darbe, periferide modernleşme modeline

4ı Jami, Gozashteh Chiraq-i Rah-i Ayandeh Ast [Çağdaş lran Tarihi ) , (Londra: Jami (Farsça), ı978).

42 Fred Halliday, Iran: Dictatorship and Development (Londra: Penguin Books, ı979).

43 Abrahamian, Iran Between Two Revolutions, 321 .

171

açıkça örnek olacak bir rejim oluşturmuştur. Darbe sonrası, özellikle l 960'lar ve l 970'ler, hepsi aslen Şah'ın otokratik devleti tarafından başlatılan ve meşhur gizli polis SAVAK tarafından korunan olağanüstü bir ekonomik büyüme, dünya pazarı ile bütünleşme, kentleşme ve toplumsal deği­şim dönemini ifade eder. Modernleşmede bu yeni evre, Rıza Şah'ın başlattığı birçok programın önemini artırmıştır. Çağ­daş sınıfların (profesyonel-bürokratik ve teknokrat aydın­lar, endüstriyel işçi sınıfı, kamusal alandaki kadınlar ve çağ­daş gençlik) yükselişi, geleneksel toplumsal gruplar ve ide­aller (feodal sınıflar, esnaflar, ulema ve genelde İslami ku­rumlar) pahasına desteklenmiştir.

Darbe sonrası rejim, Amerika'nın bölgedeki en yakın müttefiki oldu. Batı'nın uydusu olmak için Batılı askeri, si­yasi ve ekonomik anlaşmalara katıldı. Modernleşme için büyük bir atılımla Şah, toprak reformu, kadınların oy hakkı ve Okur-Yazarlık Neferleri'nin kapsamlı toplumsal sonuçla­rıyla en önemli unsurlarını oluşturdukları 1963 Ak Dev­rim'ini resmen başlattı. Özellikle toprak reformu, feodal beylerin gücünü kırdı, köylülüğü ya küçük toprak sahiple­rine ya da sonradan kente göç edecek olan kırsal proleter­yaya dönüştürdü, kırsal kesimde mülkiyet ilişkilerini geliş­tirdi ve genelde köylerle kentler arasında ve kırsal kesimin kendi içinde iletişimi artırdı.

Bu arada, 1963-72 dönemindeki yıllık toplam yüzde 1 1 olan büyüme oranının 1974-75'te yüzde 30'a çıkmasında yükselen petrol fiyatlarının önemli katkısı oldu. Petrol ge­lirleri, etkileyici sanayileşme ve eğitim programlarını finan­se edebiliyordu. 1963-78 arasında lran'ın petrol üretimi yıl­lık ortalama yüzde 74 büyüme oranıyla neredeyse iki katına çıktı.44 Bu, fabrika ve atölyelerde çalışan işçilerden oluşan

44 Homa Katouzian, The Political Economy of Modem Iran (Londra: Macmillan, 1981), 276.

1 72

endüstriyel işçi sınıfının 1977'de çalışan kesimin üçte birini oluşturarak nüfusun önemli bir oranına ulaştığı anlamına gelir.45 Modernleşme stratejisi, çağdaş eğitimi yaygınlaştıra­rak kalabalık ve oldukça varlıklı yeni bir orta sınıf da yarat­tı. Okur-yazar kentli nüfus 1956'da yüzde 33'ten 1976'da yarısı kadın olmak üzere yüzde 65'e yükseldi. İran dışında­ki 80 bin öğrenciye ek olarak, 1978'de 1 75 bin öğrenci 236 yüksek öğrenim kurumuna kayıt yaptırdı.46 Bu öğrencilerin üçte biri kadındı. Eğitim, çağdaş orta sınıfın gelişmesine katkıda bulunan önemli bir toplumsal hareketlilik aracı ha­line geldi. Bunun sonucunda, öğrenci, profesör, öğretmen, yazar, doktor, avukat, teknokrat ve bürokrat sayısının kent­li çalışan kesim içindeki oranı 1 966'da yüzde 1 6 , 5'ten 1976'da yüzde 33'e, yani 300 bini kadın olmak üzere 1 .9 milyon kişiye yükseldi. Çağdaş bir orta sınıf yaratılmıştı.47

Bu gelişmelere paralel olarak, diğer geleneksel toplumsal gruplar zemin kaybediyorlardı . Aralarında önemli din adamlarının da bulunduğu feodal sınıf gözden kayboldu. Bu grubun üyeleri yavaş yavaş ticarete, spekülasyona ve en­düstriye kaydılar. 500 bin toptan ve perakende satıcıyı kap­sayan çarşı esnafının büyük bölümü, modern finansal ku­rumların, ticaret şirketlerinin, alışveriş merkezlerinin, bü­yük fabrikaların ve yeni zevklerin işgalinin etkisini hisset­ti.48 Bazıları bu işgale kesinlikle direnirken, diğerleri savaşı kaybetti ve hatta birçoğu ithal mallar ticaretine girerek çağ­daş ticaret ilişkileri ve dili kullanarak, modernleşme olgu-

45 Asef Bayaı, Workers and Revolution in Iran (Londra: Zed Books, 1987), 25.

46 Mehrdad Arman, "Naqsh-e javanan dar Enqelab" [lran Devrimi'nde Geçliğin Rolü], Kankash: A Persian journal of History and Politics, 5 (Sonbahar 1988), 95 (Farsça).

47 Bunlar üstüne: M. Milani, The Making of ıhe lranian lslamic Revolution (Boul­der: Westview Press, 1986), 1 15-9.

48 M. Milani, The Making, 1 16.

1 73

suna uyum sağlamaya başladı.49 Devrimin hemen arifesin­de, esnaf, siyaseten olmasa da sosyolojik olarak bölünmüş­tü. 50 Siyasal ayrım, ancak devrimden sonra, modernleşmeci ve varlıklı esnafın desteklediği Banisadi ile daha çok gele­nekçi ve küçük ölçekli tüccarların desteklediği din adamla­rı çizgisinde ortaya çıktı.

Ekonomik, siyasal ve toplumsal cephede herkesten çok din adamları savunmadaydı. Ekonomik bakımdan, 1963 Vakıf Örgütü'nün kurulmasının yanısıra toprak reformu, din adamlarının evkaf gelirlerinin ana kaynağını kesintiye uğrattı. Hukuksal ve unvanların kaydı gibi ruhban görevle­rinde ulemanın almaya hakkı olan harçları, Rıza Şah'ın ida­ri reformu zaten önceden, azalmıştı.51 Geriye sadece imam hakkı ve inananlardan katkı olan khoums kalmıştı. Siyasal bakımdan din adamlarının tarihsel müttefikleri olan gele­neksel esnaf ve feodal sınıf cidden zayıflamıştı. Aynı za­manda -orta sınıf, kamusal alandaki kadınlar ve çağdaş gençlik gibi- başka toplumsal gruplar gelişmişti, fakat ço­ğunun lslam'ın kurumlarıyla çok az bir bağlantısı vardı ve böylece dinsel kurumların toplumsal meşruiyetini daha da zayıflatıyorlardı. 1960'larda köydeki sınıf ar kaşlarımın çağ­daş bilgilere sahip olmadığı için köyün mollasını sorgula­dıklarını, buna karşılık olarak da imamların vaazlarını artık dinlemeyen gençlikten rahatsızlıklarını ifade ettiklerini ha­tırlıyorum. Çoğu yalnızca bir avuç öğrenciye sahip olan medreselerin sayısı l 968'de 138'e düşmüştü. "Bazıları eği-

49 Tahran çarşılanndaki ticari malların genellikle modem ve yabancı oluşu, Ka­hire ve lstanbul çarşılarıyla şöyle bir kıyaslandığında daha belirginleşir.

50 1970'lerde Tahran esnafı üstüne doktora tezinin (University of Kent, Canter­bury, lngiltere, 1985) yazan Tahereh Qaderi ile kişisel görüşme. Bu bölünme­nin siyasal yansıması devrimden sadece bir yıl sonra esnafın farklı kesimleri­nin farklı siyasal kadroları desteklemesiyle açığa çıktı. Özellikle Başkan Bani Sadr ile Ayetullah Beheshti arasında bölünmüşlerdi.

51 Akhavi, Religion and Politics, 1 34-5.

1 74

tim kurumundan çok tarihsel bina olarak varolmaya de­vam ediyordu."52 1963'te Ayetullah Mutahhari, bu acı ger­çeği "materyalist felsefenin lran gençliği üstünde cazibesi var" diyerek kabulleniyordu. 53 Bu durumdan ulemanın ba­şarısızlığını ve modası geçmiş uygulamalarını sorumlu tu­tuyordu. 54

Aslında, seküler eğilimlerin bu hücumu, Müslüman li­derleri uygulamalarını gözden geçirmek ve stratejilerini çağdaşlaştırmak zorunda bıraktı. Uygun zaman, marj'-i

taqlid, Ayetullah Broujerdi'nin 196l'de ölümünün ardın­dan oluşan boşlukla geldi . Benzer zihniyetteki bir grup ulema ve Müslüman aydınlar, İslami söylemi akılcı bilim­sel kavramlarla harmanlayarak, günlük yaşamsal kaygılara özel bir yer ayırarak, lslam'ı çekici ve çağdaş bir dille sun­maya başladılar. 55 Hukuk ya da dinsel törenler yerine Dar­win'in evrim kuramını ve Marksist materyalizmi tartıştılar. Bir mühendis olan Mehdi Bazargan, dinsel sonuçlara var­makta katı bilimsel söylemin kullanılması gerektiği konu­sunda özellikle ısrarlıydı. Buna sıcak bakan din adamları onu takip ettiler. Musaddık'ın Ulusal Cephesi'nden (Mor­teza Mutahhari, Beheshti, Allmeh Tabtabaii ve Mahmoud

52 A.g.e. , 129.

53 Bu kaygı devrim arifesine dek sürmüş görünmektedir. 1977 sonbahannda mo­demist din adamları tarafından düzenlenen Okba Camii'ndeki ünlü konfe­ranslar esnasında, özellikle Ayetullah Motahhari ve Mehdi Barzagan'ınkiler ol­mak üzere vaazların çoğunun rakip seküler, materyalist ve Marksist düşünce­lere nasıl saldırdığını gözlemleyebiliyordum. Katılanlann soru ve yorumlarına ayrılmış olan son akşam Barzagan'm konuşmasına bir eleştiri sundum. Yo­rumlarıma Ayetullah Mutahhari'nin sinirli cevabı lslamcıların o dönemdeki güvensizliklerine işaret ediyordu.

54 Morteza Mutahhari, "Rahbari-ye Nasl-i Javan" [Gençliğe Rehberlik! Goftar-i Mah 3 (1986), 46-8.

55 Ali Ashtiani, "Ehyaa'-e Fikr-e Dini va Sarkardegui-ye lslam-e Syassi dar lnqi­lab-e lran," Kankash: A Persian joumal of History and Politics, 6 (Sonbahar l 989)(Farsça); ayrıca: Ali Mirsepassi-Ashtiani, "The Crisis of Secularism and Politica! lslam in lran," Social Text 1 2: 3 (Bahar 1994), 51-84.

1 75

Talegani gibi çoğu ilerde İslam devriminin liderleri olacak şahsiyetler dahil) kalanlardan oluşan Hürriyet Hareketi marja'iyat va velayat dar Islam (muafiyetin ve liderliğin kaynağı) teması etrafında aylık seminerler düzenledi. Bu seminerler Maktab-i Tashayo başlığı altında devam etti. Bu­rada da Kuran öğretilerine ve geleneksel Şii metinlerine çok az değiniliyordu; çağdaş bilimsel dil konusundaki has­sasiyet sürdürülüyordu. "Genç Nesle Rehberlik" , "Beşeri Bilimlerde ve Dinde Nedensellik Yasası" ve "lslam ve lnsan Hakları Bildirgesi" gibi konularda makaleler yayımlayan Maktab-i Tashayo dergisini çıkardılar. Benzeri bir yayın Goftar-e Mah da paralel katkılarda bulundu. Bu reformcu Müslüman liderler, gençliğin İslam hakkında düşünceleri­ni öğrenmek için sosyolojik araştırmalara bile başvurmuş­lardır. Bunlar, radikal İslamcı Ali Şeriati tarafından gölgele­nene dek, l 960'lar ve l 970'ler boyunca siyasal İslam'ı nite­leyen Ehya'-e Fikr-e Islilmi (İslami düşüncenin uyanışı)'nın başlangıcıydı. İslami yayınlarda, İslami okulların kurulma­sında ve İslami çalışma gruplarının örgütlenmesinde bu farkediliyordu. İslami okullar düzenli bir müfredat progra­mını İslami eğlence, gündelik toplu namazlar ve alternatif haf ta sonları gibi program dışı etkinliklerle birleştirerek medreselerden ayrılıyorlardı. Amaçları, "hakiki" Müslü­man bireyler yaratmaktı.

Bu akım, lslam'ın sosyalleşmesinde ve siyasallaşmasında belirgin bir kaymayı ifade ediyordu. Yine de, bu akım ve o dönemin dindarlığı, kitlesel bir toplumsal hareket olmak­tan çok uzaktı ve l 990'ların başındaki Mısır ve Cezayir örnekleriyle pek benzerlik göstermiyordu. lran'da Mak­tab-i Tashayo ve benzeri etkinlikler zayıf, izole ve elitist kaldı. lki süreli yayınları yalnızca üç sayı basıldı. Tarihçi Reza Afsheri'nin de belirttiği gibi, Ayetullah Humeyni'nin lslam ideoloj isine en önemli katkısı velayat-e Faqih, en

1 76

ateşli takipçileri tarafından bile bilinmiyordu.56 Yaygın ka­bulün aksine, ulemanın kitlelere çağrıya başvurduğu yö­nünde yeterli kanıt bulunmamaktadır. 57 Gerçekte, başlıca liderlerin hiçbiri mustaz'afin'e (yoksul) özel bir sınıf ola­rak belirli bir önem atfetmedi. Ayetullah Humeyni'nin 88 vaaz, mesaj ve mektuplarına bakarsak, devrimden önceki 15 yılda, eğitimli gençliğe, öğrencilere ve üniversitelere yaptığı 50 göndermenin yanında, alt sınıf insanlara 8 kez öylesine değinmiştir.58 Buna karşılık, avaam-zadegui , yani popülizm konusundaki uyarılarında Ayetullah Mutahha­ri'nin elitist yaklaşımı açıktır;59 Ali Şeriati'ye göre devrimci gücü halk kitleleri değil aydınlar oluşturur.60 Demek ki, bu Müslüman liderler için kritik kitle mustaz'afin değil eğitimli gençlikti.

Aslında, 1960'larm sonlarında ve 1970'lerde Islami kitap, kaset ve derneklerde genel bir artıştan söz edilebilir. Örne­ğin, 1976'da Tahran'da dini kitaplar basan 48 yayınevi ol­duğu, Mafatih al-jnan'ın 490 bin kopyasının satıldığı, kaset kaydı ve dağıtımı yapan 13 merkez olduğu, l .800'ü resmen kayıtlı 1 2.300 dini dernek olduğu söylenir.61 Bu rakamların

56 Reza Afshari, • A Critique of Dabashis Reconstruction of Islamic Ideology as a Prerequisite for the Iranian Revolution" Critique: ]oumal of Critical Studies of the Middle East 5 (Sonbahar 1994), 76.

57 Bu varsayımın sahibi Akhavi, Re!igion and Politics, 101 ; Arjomand, The Tur­ban; Mottahedeh, The Mantle; and Kazemi, The Unhnown.

58 Ayetullah Ruhullah Humeyni, Sahife-ve Nour; Milli Rehberlik Bakanlığı'nın derlediği toplu eserleri (Tahran. 1982). Mustaz'afin terimi lisanına ilginçtir ki yalnızca devrimin doruğunda, yoksulun alternatif bir kavramlaştırmasını sun­ma girişimiyle sokulan reddetmekte kullandığında giriyor (Aban 1 357). Daha ayrıntılı bir tanışma için: Asef Bayat, Street Politics: Poor Peopld Movemmts in Iran, 1 977-1 990 (New York: Columbia University Press, 1997).

