Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

235
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ AÇIKÖGRETİM FAKÜLTESİ İLKÖĞRETİM ÖĞRETMENLİĞİ LİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI Dünya Tarihi Ünite 1. 2. 3. 4. 5 Ça ğ da ş

Transcript of Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Page 1: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

ANADOLU ÜNİVERSİTESİAÇIKÖGRETİM FAKÜLTESİ

İLKÖĞRETİM ÖĞRETMENLİĞİLİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI

DünyaTarihi

Ünite 1. 2. 3.4. 5

Çağdaş

Page 2: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

DünyaTarihi

Çağdaş

Yazarlar:Prof.Dr. Cahit BİLİM Doç.Dr. Halime DOĞRUYrd.Doç.Dr. Kemal YAKUTYrd.Doç.Dr. Yağmur SAY

Editör: Prof.Dr. İhsan GÜNEŞProf.Dr. Cahit BİLİM

T.C. ANADOLU ÜN İVERS İTES İ YAYINLARI NO: 1078

AÇIKÖĞRET İM FAKÜLTES İ YAYINLARI NO: 596

SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ

Page 3: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Bu kitabın basım, yayım ve satış haklarıAnadolu Üniversitesine aittir.

"Uzaktan öğretim" tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.

İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya dabölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt

veya başka şekillerde çoğaltılamaz,basılamaz ve dağıtılamaz.

Copyright © 1999 by Anadolu University

All rights reserved

No part of this book may be reproducedor stored in a retrieval system, or transmitted

in any form or by any means mechanical, electronic,photocopy, magnetic tape or otherwise, without

permission in writing from the University.

Tasarım: Yrd.Doç.Dr. Kazım SEZGİN

ISBN 975 - 492 - 834 - 7

Page 4: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Başlarken

Çağdaş dünyanın temelleri ortaçağın sonlarına kadar uzanmaktadır. Zira, bu dö-nemde feodal düzenin çözülmeye başlaması, ticaretin canlanması, burjuvazininoluşması, kapitalizmin ortaya çıkması, su ve rüzgar gücünün yerini tutabilecekyeni enerji kaynaklarının aranması gibi bir dizi siyasal, sosyal, ekonomik, kültürelve teknolojik gelişmeler meydana gelmiştir. Bilindiği gibi bu önemli değişiklikler,insanın özgürleşmesini ve doğanın denetim altına alınması sürecini hızlandırmış-tır. Nitekim, coğrafik keşifler, rönesans ve reform hareketleri Avrupa kıtasının şe-killenmesinde bir dönüm noktası olmuştur. Özellikle, 18. yüzyılda "Aydınlanma"döneminin yaşanması sonucu tüm "tabuların" tartışmaya açılarak aklın ve biliminöne çıkartılması dünyanın değişimini hızlandırmıştır.

Aydınlanma ile birlikte despotluğa, bilgisizliğe ve bağnazlığa karşı çıkmanın ya-nısıra, kapitalizme bir tepki olarak doğan sosyalizm de, yeni bir dünya düzeniprojesi sunmuştur. Bununla birlikte, Fransız Devrimiyle tüm dünyaya yayılanmilliyetçilik de (ulusalcılık) dünyanın yeni değerlerle dönüştürülmesini hedef-lenmiştir. Bu nedenle, dünyamız son iki yüzyıldır bu siyasal kavramlar etrafındasürdürülen bir mücadeleye sahne olmaktadır. XX. yüzyılda, iki dünya savaşınınyaşanması, sosyalist rejimlerin kurulması ve çökmesi bu siyasal kavramlarla ya-kından ilgilidir.

Biz bu ders kapsamında çağdaş dünyanın oluşumunu ve meydana gelen gelişme-leri genel çizgileriyle inceleyeceğiz.

Kuşkusuz, bu çalışma uzaktan öğretim yöntemine göre hazırlandığı için, üslûp vebiçim açısından diğer kitaplardan farklıdır. Bu nedenle çalışırken şu uyarıları gö-zönünde bulundurmanız gerekir.

• Üniteler arasında bağlantı kurarak okuyunuz.

• Yanınızda bir atlas bulundurunuz.

• Olaylarda birinci derecede rol alan kişilerin yaşam öykülerini yakınınızdabulunan bir ansiklopediden öğreniniz.

• Üniteler içinde sorulan soruları dikkatlice yanıtlayınız.

• Her ünitenin başında amaçlar, içindekiler ve üniteye ilişkin öneriler vardır.Bunları mutlaka okuyun ve üzerinde düşünün. Zira, bunlar sizin konuyla iliş-ki kurmanızı sağlayacak ve bazı konulara dikkatinizi yoğunlaştıracaktır.

Sizlere sağlıklı ve başarılı bir yaşam diliyoruz.

Editörler Prof.Dr. İhsan GÜNEŞ Doç.Dr. Cahit BİLİM

Page 5: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Amaçlar

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• Derebeylik toplumu içinde Feodal sistemin altyapısı hakkında

bilgi edinecek,• Derebeylik (Senyörlük) sistemini kavrayacak,• Şehirlerin yeniden kuruluşu ve Burjuva Sınıfı'nı tanıyacak,• Merkezi devletlerin kuruluşunu yakından gözlemleyebilecek,• Ortaçağ uygarlığını ve özelliklerini izleyebilecek,• Hümanizm ve Rönesans'ın özelliklerini öğreneceksiniz.

İçindekiler

• Derebeylik Toplumu 3• Derebeylik Savaşları 8• Merkezi Devletlerin Kuruluşu 13• Ortaçağ Uygarlığı 18• Hümanizm-Rönesans 20• Özet 26• Değerlendirme Soruları 27• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 28

ÜNİTE

1Modern Dünyanın Oluşumu

YazarÖğr.Grv.Yağmur SAY

Page 6: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Çalışma Önerileri

• Derebeylik toplumunu ve Feodal Sistemi araştırınız.• Feodal sistem içindeki dinsel yapıyı ; Kilise, Papa ve Piskoposla-

rın dinsel ve siyasal yapıdaki etkilerini araştırınız.• Yüzyıl Savaşları'nın ne gibi siyasal, ekonomik ve dinsel neden-

lerle çıktığı, ardından ne gibi sonuçlar doğurduğunu araştırınız.• Monarşi kavramını araştırınız.• Hümanizm ve Rönesans kavramlarını araştırıp tartışınız.

Page 7: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

1. Derebeylik Toplumu

1.1. Feodal Sistemin Alt Yapısı

Karolenjlerin X. yüzyıl boyunca uğradığı başarısızlıklar ve sonunda devletin par-çalanması çağın ekonomik ve sosyal koşullarına uygun yeni bir siyasi düzenin ku-rulmasını gerektirmişti. Bu yeni düzende kişi ile toplum arasındaki ilişkiler yenibir ortamda gelişecek ve kişiye, kamu yararlarından farklı kişisel yükümlülüklergetirecekti. İşte, kişinin yükümlülüklerini ön plana çıkaracak bu yeni kurallar sis-teminin tümü yeni bir toplum aşamasını, derebeylik düzenini (Feodal Sistem)oluşturuyordu.

Senyörlük sistemini yaratan olgular nelerdir?

Germen geleneklerine göre imparatorluk; hükümdara bir çeşit hizmet akdiylebağlı, hizmetkarlar aracılığıyla yönetilen bir mülktü. Devlet kavramı henüz Karo-lenj mirasının tekrar tekrar bölüşülmesine olanak sağlayan bu siyasi sisteme ya-bancıydı. Bu bölüşmenin özel şartlarını düzenleyen hiçbir kanun olmadığından,ülkenin kaderi rakipler arasında verilecek karara kalıyordu. Her miras paylaşı-mında imparatorluk biraz daha küçülüyor, sonra bu imparatorluktan çıkan kral-lıklar güçlerinden bir kısmını yitiriyordu. Aristokrasi Karolenj mülkünün büyükkısmını ele geçirince kralın kaynakları kurudu, bu yüzden soyluların isteklerinekarşı direnme ve devlet haklarını koruma olanağı kalmadı. Yönetim fiilen yerel de-rebeylerin (Senyör) eline geçti.

Derebeylik Düzenini yaratan olgular nelerdir?

Karolenj kuruluşlarındaki yanlışlıklar yüzünden toplum, yavaş yavaş gevşek birfeodal devlet biçimine doğru gitti. Vasallık ve tımarın ikili etkisiyle hükümdarınkarşı çıkamadığı bir mülk ve kişi hiyerarşisi doğdu. Kişinin gelişimi ilkesine daya-nan ve and içme seremonisiyle sağlamlaştırılan vasallık geleneği insanı, başka birinsanın adamı yapıyordu. Bu adam özgürlüğünün bir kısmını ve devlete karşı ge-nel yükümlülüklerini bir kişi adına feda ediyor, buna karşın o kişinin himayesinesığınıyordu. Bu durum hak ve sorumlulukların belirlenmesini güçleştirdi. Karo-lenjlerin son dönemlerinde tımarsız vasal artık kalmamıştı. Vasallık ve tımarınoluşturduğu ilişkilerin bütünü malikaneleri doğurdu. Bundan sonra Karolenjlerineski memurları, kontluklarında artık merkezi hükümetin temsilcisi olarak değil,kontluk topraklarındaki vasalların koruyucusu olarak hareket etmeğe başladı. X.yüzyıl boyunca görev ve tımarların miras kabul edilmesi kelimenin tam anlamıylaDerebeylik düzenini doğurdu.

Normanların, Macarların vb. akınları, kontların yağmalara karşı topraklarını vevasallarını kendilerinin korumalarını gerektiriyor, bunun için de kontlar, özerk as-

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 3

?

?

Page 8: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

keri birlikler oluşturuyorlardı. Öte yandan siyasi kargaşa, Akdeniz'de korsanlıkyüzünden güçleşen ekonomik hayatı olumsuz etkiledi. Bu nedenle tamamen ye-rel ve kapalı bir ekonomi oluştu. Bu aşamada feodal kurumlar kaçınılmaz değil ge-rekli görülür oldu.

XI. yüzyılda Capetler döneminde Karolenjler döneminde olduğu gibi vasallar,senyörlerine iki tarafın yükümlülüklerini belirleyen bir sözleşme ile bağlanmaktaidiler.Bu sözleşme ile vasal, tımarı meydana getiren toprağın sahibi değil, zilliyetive toprak üzerindeki bir dizi hakka sahip olurdu. Mülkiyet kuram olarak senyör-de kalırdı ve senyör, vasalın ölümünde malını tekrar alma hakkına sahipdi. Yavaşyavaş bu sistem değişmiş ve tımarlar babadan oğula geçer olmuştu. Vasal, tımarıolduğu gibi tutma, değerini düşürmeme ve koşullarını değiştirmeme sorumlulu-ğu altındaydı. Vasalın iki tür görevi vardı ; yardım ve meclis görevi. Vasal, senyö-rünü giriştiği bütün savaşlarda desteklemek zorunda idi. Askeri yardım dışındafeodal sözleşme, vasalı senyöre sınırlı ve belli miktarda para ödeme zorunda bıra-kıyordu. Vasal, senyörünün olağanüstü hallerde belirli masraflarına katılmak zo-runda idi. Meclis görevi, vasalı bir başka yükümlülük altına sokmakta idi; ya birtören için, ya danışma için ya da cezaî davalarda mahkeme önüne getirmek için ol-sun senyörün çağırdığı bütün toplantılara vasal, katılma zorunda idi. Vasal feodalsözleşmenin bütün yasalarına titizlikle saygı göstermeye mecbur olduğu gibi,senyör de vasalını korumak ve ona adil davranmak zorunda idi.

1.2. Derebeylik (Senyörlük)

Toprak sistemindeki Köle kavramını tartışınız?

Feodal düzenin gelişmesiyle eski tımar toprağına sahip malikaneler senyörlüklerhaline geldi. Eskiden devletin yaptığı bütün atamaları senyör yapmaya başladı.Bu büyük malikane, biri senyörün doğrudan doğruya işlediği topraklar (TerraIndominicata), bir diğeri köylülerin işlediği topraklar olmak üzere ikiye bölün-müştü. Toprakta çalışanlar da iki sınıf oluşturuyorlardı. Bunlar ; Köleler (Serfler)ve Hür Köylüler'di. Ekonomik etkenlerle olduğu kadar kilisenin etkisi altındaözellikle malikanelerinin iyi işlenmesine bağlanmış büyük arazi sahipleri kölelerüzerindeki bazı haklarından vazgeçmek zorunda kaldılar. Köle artık tutsak gibisatılmıyor, aile sahibi oluyor ve belirli bir borç karşılığında bir toprak parçasını iş-liyordu. Krallık kölelerinin ortak üç özelliği bulunmakta idi ; kişi başına vergi ve-rirler, senyörden evlenme izni (Formarıage) alırlar ve senyöre, mirasa el koyma(Man-Morte) hakkı tanırlardı.

Bütün bu haklar, kölenin senyöre sıkı sıkıya bağımlılığını göstermekte idi. XII.Yüzyılda bir kölenin senyörüne önceden haber vermek ve bütün mallarını bırak-mak şartıyla ayrılma olanağı kabul edildi. Köleye sosyal şartlarını değiştirme ola-nağı veren "Azat Etme" yasal bir yoldu. Azatlının yanında senyöre bağımlılığı,

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U4

?

Page 9: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

onun toprağında oturmaktan öte gitmeyen hür insanlar yer alıyordu. Bunlar he-men hemen çiftçi ve yarıcıların şartlarına sahipti. Toprağı kendi adlarına işlerler,ya para olarak ya da ürün olarak kira öderlerdi.

Toprak sistemindeki Kahya kavramını tartışınız?

Çok geniş toprakları yönetmek ve çok çeşitli hakları toplamak için derebeyleri bü-yük toprak ağaları gibi Kahya kullanımına başvurdular. Karolenjler devrindekiVilliciler'e benzeyen bu kahyalar genellikle çok geniş yetkilere sahip olan köylüler-di. Mülkün parçalara ayrılması sonucunda bu kahyaları çoğaltmak ve kendilerinebir yetki alanı çizme zorunluluğu doğdu. En önemli kahya grupları da bir başkah-yanın yönetimine verilmişti. Başkahyalar XI. yüzyıl boyunca miras yoluyla görevalmaya başladı ve tımar veren bir feodal görevli yükümlülüğü kazandı. Çok kısasürede bu görevliler vergi toplayan basit kahyalar olmaktan çıkıp senyörün tem-silcisi haline geldiler.

Karolenjler döneminde laikler için iki tür yargı mercii bulunmakta idi ; hür insan-ların yargı mercii kontların ; köle ve hür çiftçilerin yargı mercii ise toprak sahibininelindeydi. Karolenjlerin son dönemlerinde adaleti sağlayan görevliler olarak kont-lar aradan çekildi; senyörler kendi toprak sahiplerinin eski haklarını ellerinde top-ladılar.

1.3. Şehirlerin Yeniden Kuruluşu ve Burjuva Sınıfı

Roma İmparatorluğu'nun çöküşünü izleyen yüzyıllarda şehir yaşantısı yavaş ya-vaş sönmeye başladı. Ticaretin gerilemesi ve kır ekonomisinin büyüyen önemi es-ki şehir merkezlerinin zayıflamasına yolaçtı. Aynı zamanda şehircilik sanatı kay-boldu ve senyörler, papazlar veya laikler site ve köylerin sahibi haline geldiler. Şa-to ve kiliselerin çevrelerinde yeni şehir üniteleri oluşmaya başlamıştı. Kişiyi büyüktoprak sahiplerinin himayesine girmeye iten aynı etkenler, en etkin şekilde koru-nabilen senyörlük konutunun yakın çevresinde toplanılmasına yolaçtı. Öte yan-dan senyörlüğün ekonomik bir birim oluşturması yüzünden zanaatkar ve işçilerinsenyörlük merkezini işyeri olarak seçmeleri de normaldi. Böylece senyöre sıkı sıkı-ya bağlı yeni bir köy tipi doğdu. X. yüzyılın sonuna değin site ve senyörlük birbi-rinden ayrılmadı.

Ekonomik yapıdaki Esnaf Sınıfı'nın doğuşu ve konumu nasıldır?

Normanların akınlarından ve Arap İmparatorluklarının gerilemesinden bu yana,yerel ölçüde olduğu kadar uluslararası ölçüde ekonomik değişim (mübadele) ye-niden başladı ve derebeylik düzeni sağlamlaştıktan sonra ekonomik hareketin ge-lişimini kolaylaştırdı. Topluluklar arasında belirli bir akım gelişti ve yeni bir sınıfolan "Esnaf" sınıfı doğdu. Bu sınıf, dar senyörlük alanından çıkarak başka biryaşam biçiminin doğmasına zemin hazırladı. Esnaf arasında olduğu kadar, şehir

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 5

?

?

Page 10: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

halkı arasında da kazanç ortaktı. O halde ilk şehirleşme aynı sınıftan kişiler arasın-da kurulan birlikler niteliğini taşıyacak ve bu birliklerin de tek amacı olacaktı; es-nafı senyörün keyfî hareketlerine karşı korumak ve ekonomik yaşantının işleme-sini sağlamak.

Lombardiya, senyör yönetiminden çıkarak vatandaşlar tarafından şehirler kuru-lan ilk bölge olmuştur. Lombard piskoposları önceleri ülkeyi vatandaşlarla birlik-te yönetiyordu. Ancak bir süre sonra piskoposun atadığı belediye meclisi şehrinyönetimini kendi üstüne alma çabasına girdi ve dolayısıyla Piskoposla savaşa baş-ladı. XI. yüzyılın başlarından itibaren Lombard şehirleri ayaklandı. Bu savaş so-nunda Cremon, Milano, Mantova, Asti idarî özerkliklerini kazandılar.

Komün Hareketi ve sonraki siyasal ve dinsel gelişmeler nasıldır?

Kuzey Fransa'da XI. Yüzyıldan beri etkin olan Komün hareketi laik senyörle-rin ve kilisenin çok sert muhalefetiyle karşılaştı. Piskoposlar, ulema ve hatta papa,kurulu düzenin zararlı olduğuna karar vererek şehir özerkliği hareketiyle sert birşekilde savaştılar.Senyörler de komün hareketine karşı çıkıyorlardı. Çünkü bele-diye meclislerinin oluşumu kendilerinin yargı, ekonomik ve siyasi yetkilerinin birkısmını kaybetmelerine yol açıyordu. Yalnız hareketin uluslararası niteliği saye-sinde komünler, senyörlerin direncini birbiri ardına kırmayı başardı. Komünler,geç de olsa kralların etkin desteğini gördü. Büyük derebeyleriyle savaşta olankrallar şehirlerin doğal müttefiki haline geldiler.Valenciennes 1114'de, Amiens1115'e doğru, Soissons 1126'da, Brugge ve Lille 1127'de özerkliklerini kazandılar.

1.4. Derebeylikde Kilise

Derebeylik toplumunda kilisenin olağanüstü bir yeri vardı. Kilise bu yeri, ruhanive maddi gücüyle sağlamıştı. Pepin (Kısa Pepin) döneminden beri papalık, uhre-vi alanda olduğu kadar dünyevi alanda da söz sahibiydi. Papalık monarşisi Hırıs-tiyan dünyasının en büyük güçlerinin saymak zorunda kaldığı bir gerçeklik ka-zandı. Şüphesiz, XI. yüzyıldan beri papazlarla imparatorluk arasında geçen mü-cadele, kilisenin etken güçlerinin büyük kısmını eritti. Fakat Roma papalığı ruh-ban sınıfını barışçı bir yolla kendi hakimiyetini sağlayacak bir araç durumuna ge-tiren merkeziyetçi bir siyaset izlemekten geri kalmadı. Öte yandan bütün Avrupaülkelerinde feodal örgütlenme sebebiyle piskopos, sadece piskoposluğun ruhanilideri değil aynı zamanda, piskoposluk merkezini de içeren çok geniş topraklarınsenyörü haline geldi.

Ruhban Sınıfı, Papa ve Piskoposların konumları nasıldır?

Piskoposlar toplumda yerlerini alır ve ruhban sınıfı kraliyet sarayına karşı ağırlı-ğını koyarken papalık iktidarı da kendi yapısını yenileyerek güçlendirmeye de-vam ediyordu. Papalık kurumlarının sağlamlaşması kilise yönetiminin merkezi-

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U6

?

?

Page 11: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

leşmesi yararına bir hareket doğurdu. Din bilginleri ve yasacıları papanın üstünlü-ğü ve tek yetkili olması ilkesini yaymak için bütün güçleriyle çalıştılar. Bu çalışma-ların sonunda papalık hakları piskoposların zararına hissedilir bir artış gösterdi.XII. yüzyıl sonunda Başpiskoposluklara bağlı piskoposların hemen hemen tümüRoma'dan onay istemeye başladılar. Papalık, çeşitli Hırıstiyan ülkelere papanıntemsilcisi olarak doğrudan doğruya hareket eden elçiler göndererek dini yöneti-min merkezileşmesini tamamladı.

Avrupayı Latran Konsili'ne götüren siyasal ve dinsel ögeler nelerdir?

Din adamlarının para ile ünvan alması ve papazların evlenmesi bu dönemde kili-senin aldığı iki önemli yara oldu. Gregorius VII, 1075 tarihinde evlenen papazlarıgörevinden uzaklaştırdı. Kutsal şeylerin alışverişi ve din çevresindeki her türlü ti-caret 1075 tarihinde yasaklandı. Para karşılığında kutsal şeyler satan papazlar gö-revlerinden atıldı. Laikler ise aforoz edildi. Gregorius VII, papalık elçilerinin yar-dımıyla piskoposlukları düzene soktu. XIII. yüzyıl başında (1215-Latran Konsili)piskoposları atama hakkı sadece piskoposluk meclisi üyelerine bırakıldı. Böylecekilise, senyör ve kralların müdahalesine karşı etkin bir şekilde korunmuş oldu.

XIII. yüzyılda görüldüğü gibi piskoposluk, piskopos, piskoposluk meclisi ve baş-diyakosun etkisi altındaydı. Bu üç güç arasında sık sık çatışmalar çıktı ve bu du-rum Trento Konsili'nin yaptığı reforma kadar sürdü.

Bununla birlikte piskopos yasal bakımdan tartışılmaz bir üstünlüğe sahipti. Ger-çekten tamamen dini sorunlara değinen konularda fetva vermek ve kilise malla-rıyla ilgili geçici kararlar alma yetkileri piskoposa verilmişti. Constantinus devrin-den beri piskoposlar bu iki yetkiyi kullanıyordu, fakat başdiyakosların yardımınıkabul zorunda kaldılar ve böylece başdiyakoslar piskopos yetkisinden bağımsızbir yargı hakkı kazandı.

Bu yargı hakkının budanmasına karşı koymak için, XII. yüzyılda piskoposlar özelgörevliler, yani yargıç papazlar atadılar; bunlar piskopos adına dini ve dünyevialanda yargı yetkisini kullanıyordu. XIII. yüzyılda bu yargıç papazlar başdiyakos-luk yargı kurallarına kesinlikle hakim oldular.

Kilise, derebeylik toplumu ve adlî kurumlarıyla olan sıkı ilişkileri yüzünden Orta-çağ sosyal yaşamını çok derin bir şekilde etkiliyor, Hırıstiyan dünyasında hakimi-yeti krallarla paylaşıyordu. Eğitim, hemen hemen yalnız kilisenin elindeydi. Çoksayıda manastır okulu bulunmakta idi.

Cluny Tarikatı'na karşı oluşan tepki ve sonuçları neler olmuştur?

X. yüzyıldan XII. yüzyıla kadar manastır okullarını kuran Cluny Tarikatı, manas-tırlarının sayısı, zenginlikleri, maddi ve manevi yaşam alanında yaptıkları hizmet-

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 7

?

?

Page 12: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

le Avrupa'da olağanüstü bir etki yaptı. XI. yüzyılda Cluny'nin Avrupa'da tuttuğuyeri bir başka tarikat aldı. Aziz Bernard adlı bir keşiş Cluny yolsuzluklarına karşıçıkarak keşişlere yaşamlarını sürdürmek için gerekli mal dışında mal edinmeyiyasakladı. Eğitime, bilim ve edebiyata düşmanlık göstermelerine karşı çıktı. Papa-lık sarayının lüks yaşamını kınamaya başladı.

İnsanların manevi yaşamına olduğu kadar maddi yaşamına da karışan kilise, siviliktidar için korkunç bir güç haline gelmişti. Fakat krallık yasal ve pratik olarak feo-dal düzeni otoritesi altına aldığı zaman kilisenin muhalefetiyle karşılaştı. Baronla-rın yaptığı gibi kilise de hakimiyeti paylaşma iddiasındaydı. Monarşide kamu ku-rumları gittikçe laikleşecek ve bu laikleşme Ortaçağ uygarlığının çöküşünün ha-bercisi olacaktır.

2. Derebeylik Savaşları

2.1. Yüzyıl Savaşları

İngiltere ile Fransa'yı 1154 ile 1159 Paris Antlaşması arasında karşı karşıya getirensiyasi bunalım dönemini, Yüzyıl Savaşı'nın başlangıcı sayabiliriz. XIV. ve XV.yüzyıllardaki çatışmalar gibi bu dönem de arkası gelmeyen silahlı çarpışmalarasahne oldu. Bu çatışmalardan bütün ayırıcı nitelikleri kazanmış, güçlü bir vatan-severliğe sahip iki millet, Fransa ve İngiltere doğacaktır.

Derebeyliğe özgü karakterini daima koruyacak olan birinci Yüzyıl Savaşı'nda çokfarklı tipte iki monarşi, belirgin özellikleri olan iki siyasi birlik, tarih sahnesindegörüldü.

Capetler'le Plantagenetler arasındaki anlaşmazlık, o günün koşullarının beklenensonucuydu. Capetler'e savaş açmadan önce Henri II, çevresindeki toprakları işgalederek ve Barcelona, Alsace gibi derebeyliklerle ittifak yaparak Fransa kralını yal-nız bıraktı. Louis VII, Henri II ile Gisors'da bir barış imzalayarak bir kısım toprak-ları İngiltere kralına bıraktı. Bu arada Henri II, şansölye Becket'i kilise üzerinde birhakimiyet kurmak amacıyla Canterbury piskoposluğuna getirdi (1162). AncakBecket, Henri II'nin kiliseyi dize getirmek için koyduğu ağır vergilere itiraz etti.Henri II, kiliseye tanınan ayrıcalıkları kaldırmak istiyordu. Kralın laik yasalara ol-duğu gibi, ruhban üzerinde de mutlak üstünlüğünü kanun hükmüne bağlayanClarendon Yasaları'nı kabul ettirmesi için sert tedbirler alması gerekti (1164).

Henri II, Becket'in Louis VII'e sığınması üzerine ona savaş açarak Becket'i elegeçir-meyi düşündü. İki yıl süren savaşta (1167-1169) Henry II, Fransız tacına bağlı top-rakları ele geçirmek için çarpışırken Louis VII, krala başkaldıran İngiliz asillerinidestekledi. Kesin sonuç alınamayan bu savaşların aldığı durumdan kaygılananHenry II, Louis VII ile barış imzaladı.

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U8

Page 13: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

29 Ocak 1170'de Becket'in öldürülmesi Henry II'nin güçlü iktidarının sonu oldu.En yakınları bile kralın zorba iktidarına başkaldırdılar. Oğlu Henry Fransa'ya sı-ğındı ve Louis VII tarafından İngiltere kralı ilan edildi. Bu olay geniş ve yaygın biriç isyanın başlangıcı oldu. Louis VII, Normandiya'yı işgal etti (1173) ve Rouen'i ku-şattı. İskoçyalıları yendi ve baronların isyanını bastırdı. Normandiya'yı Fransız-lardan alan kral, 1174'de Montlouis'de imzalanan barış ile statükonun korunması-nı sağladı.

1180 tarihinde Philippe II Auguste Fransa kralı oldu. Philippe II, genç Geoffroyadına Henry II'den Anjou'yu istedi. Henry II razı olmayınca savaş başladı (1187).İngiltere kralı Fransa kralı ile barışa razı oldu. Bu arada babasından hiçbir yetki al-mamış olan Richard, Berry'yi işgal ederek yeni bir savaşın başlamasına neden ol-du.

Richard, babasından taht üzerindeki veraset hakkını kabul etmesini istedi. Babaoğul arasındaki bu çekişme yeni bir Fransız-İngiliz savaşına neden oldu. Bu savaş-lar sonunda Henry II, bir kısım toprakları Fransa'ya bırakmak zorunda kaldı. Birsüre sonra tahtı oğlu Richard (Aslan Yürekli Richard)'a bırakarak öldü. Richard ikiyıl kutsal topraklarda savaştı. Fakat, Almanya'dan geçerken imparator Henry VItarafından tutsak alındı. Richard (Aslan Yürekli)'ın esareti sırasında İngiltere'detaht, kardeşi z John (Yurtsuz)'un idaresinde kaldı. Philippe II Auguste bu durum-dan yararlanarak İngiltere'nin Fransa'daki topraklarını ele geçirmek istedi. Ric-hard, İngiltereye döner dönmez Fransaya geldi ve Philippe II Auguste savaş açtı.Yenilen Philippe barış istedi (1196). İngiltere, işgal ettiği Fransız topraklarını geriverirken Flandre'da, Somme'da ele geçirdiği topraklardan çekildi (1199). Savaş, İn-gilterenin zaferi ile sonuçlanacak gibi görünürken, bir felaket savaşın kaderini de-ğiştirdi. Richard (Aslan Yürekli), Limousun'un kuşatılması sırasında vurularak öl-dü.

Bir süre sonra John, Fransa kralının harekete geçmesini beklemeden Brötanyakontu Arthur'u yendi ve esir aldı. Baronlar bir koalisyon halinde Philippe Augusteile birleştiler. John, Brötanya'ya sığındı ve orada Arthur'u öldürttü. Bu cinayet bü-tün baronların isyanına neden oldu. Bu yaygın isyandan yararlanan Philippe IIAuguste, Normandiya'yı elegeçirdi. Bunun arkasında iki yıllık bir barış imzalandı.Bu savaşlar sonunda Brötanya, Normandiya, Anjou, Maine ve Tourraine Fransatacına bağlandı.

Philippe II Auguste Loire'ın savunmasını oğlu Louis'ye bırakarak Flamanlar üze-rine yürüdü. Louis, Yurtsuz John'u ağır bir yenilgiye uğrattı (1214). Philippe II Au-guste birleşmiş düşman ordularını yendi. Bu iki taraflı yenilgiden sonra John,Fransa üzerindeki ihtiraslarından vazgeçmek zorunda kaldı.

Kralın kötü sonuçlanan Avrupa seferleri, İngiltere'yi geniş ölçüde etkiledi. Ağırvergiler ve John'un despotca davranışları baronlar arasında hoşnutsuzluk yarat-mıştı. Yurda dönüşünde kralı, kral iktidarını sınırlayan "İngiliz Haklarının Bü-

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 9

Page 14: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

yük Şartı" (Magna Carta) adlı kanunları kabul ve ilana zorladılar (1215). John ça-tışmayı göze alamayarak kanunu kabule razı oldu. John'un ölümünden sonra Pa-pa, Henry III'yi kral ilan etti.

XII. yüzyılda doğudan gelen Manicilik akımı Languedoe'da büyük taraftar topla-mıştı. Kilisenin gücünden ürken ve zenginliğine göz diken Toulouse kontları yenidinin yayılmasına ortam hazırladılar. Vatikan temsilcisi Maniciler tarafından öl-dürüldü (1208). Papa, kuzey baronlarını Languedoe'a karşı bir haçlı savaşına ça-ğırdı. Üç yıl süren çatışmalarda Toulouse'un tamamı işgal edildi.

Meaux Barışı'na neden olan siyasal ve askeri olgular nelerdir?

Philippe II Auguste, Güney Fransayı ele geçirmek için olaylardan faydalanmayıdüşündü. Oğlu Louis'i, Simon de Monfort'un yardımına gönderdi. Bazı haçlılarınbazı kont Raymond VII taraftarlarının ağır bastığı çarpışmalar on yıldan fazla sür-dü. Philippe II, savaş sona ermeden öldü. Oğlu kral Louis VIII, Toulouse'un işgali-ni tamamladı. Fransa 1220 Meaux Barışı ile Güney Fransa'daki birçok eyaletin sa-hibi oldu.

Henry III'nin başarısızlıkları İngiltere'de hoşnutsuzluğu arttırmıştı. Simon deMonfort'un önderlik ettiği baronlar ve piskoposlar, yeni isteklerle kralın karşısınaçıktılar. Bir asiller meclisi kurulmasını, Büyük Şart ile tanınan vatandaş haklarınıngenişletilmesini, İngiliz kilisesinde reform yapılmasını istediler.

Paris Antlaşmasının sonucunda ne olmuştur?

Louis VIII'in yerine geçen Saint Louis 1254'de Filistin'den döndüğü sırada İngilte-re karanlık bir dönem yaşıyordu. Saint Louis bir barış yaparak iki ülke arasında sü-rüp giden çatışmalara bir son vermek istedi. Henry III, baronların da zorlamasıylaFransa kralının barış teklifini kabul etti. 1259 Paris Antlaşması birinci Yüzyıl Sa-vaşı'nın sonu oldu. İngiltere, Fransa'daki bir kısım topraklarını geri aldı. Norman-diya, Anjou ve Tourraine kesin olarak Fransa'ya bırakıldı.

1337-1475 yıllarını kapsayan İkinci Yüzyıl Savaşları'nın sonunda ; yüzyıl savaşlarıdönemi artık sona ermişti. Calais en az yüz yıllık bir süre için İngilizlerin elindekalmış, Fransa güneybatı eyaletlerine yeniden sahip olmuş, Brötanya Fransız nü-fuz bölgesi içinde kalmıştı. Fransa'da savaş, getirdiği felaketlerin yanında ülkeiçin çok değerli bir kavramın, milliyetçilik kavramının doğmasına ve toplumunher sınıfın bilinçlenmesine ortam hazırlamıştır. Valois'lar çağının derebeylik sava-şı yerini bir uluslar kavgasına bırakmıştı. Yüzyıl boyunca Avrupa'yı kana bulayanbu kavgadan iki yeni ulus, iki yeni devlet Fransa ve İngiltere doğdu. Derebeylik,artık çağın ihtiyaçlarına yetmediğini göstermişti. Şimdi bu eskimiş rejim, toprak-ların bağımsızlığa kavuşturulması için yapılan savaşlarda güçlenen monarşiyeyerini bırakıyordu. Yüzyıl Savaşları, krallık birliğini güçlendirdiği oranda büyükderebeylerin iktidar ve otoritelerini de yıkmıştı.Artık mutlakiyetçiliğe kadar gide-cek olan monarşilere yol açılıyordu.

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U10

?

?

Page 15: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

2.2. Fransız Monarşisi

Yüzyıl Savaşı'nın en önemli sonucu, derebeyliğin kesin olarak yıkılması ve mutlakmonarşinin kuruluşu olacaktır. Fransa ile İngiltere arasındaki savaş, kral iktidarınıgüçlendirdi. Philippe II Auguste'den sonra monarşinin gelişmesi, yeni bir idare ör-gütünün kurulmasını zorunlu hale getirdi. Fransa kralları sağlam bir merkeziyetçiidare kurarken, daha o yıllarda yerleşmiş ve güçlenmiş olan Anglo-Norman kuru-luşlarından örnek aldılar.

Saint Louis döneminin en önemli olayı nedir?

Philippe II Auguste, tahtın kilise ile olan ilişkisini yeniden ele aldı. Kilise, mensup-larını da, tıpkı laik vatandaşlar gibi, kralın en yüksek merci' olduğu bir adalet örgü-tüne bağlamak ve kiliseyi de vergilendirerek, savaş masraflarına ortak etmek içinçaba harcadı. Bazı önemli derebeyliklerini ya silah zoruyla, ya da barışçı yollarlataca bağladı. Saint Louis döneminin en önemli olayı ; parlamentonun kuruluşu ol-muştur. Başlangıçta sarayda kralın çevresinde kilise ileri gelenleriyle yüksek me-murlardan oluşmuş bir heyet iken, zamanla gerçek bir idari-adli-siyasi kuruluş ni-teliği kazanan parlamento, Fransız tarihinde önemli bir rol oynayacaktır. Parla-mento, kralın mutlak iktidarının ortağı ve temsilcisiydi.

Saint Louis ile Fransa'da hukuk anlayışı değişti. Kral iktidarı, hukukun en önemlikaynağı oldu. Hükümdarın iradesi en yüksek kanun sayıldı. Bütün öteki kanunlarve bütün hukuk düzeni kralın iradesine uymak zorundaydı. Böylece kral, zaman-la, adaletin hem yaratıcısı hem de en yüksek ve kesin uygulayıcısı oldu. Saint Lou-is, vatandaşa, doğrudan krala başvurabilme hakkı tanıdı. Louis, maliye örgütünüde geliştirdi. Yeni mali sistemin hedefi krallık bütçesinde denge sağlamak ve de-ğişmez bir para rejimi kurmaktı. Louis, para birimlerine özel adlar verdi ve ilk defaaltın ve gümüş para bastırdı.

1300 tarihlerinde Fransız-Flaman çatışması yeniden alevlendi. Çeşitli cephelerdesavaşlar ve barışlar birbirini takip etti. 1305'de yeni Flandre kontu ile kesin barışyapıldı. Ancak Güzel Philippe 1314'de öldüğünde Flandre sorunu çözülmüş değil-di.

Güzel Philippe'in imparatorluğa karşı tutumu Avrupa'nın 300 yıldan beri hazırla-makta olduğu değişikliğin elle tutulur işaretiydi. İmparatorluk ve papalık manevialanlardaki güçlerini sürekli çatışmalar arasında kaybederken, Fransa ve İngiltere,yavaş yavaş siyasi ve manevi kuruluşlarını tamamlıyor, merkezi iktidarın temeliolan kurumları güçlendiriyorlardı.

Burjuva Sınıfı'nın doğuşunu ve sonraki gelişmeleri tartışınız?

Philippe (Güzel Philippe)'in İngilizlerle, Flamanlarla ve Vatikan'la olan savaşlarımonarşinin güçlenmesine ve örgütlenmesine engel olmadı. Bu dönemin en önemli

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 11

?

?

Page 16: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

olayı, yeni bir sosyal sınıfın ; Burjuva Sınıfı'nın şekillenmesi oldu. Monarşi, ken-disiyle çıkar ortaklığı olan burjuvalığı besledi. Bu yılların ikinci önemli olayı ; EtatGénéraux'lar'ın temelinin atılması oldu. 1290'da kral Aragon anlaşmazlığınıntartışmasını yapmak üzere burjuvaları bir toplantıya çağırmıştı. Soylular 1302'de,1308'de, 1314'de kilise ileri gelenleri ve şehir temsilcileri ile aynı nitelikte toplantı-lar yaptılar. Bu toplantılar Etat Généraux'lar'ın hazırlığı niteliğinde idi. Philippedöneminin bir başka özelliği de vergilerin genişletilmesi ve ağırlaşması oldu. Ay-rıcalıklar kaldırıldı ve vergi oranları arttırıldı. Bunun sonucu olarak 1309'da vergiişleriyle ilgili bir özel idare kuruldu.

Philippe'in 1314'de ölümü, otoriter ve merkeziyetçi idareye karşı yaygın bir isya-nın başlangıcı oldu. Yeni kral Louis X, baronların zorlaması karşısında merkeziidarenin mali yetkilerini kısıtlayan ve yöresel kurullara yetki tanıyan bir kanunu ;Charte'aux Normands'ı kabul ve ilan etti (1315).

2.3. İngiliz Kuruluşları

Fatih William'dan sonra İngiliz kuruluşları farklı nitelikte iki unsurun etkisi altın-da gelişti ; bir yandan Sakson monarşisinin siyasi gelenekleri, öte yandan Normanistilacıların adaya getirdiği töreler. Norman kralları kendilerinden önceki Saksonkralları gibi milli liderdiler ve Fransız kralları gibi ülke topraklarının sahibi idiler.Bu iki yönlü iktidar krala, teb'ası üzerinde çok geniş bir hakimiyet sağlıyordu.Kral, kendini saydıracak kadar güçlü ise iradesi kanun demekti. Kişisel mülklerive özel bir malikanesi olan kral ve kraliçenin çevresinde taca bağlı yüksek rütbelikomutanlar ve vekiller yeralıyordu.

Curia Regis nedir?

Yüksek memurların yanında Curia Regis, piskoposları ve bazı büyük baronlarıbirleştiren bir meclisti ; kanunların yapımına yardımcı oluyor ve aynı zamandahukuk ve ceza alanlarında yüksek merci' sayılıyordu. XII. Yüzyılda Curia, siyasive idari iki meclis haline geldi. En yüksek adalet mercii niteliği yanında mali da-nışma kurulu görevini de yüklendi. Adalet kurulu, taca bağlı yüksek rütbeli ko-mutanları ve uzmanlaşmış yüksek hakimleri biraraya getiriyordu. Tahtla ilgili bü-tün önemli sorunlarda söz sahibiydi ve yargı organları için en yüksek başvurmamercii idi.

Krallık iktidarındaki Sheriff'i ve yetkilerini tartışınız?

Kralın iktidarı Sheriff'ler aracılığıyla bütün ülkeye yayılıyordu. Sheriff, senyör-lüklerde, kontun ve piskoposun da üstünde yeralıyor ; kralın tek temsilcisi olarakidare ve adalet kurullarına başkanlık ediyordu. Henry II, İngiliz kurumlarının te-meli olacak idari reformlara 1175 tarihinden itibaren girişti. 1175'den itibaren kra-lın başkanlığında toplanan genel meclisler, krallığın bütün idare örgütlerini de-

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U12

?

?

Page 17: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

netlemekle görevli ve krala bağlı gezici hakimler kurumunun ve hakimleri denet-lemekle görevli 12 şövalye ve 12 sivil vatandaştan oluşan jüri heyetlerinin kurul-ması kararlarını aldı.

Saint Paul Katedrali'nde toplanan ülke ileri gelenleri John (Yurtsuz John)'a "İn-giliz Vatandaş Özgürlükleri Şartı"nı kabul ettirmek kararını aldılar. John, bu bir-leşik güç karşısında boyun eydi ve bu kanun metnini imzaladı (1215). Büyük Şart,kral iktidarını kısıtlıyor ve İngiliz kurumlarının tanımlamasını yapıyordu. Keyfitutuklamaları yasaklayarak, kişi özgürlüğünü güven altına alıyordu.

1215 Şartı, kralın mali yetkilerinin bir bölümünü yeniden tanımıştı. 1258 yılındaOxford'da toplanan parlamento, krala önemli reformlar kabul ettirdi. Buna göre,parlamento yılda üç kere toplanacak ve kralın özel danışma meclisinin 15 üyesiniseçecekti. Ancak Henry III, 1264 yılında Oxford hükümlerini yürürlükten kaldırdı.Fakat Simon de Monfort, kralın ordusunu Lewes Savaşı'nda yendi ve Henry III'iesir aldı.

İngilterede ilk defa tarih sahnesinde görülen komünler, Lewes Anayasası'nı öncekabul ettiler, sonra çekimser kaldılar. Monfort'un zaferi çok kısa ömürlü oldu. Glo-uchester kontu kralcılara katıldı ve Simon de Monfort'u Evesham Savaşı'nda ağırbir yenilgiye uğrattı (1265). Kazananlar partisi, Simon de Monfort'un getirdiği bü-tün yenilikleri hükümsüz sayarak krala eski ayrıcalıkları geri verdiler (1266).

Yeni kral Edward I (1272-1307) anayasanın kendisine tanıdığı bütün hakları kulla-narak iktidarı güçlendirmek istedi. Maliye örgütünü geliştirdi ve yeniden düzen-ledi. Edward I, bir kanun yapıcı idi. Yeni yasalarla İngiltere'nin siyasi ve idari yapı-sını güçlendirdi. Çoğu parlamentonun onayından geçmiş bir seri kanun statüsüyaptı.

1307'de kralın ölümü ile iktidar Edward II (1307-1327)'a geçti. 1311 tarihinde Tho-mas of Lancaster'ın liderliğinde toplanan soylular kralı, Oxford hükümlerinin yenibir görünüşü denebilecek bir anayasayı kabule zorladılar.

3. Merkezi Devletlerin Kuruluşu

3.1. Fransız Siyasal Gelişimleri ve Monarşi

Fransız monarşisi İngiltere ile yaptığı savaştan zafer kazanmış olarak çıkmış, bunusağlamak için kendi iç yapısını güçlendirmek zorunluluğunu duymuştu. XIV. veXV. Yüzyıllar Fransa'yı derebeylik rejiminden mutlak bir monarşiye götürdü. Ar-tık güçlü monarşilerin, özellikle savaşın ve onun getirdiği zorunlulukların ürünüolduğu bir gerçektir. Yaygın bir toplum hareketi siyasi oluşumu bir anayapı refor-muna doğru itmiş, fakat reformlar dış şartların uygunluğuna sıkı sıkıya bağlı oldu-

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 13

Page 18: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

ğundan başarıyla sürdürülememiştir. Bu başarısızlık, siyasi gelişimin yönünü de-ğiştirmiş ve mutlak monarşilerin güçlerini hızlandırmıştır.

Philippe VI ve Jean (İyi Jean) dönemlerinde merkeziyetçi yönetim, Saint Louis vePhilippe (Güzel Philippe) iktidarları sırasında temeli atılmış olan kuruluşları ya-şatıyordu. Şövalyelik kavramlarına bağlı olan krallık devlete, daha akılcı ve gü-nün koşullarına daha uygun bir yapı kazandırmayı düşünmüyordu. Philippe VIve Jean dönemlerinde kral, birçok kere olağanüstü vergiler istemek zorunda kal-mış, fakat monarşi mali sıkıntı ve parasızlıktan kurtulamamıştı. Toplumun aydınsınıfları, saraydaki israfı görerek seslerini yükseltince Paris'de bir reformcu hare-ket doğdu.

İyi Jean, Poitiers Savaşı'nda esir düşünce (1356) Fransa çaresiz kalmıştı. Devletinne askeri, ne de parası vardı. Veliaht, yeni bir olağanüstü vergi istemek için EtatGénéraux'yu toplamak zorunda kaldı. Fakat bu defa baronlar vergi ödemekle ye-tinmediler ve devlet yönetiminde denetim hakkı talep ettiler.

Şubat ayında toplanan Etat Généraux, olağanüstü vergi salınması isteğine olumluyanıt verirken hükümet denetimi hakkı konusunda ısrar etti. Charles, boyun ey-mek zorunda kaldı. Etat Généraux üyelerine Krallık Konseyi'ne seçilme ve alına-cak kararlara itiraz hakkı tanıyan Mart 1357 Emirnamesi'ni ilan etti. Reform tasarı-larını hazırlamakla görevli sekiz kişilik bir komisyon kuruldu. Fakat Londra'dabulunan esir kral İyi Jean, Etat Généraux'nun dağılmasını emretti ve yeni vergilersalınmasını yasakladı. Bu yanlış müdahale Paris'de yeni olaylara neden oldu.

Charles, 1357 yılının Aralık ayında reformları tartışacak olan Etat Généraux top-lantısı için geri döndüğünde Paris'de düşman bir cephe buldu. Veliaht ile EtienneMarcel arasında savaş başladı. 1358 yılının Ocak ayında isyancılar hazine bakanıöldürdüler. Bir ay sonra Pariste ihtilal patlak verdi. Charles, Etienne Marcel'in ta-leplerine boyun eymek zorunda kaldı (Mart 1358).

İngilizlere duyulan nefret 1358 Temmuzunda bir sokak hareketi biçiminde patlakverdi. Navarra kralı ve Etienne Marcel isyanı bastıramayınca, daha önce gelmişolan İngiliz birliklerini Paris'ten çıkarmak zorunda kaldılar ama isyan bastırıla-madı. İki gün sonra da Veliaht Charles Paris'e girdi. Charles, artık ülkesinin sahi-biydi. İki yıl süreyle babası adına devleti yönetti. 1364 yılında tac giydi. Bu olaylarsonucunda Charles V'ın çevresinde bir çeşit erken gelişmiş aydın monarşisi oluş-tu.

Charles VI, Dönemi'ndeki olaylar nelerdir?

Charles VI döneminde halk vergilere karşı ayaklandı. Mali sıkıntı içinde olan hü-kümet eyaletleri vergi ödemeye davet etti. Ayaklanmalar genişledi ve büyüdü. Biranlamda derebeylik geri dönüyordu. Charles VI, 1388 yılında amcalarının vesaye-

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U14

?

Page 19: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

tinden kurtulunca yeni bir hükümet oluşturdu. Yeni hükümet ; bir seri kanunna-meyle her alanda reformları ilan etti. Yönetim, adalet ve şehir yönetimleri yenidendüzenlendi. 1392'de kralın akli dengesini yitirmesi ile kaos tekrar başladı. Halk1413 yılında ayaklanarak Etat Généraux'nun toplanmasını istedi. Krallık Konseyibu baskı karşısında geniş bir reform programı ilan etti. Ancak uygulamadaki yan-lışlıklar yeni bir ayaklanmayı doğurdu. İsyancılar 1413 yılının Mayısında yeni birseçim sistemi ile krallık yönetimini halkın denetimine bırakan bir emirnameyi ilanettirdiler. Ama artık krallık 30 yıl sürecek bir anarşi dönemine giriyordu.

Charles VII, her yıl alınacak bir vergi sistemini ilan etti. Bu arada vergi örgütündede bir reform yapıldı. Mali reformları ordu yönetimindeki reformlar izledi.

Monarşi, böylelikle 1440-1450 yılları arasında gelecek zaferlerinin araçlarını hazır-ladı. Siyasal merkeziyetçiliğin ortamını yarattı. Taca bağlı yüksek rütbeli subaylar,geniş yetkilerini kaybederek, yönetimin çeşitli bölümlerini kral adına idare edenbirer devlet görevlisi haline geldiler. Mahalli idarelerde iktidarın sahibi olan sen-yörler üzerinde kral, kesin bir yönetim ve denetim yetkisi kazandı. Etat Généraux,yerini, kralın kesin iradesiyle daha iyi bağdaşan Eyaletler Meclisi'ne bıraktı.

3.2. İmparatorluğun ve İtalya'nın Parçalanması

Fransa ve İngiltere, monarşinin kazandığı zaferlerle güçlü merkezi devletler nite-liği kazanırken Roma-Germen İmparatorluğu her geçen gün itibar ve güç kaybedi-yordu. Parçalanma, Almanya'nın siyasal yapısının bir özelliği olmuştu. OysaAvusturya, İmparatorluk içinde gitgide güçleniyordu. İtalya'da ise yaygın bir va-tanseverlik duygusuna rağmen küçük cumhuriyetler bağımsızlıklarını kıskanç-lıkla koruma mücadelesi içindeydiler. Çok sayıda küçük devlete bölünmüş İtalya,güçlü komşuları için kolay ele geçirilebilir bir devlet görünümüne gelmişti.

1250-1273 Dönemindeki siyasal olaylar nelerdir?

İmparatorluk, büyük iktidar bunalımından sonra (1250-1273) gerçek bir anarşiyesürüklenmişti. İmparatorluk tacını paylaşmayan soyluların kavgasından yararla-nan senyörler ve şehirler, bağımsızlık ilan etmişti. Küçük bir senyör, Rudolf I vonHabburg imparator ilan edilince imparatorluk iktidarı tehlikeye girmiş görüldü(1273).

Habsburg kral soyunun temeli atılmıştı. Fakat öteki prensler, Habsburglar'ın tahtayerleşmesiyle güçlenen Avusturya'nın Almanya'daki nüfuzundan kaygılandılar.Rudolf I'in 1291'de ölümünden sonra imparatorluğa Adolph von Nassau getirildi;onu Avusturya'lı Albrecht (1298) izledi. Albrecht'in on yıllık iktidarından sonraimparatorluğa, Heinrich von Luxemburg getirildi (1308-1313). Oğlu Johan von Lu-

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 15

?

Page 20: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

xemburg, Fransa sarayı ile ilişki kurdu, kızını kral Jean'la evlendirdi; Fransa safın-da katıldığı Yüzyıl Savaş'ında öldü (1346).

Karl IV Döneminin en belirgin olguları nelerdir?

Bavyeralı Ludwig, kendinden önceki hükümdarların siyasetini sürdürerek, im-paratorluğa papa karşısında kesin bağımsızlık kazandırmak için mücadele etti;fakat yenik düştü ve tahtını Karl IV von Luxemburg'a bırakmak zorunda kaldı.Karl IV (1355-1378) Alman milliyetçiliğinin lideri oldu ve papalık karşısında ba-ğımsız bir imparatorluğun temelini attı. Ünlü "Altın Mühürlü Ferman" (1356)ile imparator seçimini ayrıntılarıyla düzene koyarak, tamamen laik bir rejim kur-du. Diet meclisine de siyasi ve hukuki yetkiler verdi.

Karl IV'dan sonra, her yapıcı hareketin ardından olduğu gibi devlet yaygın birgüçsüzlüğe sürüklendi. Bavyera ve Luxemburg tahtı paylaşamayarak birbirleriniyıprattılar. Oysa öteki prenslikler, özellikle Avusturya ve Macaristan güçlenmek-teydi.

Albrecht II kısa iktidarı sonun (1438-1439) akrabası Friedrich III'in imparator se-çilmesini sağladı. O tarihten sonra imparatorluk tacı Avusturya sarayının malı ol-du.

İtalya'nın küçük devletlere bölünüşü Almanyadaki bölünmeden çok farklı bir si-yasi nitelik taşımaktadır. Burada şehir devletleri mutlak bir bağımsızlığa öylesinealışmıştı ki, Almanya'daki gibi teorik bile olsa herhangi bir birleşme hemen hemenimkansızdı. Hiçbir İtalyan cumhuriyeti diğerine üstünlüğünü kabul ettiremedi-ğinden yarımadada bir çeşit siyasi denge sağlanmıştı. XIV. yüzyılda yarımadada-ki en güçlü devlet Napoli Krallığı idi. Giovanna II (1414-1435) döneminde Napolitam bir anarşiye sürüklendi. O'nun ölümü ile veraset sorunu kanlı olaylara yolaç-tı. İtalya, Napoli tahtını paylaşamayan Anjou ve Aragon soyları arasındaki çatış-malara sahne oldu. Aragon kralı 1443 yılında Napoli'yi bir savaşla ele geçirdi.

Alfonso'nun ölümü üzerine Napoli Krallığı Fernando'ya verildi. Fakat Fransakralı Louis XI, René'nin Napoli tahtı üzerinde hakkına miras yoluyla sahip oluncaFransa, Aragon'un en güçlü rakibi durumuna geldi. Napoli tahtının veraseti soru-nu İtalya Savaşlarının nedeni olacaktır.

Anjou soyu, Güney İtalya'nın hakimi olmak uğruna kuvvet harcayarak gücünükaybettiği ve yerine Aragon Sarayı'na bırakmak zorunda kaldığı yıllarda Ortaİtalya'da papaların Avignon'a taşınması yüzünden önem ve itibarından çok şeykaybetmiş görünüyordu. Papalar artık İtalya'da değillerdi. Bu nedenle Avignon-daki papa, Kuzey İtalya'da Anjouların Napoli Krallığına benzer bir krallık kur-mak istiyordu. Almanya'da Avusturya ve Bavyera Sarayları arasındaki çatışma-dan yararlanan Johannes XXII, Kuzey İtalya'ya hakim olmayı denedi. Fakat papa,imparatorların da karşılaşmış oldukları çetin muhalefetle karşılaşarak başarısızlı-

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U16

?

Page 21: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

ğa uğradı. Fransa'nın desteklediği Milano, Viscontiler'in yönetiminde papanın bü-tün girişimlerini sonuçsuz bıraktı. Sekiz yıl sonra bütün Lombardiya papa ve Bo-hemya kralı Johann'ın ortak müdahalesine karşı harekete geçti. Ferrare Savaşı(1333) papalığın tecavüzüne son verdi.

İtalyan birliği, en anlamlı ifadesini bir başka ortamda bulacaktı.Roma'da soylular-la plebleri karşı karşıya getiren anarşiden, eski Latin uygarlığının hayranı olan Co-la di Rienzo'nun katı diktatörlüğü doğmuştu. Rienzo, 1347'de halkı soylulara karşıayaklandırdı ve güçlü kişiliği ve mistisizmi sayesinde kendini Romalılara kabul et-tirdi. Eski Roma kuruluşlarından esinlenen kendine özgü bir hükümet kurdu. İlkişi İtalya Federasyonunu kurmak için teşebbüse geçmek oldu. Rienzo bir süre son-ra kilise ile anlaşmazlığa düştü. Acımasız diktatörlüğü hoşnutsuzluk yaratmıştı.Sonunda patlak veren bir ihtilal sonucunda öldürüldü (1354).

Papa, bu defa duruma el koydu. Siyasetini üstün bir asker ve bir diplomat olanKardinal Albornoz aracılığı ile uyguladı. Albornoz, bu siyasal başarıyı bir yasalarsistemi ile tamamladı. Ancak uzun ömürlü olmayıp, kutsal kilisenin siyasi niteliğiçabuk yıprandı ve İtalyan krallıklar, planlarını uygulama olanağı buldular.

Kuzey İtalya'da papalara ve imparatora karşı başarılı savunması ile güçlenen Mi-lano, Po Vadisi'nin en sağlam devleti olarak genişliyordu. Ancak bu defa sadecedeniz hakimiyeti ile yetinmeyen Venedik'in mukavemeti ile karşılaştı. 1402 ile1412 tarihleri arasında büyük bir anarşi dönemi yaşandı. Bu durumdan faydala-nan Venedik, Floransa ve Savoie, Milano'ya savaş açtılar. Bu savaşlarda bir kısımtoprağını kaybeden Milano, buna karşılık Cenova'yı hakimiyeti altına aldı. Böyle-ce XV. Yüzyılın ortasında Kuzey İtalya, Milano ve Venedik nüfuz bölgelerine ayrıl-mış oluyordu.

Napoli, Roma ve Milano'nun çalkantılı siyasi yaşamının aksine Venedik, dengelibir oluşum gösterir. Venedik zenginliğini ticarete borçlu idi. Tacirler sınıfı, toplu-mun en yerleşik ve değişmez unsuru olarak görünüyordu. Büyük Meclis ve Senatoüyeleri bu sınıf içinden seçiliyordu. Meclisler tarafından seçilen Duçe, devlet baş-kanıydı ancak, siyasi yetkisi sınırlıydı.

Duçe, 1310 olayları sırasında siyasi suçluları cezalandırmak amacıyla on kişilik birkomisyon kurmuştu. "Onlar Konseyi" uzun süre Venedik'in en korkulu siyasi or-ganı olarak kaldı. Venedik, Yunanistan ve Doğu Akdeniz'deki deniz sömürgele-riyle, Dalmaçya ve Bergama yönünden genişleyen sınırlarıyla XV. Yüzyılda İtal-ya'nın en iyi örgütlenmiş ve en gelişmiş devleti olarak görünmektedir.

Floransa Cumhuriyeti'nin gelişimi nasıl olmuştur?

Aynı çağda Orta İtalya'da Floransa Cumhuriyeti gelişiyordu. Floransa, Venedikgibi ihtilallere karşı hazırlıklı ve silahlı değildi. Hala derebeylik yasalarına uymak-

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 17

?

Page 22: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

ta olan hükümeti sağlam siyasi yapıdan yoksundu.Floransa'nın yoksul plebleriCiompiler 1378'de iktidarı ele geçirdiler ve şehri dört yıl yönettiler (1382). Ciompi-ler'in şiddet yönetimi, Albizziler'in liderliğinde soyluların karşı hareketi ile sonaerdi. Albizziler, Floransa'da yönetime el koyarak Cumhuriyeti kurdular. Siyasidengenin kurulması ekonomik gelişimi hızlandırdı. Ticaret büyük önem kazandı.Bunun sonucu olarak bankalar güçlendi ve devlet, güçlü bir bankacı ailenin, Me-diciler'in mali hakimiyeti altına girdi. Medici iktidarı ile Cumhuriyet artık sözdebir siyasal yapı haline geldi. Katı bir diktatörlük hüküm sürdü.

4. Ortaçağ Uygarlığı

4.1. Kavramsal Boyut

Ortaçağ Avrupasında düşünce ve kültür, Hırıstiyanlık kavramının ve mistisizmi-nin hakimiyetindedir. Hırıstiyanlık, yüksek bir din felsefesi olarak değilse bile,saygı gösterilen bir töreler topluluğu biçiminde insanların günlük yaşantılarınabile girmiş, henüz aydınlanmamış, büyük halk kitlelerine basit inançlar kalıbıiçinde, insanüstü, doğaüstü kavramını götürmüştü. Böylece, toplumun bütün sı-nıflarının yaşayışında dinsel olaylar büyük yer tutuyor ve Ortaçağ uygarlığına hiçolmazsa yüzeyde tamamen dinsel bir nitelik veriyordu. Din yasalarına bağlı pa-pazlar, eğitimin ve entellektüel yönelmenin tek kaynağı idi. Fransa'da Charle-magne'dan itibaren hemen her manastırda bir ilk ve ortaokul açıldı. Piskoposlarkatedrallerin yanında da okullar açtırıyorlardı. Okullarda ; teoloji, "Trivium"adıyla birleştirilmiş dilbilgisi, diyalektik ve retorik "Quadrivium" adıyla birarayagetirilmiş, aritmetik, geometri, müzik ve astronomi eğitimi veriliyordu.

Üniversite ve Fakültelerin gelişimi nasıl olmuştur?

Eğitim XIII. yüzyıla kadar manastır ve piskoposluk okulları arasında paylaşıldı.Paris'te üniversite 1221 tarihinde tüzel kişiliğini kazandı ve Paris Şansölyesi ilemücadelesini sürdürdü. 1231 tarihinde Şansölye boyun eğerek profesörlerin üni-versite mensupları tarafından seçilmesi yöntemini kabul etti. Piskoposluk yöneti-minden kurtulan üniversite, yeni bir site oluşturarak bağımsızlığını ilan etmiş ol-du. Bu yeni kuruluş içinde aynı ülkeden gelen öğrencileri toplayan gruplarla, aynıdersleri okuyan öğrenci grupları (fakülteler) ayrıldı. 1231 yılında bir kararla dörtfakülte ; teoloji, tıp, hukuk ve güzel sanatlar fakülteleri kuruldu. Rektörler XIII.yüzyılda üniversitenin en büyük idari görevlisi oldular.

Felsefe kavramının gelişimi nasıl olmuştur?

X. Yüzyıldan itibaren bütün Ortaçağ sürecinde hiç gelişmemiş olan felsefe kavra-mında ve incelemelerde bir yeniden doğuş görülür. Reims'de Gerbert, öğretisi içindiyalektik yönteme başvurdu ve Quadrivium Dörtlüsü'nü yarattı. Sonra Eulbert

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U18

?

?

Page 23: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

de Chartres kesin mantığı tercih etti ve Ortaçağ düşüncesinin skolostisizme yönel-mesini sağladı. Onunla üniversiteler arası bir çatışma başladı. Bir bölüm gerçekleri(realist), diğer bölüm ise adcıları (nominalist) biraraya getiriyordu. Gerçekçileriçin genel düşünceler doğanın gerçeklerinden hareket ediyordu. Adcıların gözün-de ise düşünce, bir addan ibaretti. Bu çatışma ve tartışmalar sonunda kilisenin şid-detli tepkisine rağmen inançla bilim arasındaki ilişkiler konusu ilk olarak dile geti-rildi. Saint Anselme, inancı bilimle bağdaştırmayı denedi. Akla hala güvensizliklebakılıyordu.

XII. yüzyıl düşüncesi Eskiçağın büyük düşünürlerinden Eflatun'da aradığı deste-ği ve önderi buldu. Birçok düşünür, onun düşüncelerini Hırıstiyan inançlarıylabağdaştırmayı denedi ve sonunda gerçekçiliği ispat eden delilleri bu sentezde bul-du. Zamanla bu düşünce yarı resmi bir nitelik kazandı ve kilisenin öğreticileri tara-fından benimsendi.

Gerçekçilik okullara yerleşirken Adcılar da tartışmalarını sürdürüyorlardı. Aris-to'nun eserleri Araplar eliyle Avrupa'ya geldi. Gezimciler (Peripatetisyen)'in eleş-tirme yöntemi, XII. Yüzyılın önemli bir kişiliği olan Abélard (1079-1142)'da ateşlibir hal aldı. Abélard, sofu bir Hırıstiyandı fakat düşüncesinde akla gitgide dahabüyük bir yer vermeye başlamıştı. Felsefesi ve ahlak anlayışı içinde Hırıstiyaninancından oldukça uzaklaşmış bir kişiselliği savunuyordu. Kilise tarafındanmahkum edilmesine rağmen Ab´lard'ın felsefesi XII. Yüzyılın ikinci yarısında Av-rupa düşünürlerini derin bir şekilde etkiledi. XIII. Yüzyılda Paris Üniversitesi'ninkuruluşu ve Avrupa'ya Aristo'nun yeni eserlerinin gelmesi doktrin çatışmalarınıhızlandırdı. Kilise boşuna bir çaba ile Hırıstiyan inancı ile bağdaşmayan yeni dü-şünce akımlarını engellemeye çalıştı, Aristo'nun okutulması yasaklandı. Bu aradaorta bir yol bulma adına Thomas d'Aquinas (1224-1274) dinsel inançlarla gizemci-lerin öğretisini birleştiren yeni bir felsefe ortaya attı ve böylece çağının manevidengesinin de kurucusu oldu. Saint Thomas, evrende bir tek gerçeğin varolabile-ceğini ve bu nedenle dinin ve bilimin birbiriyle mutlak bağdaşacağını savunuyor-du. Saint Thomas, Aristo öğretisini din felsefesi ile barıştırıyordu.

Thomas d'Aquinas'dan sonra bütün XIV. Yüzyıl, onun felsefesinin iki yönlü geliş-mesi ile etkilendi. Bir akım, inancın ağır bastığı görüştü. İkinci akım ise, akılcılarınve bilimcilerin hakim olduğu görüştü. İşte daha sonra bu ikinci akımın güçlenme-si, Rönesansın temellerini hazırlıyordu. Bu akılcı görüşün en büyük temsilcisi Ro-bert Bacon (1210-1294)'dur. Bacon, Aristo öğretisi üzerinde deneyci bilimin temel-lerini attı. Evrende tek gerçek varolduğu noktasından hareketle aklın özgür bir ça-lışma ile bu gerçeğe erişebileceğini savunmakta idi.

Batıda bilimin gelişimi nasıl olmuştur?

Batıda bilimin gelişmesi tesadüflerin ve biraz da ampirizmin yardımıyla oldu. Ma-tematikte kesin olarak hiçbir gelişme yoktu. Pisa'lı Leonardo Arap rakamlarını ba-sitleştirerek bazı cebir problemlerini çözdü. Fakat ilk gerçek matematikçilerin or-

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 19

?

Page 24: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

taya çıkması için XIV. yüzyılı beklemek gerekecekti. Fizik ve Kimya, Aristo'nunyaptığı gözlemlerden ileri gitmemişti. Albert le Grand, arsenik üzerinde bazı de-neyler yaptı. Robert Bacon, aynaları ve ışığın kırılması olayını inceledi ve gözlüğükeşfetti. Raymond Lulle, amonyum karbonat ve nitrik asiti ayırdı. Tıp, diğer bilimdallarından daha çabuk gelişmişti. Özellikle İtalyan Okulu, dönemin ünlü doktorve cerrahlarını yetiştirdi.

5. Hümanizm - Rönesans

"Hümanizm ve "Rönesans" kavramlarının içinde XV. Yüzyılda İtalya'da doğanve oradan Avrupaya yayılan yeni bir anlayışlar bütünü ve yeni eğilimler birliğisöz konusudur.

Ortaçağ'ın yaşam, düşünce, din, ve sanat sorunlarını kendine özgü bir anlayışlaele alma ve işleme yöntemi vardır. Edebiyat ve sanat, dinsel ve ahlaki ölçütlere yö-neliktir. İnsan en çok yaradılış ve yok oluş kavramları içinde ele alınıyordu. He-men hemen her şey yalnızca Hırıstiyanlığın amaçlarına uygun, ahlaki bir yaşantı-nın koşullarını gerçekleştirme amacıyla değerlendiriliyordu.

Rönesans, elbette düşüncenin bu dar sınırlandırılışını ani bir şekilde yıkmış değil-dir. Gerçekçiliğin getirdiği güçlü bir akım, kalıplaşmış düşünce biçimine karşıtepkiye yolaçmış, dinle olduğu gibi dünya ile de, ahlak ve metafizikle olduğu gibi,bunların dışındaki kavramlarla da ilgilenme eğilimini ortaya çıkarmıştır.

5.1. İtalyan Hümanizmi

İtalya'da XV. yüzyıl, herşeyden önce, bireyciliğin kendine özgü eylem kuralınıkoyduğu töre dışı davranışlar yüzyılıdır. Bu yüzyılda aklın düzeni, gücü ve es-nekliğinin zaferi hazırlandı. Dogmatik etkiden kurtulan insan yeni ufuklar aradıve Batı kültürünün iki etkin kaynağına yöneldi. Bunlar Yunan ve Roma kaynakla-rıydı.

Eski edebiyat tutkusunun sonuçları neler olmuştur?

Eski edebiyat sevgisi, yazarları, bütün elyazmalarını araştırmaya yöneltti. Röne-sans insanları bu elyazmalarını iyi anlamak için eski dili öğrenmeye koyuldular.Metinleri ilk arılıkları içinde yeniden yazmaya çalıştılar. Böylece Rönesans içindeiki farklı hareket ortaya çıktı. Biri eleştiriye, düzeltilmiş metinlerin ve yorumlarınyayımlanmasına yönelikti. Diğeri ise edebiyat ürünlerini yaratma amacı güdü-yordu.

XIV. yüzyılda İtalyada yeni düşünce biçimi nasıl gelişmiştir?

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U20

?

?

Page 25: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

XIV. yüzyılla birlikte, yeni düşünce biçimi ilk kez İtalya'da ortaya çıktı. Bu ülkede,Ortaçağ anlayışının son temsilcisi Dante'dir. Dante'nin ünlü eseri ilahi Komed-ya'sındaki Beatrice'i, sevilmiş ve bu yüzden övgüler düzülmüş bir kadın değil,ozanı Tanrıya götüren bir üstün varlıktır. Sonraki kuşaktan Petrarca (1304-1374)Rönesans yazarıdır. Esenlendiği güzellik gerçektir ve insanla ilgilidir. ÇağdaşıBoccaccio, çağın toplumunu yansıtan "İl Decamerone" adlı eserinde İtalyan Röne-sansının niteliklerinden biri olduğunu ahlak dışı yönelimin (amoralizmin) bir tas-virini verir.

XV. yüzyıl İtalyan Hümanizminin sonuçları neler olmuştur?

XV. yüzyılla birlikte İtalyan Hümanizmi doruğuna ulaşmıştır. Eskiçağ'ın büyükekolleri örnek alınarak Floransa'da, Rucellai'ler Eflatuncu Akademisi'ni kurmuş-lardır. Lorenzo Valla, Yunan metinlerini incelemiş ve klasik flolojinin ilk verileriniortaya koymuştur. İstanbul'un Osmanlıların eline geçmesi üzerine İstanbul'dankaçan Bizanslı bilginler Floransa'ya sığındılar. Bunlardan Gemistos Plethon, Batı-da henüz bilinmeyen Eflatun'un "Diyaloglar"ını getirdi. Floransa şansölyesi Pog-gio (1380-1459) Lucretius'un "De Nature Rerum" (Doğa Üstüne) adlı eserini ve Ho-ratius'un od'larını (lirik şiir) buldu. Ayrıca bir Floransa tarihi ve olağanüstü ser-bestlikle fıkralar yazdı. Lorenzo İl Magnifico'nun lalası Angelo Poliziano, "Orfeo"ve "Stanze" adlı eserlerinde Yunanlıları örnek aldı. Mediciler'in koruyuculuğunagiren Pico della Mirandola bütünüyle felsefi olarak Hırıstiyanlık, Eflatunculuk İs-kenderiyecilik ve Doğu anlayışlarını uzlaştırma çabasına girdi. Kilisenin şimşekle-rini üzerine çekerek Fransa'ya kaçmak zorunda kaldı. Eflatuncu felsefeyi benimse-yen Marsilio Ficino Eflatun'dan, Plodinos'dan İambilikhos'dan ilk çevirileri yaptı.Aristoteles ile Eflatun'u uzlaştırdığını iddia etmeye başladı. Nihayet, Pietro Pom-ponazzi, Aristoteles'in eserlerini özgür bir biçimde inceleyerek ruhun ahlaksızlığı-nı reddetme cesaretini gösterdi ve ataizme yakın bir öğreti önerdi. Leon BattistaAlberti, insan üstüne edinilen bilgilerin bir sentezini yaparak Leonardo da Vin-ci'nin yolunu açtı. Bütün yeni eserler için Gutenberg'in keşfettiği ya da en azındangeliştirdiği basımevi olağanüstü bir araç oldu. Venedik'e yerleşen Aldolar ilk Yu-nan metinlerini bastı.

XV. yüzyıl hümanistlerinin araştırmaları, düşüncenin yeni yönelimi, Leonardo daVinci (1452-1519)'nin kişiliğinde tam bir yansımasını buldu. Bu dâhî, çeşitli yüzle-rin biçimi ve yapısında duygu dünyasını keşfetti. Bilgisinin evrenselliği ve çalışmagücü ona aynı zamanda astronom, jeolog, biyolog, anatomici, mimar, düşünür,ozan ve ressam olma imkanı verdi. Leonardo, evreni canlı bir varlık gibi duymuşve bir bakışta bu evrenin yasalarını yakalamıştır. Daha sonra yasaların keşfindenuygulamalarına geçmiştir. "Cornet"lerinde, zamanımızda sadece maddi olarakgerçekliğini sürdüren sayısız düşünce bırakmıştır. Birşey bulmak, onun yaşamanedenlerinden biriydi. O, yaşamanın anlamak olduğunu söylüyordu. Sanat veedebiyatın bu eşsiz gelişimi Lorenzo il Magnifico (1448-1492)'nun kişiliğinde ko-ruyucusunu bulmuştur. Lorenzo, ayrıca Toscana halk türküleri biçiminde güzelşarkılar da bırakmıştır.

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 21

?

Page 26: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

İtalyan Savaşlarının İtalyan düşüncesine etkisi ne olmuştur?

XVI. yüzyılda İtalya Savaşları ile birlikte İtalyan düşüncesi gücünü yitirdi, devrinsiyasi ve dini kargaşasının etkisinde kaldı. Bir yandan çağın felaketleri, yazarları,bir düş edebiyatına doğru sürüklerken öte yandan bu felaketlerin tasarımı tarihçive düşünürleri çağlarının gerçeklerini anlama çabasına itiyordu.

Eski İtalya'da daima gözde olan bu düş edebiyatı, bu yiğitlik hikayeleri Ariosto ileyeni bir canlılık kazandı. Ludovico Ariosto, bir süre sonra edebiyat ve şiiri incele-meye koyuldu. Boiardo'nun XV. yüzyılda izlediği bir konuyu yeniden ele alarakAriosto, "Orlando Frioso" (1516) adlı eserini yazdı. Bu eser savaş başarılarıyla aşkhikayelerinin birbirine girdiği tarihi bir romandır. Romancı, Petrarca ve Boccac-cio'dan esinlenmiş, Eskiçağ'ın etkisi altında kalmıştı.

Ariosto'nun eseri, XVI. yüzyıl İtalyan edebiyatını derin bir şekilde etkiledi. Yarat-tığı değerler tartışıldı. Diğer klasiklerle karşılaştırıldı. Tasso, belli bir ölçüde Ari-osto'nun halefi oldu. Bu yazar, eski destanları yaratma düşü içindeydi ve Home-ros, Vergilius ve Hırıstiyanlık şiirlerini yeni bir eserde toplamak istiyordu. "Amin-ta"yı ve "Gerusalemme Liberata"yı yazdı. Eserlerine dini bir tema vererek karşı re-formcu düşünce izlerine, devrinin gereklerine uymuştu. Tasso, kutsal şeylere din-sizliği karıştırmakla suçlandı.

İtalyada edebiyat alanında Rönesans Tasso ile amacına ulaştı. Duygu ve ifade öz-gürlüğü Trento Konsili tarafından yenilenen dini düşüncenin saldırıları altın-da kayboldu. Roma uzlaşmazlığı ve İspanyol Tiranlığının hakim olduğu yeni birdevir açıldı.

Machiavelli'nin sunduğu düşünce yapısı nedir?

Diğer önemli bir kişilik de Machiavelli (1467-1527)idi. İtalyada güçlü bir devletdüşü içinde, zeki ve cesaretli Cesare Borgia'nın hizmetine girdi. Medicilerin dönü-şü üzerine resmi görevinden çekilen Machiavelli, zamanını "İl Principe" adlı eseri-ni yazmaya verdi. Yazarın amacı İtalyan birliğini gerçekleştirmekti. Geçmiş olay-ların soğukkanlı ve nesnel olarak incelenmesi onu, insanları oldukları gibi ele alantüm tedirginliklerinden arınmış bir hükümdarın bu birliği kurabileceği düşünce-sine götürdü. Koyu milliyetçiliği ve hümanizmi, onda tüm ahlaki duyguları yo-ketti. "Discorsi Sopra la Prima Decca di Tito Livio" (Tito Livio Üstüne Söylevler)adlı kitabında küçük ölçüde de olsa aynı ilkeleri işler. Machiavelli, her yerde birey-sel istekle biçimlenen her şeyi devlet uğruna feda etme gerekliliğini bulur. Zamanve koşullara göre yazarın düşüncesi bir devlet sosyalizmine veya anarşik bir bi-reyciliğe varır.

Her tür önyargıyı kenara atarak kişisel yararın üstünlüğünü bildiren Guicciardi-ni, belki de daha çok Machiavelli'ci idi. "Storia d'İtalia" adlı eserini tam bir tarafsız-lıkla yazacak ve ülkesinin gerilemesinde kaygısız kalabilecektir. Daima uyanık

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U22

?

?

Page 27: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

gözlemleri ve tarafsızlığıyla Guicciardini, bilimsel düşünceyle aynı kurallardanesinlenir. Gerçekten, hümanizm ; insanı, dünyanın merkezine çekinmeden yerleş-tirip, eleştirici akıl kurallarını getirerek fiziksel gerçeklerin incelenmesine ve dün-yanın akılcı yapısının işlenmesine elverişli koşulları doğurmuştur.

Tıp alanındaki gelişme nasıl olmuştur?

Bu dönemde, edebiyat ve sanat alanındaki gelişmeye güçlü bir bilim hareketi eşliketti. İtalyanların ilgisini özellikle tıp çekmiştir. İlk kez hastalık belirtilerini doğrubir şekilde tasvir eden ve bunları sınıflandıran İtalyanlar oldu. Frengi tesbit edildive epidemioloji alanında yeni bir çığır açıldı. anatomi ve cerrahi Floransalı Anto-noi Benivieni, Colombo ve Cesalpini ile büyük bir gelişim gösterdi. Benivieni, pa-tolojik anatomiyi kurdu. Bu arada organların anatomosi incelendi ve otopsilerinsonuçları saptandı.

Matematik ve astronomi alanında İtalyada Galilei'ye kadar gerçek bir bilgin çık-madı. Hümanist düşüncenin mirasçısı olan Galilei, Leonardo da Vinci'nin bilimde,Machiavelli'nin tarihte yaptığı gibi olayların dolaysız gözleminden hareket etti.Matematikçi, fizikçi ve astronom olan bu bilgin, Venedik'in verdiği özgürlüktenyararlanarak dinamik ve astronomi çalışmalarını yayımladı. Aristoteles'i redde-derek Kopernik'in kuramlarını destekledi ve bu yüzden din bilginlerinin muhale-fetiyle karşılaştı. Engizisyon mahkemesi önüne çıktı ve yerin güneş çevresindedöndüğünü bildirdiği "Dialogo Soprai due Massimi Sistemi del Mondo, Ptolomai-co e Copernico" (İki Büyük Yer Sistemi, Ptolemaios ve Kopernik Sistemleri ÜstüneKonuşmalar) adlı eserinde bulunan hatalardan vazgeçmek zorunda kaldı.

5.2. İtalyan Rönesansı

İtalya'da bilginler gibi şair ve düşünürler İlkçağ ekolünü örnek almış, mimar, hey-keltraş ve ressamlar İlkçağ anıtlarının kalıntıları üstüne eğilmişti.

Gotik üslubun vardığı aşırılık ve abartmaların yerini, Rönesans eserlerinde sade-lik ve arılık aldı. Başka ülkelerde olduğu gibi burada da XV. ve XVI. yüzyıl insanla-rı artık geçmişten kopma bilincine varmıştı.

Floransa'da Rönesansa ilişkin gelişmeler nedir?

Floransa, hümanizmin beşiği olmuştu. Ayrıca sanatların da merkezi durumunagelmişti. Brunelleschi (1377-1446) mimari mantığa uygun yeni anlayışı hissedilirhale ilk getiren ustadır. San Lorenzo da İlkçağ mimarisinin anlamını yeniden bul-du. Mimari kuramcı Leon Battista Alberti (1404-1472), Rimini'de Malatestiano Ta-pınağı'nda ve Napoli'de Alphonse d'Aragon Zafer Anıtı'nda, Rönesans sanatınakesin biçimini verdi.

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 23

?

?

Page 28: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Kişiliği ve iç dramıyla Michelangelo, Rönesans sanatına son biçimini verdi. Eser-lerinde üzüntülü karşıtlıklarla dolu yaşamının panteizmini yansıttı. Giovanni Bo-logna ile Rönesans heykelciliği son ereslerini getirdi. Rönesans sanatı biçim tutku-suyla heykel ve resmin sıkı bir dayanışma yapmasını sağladı.

XV. yüzyılın ilk yarısında gerçekten orijinal bir düşünceye varabilmek için başkayerlere de bakmak gerekiyordu. Bu bakımdan Pablo Uccello kendine özgü düşün-cesi olan ressamlardan biri idi.

Botticelli sadece ressam değil, ayrıca ilkçağ mitolojisi ile dolu Hırıstiyan simgecili-ği ile payen simgeciliği arasında kalmış bir hümanistti.

Floransa yanında Padova ve Ombria'da başka ekoller gelişti. Leonardo da Vinci,Rafaello ve Michelangelo ile resim sanatı yeni bir devre, Rönesans'ın en parlakdevrine girdi. Adriyatik'e özgü ışık oyunlarını verme arzusu ve doğuya yönelmiştüccar şehrinin bolluğunun esinlendirdiği yeni bir Rönesans Venedik'ten çıkmıştı.Rönesans, Bellini ve Vittore Carpaccio ile Venedik'de doğdu. Bu sanatçılar Vene-dik bayramlarının çekiciliğini ve parlaklığını vermek çabasında idiler. Bunlarınhalefleri Giorgone, Lorenzo Lotto ve Palma Vecchio nefse ilişkin ve parıltılı resim-lerinde Venedik ekolünün üç büyük ustasının, Tziano, Tintoretto ve Veronese'inöncüleridir.Tintoretto, İtalyan Rönesansının son temsilcisi ve XVII. yüzyıl resimsanatının biçim öncüsüdür.

5.3. Fransız Hümanizmi

Fransız Rönesansı, gerçekte İtalyan uygarlığı ile uzun bir ilişki sonucunda doğ-muştur. 1494'de İtalyan Savaşları sırasında Fransızlar hümanizmin yeni güzellik-lerini tanıdılar. Nitekim XV. Yüzyılın başından beri Floransa, yeni bir edebiyat vesanata sahipken Paris iç savaşların dehşetini yaşıyordu. Fransa ancak Louis XI, ilehuzura kavuşabilmiş, hümanizmin tohumları da bu hükümdarın saltanatı sıra-sında atılabilmişti.

Hümanizmin gelişimi nasıl olmuştur?

Humanizm, oluşumunu herşeyden önce matbaa makinesinin yaygınlaşmasınaborçludur. Jean de la Pierre ve Guillaune Fichet, 1470'de matbaa makinesini Fran-sa'ya getirince Yunan ve Latin metinlerini basma imkanı doğdu. Ortaçağda edebi-yat öğretimi yapılmaz, sanat fakültesi öğrencileri Homeros, Eflatun, Cicero ve Ho-ratius'u tanımazken, Rönesans ustaları klasikleri incelemeye başladı. Önce metin-leri açıkça anlaşılır hale getirmeye çalışan bu ustalar sonradan öğretmenler yo-rumlamaya ve açıklamaya koyuldular. Bir süre sonra İtalya'dan gelen hocalar me-tinlerin Yunan baskılarını da birlikte getirdiler ve Fransa'da Yunan İlkçağı zevki-nin doğmasına yardımcı oldular. Artık İtalyanların özellikle Erasmus'un etkisiyleFransa hümanizme yönelmişti. Jacques Lefèvre d'Etaples İncil'i eleştirel bir yön-

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U24

?

Page 29: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

temle açıklamaya girişti ve böylece ilk Fransız reformcu akımını kurdu. Fransa'daYunan ve Roma uygarlıklarını tanıma tutkusuna düşen aydın bir kesim oluştu.François I'in tahta çıkışı ile de hümanizm doruğuna ulaştı. İlkçağla ilgili herşeyemerak saran bu kral, klasik yazarların eserlerini yayımlattı, College de France'ıkurdu. Bu okulda ; Yunanca, Latince, İbranice ve Matematik okutulmaya başlandı.Kralı örnek alan senyörler ve şehirler de hümanizmi korudu.

XVI. yüzyılın ilk yarısında iki önemli isim Rabelais ve Montaigne'dir. Bu iki sanatçıFransız düşüncesinin farklı iki görünüşünü yansıttılar. Rabelais, Rönesans başlan-gıcının adamıydı. Montaigne ise bir din savaşçısı, insan mizacına pek güvenmeyenkanılarında pek emin olmayan, ihtiyat ve bilgelikle yoğrulmuş bir yazardı. İtalyanuygarlığı ve kamu yaşamı ile olan ilişki Montaigne'i yumuşattı. Başlangıçtaki Stoa-cılık daha esnek, daha kendine özgü bir bilgeliğe yerini bıraktı.

5.4. Fransız Rönesansı

Fransız Rönesansı İtalyan düşüncesinden hareket ederek edebiyat ve sanat alanın-da özgün eserler verdi.Düşünce alanında Fransa Gotik anlayışla Rönesans anlayışıarasında bölünmüştü. İtalyan anlayışı yavaş yavaş zafere ulaştı ve kısa süre sonrayerini Fransız anlayışına bıraktı.

Fransa'da Rönesans, önce yaşama biçiminin genişlemesiyle belirgin hale geldi. Sa-vaş gerekleri ve baskısından kurtulan sivil mimari askeri ögeleri bir yana itti. Şato-lar en iyi yerleşme yerleri oldu ve şehirler artık savunma duygusundan esinlenme-yen sanat anıtlarıyla doldu.

Rönesans mimarisi ancak Henry II devrinden başlayarak zafere ulaştı. Bu devri,Pierre Lescot, Philibert de l'Orme ve Jean Bullant gibi üç büyük sanatçı temsil etti.Tıpkı mimari gibi heykeltraşlık da Fransız geleneği ile İtalyan geleneği arasındakibu etki savaşını yansıtır. Bunda hiç kuşkusuz İtalyan Savaşlarının payı olmuştur.Resim sanatı, mimari ve heykeltraşlığa oranla daha sönük kalmıştır. XV. yüzyıl us-taları Jean Fouquet ve Avignon Okulu henüz Ortaçağ geleneğine bağlıydı. Röne-sans ilkelerinin etkinliğini görmek için Fontainebleau Okulunu beklemek gereke-cekti. Resimde Fransız rönesansı Clouet ile başladı.

5.5. Kuzey Ülkelerinde Hümanizm ve Rönesans

Avrupa'nın kuzey ülkelerinde Rönesans çok daha geç başladı ve İtalya ile Fransakadar bütünlük sağlayamadı. Bunun nedeni, yeni kültürün Latin ruhundan hare-ket etmesi ve bu ülkelerde dinin düşünce eylemlerinin erkenden tekeline almış ol-masıydı. Almanya, Holonda ve İngiltere sıra ile Rönesans hareketine katıldılar.Hümanizmin bütün Avrupa ülkelerine yayılmasını sağlayan baskı makinesi Al-manya'da icat edildi.

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 25

Page 30: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

İbraniceyi inceleyen ve Yahudi olmayan ilk bilim adamı Johannes Reuchlin bilgi-lerinin evrenselliği ile hümanizm hareketinin başında yeraldı. Yahudi dili ve filo-lojisi üstüne yorumlar getirdi. Bu bilginin reformcu eğilimi ve İbranice eserlerintoplatılmasına karşın yaptığı bir protesto din çevrelerinin hakkında kovuşturmaaçması ile sonuçlandı.

Kuzey ülkelerinin en büyük humanizm temsilcisi Erasmus oldu. Alaycı ve liberalkafalı olan Erasmus, araştırmalarında teolojik ve skolastik yöntemlerin sıkıntısı ileerkenden karşılaştı. Manastır hayatı onu Yunan ve Latin kültürünü incelemeye it-ti. Erasmus'un dostu ve tilmizi İngiltere şansölyesi Thomas More'da düşünce öz-gürlüğünün ve ilginç bir gözüpekliğin kanıtlarını verdi. Düşüncesinin genişliğiniEflatun'un "Devlet"i örneği üzerine kurulmuş ve zamanın gereklerine uyarlanmışolan "Ütopya" adlı eserinde ortaya koydu ve düşünce özgürlüğüne bağlılığı yaşa-mına maloldu.

Kuzey ülkelerinde hümanizm, parlak bir başlangıçtan sonra dini çatışmalar vehükümdarların hoşgörüsüz davranışları ile engellendi. Bununla birlikte kültüralanında Erasmus'un kitapları gibi temel eserler bıraktı. Ayrıca fen dalında getir-dikleri ile İtalya ve Fransa'yı geride bıraktı. Almanya, doğu bilimleri mineroloji vecoğrafya alanında büyük çalışmalara sahne oldu. Polonya, modern astronomi ku-rucusunu Micolaj Copernik'i (1473) yetiştirdi.

Buna karşılık sanat dalında rönesans, kuzey ülkelerinde güneye oranla daha zayıfkaldı. Almanya bu yüzden XVI. yüzyılın sonuna kadar klasik mimariyi tanımadı.Rönesans, Hollanda'da da Almanya'da olduğu gibi geç başladı.

Özet

Eski Galya (bugünkü Fransa)'da hüküm süren Karolenjlerin (IX. Yüzyılda) Frank Krallı-ğı'nın parçalanmasından sonra siyasi otorite boşluğu ortaya çıkmıştır. Bu kaotik ortamınbir gerekliliği olarak özgür statüdeki kişiler korunmak üzere soylu ve güçlü toprak sahibikişilerin himayesine girmiştir. Akdeniz'deki Arap egemenliğinin kurulması ve ekonomikkrizler de kralla taşrada görev yapan bölgesel vassal soyluların güçlenmesine yardımcı ol-muştur. Soylu sınıfın X. Yüzyılda, üzerinde krala bağlı olarak görev yaptıkları toprakların mirasçı-sı kabul edilmesi de merkezi idarenin güçsüzleşmesine neden olmuştur. Bunun sonucuolarak merkezi otorite bazı önlemler almış, ancak bu çabalar da sonuçsuz kalmıştır.

Bölgeselciliğin bu tırmanışı Arap İmparatorluğu tehdidinin ortadan kalkmasından sonraDoğu ile ticaret yoluyla yeniden kurulan bağların yeni bir sosyal sınıf olan tüccar sınıfınıgüçlendirmesiyle inişe geçmiştir. Bu bağlamda şehirlerin yeniden yeşerip güçlenmesinin,yerel kont ve düklere karşı siyasi gücü merkezileştirme çabasındaki kralların işine yaradı-ğını ve şehir-kraliyet ittifakına neden olduğunu görüyoruz.

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U26

Page 31: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Tüm bu gelişmeler özellikle İngiltere ve Fransa'da monarşilerin güçlenmesiyle birlikte buiki ülkeyi kıta Avrupasının paylaşımı üzerinde odaklaşan Yüzyıl Savaşları'na itmiştir. Busavaşların finansmanının köylü sınıf üzerindeki vergileri ağırlaştıran başarısızlıkla so-nuçlanması özellikle İngiltere'de aristokrat ve kent soyluların desteklediği köylü ayaklan-malarına yol açmış, bu gelişme de kralın haklarını baronlar karşısında sınırlayan MagnaCarta'nın yayımlanması oluşumunu getirmiştir.

Yüzyıl Savaşlarının Fransa açısından sonucu ise monarşinin kilise örgütünü de vergi sis-temine tabi tutması, derebeylikleri zorla ya da barışçı yollarla kraliyet tacına bağlaması açı-sından önemlidir.

Sosyal yaşamı etkileyen eğitim alanında Paris Üniversitesi gibi kurumların kurulması Av-rupa'nın antik Grek ve Roma Kültür unsurlarıyla yeniden tanışmasında ve İtalyan Röne-sansının doğuşundaki en önemli etkenlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok geçme-den diğer ülkeleri de etkisi altına alan bu yönelim özgür düşünce akımlarının gelişmesindeve kraliyete dayalı mevcut devlet sistemlerinin sorgulanarak modern devlet sistemlerinindoğuşunda önemli rol oynamıştır.

Değerlendirme Soruları

Aşağıdaki soruların yanıtlarını seçenekler arasından bulunuz.

1. Normanların, Macarların vb. akınları, kontların yağmalara karşı topraklarınıve vassallarını kendilerinin korumalarını gerektirmişti. Aşağıdakilerden han-gisi kontların ne gibi bir koruyucu önlem aldıklarını gösterir ?A. Özerk askeri birlikler oluşturdular B. Özerk ekonomilerini geliştirdilerC. Özerk bölgeler oluşturdularD. Korsanlık faaliyetlerine başladılarE. Devlet topraklarını işgal ettiler

2. X. yüzyıl boyunca görev ve tımarların miras kabul edilmesi aşağıdakiler-den hangi olguyu doğurdu ?A. Miras HukukuB. DerebeylikC. Tımar askerleriD. Liberal ekonomiE. Vassalite

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U 27

Page 32: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

3. Kişi ile toplum arasındaki ilişkilerin yeni bir ortamda gelişmesi ; kişiye kamuyararlarından farklı kişisel yükümlülükler getirmesi, kişinin yükümlülükle-rini ön plana çıkaracak yeni kurallar sisteminin tümü yeni bir toplum aşama-sını gerektirmiştir. Bu sistem aşağıdakilerden hangisidir ?A. Senyörlük SistemiB. Feodal SistemC. Aristokratik SistemD. Vassallık SistemiE. Tımar Sistemi

4. XV. yüzyılda İtalya'da doğan ve oradan Avrupa'ya yayılan yeni bir anla-yışlar bütünü ve yeni eğilimler birliği şeklinde özetlenebilen olgu aşağıdakikavramlardan hangisini anlatmaktadır?A. DerebeylikB. LiberalizmC. VassaliteD. Hümanizm-RönesansE. Senyörlük

5. 1154 ile 1159 Paris Antlaşması arasında İngiltere ile Fransa'yı karşı karşıyagetiren siyasi bunalım dönemine aşağıdakilerden hangisi denebilir ?A. Feodal DönemB. Yüzyıl Savaşları'nın BaşlangıcıC. Trento KonsiliD. Magna CartaE. Fransız Monarşisi

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Bloch, Marc. Feodal Toplum, Çev.: M.Ali Kılıçbay, Savaş Yay., İst.1983.

Niketas, Khoniates. Hıstorıa, Çev.: F.Işıltan, TTK Yay., Ank.1995.

Minc, Alain. Yeni Ortaçağ, İmge Yay., Ank.1995.

Pırenne, Henrı. Ortaçağ Kentleri, Çev.: Ş.Karadeniz, Dost Yay., İst.1982.

Tanilli, Server. Yüzyılların Gerçeği ve Mirası (İnsanlık Tarihine Giriş), C.II,Cem Yay., İst.1993.

Ural, Şafak. Bilim Tarihi II (Ortaçağ), Ağaç Yay., İst.1994.

Değerlendirme Sorularının Yanıtları

1. A 2. B 3. B 4. D 5. B

M O D E R N D Ü N Y A N I N O L U Ş U M U28

Page 33: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Amaçlar

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• büyük coğrafi keşiflerin nedenleri hakkında bilgi edinecek,• coğrafi keşiflerden önce Avrupa'nın durumunu kavrayacak,• gelişen coğrafya bilgisini tanıyacak,• pusulanın, matbaanın katkısını yakından gözlemleyebilecek,• yeni dünya ve Uzakdoğu'nun keşfini yakından izleyebilecek,• büyük coğrafi keşiflerin sonuçlarını öğreneceksiniz.

İçindekiler

• Büyük Coğrafi Keşiflerin Nedenleri 31• Büyük Coğrafi Keşifleri Hazırlayan Nedenler 34• Büyük Coğrafi Keşifler 39• Büyük Coğrafi Keşiflerin Sonuçları 43• Özet 48• Değerlendirme Soruları 49• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 50

ÜNİTE

2Yeniçağ'da AvrupaDevletlerinin Bütün Dünya İleİlişki Kurması: Büyük CoğrafiKeşifler ve Sonuçları

YazarDoç.Dr.Halime DOĞRU

Page 34: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Çalışma Önerileri

• Coğrafi keşifler sırasında yapılan yolculukları daha iyi kavra-yabilmek için yanınızda bir atlas bulundurunuz.

• Keşiflere katkıda bulunan ünlü kaptanların yaşam öyküleriniansiklopedilerden okuyunuz.

• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklardan bulabildikleri-nizi okuyunuz.

Page 35: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

1. Büyük Coğrafi Keşiflerin Nedenleri

1.1. Coğrafi Keşiflerden Önce Avrupa

XV. yüzyılın sonlarında Avrupalılar kıtayı çeviren denizlerden uçsuz bucaksız ok-yanuslara açıldılar. Yeni kıtalar bularak bütün dünya ile ilişkiye girdiler. BüyükCoğrafi Keşifler olarak adlandırılan bu hareket Avrupa tarihi kadar bütün dünya tari-hini de yakından etkiledi.

Avrupa coğrafi keşiflerin öncesinde ortaçağın siyasi ve ekonomik çehresini bütü-nüyle değiştirecek bir sürece girdi. Öncelikle ortaçağa damgasını vurmuş olan fe-odalite siyasi bir sistem olmaktan çıktı ve Avrupa'da milli monarşiler kuruldu. Bu-nun sonucunda Avrupa milletlerinin oluşum süreci başladı. Siyasi birliği kurmaktabaşarılı olanlar ekonomik olarak da güçlendi.

Avrupa kıtasında gelişen yeni değerler nelerdir?

Avrupa'da milli monarşilerin kurulması ile birlikte kıtada yeni değerler, yeni kav-ramlar gündeme geldi. Bunların başında ülke kavramı geliyordu. Buna göre sınırla-rın çevrelediği toprakların ve bu sınırlar içinde yaşayanların korunması görevinikralların üstlenmesi gerekiyordu. Krallar da ülkelerinde hükümranlık haklarınakıskançlıkla sarılarak papaların müdahalesine bile izin vermiyorlardı.

Ülke savunması daimi orduların varlığını gerektiriyordu. Kralların kurduğu daimiordular, gerektiği zaman savaşan, ağır zırhlarla donatılmış ortaçağ şövalyelerininoluşturduğu atlı ordulara benzemiyordu. Kısa zamanda kurulan daimi ordularauygun savaş taktikleri ve silahlar geliştirildi. Hareketli toplar ve bir süre sonra kulla-nılmaya başlanılan ateşli silahlar bu ordulara hareket kolaylığı ve güç verdi.

Ateşli silahların getirdiği değişiklikler nelerdir?

Ateşli silahların yaygın olarak kullanılabilmesinde barutun önemli rolü oldu. As-lında barutun çok eskilere varan bir tarihi vardı. İlk defa Çinliler tarafından bulunanbarut daha çok eğlence olarak havai fişeklerde kullanılıyordu. Bizanslılar da X. Yüz-yıldan beri güherçile ve kükürt karışımı bir maddeyi savaşlarda kullanıyorlardı. Ba-rut, topta kullanıldıktan sonra yok edici bir silah haline geldi.

XIII. yüzyılda doğudan batıya taşınan top ve barut Avrupalılar tarafından daha dageliştirilerek kullanıma alındı. Ateşli silahların kullanımı feodalitenin sembolü olanşatoların sonu oldu. Ulusal devletler arasında düzenli ordularında ateşli silah kulla-nanlar diğerlerinden daha başarılı oldular.

Yeni çağ başlarken zenginlik anlayışında nasıl bir değişiklik oldu?

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I 31

?

?

?

Page 36: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Merkezi otoritenin güç kazandığı yeni devletler her yönü ile ortaçağ devletlerindenfarklı özellikler taşımaya başladı. Zenginlik anlayışı toprak sahibi olmak düşünce-sinden uzaklaştı. Değerli madenlere sahip olmak, ticaret yapmak ve bu yolla eldeedilen zenginlik gelişen yeni zümrenin yani burjuvanın temel anlayışı oldu.

Avrupa'da sistem değişikliği sonucu ferdiyet önem kazandı. Fert, ortaçağdaki bilgisınırlarını aşmak ve bilgi birikimini arttırmak çabasına girdi. Bu sayede ortaya çıkanteknolojik gelişmeler pratikte de kullanım alanı buldu. Barutun ateşli silahlarda kul-lanılmaya başlanması bunun en güzel örneğidir.

Avrupa'da XV. yüzyılın ikinci yarısında başlayan değişiklikler sonucunda kıtadabulunan ulusal devletler sınırlarını birbirinin zararına genişletmeye başladılar. Ön-celeri dini ve bilimsel amaçla başladığı ifade edilen yayılma hareketi, yüzyılın ikinciyarısından sonra açıkça ekonomik gayelere yöneldi.

1.2. İspanya'da Birliğin Kurulması

İspanya'da Birliğin kurulmasında hangi devletler rol oynadı?

XV. yüzyılda İspanya'da Gırnata Devleti, Argon ve Kastilya devletleri bulunuyor-du. Aragon kralı II. Ferdinand (1479-1516) ile Kastilya kraliçesi I. İzabella (1474-1502) 1479 da evlenerek siyasi bir birlik kurdular. Katolik olan çift siyasi gücünü,kendileri ile aynı mezhebi paylaşmayanlara karşı kullandıkları Engizisyon Mahke-meleri ve bu mahkemelerin uygulamaya koyduğu sert kararlara dayandırdılar.

İspanya 1492 de Gırnata devletine son vererek İspanya Yarımadasında Portekiz'inkarşısında çok güçlü bir devlet haline geldi. Kısa bir süre sonra uzak denizlerdeki re-kabetleri nedeniyle iki devlet karşı karşıya geldi.

1.3. Portekiz'deki Gelişmeler

Kral Henri Sahra'da oturanlar hakkında ne düşünüyordu?

1385'de Portekiz'de Burgond hanedanının yerine Avis hanedanı geçti. Avis haneda-nının kurucusu olan I. Johann (1385-1433), 1385'de İspanya'daki Kastilya krallığınakarşı kesin bir zafer kazandı. Avis hanedanı 1451'de Kuzey Afrika'da Fas bölgesindebulunan Cuta'yı ele geçirdi. Cuta'nın ele geçirilmesinde Kral Henri'nin (Henrique1394-1460) çok büyük çabası görüldü. Küçük yaşta şövalye olan I. Johann'ın oğluHenri Sahra'da yaşayan kara derili halkları arayıp bulmayı ve onların arasında Hıris-tiyanlığı yaymayı ideal edinmişti. Aynı zamanda yeni yerler keşfetmek konusundaduyduğu istek ve ideali yakın çevresine de aşıladı. Afrika sahillerinde elde edilmişolan Cuta Portekizlilerin deniz aşırı ülkelere açılmasında temel bir üs oldu.

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I32

?

?

Page 37: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Kral Henri sayesinde kısa zamanda aşama kaydeden Portekiz denizcilik ve coğraf-ya alanında dünyada en fazla bilgi birikimine sahip devlet durumuna geldi. Bununsonucu olarak coğrafi keşiflerin öncülüğünü yaptı.

1.4. İngiltere'de Siyasal Birliğin Sağlanması

Bir ada devleti olan İngiltere'de XV. Yüzyılın ortasına kadar devletin gerçek sahiple-ri büyük toprak sahipleri idi. İngiltere'nin bütün toprakları dört veya beş feodal aile-nin elinde bulunuyordu. Bazıları kral ailesine mensup olan bu aileler parlamentoyuetkileyerek küçük toprak sahiplerini denetim altında tutuyordu.

İngiltere'deki Gül Savaşı'nın sonucu ne olmuştur?

Fransa ile yapılan Yüzyıl Savaşı (1337-1453) nı kaybeden İngiltere'de sosyal, dini vesiyasi karışıklıklar daha da arttı. İkiye ayrılan büyük toprak sahipleri arasında İkiGül Savaşı (1455-1485) adı verilen büyük mücadele başladı. Toprak sahipleri York veLankester hanedanlarının etrafında kümelendi ve birbirlerini mahvettiler. Bu du-rum başka bir hanedanı, Tudor Hanedanını ön plana çıkardı.

İngiltere'de iktidarı elde eden Tudor Hanedanı iç ve dış siyasette yaptığı başarılı uy-gulamalarla çok önemli aşamalar kaydetti. Tudor'lar zamanında İngiltere kuvvetlibir deniz devleti oldu ve giderek bir sömürge imparatorluğu haline geldi.

1.5. Diğer Avrupa Ülkelerindeki Gelişmeler

Fransa'nın durumu da diğer Avrupa devletlerinden farklı değildi. Fransa krallığıfeodallerin arasındaki çekişmeler nedeniyle dağılma tehlikesi ile yüz yüze gelmişti.Bunun bilincine varan Kral XI. Lui (Louis 1461-1483) soyluların Yüzyıl Savaşların-daki (1337-1453) kayıplarından da yararlanarak onların üzerine yürüdü. Feodalbeylerin topraklarını krallık topraklarına kattı. İç siyasette başarılı olan XI. Lui kısazamanda Fransa'yı Avrupa'nın en güçlü merkezi devletlerinden biri haline getirdi.Bundan sonra yayılma politikası Fransa için öncelik kazandı.

Orta çağın sonunda Almanya, Feodal rejimin sürdürülmesi için hala direniyordu.Buna rağmen orada da soylular bazı haklarından vazgeçmek zorunda kalmışlardı.Topların kullanılmasından sonra şatolar eskiden olduğu gibi rejimin en önemli sa-vunma unsuru olma özelliğini kaybetmişti.

Öte yandan dünyanın en eski imparatorluğu olan Bizans da 1453'de İstanbul'undüşmesi ile yıkılmış, doğuda iktidar Osmanlı devletine geçmişti. İlk aşamada Os-manlı devleti Avrupa devletlerinin yayılma siyasetine engel teşkil etmiyordu. An-cak XV. Yüzyılın sonunda Avrupa içlerine kadar fütuhat alanını genişleten Türk'ler-

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I 33

?

Page 38: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

le batılılar çıkar çatışmasına girdiler. Ayrıca batılılar için en önemli konuyu OsmanlıDevleti'nin doğu ticaret yolları üzerinde kurulmuş olması teşkil ediyordu.

2. Büyük Coğrafi Keşifleri Hazırlayan Nedenler

2.1. Coğrafya Bilgisinin Gelişmesi

XV. yüzyılın başından itibaren Coğrafya alanında başlayan bilimsel ve teknik geliş-meler coğrafi buluşlarda yönlendirici oldu. Gerçi bu yüzyılın bilginleri Yunan veRomalıların coğrafya kuramlarını biliyorlardı. İlk çağın ünlü coğrafyacısı Ptolemai-os (M.S. II. yy)'un eserini, Arap coğrafyacılarının kitaplarını ve onların hazırladıkla-rı haritaları tanıyorlardı. Bu eserlerde yer alan bilgi ve ölçülerin tamamı doğru olma-masına rağmen temel bilgiler için yeterli sayılıyordu.

Arap coğrafyacılar hangi bölge ile yakından ilgilenmiştir?

IX. ve X. Yüzyıllarda Arap coğrafyacıları tarafından hazırlanan coğrafya kitaplarıihtiyaçtan doğmuştu. İspanya'dan Orta Asya'ya kadar yayılmış olan İslam devletle-ri arasında gereken iletişimin sağlanabilmesi için yollar kadar coğrafya bilgisine deihtiyaç vardı. Hac ziyareti yapacak müslümanların Mekke ve Medine yollarını tanı-ması ayrı bir zorunluluktu. Ayrıca Arap tüccarların Hindistan ve Uzak doğu ile yap-tıkları deniz ticaretinin güvenliğini sağlamak için deniz yollarının ve bu yolların so-nundaki limanların durumunun iyi bilinmesi gerekiyordu. Bu nedenle OrtaçağdaArap coğrafyacılarının hazırladığı coğrafya kitapları ve haritalar çok kapsamlı idi.

Gerçekten X. ve XI. Yüzyıllarda yazılmış olan ünlü Arap coğrafya kitapları Hint Ok-yanusu üzerinden Hindistan'a ve Uzakdoğu'ya yapılan ticari seferlere yardımcı ol-mak üzere hazırlanmıştı. Yapılan haritalar üzerinde Hint okyanusundaki akıntılar,rüzgarlar, yıldızlara bakarak yapılabilen yön bulma işlemleri ve yolculuğun sonun-da ulaşılacak limanların özellikleri ayrıntılı olarak gösterilmişti.

Batılılar, Doğuluların coğrafya bilgisinden yararlanmış mıdır?

İslam ve Hıristiyan alemi temel dünya görüşleri bakımından birbirleri ile daima sertbir rekabet içinde olmalarına rağmen ekonomik konular söz konusu olunca daya-nışma içinde olmakta sakınca görmüyorlardı. Haçlı seferlerinde olduğu gibi savaşzamanında bile ticari faaliyetlerinde karşılıklı olarak yasak tanımıyorlardı. Bu ne-denle uzak yolculukları ilgilendiren bilgi alış verişlerinde bazen bilinçli bazen bi-linçsiz yardımlaşma ve işbirliği havasına giriyorlardı. Bu nedenle batılı denizciler,coğrafya ve astronomi alanında doğulu coğrafya ve harita uzmanları ile daima bilgialış verişinde bulunuyorlardı. Doğudan gelen coğrafya ve astronomi kitapları batıdillerine tercüme edildi. Gelişen bu ortamda Avrupalı bilim adamları ve tüccarlar

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I34

?

?

Page 39: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

doğu dünyasına ve coğrafi keşifler sırasında önemi daha da artan Hint okyanusun-daki deniz yollarına ve limanlarına ait bilgileri öğrenme olanağına ulaştılar.

XV. yüzyılda Avrupa'nın coğrafyacıları ve denizcileri ilk çağın ünlü coğrafyacısıPtolemaios'un "Bütün dünyayı çeviren bir tek okyanus vardır, Afrika'yı güneyden dolaşa-rak Hindistan'a varmak mümkündür. Dünya yuvarlaktır, o halde hep batıya doğru yol ala-cak bir denizci Asya'nın doğusuna varabilecek ve hareket ettiği noktaya geri dönebilecektir."Sözlerini daha sık düşünmeye başladılar. Haçlı seferlerinden beri doğudan gelenbilgilerle de desteklenen bu görüşler batılı denizcilerin olaya güvenle yaklaşmasınaneden oldu.