59 Bahthi dar Bare-ye Malja'iyyat va Ruhanyyat, 183 (Farsça).

60 Ali Shariati,]ahatguiri-ye Tabaqati-ye Islam (Tahran, 1980) (Farsça).

61 Aıjomand, "Shi'ite Islam and the Revolution in Iran," Govemmmt and Opposi­tion, 16: 3 (1981), 3l l-3.

1 77

kesinliği konusunda ciddi şüpheler olsa da,62 birçok araştır­macı bunları 1960'lar ve 1970'lerde, sonu lslam Devrimi'ne varacağı belli olan bir "dinsel hareketin kesin kanıtlan" ola­rak görürler.63

Öncelikle, 1966'dan sonraki sansür siyaseti, din dışı ko­nularda basılan kitaplarda genel bir düşüşe ve böylece din kitaplarının oranında görece bir yükselişe neden olmuş­tur.64 Devrimden hemen sonra sansürün kalkmasıyla sekü­ler dergilerin, kitapların, risalelerin ve kasetlerin bir anda kitlesel ölçekte ortaya çıkmış olması ilginçtir. lran Yayın Birligi'ne göre, 1979'un ilk altı ayında ülkede 2 milyondan fazla kitap basılmıştır.65 Tahran'ın en yüksek tirajlı gazetesi (Keyhan) 1978'de 300 bin satarken, devrimin ilk aylarında Tahran'ın iki büyük akşam gazetesinin (Keyhan ve Ettila'at)

tirajları 1 ,5 milyonu aşmış, solcu sabah gazetesi Aynadegan

400 bin dolayında satmıştır. Devrim'i izleyen aylarda yal­nızca Tahran'da 100 gazete ve dergi çıkmaya ya da yeniden yayımlanmaya başlamıştır. 66

62 Kitap sayısı UNESCO'nun istatistiklerine başvurularak doğrulanabilir. Fakat ls-1.amt derneklerin sayısı konusunda yalnızca 1 .800 sayısını veren resmi bilgiler güvenilirdir. Diğer kategorileri doğrulamak mümkün değildir. Bu l .BOO'den ne kadannın işlerliği olduğunu ya da sadece ismen varolduğu kesin değildir.

63 Mirsepassi-Ashtiani, Tht Crisis, 77; Roy Mottahedeh. The Mantle, Hamid Da­bashi, Theology of Discontent: The Ideological Foundation of the Islamic Re­volution in Iran (New York: New York University Press, 1993).

64 Akhavi, Rtligion and Poliıics, 160. Bu dönemde lran'da dünyadaki en sıkı san­sür siyasetlerinden birinin yürütüldüğüne dikkatinizi çekerim. Popüler basın üstündeki sansür konusunda: Wılliam Milliard, "Popular Press in Iran," Gof-0-Gou 4 (Tahran, 1994) (Farsça).

65 Majid Tehranian, Socio-Economic and Communicaıion Indicators in Devdop­mrnı Planning: A Case Sıudy of Iran (Paris: UNESCO, 1980), 63.

66 Bu rakamlar üstüne: Majid Tehranian, Socio-Economic, 56-7. Kayıtlı süreli ya­yınlann toplam sayısı 1975'te 104'ten, devrimden bir yıl sonra 1980'de 227'ye sıçradı. Fakat, muhalif yayınlara ve örgütlere karşı uygulanan sıkı önlemler bu sayıyı 66'ya düşürdü. Bir başka deyişle hemen hepsi seküler 161 süreli yayın yasaklandı. Sayılar için: Markaz'i Amar-e Iran, Iran dar Aa'inc-yc Amaar 4(Tahran), 1363.

1 78

Buna ek olarak, devrimden önceki dinsel yayınların çoğu siyasal lslam'ı temsil etmemekteydi. Aksine bunlar ya dini törenler ve ahlak üstüne pratik kalvuzlar ya da mistisizm ve dinbilim üstüne akademik araştırmalardı.67 Kum'daki Haz­weh'in dergisi Maktab-e lslam, 1960'ların sonunda çok sat­tığı doğru olsa da, reformcu ya da siyasal malzeme basmayı her zaman reddetmiştir;68 ve Ali Şeriati'ye göre Mafatih al­jnan "fosilleşmiş geleneksel Şiizmin en ahiretçi yönü"nden başka bir şey değildir.69

lslami okulların dinsel mesajları ya da bu bağlamda siya­sal İslam'ı yaymaktaki başarısı da şüphelidir. 1960'larda be­nim bu okullardan birinde 3 yıllık deneyimime göre, İslami programların çoğu öğrenci için çekici değildi70 ve sonunda kurumsal endoktrinasyonun baskısını hissedip seküler okullara geçen çoğumuz, din öğretmenlerini sevmezdik. İs­lami eğlencenin ağırbaşlı havası, öğrencilerin aktif olarak peşinde koştukları din dışı eğlenceyle yarışamazdı. Öte yandan, mustaz'afin'in, mollaları takdir ettikleri ve devrime etnik tabanlı ad hac dinsel sistemler benzeri İslami kurum­lar aracılığıyla katıldıkları yaygın bir varsayımdır. Pek çok Şii yoksulu biraraya getirmekle birlikte hey 'at'lar, iddia edi­lenin aksine,71 siyasal hareketlenme yerleri değildiler. Be­nim doğrudan gözlemlerim, bir genç işgalcinin hey'at'aların işlevlerinin "sosyalleşme", "İmam Hüseyin'i kurban verme ve [ölüsü için] ağlama" ile sınırlı olduğu şeklindeki görüşü-

67 Akhavi, Religian and Politics, 161-2.

68 A.g.e., 1 38.

69 ifade Arjomand'a aittir. Arjomand, "Shi'ite Islam and the Revolution in Iran," (1981), 312.

70 Benim okulum hem ilkokulu hem ortaokulu olan Taheri-ye Eslami lslamt holding]ame'e-ye Ta'limat-e Eslami'nin parçasıydı.

7l Farhad Kazemi, Poverty and Revolution in Iran (New York: New York Univer­sity, 1980); Roy Mottahedeh. The Mantle of the Prophet: Religion and Politics in Iran (New York: Pantheon, 1985).

1 79

nü doğruluyor.72 Kentsel yoksul, ulemanın siyasal bayrağı altına sadece Şubat 1979'daki isyanlardan hemen önce gir­di.73 Kısacası, dinsel yayınların ve kurumların siyasal lslam için önemi, 1960'lar ve 1970'lerde ideolojik etkilerinde de­ğil, devrim arifesinde ağ oluşturma kapasiteleri ve harekete geçirici rollerinde aranmalıdır.

Daha önemlisi, bunları lslami uyanışın tek belirtisi olarak kabul etmek, özellikle de geriye dönük bakarken, önemli bir paralel olguyu hafife almaktır. Bu olgu, devrim sonrası araştırmacıların neredeyse tamamen göz ardı ettikleri, İsla­mi uyanış ile tam da aynı zamanda gelişen, güçlü seküler eğilimdir. Yukarıda, lran'daki seküler davranışın tarihsel te­mellerine değindim: Yaygın çağdaş eğitim, iletişimin yay­gınlaşması, din adamlarının ekonomik ve toplumsal ko­numlarının erimesi. Bu gidiş, lslam Devrimi'nin meydana geldiği aynı on yılda doruğa ulaştı. Komünist, milliyetçi ve aydın hareketlerinin temel seküler kurumlarda ifade edile­bildiği l 940'lardan farklı olarak Şah'ın l 970'lerdeki dikta­törlüğü, toplumu benzeri kurumlardan yoksun bıraktı. Bu­nun yerine seküler dergiler, sinemalar, western filmleri, pop müzik kasetleri, pop şarkıcıları, gençlik merkezleri (Khane­

yi ]avanan) , alkollü içki tüketimini özendiren barlar, Hazar Gölü kıyısında tatiller ve Batı'da üretilmiş televizyon dizile­rinin popülerliğinde bir artış vardı.74 Sinema izleyicilerinin sayısı 1969 ile 1975 arasında yüzde 50, yani aynı dönemde-

72 Ali Banuazizi, "Alounaknishinan-i Khiaban-i Professor Brown," Alijba 2: 3 (Yaz 1 36211983), 59.

73 lran Devrimi'nde kentsel yoksulun bir çözümlemesi için: Asef Bayat, Street Po­litics: Poor People� Movements in lran (New York: Columbia University Press, 1997), 3. bölüm.

74 Camilere, mabetlere ya da hcy'at'lara girişten farklı olarak bunlar sıradan ya da orta gelirli vatandaşlar için ücretliydi. (Hacca gitmekten farklı olarak) sadece zenginlerin faydalandıkları Avrupa tatilleri, kabareler gibi eğlenceleri bunların dışında tutuyorum.

1 80

ki kentsel nüfus artışının iki katı kadar arttı. 1970'lerde İran sinemalarında, dörtte biri Amerikan yapımı olmak üzere, yılda SOO'den fazla yabancı film gösteriliyordu. Ayn­ca, 1975'te kentli ailelerin neredeyse yüzde SO'sinin televiz­yonu vardı, bu oran 1960'larda yüzde 4'ten azdı ve ülke ge­nelinde evlerin yüzde 65'inde radyo vardı .75 Bu medya, 1970'lerin sonunda Gougoush, Fardin, Aghasi ve Sousan gibi birçok popüler şarkıcı ve artistin şarkıları ve perfor­manslarıyla oldukça seküler bir popüler kültür ortaya çı­karmıştı. Bütün bunlar, sinema, radyo ve televizyonun din­sel zihniyetli kişilerce lanetlendiği bir zamanda oluyordu; Ayetullah Humeyni'nin görüşlerine göre bu medya "gençli­ğimizi yozlaştırmakta kullanılıyor"du. 76

Böyle bir arka plan, İslami liderleri, siyasal dönüşüm olası­lığından şüpheye düşürdü. Devrimden sonra yazan akade­misyenler, 1960'ların sonu ve 1970'lerin başındaki İslami ha­reketin boyutunu abartmışlarsa da, (l 960'lann sonunda) oğ­luna yazdığı mektup Şeriati'nin ne kadar hüsrana uğramış, karamsar ve misyonuna ilgisiz kalan halka karşı öfkeli oldu­ğunu gösterir.77 1970'te Ayetullah Humeyni dahi İran monar­şisini devirmenin iki yüzyıl alabileceğini düşünüyordu.78

Oysa, Müslüman aydınlar arasındaki siyasal söylemle sı­nırlı kalmış olmasına ve 1990'ların başında Mısır'dakinden farklı olarak, dernekler, NGO'lar, sendikalar, okullar, ma­halleler, işyerleri ya da medya gibi sivil toplum içinde her­hangi bir kurumsal biçim kazanmamış olmasına rağmen modernist İslami bir aydın olan Ali Şeriati'nin popülaritesi,

75 Bu rakamlar için UNESCO, Statistical Yearbook (Paris: çeşitli yıllar)

76 Anan Hamid Nafici, "lranian Cinema under the Islamic Republic," American Anthropologist, 97: 3 (Eylül 1995), 548.

77 Reza Afshari, A Critique, 80.

78 Ruhollah Khomeini, Hokumat-e Eslami Din-e Syasat Ast (n.p. 1970 [ 1392 Ara­bic year]) , 160.

181

1970'lerin ortalarında bir İslami hareket başlatıyor gibi gö­rünüyordu. Halkın Mücahitleri Ö rgütü [Mujahedin-e

Khalq] , Şeriati'nin düşüncelerinden etkilenmişse de, devrim sonrasına dek örgütün kitlesel takipçileri olmadı.79 Kısaca­sı, devrim öncesi lran'da İslami hareket geriden geliyordu. Siyasal İslam'ın kitlesel bir toplumsal harekete dönüşmesi­ne vakit kalmamıştı. İslam Devrimi'yle kesildiğinde İslami hareket, İran'da oluşum aşamasındaydı.

Mısır lslami hareketi

Mısır, İran'dan farklı olarak, 1990'ların başında güçlü ve kalıcı bir İslami hareket geliştirdi. Mısır'daki İslami hareke­tin yaygın imajı, özellikle ]ihad ve al-]ama'a al Islamiya gibi militan İslamcılarla devlet arasındaki devlet başkanı Sedat'a 198l'de düzenlenen suikastla başlayan uzatmalı yıpratma savaşında yansır. Ayrıca, Hıristiyan Kıptilere, Batılı turistle­re, seküler düşünürlere yönelik saldırılarda ve Dünya Tica­ret Merkezi'nin bombalanmasıyla ilgili olduğu iddiasıyla Birleşik Devletler'de gözaltına alınan al-]ama'a al Islami­

ya'nın lideri Şeyh Ömer Abdurrahman'ın imajında dile ge­lir. Yalnızca 1993 yılında İslamcılarla hükümet güçleri ara­sındaki çatışmalarda 1 . 106 kişi ölmüş ya da yaralanmış ve 1 7. 19 1 kişi tutuklanmıştır.80 Siyasetçileri, güvenlik güçleri­nin başındakileri ve önemli toplumsal şahsiyetleri öldürme­ye yönelik birçok girişim olmuştur. Ayrıca, birçok sinema, cafe, video dükkanı, Nil gezinti tekneleri ve bankalar bom­balı saldırılara hedef olmuştur. Dramatik görüntüsüne kar­şın bu militan akım, kademeli ve şiddet içermeyen akımdan

79 Mücahitler üstüne: Ervand Abrahamian, Radical Islam: The Iranian Mojahedin (Londra: Tauris, ı 989).

80 Saad Eddin Jbrahim, "The Changing Face of Egypt's Jslamic Activism: How Much of A Thread?" Ibn Khaldoun Crnter5 Papers (Cairo, May 1995), s. 7.

1 82

çok daha az etkili ve kalıcı olmuştur. Asıl önemli olan, siya­sal lslam'ın sivil kurumlarda daha da yayılmasını besleyen genel dindarlığın artmasıdır.

Mısır' da lslami uyanış, 1920'lerde başlamış, 1970'lerin başından itibaren hızla yayılarak ve 1990'ların başında do­ruğa ulaşarak tabandan, kalıcı bir toplumsal harekete doğru ilerlemiştir. Bir ucunda şiddet yanlısı militanlar, öbür ya­nında şiddet yanlısı olmayan kademeci lslami koalisyon (El-Ekhwan ve Hizbul-Amal) ve bireyci Sufi tarikatlardan oluşan geniş bir yelpazede kendini ifade etmiştir. Diğer ta­raf ta, Al-Azhar ve AwkafBakanlığı ve Yüksek lslami Konsey de dahil olmak üzere seküler devletin bazı kurumlarını da kapsar. 1980'ler ahli , yani özel camilerin sayısında çarpıcı bir artışa sahne olmuştur. Resmi açıklamalara göre devlete bağlı olmayan camilerin sayısı 198l'de 40.000'den 1989'a 70.000'e hızla artmıştır.81 Bu camilerin çoğu alternatif ve genellikle düzen karşıtı dinsel mesajların mekanı olarak hizmet etmiştir. 1975'ten beri yüzde lOO'ün üstünde bir ar­tışla 1990'larm başında 4.000'den fazla İslami dernek bulu­nuyordu. Aynı dönem, lslami kitap, risale ve dini kasetlerin üretim ve satışında müthiş bir artışa sahne oldu. 1994'te ba­sılan kitapların dörtte biri dinsel içerikliydi ve bu sayı 1985'ten beri yüzde 25'lik bir artış gösteriyordu.82 1995 Ka­hire kitap fuarında satılan kitapların hemen hemen yüzde 85'i lslami içerikliydi.83 Şeyh Kishk v.b. binden fazla şahsi­yetin kasetleri milyonlarca satıyordu. Düzinelerce lslami

81 Sırasıyla Awkaf Banı'nın jarida Mayo (2 Ocak 1989) ve bir bakanlık yetkilkisi­nin Al-Ahram (5 Aralık 198l)'deki demeçleri. Anan Hala Mustafa, Al-Dawla wal-Harakat al-lslamiyya al-Mu'arida (Cairo: Al-Mahrousa Publications, 1995), 409. Hükümet destekli camilerin sayısının 1970'lerin ortasıyla 1980'le­rin sonu arasında sadece yüzde 40 arttığını belirtmek gerek.