Deniz araştırmacılarının koruyucusu kimdir?

Denizciliğe olan ilgisi ve bu alandaki bilimsel katkıları nedeni ile Denizci Henri ola-rak tanınan Portekiz kralı yaptığı çalışmalar ve yarattığı mali kaynaklarla coğrafi ke-şiflere çok büyük katkıda bulundu.

Denizci Henri, Portekiz kıyılarının en göze çarpan çıkıntısı olan Saint Vincent Bur-nu yakınlarında, Sagres'deki şatosuna gerçek bir coğrafya araştırmaları merkezikurdu. Cenova'lı ve Floransa'lı denizcilerle Alman astronomlar burayı gerçek birdenizcilik okulu haline getirdiler. Denizci Henri'nin merak ve öncülüğü ile Afrikakıyılarına keşif seferleri düzenlendi. Bu seferler sırasında Portekizliler Madera(1418), Azor adaları (1432), Rio de Oro (1436) ve Senegal'e (1445) ulaştılar.

Denizci Henri, Lizbon'daki sarayını ve Sagres'teki şatosunu denizcilik araştırmalarımerkezi haline getirerek üniversiteye bıraktı. Denizciliğe ve coğrafi keşiflere yaptığıkatkılar nedeniyle Portekiz'de "Deniz Araştırmalarının Koruyucusu" ilan edildi.

2.2. Matbaanın Katkısı

Ortaçağda kitaplar katipler tarafından kopyalanmak sureti ile çoğaltıyordu. Buyöntem coğrafya kitapları ve haritalar için de geçerliydi. Kitap sayısının sınırlı oldu-ğu bu yüzyıllarda okuyucu sayısının artması olanaksızdı. Kitapların daha fazla sa-yıda okuyucuya ulaşabilmesi ancak seri üretim yapabilen matbaa sayesinde oldu.

Kâğıt, batıya hangi aşamalardan sonra gelebilmiştir?

Matbaada kaliteli kağıt kullanıldığı taktirde hızlı kitap basılabiliyordu. Kağıt ilk de-fa Çin'de üretilmeye başlandı. Abbasi döneminde kalitesi iyileştirilen kağıt XII. Yüz-yılda Haçlı seferlerine katılanlar tarafından Ortadoğu ve Afrika üzerinden Avru-pa'ya taşındı. XIII. Yüzyılın sonuna kadar Avrupa'da iyi kalitede kağıt üretilemedi.Avrupa'nın en iyi cins kağıdı İtalya'da üretilmesine rağmen bu kağıt henüz matbaa-

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I 35

?

?

Page 40: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

da kullanabilecek nitelikte değildi. Basıma uygun kağıt ancak XIV. Yüzyılın sonun-da üretilebildi.

1450 yılında Alman Jean Gutenberg uzun çalışmalar sonucunda kurşun harfler döke-rek ve uygun kalitede kağıt kullanarak kitap basmayı ve seri üretime geçebilmeyibaşardı. Bundan sonra herkesin ulaşabileceği ürün haline gelen kitap sayesinde bil-gi alışverişi hızlandı ve kolaylaştı.

Bir süre sonra basılarak çoğaltılan coğrafya ve gezi kitapları içerdikleri bilgiler ne-deniyle en çok aranan kitaplar haline geldi. Gerekçe ve Arapça'dan yapılan çevirileryanında özgün coğrafya ve gezi kitapları yazıldı. Basılan bu kitaplar geleceğin de-nizci ve kaşiflerine çok önemli katkılarda bulundu.

2.3. Pusulanın Bulunması ve Denizcilik Teknolojisinin Gelişmesi

Avrupalı denizcileri Atlas Okyanusuna çıkaran teknolojik gelişme nedir?

Avrupalı denizciler kıtanın Atlas okyanusu ve Akdeniz kıyılarında uzun yolculuk-lar yapabildikleri halde teknik olanaksızlık nedeniyle daha fazla karadan çok fazlauzaklaşmak cesaretini gösteremiyorlardı. Halbuki aynı tarihlerde Arap ticaret ge-mileri Hint okyanusu bir baştan öbür başa geçerek doğunun mallarını Akdeniz kıyı-larına taşıyorlardı.

Arap denizcileri başarılarını uzun süreden beri kullandıkları usturlap ve pusulayaborçluydular. Usturlapla yıldızların durumunu gözleyerek bulundukları yerincoğrafi konumunu tayin ediyorlar, pusula ile de açık denizde kolaylıkla yönlerinitespit edebiliyorlardı.

Arapların aracılığı ile Avrupalı denizciler tarafından da kullanılmaya başlanılanpusulanın üzerinde bazı geliştirici çalışmalar ve uygulamalar yapıldı. Avrupalı de-nizciler özellikle Usturlap sayesinde güney yarım kürede, Kuzey yıldızı görünme-diği için, Güneşin konumuna bakarak bulundukları yerin enlemini ölçmeyi öğrendi-ler.

Denizciler bulundukları yerin enlemini kolayca hesaplayabildikleri halde henüzzaman ölçmede gereken yetkinlikte araç, gereç olmadığı için boylam belirlemedetam bir başarıya ulaşamamışlardı.

Avrupalılar XV. Yüzyılda bazı eksiklikler olmasına rağmen yer tespiti ve yön bulmakonusunda pek çok bilgi sahibi olmuşlardı.

Uzak denizlere gidecek gemilerin özellikleri nelerdir?

Denizcilik sanatında XV. Yüzyılda araç gerecin gelişmesine paralel olarak okyanusdalgalarına dayanabilecek, yüksek kenarlı ve uzun gemiler inşa edilmeye başlandı.

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I36

?

?

Page 41: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Okyanusun dev dalgalarını göğüsleyecek güçte olan bu gemilere Karavella adı veril-di. Karavella'lar üç direkli, beş yelkenli ve 30 metre uzunluğunda idi. İspanyol vePortekizli denizciler okyanus yolculuğuna dayanıklı hale getirilen bu gemilerle ye-ni dünyaya çok sayıda sefer yaptılar.

2.4. Avrupalıların Doğu Ticaretine Egemen Olma İsteği

Avrupa'da, ortaçağ devletlerinin özellikleri son bulup burjuvazinin kuralları işle-meye başlayınca ticaret ve sanayii öncelik kazandı. Avrupalı tüccar da uzak doğu ti-caretini elinde bulunduran Arap ve Venedikliler gibi denizleri aşıp doğu ticaretin-den pay almak isteğine kapıldı.

Uzakdoğu malları Avrupaya hangi yollarla geliyordu?

Uluslararası ticaretin en kârlı maddeleri uzak doğudan getirilen baharat, ipek, inci,fildişi, porselen, kumaş gibi lüks tüketim maddeleri idi. Özellikle yiyecek ve içecekmaddelerinde kullanılan baharat ve ipek çok önemliydi.

Hindistan'dan başlayarak İran Körfezi ve Irak üzerinden Suriye limanlarına, ya daKızıl deniz yoluyla Süveyş ve Akabe'ye, oradan da kara yoluyla İskenderiye'ye ula-şan yola Baharat Yolu adı veriliyordu.

Çin'den başlayarak Orta Asya üzerinden Hazar Denizi'nin güneyinden ve kuzeyin-den geçerek Trabzon ve Kırım limanlarına ulaşan yola ise İpek Yolu deniliyordu.Arap ve Venedikli tüccarlar İpek Yolu ve Baharat Yolunu kullanarak iş yapmak iste-yen hiç kimseye bu olanağı tanımıyor, kârı paylaşmak istemiyorlardı.

Avrupa'da ticaret ve sanayiinin gelişmesi ile birlikte yeni pazar ve hammadde kay-naklarına ihtiyaç doğdu. Avrupalı tüccar, Arap ve Venedikli tüccarın denetimindeolan doğu yollarından yararlanamayacağının bilincine varınca doğuya ulaşmakiçin yeni çareler aramaya başladılar. Onlar da doğudaki zengin hammadde kaynak-larına ve pazar olanaklarına ulaşmak istiyorlardı.

Ticari hayatın gelişmesi Avrupa'da yeni bir problemi gündeme getirmiş, paranınesası olan kıymetli madenlere olan ihtiyaç artmıştı. Piyasada dolaşan altın ve gümüşihtiyacı karşılayamayacak hale gelmiş, para darlığı başlamıştı. XV. yüzyılın sonun-da nakit sıkıntısına düşen Avrupalılar Orta Avrupa'da bulunan madenlerin işletil-mesini son haddine çıkardılarsa da gümüş ve altın açığını kapatamamışlardır.

Efsanevi öyküler Afrika'da, Asya'da altın ve gümüşün çok fazla bulunduğunu ha-ber veriyordu. Hatta Japonya'da hükümdar saraylarının tabanlarının en az üç par-mak kalınlığında altınla kaplı olduğu dilden dile dolaşıyordu.

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I 37

?

Page 42: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Osmanlı Devleti'nin doğu ticaret yolları üzerinde nasıl bir denetimi olmuştur?

XV. yüzyılın başında Avrupa ekonomik sıkıntı içinde yaşarken batıya doğru geniş-leyen Osmanlı Devleti batının kurtuluş ümidini bağladığı doğunun yollarını kesti.Osmanlıların batılılarla yaptığı savaşlar zaman zaman ticarete engel olmuşsa da Os-manlı Devleti hiçbir zaman batı ile olan ticari ilişkisine son veren bir politika uygula-madı. Her zaman Venedik ve Cenova ile daha önceden imzalanmış olan andlaşma-ları yenilediler, İran'dan gelen kervan yollarını, İran körfezi ve Kızıl Deniz yönün-den gelen yolları gümrük vergileri ödemek koşulu ile daima serbest bıraktılar. Hatta1514'de Yavuz Sultan Selim Mısır'ı alınca, Memluklular zamanından beri liman vekervanları basıyor, yolları kesiyordu. XV. yüzyılın sonunda Kahire pazarı baskın veyağma endişesi ile mal gelmediği için kapanma tehlikesi atlattı. Aynı dönemde maltaşıyıp pazara ulaştırmadığı için Venedik ve İtalya da mali kriz içine girdi. Vene-dik'te bankalar birbiri ardına kapandı.

Artan ekonomik bunalımı çözmek ve nakit sıkıntısını gidermek üzere Portekizlileruzun deniz yolculukları yaparak Sudan altınına ulaşma çareleri aramaya başladılar.Şimdi altın, Avrupalıları doğunun ipek ve baharatından daha fazla ilgilendiriyor-du. Sanayinin ilerlemesi ile birlikte Avrupa'da altın kadar değerli olan ucuz el eme-ğine ve bunu sağlayacak kölelere gereksinim doğdu.

Akdeniz havzasında görülen nüfus patlamasının sonucu nedir?

XV. yüzyılda Akdeniz havzasında yaşanan nüfus patlaması nedeniyle yiyecekmaddelerine, buğdaya, şekere duyulan ihtiyaç arttı. Bunları pazara sunarak kazançsağlamayı amaçlayan Avrupalı tüccar doğu altınını ve zenginliğini daha fazla düşü-nür oldu. Portekiz başta olmak üzere çok sayıda Avrupa ülkesi kurtuluşu doğudaaramaya karar verdiler ve bunu başarabilmek için her türlü çareye başvurdular.

2.5. Hıristiyanlığı Dünyaya Tanıtma Girişimi

Portekiz ve İspanyolların Hristiyanlık hakkındaki görüşü nedir?

İber Yarımadasındaki son Müslüman devlet olan Gırnata'nın 1491 de düşmesindensonra Portekizli ve İspanyol din adamları Hristiyanlığı yaymak gibi bir misyon üst-lendiler. Bilinmeyen diyarlara doğru yola çıkarken adeta havarilik ateşi ile dopdo-luydular. Uzaklarda bulacakları insanları Gerçek dine döndüreceklerini hayal etme-ye başladılar.

Geçen yıllar içinde bu düşünce ve isteklerinde başarılı oldukları anlaşılmaktadır.Özellikle Güney Amerika'da İspanyolca ve Portekizce ile birlikte Hıristiyan diniyaygınlık kazandı.

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I38

?

?

?

Page 43: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

3. Büyük Coğrafi Keşifler

3.1. Portekizlilerin Keşifleri

Büyük Coğrafi keşiflere girişmek ve onları gerçekleştirmek şerefi Portekizlilere ait-tir.

XV. yüzyıla değin Portekiz, Avrupa'nın batı kıyılarında, belli başlı ticaret yollarınınuzağında, az gelişmiş bir ülkeydi. Ulaşım ve haberleşmeyi ancak Atlas okyanusun-daki limanları sayesinde gerçekleştirebiliyordu. Çok eski tarihlerden beri deniz yo-lu ile İngiltere ve Flandır (Hollanda) bölgesi ile ilişki kurmuşlardı. Atlas okyanusuuçsuz bucaksız genişliği ve bilinmeyenliği ile Portekizli denizcileri çekiyordu. İberyarım adasında da siyasi yayılma olanağı bulamayan Portekiz ekonomik kaynaklarelde edebilmek için denize açılmak zorundaydı. Bu nedenle denizciler dikkatleriniAfrika'nın kuzeybatı kıyılarına çevirdiler.

Gemici Henri'nin denizciliğe katkısı hangi boyutta olmuştur?

Gemici Henri'nin (1394-1460) kurduğu coğrafya ve harita araştırma merkezindetoplanan ve üretilen bilgilerin ışığında Afrika kıyılarına keşif seferleri düzenlendi.Seferler Gemici Henri'nin ölümüne kadar artan bir hızla devam etti. Portekizli de-nizciler geçen yıllar zarfında açık denizler hakkında anlatılan korkutucu hikayele-rin doğru olmadığını kanıtlamaya çalıştılar. Anlatılanlar arasında mıknatıslı taşlar-dan söz ediliyordu. Bu taşların yakınından geçen gemilerin çivilerini yerinden oy-nattığı ve sonuçta gemilerin darmadağın olduğu anlatılıyordu. Ekvator civarındaokyanus sularının kaynamakta olduğu söylentisi gemicileri çok etkiliyordu ve ge-milere tayfa bulmayı zorlaştırıyordu.

XV. yüzyılın ortasında Portekizli denizciler biraz da merakla yola çıkarak bütün buhurafeleri yenerek, aşamalı olarak 1434 de Senegal sahillerine ulaştılar. Yeşil Burnuaşıp Gine Körfezi sularında dolaşmaya bağladılar.

1442 de Portekizliler denizle yaptıkları mücadelenin kazancını elde etmeye başladı-lar. Afrika kıyılarından toplayarak gemilere doldurdukları köleleri Lizbon'a doğruyola çıkardılar. Papaya baş vuran Gemici Henri elde ettiği bir belge ile zenci köle ta-şıma işini tekeline aldı. Kârlılık oranı çok yüksek bir iş olan köle ticareti, elde edilenbu belgeye dayanarak uzun yıllar Portekizli denizciler tarafından sürdürüldü.

Portekizliler Afrika'da Nijer ırmağı boyunca ilerleyerek kaynağına kadar uzanıp al-tın madeni ocaklarını ele geçirdiler. Bu tarihe kadar yöreden elde edilen altın ker-vanlarla Akdeniz'de Cezayir limanlarına taşınıyordu. Cenovalı denizciler buradanucuza aldıkları altını büyük kârlarla Avrupa ülkelerine satıyorlardı. Portekizlilerköle ticaretinden sonra altını da kaynağından elde ederek çok büyük kazançlar sağ-ladılar.

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I 39

?

Page 44: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Hindistan yolu hangi aşamalardan sonra açılabilmiştir?

1471 de Portekizliler Ekvator çizgisini aştılar. 1488 de kaptan Bartholomeu Diaz, Af-rika'nın güneyindeki en son burnu dönüp Hint Okyanusuna çıktı. Kaptan, yaşadık-larından etkilenerek buraya Fırtınalar Burnu adını verdi ise de Portekiz kralı II. Jeandaha sonra yolculuk yapacak denizcileri düşünerek buranın adını Güzel Ümit Burnuşeklinde değiştirdi.

Bartholomeu Diaz'ın gezisi Hindistan yolunu açtı.

Aynı yolu kullanan Vasco de Gama 8 Temmuz 1497 de dört karaval ve 160 tayfa ileHindistan'a hareket etti. Daha önce elde edilen bilgileri kullanarak Ümit Burnu'nuaştı. Afrika kıyılarını izleyerek kuzeye doğru yol aldı. Hint Okyanusunu geçebil-mek için yaptığı deniz haritaları ile tanınan Ahmed İbni Mecid' i ikna ederek Portekizfilosunu aldı. Onun rehberliğinde 20 Mayıs 1498 de Malabar kıyılarında Kalikut li-manına ulaştı.

Vasco de Gama ve Portekizliler Hindistan'da çok soğuk karşılandılar. Kaptanın ge-tirdiği orta düzeydeki mallar prensler ve halk tarafından beğenilmedi. Buna rağ-men Vasco de Gama yerel yöneticilerle bir ticaret andlaşması yapmayı başardı. 30Ağustos 1499 da küçülmüş olan filosuna az miktarda baharat yükleyerek dönüş yol-culuğuna başladı.

Portekizliler uzun yıllar süren çabalarından sonra amaçlarına ulaştılar. Batı Avrupaile Hint Okyanusunun kıyı ülkeleri arasında doğrudan ilişki kurmayı başardılar.Devam eden seferler sonucunda Portekizliler Hindistan'da ticaret merkezleri kura-rak hakimiyetlerini kabul ettirdiler.

Portekizli denizciler 1500 yılında bir tesadüf sonucu Brezilya sahillerine çıktılar. Bu-rası kısa zamanda Portekiz kolonisi haline getirildi ve XX. Yüzyıla kadar da Porte-kizlilerin elinde kaldı.

3.2. İspanyolların Keşifleri

Kristof Kolomb'un kabul ettirmek istediği fikirler nelerdir?

Portekizliler Afrika'nın güneyini dolaşıp Hint Okyanusundan Hindistan'a ulaşır-ken İspanyollar, krallığın hizmetine girmiş olan Kristof Kolomb'un fikirlerini tartışı-yorlardı. Bu nedenle uzak denizlere yapılan yolculuklara Portekiz'den ancak 80 yılsonra başlayabildiler.

Gelecekte Yeni Dünyayı keşfeden kişi olarak tanınacak olan Kristof Kolomb'un(1451-1506) yaşamının ilk yıllarına ait fazla bilgi bulunmamaktadır. Cenova'lı birdokumacının oğlu olduğu, 14 yaşında denizciliğe başladığı, Cenova bayrağı taşıyangemilerde uzunca bir süre çalıştığı bilinmektedir. 1474'de Portekiz'e (Lizbon) yerle-

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I40

?

?

Page 45: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

şerek Cenova'lı tüccarların temsilciliğini yapmaya başladı. Floransalı astronom Tos-canelli ve kızı ile evlendiği Portekizli denizci Perestrello'dan uzak diyarlar ve bu-ralara yapılacak yolculuklar hakkında pek çok bilgi edindi. Perestello'ya ait olupkendisine kalan bazı belge, harita ve anılardan yararlandı. Kristof Kolomp ünlü gez-gin Marco Polo'nun o sırada basılmış (1485) olan seyahatnamesinden edindiği bilgi-lerden fazlasıyla etkilendi.

Kristof Kolomb, elindeki harita ve bilgileri değerlendirerek sürekli batıya doğru gi-derek doğunun zenginliklerine ulaşacağına inanıyordu. Belgelere dayanarak üret-tiği yolculuk projelerini Portekiz kralına sundu ise de kabul ettiremedi. Bunun üze-rine İspanya'ya geçerek düşüncelerini gerçekleştirmek için gerekli olanakları araş-tırmaya başladı.

Kristof Kolomb hangi olaydan sonra uzun yolculuklara başlayabilmiştir?

Kristof Kolomb'un İspanya'ya geldiği sırada Kraliçe İzabella ve Ferdinand evlilikyolu ile güçlerini birleştirerek feodal düzene son vererek İspanya'nın birliğini kur-muşlardı.

Yeni yönetim en kısa zamanda komşusu Portekiz'in doğu yolculukları sonucu eldeetmeye başladığı zenginliğe ulaşmak istiyordu. Büyük şehirlerde oturan tüccar daaynı olanakların kendilerine de sağlanması için yeni iktidarı zorluyordu. Onlarınaracılığı ile Kolomb saraya tanıştırıldı.

1492 yılında Santa Fe'de krallıkla Kolomb arasında antlaşma imzalandı. Antlaşmayagöre İspanya da yarışa katılacak yeni dünyalar keşfetmek üzere denizlere açılabile-cekti. Buna göre kraliçe İzabella, Kristof Kolomb'a amirallik rütbesi veriyor, keşfedece-ği topraklara kral naibi olarak atamasını yapıyor ve bu ülkelerden getireceği gelirin%10 unu ona bırakıyordu.

Kristof Kolomb 3 Ağustos 1492 de 3 adet Karavela ile Palos limanından yola çıktı. Batıyadoğru yol alarak 11 Ekim 1492 de Amerika sahillerinden Florida yakınlarında biradada karaya çıktı. Amacı hep batıya giderek doğunun zenginliklerine ulaşmaktı.

Zorlu yolculuk sırasında Kristof Kolomb gemilerinden birini kaybetti. İki gemi ile 15Mart 1493 de İspanya'ya dönen kaptan Palos limanında büyük şenliklerle karşılandı.Kolomb, hayatının sonuna kadar doğuya ulaştığına inanarak yaşadı ve bu topraklar-da gördüğü halka tereddütsüz Hintli adını verdi.

Kolomb, deniz yolculuklarına devam etti. 23 Eylül 1493 ile 11 Haziran 1496 tarihleriarasında ikinci yolculuğunu gerçekleştirdi. Bundan sonra Antiller, Venezuella ve Or-ta Amerika'ya kadar ulaşabildiği bir gezi daha yaptı.

Keşif gezileri İspanya'yı ne ölçüde memnun etmiştir?

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I 41

?

?

Page 46: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Keşif gezileri yeterli zenginliği İspanya'ya sağlayamadığı için Kolomb ve krallık içinhayal kırıklığı ile sona erdi. 1506 yılında amiral gözden düşmüş ve unutulmuş ola-rak öldü. Hayatının sonuna kadar Asya kıyılarına ulaştığı inancını yitirmedi.

Ölümünden sonra başka bir amiral, Amerigo Vespucci (1454-1512), 1505 yılında bu-rasının yeni bir kıta olduğunu ilan etti. 1507 yılında Amerigo Vespucci'nin yayıncı-sı yeni kıtaya Amerika adını verdi.

Bu yolculuklar sonucunda İspanyollar istedikleri gibi baharat ve altına ulaşama-mışlardı. Buna rağmen çaba göstermekten vazgeçmediler. Batıya doğru yapılan se-ferlere devam ettiler.

İspanyol kaptan Balboa (1520), yeni dünyaya yaptığı seferlerin birinde Orta Ameri-ka'nın en dar yeri olan Panama'dan yaya olarak geçip Büyük Okyanusa ulaştı. Kısa birzaman dilimi içinde İspanya, Orta ve Güney Amerika kıtasında büyük toprak par-çalarına sahip oldu ve İspanya Yeniçağ Avrupa'sının tartışmasız en zengin ülkesidurumuna geldi. İspanya bu mal varlığına Orta ve Güney Amerika'daki zengin kül-tür varlıklarını yok ederek ulaştı. XV. ve XVI. Yüzyıllarda sayıları çok fazla artmışolan macera düşkünü gençler (conquistadores) yağmacı faaliyette çok önemli rol oy-nadılar.

Daha sonra İspanya'nın hizmetine girmiş olan Portekizli bir denizci olan Magellan(1480-1521) deniz yolu ile Büyük Okyanusa ulaşmayı başardı.

Keşif yolunda Magellan'ın karşılaştığı zorluklar nelerdir?

Magellan 20 Eylül 1519 da 5 gemi ve 265 mürettebatla İspanya'dan yola çıktı. ÖnceBrezilya'ya uğradı ve güneye indi. Daha sonra kendi adı ile anılacak olan Magel-lan Boğazı'nı geçerek Büyük Okyanusa çıktı. Uzun bir yolculuktan sonra FilipinAdalarına ulaştı. 1521 de yerlilerle yaptığı bir çatışmada öldü.

Magellan'ın başlattığı keşif gezisi üç yılda tamamlanabildi. Savaş ve salgın hastalıknedeniyle yola çıkanların çoğu geri dönemedi. Magellan'ın yardımcısı Sebastian delCano 6 Eylül 1521 de 18 kişi ile İspanya'ya dönebildi.

Magellan'ın başlattığı bu gezi dev boyutlarda idi. Dünya çevresinde gerçekleştiril-miş ilk gezi idi. Bundan sonra gerek Portekiz, gerekse İspanya ulaştıkları yeni kara-larda kurdukları kolonilerin zenginliklerini kendi ülkelerine taşıdılar.

3.3. Diğer Avrupa Devletlerinin Katkıları

XVI. yüzyılın başında Portekiz ve İspanya, denizlerde rakipsiz sayılıyorlardı. Yüzyı-lın ortasında İngiltere iki devletin karşısında tehlikeli bir rakip olarak yer aldı. İn-giltere Kraliçesi Elizabeth'in hazırladığı donanma denizlerde İspanyolların YenilmezArmadası'nın iktidarına son verdi. İngiliz gemileri tam bir özgürlükle okyanuslarda

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I42

?

Page 47: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

dolaşmaya başladı. XVI. yüzyılın sonunda yeni kıtaya ayak bastılar. Virjinia'dabir koloni kurdular.

1632-1655 yılları arasında İngiltere kuzeyde Labrador ve Grönland'a yerleşti. Aynı yıl-larda Guyan, Bermuda, Küçük Antiller, Jamaika gibi adalara sahip oldular.

Hollandalılar hangi kıtada sömürge kurmuşlardır?

XVII. yüzyılda sömürge kurma yarışına Hollanda da katıldı. Sömürge sayısı hızlaarttı. Hint Okyanusundaki deniz yollar ıüzerinde denetimlerini kurdular. Güney-doğu Asya'da kurulan kolonilerle Hollanda ekonomik gücünü arttırdı. Hollandalıdenizci Abel Tasman Hint Okyanusu ve Büyük Okyanusta yaptığı geziler sırasındaYeni Zelanda ve Fiji, Tonga adalarına ulaştı.

XVII. yüzyılda Fransızlar da koloni kurma yarışında yer aldılar. Kanada'da Saint-Laurent yakınlarına kadar geldiler. Daha sonra Guyan'da Cayenne sömürgesini kur-dular.

Doğuda gelişmeler daha farklı oldu. Rusya, XVII. Yüzyılda karadan ilerleyerek As-ya'nın ulaşılması zor topraklarında koloniler kurdu. Büyük okyanusa kadar uzanantopraklar Rus coğrafyacıları tarafından dünyaya tanıtıldı.

4. Büyük Coğrafi Keşiflerin Sonuçları

4.1. Sömürge İmparatorluklarının Kurulması

Sömürge imparatorluklarında ekonomik gücün kaynağı nedir?

Coğrafi keşifler dünyanın ekonomik ve siyasal tarihinde önemli değişikliklere se-bep oldu. Avrupalılar dünyanın büyük bir kısmını tanıyarak yeni ve doğru bilgilerielde ettikten sonra bu sonuca ulaşabildiler. Hareketin başlangıcında, yola çıkanlaraltın ve baharata ulaşmak gayesini güdüyordu. Daha sonra altın ve baharata ulaşan-lar, her sefer sonucunda daha fazla ekonomik güç elde etme olanakları buldular. Bu-nun sürekli hale getirilmesi için uzak diyarlar hızla sömürge haline getirildi.

Portekiz ve İspanya sömürge kurma konusunda öncülüğü daima ellerinde tuttular.Gittikleri yerlerin her türlü kaynağını yüzyıllar boyunca hiç düşünmeden, hatta yoketmek bahasına Avrupa'ya taşıdılar.

Sömürge alanları kimin aracılığı ile paylaşılmıştır?

Sömürge kurma konusunda ilk anlaşmazlık İspanya ile Portekiz arasında görüldü.1494 yılında Papa VI. Alexandre'nin hakemliğinde dünya denizleri iki devlet arasın-

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I 43

?

?

?

Page 48: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

da paylaştırıldı. Portekiz ve İspanya papanın huzurunda imzaladıkları TordesillasAntlaşmasına uymak üzere söz verdiler. Yapılan antlaşmaya göre 50. boylam de-recesinin batısında kalan yerler İspanyolların, doğusunda kalan yerler Portekizlile-rin olacaktı.

1529 yılında Magellan'ın yolculuğundan sonra Büyük Okyanusta da böyle bir sınırtespit edildi. Burada da 17. Boylam derecesi esas alındı. Adı geçen antlaşmalarauyan Portekiz ve İspanya XVI. Yüzyılın güçlü sömürge imparatorluklarını kurdu-lar.

4.1.1. Portekiz Sömürge İmparatorluğu

Portekizli Vasco de Gama daha ilk yolculuğunda Hindistan sahillerindeki prenslik-lerle ticari antlaşmalar imzalamıştı. Hızla Arap tacirlerini saf dışı bırakmak amacınıgüdüyordu. Nitekim kısa zamanda Portekizliler Hint okyanusundan Akdenize ge-çişin sağlandığı Kızıl Deniz ve Basra Körfezinin girişlerini denetim altına aldılar. Yerligüçlerin birbiri ile mücadelesinden yararlanıp Güneydoğu Asya'ya kadar hakim ol-dular. Portekizliler doğu ticaretinde gerçek bir tekel kurdular. XVI. yüzyılın ikinciyarısında Portekiz tam bir sömürge imparatorluğu durumuna ulaştı.

Portekizliler hangi kıtadaki sömürgelerinde yerleşmiştir?

Portekizliler Brezilya dışında kalan Güney Amerika sömürgelerine yerleşmeyi hiçdüşünmediler. Buralardan elde edecekleri zenginlikten başka hiçbir konu ile ilgi-lenmediler. Doğuda da limanları kontrol altında tutmakla yetindiler. Bu limanlardatoplanan malları Lizbon'a taşıyarak bütün Avrupa'ya pazarladılar.

Portekiz, baharat piyasasını eline geçirdikten sonra baharat fiyatlarını istediği gibikontrol eder hale geldi. Fiyat artışını sağlayabilmek için zman zaman gelen mal yokediliyordu. Baharat fiyatı üzerinde bu işlemler yapılırken uzun yolculuğun getirdi-ği zorluklar da fiyatlara yansıtılıyordu. Portekizli tüccar bunda haksız sayılmayabi-lirdi. Çünkü sefere çıkan gemilerin tamamı her zaman geri dönmeyebiliyordu. Ör-neğin 1590-1599 yılları arasında yola çıkmış olan 33 geminin ancak 16 tanesi geri dö-nebilmişti.

Portekizlilerin kurduğu sömürge imparatorluğu çok uzun ömürlü olmadı. Kısa za-manda sınırlar daraldı. Brezilya, Afrika kıyılarında birkaç koloni ve Uzak doğudaMakao kaldı.

4.1.2. İspanyol Sömürge İmparatorluğu

Keşfettikleri yerlerin sömürgeleştirilmesinde İspanyollar Portekizlilerden farklıdavrandılar. İspanyollar yerleştikleri topraklarda önce altın peşinde koşarak her

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I44

?

Page 49: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

türlü varlığı darma dağın ettiler. Daha sonra Meksika, Orta Amerika, Brezilya dı-şında kalan Güney Amerikanın bir bölümünde yayıldılar.

Sömürgecilikte İspanyol Fatihlerinin rolü nedir?

Kendilerine İspanyol Fatihleri adını veren birkaç bin maceracı silahlarının üstünlü-ğü ile yerli halkı yok ederek İspanyol sömürge imparatorluğunun kurulmasında yar-dımcı oldular. Sömürge imparatorluğunun kuruluşunun temelinde asıl Fernan-dez Cortez'in (1485-1547) Meksika'daki Aztek İmparatorluğunun hazinelerinin yağmaetmesi yatmaktadır. Cortez'in Meksika'da yaptıkları anılardan silinmedi. Aztek baş-kenti Tenoçtitlan'ın alınıp yağmalandıktan sonra bütün genç erkeklerin öldürülmesiunutulmadı.

1532 yılında Meksika'dan çok daha zengin olan Peru'yu sömürge imparatorluğunadahil ettiler. İnka devletine son veren Francisko Pizzaro İnka uygarlığını yok ederek hazi-nesini İspanya'ya taşıdı.

Geçen yıllar içinde Meksika, Guatemala, Honduras, Peru, Kolombia, Şili İspanyol sö-mürge imparatorluğuna dahil edildi. İspanyol fatihleri gittikleri topraklarda o ülkele-rin hazinelerinin yanı sıra en verimli topraklara da sahip olarak yerli halkı köleleştir-diler.

4.1.3. İngiltere, Hollanda ve Fransa'nın Sömürge Kurma Girişimi

Portekiz ve İspanya'nın elde ettiği olanaklar diğer Avrupa devletlerine de son dere-ce çekici geldi. XVI. Yüzyılın ikinci yarısında onlar da bu yarışta yer aldılar.

İngiltere sömürge imparatorluğu kurulurken hangi sömürge imparatorluklarızayıflamıştır?

I. Elizabeth döneminde kurulan donanma denizlerde İspanyol iktidarına darbevurdu. Şimdi onlar Yeni Dünyaya koloni kurmaya başladılar. 1655 yılında İngilizlersömürge imparatorluğunun kuruluşunu tamamlamışlardı.

XVII. Yüzyılda Hollandalılar Hint okyanusundaki deniz yolları üzerinde denetim-lerini kurdular. Bundan sonra kurdukları kolonilerin her türlü zenginliğini ülkeleri-ne taşıdılar.

Aynı yüzyılda Fransa Amerika kıtasında koloniler kurmuşsa da diğerleri gibi İm-paratorluk boyutuna ulaşamadı.

XVII. Yüzyılda zayıflayan İspanya, Amerika'daki topraklarını ancak ingiltere, Hol-landa ve Fransa arasında gelişen rekabet sayesinde elinde tutabildi.

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I 45

?

?

Page 50: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

4.2. Ticaret Yollarının ve Avrupadaki Ticaret Merkezlerinin Yer Değiştirmesi

Orta çağda Akdeniz havzasındaki ticareti İtalyan şehir devletleri yönlendiriyordu.Şimdi Venedik, Piza, Marsilya gibi limanlar önemini yitirdi. Kapalı bir deniz olanAkdenizdeki limanlar, okyanuslara açılmayı kolaylaştıran limanlarla boy ölçüşe-meyecek hale geldi.

Yeni ticaret merkezleri nerede gelişmiştir?

Uluslararası ticaretin çekim merkezi Lizbon, Sevilla, Anvers gibi limanlara geçti.XVI. Yüzyılın sonunda Amsterdam ve Londra da dünya ticaret merkezi ve limanı hali-ne geldi. Bütün dünya ülkelerinden gelen hammadde burada toplanıp dağıtılır ol-du. Mamul ürünler de aynı limanlardan ihraç edildi.

Uluslararası ticarette pamuk, şeker, tütün ve baharat taşımacılığı ve ticareti en fazlakâr getiren işlerdi. Büyük risk taşımasına rağmen köle ticareti yüksek kârlılığı nede-niyle vazgeçilemez işler arasında yerini daima korudu.

4.3. Avrupa Piyasasında Nakit Artışı

Büyük keşiflerle birlikte Avrupa'da ekonomik sistem hızla değişti. Sömürge sistemiAvrupa'ya çok büyük miktarda kıymetli maden ve nakit girmesini sağladı. GüneyAmerika'da yıkılan İnka, Maya ve Aztek uygarlıklarının hazineleri, hazır para ola-rak doğrudan doğruya Avrupa'ya taşındı. Ayrıca bulabildikleri her türlü kıymetlimadeni de bunlara ilave ettiler. Avrupa'ya taşınan her bir hazine, kıtanın yarım yüz-yıllık zenginliği ile eş değerde idi.

İspanya'nın Avrupa'ya taşıdığı altın ve gümüş ekonomiyi nasıl etkiledi?

Kısa bir süre sonra Avrupa piyasalarına akan nakit fazlalığı, mal darlığı ve fiyatlarınyükselmesine neden oldu. Emek vermeden Amerika'dan toplanıp getirilen altınınalım gücü düştü. Halbuki aynı süre içinde tarımsal ürün ve mamul madde elde et-mek için gereken emek miktarında bir değişiklik olmadı. Bazı ürünlerin fiyatınındört katına kadar yükseldiği görüldü.

İspanya, sonuç olarak Amerika'dan taşıdığı altın ve gümüşün ekonomiye girmesin-den olumlu olarak yararlanamadı.

Nakit birikiminin getirdiği olumsuzluklardan etkilenmeyenler arasında sömürge-lerinde özel bir işletme tipi geliştirenler oldu. Köle tüccarlarının Afrika'dan topla-dıkları genç zenci köleler sömürgeci devletlerin yerleştiği geniş topraklara taşındı.Zenci köleler özellikle pamuk ve şeker kamışı tarlalarında çalıştırıldılar. Üretimkârlılığını yakalayabilen sömürgeci devletler daha uzun ömürlü oldu.

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I46

?

?

Page 51: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

4.4. Avrupa'da Burjuva Sınıfının Zenginleşmesi

Avrupa piyasasında görülen fiyat artışı sosyal ve ekonomik bakımdan ücretlilerin,köylülerin ve soyluların zararına oldu. Artan fiyatlar karşısında sabit gelirli olan üc-retlilerin alış gücü çok fazla düştü. Orta çağda zor durumda olan Avrupa köylüleriürettiklerini pazarlayamaz duruma düşünce ücret karşılığında çalışmaya başladı-lar. Soylulara gelince onlar eskisi gibi herhangi bir ücret ödemeden çalıştıracak ele-man bulamıyorlardı. Ücret verecek maddi olanakları da bulunmadığı için toprakla-rını satmak zorunda kaldılar.

Avrupa'da burjuva sınıfı nasıl gelişti?

Halbuki burjuva sınıfının ekonomik ve sosyal bakış açısı tamamen farklı olarak ge-lişmiştir. Bu sınıfa mensup olanlar risk almaktan korkmuyor, uzun yolculuklaraçıkmaktan çekinmiyor, daima kârlı işlerin peşinde koşuyorlardı. Soylular arasındapazara mal üretmeye başlayanlar da yaşam biçimlerini değiştirerek burjuvalaştılar.Burjuva sınıfındaki girişimciler, atölye sahipleri, tüccarlar ekonomik olarak çokgüçlendiler. Bu durum kentlilerle köylüler arasındaki uçurumu daha da arttırdı.

4.5. Sömürgelerde Hıristiyanlığın Yayılması

Portekizliler ve İspanyollar uzun yıllar birlikte yaşadıkları Endülüs Emevilerin kar-şısında daima hıristiyanlığın savunuculuğunu yaptılar. Müslümanları İber yarıma-dasından uzaklaştırarak bu amaçlarına ulaşmış oldular. Uzun deniz yolculuklarınaçıktıkları yıllarda da hıristiyanlığı gittikleri yerlerde yaymak misyonunu sürdürdü-ler.

Portekiz ve İspanya Hristiyanlığı yayma konusunda amacına ulaşmış mıdır?

Gerek Portekizliler gerekse İspanyollar ulaştıkları yeni topraklarda hıristiyan dini-ni zorla kabul ettirdiler. Güney Amerika'da ve Güney Doğu Asya'da oturan ve hıris-tiyanlaştırılan halk doğrudan doğruya Roma Katolik Kilisesine bağlandılar. RomaKilisesi kazandığı yeni hıristiyan nüfusa rağmen eski prestijini devam ettiremedi.Dünyanın düz olduğunu ve Kudüs'ün merkez olduğunu iddia eden din adamları-nın söylediklerine inanan hiç kimse kalmadı. Avrupa'da bilim, düşünce ve dini ya-şamda önemli değişiklikler meydana geldi.

4.6. Orta ve Güney Amerikadaki Uygarlıkların Yok Olması

İspanyollar ilk defa yabancı bir uygarlıkla ilk defa Amerika kıtasında Yukatan yarı-madasında karşılaştılar. Gördükleri taş tapınakları ve önemli yapıları altın bulmakiçin tahrip ettiler.

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I 47

?

?

Page 52: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Orta ve Güney Amerika'da hangi uygarlıklar vardı?

Peru ile çevresindeki ülkeler Meksika'dan daha fazla zenginliğe sahipti. Buradatahrip edilen sanat eserlerinden başka Potosi gümüş madeni de yapılan aşırı üretimnedeniyle kısa zamanda harabeye döndü.

Fatihler, Meksika ve Peru'daki halkların uygarlıklarını akıl almaz bir barbarlıklayağmaladılar, hayranlık uyandıran mimarlık anıtlarını yok ettiler.

4.7. Coğrafi Buluşların Günlük Yaşama Etkisi

Avrupalılar gittikleri ülkelerden Avrupaya neler getirmişlerdir?

Avrupalılar yeni gittikleri ülkelerden bazı yiyecekleri kendi ülkelerine getirdiler.Bu durum Avrupa'nın yemek kültüründe bazı değişikliklere neden oldu. Baharataen kısa yoldan ulaşmaya çalışırken tütün, vanilya, kakao, patates, domates gibi sevi-len yiyecekler ve kümes hayvanlarından hindi Avrupa'ya taşındı. Amerika kıtasın-dan Avrupa'ya taşınan altınlar sayesinde kıtanın pek çok yerinde saray, konak, kili-se gibi lüks yatırımlar yapıldı ve kentler süslendi.

Özet

XV. yüzyılda Avrupalılar kıtayı çeviren denizlerden uçsuz bucaksız okyanuslara açıldılar.Yeni kıtalar bularak bütün dünya ile ilişkiye girdiler. Büyük coğrafi buluşlar olarak tanınanbu hareket Avrupa tarihi kadar bütün dünya tarihini de yakından etkiledi.

Coğrafi buluşların öncesinde Avrupa, siyasal değişime uğradı. Ulusal devletler kuruldu,merkezi otorite güç kazandı. Portekiz, İspanya, İngiltere ve diğer Avrupa devletlerinde siya-sal birlik kuruldu.

Coğrafi buluşların nedenleri arasında coğrafya bilgisinin gelişmesi, matbaanın kullanılma-sı, pusulanın bulunması, denizcilik teknolojisinin gelişmesi, Avrupalıların doğu ticaretineegemen olma isteği ve hıristiyanlığı dünyaya tanıtma girişimi sayılabilir. Portekizli ve İs-panyol denizciler Amerika ve Uzak Doğuya ulaştılar. Kristof Kolomb, Vasco de Gama, Ma-gellan gibi ünlü amiraller keşfettikleri toprakları ülkelerine hediye ettiler.

Büyük coğrafi buluşların sonucunda sömürge imparatorlukları kuruldu. Ticaret yolları veAvrupa'daki ticaret merkezleri yer değiştirdi. Avrupa'da ekonomik sistem ve yaşam tama-men farklılaştı. Piyasada nakit artışı görüldü. Burjuva sınıfı zenginleşti. İspanyol ve Porte-kizliler gittikleri topraklarda yaşayan yerli halka zorla hıristiyan dinini kabul ettirdiler. Ortave Güney Amerika'daki uygarlıklar yok oldu. Coğrafi buluşlar günlük yaşamı da etkiledi.Baharat kullanımı yaygınlaştı. Patates, domates gibi sevilen yiyeceklerle tütün ve kümeshayvanlarından hindi Avrupa'da yaygınlık kazandı.

Y E N İ Ç A Ğ ' D A A V R U P A D E V L E T L E R İ N İ N B Ü T Ü N D Ü N Y A İ L E İ L İ Ş K İ K U R M A S I48

?

?

Page 53: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Değerlendirme Soruları

Aşağıdaki soruların yanıtlarını seçenekler arasından bulunuz.

1. Aşağıdakilerden hangisi coğrafi keşiflerden önce Avrupa için önem taşımı-yordu?A. Eğitimli daimi ordularB. Ağır zırhlı askerlerC. Siyasi sistem olarak feodaliteD. İktidar sembolü olarak toprakE. Güç sembolü olarak şatolar

2. Aşağıdakilerden hangisi coğrafi keşiflerin sonuçlarından değildir?A. Hıristiyanlığın yayılmasıB. Avrupada mal darlığının başlamasıC. Kralların otoritelerinin güçlenmesiD. Burjuva sınıfının zenginleşmesiE. Sömürge devletlerinin kurulması

3. Aşağıdaki devletlerden hangisi batılı kaşiflerin yağmasına uğramıştır?A. ArjantinB. MeksikaC. BrezilyaD. Amerika Birleşik DevletleriE. Alaska

4. Aşağıdakilerden hangisi doğru olamaz?A. Portekizliler Afrikanın güneyinden dolanarak Hindistan'a ulaştılar.B. Ruslar Asyanın içinde koloni kurdular.C. Yeni Dünya'ya Amerika adı Parisli bir yayıncı tarafından verildi.D. Magellan, İspanya devletinden destek aldı.E. Kristof Kolomb, Portekiz'in desteği ile Amerika'ya gitti.

5. Aşağıdakilerden hangisini büyük coğrafi keşifleri hazırlayan nedenlerdenbiri sayılamaz?A. Avrupa devletlerinin siyasi birliğini sağlamasıB. Arap coğrafyacılarının kitaplarının tanınmasıC. Nakit akışının başlamasıD. Pusulanın kullanılmasının yaygınlaşması

U L U S L A R A R A S I İ L İ Ş K İ L E R T A R İ H İ ( 1 9 3 9 - 1 9 8 9 ) 49

Page 54: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

İnalcık, Halil. "Osmanlı Pamuklu Pazarı, Hindistan ve İngiltere: Pazar Rekabetin-de Emek Maliyetinin Rolü", ODTÜ Gelişme Dergisi, Özel Sayı, s. 1-66, An-kara, 1980.

K.G., Jayne. Vasco da Gama and His Successors, London, 1960.

Şakiroğlu, Mahmut. "Yeniçağ'a Geçiş: Dünyaya Açılan Avrupa, (Coğrafi Keşifler-Rönenasn-Reform)", Avrupa Tarihi, Editör: Mehmet Kayıran, Eskişehir,1991.

Tanilli, Server. Yüzyılların Gerçeği ve Mirası, C. III, İstanbul, 1987.

Değerlendirme Sorularının Yanıtları

1. A 2. D 3. B 4. E 5. C

U L U S L A R A R A S I İ L İ Ş K İ L E R T A R İ H İ ( 1 9 3 9 - 1 9 8 9 )50

Page 55: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Amaçlar

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• Rönesansın ortaya çıkması ve Rönesansın özellikleri hakkında

bilgi edinecek,• Aydınlanma felsefesini ve dayandığı temelleri kavrayacak, • Aydınlanma döneminde devlet, din ve eğitim gibi alanlarda

ileri sürülen görüşleri algılayacak,• Bazı Avrupa devletlerinin aydınlanma çağını nasıl yaşadıkları-

nı öğreneceksiniz.

İçindekiler

• Antik Çağ 53• Orta Çağ 53• Rönesans, Hümanizma 53• Aydınlanma Çağı 54• Avrupada Aydınlanma 59• Özet 63• Değerlendirme Soruları 64• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 65

ÜNİTE

3Aydınlanma Çağı

YazarDoç.Dr. Cahit BİLİM

Page 56: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Çalışma Önerileri

• Bugünkü Avrupa uygarlığının oluşmasında Rönesans ve Hü-manizmanın etkisini araştırınız.

• Aydınlanma döneminde ileri sürülen görüşlerin Türk düşüncetarihini etkileyip etkilemediğini araştırınız.

Page 57: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

1. Antik Çağ

Antik Çağda akıl, özgür düşünce ve bilim kavramlarının önemi nedir?

Çağdaş uygarlığa birbirlerini tamamlayan, birbirlerini geliştiren bilimsel ve sanat-sal gelişmelerin üst üste yükselmesiyle erişildi.

Uygarlık tarihi bilimsel çalışmalarla başlar. Antik çağ bilginlerinden Anadolu'luThales, "Evrenin doğal sayılması ve doğada olan her şeyin doğaüstü mitolojik güçle-re başvurmaksızın kavranmasını" söylüyordu. Yine Anadolu'lu bir bilgin olan He-raklaitos insanın bir nehrin suyunda iki defa yıkanamayacağını söyleyerek esasın-da zamanın bir nehir gibi aktığını dile getirip yaşamın hep bir devinim içerisinde ol-duğunu belirtiyordu. Atomcular ise tüm nesnelerin ve canlıların atom adını verdik-leri küçük zerreciklerden oluştuğunu söyleyerek günümüz çağdaş görüşünün te-mellerini atıyordu. Bu çağın bilginleri ve filozofları evrenle de ilgilendiler. Evreninyapısı dünya, gezegenler onların ilgi konularından biri oldu. Tüm bunların hepsiakıl, özgür düşünce ve bilimle sağlandı.

2. Ortaçağ

Ortaçağın öğretisi olan skolastizmin nitelikleri nelerdir?

İnsanlık Antik Çağ'dan sonra karanlık bir Ortaçağ yaşadı. Bu çağ akılcılığın yeriniskolastizmin, bilimselliğin yerini doğmatizmin, doğallığın yerini metafizik güçlerinaldığı bir dönemdi. Adı üstünde iki aydınlık çağ arasında bir orta çağ. Bu çağda birçok bilimsel ve sanatsal çalışma durdu. Her şeye saptırılan din öğretileriyle, birleşti-rilen tartışma kabul etmez tümdengelim Aristo felsefesi ölçü oldu. Ortaçağın özelli-ği kalıplaşmış doğmatizm ile tartışılmaz skolastizim idi.

3. Rönesas, Hümanizma

Rönesansın nitelikleri nelerdir?

"Re-naissance" yeniden doğuş demektir. Bu özgür insan düşüncesinin yaşamsal sa-natsal ve bilimsel anlamında, üzerine çöken Ortaçağ karanlığından kurtularak yeni-den doğmasıdır. Fransız tarihçisi Michelet, Rönesans'ı "dünyayı ve insanı keşfetme"diye niteler. Bu, dünyaya açılma, yeni ülke ve toplulukları keşfetme ile insanı ve onakişilik veren özelliklere değer verme demekti. Bu atılımın temeli Antik Çağ'daki dü-şünce ve bilimdi. Akıp giden uygarlık önündeki Ortaçağ takıntısını yıkarak akışınısürdürdü.

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I 53

?

?

?

Page 58: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Rönesans'ta resim, heykel, mimarlık, edebiyat gibi güzel sanatlarda üstün eserlermeydana getirildi. Bu nedenle Rönesans'ın ideal insanı "Teolojik insan" değil "Este-tik insandır". Rönesans'ın yaşattığı aydın düşünceyle XVIII y.y'da bilim alanında isematematik, astronomi, kimya, fizik, çoğrafya, felsefe, antropoloji v.s. alanında çokbüyük gelişmeler oldu. Geocentric (dünya merkezli) görüş yerine Helliyocentric(güneş merkezli) görüş benimsendi. Birbirini tamamlayan çalışmalarla çağımızınen büyük buluşu olan elektrik geliştirildi. Günümüzde elektriksiz bir yaşam düşü-nülemez.

Bu dönemin bilginleri insana doğayı keşfetme, doğa güçlerine egemen olma olana-ğı sağlayacak bilimsel yöntemler geliştirdiler. Bunlar verileri toplama, deneyleryapma ve bunları değerlendirme yöntemleridir. Bunların hepsinin temelinde de öz-gür insan aklı vardı. Dönemin filozoflarından Descartes, "Düşünüyorum, öyleysevarım" diyordu. Bu aklı olan ancak insandır demekti. Bu özgür insanla Leonarda deVinci, Bacon, Descartes Koparnicus, Kepler, Galileo, Newton gibi bilginlerin deha-ları birleşince belki de Uzay Çağı'nın temelleri atıldı. Bu yüzyılda bilimsel gelişme-lerde o kadar büyük atılımlar oldu ki, XVIII. y.y. bu gelişmelerin bir tür özümsen-mesi dönemi oluşmuştur.

Hümanizim nedir?

Rönesans'ın bir uzantısı ve tamamlayıcısı olan Hümanizma ise temelinde insan de-ğeri ve sevgisi olan bir düşüncedir. Hümanist görüşe göre en değerli varlık insandırve her şey onun içindir. İnsanlar arasındaki benzerlikler, farklılıklardan daha çok-tur. Bu insanlar arasındaki anlaşmazlıkların da az olması demektir. Bu nedenle in-sanların birbirleriyle ve tüm insanlıkla ilişkileri sevgiyle olmalıdır. Din, dil, ırk, dü-şünce farklılıkları insanların özel durumlarıdır ve insanlar arasındaki iyi ilişkilereengel olmamalıdır.

Tüm bunlara göre Hümanizma'nın insan ideali "Homo Universial" her yönlü geliş-miş insandır.

4. Aydınlanma Çağı

4.1. Aydınlanma Çağı Felsefesi

Aydınlanma Çağında insan ve aklın önemi nedir?

Emmanuel Kant aydınlanmayı "Sapere Aude", aklını kullanma cesaretine sahip oldiye tanımlıyordu. Bu aydınlanmanın temel felsefesidir.

Aydınlanmacılara göre hep geleneksel bağnaz gruplarca insanların akıllarını kul-lanmaları engellenmişti. Ancak artık insanlar kafalarını kullanmalı, başka etkilerle

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I54

?

?

Page 59: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

değil salt akıllarıyle hareket etmeliydi. Bu şekilde her türlü bağlardan, takımlardansıyrılma aydınlanmış insanın özelliğini oluşturmaktaydı.

Aydınlanmacılarda da önemli olan insandı. Aydınlanmacılar da Antik çağ sofistlerigibi "insanın her şeyin ölçüsü" olduğuna inanmışlardı. Ancak sofistlerin bilgilerinkişilere göre farklı algılanmalarını ileri sürerek aklı küçümsemelerine karşın aydın-lanmacılar aklın sınırsız bir güce sahip olduğuna inanıyorlardı. Ayrıca aydınlanmaçağı düşünürlerinin bir kısmı rationalizmin (akılcılığın) yanında akıla veri sağlayanamprisme (deneycilik) de önem vermekteydiler. Örneğin Descartes'in rationalistgeleneğini sürdüren Francis Bacon'ın metodcu ve deneyci geleneğini sürdüren İn-giliz amprist filozoflar T. Hobbes, J. Locke, Berkeley, Huma v.s. bunların belli başlı-larıdır.

Aydınlanma Çağı düşünürleri her türlü etkiden kurtulmuş bağımsız aklın, tümkültür alanlarında büyük aşamalar katedeceğine inanıyorlardı. Onlara göre "BilgiKuvvetti ".

Aydınlanmanın akılcı düşüncesi doğa üstü ve doğa dışı her şeye karşıydı. Bu ne-denle gerçek olan doğada olandı.

4.2. Aydınlanma Felsefesinin Dayandığı Temel İlkeler

Aydınlanma felsefesinin temel ilkeleri nelerdir, özellikleri nasıldır?

Aydınlanma felsefesinin dayandığı temel ilkeler şunlardır:

• Rationalizm (Akılcılık): Aydınlanmacılara göre insan yaşamında akıl he-men hemen her şey demekti. Antik çağlardan beri insanı yükselten ve yüceltenakıldı. İnsanı diğer canlılardan ayıran ve üstün yapan akıldı. Az akıllı insanlarher hangi bir canlı, akıllılar ise insandı. İnsanın insanı olması kadar, tüm insanlı-ğını ilerlemesi ve mutluluğu kavuşması için gerekli olan akıl, akılcı düşünce veevrensel akıldı.

• Amprisme (Deneycilik): Aydınlanmacıların bir kısmı, akılcılığın yanında de-neyciliğin de önemli olduğunu söylüyorlardı. Akılcı bir düşünüş gerçeğe eriş-mek için zaten deney yapardı. Doğru ve yanlışı anlıyabilmek için deney yap-mak, bunların sonuçlarını ve verilerini akılcı bir düşünüşle değerlendirmek ge-rekiyordu. Deney aklın kullandığı bir metoddu.