82 Veriler Mısır Kültür Bakanlığı'ndan alınmıştır (Kasım 1995).

83 Kahire Üniversitesi'nden Profesör Mustafa El-Sayyed ile kişisel görüşme (1996).

1 83

gazete, haftalık ve aylık dergi yüksek tirajlara sahipti.84 Yal­nızca dinsel konulara yer veren bir kanal olan Radyo Kuran bu dönemde en yüksek popülaritesine ulaşırken, sinema iz­leyicisi sayısı ve yerli film üretimi düştü. 85 Halkın duyarlılı­ğının devlete yaptığı baskıya karşılık olarak, televizyon programlan üretiminde öz-sansür on� ya çıktı ve 1975 ile 1990 arasında dinsel programlarda yüzde 50 artış oldu.86 İs­lami duyarlılık özellikle alkol tüketimindeki, barlar, alkollü içecek satan büfeler ve Mısırlıların gittiği gece kulüplerin­deki azalmayla kendini gösterdi.

Aynı zamanda, son 20 yıldaki lslami aktivizm sivil ku­rumlara, kitle iletişim araçlarına, resmi eğitime ve sosyal hizmetlere sindi. l 990'ların başlarında Müslüman Kardeş­ler, Mısır'ın belli başlı meslek odalarım -doktor, mühendis, eczacı, avukat, diş hekimi, tüccar, öğretim üyeleri, hatta öğ­renci dernekleri- denetimi altına almıştı. Genelde bakıldı­ğında 4.000 lslami STK, 9.000 seküler STK'yı safdışı etmiş-

84 Gazeteler arasında sayılması gerekenler: Al-Sha'b (lslamcı işçi Panisi), Al-No­ur (Liberal Pani/Müslüman Kardeşler), Al-Moslimoun ve Al-Moslim Al-Moasir (uluslararsı gazeteler) , Al-Liwa'a Al-Islami (Milli Demokrat Pani), Aqidati (Al­Azhar güdümünde gazete), Liwa' Al-Islam (haftalık). Dergiler: Al-Mukhtar Al Islami (Müslüman Kardeşler) , Minbar El-Sharq (işçi Panisi), Al-Tasawaf Al ls­lami (Süfi Konseyi) , Minbar Al-Islam ve Al-Azhar (Al-Azhar Enstitüsü), Al­Muslim Al-Saqir (Müslüman Çocuklar). Bunlara ek olarak önde gelen lslamı örgütler ve partilerce gazeteler ve haftalık dergiler yayınlanıyordu. Bunlar ara­sında Al-Ahrar (günlük), Al-Ahrarar (haftalık), Al-Haqiqah (haftalık) , Al-Nour (haftalık), Al-Osraı el-Arabi (haftalık) ve aralannda El-Orouba, Shabab el-Ah­rarar, Ahrar el-Saiid ve Ahrar El-Hilwan gibi yayınlarında bulunduğu 30'dan fazla özel konularda ya da bölgesel yayın vardır. Buna rağmen bazı lslamcılar "günümüz Mısır'ında lslamt yayın krizi"ni protesto ediyorlar. Örneğin Liwa Al-Islam, 50: 2 (Ekim 1995), 1 1-15; El-Wasat, #195, 23.10. 1995, s. 32-34.

85 UNESCO yayınları; Simon Brindle "Egypt's Film lnsutry," Business Monthly: ]oumal of the American Chamber of Commerce in Egypt, 1 1 : 6 (Temmuz 1995), yerli film yapımında sabit bir azalmaya işaret eder.

86 Nagwa Al-Fawal, Al-Bamamag Al-Dini-yya Fi Al-Televizyon Al-Masri (Kahire: National Center for Sociological and Criminological Studies, (1994). 1990'da­ki dinsel televizyon programlarına ait veriler bu kaynaktan alınmıştır; 1975 yılı için Al-Ahram gazetesindeki televizyon programlarına başvurulmuştur.

1 84

ti. lslami STK'ların diğerlerinden daha iyi finanse edildikle­ri, hatta daha iyi yönetildikleri ve işledikleri yönünde yay­gın bir inanç vardı.87 Ayrıca, Müslüman Kardeşler, 1980'le­rin başından devletin çökertme girişimine dek Müslüman şirketler kurmakla da uğraştılar. Birçoklarınca yüzde 20'ye varan kar oranlarıyla bu şirketlerin toplumdaki alt gelir gruplarını destekledikleri düşünüldü. Sivil aktivizme ek olarak (Müslüman Kardeşler'in lşçi Partisi'yle yaptığı) Müs­lüman koalisyonu, yerel ve genel seçimlerde ciddi bir çıkış yaptı. Müslüman Kardeşler'in parlamentodaki sandalye sa­yısı l 984'te 12'yken l 987'de 38'e ulaşmıştı. 88

Kitlesel bir hareket olarak Müslüman Kardeşler, iş çevre­lerinden alt sınıflara, yaşlı, genç, kadın, erkek çeşitli top­lumsal gruplar tarafından destekleniyordu. Fakat özü, çağ­daş orta sınıfa dayalıydı. Öte yandan, militan grupların ey­lemcileri çoğunlukla (20-30 yaş arasında) kırsal ya da taşra kökenli, büyük kesimi üniversite mezunu ya da meslek sa­hibi olmak üzere temel eğitimli, Kahire'nin alt sınıf mahalle­lerinde ya da Orta Mısır'ın büyük köylerinde ikamet eden genç erkeklerden oluşuyordu. l 990'ların başında militanla­rın saflarına genç (yaş ortalaması 21) ve daha az eğitimli (l 970'lerdeki yüzde 64 oranıyla karşılaştırıldığında yalnızca yüzde 30'u üniversite mezunu) üyeler katıldı.89 Alt-orta sınıf gençlik, radikal lslamcılığın yeni aktörleri olarak kendilerini gösterdiler. Örgütlü emeğe genelde İslamcılar uzanamadılar-

87 S. Ibrahim, The Changing Face, 4. lslamı NGO'ların sayısının aslında bunun üstünde olduğu düşünülmektedir. Birçok lslamı özel gönüllü demek, Top­lumsal işler Bakanlığı'nın rakamlannda "çok yönlü" NGO kategorisi altında saklıdır. Bu hesaba katılırsa lslam'ı özel gönüllü dernekler ı 970'lerden itiba­ren genel refah NGO'larının yüzde 50'sinin üstüne çıkmış, l 990'lann başında 5 .OOO'i aşmıştır.

88 A.g.e., s. 4.

89 Ne'mat Guenena, "The Changing Face of Egypts Islamic Activism: 1974-1995," (lbn Khaldun Center for Developmental Studies, Kahire, Eylül 1995), 7-8.

185

sa da, kentsel yoksulla İslamcılar arasındaki ilişki karmaşık­tı. Aşağıda, genel algılanışının aksine, lslami toplumsal refah örgütlerinin İslamcıların siyasal aktivizm alanları olmadığını göstereceğim. Öte yandan, Büyük Kahire'deki fanatik eylem­cilerin çoğunun gecekondu mahallelerinden geldiği ya da oralarda mukim olduğu doğruysa da, bu, yoksul içindeki si­yasal varlıklarını gerektirmez. Kiraların yüksekliği ve görü­nürlük, bir miltanm daha ucuz ve daha gözden uzak bir yer­de yaşaması için yeterli sebeptir.90 Aslında süreğen konut so­runu, mekansal olarak "marjinalleşmiş" orta sınıfı Mısır'a özgü bir kentsel olgu haline getirmiştir. İslamcılar, 1992 Ka­hire depremi ve 1994 Yukarı Mısır seli dönemlerinde yok­sulluk içinde toplumsal taban tesisine çalışmışlardır, fakat bunlar büyük ölçüde istisnai etkinliklerdir.

Bu dönemde, siyasal lslam, aslında, Mısır'da temelde yoksullaşmış ve haksızlığa uğramışlık hissiyle hüsran için­deki orta sınıfın isyanını yansıtıyordu.91 Yüksek eğitimleri ve dolayısıyla sosyal statüleri sonucu sahip oldukları yük­sek beklentileri, ekonomik başarı namına gelecek vadetme­yen iş piyasasında gerçekleşmedi. Nasser'ın refah devleti patlamasının ürünü olan bu kesim Sedat'ın ülkeyi hem Ba­tılı ekonomik, siyasal ve kültürel etkilere hem de Yahudi düşmanla yakınlaşmaya açan intif ah siyasetinin kaybeden-

90 Aslında kanıtlar militanların Kahire'nin kenar mahallelerine l 970'lerde Al­Takfir wa al-Hegra parçalanırken yukarı Mısır'dan kaçan militanların aşırı ka­labalık ve görünürlüğü olmayan gayri resmi cemiyetlerine sığınmasıyla yayıl­dığını gösteriyor. Al'Essawi, El-Ashwaiyyat wa Tagarob Al-Tanmiyyah (Kahire: Kahire Üniversitesi, ı 995).

9ı Militan lslamcıların toplumsal profili için Saad Eddin Ibrahim "Anatomy of Egypt's Militanı Islamic Groups"; Gilles Kepel, Muslim Extremism in Egypt,

210-ıS; Ne'mat Guenena, Thejihad: an 'Islamic Altemative' in Egypt. Akhwan farklı toplumsal katmanlarca desteklense de yeni (eğitimli, profesyonel ve mu­wazzafin) orta sınıf ana aktördü. El-Ekhwan'ın toplumsal profili üstüne bir detaylı çalışma yoktur. Fakat meslek odaları üstündeki bariz etkileri kentli or­ta sınıf kitlelerine kanıttır.

1 86

leri oldu. Mısır'da İslamcılık bir yoksunluklar halinin -eko­nomik bağımlılık, kültürel satılmışlık ve ( 1967 İsrail yenil­gisi ve ardından Camp David Anlaşması ile) ulusal aşağı­lanma- algılanan tüm sebeplerini reddeden ideolojik bir paketi temsil etti. Başta Nasser sosyalizmi ve Sedat'ın kapi­talizmi olmak üzere bütün başarısız ideolojiler ve Batılı kül­türel, siyasal ve ekonomik kıyım koşulları karşısında, İslam hakiki değişimi gerçekleştirebilecek tek özgün doktrin ola­rak görüldü.

Siyasal İslam'da böylesine gelişkin bir ideoloj i açikça merkeze, kadrolara ve eylemcilere aitti. Bunların dışında İs­lamcılıkta liderlerin ideolojisini değil, daha pragmatik te­rimlerle statükoya karşı geçerli tek muhalafet yolunu bulan alt sınıf unsurlar gibi hareketin birçok periferik odağı da vardı. Bu bağımsız yan gruplar, çoğunlukla kendilerine ait tutarlı bir ideoloji geliştirmedikleri gibi liderliğin ideolojisi­ni de benimsememişlerdir. Aksine, açmazlarından bir çıkış ve saygın bir gelecek imkanı sunan herhangi bir sosyal güce yönelebilirler. Aynı kesim l 920'ler ve l 930'larda Wafd'ı, da­ha sonra l 950'lerde ve l 960'larda Nasser'ı takip etmişti. Her iki hareket de sonuna kadar sekülerdi, fakat geçerli al­ternatifler sunuyorlardı. 92

Toplumsal lslam'a karşı siyasal lslam

İslami aktivizm lran'da güç bela siyasallaşırken, neden Mı­sır'da toplumsal hareket niteliği kazandı? Çoğu kez Şiiliğin Sünnilikten farklı olarak din ile siyaseti birleştiren bir gele­nek olduğu ve baskıya uğramış bir mezhep olarak devrimci bir gelenek oluşturduğu söylenir. lslam'ın Şii ve Sünni kollan hakimiyet karşısında muhakkak ki farklı yaklaşımlar sergiler.

92 Bu tarihsel notlara dikkatimi çektiği için Profesör Saad Eddin lbrahim'e teşek­kür ederim.

1 87

Fakat, her ikisi de lslam'ı siyaset olarak görür. Zubaida ve Keddi'nin belirttikleri gibi, Şiiliğin içkin anlamda hiçbir dev­rimci niteliği yoktur. Sünnilikte siyasal otoriteyi cemaat be­lirler. Fakat, Şiilikte ümmeti yönetme meşruiyetine yalnızca imamlar sahiptir. Aslında bu durum, Şii imamlar zamanında belirginleşmiştir. Sonuncu, yani onikinci imamın gölgelen­mesiyle konu, Şii alimlerin akbari ve usuli ekollerine bölün­dükleri lran'ın Qajar dönemine dek bir yüzyıldan uzun bir zaman tartışmalı olarak kalmıştır. Birincisi Peygamber'in ge­leneğinin harfi harfine takibini vurgularken, diğeri Peygam­ber'in sünnetini yorumlamakta ve gereğinde yeni kararlar al­makta ulemaya yetki veren bir içtihad kavramını kabul et­miştir. Din adamları görülmemiş bir önem kazandılarsa da, imamlar adına tam otorite kullanma yetkileri yoktur. Bu ne­denle, Ayetullah Humeyni'nin 197l'de yazdığı Hokoumat-e Islami (lslami Hükümet) kavramı Şii geleneğinde yeni bir icadı temsil ediyordu;93 devrimden sonra başvurulmasının arkasında da, din adamlarının liderliğini garanti eden siyasal koşullar yatıyordu.94 Yine de, birçoklarının yanısıra Alghar ve Keddie'nin de belirttiği gibi, Şii lslam'ın bazı tarihsel ve ku­rumsal özgünlükleri, lran'daki lslamcı aktivizmin siyasaldan çok toplumsal nitelikte olmasına katkıda bulunmuştur.

93 Bu konunun ayrıntı bir çalışması için Hamid Enayat, "The Concept of Vala­yat-i Fawih in imam Khomeini," Kiyam, 6: 34 (Ocak-Şubat 1997, Farsça). ln­gilizcesi james Piscatori, ed., lslam in the Political Process (Londra: Cambridge University Press, 1983); Ahmad K. Moussavi, Religious Authority in Shi'ite ls­lam: "From the Office of Mufti to the lnstitution of Maıja" (Kuala Lumpur: 15-TAC Publication, 1996), 8. bölüm.

94 lslamt Cumhuriyet'in ilk başkanı ve Ayetullah Humeyni'nin en yakın dava ar­kadaşlarından biri olan Bani Sadr, anısına şunlan söylüyor: "Humeyni Paris'te Şah'ın düşeceğine inanmadı. Haftada bir iki defa onu Şah'ın iktidardan çekile­ceğine ikna ediyordum . . . . Gazeteciler ona "Çerçeveniz, modeliniz nedir? lsla­mt devlet nedir?" diye soruyorlardı. Cevaplanmızı dikkatle tanyorduk. Tarihi­mizin hangi dönemine yaslanabilirdik? Abbasi hanedanlığı? Emeviler? Yoksa ilk halifeler devri mi? Bir devrime yaraşır bir ideoloji şekillendirmek zorunday­dık (vurgu bana ait - A. B.). Al-Ahram Weekly (Mısır, 26 Ekim 1995), s. 5.

188

Hem lran hem de Mısır'da (kıdeme ve ekonomik duruma göre) iç farklılaşmalarına rağmen din adamları gelir güven­liği ve toplumsal ve ruhani meşruiyet bağlamında ortak çı­karları olan belli bir statü grubu oluşturur. Fakat siyasal ve sosyal konumları iki ülkede farklıdır. Muhalefet liderleri ha­line gelen gelenekçi Şii din adamlarının din işlerinde ayrıca­lıklı yetkilere sahip oldukları lran'dan faklı olarak Mısır'da din işlerinin idaresi, sivil toplumda kitlesel bir dernek çalış­masıyla mesajlarını yayan sıradan eylemcilere yayılmıştır. 18. yüzyılda Mısır uleması yönetici sınıfın ayrılmaz bir par­çasıydı ve seçkinlerle halk arasında aracılık yapıyordu. Mu­hammed Ali'nin iktidarını oturttuğu dönemde, ulema, Mı­sırlı liderin göz ardı edemeyeceği sarsılmaz bir güç haline gelmişti. Muhammed Ali, önce çiftlik vergisinden gelir sağ­layarak, politik meselelerde danışmanlık ayrıcalığı tanıyarak ulemanın desteğini satın aldı; daha sonra bu ayrıcalıkları kaldırarak ve devletin maaşlı çalışanları haline getirerek ule­mayı denetimi altına aldı. Buna rağmen, ulema, sömürge karşıtı hareketin önemli bir parçası olmaya devam etti. 95

Ulemanın İngiliz hakimiyetine muhalefeti, özellikle Al-Afg­hani ve Muhammed Abdu'nun ve daha sonra Rashid Re­da'nın eylemleriyle devam etti. lslamI reformcular hem ya­bancı hakimiyetine karşı savaştılar hem de lslam'ı Batı'nın ilerlemesiyle rekabet edebilecek şekilde yeniden biçimlen­dirmeye çalıştılar. Oysa, benzeri girişim, lran'da modernist ulema tarafından 1960'lar gibi geç bir dönemde başladı.

Ancak, devletin bir parçası olarak ulemanın siyasal rolü yalnızca milliyetçi tavırlarla sınırlı kaldı. lç meselelerde, ba­zı dinI şahsiyetler hariç, ulema çoğunlukla durumdan hoş­nuttu. 1955'te dini mahkemeleri kaldıran, tüm bağışları devlet denetimine sokan ve 196l'de Al-Azhar dahil tüm ls-

95 Ira lapidus, A History of Islamic Socicıks (Cambridge, 1988), 61 7-20.

1 89

lamı eğitimi ele geçiren Nasser, ulemanın devlete bağımlılı­ğını daha da artırdı. lbadet yerleri ve mawqufat (vakıflar) üstündeki denetimlerini ciddi ölçüde sınırlayan 196l'deki benzer gelişmeye rağmen lran'da din adanılan kendi güçle­rine (birçoğu aynı zamanda toprak sahibiydi), yakın bağları olan esnafa ve küçük dini bağışlara dayanarak özerklikleri­ni korudular.96

Dolayısıyla, Mısır'da, yöneticilere karşı muhalefet bayrağı­nı kaldıranlar, ulema değil, sıradan lslami eylemciler oldu. Seküler-milliyetçi Wafd partisi ve kraliyet ailesi yönetimi dö­neminde (19 19-1952) , 1928'de Müslüman Kardeşler Birliği ortaya çıktı. Müslüman Kardeşler, lsmailiye'de öğretmenlik yapan ve ülkesindeki emperyalist ekonomik hakimiyetten, Müslümanların, özellikle de genç neslin yozlaşmasından ve dejenerasyonundan ve kralların bozulmuşluklanndan deh­şete düşen Hassan El-Banna tarafından kuruldu. Mesajları, Mısır toplumunun bir Cahiliye toplumu olduğuna kanaat getirmeye başlamış geniş bir vatandaş yelpazesini cezbetti. Kardeşlik, 1929'da dört şubeden hızla büyüyerek 1949'da 2.000 şube ve bir milyon civarında üye ve sempatizan sayısı­na ulaştı. Üyeler farklı kesimlerden geliyordu, fakat çekirde­ği, "yeni burjuvazinin ekonomik başarı şansını sınırlayan yabancı ekonomik denetimin" baskısını hisseden, yükselen kentli orta sınıflar oluşturuyordu.97 1949'da Hassan El-Ban­na'ya polisin düzenlediği suikastın ardından yerine ruhani lider olarak Hassan el-Hudaybi geçti.

Modernliğe, sekülerliğe, milliyetçiliğe ve daha sonra sos­yalist düşüncelere bağlanan milliyetçi lider Nasser'ın

96 Ruhban-esnaf ilişkileri için; Ahmad Ashraf, "Bazaar-Mosque Alliance: The So­cial Roots of Revolts and Revolutions," Politics, Culturt and Society, ı : 4 (Yaz ı988), 4ı8-21.

97 Richard Mitchell, The Society of Muslim Brothers (Londra: Oxford University Press) , 328-30.

1 90

1952'deki Devrim'inden sonra, Bağımsız Memurlar'la yakın bağlantısına rağmen Müslüman Kardeşler bir dizi baskıya maruz kaldı.98 Başlıca ideologlarından Sayyed Qutb gibi ki­şiler tutuklandı ve idam edildi; devlet örgütü yasadışı ilan etti. Nasser'dan sonra hareket, Sayyed Qutb ve diğerlerinin devrimci görüşleri ve Hassan el-Hudaybi'nin kademeci gö­rüşleri arasında bölündü. Her iki taraf da Mısır toplumunun ve siyasetinin insanın insana hükmettiği bir Cahiliye toplu­mu olduğunda birleşiyordu. Her iki kesim de alternatif bir lslami devlet ve toplum için savaşmakla birlikte, bu düzene ulaşmakta izlenecek yolda ayrılıyorlardı. Sayyed Qutb pasif kalanları gayri Müslim addediyor, eylem ve hareketi savu­nuyordu. Diğer taraftan, Hudaybi, lslami dava için söyleme, ibadete ve da'wa'ya davet ediyordu. lki taraf da Siyonizme, Haçlılara, komünizme, sekülerlige ve Nasserizme muhalifti­ler. Bu hizipleşme, bugünkü militan ve reformist İslami ko­alisyon (Müslüman Kardeşlerle) ayrışmasının kökenidir. Devrimci akımdan al-Takfir wal Hejra, ]ama'at Islamiya (her ikisi de Sedat döneminde çökertildi) , al-]ihad ve al-]ama'a al-Islamiya (hala etkin) örgütleri gelişti.99

Müslüman Kardeşler başarılarını büyük ölçüde örgütlen­me tarzlarına borçludurlar - hücreler, alternatif camiler, okullar, gençlik dernekleri, kadın örgütleri, klinikler, çalış­ma kooperatifleri ve bunların yanısıra atletik ve paramiliter

98 Gilles Kepe!, Muslim Extremism; Ne'mat Guenena, Thejihad: an 'lslamic Alter­native'; Samed Naquib, "The Political Ideology of the Jihad movement" (basıl­mamış master tezi, Sociology Depan�en, The American University in Cairo, 1993).

99 Radikal lslamcı gruplar üstüne; Gilles Kepe!, Muslim Extmnism; Saad Eddin Ibrahim, Anatomy of Egypü Militanı lslamic Groups; Hamid Ansari, "The Isla­mic militants in Egyption Politics," lntemationaljoumal of Middle Eastem Stu­dies, 16 (March 1984), 418-33; Uri Kumferschmidt, "Reformist and Militanı Islam in Urban and Rural Egypt," Middle Eastem Studies, 23 (Ekim 1987), 403-18. Aynca Civil Society'nin çeşitli sayılan (lbn Khaldun Center for Deve­lopmental Studies, Kahire).

1 91

örgNlenmeler aracılığıyla sivil toplumdaki toplumsal hare­ketlenmeyle bütünleşmişlerdi. Bu strateji, Müslüman Kar­deşler'i, insanların günlük hayatlarına katarak, toplumda İslami duyarlılıkları yayan bir kitlesel toplumsal harekete dönüştürdü ve Müslüman Kardeşler'in grass-roots temelini kuvvetlendirdi.

Buna karşın, hem liberal deneyimin başarısızlığı, hem l 940'larda sömürgecilikle bağdaştırılan seküler liberalizme olan güvensizliğin yardımıyla İslami duyarlılığın yayılışı, Mısırlı sekülaristleri İslam'a kapı açmaya zorladı.100 Lapi­dus'un belirttiği gibi, bu dönemde seküler aydınlar "İslami bir çerçeveyi kabullendiler ve İslam'la moderniteyi uzlaştır­maya çalıştılar. Sonuç, sekülarizmi kurtarmaktansa, İslami uyanışı meşrulaştırmak oldu. " 101 Ancak, bu, İslami sembol­lerin halkın günlük hayatına karışmasıyla bir biçimde sekü­lerleşmiş dinin ortaya çıkmasına katkıda bulunan özgün bir uyanıştı.

Dinsel sembollerin sekülerleşmesi Mısır İslam'ının bir ni­teliğiyken, tam aksine İran'da din ve sembolleri, İslam'ın kutsal ve esoterik niteliğinin altını çizerek yüce bir konuma oturdu. Örneğin, İranlı, Kuran'a büyük saygı gösterir, özel bir durumda okunmak üzere alınana dek duracağı koru­naklı kutsal özel yerinde saklar. Aksine, Mısır'da bir taksi şoförü yerel pop müzik kanalından birdenbire Kuran oku­nan bir kanala atlayabilir. Dini olaylar, Mısır'da çoğunlukla halk festivalleriyken, İran'da genelde ölüm ve yasla bağlan­tılandırılan ağırbaşlı, hüzünlü ve ciddi işlerdir. Mısır'ın eğ­lenceli ve oldukça çoşkulu Ramazan Bayramı yalnızca İran'ın (yeni yıl kutlaması) Nowrooz ile karşılaştırılabilir. Mısır'ın kültürel ve dinsel manzarasında popüler şarkıcıla-

100 Afaf Lufti el-Sayyi<j Marsot, Egypt's Liberal Experimet (Cambridge: Cemb­ridge University Press, 1991) ; Ira Lapidus, A History of Islamic Societies.

101 Ira Lapidus, A History of Islamic Societies, 627.

1 92

rın Hazreti Muhammed'le ilgili synthesizer ve elektronik gi­tar eşliğinde söyledikleri şarkılar çok olağandır. Fakat İranlı bir Müslüman için Gougoush'un imam Hüseyin üstüne şar­kı söylemesi tahayyül edilemez. Kısacası, dinselle dünyevi­nin, moderniteyle dinin karşılıklı bir diğerini dışlayan kate­goriler olarak ele alındığı lran'ın aksine Mısır, dinin şu ya da bu biçimde baskınlığını koruduğu bir tür kültürel me­lezliği yaşamaktadır. 102 Sonuçta, dinsele ve geleneksele kar­şı seküler ve modern kimliğin kutuplaşması, l 970'ler lran'ında l 980'ler ve l 990'lar Mısır'ından daha fazla telafuz ediliyordu. Bugünkü Türkiye'ye benzer ve Mısır'dan farklı olarak Iran toplumu, seküler ve dindar hattında derinden yarılmıştı. Din adamlarının iki ülkedeki farklı sosyal ve si­yasal konumlarıyla birleştiğinde bu farklı dinsel pratikler oldukça önemli sonuçlar doğurmuştur.

lran'daki ulema genel kültürel değişim, hızlı Batılılaşma ve l 950'ler ve l 960'larda toplumsal ve kültürel meşruiyet­lerini tehdit eden seküler davranışlarla sarsıldı. Özellikle modern eğitim almış gençlik din adamlarını ve genelde din kurumunu reddetmeye başladı. Bu kötülüğün kaynağı ule­maya göre bozuk düzen ve onun Batılı müttefikleriydi. Bu koşullar, ulemayı, devleti hedef alan muhalefet siyasetine yöneltti. Fakat, Mısır'da din adamlarının deneyimi farklıy­dı. (Orta sınıflar, eğitimli gençlik ve kamusal alandaki ka­dınlar gibi) modern düşünce ve toplumsal grupların yükse­lişine rağmen, Al-Azhar (ve ruhbani olmayan lslam) Mısırlı Müslümanlar için hala oldukça saygıdeğer ve meşruydu; ve siyasal lslam'ın ani yükselişine rağmen Al-Azhar ülkede di-

ıoı Mısır'da bu üst ve üst-orta sınıf ailelerin günlük yaşamında farkedilebilir. Genç insanlar Merriot ya da Hilton gibi otellerde evlenseler de alkollü içecek sunulduğunu görmedim. Batılılaşmış sınıflardan gelen genç kızlar ve erkek­ler Ramazan'da oruç tutarlar ve çoğu düzenli olarak namaz kılar, lslam'a ve din adamlarına saygılıdırlar. l 960'lann ve l 970'lerin lran'ında bunun aksine modern sınıflar genelde din konusunda bir gevşeklik gösteriyorlardı.

1 93

ni ortodoksiyi temsil etmeye devam etti. Al-Azhar'ın cuma namazlarına katılım vardı; yayınları kitlesel dolaşımdaydı; ve milyonlarca kişi için Şeyh Sha'rawi'nin televizyon konuş­maları (khotabas) hala çekiciydi. Bugün, genç ve modern Mısırlılar geleneksel lslam'ı kucaklamaktan çekinmiyorlar. l 970'lerin başında İranlı gençliğin dinsel gevşekliğini göz­lemlemiş biri olarak lslami emirler ve din adamlarının oto­ritesinden büyük saygıyla bahseden Batılı orta ve üst sınıf Mısırlı gençliğin dindarlığının boyutları beni hayrete dü­şürmüştü. Sonuçta, (gençlik, gelenekçiler, ulema ve devlet gibi) Mısır toplumunun farklı kesimleri, lslam'da benimse­yebilecekleri birşeyler buldukları gibi din adamları da lranlı meslektaşlarının yaşadığı sarsıntı, küskünlük ve politik ay­rılığı yaşamadılar. Toplumsal kitleyi cezbetmeye ve dinsel meşruiyetlerini korumaya büyük ölçüde devam ettiler. 103 Bununla birlikte, siyasal İslamcılara benzer biçimde ulema, siyasal iktidarı ele geçirmek biçiminde olmasa da, da'wa yo­luyla toplumu Müslümanlaştırma hedefini izlediler.

Reformcu sonuç

İslami dönüşüme iki farklı yaklaşım lran ve Mısır'ı stratejik anlamda birbirinden ayırmıştır. lran deneyimi, Gramsci'nin "cepheden saldırı" ya da isyan halini akla getirirken; Mısırlı İslamcılar, reformcu sonuçlarıyla "pasif devrim"i tercih etmiş izlenimi vermektedirler. Antonio Gramsci'den habersiz Has­san El-Banna yıllar önce bu stratejiyi şöyle dile getiriyordu:

Müslüman Kardeşler olarak bizim görevimiz, gönlümüzü ve ruhumuzu yüce Allah'a bağlayarak önce kendimizi dö-

103 Ocak 1997 gibi çok yakın bir zamanda, camilerde vaaz izni ve özel camilerin Awkaf Bakanlığı'nın denetimine sokulması gibi ayncalıklarına yönelik hükü­metin sınırlamalarına karşı resmi Al-Azhar dışında bir kısım din adamı Ule­ına Cephesi adı altında toplandı. Al-Hayat (25 Ocak 1997), 7.