• Mutluluk: Aydınlanmacılara göre insanın mutluluğu öbür dünyaya yönelikbir çaba değil, bu dünyadaki yaşamıyla ilgiliydi. Çünkü insan rahat, kendine la-yık ve mutluluk içerisinde yaşamasını sağlar bir hale getiren yine insanın kendi-siydi. İnsanlar varolduklarından itibaren doğaya kendilerini uydurdukları gi-bi, doğaya eğemen olmaya çalışarak yaşam standartlarını sürekli yükselmişler-di. Bu insanın daha iyi, daha mutlu, insanca yaşaması demekti.

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I 55

?

Page 60: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Aydınlanma düşüncesine yine yaşamla ilgili Eudomanizm (Hazcılık) fikriyer almaktaydı. Buna göre insan iyi yaşamalı ve yaşamdan zevk almalıydı.Çünkü bir optimist görüş insanın kendisine ve diğer insanlara sevgi ve saygısınıartıracaktı. Böyle dışa dönük, optimist insanlar aynı zamanda başarılı olanlardı.

Eudomanist düşünce, aynı zamanda utilitarist (yararcı) görüşü de beraberin-de getirmekteydi. Çünkü kendisi ile barışık olan insan, başkalarıyla da barışıkolduğundan kendisini düşündüğü kadar, başkalarını da düşünecek ve onlarayararlı olacaktı.

• Bilim ve Doğa: Aydınlanmacılara bilim ve doğaya çok önem veriyorlardı.Bilim zaten akılcılığın bir ürünüydü. XVII. y.y.'daki hayranlık uyandırıcı bilim-sel gelişmeler, XVIII. y.y.'da özümsendi. Bu dönemde de bir önceki yüzyıldakibilimsel gelişmeleri sürdüren üstün yetenekli bilim adamları vardı. ÖrneğinEuler, Lagrange ve Laplace matematik, fizik ve astronomi alanlarında bilimselteorileri temel alarak bunları daha da geliştirdiler. Örneğin Laplace ünlü "Nebi-löz Hipotezi" ile gök cisimlerinin gazlardan oluştuğunu ortaya koydu. Lavoisi-er kimyada devrim yaptı, Cavandish oksijeni keşfetti.

Bilim adamları yanında düşünürler, hatta krallar bile doğa bilimleriyle ilgi-lendiler. Doğadaki yaşam, flora, fauna, doğa dengeleri hem ayrı ayrı hem birlik-te bir ilginin alanlarıydı. Nitekim buradaki gelişmeler XIX y.y.'da ünlü bilginCharles Darwin'in "Türlerin Kökeni" teorisiyle doruk noktasına erişecektir.

4.3. Aydınlanma Felsefesinin Çeşitli Alanlardaki Görüşleri

Aydınlanma felsefesinin bu alandaki görüşleri şunlardır:

4.3.1. Devlet Görüşü

Mekanist devlet görüşünün nitelikleri nelerdir?

Aydınlanma çağının devlet görüşü "Mekanist" devlet görüşüdür. Buna göre devletkendiliğinden oluşan organik kutsal bir varlık değildir. Bir tür "Contrat" sözleşmeile oluşmuş halkın hizmetinde olan bir kuruluştur. Onlara göre devlet bireylerinilerlemesi ve refaha kavuşturulmasını amaç edinmiş bir kurumdan ibaretti. Aydın-lanmacılar'dan Locke'un devlet anlayışı liberaldi. Locke kişilerin doğal haklarınıesas almaktaydı. Rousseau'ya göre ise devlet kendini meydana getiren kişilerin ya-rarlarının dışında davranamazdı. Ona göre devletin görevi kişinin hak ve özgürlük-lerini garanti etmekdi.

Böylece aydınlanmacılara göre kişilerin ne düşündükleri neye inandıkları devleti il-gilendirmez. Devletin görevi, kişilerin hak özgürlüklerini korumak ve onların esen-liğini rahat ve mutlu yaşamalarını sağlamaktı.

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I56

?

Page 61: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

4.3.2. Dinsel Görüş

Aydınlanmacıların din anlayışı nasıldır?

Aydınlanmacılara göre özgür bir devlette din özgürlüğü olmalı, devlet, din işlerinekarışmamalıydı. Din, insanın vicdanı ile ilgili bir konuydu, kişiler toplumda dinselinançlarıyla özgürce yaşayacaklar ve devlet, ülkeye zararı olmadıkça onlara karış-mayacak hatta koruyacaktı. Devlet bu konuda yanlı olmayacaktı.

Aydınmacıların dinsel görüşü "Doğal din" 'idi. Onlar buna akıl dini de diyorlardı.Bu akla uygun ve aklın benimsediği din demekti. Onlara göre doğal din her türlü dışform ve gelenekten bağımsız olarak insanın doğasında var olan bir dindi.

Ancak bunların içerisinde Hristiyanlık ile doğal dini Locke ve Wolff gibi uzlaştır-maya çalışanlar da vardı. Onlara göre Tanrı buyruğu aklın üstündeydi, ama akla uy-gundu.

Aydınlancıların dinsel görüşü daha çok deist (akıldini) idi. Temelde Theist (dindar)ile deist (akıl dini) aynı kökten "theo" Tanrı sözcüğünden kaynaklanmaktaydı. An-cak biri Grekçe "Theos", değeri de Latince "Deus" tan, türetilmişti. Deistlere göreTanrı sadece insanın var ve yok olmasında vardı. Bunun ikisinin arasında, yani, ya-şamda Tanrı tarafından verilmiş akıl yer almaktaydı.

4.3.3. Eğitim Görüşü

Aydınlanma Çağı filozoflarının eğitim görüşleri nasıldır?

Aydınlanma Çağı'nın nationalist felsefesi eğitim düşüncesine de etki etmişti. Akılher şeyin doğrusunu yapabilecek bir güce sahip olduğundan eğitim de akla uygunbir biçimde düzenlenmeliydi. Aydınlanmacılara göre insan aklı doğuştan TabulaRasa idi, insan aklına eğitimle istenilen şekil verilecekti.

Aydınlanmacılara göre, insan, aldığı eğitim ne ise oydu. Onlara göre bir insandaeğitim az olursa fikirler de az olurdu. Böylece aydınlanmacılar insanın doğuştan safve temiz olduğunu, daha sonraki şekillenmesinin, kişiliğinin eğitimle oluştuğunusöylemekteydiler.

İngiliz J. Locke, eğitim konusunda optimist (iyimser) bir görüşe sahipti. Locke'a gö-re on insandan dokuzunun kötü ya da iyi, yararsız ya da yararlı v.s. oluşu onların al-dıkları eğitimin bir sonucuydu.

Aydınlanmacılara göre eğitim metodunun temelini gencin sahip olduğu yetenekle-rini geliştirici olması oluşturuyordu. Buna göre eğitim doğaya uygun olmalı yanieğitimin görevi, doğa verisi olan yetenekleri doruğa eriştirmek ve doğal gelişimini

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I 57

?

?

Page 62: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

desteklemekti. Böylece çocuğa verilecek eğitim hem vücutsal ve hem de zihinsel ol-malıydı. Örneğin Locke bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal, didaktik (öğretici), pra-tik beceriler ve seyahatlerden oluşan bir eğitimi birlikte önermekteydi.

Aydınlanmacıların eğitim görüşleri ayni zamanda pragmatist (yararcı) idi. Bunagöre eğitim yaşamda işe yarar olmaya göre planlanmalıydı.

Fransız aydınlanmacılar da İngiliz aydınlanmacılar gibi doğal eğitim istemekteydi-ler. Onlara göre eğitimde metafizik doğmalara değil biyolojik ve fizyolojik olğularayer verilmeliydi.

Fransız aydınlanmacılardan olan Julien Offrey de Lamethrie göre akılcı eğitimeönem vermekteydi. Ona göre eğitimi az olanın fikirler de az olurdu.

Diğer bir Fransız aydınlanmacı Etienne Bunnot de Condillac da akılcı eğitimi ve bu-nun yararcı olmasını önermekteydi.

Claude Adrien Helvetius ise sansualist (duyumcu) eğitimin geliştiricisidir. Ona gö-re çeşitli insanların zihinleri arasında eşitsizlik tek bir nedenin, eğitimdeki eşitsizli-ğini eseriydi. Helvetius göre tüm insanlar zihinsel yönden doğuştan eşit yetenekleresahiptiler. Bu nedenle insan aldığı eğitim ne ise öyle olmuştu. Helvetius ayrıca eğiti-mi sadece insanın geliştirilmesi yönünden değil, tüm toplumun geliştirilmesi yö-nünden sınırsız bir güç olarak niteler.

Louis Rene de Caradeux de la Chalotais ise laik eğitimin bir temsilcisidir. Ona göreinsanların kültürel yönden geri kalmışlığının nedeni zihinlerin manastırlara ait kav-ramlarla doldurulmuş olmasıydı. Chalotais'ye göre toplumun refahı uygar bir eği-tim gerektirmekteydi. O bir ulusal ve demokratik bir sistemi istiyordu. Eğitim meto-dunda ise doğaya uygunluğu önermekteydi. Bu konuda çocuklara uygulanacak öğ-retimde esas alınacak ilkeler, bizzat doğaya uydukları biçimdeki ilkeler olmalıydı.Ona göre doğa en iyi öğretmendi. Chalotais tüm ders kitaplarındaki türlü soyutla-maların temizlenmesini istemekteydi.

Rousseau'ya göre eğitimin amacı insanları I' homme, citoyen (vatandaş) yapmakdeğil, I' homme naturel (doğal insan) yapmak olmalıydı. O'na göre çocuk ne hekimne asker ne de din adamı olmamalıydı. O herşeyden önce insan olmalıydı. Bu görüşegöre insan önce insan olmalı, ondan sonra herhangi bir mesleğin insanı olmalıydı.Rousseau, Emile adlı eserinde eğitimin ilk görevinin, doğanın gelişimine engel ola-cak herşeyin baskı, metodunun ortadan kaldırmasını istemekteydi. Ona göre emirve itaat çocuğun lügatında yoktu. Aynı esere göre çocuk belirli bir meslek için değil,insan olmak için eğitilmeliydi. Eğitimde sadece çocuğun aklına hitap edilmemeli,eğitim ve deney yaşantılarla da desteklenmeliydi. Böylece insan her yönüyle, tümyetenekleriyle bir harmoni içerisinde gelişmiş bir varlık olmalıydı.

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I58

Page 63: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Alman aydınlanmacılardan Johann Bernard Basedau'a göre eğitim, aydınlanma fel-sefesine uygun, akla ve yararcılık ilkelerine göre olmalıydı. Ona göre ülkenin mut-luluğu ve güvenliği halkın mutluluğu ile orantılı olmalıydı, bunun en güveniliramacı ise eğitimdi. Çocuklara bedensel ve zihinsel formasyon sağlayacak bir eğitimverilmeli, okullar kiliseden bağımsız olmalıydı. Okullarda çocuklar herkes için ya-rarlı, yurtsever ve mutlu bir yaşam için eğitilmeliydi.

Basedau Plilantropin (insan sevgisi) adlı ilkokul, öğretmen okulu ve eğitim enstitü-sünden oluşan bir eğitim kurumu açmıştı. Bu okulun eğitim sistemi doğa, okul veyaşamın harmonik biçimde birleştirilmesi oluşturuyordu.

Gothold Ephraim Lessing ise insanlık eğitim görüşünü benimsiyordu. Ona göre in-sanlığın eğitimi tek tek fertlerin eğitimi gibi kademelerden oluşmaktaydı. Böylecetek tek birey ile tüm insanlık arasında bir paralellik vardı. Lessing'e göre eğitim, herbir insanda gerçekleşen bir aydınlanmaydı. Her bir insan için eğitim ne ise, bütün in-san soyu için de oydu.

Merquise de Condorcet'ye göre ise dünya var olduğu sürece insanın mükemmelleş-me olanakları içerisinde gerçek bir sonsuz gelişme vardı. Eğitim, insan soyunun busürekli gelişmesini daha yüksek ve mükemmelleşmiş biçim erişmesini sağlayacak-tı. Condorcet, insanın doğal olarak iyi olduğunu ve onun eğitim ve öğretimle mü-kemmelleştirilebileceği konusunda optimist bir görüşe sahipti. Ona göre okullar in-sanlara kendi haklarını gerektiği gibi koruyacak ve gereksinimlerini karşılayacakbir formasyon kazandıracaktı. Condercet'in eğitim görüşünün temelinde özgürlük,eşitlik, kardeşlik ve laiklik vardı.

5. Avrupa'da Aydınlanma

5.1. İngiliz Aydınlanması

İngiliz aydınlanmasının temsilcileri kimlerdir, düşünceleri nelerdir?

İngiliz aydınlanmasını, dolayısiyle Avrupa'da aydınlanmayı başlatan ve kurucususayılan John Locke'tu. Düşüncenin özgür olmasını ve insan davranışlarının akla uy-gun olmasını gerektiğini söylüyordu. O'na göre birey özgür olmalı, akıl yaşamınrehberi yapılmalı, kültür tüm alanlarda tam anlamıyla serbest olmalıydı.

Lock'un düşünce, eğitim, din vs. üzerine yapıtları vardı. Bunlardan An Essay Con-cerning Human Understanding (İnsan Anlayışı Üzerine Bir Deneme) adlı yapıtın-da bireyin özgür ve tüm yaşamın akla uygun olması gerektiğini belirtti.

The Reasoblemess of Christianity (Hıristiyanlığın Akla Uygunluğu) yapıtında Hı-ristiyanlığın akla uygun olduğunu göstermeye çalıştı. Bu çalışma "Doğal din" görü-

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I 59

?

Page 64: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

şüne yol açtı. Some Thoughts Concerning Education (Eğitim Üzerine Bazı Dene-meler) adlı yapıtıyla eğitimde rational - naturel (akılcı - doğal) görüşün temelleriniattı.

Locke, Descartes'ın insanda ideainnatae (doğuştan idelar) olduğunu söylemesinekarşın insanda doğuştan düşüncelerin olmadığını söylüyordu. O'na göre insan aklıbir Tabula Rasa idi. Locke insanda doğuştan varolan bir takım yetilerin varlığınıyadsımamakla birlikte idelerin deneyden geldiğine inanmaktaydı. Locke bu deneyide reflection (iç duyumu) ve sensation (dış duyum) olarak ikiye ayırmakta ve tümkavramaların, idelerin bu iki kaynaktan geldiğini söylemekteydi. Ancak iç duyumuuyaran dış deneydi. İç deney, dış deneyin sağladığı görüşleri işlerdi. Bu nedenle dışduyum olagelmişti.

Lock'un bilgi teorisi felsefesinin merkezi, insan bilgisinin amprizimle (deneyle) ka-zanıldığını ileri süren bir felsefeydi.

Aydınlanma felsefesi bir yandan materializme ve bir yandan da spritualizme (ruhi-yatçılık) doğru gelişmişti. Spritualizminin temsilcileri George Berkeley'dir. Loc-ke'nin amprizminden hareket eden Berkeley bu düşünceyi bir ideale dayandırmış,bu da spritualizmi oluşturmuştu. Berkeley, Treatine Concerning the Principles ofHuman Knowledge (İnsan Bilgisinin İlkeleri Üzerine İnceleme) adlı yapıtında in-metaterialist görüşü geliştirerek maddi bir dış dünyayı kabul etmenin yanlış bir so-yut düşünce olduğunu söylemekteydi. Ona göre dışarıdaki objeleri ne kadar dü-şünsek de yine de bunlar hep kendi idelerimizdi. Çünkü tüm idelerin, kavramlarıntemeli duyumdu. Berkeley dış nedenlere tamamen karşı çıkmaz, hatta dış dünyanınobjektifliğinin garantisinin Tanrı olduğunu söyler. Ancak Berkeley'e göre varlık al-gılamaktı.

Locke ile başlayan İngiliz aydınlanması David Hume ile doruğa erişti. Hume amp-rizmin de en büyük temsilcisiydi. Hume, A Treatire on Human Nature (İnsan Do-ğası Üzerine Bir İnceleme), Natural History of Religion (Dinin Doğal Tarihi) vs. gibiyapıtlarında bilincin içindekileri ikiye ayırmaktaydı. Bunlar İmpression (İzlenim-ler) ile (İdeas) ideallerdi. Hume'a göre izlenimler duyumlar, duygusanmalar, ideaise hayalgücü idi. Tüm ideler izlenimleri temeli üzerinde meydana gelmekteydi.

5.2. Fransız Aydınlanması

Fransız aydınlancıları kimlerdir görüşleri nelerdir?

Fransız Aydınlanmasının kurucularından biri Julien Offrey de Lamettrie'dir. La-mettrie aynı zamanda materyalizmin de kurucusu sayılır. Lamettrie, Descartes'inmekanist doğa felsefesini benimsemişti. Ancak giderek kendi görüşü olan antropo-lojik mekanist felsefesini geliştirdi. Ona göre ruhtaki her şey herhangi bir şekilde be-denden gelmişti. Lamettrie L`homme Machine (Makine İnsan) adlı yapıtında mad-

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I60

?

Page 65: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

di yaşamı ile ruhsal yaşamı bir bütün olarak nitelendiriyordu. O'na göre hiç bir şeyöğretilmeyen bir insan yine de duyularıyla bir takım bilgiler kazanırdı. Çünkü insa-nın düşünce yeteneği onu diğer canlılardan üstün kılmaktaydı. Eğitime de önem ve-ren Lamettrie'ye göre eğitim az olursa fikirler de az olurdu. O'na göre eğitim ve öğre-timde duyumlara önem vermeliydi.

Fransız Aydınlanmacılarından bir diğeri bilgi teorisini kuran Etienne Bonnet Con-dillac idi. Condillac, Essai sun L`Origine de la Connoissance Humain (İnsan Bilgi-sinin Kaynağı Üzerine Deneme) adlı yapıtıyla Locke'un amprizmizmin Fransa'dakitemsilcisi olmuştu. Ancak giderek kendi görüşlerini geliştirdi. Condillac'ın bilgi te-orisi, her şeyi deneyden türetmek şeklindeydi. Condillac'a göre deneyim kendisi bi-le edilgendi. Bu nedenle tüm sağlam bilgilerin temelinde deney vardı. Condillac daLocke gibi dış duyumu temel olarak alıp, iç duyumu bunun oluşturduğunu söyle-mekteydi.

Fransa'da Aydınlanmanın başka bir yanını da Ansiklopediciler oluşturmaktaydı.Bundan amaç, aydınlanma düşüncesini geniş halk kitlelerine yaygınlaştırmaktı.Ansiklopediciler'in öncüsü Denis Diderot idi. O'nun öncülüğündeki Encyclope-dia ou Dictionnarirre Raissonne des Sciences des Arts et des Metiers (AçıklamalıBilimler, Sanatlar ve Zamanlar Ansiklopedisi ya da Sözlüğü) adlı ansiklopedi, genişhalk kitlelerini aydınlatmayı ve kültürlemeyi amaçlamıştı. 1751'de yazı hayatınabaşlayan 35 cilde erişen bu ansiklopedinin yazı kadrosunda Diderot, d'Alembert,Dietrich von Hollach, Voltaire, Jean Jack Rousseau gibi ünlü düşünürler vardı. Bun-lar, yaşam ve toplumun sosyal ilişkileri, toplumsal yaşamı, egemenlik, demokrasi,insan hakları, felsefe, bilim, kültür vs. gibi konularda ansiklopedide yazarak halkıaydınlatmaya çalıştılar. Amprizme felsefesine dayanan ansiklopedi açık, aydınlatı-cı ve rasyonalist bir şekilde insanları eğitti.

Fransız Aydınlanmasının önderlerinden Francoise Marie Voltaire, İngiliz aydın-lanma felsefesini, Locke'un görüşlerini Fransa'ya getirmişti. Voltaire, Lettres sur lesAnglais (İngiltere Üzerine Mektuplar) adlı yapıtıyla bir doğa felsefesi ortaya koydu.Voltaire, yazar ve filozoftu. Voltaire kendi düşüncelerini Elements de la Philosop-hie de Newton (Newton Felsefesinin Ögeleri) ve Dictionaire Philosophie (Felse-fe Sözlüğü) adlı yapılarıyla belirtti.

Voltaire daha çok Locke'nin görüşlerini benimsemişti. Locke'dan daha ileri giderektüm kavramların dış duyumlardan geldiğini söylemekteydi. Bu nedenle Fransa'darationalizmin de temsilcisiydi. İnsanın ancak akılla insan olabileceğine, insan olarakvar olabileceğine inanıyordu. Nitekim bu düşüncelerini "Düşünüyorum öyleysevarım" diye dile getiriyordu.

Devrin Fransız düşünürlerinden d'Alembert, Locke felsefesini sürdürerek ansiklo-pedinin görüşünü deneysel bilgilere dayandırmaktaydı.

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I 61

Page 66: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Ansiklopedinin kurucusu ve yöneticisi olan Diderot yüzyılın tüm düşüncelerinibüyük bir kavrayışla izleyip benimsemişti. O tüm dağınık düşünceleri bir araya top-layıp burada en güzel biçimde anlatmıştı.

Diğer bir düşünür Montesquieu devlet yönetimini dörde ayırıyordu. Bunlar despo-tizm, monarşi, aristokrasi ve demokrasi idi. Ona göre bu yönetim biçimlerinin birdayanığı vardı. Bunlardan despotizminki baskı, monarşizminki onur duygusu,aristokrasininki geniş görüşlülük ve demokrasininki ise sosyal erdemlerdi. Ancak omeşrutiyet yönetimine alabildiğince inanıyor ve bunu geliştirmeye çalışıyordu.

Fransız aydınlanmacılarından ve ansiklopedistlerinden biri de Jean Jack Rousse-au'dur. O Fransız Devrimini duygu yönünden coşturan ve modern dünyanın kültürsorununu felsefi yönden temellendiren biriydi. Ancak o gelişen uygarlığı insanıkompleks bir yaşama yönelteceğine inanıyordu. Rousseau, Discour sur les Scien-ces et les Arts (Bilimler ve Sanatlar Üzerine Konuşma) ve Du Contat social (Top-lumsal Sözleşme) adlı yapıtlarında erdemin sade ve doğal duygularda olacağınısöylemekteydi. Ona göre ilerleyen aydınlanma ile erdemin yerini zeka almış ve bil-giçlik erdemlerden üstün bir değer kazanmıştır. Rousseau'ya göre doğan ve top-lumdan uzak bir ortamda yaşayan insan saf ve temizdi onu toplum kirletir. Kötülükve iyilik toplumdaydı. Bu nedenle mutluluğa sade ve masum insan erişebilirdi.

Rousseau eğitimle ilgili görüşlerini de Emile ou sur L'Education (Emil yahut EğitimÜzerine) adlı yapıtında belirtmişti. Ona göre eğitimin temeli doğal bireyliğin geliş-tirilmesi şeklinde olmalıydı. Eğitimin amacı l'homme Citoyen (vatandaş insanı) de-ğil l'homme naturel (doğal insan) bilinçlendirmek olmalıydı. Doğal insanı bilinç-lendirecek de eğitimdi. Ona göre çocuk doğal gereksinimlerini özgürce karşılaya-rak gelişmeli ve her şeyden önce insan olmalıydı.

5.3. Alman Aydınlanması

Kant kimdir. Aydınlanma felsefesine olan katkıları nelerdir?

Alman aydınlanması Fransız ve İngiliz aydınlanmasının etkisiyle gelişti. Alman ay-dınlanmasında Wilhelm Leibniz- Cristian Wolff'un popülarist felsefesinin etkilerivardı. Bu felsefeye göre rationalist düşünce basitleştirilerek anlatılmakta idi ve te-melinde pratik ve yararcı olgulara değer verme vardı. Alman aydınlanmasının buyararcı görüşü Phil (seven) antrope (insan) Philantrope (insan sever) akımı meyda-na getirdi. Bu felsefenin temelinde de Hümanizma'da olduğu gibi en değerli olan in-san ve her şey insanın yararı için görüşü vardı. Öncüsü J.B.Basedow olan bu akımıntemsilcileri Philantropin adlı eğitim-öğretim kurumları kurdular.

Ancak Alman aydınlanmasının en ünlü düşünür ve kurucusu Immanuel Kant'dır.Onun da ilk başlarda dayandığı Leibniz - Wolff felsefesi idi. Fakat daha sonra kendifelsefesini geliştirdi. Kant'a göre değer ile akıl arasında bir uygunluk vardı. Tanrı in-san ve evreni yaratması sırasında evrene büyük bir değer, insana da akıl vermişti. İş-

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I62

?

Page 67: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

te bunun ikisinin arasında bir uyum vardı. İnsan bu büyük değerde aklını kullana-rak yaşayacaktı. Bu görüş aydınlanmanın deist (akılsal din) görüşüdür.

Kant görüşlerini yazmış olduğu yapıtlarında dile getirdi. Bunlardan De MondiSensilailis Atque İntelligileilis Forma et Principis (Duyu Dünyası ile Düşün Dün-yasının Formu ve İlkeleri üzerine) ve Kritik der Reiman Vermuntt (Salt Aklın Kriti-ği) vs. gibi yapıtlarında duyu dünyası ile düşün dünyasını ayrı olarak niteler. Onagöre duyu dünyasındaki bilgiler a prion (önceden), düşünce dünyasındakiler ise aposterioni (sonradan) edinilmiş olanlardı. Kant da iki türlü değerler düşünmektey-di. Bu da analitik (kavramları tanımlama) ve sentetik (kavramları birleştirme) de-ğerlerdi.

Kant'ın aklını kullanma cesaretine sahip ol deyişi aydınlanma felsefesinin öz deyişi-ni oluşturur.

Kant'ın görüşleri ve felsefesi XVIII. yy da olduğu gibi XIX yy.'da başlayan Almanidealist felsefesine de temel oldu. Bunun temsilcileri olan Fichte, Shelling, Hegel,Schleinmacher gibi düşünürler bu felsefeyi geliştirdiler. Hepsinin temel aldığı dü-şünce Kant felsefesiydi. Alman idealistleri bu temelden hareketle sağlam ve dengeliideal bir sisteme varmak istemekteydiler. Onlara göre insan aklı buna erişebilirdi.Alman idealistlerinin bir özelliği de dinç dinamizmleri özümsemeleri ve yaşam se-vinçleriydi.

Özet

Çağdaş uygarlığa, birbirini tamamlayan, birbirini geliştiren bilimsel ve sanatsal gelişmele-rin üst üste yükselmesiyle erişildi. Antik Çağda akıla ve bilime önem verilerek gelişen özgürdüşünceye, Ortaçağda kalıplaşmış dogmatizim ve skolastizim egemen oldu.

Yeniden doğuş anlamına gelen Rönesans döneminde ise özgür düşünce Ortaçağın karanlı-ğından kurtularak yeniden doğdu. Bir anlamda Antik çağdaki akıl, düşünce ve bilim uygar-lık önündeki ortacağ kalıntılarını yıkarak akışını sürdürdü. "Teolojik" insanın yerini "Este-tik" insan ideali aldı. Matematik, astronomi, kimya, fizik, coğrafya, felsefe antropoloji gibi bi-lim alanlarında çok büyük gelişmeler oldu. Dünya merkezli görüş yerine güneş merkezli, gö-rüş benimsendi. Bu dönem bilginleri insana doğayı keşfetme, doğa güçlerine egemen olmaolanağı sağlayacak bilimsel yöntemler geliştirdiler.

Rönesans'ın bir uzantısı ve tamamlaycısı olan Hümanizm ise temelinde insan değeri ve sev-gisi olan bir düşüncedir. Hümanist görüşe göre, en değerli varlık insandır ve her şey onuniçindir.

Akılcılık, deneycilik, mutluluk, bilim ve doğa temellerine dayanın aydınlanma felsefesindedevlet kavramı kendiliğinden oluşan organik kutsal bir varlıktır. Aynı zamanda halkın hiz-

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I 63

Page 68: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

metinde olan bir kuruluştur. Ve devlet bireylerin ilerlemesi ve refaha kavuşturulmasını amaçedinmiştir. Üstelik din ile devlet işleri birbirine karıştırılmamalıdır. Aydınlanmacılar dine"akıl dini" diyorlardı ve bu, akla uygun, aklın benimsediği din demekti.

İnsanın doğuştan saf ve temiz olduğuna inanan aydınlanmacılar insanın şekillenmesinin vekişiliğinin eğitimle oluştuğunu söylemekteydiler. Ancak eğitim doğaya uygun olmalı ve in-san yeteneklerini ve doğal gelişimini desteklemeliydi. Aynı zamanda da eğitim yaşamda işeyararlı olmaya göre planlanmalıydı. Kısaca eğitim pragmatisti.

Değerlendirme Soruları

1. Aşağıdakilerden hangisi Rönesans'ın özelliklerinden biri değildir?A. AkılcılıkB. BilimsellikC. EstetikD. SkolastikE. Antik düşünce

2. "Hep akar" diyerek yaşamın devinimini belirten filozof kimdir?A. AristotalesB. PlatonC. HeraklaitesD. HippodomasE. Anaksimenes

3. Aydınlanma Çağı kaçıncı yüzyıldadır?A. XIV. yyB. XVI. yyC. XVII. yyD. XVIII. yyE. XIX. yy

4. "Aklını kullanma cesaretine sahip ol" deyişiyle aydınlanmanın temel görüşü-nü belirten düşünür kimdir?A. BerkeleyB. KantC. LockeD. RousseauE. Hume

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I64

Page 69: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

5. Aşağıdakilerden hangisi aydınlanmacıların düşündüğü insan tipidir?A. Dinsel insanB. Vatandaş insanC. Evrensel insanD. Mesleki insanE. Skolastik insan

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Armaoğlu, Fahir, Siyasi Tarih (1789-1960), Ankara, 1975.

Aytaç, Kemal, Avrupa Eğitim Tarihi, Ankara, 1980.

Çadırcı, Musa, "İngiltere'de Demokrasi Hareketleri ve Aydınlanma Çağı", Avru-pa Tarihi, Eskişehir, 1991.

Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, İstanbul, 1985.

Yıldırım, Cemal, Bilim Tarihi, İstanbul, 1993.

Değerlendirme Sorularının Yanıtları

1. D 2. C 3. D 4. B 5. C

A Y D I N L A N M A Ç A Ğ I 65

Page 70: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Amaçlar

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• Fransız İhtilâli'nin nedenleri hakkında bilgi edinecek,• İhtilâlin başlamasını ve hangi aşamalardan geçtiğini kavraya-

cak, • İhtilâlin temel ilkelerini ve bu ilkelerin Avrupa'yı nasıl etkilediği-

ni öğrenceksiniz.

İçindekiler

• Giriş 69• Fransız İhtilâli'nin Nedenleri 69• İhtilâlin Başlaması ve Gelişmesi 75• Fransız İhtilâli'nin Avrupa'da Etkileri 82• Özet 82• Değerlendirme Soruları 83• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 84

ÜNİTE

4Fransız İhtilâli

YazarYrd.Doç.Dr. Kemal YAKUT

Page 71: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Çalışma Önerileri

• Kitabınızın, "Aydınlanma Çağı" ünitesinde verilen bilgilerianımsayınız.

• Fransız İhtilâli'nin modern dünyanın oluşmasında büyük kat-kısı olduğunu unutmayınız.

• Fransız İhtilâli'nin "Atatürkçü düşünce sisteminin" oluşmasın-daki etkilerini tartışınız.

Page 72: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

1. Giriş

Fransa'nın 18. yüzyılda içine düştüğü toplumsal, siyasal ve ekonomik bunalımlar,Fransız İhtilâli'nin çıkmasında başlıca etkenler olmuştu. Ancak, Fransız İhtilâli'ningündeme getirdiği özgürlük, eşitlik, kardeşlik, milliyetçilik gibi siyasal kavramlartüm dünyayı etkiledi.

Fransız İhtilâli'nin gerçekleşmesinden kısa bir süre sonra bu ilkeler, ihtilâlciler tara-fından savaş yoluyla "özgürlüklerini elde etmek isteyen halklara yardım ve kardeş-lik sağlanması" düşüncesiyle tüm Avrupa'ya yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Ancak,Avrupa'daki monarşik yönetimler ve ayrıcalıklı sınıflar, ihtilâlin kendi aleyhlerineolduğunu bildiklerinden, bu ilkelerin kendi ülkelerinde yayılmaması için büyük ça-ba gösterdiler. Fakat, ihtilâl, yeni bir dünya hedeflediğinden Avrupa'nın siyasal ha-ritasını ve güçler dengesini büyük ölçüde değiştirdi. Özellikle, 19. yüzyılın başların-dan itibaren, ihtilâlin ilkeleri Avrupa'da siyasal, toplumsal ve ekonomik olaylarayol açtı.

2. Fransız İhtilâli'nin Nedenleri

Fransız İhtilâli'nin çıkmasına yol açan ilk adım; 5 Mayıs 1789'da Etats-Généraux'nun toplanması oluşturuyor ise de, gerçekte bu ihtilâli doğuran nedenleruzun bir tarihsel sürecin içinde oluştu. Bunları iç ve dış nedenler olmak üzere ikigruba ayırabiliriz.

2.1. İç Nedenler

İç nedenleri siyasal, toplumsal ve ekonomik olmak üzere üç kısımda incelemekmümkündür.

2.1.1. Siyasal Nedenler

İhtilâlden önce Fransa'nın siyasal yönetimi nasıldı?

Tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Fransa'da da, mutlak yönetim egemendi.Fransız Kralı'nın iktidarını Tanrıdan aldığı ve yeryüzünde hiç bir güce boyun eğme-diği, tam ve mutlak hükümran olduğu inancı vardı. Ancak, mutlak bir monark olankral, daha etkin bir yönetim için büyük toprak sahiplerine, rahiplere ve soylular sını-fına dayanmıştı. Bu monarşik sistem içinde Fransız halkından ise, krala ve hüküme-tine itaat edilmesi istenmişti.

18. yüzyıla gelindiğinde devlet kurumlarının büyük çoğunluğu kralın elinde top-lanmıştı. Nitekim, 14. Louis, bunun bir sonucu olarak "devlet benim" ifadesini kul-

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ 69

?

Page 73: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

lanmıştı. 15. Louis ise, 13 Mart 1766'da yaptığı bir konuşmada, "yüce iktidar yalnızbendedir. Yasama gücü kayıtsız şartsız yalnız bendedir. Toplum düzeni tamamıylabenden doğar, milletin hak ve menfaatleri tabiî ki bende toplanmıştır ve yalnız be-nim elimdedir" demişti.

Fransız Monarşisi, 18. yüzyılın başlarından itibaren idârî ve malî olarak iflasın eşiği-ne gelmişti.

İhtilâlin siyasal nedenleri nelerdir?

16. Louis döneminde devletin çözülmesi iyice belirginleşmişti. Özellikle, AmerikaSavaşı, Fransa'yı ağır bir borç yükü altına sokmuştu. Bununla birlikte, kral, harca-malarında hiçbir kısıtlamaya gitmemiş ve Versailles Sarayı'nda lüks bir hayat yaşa-maya devam etmişti. Aristokratlar da, sahip oldukları ayrıcalıkları korumakla bir-likte, devletin tüm resmi makamlarına görevli olarak atanmışlardı. 1780'lere gelin-diğinde, orduda bir subaylık satın almak için bile dört soylu aileye akraba olmak zo-runluluğu vardı. Bu gelişmeler, 18. yüzyılın sonlarına doğru siyasi yönetim ile hal-kın arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirmişti. Bunların yanısıra, ekonomik vetoplumsal hayatta önemli bir güç haline gelmiş olan burjuva sınıfı da, halkın bu hoş-nutsuzluğunu kullanarak siyasal iktidara ortak olmak istemişti.

2.1.2. Düşünce Alanındaki Gelişmeler

Aydınlanma felsefesi hangi siyasal düşünceleri ileri sürmüştür?

18. yüzyıl "aydınlanma felsefesi" Fransa'da önemli gelişme göstermişti. Bütün in-sanlığı mutluluğa kavuşturacak yönetim şeklinin, insan aklı tarafından bulunabile-ceği inancı vardı. Siyasi yönetimlerin kaynağı "tanrısal" olmaktan çıkartılmaya çalı-şılmıştır. Bununla birlikte, akla doğaya, insanın mutluluğuna aykırı tüm peşin yar-gıların, boş inançların ortadan kaldırılması düşünülüyordu.

Aydınlanma felsefesi, Avrupa'da en fazla Fransa'da yayılma olanağı bulmuştur. Budüşünce sistemi, Fransa'nın mevcut düzenini (Ancien Régıme) hedef almış ve budüzenin değiştirilmesi gerektiğini öne sürmüştür. Nitekim, ihtilâl, Fransa'da çıkmışve siyasal iktidarın değiştirilmesi yoluna gidilmiştir. Aydınlanma felsefesinin enönemli temsilcileri (Montesquie, Voltaire, Jean-Jacques Rousseau, Diderot) Fran-sa'dan çıkmıştır.

Montesquei (1689-1755)

Montesquei nasıl bir siyasal düzen istemiştir?

Aristokrat kökenli bir düşünür olmasına karşın, krallık istibdatına karşı olmuştur.1721 yılında kaleme aldığı "İran Mektupları" adlı eserinde Fransa'nın toplumsal ku-

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ70

?

?

?

Page 74: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

rumlarını hicvetmiş, kiliseyi, 14. Louis mutlakçılığını, aristokrat sınıfın bozulmasınıeleştirmiştir. Bununla birlikte, 1734-1748 tarihleri arasında yazdığı "Kanunların Ru-hu" kitabında ise, toplumsal kurumların, anayasaların, yasaların oluşmasında çevreve gelenekleri başlıca etkenler olarak saymıştır. Montesquie, aristokratik ayrıcalık-ların parlamento yolu ile krala karşı korunup sürdürüldüğü İngiliz siyasal düzeniniörnek almış ve Fransa'da da buna benzer bir "anayasalı monarşi" kurulmasını öner-miştir. Devlet iktidarını meydana getiren yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerininde birbirinden ayrılması gerektiğini ifade ederek, ihtilâli hazırlayan fikri gelişmeyeönemli katkıda bulunmuştur.

Voltaire (1694-1778)

Voltaire, hangi görüşleri ileri sürmüştür?

Feodal sisteme, özellikle kiliseye karşı çıkmıştır. Voltaire, temsile ve parlamento-nun üstünlüğüne inanmamış, aydın despotluğundan yana olmuştur. Aydın bir kra-lın halkın isteklerini sezerek gerekli reformları yapmasını istemiştir. Keyfi tutukla-malara son verilmesini, işkence ve ölüm cezasının kaldırılmasını, cezaların suçlarlaorantılı olmasını, iç gümrüklerin kaldırılmasını, bazı feodal haklara son verilmesini,vicdan ve düşünce özgürlüğü gibi somut amaçların mücadelesini vermiştir. Krallı-ğın tanrısal haklara dayanmadığını göstermeye çalışarak, insan aklını yüceleştir-miştir.

Jean-Jacques Rousseau (1712-1778)

J.J. Rousseau nasıl bir siyasal düzen istemiştir?

Yoksul bir saatçi baba ve dans öğreticisi annenin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Bunedenle, geliştirdiği siyasal düşünceler, yoksul halk kesimlerini hedef almıştır.1746'da yayınladığı "Toplumsal Sözleşme" adlı eserinde devlet ve toplumsal yaşa-ma ilişkin görüşlerini belirtmiştir. O, insanların, devleti kendi aralarında yaptıklarıbir sözleşmeyle ve kendi iradeleriyle kurduklarını ileri sürerek, egemenlik anlayışı-na yenilik getirmiştir. Böylece kralın tanrısal egemenliğini yıkmış, yerine halkınegemenliği görüşünü getirmiştir. Rousseau, tüm insanların eşit ve özgür doğduğu-nu öne sürerek, eşitliğin ve özgürlüğün toplumsal yaşamda da sürmesi gerektiğinibelirtmiştir.

Diderot (1713-1784)

Diderot'un çıkardığı Ansiklopedi'de hangi görüşlere daha fazla yer verilmiştir?

Dönemin Fransız aydınlarınının makaleler yazdığı bir ansiklopedi çıkarmış, bu-nunla siyasi, sosyal konularda ve düşünce alanında halkı aydınlatmaya çalışmıştır.

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ 71

?

?

?

Page 75: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Diderot'un düşünceleri ile Ansiklopedi'ye hakim olan düşünceler birbirini tamam-lamaktadır. Gerek Diderot'ta gerekse Ansiklopedi'de materyalist felsefe egemen-dir. 18. yüzyılda ekonomi alanında yaygın olan faydacılık teorisi Ansiklopedide yeralmıştır. Bu konuda şu görüşler ileri sürülmüştür: "Siyaset, ekonomiye bağımlı ol-malıdır. Politikaya ekonomik amaçlar yön vermelidir. Temel özgürlük, ekonomiközgürlüktür. Devletin görevi, yurttaşlara ekonomik özgürlükleri sağlamaktır".

Ansiklopedi'nin siyasi alandaki tek kaygısı, dengeli ve sağlam bir yönetimin kurul-ması, ekonomik ve kültürel alanlardaki girişimlerin güçlendirilmesidir. Genel tutu-muyla ne ihtilâlden ne de demokrasiden yanadır. Tarihten kopuk, sosyal gelişmele-re kapalı bir devlet anlayışına sahiptir. Ancak, Ansiklopedi, kapitalizmin gelişmehalinde olduğu bir ortamda, geçmişle bağların kopuşunu dile getirerek ihtilâlin ha-zırlanmasında büyük etken olmuştur.

2.1.3. Toplumsal Yapı

İhtilâlden önce Fransa'da kaç toplumsal sınıf vardı?

İhtilâlden önce Fransız toplumu, hukuk açısından üç temel sınıfa ayrılmıştı. Bunlar,asiller, rahipler ve üçüncü sınıf (Tiers Etat) olarak adlandırılmıştı.

İhtilâlden önce asillerin durumu nasıldı?

Asiller, devletin bütün yüksek memuriyetlerini ve ordudaki komuta kademeleriniellerine geçirmişlerdi. Vergiden bağışık olan bu sınıfın ana gelir kaynağı, feodal hu-kuka göre köylülerin ödedikleri vergilerdi. Geniş arazileri ve malikâneleri vardı.Ancak, asiller de kendi aralarında kılıç asilleri (la noblesse d´epe´e) ve cüppe asilleri(la noblesse de robe) diye bölünmüşlerdi. Kılıç asilleri eski feodal beylerin çocukla-rıydı. Cüppe asilleri ise, daha çok kral tarafından asilleştirilmiş ya da çeşitli yollarlabu ünvanı kazanmış kimselerdi. 1789 öncesi Fransa'da yaşayan asillerin sayısı 350bin kadardı ve nufüsün %1,5'unu oluşturmuşlardı. Asillerin 4 bin kadarı VersaillesSarayı'nda kralın yanında yaşıyordu. Lüks içinde yaşayan bu asiller, İngiltere'deki-nin tersine, iktisadi faaliyetlerde bulunmaları yasaktı. Bu nedenle sürekli borçlan-mışlardır. Fransa'daki toprakların 1/5'ni elinde bulunduran asiller, hergeçen günkötüleşen durumlarını düzeltmek için, köylüleri sıkıştırmaya başlamışlardı. Bu ta-vır da, halkın büyük çoğunluğunun asillere karşı nefret duymalarına yol açmıştır.

Rahiplerin ekonomik gücü nasıldı?

Rahipler, ülkede başta gelen imtiyazlı sınıfı oluşturuyordu. Bu sınıf, kendi içinde sı-kı bir biçimde örgütlenmişti. Temsilcilerinin toplanarak kararlar aldığı meclisleresahiptiler. Bu meclis, beş yılda bir toplanarak krala yapılacak yardımı, kendilerini il-gilendiren çeşitli konuları, dini inançların savunulması için ne gibi önlemler alınma-

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ72

?

?

?

Page 76: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

sı gerektiğini görüşürlerdi. Rahipler, ancak özel mahkemelerde yargılanabiliyorlar-dı. Kilise, büyük bir servete sahipti. Şehirlerdeki değerli birçok gayri menkulün ya-nında Fransa'nın topraklarının %6'ya yakın bir kısmı kilisenin malıydı. Kilise, ayrıcatarım ürünleri üzerinden, aşara benzer bir vergi toplama hakkına sahipti. 1789ihtilâli öncesinde sayılarının 120 bin kadar olduğu tahmin edilen rahipler, üç grubaayrılmışlardı. Bunlar, soylu rahipler, tarikatçılar ve aşağı rahiplerdi. Soylu rahipler,daha çok aristokrat sınıftan gelme kişilerdi. Bunların sayısı 5-6 bin dolayında olma-sına rağmen, kilisenin elde ettiği gelirin büyük çoğunluğunu kontrol ederlerdi. Ta-rikatçı rahiplerin sayısı ise, 65 bin kadardı. Ancak, bunlar büyük bir ekonomik çö-küntü içindeydi. Halkla iç içe yaşayan ve sayıları 50 bin kadar olan aşağı rahipler de,sıradan halk gibi toplumsal ve ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalmışlardı.

Üçüncü sınıfın yapısı nasıldı?

Tiers-Etat (üçüncü sınıf) ise, asiller ve ruhban sınıfının dışında kalan, bütün ayrıca-lıksız unsurlardan oluşmaktaydı. Bu anlamda, karmaşık bir yapıya sahipti. Bu sını-fı, öteki iki sınıftan ayıran temel olgu, hukuksal ve siyasal ayrıcalıklardan yoksun ol-malarıydı. Fransız İhtilâlini önemli ölçüde etkileyen düşünür ve siyaset adamı, ra-hip Emmanuel Sieyés'in "Üçüncü Sınıf Nedir?" adlı broşüründe, bu sınıfı tanımla-mak üzere sorduğu sorular ve verdiği yanıtlar şöyledir:

• Üçüncü sınıf nedir? Her şey.• Yürürlükteki siyasal düzende üçüncü sınıfın yeri nedir? Hiç.• Üçüncü sınıfın amacı nedir? Siyasal düzende bir yeri olmak.

Fransız köylüsünün karşı karşıya kaldığı sosyal ve ekonomik sorunlar nelerdir?

Sieyés'e göre üçüncü sınıf, yani halk, her şeydir. O, ulustur ve devleti yönetmek hak-kı ona aittir. Egemenliğin ulusa ait olması gerekir. Karmaşık bir yapısı olan Tiers-Etat (Üçüncü sınıf), ihtilâl öncesi giderek netleşmiş ve iki ana grup şeklinde biçim-lenmiştir. Bunlar, köylüler ve burjuvazi idi. Köylüler, halkın çoğunluğunu oluştur-maktaydı. Sayıları 23 milyon dolayında olduğu tahmin edilmektedir. Asillere karşıdavacı olmaları, onların cezalandırılmalarını sağlamaları olanaksızdı. 18. yüzyıldafeodalitenin toprak düzeni çözülmeye başlamasına rağmen, köylüler, hâlâ feodalyükümlülükler altındaydı. Köylünün hem krala, hem ruhban sınıfına, hem de sen-yörlere karşı feodal yükümlülükleri vardı. Ürünün bir bölümünü mal ya da paraolarak (genellikle dörtte birini) bunlara vermek zorundaydılar. Ayrıca, ürünlerinisenyöre ait köprüden geçirmek, değirmeninde öğütebilmek ve fırınında pişirebil-mek için vergi adı altında belli ücretler ödemek zorundaydılar. Köylüler için en ağırvergiler, tuzdan ve şaraptan alınanlardı. Bunların dışında, köylülere yüklenmiş da-ha birçok feodal yükümlülük ve angaryalar vardı. Köylüler bu açıdan, ihtilâl öncesi,Fransa'da en ezilen sınıftı. Karşı karşıya bulundukları ağır yaşama koşulları, köylü-lerin siyasal bilince ulaşmalarını ve daha iyi bir düzen için mücadele etmelerine ne-den olmuştur.

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ 73

?

?

Page 77: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Burjuvazinin temel isteği nedir?

Burjuvalar da, Tiers-Etatin (üçüncü sınıf) içinde ağır basan, iktisaden üstün bir sınf-tı. Asiller ve ruhban sınıfından farkı, siyasal ve hukuksal ayrıcalıklardan yoksunoluşlarıydı. Vergiden muaf değillerdi, her devlet memuriyetine giremezlerdi. 15. ve16. yüzyıllardan sonra gittikçe güçlenen burjuvazinin temel geçim kaynağı, ticaretve zenaattı. Aralarında pek çok aydının da bulunduğu burjuvazi, 18. yüzyılda top-rak düzeni ve kentlerdeki lonca sistemiyle çatışmaya başlamıştır. Bununla birlikte,siyasal iktidarı ele geçirme çabası içine de girmişlerdir. Bu anlayışı Fransızİhtilâli'nin çıkmasında belirleyici temel nokta olmuştur.

2.1.4. Ekonomik Nedenler

İhtilâlden önce halkın karşı karşıya kaldığı ekonomik sıkıntılar nelerdir?

18. yüzyıl boyunca süren uzun savaşlar ve aşırı tüketim, mali ve ekonomik yapıyıtümüyle çökertmişti. Bununla birlikte, sanayi alanında meydana gelen gelişmelerde, ekonomik dengesizliği arttırmış ve yeni toplumsal sorunlar ortaya çıkarmıştı.Köylerden kentte göç başlamıştı. Kentlerin kenar mahallelerinde açlık ve salgın has-talıklarla karşı karşıya gelen yeni kitleler oluşmuştu. Ayrıca, 1740 yılından sonra nü-fusun hızla artması, tarımsal ürünlere olan talebi arttırmış ve fiyatların yükselmesi-ne yol açmıştı. Bu ekonomik yapı içerisinde toprak zenginliğine dayanan ayrıcalıklızümrelerin durumu gitgide fenalaşırken, ticaret ve sanayi ile uğraşan burjuvalarınülke ekonomisindeki etkileri de artmıştır.

2.2. Dış Etkenler

2.2.1. Aydınlanma Çağı ve Fransa'ya Etkileri

Rönesans ve Reform hangi yenilikleri getirmiştir?

Avrupa'da Yeniçağ'da ortaya çıkan Rönesans ve Reform hareketleri, düşünce ala-nında önemli değişiklikler yaratmıştı. Rönesans, insan düşüncesini skolastik kalıp-ların dar çerçevesinden kurtarmakla kalmamış, serbestçe gelişmesine de olanaksağlamıştı. Bu nedenle, Rönesansı, insan düşüncesine özgürlüğün egemen olmasıbiçiminde tanımlayabiliriz. Reform ise, insan düşüncesine din alanında belli orandaözgürlük getirmişti. Ancak, bu gelişmeler, insanın toplum içerisindeki yerini belir-leyememiş, bu alandaki özgürlüğü genişletememiştir.

Aydınlanma Çağı'nda en çok hangi konular ele alınmıştır?

18. yüzyılda "akıl"ın önem kazanması, insanın "birey" olmasında etkili olmuştur.Nitekim, bu yüzyılda en çok işlenen konular; akıl, erdem, mutluluk, faydacılık, bi-

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ74

?

?

?

?

Page 78: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

lim ve doğa şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Hatta, bütün insanlığın ilerlemesini,mutluluğa kavuşmasını, karşılaştığı sorunların çözülmesini sağlayacak olanın "ev-rensel akıl" olduğu inancı dalga dalga yayılmıştır. Aydınlama felsefesi düşünürle-rince ulusların siyasi ve medeni kanunlarının insan aklı tarafından oluşturulmasıbenimsenmiştir. Bu düşünce, tüm Avrupa'yı etkisi altına aldığı gibi Fransa'yı da de-rinden etkilemiştir. Nitekim, 18. yüzyılın Fransız düşünürleri, akıl ilkesini temelalarak eşitsizliğe dayalı siyasal, sosyal ve ekonomik kurumları eleştirmişlerdir.Mutlakiyetçi düzenin yıkılması için düşünceler üretmişlerdir.

2.2.2. Amerika Birleşik Devletleri'nin Bağımsızlığına Kavuşması

Amerikan Bağımsızlık Savaşı, Fransa'daki mutlak monarşinin yıkılmasını han-gi yönlerden etkilemiştir?

1774 yılında Amerika'nın on üç kolonisinin İngilizlere karşı savaşa başlaması, Fran-sızlar tarafından olumlu karşılanmıştır. Hatta, bu mücadele, kişi hak ve özgürlükle-ri açısından değerlendirilmiştir. Bu bakımdan, Amerika'nın 1776'da "BağımsızlıkBildirisi" yayınlaması ve 1783'de bağımsızlığını ilan etmesi, Fransa'da hoş karşılan-mıştır. Amerikan Bağımsızlık Savaşına bazı Fransızların da katılmış olması ve ba-ğımsızlık bildirisinde ön görülen ilkeleri Fransa'ya taşımaları, toplumun siyasal bi-lincini arttırmıştır. Nitekim, Amerikan Bağımsızlık Bildirisi'nde yer alan; insanlarındoğuştan birtakım haklara sahip bulunduğu, bu hakların, temel olarak yaşama, öz-gürlük ve mutluluğa ulaşma hakkı olduğu, siyasal iktidarların ana amacının insan-lara bu hakları sağlamak olduğu gibi düşünceler, Fransa'da mutlakiyetçi düzeninyıkılmasında etkili olmuştur.

Öte yandan, Fransa'nın Amerika'nın bağımsızlık mücadelesinde İngiltere'ye karşısavaşa girmesi, bu ülkenin mali durumunun daha da bozulmasına yol açmıştır. Bugelişme de, Fransa'daki siyasal, sosyal ve ekonomik çalkantıyı hızlandırmıştır.

3. İhtilâlin Başlaması ve Gelişmesi

3.1. Etats Généraux'nun Toplantıya Çağrılması

Etats Généraux ilk kez nasıl toplantıya çağrılmıştır?

Fransa Kralı 1. Philippe, 10 Nisan 1302'de toplanacak vergilerle ilgili bazı kararlaralmak üzere asillerden, ruhban sınıfının ileri gelenlerinden ve imtiyazlı kent temsil-cilerinden oluşan bir grubu, Paris'te Notre-Dame Kilisesi'nde toplantıya çağırmıştı.Kralın bu girişimi Fransa tarihinde önemli bir yere sahip olan Etats Généraux'un te-mellerini atmıştır. Zamanla temsili bir meclis niteliğini kazanan EtatsGénérauxlar'ın hukuksal yetkileri sınırlıydı. İktidarın mutlak biçimde kralın elindeolması nedeniyle bu meclisler daha çok bir danışma kurulu niteliğindeydi.

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ 75

?

Page 79: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

İhtilâlden önce Etats Généraux hangi gerekçeyle toplantıya çağırılmıştır?

18. yüzyılın sonlarına doğru Fransa'nın içinde bulunduğu iktisadi ve toplumsal ko-şullar, ülkenin büyük bir mali bunalımla karşılaşmasına yol açmıştır. Bir yandanhalk yoksulluk çekerken, öte yandan kral da, bütçe açığını kapatabilmek için yenivergiler koymayı planlamıştır. Kral, mali bunalıma bir çözüm bulabilmek amacıyla1614 yılından beri toplanmayan Etats Généraux'u toplantıya çağırmıştır. Mecliste;asillerden, ruhban sınıfından ve burjuvalardan temsilciler vardı. Her sınıfın bireroyu vardı. Ancak, 18. yüzyılın sonlarında Tiers-Etatı oluşturan burjuva ve köylüler,iktisadi ve toplumsal güçlerine ve ödedikleri vergiye uygun olarak Meclis'e öteki ikiayrıcalıklı sınıfın iki katı temsilci göndermek istemişlerdir. Kral, bu istekleri kabuletmek zorunda kalmıştır. Böylece, Etats Généraux'u oluşturan 1200 üyenin 600'uhalk tarafından seçilecekti.

Halkın isteklerini Etats-Généraux'a bildirmek ve seçimleri yönlendirmek üzere Pa-ris'te Otuzlar Kurulu oluşturulmuştu. Bu kurul; asillere hukuk eşitliğinin kabul etti-rilmesi, krala bir anayasa ilan ettirilmesi, özgürlüklerin güvence altına alınması, bü-rokrasinin hafifletilmesi, vergi koyma ve kanun yapma yetkisinin millet temsilcile-rine verilmesi gibi istekleri öne sürmüştür.

Etats Généraux 'ta ortaya çıkan sorunun kaynağı nedir?

Etats Généraux'un üyelerinin saptanması için 1789 yılının ilk aylarında seçim yapıl-mıştır. Toplumsal sınıflar kendi durumlarını iyileştirmek üzere çok şey bekledikleriEtats Généraux, 16. Louis'in çağrısı üzerine 5 Mayıs 1789'da Versailles sarayındatoplanmıştır. Meclis'te 300 ruhban sınıfı temsilcisi, 300 asil ve 600 Tiers-Etat temsilci-si vardı. Kral açılış konuşmasında Meclis'in, yalnızca ülkenin mali yapısını düzelt-mesini talep etmesi, üyeler arasında huzursuzluk yaratmıştır. Ayrıca, Meclis'tekiruhban ve asillerin eski yönteme göre oy kullanılmasında ısrar etmeleri, Tiers-Etat temsilcilerinin itirazlarına neden olmuştur. Zira, Tiers-Etat temsilcileri,Etats Généraux'da sınıfların ayrı ayrı toplanmalarına şiddetle karşı çıkmışlardır. 10Haziran 1789'da Tiers-Etat temsilcileri, asiller ve ruhban sınıfının üyelerine, aynı sa-londa toplanıp çalışmaya başlanmayı önermiştir. Asiller, bu öneriyi kabul etmedi-ler, ruhban sınıfının üyeleri ise çekimser kalmayı tercih etmişlerdir. Ancak, bir süresonra ruhban sınıfının bazı temsilcileri Tiers-Etat'ın saflarına katılmışlardır. Emma-nuel Sieyes, 15 Haziran 1789'da Tiers-Etat temsilcilerine vakit kaybetmeden bir ana-yasa hazırlamalarını önermiştir. Sieyésé'e göre ülke nüfusunun %96'sını temsil edenbu Meclis, halkın kendisinden beklediği bu görevi en kısa zamanda yerine getirme-liydi. Hatta, Sieyés, Meclis'in adının da değiştirilmesini önermiştir. Yapılan görüş-melerden sonra, Tiers-Etat, 17 Haziran 1789'da Etat Généraux'un adını "Ulusal Mec-lis" olarak değiştirdi. Yeni Meclis'in ilk kararı vergilerin halk tarafından onaylanmazorunluluğunu ilan etmek olmuştur.Tiers-Etat temsilcileri, asiller ve ruhban sınıfla-rının temsilcilerini de yeni meclise katılmaya davet etmişlerdir. Tiers-Etat'ın kararlıtutumu karşısında ruhban sınıfının temsilcileri 19 Haziran 1789'da 137'ye karşı 149oyla, onlara katılma kararı almışlardır. Ancak, asiller daveti kabul etmemişlerdir.Bu gelişmeler karşısında Kral 16. Louis, yeni Meclisin toplanmasına engel olmak

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ76

?

?

Page 80: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

için, Versailles sarayındaki toplantı salonunu kapatmıştır. Kralın bu tavrı UlusalMeclis üyelerinin birbirlerine daha fazla bağlanmalarına yol açmıştır. 20 Haziran1789'da "Jeu de Paume" salonunda toplanarak and içmişlerdir. Meclis üyeleri, and-larında "hiçbir zaman birbirlerinden ayrılmamaya, anayasayı tamamlayıncaya ka-dar nerede olursa olsun, koşulların elverdiği her yerde toplanmaya" karar vermiş-lerdir.

Bir anayasanın hazırlanması isteğinde bulunulması ve yüzyıllardan beri sürmekteolan mutlak monarşinin değiştirilmek istenmesi, Ulusal Meclisi ihtilâlci bir niteliğebüründürmüştü.

3.2. Kurucu Meclis (Assemblee Constituante) Dönemi

Kral, Ulusal Meclis'in olayları yönlendirir hale gelmesi üzerine 27 Haziran 1789'dadiğer sınıflara da yeni meclise katılmalarını emretmiştir. Kralın bu politik manevra-sı bir sonuç vermemiştir. Ulusal Meclis, anayasa yapmak üzere otuz üyeden oluşanbir anayasa komisyonu oluşturmuştur. Komisyonun temel işlevi, bir hukuk beyan-namesi hazırlamak ve kralın yetkilerini açıklığa kavuşturmak olarak saptanmıştı.

Ulusal Meclis'in adı neye çevirilmiştir?

Anayasa Komisyonunun çalışmalarının devam ettiği bir sırada kralın askeri güçle-ri, meclisi kuşatarak anayasa yapma çabalarını sona erdirmek istemişlerdir. Ancak,Ulusal Meclis, kralın bu girişimine boyun eğmeyerek ihtilâlci tavrını sürdürmüş ve9 Temmuz 1789'da adını "Kurucu Meclis"e çevirmiştir. Kurucu Meclis, öncelikli ola-rak kendisini halkın temsilcisi ilan etmiş ve yasama yetkisini elinde toplamıştır.

Bu arada, iktisadi bunalım içinde bulunan halk, meclisin dağıtılacağı söylentileriüzerine ayaklanmış ve 13 Temmuz 1789'da Paris Belediyesi'ni ele geçirerek Com-mune (Komün) adlı bir şehir yönetimi kurmuştur. 14 Temmuz 1789'da da hapishaneolarak kullanılan Bastille Kalesine saldırmış ve ele geçirmiştir. Bastille kalesinindüşmesi mutlak monarşinin yıkılması olarak değerlendirilmiştir.

İhtilâlciler, kralın yabancı uyruklu koruma askerlerine karşı ulusal ordu kurarak,komutanlığına Amerikan Bağımsızlık Savaşı'na katılmış olan La Fayette'yi getir-mişlerdir. Bununla birlikte, Fransa'nın birçok kentinde Commune (Komün) adlı şe-hir yönetimleri kurularak ihtilâl yaygınlaştırılmıştır.

Kurucu Meclis'in çalışmaları nelerdir?

Kurucu Meclis, son gelişmeler sonucu 4 Ağustos 1789'da feodalite döneminden kal-ma bazı önemli ayrıcalıkları ortadan kaldırma kararı almıştır. Alınan bu kararlariçerisinde; derebeyliğin kaldırılması, mali imtiyazların ve angaryanın kaldırılması,herkesten eşit vergi alınması, sivil ve askeri görevlere girişte imtiyazların kaldırıl-

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ 77

?

?

Page 81: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

ması gibi önemli noktalar vardı. Böylece, feodal düzen kaldırılarak siyasi, sosyal veekonomik eşitliğin sağlanması konusunda önemli bir adım atılmıştır.

Kurucu Meclis'in ikinci önemli çalışması ise, 28 Ağustos 1789'da "İnsan ve YurttaşHakları Bildirisi'ni yayımlamış olmasıdır.

3.3. İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi

İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi Türk düşünce tarihini nasıl etkilemiştir? Tartı-şınız.

İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi, Amerikan Haklar Bildirisinden sonra, çağımızave çağımızın insanına ışık tutan temel belgelerden biridir. Giriş ve 17 maddedenoluşan bildiri; sosyal ve siyasi hayatın tüm kötülüklerinin tek nedenini, insanın do-ğuştan sahip olduğu ve her zaman için var olan haklarının unutulmasına, bu hakla-ra gereken saygının gösterilmemesine bağlamaktadır. Bildiriye göre; insanlar, hu-kuk bakımından, hür ve eşit doğarlar, hür ve eşit yaşarlar.

Her insan, başkalarının özgürlüğüne saygı göstermek şartı ile istediğini yapabilmeserbestliğine sahiptir. Düşüncelerini ve kanaatlerini başkalarına serbestçe açıkla-ma, insanın en değerli haklarından biridir. Bu nedenle, her insan, serbestçe konuşa-bilir, yazabilir ve yayınlayabilir. Kamu hizmet ve görevlerinin herkese açık olması,kimseye ayrıcalıklı işlem yapılmaması esastır.

Bildiride, bireysel özgürlükler ve bu özgürlüklerin kullanılması açıklandıktan son-ra, devlet ve yurttaş ilişkisi de açıklığa kavuşturulmuştur. İnsan ve Yurttaş HaklarıBildirisi, kuvvetler ayrılığı ilkesini benimseyerek, devletin bireyler üzerindeki etki-sini azaltmış, yasama, yürütme ve yargı organları arasında denge kurmaya çalış-mıştır. Buna göre, hükümet ya da devletin temel amacı, insanın doğal ve zaman aşı-mına uğramıyan haklarını korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik vebaskıya karşı direnmedir.

İnsan ve Yurtaş Hakları Bildirisi, insanoğlunun eşitlik ve özgürlük mücadelesineyeni boyutlar kazandırmıştır. Bu nedenle, daha sonra yayınlanmış olan özgürlükbildirgelerini ve insan hakları belgelerini derinden etkilemiştir.

3.4. Yasama Meclisi Dönemi (1 Ekim 1791-22 Eylül 1791)

Kurucu Meclis, "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi"ni ilan ettikten sonra anayasayıyapma hazırlıklarına girişmişti. Kurucu Meclis, iki yıl süren bir çalışmadan sonraanayasayı hazırlamıştı. Bu anayasa, 14 Eylül 1791 tarihinde Kral 16. Louis tarafın-dan onaylanarak yürürlüğe sokulmuştu. Anayasa, egemenlik hakkının ulusa ait ol-duğunu belirtmiş, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrı olduğunuaçıklamıştı. Buna göre, kral, yürütme gücünün başında yer alıyordu. Ancak, yetkile-

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ78

Page 82: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

ri anayasa ile sınırlandırılmıştı. Yasama gücü meclise, yargı gücü de halk tarafındanseçilen yargıçlara verilmişti.

Anayasanın kabul edilmesi, Fransa'da mutlak monarşinin sona ermesini, meşrutimonarşinin kurulmasını sağlamıştı. Kurucu Meclis de, anayasayı yaptıktan sonrakendini feshetmişti.

Yasama Meclisi'nin yapısı nasıldı?

Böylece, Yasama Meclisi için seçimler yapılmış ve 745 üye meclise girmeye hak ka-zanmıştı. Yasama Meclisi, 1 Ekim 1791 toplanarak çalışmalarına başlamıştı. Bu yenidönemde kral, veto hakkına sahipti. Ayrıca, Meclis'teki kral taraftarları da sayısalolarak daha fazla idi. Meclis'te çok az Cumhuriyet yanlısı vardı. Bu nedenle, Meclis,tutucular ve ilericiler olmak üzere iki kanada ayrılmıştı.

Yeni rejimin karşıtları ülke dışında ne tür çalışmalarda bulunmuşlardır?

Yasama Meclisi döneminde iç karışıklıkların yanında, yeni rejimi yıkmak isteyendış güçlerle de mücadele edilmiştir. Zira, kral ve kraliçe, kendilerini kısıtlayan ana-yasadan kurtulmak ve mutlak monarşiyi yeniden kurmak için yabancı krallardangelecek yardımları beklemişlerdi. Fransa'dan kaçan, asiller ve rahipler de, eski dü-zene dönülmesi için Avusturya ve Prusya'yı kıştırtmışlardı. Yasama Meclisi, kışkır-tıcı asiller ve rahiplerin belirli bir süre içinde Fransa'ya dönmemeleri halinde mal vemülklerine el konulacağı kararını almıştır.

Ancak, kral, veto hakkını kullanarak bu kararı onaylamamıştır. Bunun üzerineCumhuriyet yanlıları, kralın oturduğu sarayı basarak 16. Louis ve Kraliçe Marie An-toinette'iyi tahttan indirmiş ve Luxemburg şatosunda göz hapsine almışlardır. Yü-rütme yetkisini de, altı bakandan oluşan geçici yürütme komitesine devretmişler-dir. Danton, bu komitenin en önemli kişilerinden biri olmuştur. İç ve dış olaylarınyoğun olduğu bir dönemde, Yasama Meclisi 20 Eylül 1792'de yerini KonvansiyonMeclisi'ne bırakmıştı.

3.5. Konvansiyon Meclisi (20 Eylül 1792-26 Ekim 1795)

Konvansiyon Meclisi'nin ilk çalışması ne olmuştur?

Konvansiyon Meclisi, genel oy ve iki dereceli bir seçim sonucu meydana gelmişti. 20Eylül 1792'de ilk toplantısını yapan Meclis, 749 milletvekilinden oluşmuştu. Bumeclis ilk olarak, 21 Eylül 1792 tarihli oturumunda krallığı kaldırmış ve Cumhuriye-ti ilan etmiştir. Konvansiyon Meclisi'nin bu kararı, Fransa'da 1. Cumhuriyet olarakadlandırılmıştır.

Kral, 1792 yılının kasım ayında Cumhuriyet yönetimine karşı ihtilâl hazırlıklarıiçinde olmakla suçlandı ve ölüme mahkum edilmiştir. Meclis'te önemli tartışmalar

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ 79

?

?

?

Page 83: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

yaratan idam cezası, 21 Ocak 1793'te infaz edilmiştir. Arkasından da Kraliçe MarieAntoinette, aynı suçtan 16 Ekim 1793'te idam olunmuştur.

Kralın idamı, Fransa'daki ihtilâl ve ihtilâl karşıtları arasındaki mücadeleyi arttır-mıştır. Bununla birlikte, Avrupalı krallıklar da Fransa'daki rejimi ortadan kaldır-mak için kendi aralarında koalisyon kurmuşlardır.

Cumhuriyetin korunması için hangi örgütler kurulmuştur?

Cumhuriyet'in içte ve dışta tehlikelerle karşılaşması üzerine, Meclis, rejimi koru-mak ve karışıklıkları önlemek üzere çeşitli komiteler kurulmasına karar vermiştir.Danton, Robespierre ve Marat gibi radikallerin öncülüğünde, "İhtilâlci Gözcü Ko-miteleri", "İhtilâl Mahkemesi", "Kamu Selâmeti Komitesi" ve "Siyasi Komiserlikler"oluşturulmuştur. İhtilâlci Gözcü Komiteleri'nin yabancıları göz altında bulundur-mak, kuşkulu kişilerin listesini hazırlamak, gerekli gördüklerinde de bu kişileri tu-tuklama yetkileri vardı. İhtilâl mahkemeleri ise; ihtilâl düşmanı her girişimi, özgür-lük, eşitlik, birlik, Cumhuriyet'in bölünmezliği, devletin iç ve dış güvenliği aleyhin-deki her suikasti ve krallığı yeniden kurmak amacını güden bütün komploları yargı-lama" hakkına sahip olacaktı. Verdiği kararlar bozulamayacak ve temyiz edilemiye-cekti. Kamu Selameti Komitesi'nin görevi de, Meclis'e bağlı Geçici Yürütme Kuru-lu'nun yönetimine yardımcı olmak, gerektiğinde genel savunma önlemleri almaktı.Ordulara gönderilen Siyasi Komiserlikler de, orduda düzeni sağlamak ve gerekligördüklerinde de generalleri tutuklamak yetkisine sahiptiler.

Konvansiyon Meclisi'nin hazırladığı anayasa hangi niteliklere sahiptir?

Bu siyasi organlar, terör yöntemine başvurarak yeni rejimin yerleşmesini sağlama-ya çalışmışlardır. Bu arada Konvansiyon Meclisi, diktatörlük suçlamalarından kur-tulmak, taşra halkına ve illere güven vermek amacıyla bir anayasa hazırlama yolunagitmiştir. 24 Haziran 1793 tarihinde kabul edilen anayasanın başına, "İnsan ve Yurt-taş Hakları Bildirisi" konmuştur. Bu bildiri, 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildiri-si'nden daha eşitlikçi ve daha sosyal içerikli idi. Fransız İhtilâli içinde halk egemenli-ği görüşünü gerçekleştirmeye çalışan anayasa, güçler birliği ilkesine dayanmaktay-dı. Yasama, yürütme ve yargı gücü, meclisin elinde toplanmaktaydı. Ancak, bu ana-yasa yürürlüğe sokulamamıştır.

Fransız İhtilâlcileri bir yandan bu iç siyasi gelişmelerle uğraşırken, diğer yandan dışdüşmanlarla mücadele etmişlerdir. İhtilâlin düşmanlarını sınırlarda durdurmakamacıyla gençler kitleler halinde askere alınmışlardır. Ülkede yaratılan bu heyecandalgası sonucu, rejim dış güçlerden korunmuştur.

Ancak, şiddet ve baskının dayanılmaz hale gelmesi, ılımlı Cumhuriyetçilerin or-duyla işbirliğine gitmesine yol açmıştır. Bunun sonucunda, 27 Temmuz 1794'te te-rör uygulamalarıyla tanınan Robespierre ve yandaşları yakalanarak idam edilmiş-lerdir. Ilımlı Cmuhuriyetçiler, yeni bir anayasa hazırlamaya başlamışlardır. Yenianayasayı hazırlama çalışmaları 22 Ağustos 1795 tarihine kadar devam etmiştir. Bu

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ80

?

?

Page 84: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

tarihte "3. yıl Anayasası" denilen anayasa kabul edilmiştir. 26 Ekim 1795'de de Kon-vansiyon Meclisi dağılmış ve Direktuvar dönemi başlamıştır.

3.6. Direktuvar Dönemi (28 Ekim 1795-9 Kasım 1799)

Direktuvar Dönemi'nde yasama gücü nasıl oluşturulmuştur?

Bu dönemde yürütme gücünün kullanılması, meclis tarafından seçilen beş üyeyeverilmesi kararlaştırılmıştı. Yürütme gücünü elinde bulunduran bu kurula, "Direk-tuvar" adı verilmiştir. Yasama gücü ise, meclise aitti. Ancak, meclis diktatörlüğüneengel olmak için iki meclis oluşturulmuştur. Bu meclislerden biri 500 üyeli "Beşyüz-ler Meclisi, diğeri de 250 üyeli senato niteliğindeki "İhtiyarlar Meclisi" idi.

Direktuvar döneminde meydana gelen siyasal ve iktisadi olaylar, halkın giderekyoksullaşmasına yol açmıştır. Bu nedenle, yeni rejimden krallık taraftarları da,Cumhuriyetçiler de hoşnut kalmadılar ve halkı ayaklanmaya kışkırttılar. Bu tarih-lerde meydana gelen ayaklanmaların büyük kısmını, genç bir general olan Napol-yon Bonapart bastırmıştır. Ayrıca, Napolyon Direktuvar döneminde Avusturya veMısır'a da askeri seferler düzenlenmiştir. Fransa, Napolyon'un seferleri sonucu İtal-ya ve Dalmaçya kıyıları ile Mısır'a yerleşmiştir.

Ancak, Direktuvar yönetimi, iç politikada başarılı olamadı. Napolyon, siyasi belir-sizliğin yoğun olduğu bir dönemde, 7 Ekim 1799'da Mısır'dan gizlice ayrılarak Fran-sa'ya döndü. Halk, Napolyon'un içte ve dışta düzeni sağlayacağına inanıyordu. Ni-tekim, Napolyon, hükümet karşıtlarıyla birleşerek 9 Kasım 1799'da bir darbe yapa-rak Direktuvar yönetimine son vermiştir.

3.7. Konsüllük Dönemi (10 Kasım 1799-18 Mayıs 1804)

Napolyon Bonapart'ın önderliğinde gerçekleştirilen darbe sonucu "İhtiyarlar Mec-lisi" dağılmış, beş kişilik Direktuvar Kurulu da kaldırılarak yerine üç konsülden olu-şan geçici bir hükümet kurulmuştu. Görevlendirilen iki komisyon da, yeni bir ana-yasa yapmak için çalışmalara başlamıştı.

Hazırlanan anayasanın nitelikleri nelerdir?

Napolyon Bonapart, kendisini dört yıl süreyle konsül seçtirmişti. Bu tarihten sonra,Napolyon Fransa'nın yönetimini eline almıştır. Napolyon, ilk iş olarak görevlendiri-len iki anayasa komisyonunun hazırladığı anayasa taslağına son şeklini vererek ilanettirmek olmuştur. Cumhuriyeti esas alan ve dört meclisli bir parlamento meydanagetiren bu anayasa, Napolyon'un kişiliğinde toplanan merkeziyetçi bir yönetim an-layışına sahipti. Bu nedenle, "despotik cumhuriyet" olarak da adlandırılabilir.

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ 81

?

?

Page 85: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Napolyon, anayasadan yararlanarak kendisini ömür boyu konsül seçtirmiştir. 2Aralık 1804'te de inparatorluğunu ilan etmiştir.

4. Fransız İhtilâli'nin Avrupa'da Etkileri

Avrupa'lı Devletlerin Fransız İhtilâli'ne karşı gösterdikleri ilk tepki nasıl olmuş-tur?

Avrupa Devletleri, başlangıçta Fransa İhtilâli'ni bu ülkenin iç sorunu olarak yorum-lamışlardır. Hatta, ihtilâl sonucunda Fransa'nın zayıf düşeceği tahmininde bulun-muşlar ve Fransa'yı kendi sorunlarıyla başbaşa bırakmışlardır. Ancak, Fransızİhtilâli ve ihtilâlin getirdiği yeni ilkeler, Avrupa'nın monarşik düzenlerini tehdit et-meye başlayınca bu tavırlarından vazgeçmişlerdir.

Avrupalı Devletler, ihtilâlin hangi ilkelerinden ürkmüşlerdir?

Fransız İhtilâli sonucunda köylülerin derebeylik düzenini yıkması, tamamen özgürve aynı zamanda emeklerinin karşılığını alacak şekilde toprak sahibi olması, ege-menliğin tanrısal bir nitelikten kurtarılarak dünyevi bir hale getirilmesi, burjuvazi-nin siyasal iktidarı ele geçirmesi, laik bir anlayışın benimsenmesi, medeni hukukalanında önemli düzenlemelerin yapılması ve milliyetçiliğin yayılması gibi etkenlerAvrupalı monarşik devletlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları sona erdirerek it-tifaklar kurmalarına yol açmışlardır. 1792 yılından itibaren Fransa'ya savaş açmış-lardır.

Fransa'ya karşı bu dönemde verilen savaşlara İhtilâl Savaşları ya da Koalisyon Sa-vaşları adı verilmiştir. 1792 yılında başlayıp 1815 yılına kadar süren koalisyon sa-vaşlarında, Fransa, "krallık baskısı altında inleyen ulusları kurtarmak", Avrupalımonarşik devletler ise, "Fransa'da mutlak krallığı yeniden kurmak" amacı ile hare-ket ettiklerini ileri sürmüşlerdir.

Özet

18. yüzyılda koyu bir mutlakiyetle yönetilen Fransa, siyasi, sosyal ve ekonomik çöküntü ya-şamıştır. Halkın büyük bir kısmı ayrıcalıklı sınıfların -aristokratlar ve ruhbanlar- baskısı al-tında yer almıştı. Ticari ilişkilerin sonucu gittikçe zenginleşen burjuvazi de siyasal iktidaraortak olmak istemişti. Akılcı düşünüşü savunan Fransız düşünürleri de egemenliğin kayna-ğını tanrısal olmaktan çıkartılarak halk iradesine dönüştürülmesini savunmuşlardır.

Siyasi, sosyal ve ekonomik nedenlerle başlayan Fransız İhtilâli, kısa sürede eşitlik, özgürlükve kardeşlik gibi siyasal kavramlara sahip çıkarak evrenselleşmiştir. İnsan ve Yurttaş HaklarıBildirisi'nde belirtilen ilkeler yeni bir düzeni gündeme getirmiştir. Ancak, ihtilâl sonucu

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ82

?

?

Page 86: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Fransa'da uzun süre siyasi, sosyal ve ekonomik dengeler yerine oturmamıştır. Mutlakiyet-ten halk egemenliğine geçiş, kral yandaşları tarafından benimsenmemiştir. Küçük burjuvave geniş halk yığınları da daha eşitlikçi bir düzen talep etmişlerdir. Bu talepler, Yasama Mec-lisi Konvansiyon Meclis, Direktör Dönemi ve Konsüllük Dönemi gibi süreçlerin yaşanması-na yol açmıştır.

Fransız İhtilâli, kısa bir süre içinde yalnız Fransa'yı değil, tüm Avrupa'yı etkilemiştir.Cumhuriyet, anayasa, halk egemenliği, demokrasi ve ulusçuluk gibi siyasal değerlerin yayıl-masına katkıda bulunmuştur.

Değerlendirme Soruları

1. Aşağıdaki düşünürlerden hangisi "İran Mektupları" adlı eserinde Fransa'nıntoplumsal kurumlarını ve kiliseyi eleştirmiştir?A. Jean Jacques RousseauB. MontesquieC. DiderotD. VoltaireE. Emmanuel Sieyes

2. Aşağıdakilerden hangisi Üçüncü Sınıf'ı (Tiers-Etati) en iyi şekilde tanımla-maktadır?A. Asiller ve ruhban sınıfının dışında kalan, bütün ayrıcalıksız unsurlarB. Tüm siyasal ve hukuksal ayrıcalıklara sahip unsurlarC. Ayrıcalıklardan yoksun burjuvalarD. Feodal düzende tüm haklardan yoksun köylülerE. Sanayi işçileri

3. Fransa tarihinde "Etats Generaux" Meclisi ilk kez hangi kral döneminde top-lanmıştır?A. 2. PhilippeB. 14. LouisC. 1. PhilippeD. 15. Louis E. 16. Louis

4. Yasama, yürütme ve yargı güçlerinin mecliste toplandığı dönem aşağıdaki-lerden hangisidir?A. Yasama MeclisiB. Direktuvar DönemiC. Konsüllük DönemiD. Konvansiyon DönemiE. Kurucu Meclis

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ 83

Page 87: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

5. Aşağıdakilerden hangisi, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi" nde yer alma-mıştır?A. Kamu hizmet ve görevlerinin herkese açık olması,B. Yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrı olması,C. Devletin temel amacının yuttaşların sahip olduğu hakları koruması,D. Yayın özgürlüğünün olması,E. Oy kullanmak için belli oranda vergi ödenme zorunluluğunun olması.

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Ateş, Toktamış; Siyasal Tarih I, İstanbul: 1982.

Armaoğlu, Fahir; Siyasi Tarih (1789-1960), Ankara: 1975.Aulard, A.; Fransa İnkılâbının Siyasi Tarihi, 3 cilt, (Çeviren: Nazım Poray), Anka-

ra: 1987.

Gaxotte, Pierre; Fransız İhtilâli Tarihi, (Çeviren: Semih Tiryakioğlu), İstanbul:1969.

Hobsbawm, Eric J.; Devrim Çağı: 1789-1848, (Çevirenler: Jülide Ergüder-AlaeddinŞenel), Ankara: 1989.

Özkaya, Yücel; "Fransız İhtilâli ve Avrupa (1789-1815)" Avrupa Tarihi, (Editör:Mehmet Kayıran), Eskişehir: 1991.

Sarıca, Murat; 100 Soruda Fransız İhtilâli, İstanbul: 1981.

Tanilli, Server; Dünyayı Değiştiren On Yıl: Fransız Devrimi Üstüne (1789-1799),İstanbul: 1990.

Uçarol, Rıfat; Siyasi Tarih (1789-1994), İstanbul: 1995.

Üçok, Çoşkun; Siyasal Tarih (1789-1950), Ankara: 1967.

Değerlendirme Sorularının Yanıtları

1. B 2. A 3. C 4. D 5. E

F R A N S I Z İ H T İ L Â L İ84

Page 88: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Amaçlar

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• Kapitalizmin ortaya çıkması hakkında bilgi edinecek,• Kapitalizmin evreleri ve dayandığı ekonomik-politik düşünce-

leri kavrayacak,• Kapitalizme bir tepki olarak doğan sosyalizmin genel özellikleri-

ni algılayacak,• Milliyetçiliğin (Ulusalcılığın) ortaya çıkmasını ve amaçlarını

öğreneceksiniz.

İçindekiler

• Giriş 87• Kapitalizmin Ortaya Çıkması 87• Sosyalizmin Ortaya Çıkması 96• Milliyetçiliğin (Ulusalcılığın) Ortaya Çıkması 101• Özet 109• Değerlendirme Soruları 109• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 110

ÜNİTE

5Kapitalizm, Sosyalizm veMilliyetçiliğin Ortaya Çıkması

YazarYrd.Doç.Dr. Kemal YAKUT

Page 89: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Çalışma Önerileri

• 19. yüzyılda uygulanan kapitalizmin günümüze gelinceye ka-dar ne gibi değişiklikler geçirdiğini araştırınız.

• 1980'li yıllarda sosyalist düzenlerin hangi nedenlerden dolayıçöktüğünü tartışınız.

• Günümüzde ulus-devlet modelinin geçerliliğini yitirip-yitir-mediğini tartışınız.

Page 90: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

1. Giriş

Dünyamız son iki yüzyıldır önemli değişiklikler yaşamaktadır. İnsanın özgürleş-mesi, doğal ve toplumsal çevreyi denetim altına alması çabası büyük bir hızla de-vam etmektedir. Ancak, ortaya atılan bazı "düşünce sistemleri" büyük tartışmalaryaratmaktadır. Nitekim; toplum, devlet, iktidar, eşitlik, kişi hak ve özgürlükleriçerçevesinde tartışılan kavramların yarattığı sorunlar güncelliğini korumaktadır.

Ortaçağ feodalizm düzeninin çözülmesinden sonra ortaya çıkan kapitalizm, işçisınıfının ve toplumun diğer çalışan kesimlerinin sefalet içinde yaşamalarına nedenolmuştur. Sosyalizm, bu toplumsal çöküntünün giderilmesi ve yeni bir dünya dü-zeni yaratılması için, kapitalizme tepki olarak doğmuştur. Bilindiği gibi, 150 yıl-dan beri sosyalizm ve kapitalizm arasında amansız bir mücadele yaşanmaktadır.1917 yılında kurulan Sovyetler Birliği'nin çökmesi, "sosyalist teoride" yeni arayış-lara yol açmıştır.

Toplumları etkileyen bir diğer kavram da milliyetçilik (ulusalcılık) tir. Fransızİhtilâli'nden sonra dünyaya yayılan ulusalcılık, 1980'li yılların ortalarından itiba-ren yeniden canlanmıştır. Yugoslavya'nın parçalanmasından sonra, etnik unsur-lar arasında yoğun çatışmalar yaşanması yeni yıkımlara yol açmıştır.

Kapitalizm, sosyalizm ve ulusalcılık kavramlarının ortaya çıkışlarının incelenme-si, genel özelliklerinin tahlil edilmesi, günümüz siyasal olaylarının anlaşılması açı-sından önemli olacaktır.

2. Kapitalizmin Ortaya Çıkması

2.1. Kapitalizm Nedir?

Kapitalizm kavramı, 19. yüzyılda yoğun bir kapitalistleşme süreci yaşanmasınarağmen, Marxist olmayan iktisat okullarınca ender olarak kullanılmıştır. Kavra-mın ilk kullanımı, 1854 yılının sonlarına doğru "Oxford English Dictionary" adlısözlükte yapılmıştır. Ancak, kavramın Marxist literatüre girmesi çok sonraları ger-çekleşmiştir. Marx, gerek "Komünist Manifesto"da gerek "Kapital" in 1. cildinde"kapitalistik" sıfatını kullanırken veya "kapitalistler"den söz ederken kapitalizmibir isim olarak kullanmamıştır. Sadece, 1877 yılında Rusya'daki taraftarlarıyla ya-zışmasında, Rusya'nın kapitalizme geçiş sorunu üzerine bir tartışmada bu kavra-mı kullanmıştır.

Kapitalizm kavramı neyi ifade etmektedir?

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 87

?

Page 91: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Kapitalizm, çeşitli şekilleriyle sermayenin, temel üretim aracını oluşturduğu üre-tim biçimidir. Sermaye; emek gücü ve üretim maddeleri almaya yönelik para veyakredi; fiziksel anlamda makine (dar anlamda sermaye) ya da tamamlanmış veyaişlenme sürecindeki mal stokları biçimlerini alabilir. Sermayenin aldığı biçim neolursa olsun bir üretim biçimi olarak kapitalizmin temel özelliği, sermayenin özelmülkiyetinin bir sınıfın -nüfusun büyük kitlesinin dışındaki kapitalistler sınıfının-elinde olmasıdır.

Tarihin bir evresi olarak kapitalizmin sınırları hep tartışma konusu olmuştur. Kö-kenlerine ilişkin kuramlara uydurabilmek için ileriye ya da geriye çekilmiştir. Veözellikle son yıllarda kapitalizmin dönemleştirilmesi yoğun bir şekilde tartışıl-maktadır.

2.2. Kapitalizmin Ortaya Çıkması

Kapitalizm tarihin hangi döneminde ortaya çıkmıştır?

Kapitalizm, Ortaçağın sonlarında feodal ilişkilerin çözülmeye başladığı bir süreç-te ortaya çıkmıştır. Büyük toprak mülkiyetinin çözülmesi, feodal beylerin serflerüzerindeki etkisini azaltmıştı. Bununla birlikte, bu dönemde ticaretle uğraşan birtüccar sınıfının doğması kapitalizmin oluşumunu hızlandıran etkenlerden biri ol-muştur. Bu nedenle, kapitalist sistemdeki ilk aşama "ticari kapitalizm" olarak ad-landırılmaktadır.

2.3. Ticari Kapitalizmin Ortaya Çıkması

Ticari kapitalizmin ortaya çıkmasını sağlayan etkenler nelerdir?

Bu kapitalizm türü, feodalizmin ççözülmesiyle başlamakta ve Sanayi Devrimi'nekadar sürmektedir. 12. ve 13. yüzyıllardan itibaren kentleşmenin yoğunlaşması,Haçlı Savaşlarının Avrupa'yı etkilemesi ve çeşitli fuarların düzenlenmesi ticaretingelişmesini sağlamıştı. Özellikle, parasal kredilerin alınıp verilmesinin özendiril-mesi için hukukî ve dinî yapının değiştirilmesi sermaye birikiminin sağlanmasınıkolaylaştırmıştı. Ayrıca, büyük keşiflerin doğurduğu ekonomik ve siyasal sonuç-lar, kapitalist sistemin oluşmasında büyük rol oynamıştır. Bunları sırasıyla incele-yelim.

• Coğrafik Keşifler ve Ticari Devrim (Kolonyalizm)

Coğrafik keşifler kapitalizmin gelişmesini nasıl etkilemiştir?

15. yüzyılın sonlarında denizcilik bilgisinin artması, pusulanın keşfedilmesi veharitaların düzenlenmesi gibi gelişmeler yeni ülkeler ve toprakların bulunmasını

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I88

?

?

?

Page 92: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

teşvik etmiştir. Bu zenginlik arayışı; Asya, Afrika ve Amerika kıtalarındaki değerlimadenlerin yoğun bir şekilde Avrupa'ya aktarılmasına yol açmıştır. Bunun doğalsonucu olarak, ekonomik ufuk genişlemiş, ticaret daha da yoğunlaşmış ve Avru-pa'daki tüccarlar grubu artmıştır. Piyasaların gelişmesi sonucu eski bir ticaret mer-kezi olan Akdeniz önemini kaybetmiş ve Atlas Okyanusu öne geçmiştir. Hatta ti-caret merkezi doğudan batıya kaymıştır. Kapitalist ekonominin; para, ticaret, sa-nayi gibi önemli öğeleri bu çağın geliştirici etkileri doğrultusunda büyük bir güçkazanmıştır.

• Parasal Devrim

Avrupa'da değerli madenlerin ve paraların enflasyona yol açması, burjuvazininlehine gelişirken, toprak mülkiyetine dayanan soylular ile ücretle çalışan grupla-rın aleyhine gelişmiştir. Diğer bir deyişle, toprak mülkiyetine dayanan soylular veücretle çalışanları yoksullaştırmıştır. Büyüyen kâr ve kazançlar, taşınır kıymetle-rin değerini yükseltmiştir. Hisse senetlerine dayanan şirketler kurulmuştur. Hat-ta, Londra, Anvers ve Lyon gibi merkezlerde mal ve menkul kıymetler üzerine ti-caretin organize edilmesini kolaylaştıran borsalar oluşmuştur. Parasal hareketlili-ğin sonucu mal üretimi artmış ve daha geniş piyasaları elde etme yarışı başlamış-tır.

• Teknik Devrim

Ticari burjuvazinin lehine işleyen gümüş ve altın enflasyonu, teknik devrimin or-taya çıkmasında etkili olmuştur. Yeni endüstriler doğmuştur. Nitekim, matbaanınbulunması ve kitap sanayinin doğması kapitalist ortamda gerçekleşmiştir. Bunun-la birlikte, mekanik çalışma yayılmış, özel teşebbüs gelişmiş, şirketlerde yönetimkadrosu ve iş gücü çalışması ayrılmıştır.

• Düşünsel Devrim

Rönesansta; edebi, estetik ve felsefi alanda yeniden bir şekillenmenin oluşması,Avrupa toplumlarının Ortaçağ düşüncesinden tümüyle kopmasına yardımcı ol-muştur. Bilim, tek geçerli yöntem olarak görülmeye başlanmıştır.

Dinde reform kapitalizmin gelişmesini nasıl etkilemiştir?

Almanya'da Luther ve Fransa'da Calvin'in dinde reform yapmaları, adeta ekono-mik alanda bir "erdem" yaratılmasına neden olmuştur. Nitekim, Puritanizm veProtestanizm kapitalist sistemin oluşma ve gelişmesinde büyük etki yapmıştır.Protestanizm maddesel hayatı yüceltmiştir. Buna göre; Tanrı katında değerli birkişi olmak için, insanlar "dünyalıklarını" zenginleştirmelidirler. Ayrıca, kiliseningeniş mülkleri ve malları, yer yer imalâthanelere ve ve fabrikalara dönüştürül-müştür. Bu nedenle, Cenevre, Bale, Amsterdam ve Londra gibi protestanlığın yay-gın olduğu kentler, ticari kapitalizmin merkezleri haline gelmişlerdir. Böylece, ki-lise, kapitalizmin ücretli çalışma rejimine geçmiştir.

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 89

?

Page 93: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Reformcu Calvin; ekonomik dengesizlik, sosyal dengesizlik, spekülasyon, çalış-ma, endüstri, ticaret, devlet müdahalesi, faiz ve ödünç verme hakkındaki özgündüşünceleriyle kapitalizmin gelişmesinde büyük katkısı olmuştur.

2.3.1. Ticari Kapitalizmin Yapısı

Kapitalist sistemin olgunlaşmasını sağlayan düşünsel etkenlerin, insanı çalışmahayatında başarılı olmaya yöneltmesi, varlıklı olmanın Tanrısal bir ödüllendir-meyle sonuçlanacağı inancının yaygınlaştırması ekonomik faaaliyetlere bir dina-mizm kazandırmıştır.

Ticari kapitalizmin gelişmesine katkıda bulunan olaylar nelerdir?

16. yüzyıldan itibaren dünyanın çeşitli bölgelerine ihracat yapan serüvenci satıcı-ların yoğun bir şekilde kâr-kazanç tutkusuna sahip olması, sermaye birikiminindaha da artmasına yol açmıştır. Büyüyen sermayenin özel ellerde toplanması vebu sermayedarların ekonomik ve sosyal hayatta oynadıkları rolün giderek büyü-mesi gibi temel unsurlar, kapitalist sistemin özelliklerini oluşturmuştur. Ayrıca,devletin ekonomik büyüme ve gelişmeyi özendirmek ve denetlemek için yasalaryapması, gerektiğinde müdahalede bulunması ticari kapitalizmin gelişmesine bü-yük katkıda bulunmuştur.

Ticari kapitalizm; el zenaatları kesimini tasfiye ederken, yünlü dokuma endüstri-sinde, deniz ticaretinde ve bankacılık sektöründe yeni örgütlenme biçimleri oluş-turmuştur. Büyük sermayelere sahip olan tüccarlar, 16. yüzyıldan itibarenzeneatkârların atölyelerini satın almaya başlamışlardır. Böylece, zeneatkârlar, ev-lerinde çalışan ücretliler biçimine dönüşmüşlerdir. Bu sürecin sonunda (17. yüz-yılda) manüfaktürler oluşmuştur. Eski zeneatkârlar, büyüyen bu atölyelerde dahaüretken ve daha rasyonel bir tarzda çalışmak için biraraya gelmişlerdir. Artan üre-timin dış pazarlara sürümünü sağlamak için özel krediler yetmeyince anonim şir-ketler kurulmuştur. 1553 yılında Londra'da kurulan Serüvenci Tüccarlar Şirketi ve1662 yılında Doğu Hindistan için oluşturulan Hollanda Şirketi vb.

16. yüzyıldan itibaren endüstri ve ticaret alanlarında kapitalist ilişkiler yoğunla-şırken, tarımsal kesimde de değişiklikler meydana gelmiş, küçük işletmeler yerinibüyük işletmelere bırakmıştır.

2.3.2. Ticari Kapitalizmin Düşünsel Yapısı: Merkantilizm

Merkantilizmin genel özellikleri nelerdir?

İtalyanca "Mercante" sözcüğünden türetilen Merkantilizm, 15. ve 18. yüzyıllarıarasında Avrupa'da ortaya çıkan inançların, kuram ve uygulamalarının tümünü

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I90

?

?

Page 94: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

içermektedir. Bu iktisadi politika; ticaretin yaygınlaşmasını, gümüş ve altın gibideğerli madenlerin ülkeye girişini, hükümdarın güç kazanmasını, endüstriyelilerlemenin ve ulusal güçlenmenin sağlanmasını amaçlamıştır. Görüldüğü gibiMerkantilist düşünce; paraya dayanan, ulusalcı ve müdahaleci niteliklere sahiptir.Merkantilist düşüncenin bu nitelikleri Avrupa ülkeleri tarafından farklı biçimdeuygulanmıştır. Özellikle, Fransız Merkantilizmi, ulusal ekonomi düşüncesi etra-fında odaklaşmıştır. Buna göre, zenginleştirilmesi gereken unsur ulus olmalıydı.Fransa'nın altın ve gümüş kaynaklarının olmaması nedeniyle, gözönüne alınmasıgereken nokta; insan yaşayışı için zorunlu olan malların üretilmesiydi. Bu amacıngerçekleştirilmesi için; üretim metodlarının geliştirilmesi, etkin ve rasyonel güm-rük koruyuculuğunun gerçekleştirilmesi, ülke dışına hammadde ihracının engel-lenmesi, ancak işlenmiş maddelerin ihraç edilmesine izin verilmesi ve devletin ge-rektiğinde ekonomiye müdahale etmesi gibi çalışmalar yapılması zorunlu idi.

Fransız Merkantilisi J. B. Colbert'in görüşleri nelerdir?

Merkantilist düşüncenin Fransa'da gelişmesini sağlayan kişi, 1662 yılında MaliyeBakanlığına getirilen J.B.Colbert'tir. Colbert'in 1664 yılında yazdığı bir mektupta,"bir ülkenin büyüklüğünü ve gücünü, o ülkedeki para bolluğu belirler. Bütün Av-rupa'da dolaşan para miktarı sınırlıdır. Ülkemizdeki para miktarı, açıktır ki, ancakdiğer ülkeler aleyhine arttırılabilir" diyerek ekonomiye yeni düzenlemeler getiril-mesini istemiştir. Bu düzenlemelerin de ticaret ve endüstri alanında yoğunlaştırıl-masını önermiştir.

Merkantilizm, 18. yüzyılda yeni siyasal ve ekonomik değerlerin ortaya çıkması so-nucu, etkinliğini yitirmeye başlamıştır. Altın ve gümüş madenlerinin zenginliğinkaynağını oluşturduğunu savunan bu görüş; fiyat artışlarına ve enflasyona yol aç-mış, ulusal ekonomilerin birbirleriyle çok şiddetli çatışmasına neden olmuştu. Bu-nunla birlikte, menkantilist uygulamalar zaman içinde statükocu, gelişmeyi önle-yici etkenler de oluşturmuştu. Ayrıca, ekonomik gelişmenin faturasının da dahaçok işçiler ve köylülere yüklenmesi, sosyal ve ekonomik yapılar arasında uçurum-lar yaratmıştı. Tüm bu etkenler, kapitalizmde yeni bir aşamanın oluşmasına zeminhazırlamıştır.

2.4. Sanayi Kapitalizminin Ortaya Çıkması

Sanayi kapitalizminin oluşmasını sağlayan temel etken nedir?

Sanayi kapitalizminin ortaya çıkmasına yol açan temel etken; 18. yüzyılda, önceİngiltere'de ve daha sonraları tüm Avrupa devletlerinde, Kuzey Amerika'da ve Ja-ponya'da yaşanan sanayi devrimidir. Bu gelişme sonucunda, sözkonusu devlet-ler, tarım toplumlarından sanayi toplumlarına dönüşmüşlerdir.

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 91

?

?

Page 95: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

2.4.1. Sanayi Devrimi ve Nedenleri

Sanayi devriminin nedenleri nelerdir?

Sanayi devriminin nedenleri konusunda farklı görüşler ileri sürülmektedir. An-cak, sanayi devriminin İngiltere'de başladığı noktasında ortak bir görüş vardır. Sa-nayi devriminin başlaması ve olgunlaşması hakkında çok sayıda neden olmaklabirlikte, biz, dört temel etkeni inceleyeceğiz.

Üretim Araçlarının Teknik Olarak Yenilenmesi ve Gelişmesi: Tekstil alanındayeni makine ve tezgahların icat edilmesi, metalurjide demir, çelik gibi madenleringelişmiş teknik ve yöntemlerle işlenmesi, enerji alanında buhar makinesinin bu-lunması büyük sanayiye geçişi hızlandırmıştır.

Ulaşım Araçlarınının (Kanal ve Demiryolları) Gelişmesi: Ulaşım alanındaki ge-lişmeler sanayi devrimini birkaç açıdan desteklemiş ve geliştirmiştir. Nüfusun ha-reketli olması ve kırsal alandan kentlere göç edilmesi, büyük oranda ulaşımdakiilerlemelere bağlı olarak gelişmiştir. Hammadde ihtiyacının düzenli ve ucuz birşekilde sağlanması ve üretilen malların pazarlara gönderilmesi gibi etkenler dedüzenli bir ulaşım şebekesini gerektirmiştir. Bu nedenle kanal ve demiryolu ala-nında önemli ilerlemeler sağlanmıştır.

Sermaye Birikimi: Sanayi devrimini besleyen sermaye birikimi, sanıldığı gibi, dışticaret ve kolonilerden gelen servet oluşturmamıştır. Özellikle, İngiltere'de tarım-sal kökenli sermaye sanayi alanındaki girişimlere kaynaklık yapmıştır. Öte yan-dan sermaye birikiminin oluşmasında çalışan kesime ödenen ücretlerin çok düşükolması ve çocuk, kadın gibi kimselerin bütün gün çalıştırılması da etkili olmuştur.

Emek Arzının Artması: Emek arzının artmasına tarımsal devrim ve nüfus artışıneden olmuştur. Tarımda, yeni yöntemler kullanılarak toprağın verimi arttırılmış-tır. Yeni yöntemlerin geliştirilmesi, köylülerin toprağa olan feodal kökenli bağım-lılıklarının da tümüyle sona ermesine neden olmuş ve "özgür köylüler" büyük biremek arzı potansiyeli ile kentlere yönelmişlerdir. Böylece, kapitalist sınıf, çok ucuzbir işgücü sağlamış oluyordu. Nüfus artışına ise, tıp alanındaki gelişmelerin insanömrünü uzatması ve doğumların artması neden olmuştur. Nüfus artışı, yalnız İn-giltere'de değil, tüm Avrupa'da gerçekleşmiştir.

2.4.1. Sanayi Kapitalizminin Yapısı

Sanayi kapitalizminin özellikleri nelerdir?

Sanayi kapitalizmi her şeyden önce bir piyasa ekonomisidir. Bilindiği gibi kapita-list üretim biçiminde piyasa, herşeydir. Özel mülkiyet, rekabet vb. olgular bu piya-

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I92

?

?

Page 96: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

sayı işleten aygıtlardır. Üretilecek malların sayısını, kalitesini ve fiyatını lonca vedevlet tayin ve tesbit etmemektedir. Arz ve talep, serbest piyasadaki ilişkiler belir-lemektedir. Serbest piyasadaki temel düşünce kâr ve kazançtır.

Sanayi kapitalizminde sermaye ve işgücü birbirinden ayrılmaktadır. Bir yanda iş-çi, bir yanda sermaye sahibi (sermayedar) bulunmaktadır. Böylece, bir üretimi ge-nelleştirebilmek için, değişik üretim unsurlarını, teşebbüs içinde birleştirmek ge-rekmektedir. Bu yeni teşebbüste, eski imalâthaneler, fabrikaya dönüşecektir. Sa-nayi kapitalizminde, bu yeni teşebbüs, adeta bir yeni kurum olmaktadır. İşçiler debuna bağlı olacaklardır. Görüldüğü gibi, bu teşebbüs; çeşitli ekonomik kaynaklarıbirleştirme, dönüştürme doğrultusunda yaratma, yöneltme çabaları, müteşebbi-sin kâr seviyesini yükseltmek amacına dönük olan bir mekanizma olmaktadır.

Sanayi kapitalizminin diğer bir özelliği paranın, para üretmesidir. Bunun için si-gorta kumpanyaları ve bankaların kurulmasına çaba harcanmıştır. Nitekim, ban-kacılık alanındaki gelişmeler, sermaye piyasası adı verilen yeni bir ekonomik alanortaya çıkarmıştır. Artık, bu gelişme sonucu, ticaret burjuvazisi, sanayi burjuvazi-sine dönüşmüştür.

Sanayi kapitalizmi, sınıfsal çelişkileri arttırmıştır. Sanayi devrimi ve kapitalizmingelişmesi kaçınılmaz bir biçimde yeni bir sınıf ortaya çıkarmıştır. "İşçi sınıfı" adıverilen bu toplumsal sınıf, emeklerini arzeden ve emeğinden başka satacak hiçbirşeyi olmayan insanlardı. Başlangıçta, özellikle İngiltere'de kadın ve çocuk emeğisömürüldü. Ancak, işçi sınıfının sayıca artması, bir yandan da bilinçlenmesi ve ör-gütlenmesi, 1840'lardan sonra büyük çatışmalara yol açmıştır.

2.4.2. Sanayi Kapitalizminin Düşünsel Yapısı: Liberalizm

18. yüzyıla damgasını vuran aydınlanma hareketi; yeni bir birey anlayışını geliş-tirmekle birlikte, toplum ve devlet düzeninin de siyasal liberalizmle şekillenmesi-ni öngörmüştür. Aydınlanmacı düşünürler, ekonomik faaliyetlerin de yeni döne-min özelliklerine uygun şekilde yürütülmesini savunmuşlardır. Bunun sonucun-da; üretim özgürlüğü, ticaret özgürlüğü, fiyat ve rekabet özgürlüğü gibi temelinidoğal düzenden ve doğal kanundan alan bir anlayış geliştirmişlerdir. Yeni anlayı-şın temel sloganı, "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" (Laissez faire, laissezpasser) idi. İlkenin en önemli temsilcilerinden biri olan Adam Smith (1723-1790),bu dönemde tarımı esas alan fizyokrat ekolünün etkisindedir. Ancak, daha sonraözgün düşünceler üretmiştir. Liberalizm ve ekonomik alana ait düşüncelerini"Ahlakî Duygular Teorisi" ve "Ulusların Zenginliği" adlı eserlerinde ortaya koy-muştur.

Adam Smith'in görüşleri nelerdir?

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 93

?

Page 97: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Adam Smith, mal üretimi ve çalışmayı, zenginliğin kaynağı olarak göstermiştir.O'na göre; her ulusun yıllık çalışması, herkese, yaşam için zorunlu olan bütün mal-ların üretilmesini sağlayan ilk kaynaktır. Asıl verimli olan bütün ulusun çalışması-dır. Bu iş bölümü milli gelirin yaratılmasını sağlamaktadır. Fakat, iş bölümününyapılması için bazı koşullara ihtiyaç vardır. Bunlar, piyasanın geniş olması, piya-sanın büyük olması ve sermayenin bol olmasıdır. Her insan, yasalara aykırı dav-ranmamak koşuluyla, diğer insanlarla rekabet edebilir, çalışmasını ve sermayesiniortaya koyabilir. Ancak, bu ekonomik faaliyet tamamen serbest olmalıdır. Devlet,ekonomik alana karışmamalıdır. Devlet, herşeyden önce üç alanla uğraşmalıdır.Bunlar; adalet, ulusal savunma ve tek veya bir grup insanın bir araya gelmesiyle,kendi özel çıkarlarıyla bağdaşmadığından, hiçbir zaman yapmayacaklardı bayın-dırlık hizmetlerinin yapımı ve bakımı gibi işler ile bazı kamusal kurumların işlerigibi faaliyetlerdir.

Adam Smith'in bu düşünceleri ekonomik liberalizmin temellerini oluşturmuştur.Dolayısıyla sanayi kapitalizmi bu düşünceler çerçevesinde şekillenmiştir.

2.5. Kapitalizmin Ortaya Çıkmasına Yönelik Bazı TeorikYaklaşımlar

Fernand Braudel, kapitalizmin ortaya çıkmasını hangi olaya dayandırmakta-dır?

Çok sayıda yazar, kapitalizmin ortaya çıkmasında Ortaçağın sonlarında ticaretincanlanmasının, parasal ilişkinin yaygınlaşmasının ve değişmesinin rol oynadığınıileri sürmektedirler. Bu yazarlar arasında marksist olanlar olduğu gibi, marksistolmayan gelenekten yetişen kişiler de vardır. Fernand Braudel, "Akdeniz Dünya-sı" adlı iki ciltlik eserinde, kapitalizmin, 16. yüzyılda Akdeniz ticaret ekonomileri-nin çökmesi ve ticaretin Atlantik bölgesinde yoğunlaşmasıyla ortaya çıktığını sa-vunmaktadır. Belçikalı bir iktisat tarihçisi olan Henri Pirenne de, "Ortaçağ Kentle-ri" adlı kitabında, kapitalizmin kökenini 10. yüzyıldan itibaren Avrupa'da ticare-tin canlanmasına ve kentlerin oluşmasına dayandırmaktadır.

Max Weber'in kapitalizme ilişkin görüşleri nelerdir?

Kapitalizmin kökenine ilişkin ortaya attığı tezle, çok eleştiri alan Max Weber de,1904-1905 yılında yayımladığı "Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu" adlı ese-rinde, modern Avrupa kapitalizminin sosyolojik analizini yapmıştır. Weber'in te-zine göre, kapitalizm, protestanlığın ürünüydü. Kısaca Weber'in tezi şöyle idi:Protestan hareketinin Calvanist kollarının temel özelliği, bu mezhebe inananlarınlüksten ve zevkten uzak bir hayat yaşamalarıydı. Dolayısıyla böyle bir hayat tarzı,insanları hızlı sermaye birikimine, rasyonel davranışa ve iş hayatında başarılı ol-maya itmiştir. Calvanistin hayat tarzı bir etik, hatta bir "değer" olmuştur. Bu değer-ler, Calvinistler arasında yaygın bir biçimde yayılmıştır. Weber, kapitalizm der-

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I94

?

?

Page 98: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

ken, formel açıdan özgür emeğin rasyonel biçimde örgütlenmesi, işyerinin evdenayrılması, rasyonel muhasebe yöntemleri ile rasyonel hukuk ve yönetim sistemle-rinin gelişmesiyle karakterize edilen bir sistemi kastetmiştir.

Kapitalizm hakkında en önemli görüşleri öne süren kimdir?