1 94

nüştürmek; sonra iyiliği davet eden ve kötülüğü kovan er­

demli bir cemaat olacak şekilde toplumumuzu örgütle­

mektir; hayırlı devlet bu cemaatten yükselecektir. 104

Şimdiki Ekhwan'ın lideri Mustafa Mashur da aynı yakla­şımı sergiler: "Tüm isteğimiz Şeriata dayalı bir lslam devleti . . . İslam devletini kurmamız bir asır alabilir. llkelerimiz ge­lecek nesillere miras kalmalıdır ve bu ilkelerden hiçbir sap­ma olmamalıdır." 105 Bu yakınlarda Kahire'deki bir camide çıkan bir tartışmada militan bir genç imamı siyasal suç or­taklığıyla itham etti. Takım elbiseli ve kravatlı bir genç olan imam, görevinin hükümet karşıtı siyasal ajitasyon değil, "ideolojik altyapıyı inşa etmek" ve tabanda hakiki Müslü­man bir toplum yaratmak olduğu şeklinde cevap verdi.106

Müslüman Kardeşler, yaygın iletişim ağları ve taban yapı­larıyla pasif devrim yapmaya ve ideolojik altyapı oluştur­maya yıllar önce başlamışlardı. Bu iletişim ağı, lslami du­yarlılıkları yaymakla kalmayıp, sıradan Mısırlının bazı te­mel maddi ve manevi gereksinimlerini karşılamaya da muntazaman hizmet etti. Bu ağlar ve etkinlikler birçok dü­zen karşıtını rahatlatan başa çıkma mekanizmaları ve bir ahlaki cemaat oluşturduğundan, hareket, istemeden, kitle­sinin "negatif eklemlenmesi"nin koşullarını hazırladı. Bu tür kurumlarda liderliğin uzlaşmacı strateji benimsemesi­nin reformist sonuçlar ortaya çıkaracağını savunan Guilian Denoeux kısmen haklıdır, fakat, bu ağların kitlenin algısı ve hareketin dinamikleri üstündeki çoğunlukla nesnel (re­formist) etkisini gözden kaçırır. 107 Mısır'da İslami dernek-

104 Hasan Al-Banna, Nadaraı fi Islah al-Nafs wal-Mujtana' (Kahire: Maktaba al-l'itisam, 1980), 62-63.

105 Mülakat. Al-Ahram Weekly (16-22 Kasım 1995), 2.

106 Bu karşılaşmaya Ekim 1996'da Kahire'de bir camide şahit oldum.

107 Guilian Denoeux, Urban Unrest in the Middle East: A Comparative Study of In­f ormal Networhs in Egypt, Iran, and Lebanon (Albany: State University of New

195

ler, hem entegrasyon hem de değişim sürecinde kritik bir kurumsal rol oynamışlardır.

Son yirmi yılda , Mısır'da geleneksel yukarıdan aşağı planlamadaki ve kalkınma hedeflerinin uygulanmasındaki yetersizlikler, yerel ve küçük ölçekli kalkınma projelerinde, özellikle STK'larda patlamaya yol açmıştır. Çoğunlukla ahli camiler etrafında örgütlenen lslami dernekler, bu fırsattan hızla faydalanmış ve çok büyümüşlerdir. 1980'lerin sonun­da özel gönüllü derneklerin üçte birine 108 ve milyonlarca Mısırlı yoksula yardım ve sağlık hizmeti sunarak 1990'lann başında refah örgütlerinin en az yüzde SO'sine, yani 5.000 özel gönüllü derneğe ulaşmıştı . 109 Aslında, daha liberal ekonomik politikalar izleyen hükümetlerin sosyal katkılar­dan çekilmesini telafi için camiler alt gelir gruplarına alter­natif destek hizmeti sağlıyor gibi görünüyordu. Kahire Ez­bat Zein'deki tipik bir Müslüman örgüt, Kuran kurslarının yanısıra, dikiş kursu, ana okulu, tıbbi bakım, özel dersha­neler, yiyecek kooperatifleri ve fosseptik temizliği de sağla­mıştır. 1 1 0 Başka örgütler, lise mezunları gibi potansiyel ra­dikal siyasal lslamcı grupların ihtiyaçlarına cevap verecek video kulüpleri, bilgisayar eğitim merkezleri açmışlardır. Hem mali fonların (şirketlerin ve lran Körf ezi'ndeki göç­men işçilerin zekatları) hem de gönüllülük ruhunun varlı­ğı, bu örgütleri nispeten avantajlı duruma getirmiştir. 1 1 1

York Press, ı 993).

ıos Al-Ahram Strategic Studies Center, Taqrir Halat Eddiniyya fi Misr (Kahire ı996), 236-7.

ıo9 Saad Eddin Ibrahim, "Egyptiın Law 32 On Egypt's Private Sector Organizati­ons: A Critical Assessment," (Ibn Khaldun Center fer Developmental Studi­es, Kahire, Kasım ı996, Working Papers, no. 3), s. 34-35.

ı ıo Denis Sullivan, Private Voluntary Organizations in Egypt (Miami University Press of florida, ı994), 65-68.

ı ı ı Örneğin ı 990'da 5.400 zekat komitesi camilere dağılmıştı. Birçoğu sosyal et­kinlikler ve yardım etkinliklerini, Kuran kurslarını, yeni cami inşaatlarını fi­nanse eden ı97l'de kurulan Naser Social Bank'a benzer biçimde çalışıyordu.

196

Hükümet, sadece kendi sosyal hizmet yükümlülüğünün bir kısmını bu sektör omuzladığı müddetçe girişimi des­teklemiştir.

Bu pratikleri İslami yapan, hem devlete hem de özel sek­töre bir alternatif olması, bazı aktivistlerin dinsel inancı, ze­kata dayanan mali kaynakları ve satın alınabilir sosyal hiz­metler sunmalarının birleşimidir. Fakat, bu etkinliklerde yer alanların birçoğu için bu dernekler, sadece bir iş ya da bir işletmeden ibarettir. Yaygın kanının aksine, İslami refah örgütleri, İslamcıların siyasal hareketlenmeyi yönettikleri yerler değildirler, yalnızca hizmet sağlamakla uğraşırlar. Bu STK'larm çoğunun siyasal İslam'la hiçbir bağlantısı yoktur. Çok azı Müslüman Kardeşler'le, yalnızca bir avucu da radi­kal İslamcılarla bağlantılıdır. 1 1 2

İslami derneklerden farklı olarak, İslam'ın baskın olduğu meslek örgütlerinin hepsi Müslüman Kardeşler'le müttefik­tir. l 990'ların başında Ekhwan, başlıca meslek odalarını de­netimi altına almakla kalmayıp, diğerlerinde de sağlam bir muhalefet oluşturmayı başarmıştır. İslamcıların etkisi, aynı zamanda birçok sendika üyeliğinde de çarpıcı artışlara ne­den olmuştur. Örneğin, Öğretmenler Sendikası'nın üye sa­yısı 1985'te 250.000'den, 1992'de 750.000'e yükselmiştir. 1 13 Bu sendikaların popülerleşmesi, büyük ölçüde İslamcı li­derliğin performansıyla ilgilidir: Yolsuzluğa karşı savaşmış, üyelerinin gelirlerini artırmış, sosyal refah sistemleri yarat­mış, işsiz üyelere iş bulmuş, tüketici kooperatifleri kurmuş, alt-sendikalar ve sosyal kulüpler oluşturmuş ve geniş çaplı

Amani Qandil ve Sarah Ben-Nafisah, Al-]amaiyyat Al-Ahliyyafi Misr (Kahire: Al-Ahram Center for Strategic Studies, 1995), 61 , 282-3.

1 12 A.g.e., 282.

1 13 Amani Qandil, "Taqdim Adaa' El-Islamiyn fi-NniqaBAT Al-Maniyya" (Kahi­re: CEDEJ!Cairo University, 1993).

197

siyasal hareketlenmeye önderlik etmişlerdir. 1 14 Örnek ey­lemleri, 1992 Kahire depremi ve 1994 Yukarı Mısır selinde­ki hızlı müdahaleleridir. Sendikalar öylesine güçlenmiş ve seslerini duyurur hale gelmişlerdir ki, hükümet hem yasal yollarla hem de önde gelen üyelerini tutuklayarak sendika­ların önünü kesmek yoluna gitmekten başka seçenek göre­memiştir. 1 1 5

Toplumsal hizmetler saglamakta Müslüman Kardeşler tek değildir. Aslında, Müslüman Kardeşler'in halka yönelik et­kinlikleri, siyasal alandan pay isteyen diğer toplumsal güç­leri rekabete girmeye zorlamıştır. Örneğin, Al-Azhar, muha­lif lslamcılarınkine benzer toplumsal hizmetler sunmaya başlamıştır. 1 16 Aynca, Mısır hükümetinin 1990'ların başında kenar mahalleleri ve gecekondu bölgelerini iskan önlemleri de, 199l'de yabancı basına göre İslamcıların "devlet içinde devlet" yarattıkları Kahire'nin bir kenar mahallesi olan lm­baba vakasını yansıtır. Aynı şekilde seküler gruplar, özellik­le seküler STK'lar, ktndi kısmi alternatiflerini sunma çaba­sındadırlar. Mısır özel gönüllü örgütlerinin sağlık, eğitim fi­nans ve sosyal hizmetlerinden 1990'da tahminen 5 milyon yoksul faydalanmıştır. 1 1 7 Birçok benzeri deneyimde oldugu gibi, böyle yoğun bir rekabet hem kritik bir kitleyi hareket­lendirmiş hem de siyasal, ekonomik ve manevi başa çıkma mekanizmaları sağlamıştır.

Maddi koşullan iyileştirmenin ötesinde, Mısır'daki İslami hareket, yabancılaşmış seçmenlere, rakip seküler ve Batılı

1 14 A.g.e. Aynca benim Doktorlar Sendikası'nın bir üyesiyle yaptığım görüşmeye (Kahire 1990) dayanarak.

1 1 5 Madde 100/1993'e göre sendika seçimleri sadece toplam üyeliğin en az yüz­de 50'sinin oy kullanması halinde yasal sayılacaktır. Yedi sendika bu kanunu reddetmiş ve hükümetle ciddi çatışmalara girmiştir.

1 16 El-Liwa El-lslami (28 Eylül 1995, s. 15).

1 1 7 Saad Eddin Ibrahim, "Egyptian Law 32," s. 34.

1 98

kültürün daha az tehditkar göründüğü alternatif bir sosyal, kültürel ve ahlaki cemaat sunmuştur. Bu cemaatler, hızlı kü­reselleşmeyi ve Batı'nın kültürel nüfuzunu göğüslemekte ge­lenekçilere hem muhalefetlerini ifade imkanı hem de bir ah­laki güvenlik ağı sağlamıştır. Küçük ve büyük kentlere yayıl­mış haftalık toplantı törenleri sadece bir kültürel protesto­nun yansıması değil, aynı zamanda, Durkheimcı toplumsal dayanışma, güvenlik ve ahlaki bütünleşmenin vücut bulma­sıdır - Arlene MacLeod'un Kahireli kadınların yeni örtünme tarzlarını "yardımcı protesto" olarak adlandırdığının aksi ko­şullar. 1 1 8 Örneğin, yalnızca Tanta'da 2.000'in üstünde üye sa­yısına ulaşan Genç Müslümanlar Birliği, gençlik kütüphane­leri, spor etkinlikleri, dil ve bilgisayar kursları, video ve tele­vizyon gösterileri, konuşmalar, geziler ve tatiller düzenle­miştir. 1 1 9 Yüzlerce kentli mahalle toplantısında (halaqat) , farklı sosyo-ekonomik gruplardan kadınlar yalnızca İslami emirleri öğrenmek için değil, ahlaki bir cemaate aidiyet duy­gusu kazanmak için de haftada bir biraraya gelmişlerdir. Sendikalar, çoğunlukla milli siyasal süreçlerden dışlanmış üyelerinin karar alma süreçlerine katılımlarının gerçekten sağlandığı ve oylarının sayıldığına emin oldukları yerler hali­ne gelmiştir. Sendikalar, siyasi suçlular ve Filistin sorunu gi­bi konuların tartışılabildiği, insan haklan mücadelesi alanla­rıydı; aktivistleri Bosna, Irak ve Çeçenistan'daki kurbanlara yardım toplayabiliyorlardı;120 üyeler için hac seyahatleri ör­gütlenebiliyordu. Hatta gençler "lslamt düğün" düzenleme­leriyle Mısır'ın otel düğünlerinden kaçınabiliyorlardı.

lslamt özel okul sayısındaki artış ise bir başka dinsel ay­rılık ve entegrasyon kurumunun gelişimine yol açtı. Müs-

1 18 Arlene Macleod, Accomodating Protest: Working Womrn, The New Veiling, and Change in Cairo (New York: Columbia University Press, 1991).

119 Dennis Sullivan, Private Voluntary Oıganizations in Egypt, 73.

120 Amani Qandil, Taqdim Adaa' El-Islamiyn.

1 99

lümanların zayıf ve "ahlaken kötü yönlendirilmekte" oldu­ğuna inandıkları milli eğitim sisteminden alınamayacağına inandıkları eğitime (ta'lim) ek olarak bu okullar, öğrencile­rini ahlak ve İslam'ın erdemleri (terbiyya) içinde sosyalleş­tirdiler. Azhari kurumlarından farklı bu yeni kurumlar, günlük toplu ibadet yapılan, din dersleri olan, kamplar ve İslami kimliğe uygun boş zaman etkinlikleri olan, benim 1960'ın sonlarında Tahran'daki lslami okulumdan farklı değildi, fakat Mısır'da lran'dakinden çok daha büyük öl­çekliydi.121

Kısacası, 1 990'larda Mısır' da kültür ve ahlaki değerler düzeyindeki rekabet, maddi refah alanındakinden (belki de bedeli daha yüksek olduğundan) çok daha şiddetli oldu. Burada, "hakiki lslam" , sekülerleri de içeren birçok rakip arasında düşüncede ve eylemde yoğun rekabetin konusu haline geldi. Sonuçta, seküler kamp daha fazla taviz verdi ve İslami fikirler daha da yayıldı. Bu yayılma, yalnızca siya­sal İslam'ın çeşitlerini değil, İslami uyanışa zaten önemli ta­vizler vermiş olan seküler devlet kadar, (Mustafa Mahmoud örneğindeki gibi) modemistleri de içeriyordu. Devlet dene­timindeki televizyonda, "ahlaksız" programların çoğu kal­dırılırken, 1980'lerin başından itibaren İslami içerikli prog­ramlar artırıldı. Aynı dönemde, hükümet pek çok camiyi devletleştirdi, Ramazan ayında vaaz vermek üzere birçok imamı işe aldı. Awkaf Bakanlığı'nda çalışan imamların sayı­sı 1982'de 6.000'den, 1996'da 22.000'e, üç kattan fazla artış gösterdi. Yine aynı dönemde hatiplerin (Kuran ezberleyen­ler) sayısı 900'den l .200'e sıçradı. 122 1993'te hükümet, vakıf (awkaj) çalışanlarının ve Azhar mezunlarının tüm ülkeye İslam'ın mesajlarını yaymalarını öngören "Işık Kervanları"

121 Mısır lslamt okullan konusunda Unda Herrera'nın 1995-96 döneminde bu okullar üstüne çalışmasına dayanıyorum.

122 El-Liwa El-lslami (5 Aralık 1996, s. 14).

200

programını başlattı. 1 23 Al-Azhar zaten son on yılda halka yönelik etkinliklerini artırmaya başlamıştı. 1995 yılında 10.000'den fazla cami, ilkokuldan Kuran kursuna ve üni­versitelere 6.000'den fazla eğitim kurumu ve neredeyse 1 milyon 250 bin öğrenci Al-Azhar'a bağlıydı.124 Al-Azhar ve yerel kuttab mezun binlerce kişi her yıl ulema saflarına ek­leniyordu. 125 Öte yandan, hükümetteki Milli Demokrat Par­ti ve seküler seçkinler, kendi Islam anlayışlarını önermeye başladılar. Milli Demokrat Parti'nin çıkardığı El-Liwa el-ls­lami ve Batılılaşmış bir yayınevinin çıkardığı Aqidati gibi Is­lami haf talık dergiler, "Mısır gençliğine doğru Islami dü­şünce ve kültürü aşılamak" için kuruldular. 126 Ironik olan, her iki yayın da Islam'ın gelenekçi, hatta zaman zaman köktenci versiyonlarını sergilemesidir. 127 1989'da Al-Muja­

hid dergisiyle ordu da yarışa katıldı. Giderek geleneksel halk dindarlığını beslemeye başlayan bu yarış, lran'daki gi­bi Şeriat yanlısı yeni gelişmekte olan Islami uyanışın değil, modernistlerin izolasyonuyla sonuçlandı.