Kapitalizmin kökenine ve kapitalizmin yapısına ilişkin en önemli görüşler öne sü-ren kişi, hiç kuşkusuz Karl Marx'tır. Düşünsel yaşamı boyunca kapitalist sistemiele alan Marx, "Alman İdeolojisi", "Siyasal İktisadın Eleştirisinin Temelleri" ve "Ka-pital" adlı üç kitabında kapitalist üretimin ortaya çıkmasını sağlayan tarihsel süre-ci incelemiştir. Kapitalizmin kökenini "Alman İdeolojisi" adlı kitabında 11. yüzyılatarihleyen Marx, "Kapital" de kapitalizmi 16.yüzyılda başlatmaktadır. Marx'ın bukonudaki görüşleri şöyledir: "Bazı Akdeniz kentlerinde kapitalist üretimin ilk ör-neklerinin oldukça erken tarihlerde ortaya çıkmış olmalarına rağmen, kapitalistçağın başlangıcı ancak 16. yüzyıldadır. Kapitalizmin yumurtasından çıktığı heryerde, serfliğin kaldırılması uzun zamandan beri tamamlanmış bir olgudur. Bura-lardaki kentler de uzun sürelerden beri egemenliklerini sağlamışlardır ve Ortaça-ğın zaferi, tamamen kaybolmak üzeredir".

Karl Marx, sermayenin oluşumunu nasıl açıklamıştır?

Marx, kapitalist sistemi incelerken, bütün dikkatini manüfaktür ve sanayi devrimiüzerine yoğunlaştırmıştır. Marx, feodal toplumun çökmesiyle köylülerin mülk-süzleştiğine, onların ücretli işçi haline geldiğine, kırlardaki ev ekonomilerinin yokolduğuna ve tarımın her türden manüfaktürden koptuğuna işaret etmektedir. Sa-nayi kapitalizminin oluşumunda önemli bir etken olan sermaye, Karl Marx'ın üze-rinde durduğu ikinci bir konudur. Marx, sermayenin oluşumunu tarihsel bir pers-fektiften şöyle incelemiştir: Başlangıçta bir tefeci sermaye bir de ticari sermaye var-dı. Bu sermayeler endüstriyel sermaye sisteminin engellerini aşabilmek için yenimanüfaktürler tercihen ihracat merkezi olan liman kentlerine veya beledi örgüt-lenmeler ile onların esnaf kuruluşlarının denetimlerinin dışında kalan iç bölgelereyönelmişlerdir. Amerikanın keşfi, buradan getirilen değerli madenler, bu kıtanınyerleşime açılması, köle ticareti ve ticari çıkarlardan kaynaklanan savaşlar serma-ye birikimine etki yapmışlardır.

Marx'a göre, kapitalist üretimin ortaya çıkmasını sağlayan tarihsel süreç, aynı za-manda üreticileri üretim araçlarından koparan süreçtir. Bu süreç, üretim araçları-nın ve bu araçların sermaye haline dönüşmesini gerçekleştirmiştir. Kapitalist üre-tim biçimi, üretim araçlarının kapitalist mülkiyetine dayanmaktadır. Ama kapita-list üretimin işleyiş mekanizması giderek üretim araçları üzerindeki bu kapitalistmülkiyetin de kaldırılmasını gerekli kılan maddi koşulları yaratmaktadır. Kapita-list üretim biçimi, kendi iç yasaları gereği, daha üst düzeyde toplumsal üretim biçi-minin maddi geçişi sağlayacak olan toplumsal gücü de ortaya çıkarmaktadır. Otoplumsal güç de işçi sınıfıdır.

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 95

?

?

Page 99: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

3. Sosyalizmin Ortaya Çıkması

3.1. Sosyalizm Nedir?

Sosyalizm kavramı, ilk kez hangi anlamlarda kullanılmıştır?

Sosyalizm kavramı ilk kez 1827'de Robert Owen'in görüşlerini yayan "Cooperati-ve Magazine" adlı dergide, liberal kapitalist bireyciliğe karşı çıkmak üzere kulla-nılmıştır. Papaz Vinet de, 1831'de sosyalizm kavramını dinsel bir anlamda ele al-mıştır. Ancak, 1832'de Pierre Leroux, sosyalizm kavramına sahip çıkmış ve yaygınbir şekilde kullanılmasına öncülük etmiştir. Nitekim 1848'e kadar bireyciliğin kar-şıtı olarak kullanılan sosyalizm, bu tarihten sonra insan haklarının ekonomik vesosyal anlayış içinde ele alınmasına dayanan yeni bir toplum düzeni biçimindekullanılmaya başlanmıştır.

Modern sosyalizmin kurucuları olan Karl Marx ve Frederic Engels, sosyalizmi herşeyden önce kapitalizmin yadsınması olarak değerlendirmişlerdir. Marx, "GothaProgramının Eleştirisi" adlı kitabında komünist toplumu iki evre halinde incele-miştir. Birinci evre, kapitalizmin yerine alan toplum biçimidir. Birçok marxist buevreye sosyalizm adını vermiştir. Marx'a göre, bu evre, kapitalizmin izlerini taşı-yacaktır. Yeni egemen sınıf olarak işçilerin kendi devletlerine (proletarya diktatör-lüğü) ihtiyaçları vardır. Proletarya diktatörlüğü, yeni egemen sınıfı (işçi sınıfı)düşmanlarına karşı koruyacaktır. Halkın zihinsel ve ruhsal ufuklarında burjuva fi-kirler ve değerler yer almaya devam edecektir. Gelir de, mülk sahipliğinden kay-naklanmamakla birlikte, ihtiyaçlardan çok yapılan işe göre hesaplanacaktır. Bu-nunla birlikte, toplumun üretici güçleri, bu yeni düzende hızla gelişecek ve za-manla kapitalist geçmişin zorunlu kıldığı etkenler ortadan kaldırılacaktır. Top-lum, bundan sonra komünist aşamaya geçebilecektir.

Görüldüğü gibi, sosyalizm, sınıfsız topluma ulaşmada ilk evredir. Kır ile kent, ta-rım ve sanayi arasındaki eşitsizliklerinin yaşanmaya devam ettiği, işbölümününhenüz aşılmadığı bir geçiş dönemidir. Sınıfsız toplumun kendi temelleri üzerindegelişebildiği daha yüksek bir evresinde, kapitalizmden devralınan eşitsizlikler so-na erdirilmeye çalışılır. Üreticilerin kısmîlik ve parçalanmışlıklarının son kalıntıla-rıyla birlikte insanın insanı denetlemesi, sömürmesi ve baskı altına almasının sonbulacağının öngörüldüğü bir düzen olarak tanımlanabilir. Bu tanımdan da anlaşı-lacağı gibi, sosyalizm, komünizme giden yolda aslında bir geçiş evresidir.

Sosyalizm hangi kavramlarla karıştırılmaktadır?

Günümüzde genellikle, sosyalizm, komünizm ve kollektivizm kavramları birbiri-ne karıştırılmaktadır. Hatta eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Komünizm; sınıf-sal yaşayışın son bulması, modern kapitalist üretim tarzı içinde edinilmiş üretim

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I96

?

?

Page 100: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

araç ve olanaklarının toplumsallaştırılması, zenginliğin tüm toplumun mülkü kı-lınması, toplumsal üretimin sonuçlarının, mülkiyet veya çalışmaya değil, ihtiyacagöre tasarruf edilmesine dayanan özgür üretici bireylerin yer aldığı bir düzendir.Bilindiği gibi bu sürecin öznesi işçi sınıfıdır. Kollektivizm ise, sosyalist üretim tar-zına özgü bir mülkiyet tipini temsil etmektedir. Hem özel hem de devlet çiftliğiözelliklerini taşıyan bir mülkiyettir. Bir ara aşamadır. Bütün halkın adına kullanı-lan devlet mülkiyetinden farklı olarak nüfusun bir alt bölümü (genellikle bir köytopluluğu) tarafından uygulanan bir mülkiyettir.

3.2. Sosyalizmin Ortaya Çıkması

Sosyalizm nasıl ortaya çıkmıştır?

Sosyalist düşüncenin ortaya çıkması ve yaygınlık kazanması, 18. ve 19. yüzyıllar-da gerçekleşmiştir. Avrupa'da Sanayi Devrimi'nin ortaya çıkardığı işçi sınıfının se-falet içinde yaşaması yeni toplumsal düzen arayışlarını hızlandırmıştır. 19. yüzyıl-da İngiltere'de fakirlik ya da sefalet içinde yaşayan nüfus, geçmiş yüzyıla oranladört kat artmıştı. İngiltere'de 1800-1810 yılları arasında sanayi üretimi %23 artmış,büyüme oranı % 39'a çıkmıştı. Ulusal gelir de, yüzyılın başında 190 milyon poundayükselmiştir. Bu gelir dağılımında görülen eşitsizlikler, 19. yüzyılın başında sos-yalistlerin çalışan nüfus, özellikle de sanayi işçileri arasında kendilerine geniş birtaraftar kitlesi bulmalarında önemli bir etken olmuştur.

İngiltere'de sosyalizm nasıl ortaya çıkmıştır?

Avrupada sanayileşmenin getirdiği bu sefalet, yaşam koşulları açısından kapita-listler ve işçiler arasında bir mücadele başlatmıştır. Toplumdaki çelişkilerin belir-ginleşmesi, varolan öfkeyi artırmıştır. 1831 yılında Fransa'nın Lyon kentinde işçi-ler, 1844 yazı başında da Almanya'nın en yoksul işçi bölgelerinden biri olan Silez-ya'da dokumacılar ayaklanmışlardır. İngiltere'de de 1838 yılının Mayıs ayındaHalkın İstekleri "People's Charter" adlı bir beyanname yayınlamıştır. Bu beyanna-mede; genel oy, parlamento üyelerine ücret ödenmesi, oy hakkının sadece mülksahiplerine tanınması koşulunun kaldırılması ve gizli oy kullanılması isteklerivardı. İngiltere'de Chartizm adı verilen bu hareket, 1848 önce, bir sınıf ideolojisinedayalı ilk işçi hareketi idi.

18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında işçi sınıfını içinde bulunduğu sefa-letten kurtarmak için bazı kişiler "ütopyalar" üretmişlerdir. Ancak, 19. yüzyılın or-talarından itibaren Karl Marx ve Frederich Engels, bilimsel metodları kullanaraksosyalizmi teorileştirmeye çalışmışlardır. Özellikle, 1848 yılında kaleme aldıkları"Komünist Parti Manifestosu" bu çalışmaların başlangıcını oluşturmaktadır.

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 97

?

?

Page 101: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

3.3. Karl Marx'tan Önce Sosyalizm: Ütopyacı Sosyalizm

İlk ütopik sosyalist olarak kim gösterilmektedir?

Siyasal düşüncede sosyalizmin kökenini Platon'a kadar götürmek yaygın bir tu-tumdur. Platon, "Devlet" adlı ünlü eserinde, ideal bir toplumun düzenini tasarlar-ken ortaya koyduğu kollektivist model nedeniyle siyasal düşüncenin ilk ütopiksosyalisti sayılmaktadır.

Ütopik sosyalistlerin içinde en ünlülerden biri de İngiliz düşünürü ThomasMore'dir. 1516'da yayımladığı "Ütopaia" adlı eserinde, kollektivist temellere daya-nan hayal ürünü ideal bir devlet modeli planlamıştır.

Siyasal düşüncede Platon ve Thomas More dışında birçok ütopik sosyalistin va-rolduğu ileri sürülmektedir. Ancak, Marx'tan önce gerçek anlamda ütopik sosya-listler Saint Simon, Fourier, Feuerbach, Robert Owen ve Proudhon gibi kişilerdi.Bunların görüşleri toplumsal gelişimlerin gereklerini karşılayabilecek yatkınlıktave yetkinlikte değildi. Ancak, yetkin bir yaşam düzeni için toplumsal ve iktisadiilişkilerin geniş kitleler yararına, çalışan ve üreten kitleler lehine düzenlenmesiniistiyorlardı. Başlıca amaçları iş koşullarının değiştirilmesiydi.

Saint Simon'un düşünceleri nelerdir?

Saint Simon (1760-1825): Bir Fransız aristokratı olan Saint Simon, 1802-1825 yıllarıarasında yayımladığı eserlerinde toplumsal barışın ve ilerlemenin koşullarınıaraştırmıştır. İdeal toplumun şu ilkelere sahip olmasını istemiştir: "Her kişi kendiyeteneğine göre elde etmelidir ve her yeteneğe çabasına göre vermek gerekir. Zen-ginliklerin mirasçısı aile olmamalı, devlet olmalıdır. Devlet, üretim araçlarını yete-neğe ve gereksinime göre paylaştırmalı". Saint Simon, ayrıca, çocukların maddi et-kinliğini sanayiye, düşünce yetisini bilime, duygularını sanata yöneltecek biçimdeyetiştirilmesini öne sürmüştür.

Charles Fourier'in temel düşüncesi nedir?

Charles Fourier (1771-1837): Servetini yitiren Fourier, uygarlığın kötülüklerindenyakınan fikirler ileri sürmüştür. 1808'den sonra ortaya koyduğu görüşlerle, yürür-lükteki iktisadi yaşam düzeninin yerini alacak bir düzen tasarlamış, bu yeni dü-zende insanlığın mutluluğa kavuşacağına inanmıştır. Ona göre yürürlükteki ikti-sadi yaşam düzeni "insanlıkdışı"ydı, yoksullukla zenginlik arasında akıl almazuçurumlar vardı. Cennetlik, vahşilik, barbarlık ve uygarlık dönemlerinden geçmişolan insanlık mutlak uyuma ergeç ulaşacak, dünyada güvenli yaşam düzeni kuru-lacaktır. Fourier, endüstrinin insanları fakirleştirdiğine inanmaktadır. Bu neden-le, insanlar daha çok tarımla uğraşmalıdır. 810'u kadın, 810'u erkek olan 1620 kişi-lik gruplar kurulmalı; herkes her işi sırayla yapmalı, yemekler burada yenmeli,

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I98

?

?

?

Page 102: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

birlikte yaşanmalıdır. Fourier'in "Falansterler" adını verdiği bu toplumsal gruplar,yaklaşık 400 hektar toprak üzerinde tarımla uğraşacaklardı.

Ludwig Feuerbach (1804-1872): "Hıristiyanlığın Özü" adlı eserinde, Hegelciliği,düşünsel ve siyasal açıdan eleştiren Feuerbach, bütün manevi yaşamı (dinler veözellikle Hıristiyanlık) maddeci bir anlayışla açıklamaya çalışmıştır. Feuerbach'agöre; bu sistemlerdeki bütün evrensel terimler (Tanrı, mutlak zihin vb.) aslında in-sanın kendi özüne işaret etmektedir. Ancak, pratik ihtiyaçların, korkuların vb. bas-kısıyla insanın karşısında duran nesneler, mutlak gereklilermiş gibi yorumlan-maktadır. Dolayısıyla insan kendi özünün ne olduğunu ancak kendisine yabancıbir görüntü halinde görebilmektedir.

Robert Owen'in sosyalizme katkıları nelerdir?

Robert Owen (1771-1858): İnsanın karakterini kendisi değil, çevresinin belirledği-ne inanan Owen, çevreyi değiştirmeye çalışmıştır. İlk denemesini ortaklarındanolduğu New Zanark fabrikasında yapmaya çalışmıştır. Küçük çocukların fabrika-da çalışmasının önlenmesi, işçi barınaklarının düzene sokulması, ücretlerin arttı-rılması, çalışma saatlerinin azaltılması, iş yerlerine yakın okullar açılması üzerinedüşündüklerinin geniş çapta uygulanması için "Toplum Üzerine Yeni Görüşler"adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitabı çeşitli hükümet başkanlarına da göntermiştir.1815 yılında ekonomik bunalımın çıkması, Owen'in başarısız olmasına yol açmış-tır. Bunun üzerine Amerika'ya göç eden Owen, 1825 yılında satın aldığı bir köydekendi ideallerine uygun bir toplum kurmaya çalışmıştır. New Harmony adı veri-len bu deney de başarısızlığa uğramıştır. Owen, 1827'de tekrar İngiltere'ye dön-müştür. Sınıf kavgası görüşüne kesinlikle karşı olan Owen sosyalizmi, toplumuaklın egemenliği altına koymayı öngörmüştür. Bütün bunlara rağmen, Owen, İn-giliz sosyalist hareketini etkilemiştir. Karl Marx da, "Gotha Programının Eleştirisi"adlı eserinde, Owen'a çok şey borçlu olduğunu ifade etmiştir.

Proudhon'un amacı nedir?

Pierre-Josiph Proudhon (1809-1865): Anarşizm akımının kurucusu, küçük burju-va sosyalisti Proudhon, Marx ve Engels'ten sonra en ilgi çekici isimdir. Proudhon,iktisadi yaşamı toplumsal yaşamdan, bireyi toplumdan ayrı düşünmeksizin insa-nı geniş çerçevede kavramaya çalışmıştır. Düşüncelerinin bir bütünlük oluştur-madığı, hatta tutarsızlıklarla dolu olduğu öne sürülmektedir. 1840'da yazdığı ilkkitabında "mülkiyet nedir?" sorusuna, "mülkiyet hırsızlıktır" yanıtını vermiştir.1846'da da "Sefaletin Felsefesi"nde işçilerin sermaye düzenini ortadan kaldırmagereği duymadan üretim araçlarını nasıl ele geçirebileceklerini ortaya koymuştur.Proudhon'un amacı, burjuva sınıfını işçi sınıfıyla kaynaştırmak, ikisinden bir bü-tün oluşturmaktır. Böylece, emek ve sermaye karşıtlığı da ortadan kalkacak, mutlubir dünyanın kuruluşu sağlanmış olacaktır. O'na göre, bu ideal topluma ulaşmakiçin "kötülüklerin kaynağı Tanrı ve inanç" ortadan kaldırılmalı, devlet ve kilise tas-fiye edilmelidir.

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 99

?

?

Page 103: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

3.4. Karl Marx ve Sosyalizmin Teorileştirilmesi

3.4.1. Tarihsel Materyalizm

Tarihsel materyalizm'e göre sınıflar neye göre ortaya çıkmaktadır?

Yaygın anlayışa göre, sosyalizm, tarihsel materyalizm ve diyalektik materyalizmolmak üzere iki ayrı disiplinden oluşmaktadır. Bu ayrımda tarihsel materyalizm,sosyalist teorinin bilimsel yanını (tarih ya da toplumbilimi), diyalektik materya-lizm ise felsefi yanını ifade etmektedir. Marx'a göre, tarihin herhangi bir dönemin-de belirleyici olan bir düşünce kendiliğinden oluşmamıştır. Düşünce, ancak o dö-nemin maddi koşullarının bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre; birey-sel ve toplumsal yaşamın gelişimi tümüyle maddi koşulların, iktisadi etkenlerinbelirleyiciliğine bağlıdır. Sınıfların tarihi üretimin belli tarihsel gelişim evrelerinebağlıdır. Diğer bir deyişle insanlar üretim araçlarını üreterek dolaylı biçimde mad-di yaşamlarını üretirler. Böylece uygarlığın araçlarını üreterek dolaylı biçimdemaddi yaşamlarını üretirler. Maddi yaşamın üretim biçimi genel olarak toplum-sal, siyasal,düşünsel yaşam sürecini belirler. Yani alt yapı üst yapının oluşmasındatemel faktör olmaktadır. Böylece, tarihsellik Marx'ın düşüncesinde belirleyici ol-maktadır.

3.4.2. Diyalektik Materyalizm

Karl Marx, diyalektik materyalizmi hangi düşünürden yararlanarak geliştir-miştir?

Marx'ın tarihteki gelişmelerin ekonomik nedenlere dayandığı teorisinin yanısıra,ekonomik güçlerin etkisiyle işleyen bir "ilerlemeci evrim" ya da "tarihsel dinamik-ler" olarak tanımlanabilecek bir teorisi daha vardır. Bu ikinci teori, Alman düşünü-rü Hegel'den yararlanılarak gelitirilmiştir. Hegel'in "diyalektik" adı verilen kavra-mı, tarihi her aşamada egemen "idea"nın bir tez rolü gördüğü zıtların kavgasınadayanmaktadır. Bu tez, daha sonra bir "antitez" ile yani kendi karşıtı ile karşılaş-makta ve sonunda onun tarafından yenilgiye uğratılmaktadır. Bu çatışma, en so-nunda, hem tezin hem antitezin en değerli öğelerini kendinde birleştiren bir "sen-tez"in türemesine yol açmaktadır. Her sentez, sırası gelince, yeni bir tez durumunagelip, çok geçmeden kendi antitezi ile çatışmaya düşmektedir. Bu süreç "yetkindevlet"in gerçekleşmesine kadar sürmektedir.

Karl Marx'ın diyalektik materyalizmi nasıl işlemektedir?

Marx, Hegel'in "idealar" adını verdiği olguya "ekonomik sistemler" kavramınıkoymuştur. Diğer bir deyişle birbirinden farklı her üretim düzenini kendine eşlikeden, mülkiyet ilişkileriyle birlikte, en yetkin düzeye ulaşmaktadır. Ondan sonra,

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I100

?

?

?

Page 104: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

üretim düzenini çöküşe götürecek çelişkiler ortaya çıkmaktadır. Bu süre içinde,ona zıt bir düzenin temelleri atılmaktaydı. Bu iki üretim düzeni arasındaki çatış-manın sonucunda en değerli öğeler alınmakta ve yeni bir sistem ortaya çıkartıl-maktadır. Bu dinamik süreç, "komünizm" düzenine ulaşılana dek sürecekti. Ko-münizm döneminde de değişme görülecekti, ama değişme komünizmin sınırlarıiçinde kalacaktı.

3.4.3. Sınıf Kavgası

Çağımızda mücadele hangi sınıflar arasında gerçekleşmektedir?

Marx'a göre tarihe konu olan iki büyük kavga vardır. Biri ekonomik sistemler ara-sında, diğeri sınıflar arasında gerçekleşmekteydi. Marx, malların üretiminde, da-ğıtımında ve değişiminde farklı rolleri olan grupları "sınıf" olarak tanımlamıştır.Örneğin, sermayeyi ellerinden bulunduran insanlarla, emeği ile geçinenler birersınıf oluşturmaktaydı. Marx'ın değerlendirmesine göre, ilkçağda, efendilerle köle-ler, patrisiyalarla plepler arasında sınıf kavgası gerçekleşmiştir. Ortaçağ boyuncaçatışma; lonca ustaları ile kalfalar ve çıraklarla olduğu gibi, feodal beyler ve serflerarasında da vardı. Çağımızda bu mücadele kapitalistler sınıfı ile proleterya arasın-da bir kavgaya dönüşmüştür. Marx, proleteryanın bu mücadeleden başarıyla çıka-rak sınıfsız bir toplumu yaratacağı inancındadır.

3.4.4. Artı Değer

Artı değer nedir?

Marx, bu teorisiyle iktisat bilimine en büyük katkıyı yapmıştır. Artı değer teorisi,değişim değeri olan tüm zenginliklerin işçilerce yaratıldığı inancına dayanmakta-dır. Pazarlanabilen tüm malların değeri, onları üretmek için gerekli emeğin niceli-ği (miktarı) tarafından belirlenir. Sermaye birşey yaratamadığı gibi, sermayeyi ya-ratan da emektir. Bununla birlikte, işçi zahmetli çalışmasının ya da becerisinin ürü-nü olan değerden hakkı olan payı alamaz. Aldığı genellikle varlığını sürdürmesineyeten bir ücrettir. Değerin geri kalan bölümü, çeşitli parçalara ayrılır. Fabrikanınaşınma payı, fabrikanın genişletilmesi ve vergiler gibi kalemler çıkartıldıktan son-ra önemli bir parçası, faiz, rant ve kâr olarak kapitalistin cebine girmektedir.

4. Milliyetçiliğin (Ulusalcılığın) Ortaya Çıkması

4.1. Ulus ve Ulusalcılık Nedir?

Ulus ve ulusalcılığın ortaya çıkmasında hangi olaylar etkili olmuştur?

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 101

?

?

?

Page 105: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Tarihin en eski çağlarından beri sosyal bir varlık olarak toplu halde yaşayan insa-nın, bir topluluk biçiminde "millet /ulus" niteliğini alması 18. ve 19. yüzyıllardagerçekleşmiştir. Özellikle, Amerikan ve Fransız Devrimleri sonucu ortaya çıkaneşitlik, özgürlük, dayanışma ve halk egemenliği gibi kavramlar; ulus ve ulusalcılı-ğın çağdaş bir biçimde ele alınmasını sağlamıştır. Kısaca, ulus; bir topluluk oluş-turma bilincine sahip, ortak bir kültürü paylaşan, açıkça belirlenmiş bir topraküzerinde yerleşik, ortak bir geçmişe ve gelecek projesine sahip ve kendi kendiniyönetme hakkına sahip bir insan grubu olarak tanımlanabilir. Ulusun beş boyutubulunmaktadır. Bunlar sırasıyla; psikolojik (bir grup oluşturma bilinci), kültürel,toprağa ait (teritorial), siyasal ve tarihseldir.

Ulusalcılık hangi özelliklere sahiptir?

Ulusalcılık kavramı ise, ulus olmanın ya da ulus oluşturmanın bilincidir. Başka birtanımlama ile, dünya toplumlarının ulus öncesi oluşumlardan, ulus olma aşama-sına varma çabasının hem ürünü, hem de ideolojik aracıdır. Bu nedenle, ulusalcılıkyeknesak, değişmez, homojen bir ideoloji değildir. Ulusal oluşumun evrimindenve yapısal değişikliklerden etkilenen devingen bir akım olarak değerlendirilebilir.Ulusalcılık, ulus öncesi yapıların kendisini tasfiye ederek, yerine daha güncel ge-reksinmelere yanıt veren kurumların, daha ileri düzeyde yaşam ve yönetim biçim-lerinin geçmesini hedef alarak doğmuştur. Bu bağlamda, ulusalcılık, ulus-öncesikurumlardan ulus oluşa yönelmenin önündeki engelleri aştığı ölçüde tarihsel açı-dan ilerici bir niteliğe sahiptir. Ayrıca, ulusalcılığın sahip olduğu özelliklerden biride değişik toplumsal düzeylerdeki ve farklı kültürel geçmişlere sahip insanları biraraya getirme yeteneğine sahip olmasıdır.

4.2. "Ulus"un Ortaya Çıkması

Ulusun ortaya çıkmasını sağlayan sosyo-ekonomik yapı nasıldır?

Ulus adı verilen toplumsal olgu, feodal düzenin bozulmasıyla ortaya çıkmıştır. Bi-lindiği gibi, feodal düzen kırsal ve kentsel olmak üzere ikili bir yapı üzerine otur-muştu. Kırsal alanda feodal bey ve serf ilişkisi yoğun bir şekilde göze çarpmaktay-dı. Bu düzende feodal beyin ve kilisenin toprakları üzerinde değer üreten unsurserf idi. Önceleri, serfi toprağında belirli günler çalıştıran ve "emek-rant" alan feo-dal bey, sonradan bu rantı serfe bırakmıştır. Bu gelişme sonucunda feodal bey, ser-fe bıraktığı topraktan "ürün-rant" almaya başlamıştır.

Feodal düzenin son dönemlerinde para ekonomisinin ortaya çıkmasından sonrada, feodal beyin aldığı bu rant, "para rantı"na dönüşmüştür. Bu süreç sonunda serfelinde daha fazla "değer" ve para tutabilmiştir. Bununla birlikte, bu dönemde nü-fusun artması ve serfin üretimden daha çok pay alması üzerine toplumda talep art-mıştır. Bu sosyo-ekonomik gelişme lonca sisteminin etkinliğini azaltmıştır. Top-lumsal gereksinimleri karşılamak için daha fazla mal üretilmeye başlanmıştır. Bu

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I102

?

?

Page 106: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

fazla üretim kentler arasında ilişkinin sınırlı olduğu, seyahatin güçlükle yapılabil-diği ve ticaretin sadece lüks maddelerle sınırlı bulunduğu "kendi kendine yeterli"kapalı ortaçağ ekonomisinde bir canlılık yaratmıştır. Feodal düzenin daha yoğunyaşandığı kırlarda da ticaret yaygınlaşmıştır. Bunun doğal sonucu olarak serflerde kentlere kaçıp özgürleşmişlerdir. Yaşanan bu sosyal ve ekonomik değişmelertoplumda yeni bir sınıf oluşturmuştur. Burjuvazi adı veliren bu sınıf, pazara yöne-lik üretime yönelmiştir.

Avrupa'da burjuvazinin ortaya çıkmasıyla feodal beylerin ve kilisenin nüfuzuazalmıştır. Ekonomik ve toplumsal yapıdaki bu değişme, Avrupa'da güçlü merke-zi iktidarların kurulmasını sağlamıştır. Ticaret olanakları gelişmiş, ülkenin tümbölgelerinde aynı yasaların uygulanmasına geçilmiş, "burg"ların surları içindeolan pazar bütün ülkeyi içine alacak biçimde genişlemiştir. Kapalı ekonomidenulusal pazar ekonomisine geçilmiştir. Para kullanımı yaygınlaşmıştır. Ekonomikyaşama ağırlığını koyan burjuvazi, gücünü, maldan ve sermayeden almaya başla-mıştır.

11. ve 12. yüzyıllarda krallıkların güçlenme sürecinin yarattığı pazar birliği, 16.yüzyılın sonunda "ulus"u oluşturan ögeleri ortaya çıkarmaya başlamıştır. Çünkü,yeni dönemde halkın ticaret yapabilmek için herşeyden önce ortak bir anlaşmaaracı bulması gerekmiştir. Böylece, Ortaçağın latincesi önemini kaybetmiş ve böl-gesel diller ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, 16. yüzyıldaki dinsel alandaki re-form hareketi Papalık'ın ve kilisenin etkinliğini iyice azaltmıştı. Her krallıkta "ulu-sal" mezhepler ve kiliseler türemiştir.

Bazı düşünürler de "Doğal Hukuk İlkeleri" adı altında mevcut düzeni sorgulamış-lardır. Devlet, toplumsal sözleşme, ulusal egemenlik vb. kavramlar çerçevesindeburjuvazinin ekonomik ve siyasal yapısını güçlendirmeye çalışmışlardır. Bunlar-dan biri olan John Locke ulusal egemenlik kavramına, devletin kapitalist düzeninalt yapısının oluşturma ve üretimin güvence altına alınma anlamını da yüklemiş-tir. Buna göre, devlet, mülkiyet hakkını koruyacak ve müdahale etmeyecekti. Dev-let, yalnızca, toplumsal üretim sürecini engelleyecek risklerin ortadan kaldırılmasıgörevini yerine getirecekti. Fransız Devrimi'nden önce J. J. Rousseau da, genel ira-de kavramını geliştirmiştir. Buna göre, devlet iktidarının bütünüyle ortaya çıkabil-mesi için vatandaşların elindeki iktidar gücünü biraraya getirmek zorunluluğuvardır. Bir karar almak sözkonusu olunca bütün halkı toplamak ve halkın herbiri-nin açıkladığı iradelerin toplamını alarak genel iradeyi bulmak gerekiyor. Rousse-au'nun bu yorumu; çağdaş "ulus" kavramının oluşmasında ve "ulus-devlet" yapı-larının ortaya çıkmasında büyük katkısı olmuştur. Kuşkusuz, Fransız Devrimi sı-rasında Emmanuel Sieyes'in "Üçüncü Kuvvet Nedir?" sorusunu sorması ve buna"her şeydir" yanıtını vermesi "ulus" unsurunun tanımlanmasında etkili olmuştur.Böylece, "her şey" olan üçüncü kuvvet "ulus"la aynı anlama gelmiştir.

18. yüzyılda hangi değerler çağdaş ulus kavramının oluşmasını sağlamıştır?

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 103

?

Page 107: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Bu siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel değişmeler aynı topraklar üzerinde yaşa-yan insanların birbirleriyle daha fazla ilişkiye girmelerine neden olmuştur. Hatta,insanlar aynı gruba üye olmanın bilincine varmışlardır. Giderek ortak dil, ulusaldin, ortak ülkü, ulusal karakter ve değerler üretmeye başlamışlardır. Böylece, 18.yüzyılda çağdaş anlamda "ulus" ortaya çıkmıştır.

4.3. Ulusalcılığın Ortaya Çıkması

Ulusalcılığın tarih sahnesine çıkmasında Avrupa toplumlarının pre-kapitalist birekonomiden, kapitalist bir düzene geçmesi etkili olmuştur. Nitekim, bu tarihselatılımda ulusalcılık, dağınık ekonomik grupların, toplumsal birimlerin ortak birulusal karar merkezinde toplanmasını benimsemiştir.

Ulusalcılığın ortaya çıkmasında ekonomik gelişmelerin ne gibi etkisi olmuş-tur?

Üretim ve bölüşümün ulusal düzeyde yaygınlaşması ve ulusallaşması, ekonomikbirim olarak tüm ulusun alınması, emeğin, sermayenin ve pazarın etkinliğinin odöneme kadar görülmemiş bir büyüklüğe ulaşması, üretici güçlere büyük bir di-namizm kazandırmıştır. Bu hareketliliğin gerçekleşmesini ideolojik planda savu-nan ulusalcılık, coğrafi ve siyasal engellerle bölünmüş bir nüfusu hem yatay olarakhem de dikey olarak tek bir otorite altında bütünleştirmeyi hedeflemiştir. Bu bağ-lamda, bireyler ve gruplar ulusal birliğe çağırılmıştır. Savunulan ulusal birlik, bir-birine benzemeyen birimlerin organik dayanışmasından güç alan, dinamik birekonomik yapı üzerine inşa edilmeye çalışılmıştır. Bu ekonomik yapı da, bilime,yeni buluşlara, yaratıcılığa açık, kazanmaya ve başarmaya dayalı bir toplum felse-fesini beraber getirmiştir. Bu süreçten sonra, bireylerin bağlılıkları; yerel güçlereve kilisenin kutsallık atfedilen gücüne değil, ulusun tümüne bağlılık biçimine dö-nüşmüştür.

Burjuvazi sınıfı ile ulusalcılık arasında ne gibi bir ilişki vardır?

"Tanrısal egemenlik" anlayışı ve ayrıcalıklı ilişkiler ortadan kalkınca, mutlak mo-narşiler, aristokrasi ve kilise birer siyasal güç olmaktan çıkmışlardır. Bu tarihsel di-namizm içinde Rönesans ve Reform hareketleri; düşüncenin özgürleşmesini,inancın bağımsızlaşmasını, siyasal iktidarın dünyevileşmesini ve bireylerin tümfaaliyetlerinde "akıl"a başvurmasını getirmiştir. Burjuvazi sınıfı, bu özgürleşmeyive atılımı yaratan güç olarak, siyasal iktidara ortak olmayı, liberalizmi, laikliği,temsili siyaseti ve eşitliği savunmuştur. Bunun doğal sonucu olarak ulusalcılıkburjuvazinin savunduğu görüşlerden biri olmuştur.

Ulusalcılığın ortaya çıkmasında hangi kavramlar önemli rol oynamıştır?

Ulusalcılık, bu tarihsel zorunluluk ve gelişmelerden sonra, 18. yüzyılda Amerikanve Fransız devrimleri sırasında savunulan düşünceler sayesinde ortaya çıkmıştır.

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I104

?

?

?

Page 108: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Nitekim, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, dayanışma ve ulus egemenliği kavramlarıulusalcılığın tarih sahnesine çıkmasında temel rolü oynamıştır. Bu devrimleri ya-panlara göre, "egemenlik ulusa ait ise", siyasal otorite ulusu temsil edenlerce kulla-nılması gerekiyordu. Bir başka deyişle, ulusalcılık, toplumsal otoritenin mistik,dinsel ve kısmi güçlerin elinden alınıp, ulustan kaynaklanan meşruiyete (yasallı-ğa) dayandırılmasını sağlamıştır.

Amerikan ve Fransız devrimleri sonucu şekillenen ve ulusalcılıkla bağlantılı olanyurttaş kavramı da belirli bir ülkede, belirli siyasal kurumlar içinde yaşayan birey-leri tanımlamak üzere kullanılmıştır. Bu tarihten sonra sınırlar her zamankindendaha önemli hale gelmiştir. Ulus-devlet bireylerin kendi hak ve görevlerini yerinegetirebilecekleri bir kurum olmuştur.

18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılın başlarında ulusalcılık, belli bir toprak parçası-na, ortak dile, ideallere, değerlere ve geleneklere bağlanma biçiminde algılanmış-tır. Bu duygu, aynı zamanda bir grubu, diğer gruplardan "farklı" kılan semboller(bayrak, marş gibi) ile özdeşleşmeyi gündeme getirmiştir. Bütün bu işaretlere bağ-lanmak bir kimlik yaratmıştır. Bu kimliğe yönelme, dün olduğu gibi bugün de hal-kı harekete geçirme gücüne sahiptir.

Ulusalcılığın gerçekleştirmek istediği amaçlar nedir?

Ulusalcılığın etkin bir siyasal akım olarak ortaya çıkmasından sonra gerçekleştir-mek istediği amaçları şöyle sıralayabiliriz:

1. Kendine özgü bir kimliği olan ulus inşa etmek2. Ulusal ekonomiyi yaratmak3. Ulusal yönetim organı yaratmak (ulusal devlet örgütünü her türlü birey,

yöre ve grup üzerinde egemen kılmak)4. Ulusal bir kültür yaratmak

Fransız Devrimi, ulusalcılığın yayılmasına nasıl etki yapmıştır?

Fransız Devrimi'nden sonra bu amaçları gerçekleştirmeye çalışan ulusalcılık, ileri-ci bir niteliğe sahipti. Bilindiği gibi devrim sırasında İnsan ve Yurttaş Hakları Bil-dirgesi kabul edilmişti. Ulusalcı anlayış ve liberalizm, feodalizme ve kiliseye karşıbirlikte mücadele etmişlerdi. Devrim sırasındaki ulusalcılar, amaçlarının özgür-lük için zülme karşı mücadele olduğunu vurgulamışlardır. Böylece, ulusalcılaryurtsever bir özelliğe sahip olmuşlardır. Daha da önemlisi feodalizm altında acıçeken insanların özgürlüklerine kavuşmalarına ve onların bir ulus olarak kendikendilerini yönetmelerine yardımcı olmayı görev olarak bilmişlerdir. Tüm bunla-rın sonucu olarak, daha sonraki dönemlerde ulusun self determinasyon (kendikendine yönetme hakkı), devrimin temel dış politika ilkesi olmuştur. Devrim sa-vaşlarının ve Napolyon yayılmacılığının gerekçesi haline gelmiştir. Özellikle Na-polyon Savaşları tüm Avrupa'da ulusal siyaset anlayışını yaymıştır. Bu nedenle,Rusya, Avusturya ve Osmanlı İmparatorluğu gibi çok uluslu yapıların çözülmesi-

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 105

?

?

Page 109: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

ni hızlandırmıştır. Ancak, Alman, İspanyol ve Rus ulusalcılığı da bu savaşların so-nucunda uç vermeye başlamıştır.

4.4. Ulus ve Ulusalcılığın Ortaya Çıkmasına Yönelik Bazı Teorik Yaklaşımlar

Ulus ve ulusalcılık hakkında farklı görüşler ileri sürülmesinin temel nedeni ne-dir?

Ulus ve ulusalcılık konusundaki yayınlara bakıldığında, çoğunda, "Bir millet ne-dir?" sorusunun önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Çünkü, pek çok insan top-luluğundan hangisinin "ulus" biçiminde nitelenmesi gerektiği konusunda ortakbir kriter bulunmamaktadır. Ancak, konuya ilgi duyan bazı düşünürler, ulus ol-mak için hangi nesnel kriterlerin bulunması gerektiği ya da belirli grupların "mil-letleşirken" belirli grupların neden "milletleşemediği" konusunda çeşitli görüşlerileri sürmüşlerdir. Bunlar, genellikle dil veya etnik köken gibi tek bir kritere dayan-dırıldığı gibi dil, ortak toprak parçası, ortak tarih, kültürel özellikler gibi kriterlerkümesine de dayandırılmaktadır.

Bu bağlamda, çoğu düşünür, ulus ve ulusalcılık kavramlarını modern olgular ola-rak değerlendirmektedir. Ernest Gallner'e göre, ulus ne istençli olarak ne de "Al-man romantik milliyetçiliği" ile tanımlanabilir. Ortak bilinç ancak, ulusal bir kimli-ğin varlığına karşılık gelmektedir. Ulusları meydana getiren şey ise, uluslaşmanınkendisidir. Gallner'in burada işaret etmek istediği nokta, ulusalcılık; ancak, kayna-ğı, yöntemi ve meşruluğu ne olursa olsun mevcut tarihi koşullar içinde bir ulus çı-karma "yeteneği" gösterebilmişse ulusun yaratılabileceğidir. Yani, ulusla ilgili fak-törlerin ulusu oluşturacak şekilde düzenlenmesi, biraraya getirilmesi, toplumsalgüç ve ilişkilerin sonuç yaratacak şekilde kanalize edilmesiyle bu gelişmenin ola-naklı olabileceğidir. Gallner, ulusun oluşumunda ulusalcılığın rolünü şöyle ifadeetmektedir: "İnsanları sınıflandırmanın doğal, Tanrı vergisi bir yolu olarak, içkinama uzun süre gecikmiş bir siyasal gelecek olarak uluslar, bir söylemden ibarettir;bazen önceden varolan kültürleri alan ve bunları uluslara çeviren ulusalcılık, ba-zen ulusları icat eder ve genellikle önceden var olan kültürleri yok eder; iyi de olsakötü de olsa bu bir gerçekliktir". Gallner, bu gelişmenin de sanayi toplumunun or-taya çıkmasıyla olanaklı olduğunu öne sürmektedir.

Benedict Anderson, ulusalcılığın ortaya çıkmasını neye dayandırmaktadır?

Benedict Anderson, "ulus olma"nın ve ulusalcılığın toplumsal ve kültürel ürünlerolduğunu savunmaktadır. Diğer bir deyimle, ulus, toplumsal olarak bir işbirliğisonucu ortaya çıkmıştır. Anderson'a göre, "ulus, tahayyül edilen bir siyasi toplu-luktur. Çünkü, üyeler hiçbir zaman kendi toplumlarının tüm üyelerini bilemezler,onlarla yüzyüze gelemezler. Bununla birlikte her birinin düşüncesinde kendile-riyle ortak yanları olan ve ayrı inancı paylaşan insanların ve toplumun hayali mev-

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I106

?

?

Page 110: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

cuttu". Anderson, insan gruplarının bu birikime, bu anlayışa 18. yüzyılın sonların-da ulaştığı inancındadır.

Karl Marx, ulusların oluşumunu neye dayandırmaktadır?

Modern döneme damgasını vuran Karl Marx da, ulusların oluşumunu burjuvazi-nin gelişim sürecinin bir parçası olarak değerlendirmiştir. Marx bu konudaki dü-şüncelerini şöyle ifade etmiştir: "Burjuvazi, halkın üretim araçlarının ve mülkiye-tin dağınık haldeki durumunu ortadan kaldırma gücünü elinde tutar. Dağınık hal-kı biraraya toplar, üretim araçlarını merkezileştirir ve mülkiyeti birkaç elde toplar.Bunun doğal sonucu ise, siyasi menkezileşmedir. Çeşitli çıkarları, kanunları, hü-kümetleri ve vergi sistemleri olan bağımsız veya kısmen bağımlı bölgeler tek ulus,tek hükümet, tek kanun, tek ulusal çıkar ve tek gümrük tarifesi altında birleşmişolurlar". Bir başka deyimle, Marx, "ulus"un oluşumunu burjuvazinin artan bir şe-kilde özgürleşmesinin bir sonucu olarak değerlendirmektedir.

E. J. Hobsbawm'a göre ulusalcılık hangi tarihsel aşamalardan geçerek oluşmuş-tur?

Belli bir ulusun kendi devletini kurmak ya da varolan bir ulus-devletin savunul-masını öngören ulusalcılık konusunda da farklı teoriler öne sürülmektedir. Bun-lardan biri olan ünlü tarihçi E.J. Hobsbawm, ulusalcılığın temelde üç tarihi sürecesahip olduğunu belirtmiştir. O'na göre, kavram başlangıçta kültürel, edebî folklo-rik bir içeriğe sahip olmuştur. Bu aşamada dernekler gibi yarı siyasal kuruluşlaroluşurlar ve bu derneklerin daha çok tarihe yönelik bir ilgi ve ulusalcı eksende birtarih yorumu ortaya koyarlar. İkinci aşamada, ulus düşüncesini savunanlar çeşitlidüzeylerde politik kampanyalar düzenlerler. Amaç, ulusalcılığa kültürel desteksağlamak, sosyolojik aidiyetten politik bir program çıkartmak, ilgili topluluğu or-tak hedefler etrafında toplayarak siyasal aidiyete geçmektir. Son aşama olan üçün-cü aşamada da bu kitlesel destek elde edilir ve siyasal toplum içinde beliren iktida-ra etkin bir şekilde katılım sağlanır. Hobsbawm, bunlara rağmen, dünyada gelişenulusalcı hareketlerin aynı süreçlerden geçmeyebileceğini de ifade etmektedir.

4.5. Ulus-Devletin Ortaya Çıkması

Siyasal toplumun oluşumundan itibaren sürekli "egemen bir üst otorite" varol-muştur. Üst otoritenin niteliğine yönelik iki temel ayrım yapılabilir. Birincisi, gö-çerliğin etkin olduğu "klan, kabile" gibi yapılarda otoritenin şahsiliğidir. Ancak,yerleşik düzene geçildikten sonra nüfusun artması, işbölümü ve uzmanlığın geliş-mesinden dolayı otorite kurumlaşmaktadır. Otorite kişilerden bağımsız bir kural-lar ve kurumlar bütünü olarak ortaya çıkmaktadır.

İkincisi ise; siyasal otoritenin meşruiyet kaynağı ile ilgilidir. Fransız İhtilali'ndenönce kişi ve kurumlar yönetme hakkını, halk da itaat etme görevini, yüce, kutsal bir

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 107

?

?

Page 111: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

unsurdan aldıklarına inanmışlardır. Batı siyasal düşünceler tarihinde egemeninmeşruiyetini halktan aldığı fikrinin açıkça işlendiği ilk eserlerden biri ThomasHobbes'un "Leviathan" adlı eseridir. Hobbes'a göre halk, egemene, bir toplumsalsözleşme ile doğal haklarını devreder. Bu hakları devrettikten sonra da bir dahaegemene karşı ileri süremez. Fakat, egemenliğin kaynağı konusundaki en önemlideğişiklik, J.J.Rousseau'nun görüşlerinde ortaya çıkmıştır. Bilindiği gibi, Rousse-au, halkın tebaalıktan yurttaşlığa geçmesini ve yönetimde meşrutiyet kaynağı ol-ması gerektiğini öne sürmüştür. Bu anlayış, Fransız İhtilâli'nde uygulamaya so-kulmuştur.

Ulus-devlet hangi olayla ortaya çıkmıştır?

Bu bağlamda, Fransız İhtilâli sonucu etkin bir şekilde ortaya çıkan ulusalcılık, ulusve devleti birbirine bağlamanın yollarını araştırmıştır. Bunun için ulusu siyasallaş-tırmanın yanısıra, kültürel ve siyasi değerleri birleştirerek bir ulus-devlet projesiyaratmaya çaba göstermiştir. Nitekim, 19. yüzyılın başlarından itibaren ulus-dev-letler tarih sahnesine çıkmıştır. Ernest Gellner, ulusalcılıkla ulus-devlet ilişkisini,"ulusalcılık temelde, siyasal birim ile ulusal birimin çakışmalarını öngören siyasalilkedir" şeklinde açıklamaktadır. Şüphesiz, ulusalcılık, etnik ya da kültürel eksen-de biraraya gelmiş türdeş bir halk istemektedir. Bunu da, ulus-devlet aracılığıylagerçekleştirmeyi öngörmüştür.

Ernest Gellner, ulus-devletin ortaya çıkmasını nasıl açıklamaktadır?

Ulusalcılığın tahayyülünde devlet, sadece toplumsal ilişkileri düzenlemekte tek-nik bir zorunluluk olmayıp, bundan daha da önemlisi, modernleşmeyi gerçekleş-tirecek bir organizasyon olmasıdır. Nitekim, Gellner'e göre, "sanayileşme ve onun-la birlikte cereyan eden karmaşık işbölümünün talepleri tarafından harekete geçi-rilen merkezileşme süreçleri" kaçınılmaz olarak ulus-devletleri doğurmuştur. Sa-nayileşme sürecinde kırsal toplumsal örgütlenme biçimini kökten değiştirecek veyeni ilişki biçimlerini oluşturacak merkezi bir güce ihtiyaç vardır. Adı devlet olanbu merkezi güç, ortak bir dil ve ortak eğitimle homojen bir toplumsal ilişkiler orta-mı oluşturmak zorundadır. Bu talep kaçınılmaz olarak "siyasal birim ile kültür ara-sındaki ilişkide derin bir uyarlama yapmayı" gerektirir. Dolayısıyla her kültürünkarşılığı olan ulus, kendi devletine ulaşır.

19. yüzyılda, ulus-devletin bir siyasal birim olarak ortaya çıkması, yalnızcaAvrupa'da değil, dünyanın diğer bölgelerinde de bir model olarak benimsenmiş-tir.

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I108

?

?

Page 112: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Özet

Kapitalizm, sermayenin temel üretim aracı olduğu bir sistemdir. Bu sistem, ortaçağın son-larında feodal sistemin çözülmesinden sonra ticaretin canlanması sonucu ortaya çıkmıştır.12. ve 13. yüzyıllardan itibaren parasal kredilerin alınıp verilmesinin özendirilmesi içindinî ve hukukî yapının değiştirilmesi, sermaye birikiminin gerçekleşmesini kolaylaştırmış-tı. Kapitalizmin ilk türü olan ticari kapitalizm, coğrafik keşifler, parasal, teknik devrimlerve rönesans-reform hareketleri sonucu iyice gelişmiştir. Ticari kapitalizm döneminde altın-gümüş gibi değerli madenler ön plandadır. İktisadi politika ise merkantilist'tir. Paraya da-yanan, ulusalcı ve müdahaleci niteliklere sahip merkantilizm, Avrupa ülkeleri tarafındanfarklı biçimlerde uygulanmıştır. Ticari kapitalizmden sonra sanayi devriminin ortaya çık-masıyla sanayi kapitalizm dönemi başlamıştır. Piyasa ekonomisine dayanan sanayi kapita-lizminde sermaye ve işgücü birbirinden ayrılmaktadır. Bu nedenle sınıfsal çelişkiler art-mıştır. Liberalizmin egemen olduğu bu sistemde; üretim özgürlüğü, ticaret özgürlüğü fi-yat ve rekabet özgürlüğü gibi ilkeler mevcuttur.

Kapitalizme bir tepki olarak doğan sosyalizm ise, Karl Marx ve Frederich Engels tarafındansistemleştirilmeden önce ütopyacı bir aşama geçirmiştir. Ütopyacı sosyalistler, işçi sınıfı-nın içinde bulunduğu kötü koşullardan kurtarmayı düşünmüşlerdir. Ancak, düşünceleri-ni uygulamaya sokamamışlardır. Karl Marx, tarihsel materyalizm ve diyalektik materya-lizm alanlarında görüşler ileri sürerek sosyalizme yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. O'nagöre sermaye sınıfı ile işçi sınıfı arasındaki mücadele, "sınıfsız bir toplumun" kurulmasıylanoktalanacaktır.

Çağdaş dünyanın kurulmasında etkin olan kavramlardan biri de ulusalcılıktır. Fransızdevrimiyle ortaya çıkan ulusalcılık, belli bir toprak parçasına, ortak dile, ideallere, değerlereve geleneklere bağlanmaktır. Ulusalcılığın ilişkili olduğu en önemli olgulardan biri ulus-devlettir. 19. yüzyılın başlarından beri ulus-devlet bir model olarak benimsenmiştir.

Değerlendirme Soruları

1. Aşağıdakilerden hangisi ticari kapitalizmin gelişmesine katkıda bulunanolaylardan biri değildir?A. Coğrafik keşiflerB. Rönesans ve reform hareketleriC. Buhar makinesinin bulunmasıD. Matbaanın bulunmasıE. Borsaların kurulması

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 109

Page 113: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

2. Aşağıdakilerden hangisi Fransız Merkantilizminin en ünlü temsilcilerindenbiridir?A. J. B. ColbertB. J. J. RousseauC. VoltaireD. LutherE. John Stuart Mill

3. Aşağıdakilerden hangisi Adam Smith'in ekonomik alanda liberal düşünce-lerini dile getirdiği eserlerinden biridir?A. Toplum SözleşmesiB. Ulusların ZenginliğiC. AnsiklopediD. Özgürlük ÜzerineE. Üçüncü Kuvvet

4. Aşağıdakilerden hangisi ütopyacı sosyalistlerden biri değildir?A. Saint SimonB. Charles FourierC. Robert OwenD. Karl KautskyE. Ludwig Feuerbach

5. Aşağıdakilerden hangisi ulusalcılığın etkin bir siyasal akım olarak ortayaçıkmasından sonra gerçekleştirmek istediği amaçlardan biri değildir?A. Ulusal ekonomi yaratmakB. Kendine özgü bir kimliği olan ulus meydana getirmekC. Ulusal bir kültür yaratmakD. Ulusal yönetim organı yaratmakE. Sanayi yatırımlarının yapılmasını teşvik etmek

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Aybay, Rona; Sosyalizmin Öncülerinden Robert Owen. Yaşamı, Eylemi ve Öğ-retisi, İstanbul: 1970.

Baechler, Jean; Kapitalizmin Kökenleri, (Çev: Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara:1986.

Baydur, Mithat; Milliyetçilik, İstanbul: 1994.

Bostancı, M.Naci; "Etnisite, Modernizm ve Milliyetçilik", Türkiye Günlüğü, Sayı:50, (Mart-Nisan 1998).

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I110

Page 114: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Gellner, Ernest; Milliyetçiliğe Bakmak, (Çev: Simten Çoşar, Saltuk Özertürk, Na-lan Soyarık), İstanbul: 1998.

Guibernau, Montserrat; Milliyetçilikler, (Çev: Neşe Nur Domaniç), İstanbul:1997.

Hamitoğulları, Beşir; Çağdaş İktisadi Sistemler, Ankara: 1986.

Hobsbawm, E.J.; Milliyetler ve Milliyetçilik, (Çev: Osman Akınbay), İstanbul:1993.

Lande, S.David; Kapitalizmin Doğuşu, (Çev: Süleyman E. Gündüz), İstanbul:1998.

Marx, Karl - Engels, Friedrich; Komünist Manifestosu, (Çev: Yılmaz Onay), İstan-bul: 1998.

Sezgin, Ömür; Marx, Kapital ve Diyalektik Materyalizm, Ankara: 1986.

Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, C.1, İstanbul: 1988.

Timuçin, Afşar; Düşünce Tarihi, İstanbul: 1997.

Değerlendirme Sorularının Yanıtları

1. C 2. A 3. B 4. D 5. E

K A P İ T A L İ Z M , S O S Y A L İ Z M V E M İ L L İ Y E T Ç İ L İ Ğ İ N O R T A Y A Ç I K M A S I 111

Page 115: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

ANADOLU ÜNİVERSİTESİAÇIKÖGRETİM FAKÜLTESİ

İLKÖĞRETİM ÖĞRETMENLİĞİLİSANS TAMAMLAMA PROGRAMI

DünyaTarihi

Ünite 6. 7. 8.9. 10

Çağdaş

Page 116: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

DünyaTarihi

Çağdaş

Yazarlar:Prof.Dr. İhsan GÜNEŞYrd.Doç.Dr. Erol KUTLU Yrd.Doç.Dr. Kemal YAKUT

Editör: Prof.Dr. İhsan GÜNEŞProf.Dr. Cahit BİLİM

T.C. ANADOLU ÜN İVERS İTES İ YAYINLARI NO: 1078

AÇIKÖĞRET İM FAKÜLTES İ YAYINLARI NO: 596

SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ

Page 117: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Bu kitabın basım, yayım ve satış haklarıAnadolu Üniversitesine aittir.

"Uzaktan öğretim" tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.

İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya dabölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt

veya başka şekillerde çoğaltılamaz,basılamaz ve dağıtılamaz.

Copyright © 1999 by Anadolu University

All rights reserved

No part of this book may be reproducedor stored in a retrieval system, or transmitted

in any form or by any means mechanical, electronic,photocopy, magnetic tape or otherwise, without

permission in writing from the University.

Tasarım: Yrd.Doç.Dr. Kazım SEZGİN

ISBN 975 - 492 - 834 - 7

Page 118: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Amaçlar

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• Birinci Dünya Savaşının Nedenlerini,• Savaşın Yayılmasını,• Osmanlı Devletinin Savaşa Girişini öğreneceksiniz.

İçindekiler

• Savaşın Nedenleri 115• Savaşın Başlaması 118• Savaşın Genişlemesi 118• Savaşın Sona Ermesi 124• Özet 126• Değerlendirme Soruları 127• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 128

ÜNİTE

6Birinci Dünya Savaşı

YazarProf.Dr. İhsan GÜNEŞ

Page 119: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Çalışma Önerileri

• Bir ansiklopediden ünitede adı geçen kişilerin biyografileriniöğreniniz.

• Yanınızda atlas bulundurunuz ve olayların geçtiği yerleri dik-katlice belirleyiniz.

Page 120: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

1. Savaşın Nedenleri

1914’te başlayan savaş, o güne kadar dünya uluslarının yaşadığı en kanlı olay ol-muştur. Bu savaş, toplumun tüm kesimlerini derinden etkilemiştir. Dört yıl boyun-ca dünyanın çeşitli bölgelerinde Avrupa savaş sanayisinin ürettiği yeni silahlar olukoluk insan kanının akmasına neden olmuştur. Niçin dünya ulusları böylesine kanlıbir savaşın içine girmişlerdir?

Birinci Dünya Savaşı'nın genel nedenleri nelerdir?

Bu sorunun cevabını 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da meydana gelen geliş-melerde aramak gerekir. Bu gelişmeleri:

• Endüstri Devrimi ve Sömürgecilik,• Silahlanma yarışı,• Milliyetçilik,• Bloklaşma olarak ayırmak olanaklıdır.

Endüstri Devrimi ve Sömürgecilik: 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar Avrupa’da te-mel zenginlik kaynağı topraktı. Bunu el sanatları ve ticaret izliyordu. Rönesans’ıngetirdiği akılcı uygulamalar bilimi inancın dar kalıplarından çıkararak gözlem vedeneyin etkisi altına sokması, Avrupa’da önemli gelişmelere yol açtı. Tarım tekno-lojisinde yapılan yeniliklerle üretimde büyük artışlar sağlandı. Bilim adamları insanve hayvan emeğinin yanında buhar gücünden de yararlanmanın yollarını araştırdıve buharlı makinalar üretim alanına sokularak elle üretim devri kapandı, fabrikas-yon üretim devri başladı. Havagazı, elektrik ve petrolün de sanayide kullanılmasıAvrupa’daki üretimi artırırken hammadde bulma ve üretileni satma sorunlarını or-taya çıkardı. İşte, bu iki olgu, Avrupa’nın güçlü devletlerini sömürgeleri elde tutma,yeni sömürgeler elde etme yarışına soktu. 19.yüzyılın son çeyreğinde Afrika’nın%11’i Pasifik adalarının %57’i sömürgeleştirilmiş iken yirminci yüzyılın başında Af-rika’nın %90’ı Pasifik adalarının %99’u sömürgeleştirilmiştir.

Büyük Devletler dünyanın hangi bölgelerini sömürgeleştirmişlerdir?

Birinci Dünya Savaşı öncesinde yaklaşık olarak yeryüzü yuvarlağının yarısı Avru-palı Devletlerin kontrolü altında bulunuyordu. Avrupalı devletler içinde en büyüksömürgeye sahip devlet İngiltere’ydi. Üzerinde güneş batmayan bu imparatorlu-ğun Mısır, Sudan, Nijerya, Hint Yarımadası, Seylan, Çin Hindi dışındaki Güney Do-ğu Asya ülkeleri, Yeni Zelanda, Avusturalya, Kanada v.s. ülkeler onun denetimi al-tındaydı. O’nu Fransa izliyordu. Fas, Tunus ve Cezayir’i Osmanlı Devleti’nden alanFransa, Çin Hindi’ni ve Afrika’nın çeşitli yerlerini sömürgeleştirmişti. Avrupa’nınüçüncü güçlü ülkesi Rusya ise Kafkaslara, Mançurya’ya doğru ilerleyerek egemen-lik alanını genişletmiştir. Rusya, diğer ülkelerden farklı bir yaklaşımla hareket ede-rek girdiği toprakları fiili işgali altında almıştır. İtalya ve Almanya’nın birliğini sağ-laması, Avrupa’lı devletlerin kendi aralarında kurdukları sömürgeci düzene ters

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 115

?

?

Page 121: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

düşmüştür. Zira, bu iki devlet de diğerleri gibi büyük devlet olabilmek için sömür-geye ihtiyaç duyuyordu. Nitekim, İtalya, Osmanlı Devleti’nin kuzey Afrika’dakison toprağına göz koymuş ve 1912’de bu toprakları ele geçirmiştir. Almanya ise, Af-rika içlerinde bazı toprakları sömürgeleştirmiştir. Ayrıca Pasifikte bazı adalar üze-rinde egemenliğini kurmuştur. Belçika, Kongo Irmağı boyunda, sömürgeler oluş-turmuştu. Portekiz ve Hollanda’nın da, Afrika’nın ve Asya’nın çeşitli yerlerinde sö-mürgeleri vardı.

Birinci Dünya Savaşı öncesinde bu devletlerin egemen olduğu toprakları şu tabloaçıkça yansıtmaktadır:

Anavatan Sömürgeİngiltere 120.979 10.500.000 (bin mil kare)Fransa 204.092 4.367.000 “Almanya 208.830 1.000.000 “İtalya 110.646 185.000 “

Yukarıda adı geçen yerler tam sömürgeleştirilmiş yerlerdi. Bunun yanında Çin,İran ve Osmanlı İmparatorluğu gibi yarı sömürge durumuna getirilmiş yerler devardı.

Avrupa’nın bu güçlü devletlerinin Birinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’nın dı-şına yatırdıkları sermaye de çok artmıştı. Savaş öncesinde İngiltere, Fransa ve Al-manya’nın dış yatırım toplamı120-160 milyar altın frank olarak tahmin ediliyordu.Bunun %45’i İngiltere’ye, %25’i Fransa’ya, %13’ü Almanya’ya aitti.

Büyük devletler sömürgelerinin hammaddelerini ve ucuz insan gücünü kendi ulu-sal sanayilerini ve refah düzeylerini artırmak için kullanırken aynı zamanda oralarıpazar olarak da kullanıyorlardı. Dolayısıyla, sömürgeci devletler, sömürgelerinin eldeğiştirmesine izin vermeyeceklerini söylüyorlardı.

Almanya hangi nedenlerle aşırı boyutta silahlanmıştır?

Silahlanma Yarışı: Almanya bağımsızlığını korumak ve sömürge yarışında pay sa-hibi olabilmek için silahlanmanın zorunlu olduğuna inandı. Fransa’yla, Rusya’nınanlaşması üzerine Almanya, asker sayısını artırdı (1892). Balkan Savaşları’ndansonra asker sayısını çoğaltıcı, orduyu modernize etmeye olanak sağlayıcı yasalarınçıkarılmasına hız verildi.

Bu, Fransa’yı kaygılandırdı. O da, askeri bir yasa hazırlayarak asker sayısını artırdı.Askerlik süresini uzattı, ordusunu modernize etti. Rusya ve Avusturya-Macaris-tan’da da benzer kararlar alındı ve uygulamaya geçildi.

İngiltere ise, önce donanmasını güçlendirmeye yöneldi. Zira, kendisi bir ada devle-tiydi. 1904 yılında donanmasını yeniden düzenledi. “Drednot” adı verilen yeni birgemi yaptı. 1908’den sonra kara ordusunu da güçlendirici önlemler aldı.

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I116

?

Page 122: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Silahlanma yarışının tehlikeleri kısa sürede ortaya çıktı. İngiltere, bu gibi parçalayı-cı bir politika izlemesi bu girişimi başarısız kıldı. Dolayısıyla, silahlanma hızla de-vam etti.

Silahlanma yarışı sürerken, Genelkurmayların da siyasal iktidarı etkileme güçleriarttı. Bu da savaşa giden yolu kısalttı.

Milliyetçiliğin ortaya çıkma nedenlerini ve amaçlarını tartışınız.

Milliyetçilik: Fransız İhtilâli’nin başarıya ulaşmasından sonra, her ulusun kendiulusal devletini kurma düşüncesi hızla Avrupa’ya yayıldı. İmparatorluklarda kay-naşmalar, hatta parçalanmalar başladı. Kendi ulusal devletlerini kurma düşünce-siyle başlayan milliyetçilik, giderek “devletin gücünü artırma, itibarını yükseltme”biçimine dönüştü. Bu da, devletler arasındaki çelişkileri artırdı, savaşa giden yolukısalttı.

Bloklaşma: Avrupa’daki bloklaşma yarışını, Almanya başlattı. Zira ünlü Almandevlet adamı Bismark, Fransa’nın Almanya’ya karşı duygularını çok iyi biliyordu.Bu nedenle Almanya’nın gücünü artırabilmesi için Fransa’yla yakın bir gelecektesavaşa girmeme politikası izledi. Fransa’yı diğer Avrupa devletlerinden uzak tut-mak istedi.

İlk bloklaşma hangi ülkeler arasında gerçekleştirilmiştir?

Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile anlaştı. Bu anlaşmanın kendi-ne zarar vereceğinden korkan Rusyada, Almanya ile ittifaka yöneldi. Neticede tari-he Üç İmparatorlar Birliği olarak geçen bir antlaşma yapıldı. Ancak bu birliktelikuzun ömürlü olamadı. Zira Rusya ve Avusturya-Macaristan’ın Balkanlarda büyü-mek istemesi bu birlikteliği parçaladı. Fakat 1882’de Almanya-Avusturya-Macaris-tan ve İtalya bir araya gelerek üçlü ittifakı oluşturdular.

Almanya’nın güçlenmesinden kaygı duyan Fransa ise Avrupa’da ittifak arayışı içi-ne girdi. 1894’te Rusya ile anlaşmıştır. Fransa ile İngiltere 1904’te aralarındaki anlaş-mazlığı sona erdirerek yeni bir antlaşma imzaladılar. Onu 1907’de İngiltere ile Rus-ya arasında imzalanan anlaşma izledi. Böylece Avrupa’da Üçlü İtilaf adı verilen ye-ni bir blok doğmuş oldu.

Üçlü itilaf blokuna hangi ülkeler katılmıştır?

Almanya’nın öncülüğünde Üçlü İttifakın kurulması Avrupa’yı ikiye böldü. Bu blo-ka karşı Fransa, Rusya ve İngiltere de bir araya gelerek Üçlü İtilaf Blokunu oluştur-du. Artık Avrupa’da, Balkanlar’da ve Afrika’da meydana gelen olaylarda devletlerdeğil bloklar yüzyüze gelmeye başladı. Bu da Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasındaönemli rol oynadı.

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 117

?

?

Page 123: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

2. Savaşın Başlaması

Birinci Dünya Savaşı'nı başlatan olay nedir?

Patlamaya hazır bir barut fıçısı haline gelen Avrupa, nihayet 1914 yazında patladı.Avusturya-Macaristan’ın izlediği politikayı ulusal çıkarlarıyla bağdaştıramayanSırbistan, sürekli olarak Avusturya-Macaristan’ın egemenliği altında yaşayan Sırp-ları kıştırtıyordu. Avusturya-Macaristan’ın Osmanlı Devleti’nden aldığı Bosna-Hersek’teki Sırp faaliyetleri ise daha da yoğundu. Nitekim Kara El Örgütü’ne bağlıGabriyel Prencip adlı bir Sırp milliyetçisinin 28 Haziran 1914’te Saraybosna’daAvusturya-Macaristan Veliahdını öldürmesi, siyasi gerginliği artırdı. Avusturya-Macaristan Hükümeti, suikasdı işleyenlerin yakalanıp cezalandırılmasını, Avus-turya-Macaristan’a yönelik zararlı Sırp faaliyetlerinin durdurulmasını, bu faaliyet-leri yapan derneklerin kapatılmasını içeren bir ültümatomu Sırbistan Hükümeti’neverdi. Sırbistan bu ültümatomdaki bazı noktaları kabul ederken bazılarına da kaça-mak cevap verdi. Çünkü, O Rusya’ya güveniyordu. Avusturya-Macaristan İmpara-torluğu 25 Temmuz 1914’te Sırbistanla ilişkilerini kesti. 26 Temmuz da Sırbistan se-ferberlik ilân etti. Bunun üzerine 28 Temmuz 1914’te Avusturya-Macaristan Sırbis-tan’a savaş ilân etti. Rusya ve Fransa, seferberlik işlemlerine başladı. Almanya, Rus-ya ve Fransa’ya seferberliğin durdurulması için ayrı ayrı ültümatom verdi. İki dev-lette bu ültümatomları reddetti. Almanya, Rusya’ya savaş ilâan etti. (1 Ağustos 1924).

Genelkurmay Başkanlığı’nın hazırladığı plan gereğince Belçika topraklarını geçenAlman askerleri 3 Ağustos’ta Fransa’ya saldırdı. 4 Ağustos 1914’te İngiltere Alman-ya’ya savaş ilân etti. 6 Ağustos’ta da Avusturya-Macaristan , Rusya’ya savaş ilân et-ti. Böylece, Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasındaki savaş bir Avrupa Savaşıbiçimini aldı.

Savaş, Avrupa Savaşı’na dönüştüğünde hangi blok daha güçlüydü?

Savaş başladıktan kısa bir süre sonra Alman Orduları, Fransız topraklarına girdi.Paris’in kuzeyindeki Marne nehrine kadar ilerledi. Fransız ordusu, Almanları bu-rada durdurdu. Savaş, Eylül’ün ilk haftasında siper savaşı biçimine dönüştü.

Doğuda, Avusturya-Macaristan orduları Ruslar’a karşı başarılı olamadı. Sırbis-tan’daki milliyetçiliği körüklediler. Sırp direnci arttı. Alman orduları bu cephede debaşarılı savaşlar yaptı ve Rusları yenilgiye uğrattı. Denizler de ise, İngiltere başarılıoldu.

3. Savaşın Genişlemesi

Avrupa’da savaşın başlamasından kısa bir süre sonra Japonya da Almanya’ya karşısavaş ilân etti (23 Ağustos 1914). İngiltere, Japonya’nın bu tavrını onaylamadıysa datepki de göstermedi.

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I118

?

?

Page 124: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Osmanlı Devleti, savaş başladığında tarafsız kalacağını belirtti. Ancak, yönetimdeetkin olan Alman hayranı bir grup İttihâtçının hazırladığı senaryolar sonucu, Kasım1914’te Osmanlı Devleti de Almanya, Avusturya, Macaristan’ın yanında savaşa gir-di.

İtalya ise, Üçlü İttifak Blok’u içinde bulunmasına rağmen, Avusturya-Macaris-tan’ın kendisine danışmadan Sırbistan’a savaş ilan ettiğini bildirerek, savaşa katıl-mayacağını, tarafsız bir politika izleyeceğini belirtti. Fakat İngiltere ve Fransa İtal-ya’yı kendi yanlarında savaşa sokmak için yoğun çaba gösterdiler. İtalyan kamuoyuikiye ayrıldı. Bir bölümü tarafsızlık politikasına devam edilmesini isterken diğer bö-lümü “Büyük Devlet” politikası izlenmesini istedi.

Savaşın başlangıcında iki grubun insan gücü karşılaştırıldığında Üçlü İtilâf Devlet-leri’nin daha avantajlı olduğu görülür. Zira Üçlü İttifak Grubunun 120 milyonlukgücüne karşılık, Üçlü İtilâf Grubu 238 milyon civarında idi. Ancak askeri disiplin, si-lah, cephane bakımından Üçlü İttifak Devletleri daha da güçlü idi. Özellikle piyadeve topçu silahları çok gelişmişti. İtilâf devletlerinden İngiltere’nin deniz gücü dikka-ti çekiyordu. Bunun farkında olan, Almanya denizaltı gemilerine büyük bir önemvererek onları geliştirmeye çalıştı.

İtalyan yöneticileri, tarafsızlıklarını sürdürebilmek için Avusturya-Macaristan’danTrentino ve Trieste’nin kendilerine verilmesini istediler. Avusturya-Macaristan, buisteğe karşı çıkınca İtaly,a Üçlü İtilâf Bloku’na kaydı. 26 Nisan 1915’te imzalananLondra Andlaşması’yla İtalya’ya Avusturya-Macaristan, Arnavutluk ve Osmanlıtopraklarından pay verildi. Mayıs sonlarında İtalya Avusturya-Macaristan’a savaşilân etti.

Bulgaristan hangi nedenlerden dolayı savaşa girmiştir?

İtalya’dan sonra sıra Bulgaristan’a geldi. Her iki taraf da Bulgaristan’ı kendi yanınaçekmek istiyordu. Zira, Üçlü İttifak Devletleri, Bulgaristan’ı kendi yanlarına çekerseOsmanlı Devleti’yle daha iyi bağlantı kurabilecek ve Osmanlı Devleti’ne daha ko-layca yardım yapabilecekti. Üçlü İtilâf Devletleri ise, Bulgaristan’ın kendi yanlarınaçekilmesiyle Balkanlardaki güç dengesinin kendi lehlerine döneceğini hesaplıyor-lardı. Bulgaristan ise, II. Balkan Savaşı’nda kaybettiği toprakları yeniden nasıl alabi-leceğinin hesaplarını yapıyordu. Bu sırada, İtilâf Devletleri’nin Çanakkale’ye saldı-rıları başladığı için Bulgaristan bu saldırıların sonuçlanmasını kendi ulusal çıkarla-rına uygun gördü. Osmanlı ordusunun direnişi İtilâf Devletleri’nin saldırısını başa-rısız kılıyordu. İşte bu durum, Bulgarları Almanlarla görüşmeye itti ve 6 Eylül1915’te Almanya, Avusturya-Macaristan’la bir andlaşma imzaladı. Ekim 1915’te,Sırbistan’a saldırarak O da savaşa katılmış oldu. Romanya ise, Üçlü İttifak Blokuüyesi olmasına rağmen, İtalya gibi önce tarafsız bir politika izledi. 17 Ağustos1916’da İtilâf Devletleri’yle bir anlaşma imzaladı ve Ağustos sonlarında da savaşakatıldı.

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 119

?

Page 125: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Kral Konstantin ile Başbakan Venizelos’un görüş ayrılıkları Yunanistan’ı 1917’yekadar savaş dışı bıraktı. Yunanistan’ın Osmanlı Devleti aleyhine büyüme tutkusu26 Haziran 1917’de O’nun İttifak Devletleri’ne savaş açmasına yol açtı.

3.1. Osmanlı Devletinin Savaşa Girişi ve Savaştığı Cepheler

28 Haziran 1914’te Avusturya Macaristan veliahdının öldürülmesi üzerine savaşbaşladı.

Savaş başladığı zaman Osmanlı Devleti’nin askeri ve ekonomik gücü oldukça zayıf-lamıştı. Kısa süre önce İtalya daha sonra Balkan Devletleriyle yaptığı savaşları kay-betmişti. Bu savaşlar gerek maddi gerekse insan kaybı bakımından toplumu derin-den etkilemişti. Halk bitkin, yorgun, umutsuz ve yoksuldu. Kaybedilen topraklarınacısını unutamıyordu. Halk savaşlardaki yenilginin ve toprak kayıplarının nedeni-ni Osmanlı Devletinin Avrupa’da oluşan blokların dışında kalışında aradığı içinyalnızlık duygusundan kurtulmanın yollarını bulmaya yöneldi. Savaş öncesindeİngiltere’yle, Fransa’yla, Rusya’yla bir ittifak andlaşması ortamı aradı ise de olumlubir sonuç alamadı. Savaşın başlamasına kadar Almanya’da Osmanlı Devleti bir itti-faka girişmekten kaçındı. 2 Ağustos 1914 yılında gizli bir anlaşma imzalandı.

Almanya, Osmanlı Devleti'ni hangi nedenlerden dolayı savaşa sürüklemiştir?

Böyle bir andlaşma yapılırken Almanya’nın amaçlarını şöyle sıralayabiliriz: Os-manlı Devleti’nin stratejik konumundan, gözüpek Osmanlı askerinden yararlan-mak, savaşı geniş cephelere yayarak Üçlü İttifak devletlerinin askeri gücünü dağıt-mak, Osmanlı Devleti’nin bu savaşa cihat savaşı görünümü kazandırarak Üçlü İtilâfDevletleri egemenliği altında bulunan tüm İslâmları bu savaşta Osmanlı Devle-ti’nin yanına çağırmak bir, fetva yayınlatıp Üçlü İtilâf Devletleri’nin sömürgelerin-de isyan çıkartarak onları zor durumda bırakmaktı.

Osmanlı Devleti hangi nedenlerden dolayı savaşa girmiştir?

Osmanlı Devleti’nin amaçları ise, üçlü ittifak grubunu oluşturan devletlerin yardı-mı ile yakın dönemde kaybettiği, halkın çoğunluğunu Türk ve Müslümanların oluş-turduğu toprakları yeniden kazanmak, içine düştüğü yalnızlık duygusundan kur-tulmak, Kafkaslar ve İran üzerinden Orta Asya’ya ulaşarak Turan İmparatorluğunukurmak, halifeye sarsılan otoritesini yeniden kazandırmak, azınlıkların elindekiekonomiyi Türklerin eline geçirmekti.

Osmanlı Devleti'nin bu amaçları tek başına gerekleştirmesinin zor olduğunu görenİttihatçılar, Avrupa’da ki yeni gelişmelerden yararlanmak istediler. Her ne kadarOsmanlı Devleti savaş başladığında tarafsızlığını ilân etmiş ise de sınırlarının gü-venliğini korumak için seferberlik ilân etmiş, dolayısıyla savaşa hazırlanmayabaşlamıştır.

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I120

?

?

Page 126: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Osmanlı Devleti, hangi olayla savaşa girmiştir?

Osmanlı yöneticileri savaşa giriş konusunda kararsızdılar. Ancak bu sırada Alman-ya’nın Akdeniz’de bulunan iki gemisi Osmanlı Devletinin karasularına girdi (16Ağustos 1914). Tarafsızlığı bozan bu girişim İtilâf Devletleri tarafından protestoedilmiştir. Ancak hükümet sözde bir andlaşmayla bu gemileri satın aldığını belirte-rek tepkileri önlemiştir.

Bu gemilerin de içinde bulunduğu bir grup Osmanlı Donanması ,Başkomutan veHarbiye Nazırı Enver Paşa’nın ve Donanma Nazırı Cemal Paşa’nın emriyle tatbikatiçin Karadeniz’e açılmış 28-29 Ekim 1914’te Rus kıyılarını topa tutarak bir oldu bittiyaratıp Osmanlı Devleti’ni savaşın içine atmıştır. Osmanlı Devleti yöneticileri Rus-ya’yla Osmanlı Devleti arasında çıkacak bir savaşı önleyecek bazı girişimlerde bu-lunmuş ise de başarılı olamamıştır. Rusya başta olmak üzere diğer İtilâf DevletleriOsmanlı Devleti’ne karşı savaş ilân etmişlerdir. Osmanlı padişahı da 14 Kasım1914’te bir cihat fetvası yayınlayarak tüm Müslümanları Osmanlı Devleti’nin yanın-da yer almaya çağırmıştır.

3.2. Kafkas Cephesi

Kafkas cephesi hangi amaçla açılmıştır?

İttihat, Terakki yönetiminde etkin olan kimi güçler Pantürkizmi gerçekleştirmekiçin bu savaşı bir araç olarak görüyordu. Bunlardan biri de Enver Paşa idi. Rusya ilesavaş başlayınca doğruca Erzurum’a giderek Üçüncü Ordunun komutanlığını üze-rine aldı. Savaşı zamansız bulan kimi komutanları görevinden aldıktan sonra ordu-ya saldırı emri verdi. 22 Aralık 1914’te başlayan Osmanlı saldırısı başarılı olamadı.Gerekli eğitim, silâh ve cephaneden yoksun Osmanlı askeri soğuk, hastalık yüzün-den büyük kayıplara uğradı. Ocak ayının ilk haftasında yenildiğini anlayan EnverPaşa, İstanbul’a döndü. Bir süre cephelerde ciddi hareketler olmadı. 1915 yılı yazın-da Rus saldırıları yeniden başladı ve 1916 Şubatında Erzurum, Muş, 3 Martta Bitlis,19 Nisan da Trabzon ve 25 Temmuz da da Erzincan Rus işgaline uğradı. Böylece bü-yük umutlarla başlatılan Kafkas taarruzu tam bir çöküntüyle sona ermiş oluyordu.

Rusya, hangi antlaşmayla savaştan çekilmiştir?

Rusya’da 1917 de Çarlık yönetimine karşı başlatılan ihtilal kısa süre sonra sosyalistbir içerik kazandı. Sosyalister savaşı sona erdirdiler. Bunun için ilhaksız ve tazmi-natsız bir barış yapılması konusunda Almanya’yla görüştüler. Bu görüşmeler so-nunda da 3 Mart 1918’te Brest-Litowsk Anlaşması yapılarak Rusya savaş alanındanayrıldı.

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 121

?

?

?

Page 127: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Osmanlı Devleti Brest-Litowsk Anlaşmasıyla Rusya’nun işgal ettiği tüm yerlerinboşaltılmasını sağladığı gibi 1878 Berlin Anlaşması’yla Rusya’ya bırakılan Kars, Ar-dahan ve Batumu’da yeniden kazanmış oluyordu.

Bu anlaşma ile Ruslar, Kafkasları boşalttılar. Onların boşalttığı yerleri Osmanlı or-dusu doldurdu. Fakat bir süre sonra İttifak Devleti yenilince, Osmanlı Devleti'ninele geçirdiği Kafkas toprakları İtilâf Devletleriyle sorun olmaya başladı. İtilâf Dev-letleri Brest-Litowsk’i geçersiz saydılar.

3.3. Çanakkale Cephesi

Çanakkale Cephesi hangi nedenlerden dolayı açılmıştır?

Birinci Dünya Savaşı süresince Osmanlı Devleti açısından son derece hayati önemtaşıyan bir cephedir.

İttifak Devletleri arasında en zayıfı Osmanlı Devleti olduğu gibi, İtilâf Devletleriarasında da Rusya’ydı. Rusya’nın diğer İtilâf Devletleri’yle bağlantısını sağlayan enkısa yol Osmanlı kontrolü altında idi. Osmanlı Devleti’nin savaşa girişi ile bu yol ka-patılmış, Rusya’ya yardım gönderilmez olmuş, Rusya’daki sorunlar artmıştı.

Rus çarının isteği üzerine, İngiltere savaş meclisi, 13 Ocak 1915’te Çanakkale Boğa-zı’nın açılması için gerekli önlemlerin alınmasını kararlaştırdı.

Osmanlı Hükümeti daha savaşa fiilen katılmadan önce Çanakkale Boğazı’nın giri-şine mayın dökmüştü. İngilizlerin Boğaz’a, ilk saldırısı Kasım 1914 yılı başlarındaoldu. Ancak bu keşif hareketi niteliğinde olduğu için önemli bir çarpışma olmadı.İngiliz-Fransız ortak gemilerinden oluşan bir İtilâf Devletleri donanması 19 Şubat1915’te Çanakkale kıyılarına karşı büyük bir saldırıya geçti. Büyük çarpışmalar baş-ladı. 18 Mart 1915’te yapılan şiddetli deniz savaşında 7 zırhlısını kaybeden İtilâfDevletleri Çanakkale’nin denizden geçilemeyeceğini anlayarak geri çekilmek zo-runda kaldı. Fakat Boğaz’ı geçmekten vazgeçmedi. Yeni bir durum değerlendirmesiyapılarak karaya asker çıkarılmasına karar verdiler. 25 Nisan 1915’te Gelibolu Yarı-madası’na asker çıkardılar. Ancak uzun ve yıpratıcı olan bu savaşlarda İtilâf Devlet-leri amaçlarına ulaşamıyorlardı. 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal’in yerinde vezamanında aldığı bilinçli önlemler İtilâf Devletleri’nin yenilmesine yol açtı. 6-7Ağustos 1915’te Anafartalar’da yapılan göğüs göğüse çarpışmalar savaşın kaderinideğiştirdi. 40.000 asker kaybeden İngilizler Çanakkale’yi geçemeyeceklerini anladı-lar. Nihayet 1915 yılı sonlarında Çanakkale’den geri çekilmeyi kararlaştırdılar.Ocak 1916’da hiç bir amacını gerçekleştiremeyen buna karşın yüzbinlerce insanınölümüne neden olan İtilâf Devletleri donanması geri çekildi. Böylece Çanakkalecephesi sona erdi.

Çanakkale cephesi'nin sonuçları ne olmuştur?

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I122

?

?

Page 128: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Çanakkale cephesinin doğurduğu sonuçları özet olarak şöyle sıralayabiliriz. Rus-ya’daki iç gelişmeler yoğunlaşmış ve ihtilâle doğru gidiş hızlanmıştır. İtilâf Devlet-leri büyük bir prestij kaybına uğramış, Osmanlı Devleti’nin ülkesini korumak içinher türlü özveride bulunabileceği anlaşılmış, Bulgaristan’ın savaşa girişi sağlanarakAlmanya’yla Osmanlı Devleti arasındaki yardımlaşma daha da artmıştır.

3.4. Irak ve Kanal Cephesi

Irak cephesi niçin açılmıştır?

Mısırı ele geçirerek Hindistan yolunu güvence altına alan İngilizler, Musul ve Ker-kük’teki petrol yataklarına da göz koymuştu. Bunun için Basra’ya asker çıkardılarve Bağdat’a doğru yürüdüler. Ancak Küt-ül Amare’de yenildiler. İngiliz GeneralCharles Towshend ile birlikte 13.000 İngiliz askeri de esir alındı (29 Nisan 1916). Os-manlı Hükümeti bu başarıdan yeterince yararlanamadı. İngilizler yedek güçlerlecepheye yaptıkları saldırılar sonucunda (11 Mart 1917’de) Bağdat’a direnmeyle kar-şılaşmadan girdiler. Musul dışında Irak’ın büyük bir bölümü İngiltere’nin eline geç-ti.

Kanal cephesi niçin açılmıştır?

Almanya genelkurmayının belirttiği hedefler doğrultusunda savaştığı anlaşılanOsmanlı ordusu Filistin üzerinden Süveyş Kanalına doğru bir hareket başlattı. Ce-mal Paşa’nın komutasında başlatılan bu hareketin amacı İngiltere‘nin Hindistan’lailişkisini kesmek, Mısır’ı daha sonra da diğer Afrika topraklarını Osmanlı yönetimi-ne almak, Pan-İslamizmi gerçekleştirmekti.

Cemal Paşa, bu hedefe ulaşabilmek için Şam’a geldikten sonra ciddi reformlara gi-rişti. Ancak onun bu reformlarını Arap ulusalcılığının gelişmesine engel görenAraplar karşı çıktılar. Bunun üzerine Cemal Paşa sert önlemler almak zorunda kal-dı. Bu önlemler İngiltere’nin de kışkırtmasıyla Osmanlı aleyhine bir akım yarattı.

Cemal Paşa Ocak 1915’te Sina Çölünü geçerek Mısır’a girmeye çalışırken, Mısır’daİngiltere’ye karşı bir isyan hareketi oluşacağını sanıyordu. Ancak İngiltere, Mısır’abağımsızlık vadederek bu kritik ortamı geçiştirmişti. O nedenle Süveyş Kanalına ta-arruz ettiğin yenildi. İngilizlerle bir andlaşma yapan Mekke Emiri Hüseyin’in Os-manlı ordusuna arkada saldırması İngiltere’nin işini daha da kolaylaştırdı ve Os-manlı orduları Suriye içlerine çekilmek zorunda kaldılar (1918). Mustafa Kemal’inaldığı önlemlerle daha fazla zayıata uğramadan bir kısım Osmanlı ordusu Halep veHatay’a çekildi.

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 123

?

?

Page 129: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

3.4. Osmanlı Devletinin Savaştan Ayrılması

Osmanlı Devleti hangi antlaşmayla savaştan ayırılmıştır?

Amerika Birleşik Devletlerinin İtilaf Devletleri yanında savaşa girmesi I.Dünya Sa-vaşı’nın gidişatını değiştirdi. Diğer devletler gibi Osmanlı Devleti de bu olaydan et-kilendi. 1918 yılı yazı ve sonbaharındaki askeri hareketlerde İttifak Devletleri büyükgüç kaybına uğrayarak geri çekildiler. 1918 Eylül’ün ikinci yarısında Bulgar cephesiyarıldı ve 29 Eylül’de Bulgaristan mütareke imzalamak zorunda kaldı. Almanya ba-rış istedi. Arkasından Osmanlı Devleti mütareke talebinde bulundu. Mütarekeninyapılabilmesi için hükümet değişikliği gerekiyordu. Zira savaşan bir hükümetle ba-rışın yapılamayacağı kanısı vardı. Bu nedenle Talat Paşa Hükümeti istifa etti (7Ekim) yerine İzzet Paşa Hükümeti kuruldu (14 Ekim 1918). İzzet Paşa Hükümeti sa-vaşı sona erdirmek için büyük çaba gösterdi. Küt-ül Amare’de Türk ordusunca tut-sak alınan general Towsnhend’in da yardımıyla İngiliz General Calthorpe’la ilişkikuruldu. Hükümet 26 Ekim 1918 Bahriye Nazırı Rauf Bey’in başkanlığında bir heye-ti Mondros’a gönderdi. Londra’da hazırlanarak Mondros’a gönderilen “Mütareke”metni Osmanlı temsilcilerine iletildi. Osmanlı temsilcileri, bu metin üzerinde bazıdeğişiklikler yapmak istedilerse de başarılı olamadılar. Wilson ilkeleri doğrultu-sunda hazırlandığı izlenimini veren fakat yoruma açık hükümleriyle Osmanlı Dev-leti’nin varlığını ortadan kaldırıcı nitelikler taşıyan mütareke metni 30 Ekim 1918’deimzalandı.

Mondros Mütarekesiyle Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan ayrıldı. Ancakfiili olmasa da kimi uygulamaları bakımından bu mütarekeyle birlikte Osmanlı İm-paratorluğu bağımsızlığını da yitiridi. Ülke yer yer İtilaf Devletleri’nin işgaline uğ-radı.Bu ülkede yeni bir savaşı başlattı. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde vere-len ve Milli Mücade olarak tarihe geçen bu savaş sonunda yeni bir Türk devleti ku-ruldu.

4. Savaşın Sona Ermesi

Savaşın kaderini değiştirecek gelişmeler 1917 yılında yaşandı. 1917’ye kadar yıpra-tıcı siper savaşları her iki grubu da bir hayli yormuştu. Osmanlı Devleti’nin savaşagirmesiyle Rusya’nın diğer İtilâf Devletleri’yle bağlantısı kopmuştu. Yokluklar, sı-kıntılar artmış ve Rusya’da bir ihtilal hareketi başlamıştı. İhtilalin yarattığı otoriteboşluğunu iyi değerlendiren Bolşevikler, Çarlık yönetimine son vererek Marksist il-kelere dayalı yeni bir yönetim kurduklarını açıkladılar. Rusya’da bir iç savaş başla-dı. Rus sosyalistleri, devlet yönetimini ile geçirebilmek için ilhaksız ve tazminatsızbir barış planı ortaya attılar. 3 Mayıs 1918’de imzaladıkları Brest-Litowsk andlaşma-sıyla Birinci Dünya Savaşı’ndan çekildiler. Almanya, büyük topraklara sahip oldu.

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I124

?

Page 130: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Rusya’nın bu savaştan çekilmesi Üçlü İttifak Devletleri’ni sevindirdi. Ancak, onunbıraktığı boşluk çok kısa süre içerisinde son derece güçlü, yıpranmamış AmerikaBirleşik Devletleri tarafından dolduruldu.

Amerika Birleşik Devletleri hangi nedenlerden dolayı savaşa girmiştir?

Savaş başladığı zaman İngiltere, donanmasına dayanarak Almanya’yı abluka altınaaldı. Bu durum, Alman ticaretine büyük bir darbe vurdu. Bunun üzerine, AlmanyaDenizaltı Savaşını başlattı. İngiltere’ye mal götüren tüm gemilere ateş açtı. Bu aradabirçok gemi battı ve birçok insan öldü. Ölenlerin arasında Amerikalıların da olmasıAmerikan halkının tepkilerine yol açtı.

Alman denizaltılarının faaliyetleri Amerikan ticaretini de engelliyordu. AmerikanBaşkanı Woodrow Wilson, Alman denizaltılarının Amerika’yı savaşa sürekleme-sinden korkuyordu. Bu nedenle, savaşı barışçı yollardan bitirmek amacıyla 1916 yı-lında bazı girişimlerde bulundu. Bu durum, Denizaltı Savaşı’nı bir süre engelledi.İki grubun birbirine kabul edemeyeceği barış önerileri sunması savaşın sürdürül-mesine neden oldu. Wilson’un ortaya attığı “zararsız barış” görüşü İtilaf Devletle-ri’nce de olumlu bulundu. Avusturya-Macaristan da barış yapılmasını istiyordu.Fakat, Almanya’nın ara verdiği Denizaltı savaşını yeniden başlatması Amerika’ylaAlmanya’nın diplomatik ilişkilerinin kesilmesine neden oldu. Amerikan Kongresi,Amerikan ticaretinin korunabilmesi için ticaret gemilerinin top taşımasını kararlaş-tırdı. Bu sırada, Almanya’nın Meksika’yı Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı kış-kırtması Amerikan halkının tepkisine yol açtı. 6 Nisan 1917’de Amerika resmen sa-vaşa girdi.

Almanya, Amerikan orduları Avrupa’ya gelmeden Fransız ve İngiliz ordularını sa-vaş dışı etmek için bazı planlar hazırladı. Fakat, yaz başında Almanya’nın yapacağıaskeri harekatın savaşın kaderini değiştirici bir sonuç doğurmayacağı anlaşıldı.Temmuz 1918 ortalarında İtilâf Devletleri’nin saldırısı yorgun Alman askerleri üze-rinde yıpratıcı etkiler yarattı. Lüdendorf’un “Alman ordusunun kara günü” olaraknitelendirdiği 18 Ağustos 1918 saldırısından sonra Almanya daha fazla yıpranma-dan barış görüşmelerine başlanılmasının uygun olacağını kararlaştırdı. 30 Ağus-tos’ta Avusturya-Macaristan savaşa devam edemeyeceğini bildirdi. Avusturya-Macaristan’ın bu tavrı Almanlarca hoş karşılanmadı. Ancak, bundan çok kısa bir sü-re sonra 8 Eylül’de Alman askeri yetkilileri barış yapılması için gerekli işlemlere baş-lanmasını Başbakandan istediler. Avusturya-Macaristan, 15 Eylül’de bir konferanstoplanarak barış görüşmelerine başlanmasını belirtti. Avusturya-Macaristan’ın bugirişimi Bulgaristan’ı korkuttu. Nitekim İtilâf Devletleri orduları, 15 Eylül 1918’debaşlattıkları Makedonya saldırısına karşı koyamayan Bulgaristan barış istemek zo-runda kaldı ve 29 Eylül 1918’te bir mütareke imzalayark Birinci Dünya Savaşı’ndanayrıldı. Almanya’yla bağlantısı kopan Osmanlı Devleti’nin durumu güçleşti. Gü-ney cephesinde de başarısızlığa uğrayan Osmanlı Devleti de 30 Ekim 1918’de imza-ladığı Mondros Mütarekesi’yle savaştan ayrıldı. Avusturya-Macaristan 3 Kasım1918’de, Almanya ise 11 Kasım 1918’de birer mütareke imzalamak zorunda kaldı-lar. Böylece Birinci Dünya Savaşı da sona ermiş oldu.

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 125

?

Page 131: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdirmek için yapılan girişimlerde Amerikan BaşkanıWilson’un görüşlerinin etkili olduğu görülmektedir. Zira, Wilson’a göre, savaşınsonunda yenen ve yenilen devletler birbirinden toprak taleb etmez, savaş tazminatıödenmez ise, gizli diplomasiye son verilirse,barışı korumak için uluslararası bir ör-güt kurulursa, sınırlar milliyet ilkesine göre çizilirse, uluslararası ticarette herhangibir kısıntıya gidilemezse, demokratik düzenler kurulursa, savaşın tahribatı gideri-lebilir ve yeni bir savaşın çıkması da önlenirdi. Wilson’un bu düşünceleri mütareke-lere yansımıştır.

Savaşın sonuçları ne olmuştur?

Birinci Dünya Savaşı’nın faturası oldukça ağır olmuştur. 10 milyon insan ölmüş 21milyon insan da yaralanmıştır. Örneğin, savaşta görev alan Oxford Üniversitesi öğ-rencilerinin % 20’si ölmüştür. Harcamalar 208 milyar dolara ulaşmıştır. Savaşan ül-kelerin taşınır ve taşınmaz mallarına verilen zarar ise 30 milyar dolar olmuştur. Sa-vaş, ekonomik bakımdan Avrupa’yı çökertmiş Amerika ve Japonya’yı güçlendir-miştir. İşsizlik artmış, yok olan evler ve iş merkezleri sosyal bunalımlara yol açmış,kadının iş yaşamındaki etkinliği çoğalmıştır. Bu durum devletin ekonomiye müda-halesini artırmıştır.

Savaş hayatı ne kadar etkilemiştir?

Bu ülkelere göre değişmiştir. Örneğin Güney Amerika’yı %74,Hollanda’yı %110,Amerika Birleşik Devletleri’ni %115,İngiltere’yi %162, İtalya’yı %223, Fransa’yı%269, Belçıka’yı %353,Osmanlı İmparatorluğu’nu %13000.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu küçük devletlere ayrılmıştır. Almanya veRusya’nın yönetim biçimleri ise değişmiş, toprakları küçülmüştür.

Özet

XIX. yüzyılın en önemli siyasal olayı hiç kuşkusuz İtalya ve Almanya’nın birliğini sağlama-sıdır. Özellikle de, güçlü bir Almanya’nın ortaya çıkması 1815’den beri sürdürülen “AvrupaUyumu” nu bozmuş ve 1870 sonrasında Avrupa güç dengesini temelinden değiştirmiştir.Fransa ve Avusturya-Macaristan’ın Prusya’ya yenilmeleri bu iki devletin Avrupa’daki et-kinliğini azaltmış, Avrupa devletlerinin kendi araslarında kurdukları sömürgeci düzeni teh-dit etmeye başlamıştır.

Almanya’nın Alsace-Lorraine bölgesini ele geçirmesi, Fransa ve Almanya arasında olduğukadar; Avrupa barışı için de devamlı bir tehlike oluşturan bir sorun yaratmıştır. Bu sorun vesömürgecilik çatışması bloklaşma hareketini doğurmuştur. “Üçlü İttifak” ve “Üçlü İtilâf”bloklarının kurulması ve silahlanma yarışının başlaması ise, uluslararası güvensizliği art-tırmış 1870-1914 yılları arasındaki dönemde çıkan her bölgesel bunalım İttifaklar arasındagenel bir çatışma tehlikesi yaratmıştır. İngiltere ve Almanya’nın önderliğini yaptığı bloklar,bu iki ülkenin çıkar çatışmaları yüzünden savaşa sürüklenmiştir.

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I126

?

?

Page 132: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Bu nedenle Balkanlar’la sınırlı kalacak olan Avusturya-Sırbistan savaşı, önce bir Avrupa;sonra da bir dünya savaşına dönüşmüştür. Avusturya-Macaristan ile Rusya’nın Balkanlar-daki çıkar çatışmaları ve Almanya’nın Avusturya’yı desteklemesi ise Birinci Dünya Sava-şı’nı başlatmıştır.

1914’den 1918’e kadar süren savaşta milyonlarca insan ölmüş, yaralanmış, milyarlarca pa-ra harcanmıştır.İmparatorluklar yıkılmış, yeni yeni devletler ortaya çıkmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu da bu savaşa katılmış ve çeşitli cephelerde savaştıktan sonra 30Ekim 1918 yılında imzaladığı Mondros Mütarekesi ile savaş alanından ayrılmıştır.Ancakbu ayrılış kısa sürmüş ve sözkonusu mütareke gereğince ülkenin işgal edilmesi üzerine Mus-tafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Türk Kurtuluş Savaşı başlamış ve yeni bir devletin kurul-masıyla noktalanmıştır.

Değerlendirme Soruları

Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.

1. Üç İmparatorlar Birliği’ni oluşturan devletler aşağıdakilerden hangisidir?A. Avusturya-Macaristan, İngiltere, AlmanyaB. Fransa, Almanya, İngiltereC. İtalya, Avusturya-Macaristan, RusyaD. Almanya, Avusturya-Macaristan, RusyaE. Rusya, Almanya, İtalya

2. Rusya’da Bolşevik Devriminin hızlanmasını sağlayan olay aşağıdakilerdenhangisidir.A. Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa katılmasıB. Çanakkale Savaşında İtilaf Devletlerinin yenilmesiC. Kafkasya’da yeni bir cephenin açılmasıD. İtalya’nın Üçlü İtilaf Devletleri yanında yer almasıE. Bulgaristan’ın savaşa katılması

3. Aşağıdaki andlaşmalardan hangisiyle Rusya, Birinci Dünya Savaşından ay-rılmıştır?A. Mondros MütarekesiB. Paris Barış KonferansıC. Berlin AndlaşmasıD. Brest Litowsk AndlaşmasıE. Londra Andlaşması

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 127

Page 133: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

4. Avrupa’da, XIX. yüzyıl sonlarında Emperyalistler arası dengeyi altüst eden devlet aşağıdakilerden hangisidir?A. YunanistanB. AlmanyaC. İtalyaD. Avusturya-MacaristanE. Fransa.

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Armaoğlu, Fahir. Siyasi Tarih. Ankara: 1975.

Bayur, Yusuf Hikmet. Türk İnkîlabı Tarihi, c. II/1, Kısım:1, Ankara: Türk Tarih Ku-rumu, 2.b.,1983.

Lestien, Georges - Cere, Roger. İki Dünya Savaşı (1914-1918 / 1939-1945).Çevi-ren : Nihal Önol. İstanbul: 1966.

Mufassal Osmanlı Tarihi, c.III, İstanbul: Güven Yayınevi, 1963.

Renouvin, Pierre. Birinci Dünya Savaşı (1914-1918). Çeviren: Adnan Cemgil. İstan-bul: 1982.

Sander, Oral. Siyasi Tarih (İlkçağlardan 1918’e kadar). Ankara: 1989.

Seignobos, Charles. Avrupa Milletlerinin Mukayeseli Tarihi. Çeviren: Semih Tir-yakioğlu. İstanbul: 1960.

Shaw, J.Stanford. Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye (Çev. Mehmet Har-mancı), c.II, İstanbul: 1983.

Uçarol, Rifat. Siyasi Tarih. İstanbul: 1985.

Ülman Haluk. Birinci Dünya Savaşına Giden Yol ve Savaş. Ankara: 1973

Değerlendirme Sorularının Yanıtları

1. D 2. B 3. D 4. B

B İ R İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I128

Page 134: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Amaçlar

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda barışı koruma çabaları hak-

kında bilgi edinecek,• İkinci Dünya Savaşı'na yol açan siyasal olayları kavrayacak,• Savaşın dünyaya yayılmasını ve Müttefik Devletlerin savaşın

sürdürülmesinde izledikleri stratejileri yakından gözlemleyebi-lecek,

• Savaş boyunca Türkiye'nin konumunu ve izlediği politikayıöğreneceksiniz.

İçindekiler

• Giriş 131• Birinci Dünya Savaşı'ndan Sonra Meydana Gelen Siyasal

Gelişmeler 131• Statükonun Bozulması ve İkinci Dünya Savaşı'na Yol Açan

Olaylar 137• Savaşın Başlaması ve Yayılması 142• Savaş Sırasında Önemli Siyasal Buluşmalar 147• Savaşın Sona Ermesi 152

ÜNİTE

7İkinci Dünya Savaşı

YazarYrd.Doç.Dr. Kemal YAKUT

Page 135: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

• İkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin Politikası 153• Özet 155• Değerlendirme Soruları 156• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 157

Çalışma Önerileri

• Ünitede adı geçen kişilerin yaşam öykülerini bir ansiklopedi-den okuyunuz.

• Yanınızda bir atlas bulundurarak olayların geçtiği yerleri belir-leyiniz.

• Türkiye'nin savaş sonunda müttefiklerle birlikte hareket etme-si, siyasal düzeni nasıl etkilemiştir? Kendi aranızda tartışınız.

Page 136: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

1. Giriş

Yirminci yüzyıl, milyonlarca insanı yeni özgürlüklere ve daha iyi bir yaşama doğ-ru taşırken, birçoklarına da görülmemiş acılar tattırdı. İnsanlık, yüzyılın başındapatlak veren Birinci Dünya Savaşı'yla tarihte görülmemiş yıkıntı ve acılarla karşı-laştı. Ancak insanlık bu korkunç faciayı unutma olanağı bulamadan aynı şeyleriİkinci Dünya Savaşı'nda bir kez daha yaşamak zorunda kaldı. Bu olaylar sonucudünyamız temelden sarsıldı ve barışcıl duygular büyük yara aldı. Nitekim, ünlüİngiliz tarihçi Eric Hobsbawm "Kısa 20. Yüzyıl (1914-1991)" adlı kitabında iki dün-ya savaşını ve sonrasını şöyle değerlendirmiştir: "1914'ten İkinci Dünya Savaşı'nınertesine kadar yaşanan bir felaket çağını, yirmi beş ya da otuz yıl süren bir olağa-nüstü ekonomik büyüme ve toplumsal dönüşüm izledi. Bu dönüşüm insan toplu-munu muhtemelen kıyaslanabilir kısalıkta herhangi bir başka dönemden daha de-rin bir biçimde değiştirdi. Geriye bakıldığında bu dönem bir Altın Çağ olarak gö-rülebilir. Bu dönemin 1970'lerin başında sona erdiği neredeyse dolaysız biçimdegörüldü. Yüzyılın son bölümü, yeni bir dağılma, belirsizlik ve kriz, Afrika, eskiSSCB ve Avrupa'nın önceki sosyalist bölümleri gibi dünyanın geniş bölgeleri içinbir felaket çağı oldu".

İnsanlığın yeni "felaket çağları" yaşamaması için olayların bilinmesinde ve yo-rumlanmasında büyük yarar vardır. Olaylardan ve özellikle iki dünya savaşındangerekli "derslerin" çıkartılması, kıyısında bulunduğumuz üçüncü bin yılın şekil-lenmesinde katkısı olacaktır. İtalyan tarihçi Leo Valiani'nin dediği gibi, "yüzyılı-mız, adalet ve eşitlik fikirlerinin kazandığı zaferin daima kısa ömürlü olduğunu,ama özgürlüğü korumayı başarırsak her şeye her zaman yeniden başlayabileceği-mizi de kanıtlıyor".

2. İkinci Dünya Savaşı'ndan Sonra MeydanaGelen Siyasal Gelişmeler

2.1. Dünya Barışının Sağlanması Girişimleri

Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesi, uluslararası alanda ne gibi değişiklikleryaratmıştır? Tartışınız.

1919-1939 yılları arasında yaşanan olaylar dünyamızı adım adım bir dünya savaşı-na doğru sürüklemiştir. Zira, Birinci Dünya Savaşı sonunda yapılan antlaşmalarAvrupa'nın ve dünyanın güçler dengesini yeniden düzenlemişti. Avusturya-Ma-caristan, Alman ve Osmanlı İmparatorluklarının dağılması uluslararası alandaönemli boşluklar yaratmıştı. Bu imparatorlukların paylaşılması için yapılan ant-laşmalar ve kurulan statü bir düzen sağlamamıştı. Barış antlaşmalarındaki haksız-lık ve adaletsizlikler, başka bir büyük savaşın gerekçesi olarak görülmüştür. Bu ne-denle antlaşmaların ilk yıllarından itibaren barışın sürekliliğini sağlamak üzere çe-şitli önlemler alınmak istenmiştir.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 131

Page 137: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Milletler Cemiyeti'nin Kurulması

Birleşmiş Milletlerin kurulması hangi konferansta gündeme getirilmiştir?

Birinci Dünya Savaşı sırasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Wilson,barışın korunması için bir uluslararası örgütün kurulmasını gündeme getirmişti.Nitekim, savaştan sonra toplanan Paris Barış Konferansı'nda uluslararası örgüt-lenmeyi gerçekleştirmek üzere gerekli girişimler başlatılmıştı. Konferansın 15Ocak 1919 tarihli oturumunda Milletler Cemiyeti'nin kurularak barış antlaşmala-rında yer alması kararlaştırılmıştır. Bu oturumda ayrıca oluşturulacak bir komis-yonun da Milletler Cemiyeti'nin sözleşmesini hazırlaması istenmiştir. Böyleceuluslararası barışın, kurulacak bir örgütle korunması konusunda önemli bir adımatılmıştır.

Birleşmiş Milletlerin kurulma amaçları nelerdir?

Oluşturulan komisyonun hazırladığı sözleşme (misak) 28 Nisan 1919'da Konfe-ransın Genel Kurulu'nda kabul edilmiştir. Bu çalışma sonucu Milletler Cemiyetikurulmuştur. Cemiyet'in sözleşmesinin başlangıç bölümünde genel amaçlar veüyelerin yüklendikleri sorumluluklar sıralanmıştır. Buna göre:

• Savaşa başvurulmaması konusunda birtakım yükümlülüklerin kabul edil-mesi

• Gizlilikten uzak, adaletli ve onurlu uluslararası ilişkilerin sürdürülmesi• Hükümetlerin bundan böyle uluslararası hukuk kurallarına kesinlikle uy-

ması• Örgütlenmiş halkların karşılıklı ilişkilerinde adaletin korunması ve antlaş-

malardan doğan bütün yükümlülüklerin yerine getirilmesi.

Sözleşmenin diğer maddelerinde de üyelik, cemiyetin yapısı, barışın sürekliliği-nin sağlanması, antlaşmalar, uluslararası ilişkiler vb. konulara yer verilmiştir.

Birleşmiş Milletler hangi etkenden dolayı başarılı olamamıştır?

Bu sözleşme, Paris Barış Konferansı'nda yenilen devletlerle yapılan antlaşmalara"Birinci Bölüm" olarak konulmuştur. Buna göre, Cemiyet'in sözleşmesi ilk olarakVersailles Barış Antlaşması'na sokulmuştur. Merkezi Cenevre olan Milletler Ce-miyeti, uluslararası sorunların çözümlenmesinde bir odak olarak düşünülmüştür.Ancak, Cemiyet büyük devletlerin etkisi altında kaldığından karşılaşılan uluslara-rası sorunları çözememiştir. Bu nedenle 1930'lu yılların başlarından itibaren duru-mu sarsılmış ve güven duyulan bir kurum olmaktan çıkmıştı.

Locarno Antlaşması

Locarno Antlaşması hangi sorunların çözülmesi için yapılmıştır?

Almanya, Versailles Antlaşması'nca belirlenmiş tamirat ve tazminat konusundabir takım kolaylıklar sağlamak için Fransa'yla iyi ilişkiler kurmak istemiştir. Bu ne-denle Alman Hükümeti, 1925 yılının Şubat ayında Fransa'ya bir nota vererek, bir

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 132

?

?

?

?