1990'ların başında bu tür cemaatlerin varlığı ve üyeleri­nin tavırları, Isla.m toplumu düşüncesinin kısmen de olsa geçekleştiği izlenimi uyandırıyordu. "lslami altyapı" inşası­na yönelik çabalarla birlikte, giderek bunların sisteme ek­lemleyici, hatta uysal sonuçları kendini göstermeye başladı. Bu durum, devrimcilerin morallerinin bozulmasına ve kız-

123 Vaizlerin beceriksizliği programın başarısızlığından kısmen sorumludur. Di­ana Digges, "The Government School: The Next Generation of lmarns in Apolitical Islam," Cairo Times (18 Eylül - 1 Ekim 1997, s. 7).

124 A.g.e.

125 El-Liwa El-lslami (28 Eylül 1995, s. 15).

126 Al-Azhar Üniversitesi rektörü Ahmad Umar Hashim'in açıklaması; Aqidati (7 Kasım 1995, s. 3).

127 Ciddi bir tiraja sahip olan El-Liwa E!-Islami, Profesör Ab-Zaid'in "köktenci" eleştirilerini destekledi ve Pekin Kadın Konferansı'nın muhafazakAr eğilimle­ri yanında yer aldı.

201

malarına neden oldu. Uzlaşmacı ulema, "apolitik" dualar ve cami konuşmaları üstüne kaygılarını dile getirdiler. Islamcı­lar, bu durumdan artan polis gözetimini sorumlu tutsalar da, Mısır'ın Islamcı hareketinin reformcu sonuçları asli rolü oynamıştır. 128 Bu kaygılar, Mısır toplumunda yaygın bir tar­tışmayı olduğu kadar, (çeşitli militan gruplar, reformcu Müslüman Kardeşler ve iç hizipleri, Al-Azhar ve iç muhale­feti, mahkemeler ve çeşitli Sufi tarikatlarını da içeren bazı devlet kurumlarını kapsayan) Islami hareketteki önemli farklılaşmaları ve bölünmeleri de belirliyordu. Değişim için "hakiki Islam" ve "doğru strateji" üstündeki yoğun rekabet, şiddetli çatışmalara yol açtı; hatta insanların sadece siyaset­çilere değil Islami muhalefete de zorlu sorular yöneltmele­rine imkan verdi - bu olguya Islam Devrimi öncesi Iran si­yasal arenasında kesinlikle yer yoktu. Bu tartışma ve açıkla­maların, Mısır toplumunun siyasal açıklığına çok şey borç­lu olduğunun altını çizmek gerekir. 1980'lerde Mısır'da si­yasal partilere, basına ve STK'lara açık siyasal alan sınırlı da olsa, 1970'lerde Şah yönetimindeki Iran'la kıyaslanamaz. lran'dan farklı olarak, Mısır, l 980'lerde dokuz siyasal par­tiyle çok partili siyasal sisteme, dönemsel seçimlere, muha­lefet gazetelerine, (pek çok Arap devletinde hayal bile edile­meyecek şekilde) hükümetin halk tarafından eleştirilmesi­ne ve en önemlisi, siyasal otoriteden bağımsız bir yargıya sahipti. Ayrıca, Islami hareket içindeki rekabet ve çekişme de önemlidir. Rekabet, siyasal görüşlerde göreli açıklığın, konumlanmalardaki çeşitliliğin, iç muhalefetin ve dolayı­sıyla parçalanmışlığın -bir toplumsal hareketi niteleyen ama bir devrim senaryosunda anomali olacak şeyler- gös­tergesidir. Devrimler, toplumsal hareketlerden farklı olarak, yüksek düzeylerde birlik, genellik ve belirsizliğe dayanır.

128 Heba Rauf (Shaub (3 Ocak 1997, s. 9). Aynca yazarla Mart 199Tde yapılan mülakat.

202

Bu unsurlar ise , Mısır'ın aksine lran'da mevcuttu. Şah'ın otokrasisi, Şiiliğin hiyerarşik yapısı gereği din adamlarının tartışmasız liderliği, tartışmaya ve uzlaşmazlığa vakit olma­ması ve dolayısıyla devrimin söylemindeki dikkate değer belirsizlik bu şaşırtıcı birliği sağladı. 129

Mısır'da, aynı zamanda hem lslamcıların hem de devletin direnişi, hiçbir tarafın mutlak zaferi garantileyemediği bir siyasal denge yarattı. Tıpkı Rusya'daki sosyalist devrim gibi, lran'daki lslam devrimi de dünyanın başka bölgelerinde benzeri hareketleri cesaretlendirdi. Ne var ki, tam da bu za­fer, görevdeki hükümetleri bazı reformları yürütürken daha dirençli hale getirerek, başka ülkelerdeki benzeri senaryola­rı bir anlamda engelledi. Bu nedenle, Mısır'ın siyasal rejimi, ayakta kaldığı gibi, l 990'ların ortasından itibaren ılımlı İs­lamcılara bile baskılarını yoğunlaştırmaya başladı. Toplan­ma özgürlüğünü sınırlandıran Olağanüstü Hal Yasası yürür­lükte kaldı. l 992'de yeni Anti-Terör Yasası önleyici gözaltını yasalaştırdı ve muhalif basını sınırlandırdı. Hükümet, l 993'te, sendikaların seçim prosedürlerine müdahale ede­rek, lslamI adayların başarısını sınırlamakta 100. Yasa'yı kullandı. Üniversitelerde İslamcıların liderlik pozisyonları­na gelmelerini sınırlamak için benzer politikalara başvurul­du. Awkaf Bakanlığı İslami vaazları gözlem ve takibe aldı.

129 Elbette siyasal koalisyonlarla birlik kurulabilir, fakat bu karşıt gruplan oybir­liğine zorlayacak hegemonik bir unsuru gerektirir. Mısır'da eksik olan buy­du. Öfkeli ve iyi örgütlenmiş din adamları lran'daki gibi bu rolü oynayabilir­lerdi, fakat Mısır'da ulema siyasal muhalefette değildi. Bununla birlikte, du­rumun değişmesi halinde Al-Azhar ve ulemasının eyleme katılması, hatta Is­lamı bir düzende başlıca aktörler haline gelmeleri de mümkündür. Aslında, bugün dahi bu devlet kurumunun lslamt eğitim beraberinde Al-Azhar'm uz­laşmacı siyasetine eleştirel bir duruş geliştiren Mısırlı ve yabancı genç mili­tan lshlmcılar tarafından kullanılabileceğinin işaretleri vardır. Al-Azhar Üni­versitesi'nde Müslüman Kardeşler'in tutuklanmalarını ve askeri mahkeme­lerde yargılanmalarını protesto amaçlı Ekim l 995'teki öğrenci olaylarında, kurumun siyasal potansiyeli gözler önüne serilmiştir. Ayrıntılar için Ekim'in son iki ve Kasım'ın ilk haftalarında Al-Ah ram Weekly ve Aqidati.

203

Bakanlıktan izni olmayanlar çalıştırılmadı. 1 30 Sonunda, dev­let, ahli camilerini kamulaştırma politikasını, Awkaf Bakan­lığı'nın yılda ortalama 9.000 camiyi devletleştirmesine vara­cak ölçekte hızlandırdı.131 Bu baskı, hareket içindeki çatış­maları ve çatlakları daha da artırdı. Ekhwan'ın iç çatışmaları 1996'da Hizb El-Wasat'ın doğduğu ayrılmaya vardı. Bölün­melerden memnun olmakla beraber, hükümet, ayrılan gru­bu tanımayı reddetti. Bu gelişmelere rağmen, tabandan kay­naklanan İslami reformlar kesintisiz devam etti. Mısır'ın l 990'ların başında geçirdiği İslami toplumsal değişim öyle çarpıcıydı ki, Şah yönetimindeki İran'm din adamlarınca ta­hayyül bile edilemezdi. Tam da bu nedenle, Mısır kalıcı bir İslami harekete sahne olurken, İran güçlü bir hareket ol­maksızın İslami devrim yaşadı. lran, l 980'lerin ortasında "post-İslamcı" bir dönem,132 devrimci ideolojiden bir dönüş yaşar gibi görünürken, Mısır'ın İslamcı hareketi üç ana teh­ditle karşı karşıyaydı: Devletin husumetinde bir artış; eko­nomik, siyasal ve kültürel küreselleşmede bir hızlanma; ve Oliver Roy'un terimiyle "siyasal İslam'ın başarısızlığı"nın açıga çıkması. 133 Mısırlı İslamcılar için kötü haberler.

130 El-Liwa El-Islami (28 Kasım 1979, s. 2).

131 Cairo Times (18 Eylül - 1 Ekim 1997, s. 7).

Çeviren SEÇiL DEREN

1 32 Asef Bayat, "The Coming of A Post-Islamist Society." Critiquc: jaumal for the Critical Studies of the Middle East 9 (Güz 1996), 43-52.

133 Oliver Roy, The Failure of Political Islam (Cambridge: Harvard University Press, 1995).

204

ALTINCI BÖLÜM

Siyasete ve Muhalefete Dair

Taliban'ın düşmesine dek devam edecek, 1 1 Eylül saldırıla­rı ile ABD'nin Afganistan'a ilk bombardıman akını arasında­ki gergin haftalarda yorumcular Wall Street ]oumal'in daha sonra "irrasyonel Arap sokağı" olarak adlandırdığı şey hak­kında ciddi kaygılar dile getirdiler. Uzmanlar, ABD Müslü­man bir ülkeye saldırırsa, "Arap sokağı "nın, bölgedeki di­ğer Amerikan menfaatlerini tehlikeye atacak ve George W

Bush'un "terörizme karşı savaş"ını daha baştan kaybetmeye mahkum değilse bile sıkıntılı bir teşebbüs kılacak biçimde Usame Bin Ladin ve diğer radikal İslamcıları destekleyece­ğinden endişe ediyorlardı. Amerikan askerleri Afganistan'a yayılmaya hazırlanırken, Vaşington'daki birtakım yetkililer İsrail Başbakanı Ariel Şaron'a, Filistin ayaklanmasını cebren ezmeye yönelik kampanyasını dizginlemesi için yalvardılar. lsrail'in Filistin topraklarındaki saldırısı, Taliban'a yönelik ABD saldırısı esnasında sürerse, Arap kitlelerin kaynamakta olan hışmının, yerel jandarmaları, çıldırmış kalabalıkların Amerikalılar'a zarar vermesini, ABD mülkünü tahrip ve dost Arap rejimlerin istikrarını tehdit etmesini engellemek-

ıos

ten aciz kılacak bir biçimde "taşacağından" korkuyorlardı. Senatör joseph Biden, "Ortadoğu'daki tüm ABD büyükelçi­liklerinin yerle bir olacağı" ihtimalini dile getirdi.

Afganistan'daki savaştan bu yana, Batı Şeria'daki başlıca İsrail saldırıları ve Bush'un Irak Savaşı'na giden süreç bo­yunca, medyada hem derin bir endişe öznesi hem de azalan bir sözde alçakgönüllülük nesnesi olarak ağızdan ağıza do­laşan "Arap sokağı" , Batı' da gündelik bir tabir haline geldi. "Arap sokağı" ve bunun paralelinde "Müslüman sokağı" , anında şeyleşmiş ve aslen "anormal" olan bir ruh halinin yanısıra, bizden nefret ettikleri ya da bizi anlamadıkları için bize lanet okumak zorunda olan kızgın insanlarla dolu ga­rip bir yeri hatıra getiren bir parola oldu. "Arap ya da diğer Müslümanların eylemleri" , "kamuoyunu ölçmeye yönelik Batı standartları"nın Arap dünyasında "işe yaramayacağı" mantıksal sonucunu doğuracak şekilde, neredeyse tama­men, "güruh, kargaşa, isyan" terimleriyle tarif edildi. Ame­rikalı okurlara, protesto gösterileri yapan Arap kitlelerin mütevazı görünümlerini her an terk edebilecekleri ve başta ABD'nin sadık müttefikleri olan "ılımlı" Arap hükümetleri olmak üzere, "aniden hükümetleri devirecek kadar güçlü güruhlara dönüşebilecekleri" hatırlatıldı.

"Arap sokağı"na dair kaygılardan bağımsız olarak, ABD güçleri Afganistan'a girdi, ABD bombaları binlerce Afgan si­vili öldürdü, İsrail-Filistin çatışması sadece kısa bir süre için "sakinleşti" ve Bush Irak'a saldırı planlarına tam gaz devam etti. Fakat Müslüman ve Arap dünyasında sayısız protestolar gerçekleşmesine rağmen, hiçbir ABD büyükelçi­liği yerle bir edilmedi. Müslüman ve Arap kitleler de Bin Ladin'i desteklemediler. Sadece, İsrail 2002 baharında Batı Şeria'yı işgal edince Arap dünyasındaki sıradan insanlar bü­yük bir öfkeyle patladılar. Filistinlilerle dayanışmalarını göstermek için Kahire, Amman, Rahat ve başka kentlerde

206

sokaklara dökülen milyonlarca Arap, savaş sonrası dönem­de sömürge karşıtı hareketlerin nasıl tabandan harekete geçtiğini hatıra getirdi. Fakat "Arap sokağı"nın Ramazan ayında Afganistan'daki muhtemel ABD bombardımanı kar­şısında patlamamış olmasından ötürü, Arap dünyasındaki gizil popüler nefretin bu hakiki örneği küstahça görmezden gelindi. "Arap sokağı" imgesi, beklenmedik bir biçimde, ne olacağı öngörülemez bir barut fıçısından, Arap ülkelerinin "lakaytlık" tuzağındaki "beyni yıkanmış" insanlarla dolu olduğu gerçeğine rağmen her nasılsa canlı kalabilmiş bir "mit"e, bir "blöf'e dönüştü. Bunun Amerikan siyaseti için anlamı aşikardı: Arapların lrak'a yönelik bir saldırıyı ya da başka bir popüler olmayan ABD girişimini durdurmaya ce­sareti yoktur, bu yüzden ABD Arap müttefiklerinden gelen itirazlara karşı "hassasiyet değil kararlılık" göstermelidir. Ne göstericilerin sloganlarına, ne de Arap hükümetlerinin halkın kendi üstlerinde dayanılmaz bir baskısı olduğuna dair ısrarlarına itibar edilmeliydi. Economist Arap sokağının ebediyen "öldüğünü" ilan etti. Çok geçmeden Ulusal Gü­venlik Danışmanı Condoleezza Rice, Arap halkları demok­rasi isteyemeyecek kadar güçsüz olduğu için, ABD'nin Arapları tiranlardan kurtarmak üzere müdahale etmesi ge­rektiğine karar verdi.

Batı medyasının anlatılarında, "Arap sokağı" muktedir olsa da olmasa da lanetlidir - ya "irrasyonel" ve "saldır­gan"dır ya da "lakayt" ve "ölü". Batılı toplumlara aşina ge­lebilecek bir şekilde kurtuluş şansları çok azdır. "Arap so­kağı" , tüm bir halkın kültürünü ve kolektif davranışını da vahşi bir soyutlamada şeyleştiren bir şekilde, "Arap ak­lı"nm bir uzantısı haline gelmiştir. Oryantalist imgelemin, ne yazık ki bazı Araplarca da içselleştirilmiş "öteki"nin sö­mürge dönemi temsilini hatırlatan bir başka öznesidir. Hiç de basit olmayan bir yanılsamayla, "Arap sokağı" nadiren,

207

Batılı muadilinin halen olduğu gibi, kamuoyunun ve kolek­tif duyarlığın bir ifadesi olarak kabul edilir. Aslen, fiziksel bir varlık, kendini ayaklanmalarla ve güruh şiddetiyle ifade eden kaba bir güç olarak algılanır. "Arap sokağı" ancak, menfaatleri tehlikeye sokacak ya da büyük stratejileri boza­cak şekilde durduğunda şiddetli imgelemiyle bir anlam ifa­de eder. Kolektif duyarlığı yansıtan sokak bir mesele olarak görülmez zira ABD bunu görmezden gelebilir ve genellikle de kendinden emin bir şekilde böyle yapar. ABD'nin Orta­doğu'ya yaklaşımını (Filistin Yönetimi'ni parçalamaya giriş­mişken açıkça ve gittikçe artan bir biçimde Şaron'u destek­leyerek Arap kamuoyunu hor görmek ve eşzamanlı olarak Irak'a savaş ilan etme kararlılığında olmak) "Arap soka­ğı"na dair bu tür algılamalar belirliyor.

Fakat genel olarak sokak siyaseti, özel olarak da Arap so­kağı daha karmaşıktır. Ne sokak sadece bir fiziksel bir un­surdur ne de Arap sokağı katıksız bir kaba kuvvet ya da ba­sitçe ölüdür. Arap sokağı, esasen, kamu duyarlığının, ek­lemlenme tarz ve araçları önemli değişikliklerden geçmiş, bir ifadesidir. Sokak siyaseti çekişmeyi yansıtan modern kent tiyatrosunun seçkin halidir. "Sokağın", Fransız devri­mi, on dokuzuncu yüzyıl işçi hareketleri, sömürge karşıtı mücadeleler, ABD'de Vietnam Savaşı karşıtlığı, Doğu Avru­pa'da kadife devrimler ve belki de halihazırdaki küresel sa­vaş karşıtı hareket benzeri muazzam siyasal değişimlerdeki rolünü hatırlamamız yeterli. Yapısal olarak kurumsal ikti­dar merkezlerinde yer almayan sıradan insanlar için sokak belli başlı siyaset mahallidir. Eşzamanlı olarak toplumsal ve mekansal, daimi ve geçici, hem tanıdık hem yabancı, görü­lebilir ve duyulabilir bir mekan olan sokak, içinde duyarlık ve görüşlerin dikkate değer bir kendine özgülükle oluştu­ğu, yayıldığı ve ifade edildiği karmaşık bir varlıktır.

Sokak kolektif muhalefetin hem ifade edildiği hem de üre-

208

tildiği fiziksel bir mekandır. Sokakta sadece -yoksullar ve iş­sizler gibi- marjinal unsurlar yer almaz; öğrenciler, işçiler, kadınlar, memurlar ve esnaf gibi birtakım kurumsal güçlere sahip aktörler de sokaktadır. Sokak siyasetinde uzamsal un­sur, onu grevlerden ve oturma eylemlerinden ayırır, çünkü sokaklar insanların sadece protestolarını dile getirdikleri yer­ler değildir, protestolarını yakın çevrelerinin ötesine yaydık­

lan bir yerdir. Bir sokak yürüyüşü, sadece "davetliler"i bira­raya getirmez, aynı zamanda benzer, hakiki ya da muhayyel şikayetleri dile getirebilecek "yabancılar"ı içerir. Kamusal mekanlarda polis devriyeleri, trafik düzenlemeleri, uzamsal ayrımlar ile yaygın bir iktidar kullanan otoriteleri tehdit eden basitçe ayaklama tarafından yaratılan kesinti ve belir­sizlikler değil, bu salgın potansiyeldir. Polisin göstericileri bir köşede kuşatma taktiği duyarlığın sokaktan geçenlere si­rayet etme potansiyelini çökertmek iÇin icat edilmiştir. Pro­testolar, genelden ziyade sınırlı olaylar olarak tutulmalıdır.

Arap dünyasının sokak siyasetindeki yeri nedir? Sömürge karşıtı Arap mücadeleleri, Arap sokağının etkin tarihine de­lalet eder. Nasır Süveyş Kanalı'nı millileştirdikten sonra 1950'lerde Suriye, Irak, Ürdün ve Lübnan'da popüler hare­ketler meydana geldi. Ekim 1956'da Britanya, Fransa ve ls­rail'in Kanal'ın denetimini yeniden ele geçirmeye yönelik üç taraflı başarısız saldırganlığı, Arap ülkelerinde Mısır'ı destekleyen taşkın popüler protestolara sebep oldu. 1956, muhtemelen 2002'deki Filistin taraftarı dalgaya dek en son büyük pan-Arap dayanışma hareketi olsa da, işçilerin, zana­atkarların, kadınların ve öğrencilerin yerel toplumsal geliş­me, vatandaş hakları ve siyasal katılım adına düzenledikleri toplumsal protestolar belgelenmiştir. Lübnan, Suriye, Mısır, Yemen ve Fas'ta işçi hareketleri hem geçim hem de siyasal meselelere dair grevler ve sokak gösterileri düzenlemiştir. l 980'lerden bu yana, IMF'nin tavsiye ettiği yapısal düzenle-

209

me programları devrinde, Arap sendikaları, tüketici ürünle­rine yapılan sübvansiyonların iptali, fiyat artışları, ücret ke­sintileri ve işçilerin geçici olarak işten çıkartılmasına karşı direnmeye çalışmıştır. Grevin yasak olduğu sözleşmelere ve eylemcilerin baskı altına alınmasına rağmen, sendikanın rı­zası olmadan yapılan grevler meydana gelmiştir. Mısır, Ür­dün ve Fas'ta olduğu gibi popüler direnişe dair duyulan korku, hükümetleri yapısal düzenleme programlarını ge­ciktirmeye ya da birtakım toplumsal politikaları muhafaza etmeye mecbur etmiştir.

Geleneksel toplumsal sözleşmeler ihlal edildiğinde, Arap kitleler süratle tepki gösterdiler. 1980'ler gittikçe artan ya­şam giderlerine yönelik sayısız kentsel protestoya tanıklık etti. Fas hükümeti Ağustos 1983'te, kuzeyde ve ülkenin başka bölgelerinde kentsel huzursuzluğu tetikleyecek bi­çimde tüketici sübvansiyonlarını yüzde 20 azalttı. Benzer protestolar 1984'te Tunus'ta ve 1982 ile 1985'te Hartum'da yaşandı. 1987 yazında Lübnan'daki sivil savaşın birbirine rakip grupları Lübnan parasının değer kaybına karşı kitle­sel sokak gösterileri düzenlemek için işbirliği yaptılar. Ce­zayir 1988 güzünde hayat pahalılığı ayaklanmalarıyla sar­sıldı ve Ürdünlüler 1989'da, Filistinlilerin kötü durumu ve iktisadi sıkıntılara karşı, Kral Hüseyin'i siyasal liberalleşme­ye yönelik tedbir önlemleri almaya mecbur eden ulusal çapta protestolar düzenlediler. 1 996'da sübvansiyonların kaldırılması kralı ifade ve toplanma özgürlüklerini sınırla­maya sevk eden yeni bir sokak gösterileri dalgasına yol açtı.

Alt ve orta sınıflar kentsel protestoların merkezini oluş­tursa da, üniversite öğrencileri de genellikle protestolara katıldılar. Fakat öğrenci hareketlerinin zaten kendi ihtilaflı gündemleri vardı. Mısır'da 1970'ler solcu eğilimlerin hakim olduğu öğrenci eylemliliğinin altın çağıydı. Camp David barış anlaşmasına ve iktisadi yoksunluğa yönelik taşkın

210

muhalefet binlerce öğrenciyi sokağa döktü. Önceki yıllar, öğrencilerin konferanslar, grevler, oturma eylemleri, sokak yürüyüşleri düzenlemesine ve "en özgür yayın" olan sokak gazeteleri üretmesine tanıklık etti. 199l 'de Mısır, Cezayir, Fas, Ürdün, Yemen ve Sudan'da öğrenciler hem lrak'ın Ku­veyt'i işgaline hem de lrak'ı Kuveyt'ten çıkarmaya yönelik ABD'nin öncülük ettiği savaşa karşı öfkelerini dile getirmek için gösteriler düzenlediler. l 986'dan beri, İsrail ordusunun öğrencileri vurmaya ve tutuklamaya ya da Filistin üniversi­telerini kapatmaya yönelik politikalarından çoğu kez yılma­yan Filistinli öğrenciler intifada eylemlerinin en devamlı katılımcıları olmuşlardır.

Gene de 1980'lerden bu yana Arap sokağı için birçok şey şiddetle değişmiştir. Hükümetler yapısal düzenleme prog­ramlarını daha yavaş ve tedbirli bir biçimde hayata geçir­dikçe, sosyal ödenek türü emniyet sübaplarını yaygınlaştır­dıkça (Mısır ve Ürdün) ve İslami STK'lar ile hayır cemiyet­lerinin yoksullara yardım etmesine izin verdikçe, yaşam gi­derlerine yönelik protestoların hızı kesilmiştir. Gerçekten Arap dünyası, dünyanın gelişmekte olan bölgeleri içinde en düşük aşırı yoksulluk oranına sahiptir. Bu arada yoksullaş­mış orta sınıfların hoşnutsuzluğu, genel olarak İslami hare­ketlere, özel olarak da mesleki sendikaların siyasallaşması­na kanalize edilmiştir.

Öte yandan, daha klasik sınıf temelli hareketler, özellikle köylü örgütleri, kooperatif hareketler ve sendikalar, nispi bir çöküş içindedir. Köylüler, kırsal bölgelerden şehre kaydıkça ya da topraklarını kaybettikleri için kırsal gündelik işçiler haline geldikçe, köylü ve kooperatif hareketlerinin toplum­sal tabanı kaybolmuştur. iktisadi popülizmin yapısal düzen­lemeye yakından bağlı olarak zayıflaması, sendikacılığın nü­vesini oluşturan kamu sektörü istihdamının çöküşüne yol açmıştır. l Jluslararası sermayeye bağlı yeni özel teşebbüsler

21 1

sendikalardan kurtulurken, reform, küçültme, özelleştirme ve yeniden yerleştirme dolayımıyla yapısal düzenleme sen­dikalı kamu sektörünün önemini azaltmıştır. Devlet bürok­rasisi ağırlığını korumasına rağmen, bürokrasinin az ücret alan çalışanları örgütsüzdür ve bunların büyük bir kısmı en­formel sektörde ikinci ya da üçüncü bir iş bularak hayatta kalabilmektedir. Şu an Arap iş gücünün çoğu serbest çalış­maktadır. Birçok ücretli emekçi pederşahi ilişkilerin hüküm sürdüğü küçük teşebbüslerde çalışmaktadır. Ortalama ola­rak kentsel iş gücünün üçte biri ile yarısı arasında bir grup düzensiz, örgütsüz enformel sektörde çalışmaktadır. Bu mü­esseselerde işveren ve işçiler arasındaki gerilim olağan olsa da, emekçiler yan dükkandaki işçilere destek olmaktansa kendi patronlarına sadık kalmaya meylederler.

l 980'lerden bu yana STK'ların şiddetli büyümesi özerk sivil eylemliliği müjdelemiş olsa da, STK'lar gruplaşma si­yaseti üzerine temellenmiştir. STK'lar eylemliliklerinden yararlanacak olanları küçük gruplara ayırırlar, hak ve so­rumluluk ilkelerini sadakayla ikame ederler ve sokak siya­setinden ziyade lobiciliği beslerler. Toplumsal seferberlik için farklı ve yeni alanlar sunan, varlık ve gelir farklılıkla­rıyla ilgili olanlardan ziyade, insan hakları, kadın hakları ve demokratikleşmeyi savunan STK'lardır.

İnsanlar enformel etkinliklere daha çok bağımlı hale gel­dikçe ve bağlılıkları azaldıkça, ücret ve çalışma koşullarına yönelik mücadeleler yerlerini iş bulma, enformel çalışma koşulları ve karşılanabilir yaşam giderlerine yönelik kaygı­lara bırakmaya meyleder ve hızlı kentleşme, kentsel hiz­metler, barınma, iyi iskan, sağlık ve eğitime yönelik taleple­ri artırır. Bu koşullar altında sıradan Arap insanları kolektif protesto siyasetine değil, bireysel "sessiz tecavüz" stratejisi­ne müracaat ederler. Bireyler ve aileler, uzun ve mütevazı, bununla beraber yasadışı bir tarzda, temel ihtiyaçları (sığı-

212

nacak toprak, kentsel kolektif tüketim, enformel işler ve ti­caret fırsatı) karşılamak için uğraşırlar. Yoksunlar, elektrik talep etmek için yürüyüş düzenlemektense, izin almadan belediye hattında kaçak elektrik çekerler.

Böylece, Arap dünyasında seçkin siyasal sınıf, 1950 ve '60'larda, genellikle hakim olan milliyetçilik, Baasçılık, sos­yalizm ve sosyal adalet ideolojileriyle "sokağı seferber eden" memurlar, öğrenciler, meslek sahipleri ve inteligentsia'dan mürekkep eğitimli orta sınıf olarak kalır. İslamcılık bu bü­yük dünya görüşlerinin sonuncusu olmuştur. Orta tabaka­nın durumu en kötü olanlarından gelen asli destekle lslamcı hareketler yirmi yıl boyunca "ucuz İslamcılık" (ahlaki ve kültürel saflık, karşılanabilir hayırseverlik ve kimlik siyase­ti) ile büyük sayılardaki yoksun kitleleri harekete geçirmeyi başardılar. Ne var ki 1990'ların ortalarına gelindiğinde İs­lamcıların maliyeti daha yüksek İslamcılaşma (lslami bir ik­tisat ve siyaset oluşturma ve modern ulusal ve küresel yurt­taŞlıkla uyumlu uluslararası ilişkiler kurma) ile bir yere gi­demeyecekleri ortaya çıktı. lslamcı yönetim lran ve Sudan gibi pratiğe döküldüğü yerlerde krizle karşı karşıya kaldı. Diğer yerlerde, Mısır ve Cezayir'de olduğu gibi, şiddet stra­tejileri mağlup oldu ve böylece lslami projeye dair yeni tasa­rımlar gelişti. İslamcı hareketler ya baskı altına alındı ya da mevcut görüşlerini gözden geçirmek üzere istifaya zorlandı.

Batı' da 1 1 Eylül olaylarını takip eden lslam karşıtı duyar­lık ve müteakip "teröre karşı savaş" , şüphesiz, dinsellik ve yerlilik dillerini pekiştirerek, lslam'ın küresel bir saldırı al­tında olduğu hissini güçlendirdi. Diğer şeylerin yanısıra ABD'nin politikalarına muhalefet eden muhtelif lslamcı par­tiler ulusal seçimlerde kayda değer başarılar elde ettiler. Fas'taki Adalet ve Kalkınma Partisi Eylül 2002 seçimlerinde 42 milletvekilliği kazanarak parlamentodaki sandalye sayısı­nı ikiye katladı. Ekim 2002'de Cezayir yerel seçimlerinde ls-

213

lamcı hareket üçüncü oldu ve Pakistan'da dini partiler ittifa­kı 150 sandalyeden 53'ünü kazandı. Kasım'da Bahreyn'de ls­lamcılar parlamentodaki 40 koltuktan 19'unu kazandılar ve Türkiye'deki Adalet ve Kalkınma Partisi parlamentonun yüzde 66'sını ele geçirdi. Bununla birlikte bu seçim başarıla­rı "lslamcılığın dirilmesi"nden ziyade milli kaygılan olan si­yasal bir proje olarak lslamcılığm, kişisel dindarlık ve küre­sel, İslam karşıtı gözdağıyla alakalı daha bölünmüş dillere kayışına işaret eder. Post-İslamcı bir dönüşün eşiğindeyiz.

Kıymeti ne olursa olsun, lslamcı hareketlerin temel mira­sı Arap toplumlarını dönüştürecekti. Radikal lslamc�ların likidasyonu devletlere diğer muhalefet biçimlerini denetle­me imkanı sunduğu için, İslamcı hareketler Arap devletle­rini (devletler lslamcılıgın ahlaki otoritesini çaldıkları için) daha dindar, (Arap otantikliğini öne sürdükleri ve Batılı bir mamul olarak demokrasiyi reddettikleri için) daha yerlici ya da milliyetçi ve daha baskıcı duruma getirdiler. lslamcı hareketlerin bu mirası bugünkü Arap dünyasında muhale­fet siyasetini daha karmaşık bir hale getirdi.

"Arap sokagı"nın F ilistinlilerle dayanışma halinde 2002'de yeniden canlanması hakikaten görkemliydi. Devlet­ler, kısa bir süre için, sıkı denetimlerini yitirdiler ve Kahi­re'deki Amerikan Üniversitesi'nin "Batılaşmış" ve "apolitik" öğrencileri arasında dahi kamusal düzeyde sesi duyulan mu­halefet grupları hızla büyüdü. Filistin dayanışma hareketi, Arap sokak siyasetinin İslamcılık haricinde de bir veçhesi olduğunu gösterdi ve siyasal bir geleneğin yenilenmesini teşvik etti. ABD'nin Ocak ayında [2003] Irak'a saldırısı yak­laştığında bir milyon Yemenli San'a'da "Savaş ilanı terörizm­dir" diye bağırarak yürüdü. 10 binin üzerinde kişi Har­tum'da, binlerce insan Şam ve Rabat'ta ve yüzlerce kişi Bah­reyn'in başkenti Manama'da protesto gösterileri yaptı. Ür­dün'de 20 bin Hıristiyan Bush'un savaşım kınayarak Irak

214

halkı için dua etti. Almanya'da El Kaide üyesi olduğu zan­nıyla bir Yemen vatandaşının tutuklanmasını protesto etmek için bin Yemenli kadın sokaklarda gösteri yaptı. Mısır'da ve diğer Arap ülkelerinde Irak savaşına karşı irili ufaklı protes­to eylemleri, yoğun polis denetimi altında devam etti . Irak'ın ABD ve Birleşik Krallık tarafından işgalinden bu yana Arap dünyasındaki sokak gösterileri yeni bir ivme kazandı.

Bununla birlikte, bu gösterilerin çoğu Arap devletlerinin zımni fakat gönülsüz onayıyla gerçekleşti. 2002 işgalleri boyunca İsrail vahşetinin ulaştığı nokta ve daha sonra Irak'ın ABD güçlerince işgali siyasetçileri ve halkı ortak milliyetçi duyarlılıkta birleştirdi. Buna ilaveten, sokak mu­halefeti büyük ölçüde dış düşmana yöneltildi ve protestocu­ların kendi hükümetlerine yönelik sloganları sıradan katı­lımcılardan ziyade birtakım ideolojik önderler tarafından bağırıldı. Göstericiler sadece son Kahire eylemlerinde top­lanma özgürlüğüne engel olmaya devam eden 20 yıllık ola­ğanüstü hal kanunlarının kaldırılmasını talep ettiler.

Arap sokağı kendi yasaklarına karşı ayaklanmada, de­mokrasi ve adalet talebinde neden başarısız oldu? Yoksun­lar "sessiz tecavüz"e müracaat ederken, Arap devletleri, si­yasal sınıfı milliyetçilik, din ve anti-Siyonizm'e dayalı ortak bir söylemi yürürlüğe koyarak hatırı sayılır bir ölçüde etki­sizleştirdiler. "Eski moda pan-Arap milliyetçiliği"ne sıkıştı­rılan ve din ile ahlak siyaseti lügatiyle baştan çıkarılan Arap inteligentsia'sı, kendi otoriter devletlerinden imtiyazlar elde etmek üzere anı yakalamakta başarısız oldu. lsrail'in, maddi ve diplomatik ABD desteğiyle, Filistin'i işgali, Arap inteli­gentsia'sını kuşaklar boyunca otoriter Arap devletlerinin büyük ölçüde istifade ettiği dar bir yerliliğe ve kültürel mil­liyetçiliğe hapsetti. Yerlilik taraftarı, her ne kadar soylu olursa olsun, yabancı, genellikle de "Batı" kültürü temelli fikir ve pratikleri çoğu kez reddeder ve baskıcı da olsa

21 5

"kendi" fikir ve pratiklerini romantikleştirir. lnsan haklan, örneğin, basitçe bir Batı ithalatı ya da hilekar bir Amerikan dalaveresi olarak ıskartaya çıkartılır.

Öte yandan, Arap hükümetleri bağımsız muhalefete çok dar bir alan bırakır. 2000'den bu yana, resmi olmayan so­kak eylemleri yıldın ve saldırıyla karşı karşıya kalır, eylem­ciler bizar edilir ya da tutuklanırken, ABD ve İsrail karşıtı kolektif protesto talepleri görmezden gelinmiştir.' 15 Şubat 2003'te, dünya çapında 10 milyon insan ABD'nin Irak sava­şına karşı protesto gösterileri düzenlerken, binlerce Mısır polisi 500 civarında göstericiyi halktan ayırmak üzere bir köşeye sıkıştırmıştı.

Kendilerini sokakta ifade etmek için aşılması zor meydan okumalara maruz kalan Arap eylemciler muhalefeti eklem­lemek için yeni araçlar geliştiriyorlar - boykot kampanyala­rı, sanal eylemlilik ve protesto bunlar arasındadır. Arap devletleri sokakları gözetim altında tutarken, eylemlilik si­vil kurumların -üniversite kampusları, okullar, camiler, meslek odaları ve STK'lann- içine itiliyor. Özgür siyasal bir iklimin yokluğunda, meslek odaları, genellikle liderlik için yoğun bir mücadelenin hüküm sürdüğü siyasal partilerin rolünü üstlenecekleri ölçüde, siyasal kampanyalara toplantı odaları tahsis ediyor. Merkezleri, siyasal toplantılar, miting­ler, hayır işleri ve uluslararası dayanışmalar için mekan ola­rak kullanılıyor. Diğer sivil dernekler, başta yeni savunma STK'ları, insan hakları, demokratikleşme, kadın, çocuk ve emek haklarına dair kamusal tartışmaları destekliyor. Halen Arap dünyasında, yüzlerce sosyal hizmet merkezinin yanı­sıra 90 ila 100 insan hakları örgütü faaliyet gösteriyor ve daha birçok sosyal hizmet örgütü haklar lügatini işlerinde kullanmaya başlıyor.

Seferberlik, iletişim tarzı, çatı ve örgütsel esneklik konu­larında yenilikler, durgun milliyetçi politikalara yeni bir ha-

216

va kazandırıyor. Filistin lntifadası ile Dayanışma lçin Mısır Halk Komitesi böyle bir eğilimi temsil ediyor. Ekim 2000'de kurulan Komite Mısır'ın farklı siyasal eğilimlerin­den temsilcileri (solcular, milliyetçiler, lslamcılar, kadın ve hak grupları) biraraya getirmiştir. Bir Web sitesi, bir haber­leşme listesi kurmuş, hayır faaliyetleri için yardım toplama­ya başlamış, Amerikan ve lsrail ürünlerini protesto boykot­ları düzenlemiş, sokak eylemlerini canlandırmış ve Kahi­re'deki lsrail Büyükelçiliği'nin kapatılması için 200 bin im­za toplamıştır. İşçi Haklarını Müdafaa Komitesi ve bazı baş­ka insan hakları STK'ları gibi Mısır Anti-Küreselleşme Gru­bu ve Irak Savaşı'na Karşı Milli Seferberlik de benzer ey­lemlilik tarzlarını benimsemiştir.

Tabandan gelen hayırseverlik ve boykotlar ya da "ürün kampanyaları" siyasal seferberliğin yeni araçları haline geldi. Binlerce genç gönüllü ile yüzlerce şirket ve örgüt Filistinliler için gıda ve ilaç toplamakla meşgul oldular. Nisan 2002'de Kahire'deki Amerikan Üniversitesi öğrencileri dört gün için­de fabrika, şirket ve evlerden Gaza'daki Filistinlilere götür­mek üzere 30 kamyon dolusu yardım topladılar. Milyonlar­ca Arap ve Müslüman, McDonalds, KFC, Starbucks, Nike ve Coca Cola'nın da içinde bulunduğu Amerikan ve İsrail ürünlerini boykot ettiler. Yerli ürünlerin kayda değer başarı­sı, Coca Cola'nın bazı ülkelerde pazar payını yüzde 20 ila 40 arasında kaybetmesine yol açtı; fast food şirketlerinin satış­ları da azaldı. İran'ın Zamzam Cola'sı, Pakistan, Malezya, Endonezya ve birkaç Afrika ülkesine yayılarak Ortadoğu'da oldukça büyük bir pazar payı yakaladı. Şirket dört ay içinde Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine on milyon kutu içecek ihraç etti. Danimarka ve Belçika gibi bazı Avrupa ülkeleri Zamzam ithal etmeye başladılar. Zamzam'ın yanısıra, Pa­ris'te ABD içeceklerini boykot eden Avrupalı Arap ve Müslü­manlara yönelik olarak Mecca Cola ortaya çıktı. Fransa'da

21 7

iki ayda 2 milyon 200 bin şişe satıldı. Mecca Cola gelirinin yüzde lO'unu Filistinli çocuklara tahsis etti.

lletişim teknolojisi de dolaysız siyasal kampanyalar için gittikçe artan bir biçimde kullanılıyor. Ortadoğu'da "küçük medya"nın uzun bir geçmişi var. Şeyh Kishk (Kişk?) , Yusuf Al-Qaradawi [El Karadavi] , Şeyh Fadlallah [Fadıl Fıdıllıoğ­lu, Fadullah] gibi vaizlerin yanısıra, Mısırlı popüler televiz­yon evangelisti Amr Khaled'in [Ömer Halid] vaazları ses ve video kasetleriyle kitlesel olarak dağıtılıyor. Vaaz vermesi 2002 sonlarına doğru yasaklanan Ömer Halid'in yandaşları Web siteleri marifetiyle 10 bin imza toplayabiliyor. Daha yakın dönemde, eylemciler iddialarını yaymak ya da destek kampanyaları ve gösteriler düzenlemek için e-posta ve faks kullanmaya başladılar. Şubat 2003'te Filistin ve Irak'la da­yanışma için Mısır koalisyonu, İnternet aracılığıyla BM ile ABD ve Britanya büyükelçiliklerine bir milyon dilekçe gön­dermeyi tasarladılar. Web'deki alternatif haber siteleri, eleş­tirel ve bilgili grupların oluşturulmasında muhtemelen en önemli siteler. Kısır yerel haber kanallarının tekelini kıra­cak alternatif haberler getiren uydu kanalları Arap dünya­sında hızla yayılıyor. Şam ufkunun çanak antenlerle dolu silueti, iktidar partisi gazetelerinin sergilendiği sokak gaze­tecilerinin ruhsuzluğunu açıklamaya yardımcı oluyor.

Sanal kampanyalar seçkinlerle sınırlı kalırken (ortalama olarak Arapların sadece yüzde ikisinin kişisel bilgisayarı var) , siyasal sanat kitlesel bir dinleyiciye ulaşıyor. Batı Şe­ria'nın 2002'de İsrail tarafından yeniden işgali, Ümmü Gül­süm, Feyruz ve Faslı Ahmet Sanusi'nin siyasal mirasını ye­niden hayata geçirdi. Arap sanatçılar, sinema oyuncuları, ressamlar ve özellikle şarkıcılar halkın öfkesinin kahinleri haline geldi. Mısır'da, Amr Diab (Ömer Diab) , Muhammed Münir ve Mustafa Kamar gibi önemli pop yıldızları, özel olarak dinsel ve milliyetçi sözleri bulunan şarkılar içeren

21 8

çok satan albümler ürettiler. Muhammed Münir'in, yüksek fiyatlı "Toprak ve Barış, Ey Allah'ın Elçisi" albümü çok kısa bir sürede 100 bin sattı. Ali El-Hajjar, Muhammed Tharwat ve Hani Shaker'in de içlerinde bulunduğu başka şarkıcılar, Arap pazarını kaplayan dinsel-milliyetçi "El Aksa, Ey Al­lah" albümünü hazırlamak için biraraya geldiler.

Elbette, bu yeni mücadele alanlarının yaygınlığı ve etkisi çok mütevazı. Gene de birçok Arap hükümetinin bunları denetlemeye yönelik olarak artan eğilimleri (STK'ların ka­patılması, yayınların ve şarkıların yasaklanması, Web tasa­rımcılarının tutuklanması) , bunların Arap sokağının karşı karşıya bulunduğu engelleri telafi etme potansiyeline işaret ediyor. Aslında, sokak siyaseti bir meziyet değil, insanlar seslerini duyurmaya mecbur kaldıklarında bir gereklilik ve fırsattır. Meziyet kitlesel siyasette değil , sivil toplumda, menfaatlerin eklemlenmesinin kurumsallaşmasında ve ras­yonel diyalogdadır. Gene de yerel rejimler ya da küresel güçler popüler görüşlere kulaklarını tıkadıkları müddetçe, sokak kolektif yakınmaların işitilebilir dışavurumunun en canlı mahalli olarak kalacaktır. Arap sokağı ne "irrasyonel" ne de "ölü"dür; hem eski sınırlamalar hem de küresel yeni­den yapılanmanın beraberinde getirdiği yeni olanakların yol açtığı büyük bir dönüşümden geçmektedir. Bir araç ve ifade biçimi olarak şekil değiştiriyor olabilir, fakat yansıttığı kolektif şikayet hala burada. Bunu görmezden gelmek, hem ahlaki duyarlığa hem de rasyonel siyasete haksızlık etm,ek olacaktır.

Çeviren ÖZGÜR GôKMEN

219

1 ran kökenli araştırmacı Asef Bayat, Müslüman

Ortadoğu toplumlarındaki toplumsal değişime,

Oryantalizmin kalıplarını kıran bir bakışın im­

kanlarını sunuyor elinizdeki derlemede. Her şey­

den önce, "durağan" bir karakteri, bir "kendine

özgülüğü" değil ; değişimi vurgulayarak ve " küresel güneyin"

başka ülkeleriyle benzerliklere dikkat çekerek bakıyor bu top­

lumlara. Bu tutumuyla, Ortadoğu'ya karş ı laşt ırmalı bakışı küre­

selleşme bağlamında konumlandıran bir öneri de geliştiriyor.

Asef Bayat, kitabın adından da çıkarılacağı üzere , "aşağıdakile­

rin" durumunu esas alıyor, toplumsal hareketliliğe, sınıfsal ha­

reketlere, popüler ve sivil eylemlere odaklanıyor. Ortadoğu top­

lumlarındaki İslami hareketleri bu çerçevede genişçe ele alıyor,

ama bununla yetinilmemesi gerektiğinin de altını çiziyor. Kent

yoksulları, sendikalar, yeni sivil toplum kuruluşları da onun yo­

ğun ilgisine tabi .

Kendi terimleriyle, "planlanmamış kolektif eylemlere ", "sokak s i ­

yaseti "ne eğiliyor Asef Bayat. Veya, derlemedeki bir yazının baş­

lığıyla: "Gay rı Siv i l Toplum "a, "Gayrı Res m i lnsanların Siyase­

ti "ne . . . Ve madunların/aşağıdakilerin yaşamsal gereksinimlerini

karşılamaya dönük "sessiz, kan unsuz ve iddiasız doğrudan ey­

lem lerine" ; "sessiz tecavüz"e . . .

i L E T i Ş i M 1 1 34

ARAŞTIRMA iNCELEME 195

ISBN 975-05-0394-B

1111 1 1 111111 1111111 11 111 111111 9 789750 503849