Page 138: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

karşılıklı güvenlik paktı kurulmasını önermiştir. Bunun üzerine, 5 Ekim 1925'teAlmanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya Locanro'dabir araya gelerek bir konferans toplamışlardır. Görüşmeler sonucunda, 16 Ekim1925'te hazırlanan Locarno Antlaşması, 1 Aralık 1925'te Londra'da imzalanmıştır.Locarno Antlaşması'yla Almanya, batı sınırlarının, diğer bir ifadeyle Fransa veBelçika sınırlarının kesin ve sürekli olduğunu kabul etmiştir. Bunun yanında, ant-laşmaya imza atan devletlerin savaştan korunması ve bu devletler arasında çıka-cak her türlü anlaşmazlığın barış yoluyla çözümlenmesi amaçlanmıştır. LocarnoAntlaşması, kısa vadede Avrupa'daki siyasi gerginliği azaltmasına rağmen, uzunvadede Versailles Antlaşması'nın "öngördüğü düzenin" iflasına yol açmıştır.

Briand-Kellogg Paktı

Briand-Kelogg Paktı, hangi amaçla yapılmıştır?

Fransız Dışişleri Bakanı Aristide Briand, ABD'nin Birinci Dünya Savaşı'na girişi-nin 10. yıldönümünde (1927) Avrupa'da, Fransa'ya özel bir prestij sağlamak ama-cıyla, ABD ile Fransa arasındaki ilişkilerde savaşı yasa dışı ilan eden karşılıklı birtaahhütte bulunulmasını önermiştir. ABD Dışişleri Bakanı Kellogg ise, Fransa'yaverdiği yanıtta, Amerika'nın sadece Fransa ile değil, bütün dünya devletleriyleböyle bir taahhüdün yapılmasından ve savaşın yasa dışı ilan edilmesinden yanaolduğunu bildirmiştir. Kellogg'un bu önerisini kapsayan Briand-Kellogg Paktı, 27Ağustos 1928'de ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Polonya, Belçi-ka ve Çekoslovakya arasında imzalanmıştır. Briand-Kellogg Paktı ile, savunmayadayanmayan savaş kanun dışı ilan edilmiş ve ülkelerarası ilişkilerde barışçı yolla-ra başvurulması esas alınmıştır. Ancak, Pakt uzun ömürlü olmamış 1930'lardansonra Almanya, İtalya ve Japonya'nın saldırgan tutumları, Pakt'ın işlevini ortadankaldırmıştır.

2.2. Bazı Büyük Devletlerde Rejim Değişikliklerinin Meydana Gelmesi

2.2.1. İtalya'da Faşist Rejimin Kurulması

Faşist Parti, hangi siyasal, toplumsal ve ekonomik ortamda kurulmuştur?

İtalya, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra büyük bir ekonomik çöküntü içine girmiş-ti. Savaşta istediklerinin çoğuna kavuşamamıştı. Ülkede sosyalizm ve komünizmgibi akımlar güçlenmişti. Bunun yanında toplumsal ve ekonomik sorunların gide-rek artması, 1919'da Benito Mussolini önderliğinde kurulan Faşist Parti'nin büyü-mesine de yol açmıştı. Paris Barış Konferansı'nda küçük düşürüldüğü öne sürülenİtalya'yı güçlendireceğini, Roma İmparatorluğu'nu yeniden kuracağını ve ülkede-ki sol muhalefetle mücadele edeceğini belirten Faşist Parti, 28 Ekim 1922'de Napo-

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 133

?

?

Page 139: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

li'den Roma üzerine yürüyerek büyük bir atılım gerçekleştirmiştir. Faşist Parti-si'nin "Kara Gömleklileri" tarafından gerçekleştirilen bu olay üzerine hükümet is-tifa etmiş ve başbakanlığa Mussolini getirilmiştir.

Faşist yönetimin iç ve dış politikadaki amaçları nelerdir?

Mussolini'nin kurduğu faşist yönetim, aşırı ulusalcılığı (milliyetçiliği) esas aldı-ğından, kısa bir süre sonra demokrasiyi ortadan kaldırmıştır. Ülkedeki diğer ırk-lardan olan kişileri zorla İtalyanlaştırmaya çalışmıştır. Roma İmparatorluğu'nunyeniden kurulması için de, Akdeniz çevresinde sömürgeler elde etmeye yönelmiş-tir. Mussolini'nin Anadolu'yu da içine alan bu yayılma politikası, Türk-İtalyan iliş-kilerinde gerginlik yaratmıştır. Ancak, İtalya'daki faşist yönetim 1930'lu yıllardataleplerini arttırarak saldırgan politikasını sürdürmüştür.

2.2.2. Almanya'da Nazizmin Kurulması

Almanya'nın Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra siyasi, toplumsal ve ekonomikyapısı nasıldır?

Almanya, Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkması nedeniyle 1918'den sonra bü-yük çapta iç sorunlarla karşı karşıya gelmişti. 1918 yılının Kasım ayı başlarında çı-kan bir askeri ayaklanma sonucu İmparatorluğa son verilmiş ve cumhuriyet ilanedilmişti. Sosyalist ve komünist hareketler de büyük bir atılım içine girmişlerdi. Buönemli siyasal değişiklik, Almanya'nın karşı karşıya bulunduğu siyasi, sosyal veekonomik sorunları çözememişti. Hatta, sorunları daha da arttırmıştı. Özellikle, 28Haziran 1919'da ağır koşullar taşıyan Versailles Antlaşması'nın imzalanması, si-yasi yelpazenin sağında ve solunda bulunan tüm Almanların tepkisine yol açmış-tı.

Alman kamuoyu, barış antlaşmasının gerektirdiği ödemelerin yapılmasını, savaşonarımları nedeniyle Danimarka'ya bırakılan Schleswig'in elde çıkarılmasını, Eu-pen ve Malmedy'in Belçika'ya verilmesini büyük bir öfkeyle izlemiştir. Buna karşı-lık, Cumhuriyet yönetiminin iç ve dış politikadaki başarısızlığı, ekonomik önlem-ler almadaki yetersizliği işsizlik sorununu büyütmüştü. 1922 yılında Alman Mar-kı'nın değerinin düşmesi halkın yaşamını zorlaştırmıştı. Örneğin, bir somun ek-mek alabilmek için milyonlarca marka ihtiyaç duyulmuştur.

Bu arada Fransızların 1923 yılında, savaş tazminatının ödenmemesini bahane ede-rek Ruhr bölgesini işgal etmesi, kamuoyununVersailles Antlaşması'na olan tepki-sini daha da çoğaltmıştır.

Alman Nasyonal-Sosyalist İşçi Partisi'nin iç ve dış politikadaki amaçları neler-dir?

İşte, bu toplumsal ve ekonomik çalkantılar içinde Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraterhis edilen onbaşı Adolf Hitler, 1919'da küçük bir siyasal topluluk olan Alman İş-çi Partisi'ne üye olmuş ve liderliğini ele almıştır. Hitler, 24 Şubat 1920'de Münih'teilk kitle toplantısını gerçekleştirerek Parti'nin programının esaslarını belirlemiştir.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 134

?

?

?

Page 140: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Bu toplantıda Parti'nin adını Alman Nasyonal-Sosyalist İşçi Partisi (Nazi Partisi)olarak değiştirerek aşırı ulusalcı (milliyetçi) ve ırkçı bir politika benimsemiştir.Zengin sermaye kesiminin desteğini arkasına alan Hitler, örgütlenmeye hız ver-miş ve taraftarını arttırmaya çalışmıştır. Bununla birlikte, işsizliğe çare bulunaca-ğını, Almanya'nın büyümesini sınırlayan Versailles Antlaşması'nın ortadan kaldı-rılacağını ve şiddetli bir şekilde Yahudi düşmanlığının körükleneceğini öne süre-rek güçlenmeye devam etmiştir.

Demokratik bir rejimde, demokrasiyi ortadan kaldırmayı hedefleyen siyasalörgütlenmelere yer verilmeli midir? Tartışınız.

Alman Nasyonal-Sosyalist İşçi Partisi 1930 seçimlerinde başarılı olduktan sonra,1932 seçimlerinde de Alman Parlamentosu'nun (Reichstag) 608 üyeliğinden230'unu kazanarak, ülkenin en büyük partisi haline gelmiştir. Bu siyasal gelişme-lerden sonra Cumhurbaşkanı Hindenburg, 30 Ocak 1933'te Hitler'i Başbakanlığaatamıştır. Böylece, demokratik bir ortamda ırkçı söylemler benimseyen Nasyonal-Sosyalist İşçi Partisi iktidara gelmiştir. Öteden beri Alman liberalleri, sosyalistlerive komünistleri, nasyonal sosyalizmin (nazizm) bir zafer kazanabileceğine inan-mamışlardı. Ancak, 30 Ocak 1933 akşamı Hitler'in başbakanlığını kutlayan "kah-verengi gömlekli" nazizm yanlısı gençler, "yozlaşmış burjuva kültürü" olarak nite-lendirdikleri Sigmund Freud'un psikanaliz metinlerini, Thomas Mann'ın, JackLondon'ın, Ernest Hemingway'in, Marx'ın, Engels'in ve Albert Einstein gibi deği-şik siyasal görüşteki yazarların kitaplarını yakarken acı gerçekle yüzyüze gelmiş-lerdir.

Hitlerin kurduğu Nazizmin uygulamaları nelerdir?

Hitler, 3 Şubat 1933'te Alman ordusunun komutanlarıyla yaptığı görüşmede iç vedış politikaya yönelik düşüncelerini açıklamıştır. Hitler'e göre, ilk yapılması gere-ken politik güçün tekrar ele geçirilmesiydi. Buna göre iç politikada; halihazır duru-mun tam tersine döndürülmesi, amaca aykırı düşen herhangi bir düşünce tarzınınfaaliyetine göz yumulmaması, kendiliğinden bu yola dönmeyenin zorla bu yolagetirilmesi, marksizmin kökünün kurutulması, gençliğe ve halka savaşın tek çö-züm olduğu fikrinin yerleştirilmesi ve en sert şekilde otoriter devlet yönetimininsağlanması gerekiyordu. Dış politikada ise; Versailles Antlaşması'nın ortadan kal-dırılması ve bunun için müttefikler sağlanması yoluna gidilmesi gibi amaçlar be-lirlenmişti.

Hitler, bu amaçlarına ulaşmak ve kendisine bağlı bir parlamento oluşturmak içinmeclisi feshederek seçimlere gitmiştir. Fakat, 5 Mart 1933'te yapılan seçimlerdeNasyonal Sosyalist Parti (Nazi Partisi) çoğunluğu elde edememiştir. Ancak, Hitlerbaskıyla Alman Parlamentosu'ndan (Reichstag'tan) dört yıl süreyle olağanüstüyetkiler almıştır. Böylece, Hitler diktatör olma konusunda önemli bir adım atmış-tır. İlk iş olarak sendika ve siyasal partileri kapatmıştır. Kendisi gibi düşünmeyenkişileri ya öldürtmüş ya da toplama kamplarına göndermiştir. 2 Ağustos 1934'teDevlet Başkanı von Hindenburg'un ölümü üzerine bu makamı da şahsında birleş-tirerek "Führer" olmuştur. Tüm bu gelişmelerin sonucunda Almanya'da tek partilitotaliter devlet kurulmuş olmaktaydı.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 135

?

Page 141: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Hitler, totaliter devleti anlayışını yerleştirdikten sonra Almanya'nın sınırları dı-şında kalmış bulunan bütün Almanların birleştirilmesini ve bir tek devlet altındatoplanmasını, doğuda "yaşam alanı" oluşturulmasını esas almıştır. Amaçlarınaulaşmak için Versailles Antlaşması'nın sınırlayıcı hükümlerini ortadan kaldırmış,Alman ordusunun toplam kuvvetini arttırmış, Locarno Antlaşması'ndan ayrılmışve askersiz bölge olan Ren Bölgesini işgal etmiştir. Almanya'da Nasyonal SosyalistParti'nin iktidara gelmesi ve statükonun değiştirilmesine yönelik faaliyetlerde bu-lunması, devletler arasında yeni ve önemli anlaşmazlıklar ortaya çıkarmıştır.

2.2.3. Sovyetler Birliği

Rusya'da 1917 yılında Bolşevik Devrimi gerçekleştirildikten sonra, yeni yönetimsavaştan çekilmişti. Lenin'in başkanlığındaki hükümet, savaş sırasında Çarlık yö-netiminin yapmış olduğu gizli anlaşmaları açıklamıştı. Bununla birlikte, SovyetlerBirliği, Almanya ve müttefikleri ile 3 Mart 1918'de Brest-Litowsk Antlaşması'nı ya-parak durumunu güçlendirmeye çalışmıştır.

Ancak, devrimden sonra Bolşeviklerle Çarlık taraftarları arasında uzun bir iç sa-vaş yaşanmıştır. 1922'de tümüyle sona eren iç savaş, Sovyet halkı üzerinde büyüketkiler bırakmıştır. Halk, Birinci Dünya Savaşı ve devrim sırasında fakir düşmesi-ne rağmen, üç yıl daha açıklıkla mücadele etmek zorunda kalmış ve milyonlarcakayıp vermiştir. Ancak, Komünist Parti gücünü ve denetimini arttırmıştır. Parti'yekarşı silahlı ve örgütlü muhalefet ortadan kaldırılmıştır.

Sovyetler Birliği'nin dünya savaşından beklentileri nelerdir?

1924'te Lenin'in ölümünden sonra iktidarı eline geçiren Stalin, Sovyet Birliği'ni sa-nayileşmiş bir sosyalist ülke haline getirmek için ekonomik sorunları çözmeye ça-lışmıştır. Ancak, devletin askeri gücü olan Kızıl Ordu'nun silahlanmasını da ihmaletmemiştir. 1933'ten sonra Almanya'nın gelişmeye ve çevresini tehdit etmeye baş-laması üzerine uluslararası alanda silahsızlanmayı savunmuştur. Sovyetler Birli-ği'nin önderlerine göre; kapitalist ve faşist devletler arasında çıkacak bir savaş so-nucunda, her iki taraf yıpranacağından, dünyada sosyalizmin yayılması daha ko-lay olacaktır. Bu nedenle, yeni bir dış politika izleyerek, Almanlarla görüşmüşler-dir. Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı'ndan önce önemli ölçüde güçlenmiştir.

2.2.4. Japonya

Japonya, 1920'li ve 1930'lu yıllarda Uzakdoğu'nun en güçlü devleti idi. Özellikle1930'lardan sonra militarist bir anlayışla yönetilen Japonya, yayılmacı bir politikaizlemeye başlamıştı. 1931'de Mançurya'yı işgal ettikten sonra Çin'e yönelmiştir.Nitekim, 1932'de Çin'le savaşa tutuşarak, bu ülkenin orta bölgelerine doğru ilerle-meye başlamıştır.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 136

?

Page 142: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Japonya'nın yayılmacı politikası, Uzakdoğu'daki güçler dengesini alt-üst etmiştir.Bu bölgede çıkarları olan İngiltere ve A.B.D. gibi devletler, Japonya'nın bu tutumu-na seyirci kalmışlardır. Ancak, Japonya'nın 1937'de Çin'e ikinci kez saldırmasın-dan sonra, bu ülkeye karşı çıkmışlardır. Japonya'yı durdurmak için Çin'e yardımabaşlamışlardır. Fakat, Uzakdoğu, Japonya'nın emperyalist tutumu nedeniyle ken-disini İkinci Dünya Savaşı'na girmekten kurtaramamıştır.

3. Statükonun Bozulması ve İkinci DünyaSavaşı'na Yol Açan Olaylar

3.1. Almanya'nın Versailles Barış Antlaşması'nı Bozma Çabaları

Hitler, Versailles Barış Antlaşması'nı hangi uygulamalarıyla bozmuştur?

Hitler, muhaliflerini tasfiye ettikten sonra tüm dikkatini Versailles Barış Antlaş-ması'nı bozmaya yöneltmiştir. Bu yönde attığı ilk adım, 1934 yılında Avustur-ya'daki Nazileri kullanarak bu ülkenin ilhak edilmesi girişimidir. Ancak, Avustur-ya'daki Nazilerin gerçekleştirdiği hükümet darbesi başarısızlıkla sonuçlanınca il-hakı gerçekleştirememiştir. Fakat, Hitler'in temel hedefi Versailles Barış Antlaş-ması'nı yıkmak ve emperyalist yayılmacılık olduğundan bu çabalarından vazgeç-memiştir. Nitekim, bu antlaşmanın önemli sorunlarından biri olan Saar Bölgesi'ni1 Mart 1935'te silah kullanmadan Alman sınırlarına dahil etmiştir. Hitler, özellikleVersailles Barış Antlaşması'yla getirilen silahlanma yönündeki kısıtlamaları kal-dırmak istemiştir. Bu çabalarını sürdürürken bir yandan da silahlanma faaliyetinegirişmiştir. 4 Ekim 1933'te Silahsızlanma Konferansı'ndan ve Milletler Cemiye-ti'nden çekilerek kara, deniz ve hava kuvvetlerini güçlendirmeye çalışmıştır. Ge-rek asker sayısını arttırmaya gerekse modern silah, araç ve gereç yapımına önemvermiştir.

Almanya'nın silahlanma politikası İngiltere ve Fransa'yı endişelendirmiştir. Buülkeler de silahlanmaya başlamışlardır. Bunun üzerine Hitler, 16 Mart 1935'te Al-man halkına yayınladığı bir demeçte, Versailles Barış Antlaşması'yla Almanya'yadayatılan silahlanma kısıtlanmasını tanımadığını ifade etmiştir. Hatta, Alman Hü-kümeti'nin de "Alman Reich'ının bütünlüğünü korumak", Almanya'ya karşı"uluslararası saygıyı sağlamak" ve genel barışın garantisi olmak üzere, zorunlu as-kerlik sistemini getirdiğini açıklamıştır. Aynı gün yayınlanan bir yasayla da Al-man Ordusu teşkilatında önemli değişiklikler yapmıştır. Böylece, Almanya Versa-illes Barış Antlaşması'nın en önemli hükümlerinden biri olan silahlanma hükmü-nü tek taraflı olarak feshetmiştir.

Versailles Barış Antlaşması'nı ortadan kaldırmaya kararlı olan Almanya, 7 Mart1936'da askersiz hale getirilmiş bulunan Ren bölgesine asker göndermiştir. Fransakarşılık vermek istemişse de bu oldu-bittiyi kabul etmek zorunda kalmıştır.

Hitler'in amaçlarından biri de Avusturya'nın Almanya topraklarına katılması idi.Daha önce ilhak konusunda başarısız olan Hitler, koşulların olgunlaşması üzerine

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 137

?

Page 143: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

11 Mart 1938'de Alman Ordularını Avusturya'ya göndererek bu ülkeyi işgal etmiş-tir. 12 Mart 1938'de Viyana ele geçirildikten sonra, 13 Mart'ta da Almanya ile Avus-turya'nın birleştiği açıklanmıştır. Bu olay Avrupa'nın güçler dengesini bozarak,Almanya'yı öne çıkartmıştır.

3.2. İtalya'nın Habeşistan'ı İşgal Etmesi

İtalya, Habeşistan'ı hangi nedenlerden dolayı işgal etmek istemiştir?

XIX. yüzyılın sonlarında siyasal birliğini tamamlayan İtalya, vakit yitirmeden sö-mürgecilik faaliyetlerine başlamıştı. Bu bağlamda Habeşistan'ı ele geçirmek iste-mişse de başarılı olamamıştı. Ancak, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra nüfusunhızla artması, endüstrinin hammaddeye gereksinim duyması ve 1929 dünya eko-nomik bunalımından sonra ülkenin sarsılması, İtalya'nın tekrar el değmemiş zen-ginliklere sahip bulunan Habeşistan'la ilgilenmesine yol açmıştır. Öte yandan, İn-giltere'nin de Habeşistan'ın Tuna Gölü bölgesini ele geçirmek istemesi, İtalya'nınbu ülkeyi kendi topraklarına katma isteklerini kamçılamıştır.

İtalya'nın Habeşistan'ı işgal etmesini kolaylaştıran etkenler nelerdir?

İtalya lideri Mussolini, 1930'lu yıllarda, Japonya'nın Mançurya'ya saldırması, Al-manya'nın da Versailles Barış Antlaşması'nı geçersiz kılması karşısında MilletlerCemiyeti'nin tepki göstermemesini fırsat bilerek harekete geçirmiştir. 3 Ekim1935'te İtalyan uçakları Kuzey Habeşistan'daki Adowa ve Adigrat şehirlerini bom-bardıman ederek Habeşistan'ı işgale başlamışlardır. Milletler Cemiyeti işgalin so-na erdirilerek barışın sağlanmasını istemişse de başarılı olamamıştır. Ancak, İngil-tere, Habeşistan'daki çıkarları nedeniyle tepki gösterebilmiştir. Bu ülkeyi de Fran-sa, Almanya ve A.B.D. frenlemiştir.

Milletler Cemiyeti'nin etkili olamaması ve büyük devletlerin ortak bir cephe kura-maması, politik koşullar bakımından İtalya'nın işini kolaylaştırmıştır. İtalyanlarengellenemediği gibi, Habeşistan'a askeri yardım da yapılamamıştır. Habeşistanhalkı cılız bir direniş gösterebilmişse de başarılı olamamışlardır. Nihayet, İtalya, 9Mayıs 1936'da Habeşistan'ı ilhak ettiğini ilan etmiştir. İtalyan Kralı'nın da aynı za-manda Habeşistan Kralı olduğu belirtilmiştir. Habeşistan işgali, 1930'lu yıllardastatükonun bozulmasına yol açan önemli olaylardan biri olmuştur.

3.3. Berlin - Roma - Tokyo Mihveri'nin Kurulması

İtalya'nın Habeşistan'ı ele geçirmesinin sonuçlarından biri de, Nazi Almanyasınınve Faşist İtalya'nın birbirine yaklaşması ve uluslararası politikada güçbirliğine git-meleridir. Nitekim, 1936 yılında İtalya ve Almanya arasında birçok karşılıklı ziya-retler yapılmıştır. İki devlet birbirlerini her konuda desteklemeye başlamışlardır.Mussolini 1 Kasım 1936'da Milano'da verdiği bir söylevde, bunu tüm çıplaklığıyla

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 138

?

?

Page 144: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

ortaya koymuştur: "Berlin - Roma çizgisi bir taksim çizgisi olmayıp, işbirliği ve ba-rış isteyen bütün Avrupa devletlerinin etrafında toplanabileceği bir mihverdir"demiştir.

Anti-Komintern Paktı'nın oluşturulmasındaki amaç nedir?

Bu tarihlerde Avrupa'da bu gelişmeler olurken, Sovyetler Birliği de, Alman naziz-mine karşı silahlanmasını hızlandırmıştı. Buna karşılık Almanya'da, bir taraftanSovyetler Birliği'ne karşı pozisyonunu güçlendirmeye çalışırken, diğer taraftan daJaponya'ya yaklaşmaya başlamıştır. Nitekim, 1936 yılının ortalarından itibarenAlmanya ve Japonya, Sovyetler Birliği'ne karşı birleşmişlerder. Bu gelişmelerin so-nucunda Almanya ve Japonya, 25 Kasım 1936'da Berlin'de "Anti-Komintern Pak-tı"nı oluşturmuşlardır. Pakt, açık ve gizli olmak üzere iki kısımdan oluşmaktaydı.Açık kısma göre, taraflar Komünist Enternasyonalinin (Komitern) faaliyetleri vebuna karşı savunma önlemleri hakkında birbirlerine danışacaklar ve temas halin-de bulunacaklardı. Ülkelerindeki komünist faaliyetlerine karşı sert önlemler ala-caklar ve bu konudaki işbirliğini sağlamak için de devamlı bir komite kuracaklar-dı. Gizli kısma göre de, taraflardan biri Sovyetler Birliği'nin herhangi bir saldırısı-na uğrarsa, ortak çıkarları korumak için alınacak önlemler hakkında birbirlerinedanışacaklardı. Ayrıca, birbirlerine haber vermeden Sovyetler Birliği ile hiçbir si-yasal anlaşma yapmayacaklardı. Pakt'ın süresi Üçüncü Enternasyonal'in devamısüresince olacaktı.

Bu Pakt ile, Almanya ve Japonya arasında siyasi rejim temeline dayalı bir ittifak ya-pılmış ve bununla "Berlin-Tokyo Mihveri" kurulmuştur. Yayılmacılık konusundaAlmanya'dan ve Japonya'dan geri kalmayan İtalya da, 5 Kasım 1937'de Roma'daimzalanan bir antlaşmayla Anti-Komintern Paktı'na katılmıştır. Böylece, İkinciDünya Savaşı'na giden süreçte önemli bir dönüm noktası olan "Berlin-Roma-Tok-yo Mihveri" oluşturulmuş olmaktaydı.

3.4. Almanya'nın Avrupa'nın Siyasi Haritasını DeğiştirmeyeYönelik Çalışmaları

Hitler, 13 Mart 1938'de Avusturya'yı ilhak ettikten sonra "bir ulus, bir devlet" poli-tikasını tam anlamıyla gerçekleştirebilmek amacıyla, Çekoslovakya'yı ele geçir-menin yollarını aramıştır. Zira, Çekoslovakya'nın Südetler bölgesinde 3.5 milyonAlman yaşamaktaydı. Hitler, burayı Almanya topraklarına katmak için bu ülke-deki Nazilerin çıkardıkları karışıklıklardan yararlanma yoluna gitme isteğindey-di. Nitekim, Çekoslovakya sınırına asker yığarak amacına ulaşmaya çalışmıştır.

Almanya'nın bu saldırgan tutumu karşısında İngiltere Başbakanı Chamberlain 15Eylül 1938'de Almanya'da Hitlerle görüşerek soruna çözüm bulmaya çalışmıştır.Hitler, görüşmede Südet Almanları üzerindeki isteklerinden vazgeçemeyeceğinive gerektiğinde savaşı göze alacağını açıklamıştır. Almanya'nın yayılmacılığı kar-

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 139

?

Page 145: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

şısında İngiltere ve Fransa savaş hazırlıklarına başlamıştır. Sovyetler Birliği ise,Çekoslovakya'ya yardım edeceğini belirtmiştir. Buna karşılık İtalya da, Alman-ya'yı desteklediğini ifade etmiştir. Böylece, Avrupa genel bir savaşla karşı karşıyagelmiştir.

Münih Konferansı'nda hangi konular karara bağlanmıştır?

Sorunun gittikçe tırmanması üzerine İngiltere Başbakanı Chamberlain'ın önerisiüzerine Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere arasında 29 Eylül 1938'de Münih Kon-feransı toplanmıştır. Bu konferansta; Südet bölgesinin Almanya'ya verilmesine,Çekoslovakya'nın yeni sınırlarının saptanması için bir uluslararası komisyonunkurulmasına, saptanan sınırın uluslararası güvence altına alınmasına ve Almanyaile İngiltere'nin birbirlerine karşı savaşmayacaklarına dair noktalar üzerinde du-rulmuştur.

Almanya, Südet bölgesini almakla egemenlik alanını genişletmişti. Ancak, bunuyeterli görmemiş ve İngiltere ile Fransa'nın şiddetli karşı çıkmalarına rağmen, 15Mart 1939'da ordusunu Prag üzerine göndererek Çekoslovakya'yı işgal etmiştir.Sovyetler Birliği ve Fransa, Almanya'ya bir nota vererek olayı protesto etmişlerdir.Almanya bu protestoları dikkate almadığı gibi bu kez de 23 Mart 1939'da Litvanyasınırları içinde bulunan Memel'e saldırmış ve ele geçirmiştir.

Almanya, Polonya'yı neden işgal etmek istemiştir?

Adım adım ilerleyen Almanya, "doğuya doğru genişleme" politikası uyarınca, birOrta Avrupa ülkesi olan Polanya'ya göz dikmiştir. Ve bu ülkeden Dantzing bölge-sini istemiştir. Bu amacını gerçekleştirmek için Polonya'ya baskı yapmaya başla-mıştır. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa, 31 Mart 1939'da Polonya'ya garanti ver-mişlerdir. Polonya'nın bağımsızlığı tehdit edilir ve Polonya da buna karşı koyarsa,İngiltere ve Fransa bütün güçleriyle Polonya'ya yardım edeceklerdi.

Batılı büyük devletlerin Almanya'ya karşı koyması, iki taraf arasındaki ilişkilerigittikçe daha da gerginleştirmiş ve savaşın çıkmasını bir an meselesi haline getir-mişti. Nitekim, 11 Nisan 1939'da Alman ordularına verilen talimatta, 1 Eylül'de Po-lonya'nın işgal edilmesi için tüm hazırlıkların yapılması istenmiştir.

3.5. İtalya'nın Arnavutluk'u İşgal Etmesi

Almanya, İtalya'nın Arnavutluk'u işgali karşısında nasıl bir politika izlemiştir?

Almanya'nın kısa bir süre içerisinde egemenlik alanını genişletmesi, İtalya'nın fa-şist lideri Mussolini üzerinde olumsuz bir etki bırakmıştı. Bu nedenle, Mussolinikendi gücünü göstermek ve Dalmaçya kıyılarında üstünlük kurmak için Arnavut-luk'u işgal etmeye karar vermiştir. Bu kararını 5 Nisan 1939'da Almanya'ya bildir-miş ve destek istemiştir. Almanya, Mussolini'nin bu girişimini şiddetle destekley-ceğini açıklamıştır.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 140

?

?

?

Page 146: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Bari ve Brindizi limanlarında hazırlanan İtalya donanması ve askerleri, 7 Nisan1939'da Arnavutluk'u işgale başlamışlardır. Kısa bir süre içinde Arnavutluk, İtal-ya'nın egemenliği altına girmiştir. Bu olayla, Doğu Akdeniz ve Balkanların statü-kosu ağır bir tehdit altına girmiştir.

3.6. Sovyetler Birliği-Almanya Saldırmazlık Paktı

İtalya'nın Arnavutluk'u işgal etmesi İngiltere ve Fransa tarafından büyük tepkiylekarşılanmıştı. Bu sert tutum İtalya'yı daha fazla Almanya'ya itmişti. Nitekim, 22Mayıs 1939'da, Almanya ve İtalya arasında "Çelik Pakt" adı verilen bir ittifak imza-lanmıştı. İngiltere de, Almanya ve İtalya'nın gelecek genişleme girişimlerine gözyummayacağını göstermek için Polonya, Romanya ve Yunanistan'a askeri güven-ce vermiştir.

Sovyetler Birliği ve Almanya arasında imzalanan Saldırmazlık Paktı'nın hü-kümleri nelerdir?

Bu arada, Sovyetler Birliği de, Batılı müttefiklerin kendisini herhangi bir saldırıkarşısında savunmasız bırakacağı duygusuna kapılmıştı. Bu nedenle, 17 Nisan1939'da Almanya'ya başvurarak, ideolojik farklılıkların iki devlet arasındaki eko-nomik ilişkileri engellememesi gerektiğini söyleyip, bu ilişkileri geliştirmek iste-miştir. Hitler, Sovyetler Birliği'nin bu yaklaşımına olumlu yaklaşmıştır. Ancak,Sovyetler Birliği'nde Dışişleri Bakanlığına Molotov'un getirilmesi gelişmelere ye-ni boyutlar kazandırmıştır. Molotov, Moskova'daki Alman büyükelçisine siyasalbir anlaşma yapılmasının daha uygun olacağını belirtmiştir. Bunun üzerine her ikiülke kendi çıkarları doğrultusunda bir "saldırmazlık paktı" yapılması hazırlıkları-na girişmiştir. Nihayet, 23 Ağustos 1939'da "Sovyetler Birliği-Almanya Saldırmaz-lık Paktı" imzalanmıştır. Pakt'a göre; taraflar birbirlerine saldırmayacaklar, taraf-lardan biri üçüncü devletle savaşa tutuşursa, diğer taraf bu üçüncü devlete hiçbirşekilde yardım etmiyecekti. Ortak çıkarlar konusunda birbirleriyle ilişki kuracak-lardı. Pakt, on yıl yürürlükte olacaktı.

İngiltere'nin Saldırmazlık Paktı'na tepkisi ne olmuştur?

Bu paktın sonucunda, Sovyetler Birliği'nin, İngiltere'nin ve Fransa'nın askeri he-yetleri arasında bir süreden beri sürdürülen görüşmeler de sona erdirilmiştir. İn-giltere, Pakt'a karşılık 25 Ağustos 1939'da Almanya'nın ele geçirmek istediği Po-lonya ile bir ittifak antlaşması yapmıştır.

Tüm bu siyasal gelişmeler, dünyayı yeni bir dünya savaşının eşiğine getirmişti. Zi-ra, devletler bloklaşmaya başlamış ve blokların birbirleriyle olan ilişkileri kopmanoktasına gelmişti.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 141

?

?

Page 147: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

4. Savaşın Başlaması ve Yayılması

4.1. Almanya-Polonya Savaşı ve Polonya'nın Paylaşılması

İkinci Dünya Savaşı hangi olayla başlamıştır?

Almanya, Sovyetler Birliği ile saldırmazlık paktı imzaladıktan sonra, Polonyaüzerindeki baskısını arttırmıştır. 29-30 Ağustos 1939'da Dantzing serbest şehrininkendisine verilmesini, Koridor bölgesi için plebisit yapılmasını, seferberliğin kal-dırılmasını ve bu konuları görüşmek üzere bir Polonya temsilcisinin 30 Ağustosgünü Berlin'de bulunmasını istemiştir. Polonya, bu istekleri kabul etmekle birlik-te, temsilcisinin istenilen tarihte Berlin'e gitmemesi üzerine Almanya hareketegeçmiştir. Alman birlikleri, 1 Eylül 1939'da savaş ilan etmeksizin Polonya'yı işgalebaşlamıştır. İngiltere ve Fransa, Almanya'dan işgalin sona erdirilmesini ve birlik-lerini Polonya'dan geri çekmesini istemiştir. Ancak, bir yanıt alamadıkları için 3Eylül 1939'da Almanya'ya savaş ilan etmek zorunda kalmışlardır. Böylece dünya-yı altı yıl boyunca kasıp kavuracak İkinci Dünya Savaşı başlamıştır.

Almanya, 28 Eylül'de Polonya'nın en önemli kentlerinden biri olan Varşova dahilolmak üzere ülkenin büyük bölümünü ele geçirmiştir. Polonya'nın işgale uğrama-sı Sovyetler Birliği'ni harekete geçirmiştir. Bu ülke, Almanya ile yaptığı saldırmaz-lık paktında kendisine ayrılan Polonya topraklarını işgale başlamıştır. Bunun üze-rine Almanya ve Sovyetler Birliği, 28 Eylül 1939'da Moskova'da ek bir antlaşma ya-parak, Polonya'yı aralarında paylaşmışlardır. Sovyetler Birliği, Polonya'nın doğu-sunu, Almanya'da Varşova dahil batısını almıştır.

4.2. Sovyetler Birliği'nin Baltık Ülkelerini Ele Geçirmesi

Sovyetler Birliği, Baltık ülkelerini ele geçirirken nasıl bir strateji izlemiştir?

Sovyetler Birliği, Birinci Dünya Savaşı sonunda kaybettiği Baltık topraklarını tek-rar ele geçirmek için bu bölgeye yönelmiştir. 27 Eylül 1939'da Estonya'dan kendisi-ne deniz ve hava üsleri verilmesini istemiştir. Bu isteğin geri çevirilmesi halinde,ülkenin işgal edileceğini bildirmiştir. Bunun üzerine, Estonya, Sovyetler Birliği ile28 Eylül 1939'da karşılıklı yardım antlaşması imzalamak zorunda kalmıştır. Sov-yetler Birliği, bu antlaşmayla Estonya'da deniz, kara ve hava üslerine sahip olduk-tan sonra, 5 Ekim'de Letonya, 12 Ekim 1939'da Litvanya ile imzaladığı karşılıklıyardım antlaşmalarıyla, bu ülkelerde de üsler elde etmiştir.

Baltık Denizi'nin doğu kıyılarını nüfuzu altına alan Sovyet Birliği, Finlandiya'danda üsler istemeye başlamıştır. Sovyetler Birliği, Finlandiya'nın istekleri kabul et-memesi üzerine, 30 Kasım 1939'da bu ülkeye saldırmıştır. Finliler, ülkelerini başa-rıyla savunmuşlardır. Ancak, Finlandiya, uluslararası alanda yalnız kaldığındanbarış görüşmelerini kabul etmek zorunda kalmıştır. 12 Mart 1940'da Sovyetler Bir-

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 142

?

?

Page 148: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

liği-Finlandiya Barış Antlaşması imzalanmıştır. Finlandiya bağımsızlığını koru-makla birlikte, Sovyetler Birliği, bu ülkeden önemli ölçüde toprak kazanmış, üskurma hakkı elde etmiştir. Bu olayla, Sovyetler Birliği, Baltık kıyılarına iyice yer-leşmiştir.

4.3. Almanya'nın Danimarka ve Norveç'i İşgal Etmesi

Almanya'nın Danimarka ve Norveç'i işgal etmesindeki amacı nedir?

Almanya, Fransa'ya saldırmadan önce, stratejik yönden önemli olan Danimarkave Norveç'i ele geçirmeye çalışmıştır. Hitler Almanyası, İngiliz donanmasınınNorveç kara sularında bulunan bir Alman gemisine saldırmasını bahane ederek, 9Nisan 1940'da Danimarka ve Norveç'i işgal etmeye başlamıştır. Danimarka kısa birdirenmeden sonra teslim olmuş, Norveç de, Nisan ayının sonuna kadar karşı koy-masına rağmen, Almanların işgalinden kurtulamamıştır. Norveç Kralı ve hükü-meti Londra'ya kaçtı. Hitler, bu işgallerle, Büyük Alman Devleti'nin yanısıra bü-yük bir Cermen İmparatorluğu amacına da yönelmiştir.

4.4. Batı Cephesi'nin Açılması

Almanya, Norveç ve Danimarka'yı işgal ederek doğusunu ve kuzeyini güvenlikaltına aldıktan sonra, Batı'ya, Fransa üzerine yönelmiştir. Nitekim, 10 Mayıs 1940sabahı Alman Orduları Hollanda, Belçika ve Lüksemburg'a saldırmaya başladılar.Lüksemburg hemen işgal edilmiştir. Hollanda ve Belçika kendilerini savunmaları-na rağmen, Hollanda 15 Mayıs 1940'da, Belçika da 28 Mayıs'ta teslim olmak zorun-da kalmıştır. Bu başarılardan sonra Almanlar, bir yandan İngiliz ve Fransız güçle-rini Manş kıyılarında çember içine alırken, bir yandan da Paris üzerine yürümeyebaşlamışlardır. Bu arada, Almanya'nın kesin olarak başarılı olacağına inanan İtal-ya da, 10 Haziran 1940'da Fransa'ya savaş ilan ederek, İkinci Dünya Savaşı'na katıl-mıştır. Almanya, bu olumlu gelişmeler sonucunda 14 Haziran 1940'da Paris'e gir-miştir. Bunun üzerine Fransa'da hükümet değişikliği olmuş, Mareşal Petain baş-kanlığında kurulan yeni hükümet, 22 Haziran 1940'da Compiegne'de Almanlarlamütareke imzalamıştır. Bu mütarekeye göre; Fransız Ordusu silahsızlandırılaraktutsak edilmiş, Fransa'nın bütün batı kıyıları, kuzeyi ve doğusu Alman işgaline bı-rakılmıştır.

Fransa'nın işgal edilmesinden sonra nasıl bir direniş hareketi başlatılmıştır?

Vichy'ye taşınmış olan yeni Fransız Hükümeti, Almanya yanlısı bir politika izle-miştir. Ancak, Londra'da askeri ateşe olarak bulunan General de Gaulle, FransızHükümeti'ni tanımadığını açıklayarak, anavatan toprakları dışında bir direniş gü-cü oluşturmaya çalışmıştır. Nitekim de Gaulle, Fransa'nın Alman işgalinden kur-tarılması için büyük çaba harcayacaktır.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 143

?

?

Page 149: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Almanya, Fransa'yı savaş dışı bıraktıktan sonra İngiltere'ye yönelmiştir. Ancak,Almanların, çetin İngiliz direnişi karşısında, İngiliz adalarında hava üstünlüğünüele geçirememesi ve kış mevsiminin gelmesi üzerine bu ülkenin işgalinden vaz-geçmişlerdir. Bundan sonra, Batı cephesinde Normandiya çıkarmasına kadar, ha-va savaşları ve Fransız direniş gruplarının eylemleri etkili olmuştur.

4.5. Kuzey Afrika Cephesi

İtalya'nın Kuzey Afrika'da cepha açması, İngiltere'yi nasıl etkilemiştir?

İtalya'nın 10 Haziran 1940'da Fransa'ya savaş ilan ederek İkinci Dünya Savaşı'nakatılması, İngiltere'nin güç durumda kalmasına yol açmıştı. Zira, İtalya, Kuzey Af-rika'da stratejik bir öneme sahip olan Libya'yı elinde bulunduruyordu. Ayrıca, Ak-deniz'de bulundurduğu donanma ile İngiltere'nin sömürgeleriyle bağlantısınıönemli ölçüde kesmekteydi. Bu bakımdan, stratejik ve ekonomik yönlerden önem-li bir alan olan Kuzey Afrika'nın tümüyle ele geçirilmesi, savaşın gidişatını değişti-rilebilecekti.

Kuzey Afrika'yı ısrarla ele geçirmek isteyen İtalya, Libya'da topladığı 200 bin kişi-lik bir orduyla, 13 Eylül 1940'da Mısır'a saldırmıştır. Ancak, kısa bir ilerlemedensonra durdurulmuştur. Mısır'daki İngiliz kuvvetleri takviye alarak güçlendiktensonra 8 Aralık 1940'da karşı saldırıya geçmiştir. Nitekim, Şubat 1941'de Bingazi,Nisan 1941'de de İtalya'nın elinde bulunan Eritre ve Habeşistan'ı işgal etmiştir.

Kuzey Afrika Cephesi'nde olaylar nasıl gelişmiştir?

İtalya'nın ard arda başarısızlığa uğraması üzerine, Almanya, 1941 yılının Martayında Kuzey Afrika savaşlarına katılmıştır. General Rommel komutasındaki Al-man orduları, İngilizler karşısında başarı kazanarak İskenderiye yakınlarına ka-dar ilerlemişlerdir. Ancak, 1942 yılının Ekim ayından itibaren İngiliz karşı saldırısıüzerine Mihver devletleri gerilemeye başlamışlardır. Müttefik devletlerin de Ku-zey Afrika'ya asker göndermeleriyle yapılan savaşlar sonucu, Mihver devletleriyenilmişler ve 1943 yılının Mayıs ayında teslim olmuşlardır. Böylece, Müttefikler,Kuzey Afrika savaşlarında başarı kazanarak Akdeniz'in güney kıyılarına egemenolmuşlardır.

4.6. Balkan Cephesi

Fransa'nın yenilmesinden sonra, 27 Eylül 1940'da İtalya, Japonya ve Almanya ara-sında Üçlü Pakt denilen bir ittifak antlaşması imzalanmıştı. Bu Pakt'la, Almanya veİtalya Avrupa'da; Japonya'da Uzak Doğu'da istilaya dayalı "yeni düzenler" kura-caklardı. Nitekim, Almanya, Avrupa'daki bazı küçük devletleri anlaşmalarla ege-menliği altına almaya başlamıştır.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 144

?

?

Page 150: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Bununla birlikte, Almanya, kısa vade de Sovyetler Birliği ile bir çatışmayı da gözealmamıştır. Hatta, bu ülkeyi Üçlü Pakt'a alarak dünyanın paylaşılmasına onları daortak etmek istemiştir. Bu amaçla, 12-13 Kasım 1940'da Sovyet Dışişleri BakanıMolotov Berlin'e davet edilmiştir. Ancak bu görüşmelerde, Hitler, Sovyetlere İranve Hindistan'ı alarak Hint Okyanusuna çıkmalarını önermiştir. Oysa, SovyetlerBirliği, Finlandiya, Bulgaristan ve Boğazlar'a dayalı olarak çeşitli isteklerde bulun-muştur. Görüşmelerin başarısızlığa uğraması nedeniyle Sovyetler Birliği ve Al-manya'nın arası açılmaya başlamıştır.

Almanya'nın Balkanlara yönelmesindeki temel amaç nedir?

Öte yandan Almanya, İngiltere'yi kısa sürede yenemiyeceğini anlamış, bu neden-le, geniş doğu topraklarını ele geçirerek, hammadde stoklarını arttırmanın yolları-nı aramaya başlamıştır. Bu yolla, İngiltere'yi yıpratmayı hedeflemiştir. Almanya,bu amaçlarına ulaşmak için öncelikle, Orta Avrupa ve Güney-Doğu Avrupa top-raklarını ele geçirmeye çalışmıştır. 20 Kasım 1940'ta Macaristan'ı, 23 Kasım 1940'taRomanya'yı ve 24 Kasım 1940'ta da Slovakya'yı zorla Üçlü Pakt'a almıştır. Bulga-ristan da, karşı koymasına rağmen 1 Mart 1941'de Üçlü Pakt'a katılmak zorundakalmıştır. Tüm bu gelişmeler üzerine, Yugaslavya, 6 Nisan 1941'de Sovyetler Birli-ği ile bir dostluk antlaşması imzalamıştır. Ancak, Almanya, antlaşmanın yapıldığıgün Yugoslavya'yı işgal etmeye başlamış ve 17 Nisan 1941'de de teslim almıştır.Almanya, Yugoslavya'yı İtalya, Macaristan ve Bulgaristan arasında paylaştırmış-tır. Fakat, Tito'nun önderliğindeki komünistler ile Mihailoviç'in önderliğindekiulusalcılar, Almanlarla şiddetli bir gerilla savaşına girişmişlerdir.

Bu arada, Mussolini de, Hitler'e bilgi vermeden Yunanistan'ı işgal etmek istemişti.Bunun için, 28 Ekim 1940'da Yunanistan'a ultimatom vererek, bu ülkeden üsler is-temişti. Ancak, red edilince Arnavutluk'taki İtalyan kuvvetlerini Yunanistan'a sal-dırtmıştır. Fakat, İtalyan kuvvetleri başarısızlığa uğramıştır. İşte, bu gelişmeler-den sonra, 6 Nisan 1941'de Almanya'nın Bulgaristan'daki kuvvetlerini Yunanis-tan'a girmeye başlamıştır. Yunanlılar, kendilerini savundularsa da, 25 Nisan'daAtina, 31 Mayıs 1941'de de Girit paraşütcü Alman birlikleri tarafından işgal edil-miştir. Daha sonra da bütün Ege Adaları ele geçirilmiştir. Böylece, Almanlar, Bal-kanlar da kısa süre içinde önemli başarılar elde etmişlerdir.

4.7. Almanya - Sovyetler Birliği Savaşı

Almanya, Sovyetler Birliği'ni işgal ederken nasıl bir strateji izlemiştir?

Almanya'nın kısa bir süre içinde çeşitli cephelerde büyük başarılar elde etmesi,Hitleri daha büyük amaçlar belirlemesine ve gerçekleştirmeye yöneltmiştir. Nite-kim, Almanlar, 22 Haziran 1941'de savaş ilan etmeksizin Sovyetler Birliği'ne sal-dırmıştır. Alman Ordusu üç koldan Sovyetler Birliği'ne taarruz etmişti. Güney ko-lu kısa bir süre içinde Odesa'yı ve Kiev'i almış, Kırım ve Sıvastopol'u kuşatmış ve

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 145

?

?

Page 151: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Rostov'a ulaşmıştı. Orta kesim ordusu ise, Smolensk'i ele geçirerek Moskova'yayönelmişti. Kuzey ordusu da, Baltık ülkelerinden hareket ederek Leningrad üzeri-ne yürümüştü. Ancak, Sovyet halkının direnişi üzerine Almanlar, Leningrad'tadurdurulmuştur. Almanlar yoğun bir saldırı düzenlemesine rağmen Moskova'yıalamamışlardır. Bunda kış mevsiminin gelmesi ve Alman ordusunun kış koşulla-rına göre organize edilememesi de etkili olmuştur.

Sovyetler Birliği'nin işgal edilmesi, güçler dengesini nasıl değiştirmiştir?

Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırması üzerine, Sovyetler ile İngilizler ara-sında 12 Temmuz 1941'de Ortak Hareket Antlaşması imzalanmıştır. Bununla ikidevlet, Almanya'ya karşı birbirini desteklemeyi, bütün güçleriyle birbirlerine yar-dım etmeyi ve Almanya ile ayrı ayrı mütareke ve barış antlaşması imzalamamayıkararlaştırmışlardır. Bununla birlikte, 4 Aralık 1941'de Sovyetler Birliği ve Polon-ya arasında Dostluk ve Yardım Paktı adı verilen bir antlaşma imzalanmıştır.

Bu antlaşmaların yapılması ve A.B.D.'nin savaşa girmesinden sonra, İngiltere veSovyetler Birliği arasında 26 Mayıs 1942'de bir ittifak antlaşması yapılmıştır. Ant-laşmada; İngiltere ve Müttefiklerinin Sovyetler Birliği - Almanya savaşına katıl-ması, savaş sonunda barışın korunması için birlikte hareket edilmesi, A.B.D. ile sı-kı işbirliği yapılması ve karşılıklı her türlü yardım yapılması gibi noktalara yer ve-rilmişti.

Sovyetler Birliği, İngilizlerle ittifak antlaşması yaptıktan sonra hangi değerleriöne çıkarmıştır?

Bu antlaşmayla müttefikler, Sovyetlerin Doğu Avrupa'da Almanları durdurmasıve baskı altına almasını hedeflemişlerdir. Sovyetler Birliği de, Alman saldırılarınakarşı önemli sayılacak siyasi ve askeri destek sağlamıştır. Bununla birlikte, Sovyetlideri Stalin de, Alman saldırılarını durdurmak için kapitalist ülkelerdeki düzeniyıkmayı hedefleyen Üçüncü Enternasyonelin lağv edilmesini sağlamış, bolşevikilkeleri bir yana bırakmış, ulusalcılığı ve dini ön plana çıkarmıştır. Halkı da, fa-şizmle mücadeleye çağırmıştır. Sovyet yöneticileri, içte ve dışta sağladıkları des-tekle uzun süre Alman kuşatmasına karşı koymuşlardır.

4.8. A.B.D.'nin Savaşa Girmesi

A.B.D., İkinci Dünya Savaşı'nın başlarında nasıl bir politika izlemiştir?

A.B.D., Avrupa'da başlayan savaş karşısında tarafsız kalmıştı. Ancak, Müttefikdevletlere değişik zamanlarda askeri yardımlarda da bulunmuştur. Bununla bir-likte, İkinci Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla A.B.D. ve Japonya arasındaki ilişkiler degerginleşmeye başlamıştı. Zira, Uzakdoğu'da Japonya ve A.B.D.'nin çıkarıyla ça-tışmaktaydı. Japonya, 1937'de başlattığı Çin Savaşı'nı sürdürmekte kararlı idi.A.B.D.'de Çin'e mali yardımda bulunarak, Japonya'nın yayılmacılığını önlemek is-temiştir.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 146

?

?

?

Page 152: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

A.B.D. hangi olayla savaşa girmiştir?

Tüm bu gelişmelerin yanında, Japonya'daki militarist yönetim, Almanların Rus-ya'da ilerlemesinden ve Anglo-Saksonların Pasifik'te zayıf bulunmasından cesaretalarak, eskiden beri özlemini duyduğu Büyük Pasifik İmparatorluğu'nu kurmakiçin harekete geçmiştir. Nitekim, Japonya, 7 Aralık 1941'de Hawaii Adalarında Pe-arl Harbour'da demirli bulunan Amerikan Pasifik donanmasına saldırmış ve budonanmanın büyük kısmını yok etmiştir. Bu olayın sonucunda Japonya, 8 Aralıkgünü A.B.D. ve İngiltere'ye, 11 Aralık'ta da Almanya ve İtalya, A.B.D.'ne resmensavaş ilan etmiştir. Hatta, dünyanın değişik bölgelerinde bulunan birçok devletde, içinde bulundukları bloklara uygun, birbirleriyle savaşa girmişlerdir. Böylece,savaş tam bir dünya savaşına dönüşmüştür.

Japonya, savaşın ilk anlarında büyük başarılar kazanmışlardır. Pasifik'te birçokbölgeyi ve Hindiçini'ni işgal etmişlerdir. Ancak, Müttefikler, 1942 yılının sonların-da Japonya'nın yayılmasını durdurmuşlardır. A.B.D., 12-13 Kasım 1942'de Salo-mon adaları açıklarında Japonya donanmasını ilk büyük yenilgiye uğratmıştır. Buolayla, Uzakdoğu'da savaş Japonya'nın aleyhine dönmeye başlamıştır.

5. Savaş Sırasında Önemli Siyasal Buluşmalar

5.1. Atlantik Bildirisi

Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırması, bunun üzerine Sovyetler Birliği'ninde 12 Temmuz 1941'de İngiltere, 1 Ağustos'ta da A.B.D. ile birer antlaşma imzala-ması savaşın gidişatında önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur.

A.B.D. Başkanı Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Churchill, 1941 yılının Ağustosayının başlarında savaşla ilgili gelişmeleri görüşmek üzere Atlantik'te (Atlas Ok-yanusu'nda) bir savaş gemisinde biraraya gelmişlerdir.

Atlantik Bildirisi'nde hangi ilkelere yer verilmiştir?

Roosevelt ve Churchill, görüşmelerden sonra, 14 Ağustos 1941'de "Atlantik Bildi-risi" adı verilen bir metin yayınlamışlardır. Bildiride iki devlet; topraklarını geniş-letmek istemediklerini, her ulusun kendi istediği hükümet şeklini seçme hakkınauyacaklarını, küçük-büyük tüm devletlerin aynı koşullar altında dünya ticaretinekatılmalarını istediklerini, Nazi diktatörlüğünün tam olarak yıkılmasından sonra,bütün ulusların sınırları içinde güvenle yaşama olanağı sağlayacak bir barışın ya-pılmasını, böyle bir barışla bütün insanlara engel çıkartılmadan bütün deniz ve ok-yanuslarda dolaşma olanağının sağlanmasını ve bütün ulusların kuvvet kullan-maktan vazgeçme yolunu tutmaları gerektiğine inandıklarını belirtmişlerdir. Gö-rüldüğü gibi, bildiriye özgürlük ve demokrasi ilkeleri yön vermiştir.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 147

?

?

Page 153: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

A.B.D.'nin savaşa katılmasından sonra, Almanya'ya karşı savaşa giren 26 devletinde imzasıyla, 1 Ocak 1942'de, Atlantik Bildirisi esas olmak üzere "Birleşmiş Millet-ler Bildirisi" yayınlanmıştır. Bu bildiride, Atlantik Bildirisi'ndeki ilkeler aynen ka-bul edilmiştir. Ayrıca, zafer elde edilinceye kadar işbirliği yapılacağı açıklanmıştır.Böylece, savaştan sonra kurulacak olan Birleşmiş Milletler Örgütü'nün nüvesioluşturulmuştur.

5.2. Kazablanka Konferansı

Kazablanka Konferansı'nda hangi konular üzerinde durulmuştur?

A.B.D. Başkanı Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Churchill arasında, 14-24 Ocak1943 tarihleri arasında Kazablanka kentinde yapılmıştır. Sovyet lideri Stalin de da-vet edilmişse de katılamamıştır. Bu konferansta, A.B.D. kuvvetlerinin, 1942 yılınınKasım ayında Fas ve Cezayir'e çıkması üzerine, Kuzey Afrika savaşlarının gidişatıve sonrası hakkında stratejik ve diplomatik sorunlar ele alınmıştır.

Konferansın sonunda; Sovyetler Birliği üzerindeki baskıyı hafifletmek için Sicil-ya'ya çıkartma yapılması, Balkanlarda ikinci bir cephenin açılması, bunun için deTürkiye'nin savaşa katılmasını sağlamak üzere hazırlıklara girişilmesi, MihverDevletleri'nin kayıtsız şartsız teslimine kadar mücadeleye devam edilmesi gibi ka-rarlar alınmıştır.

5.3. Washington Konferansı

12-16 Mayıs tarihleri arasında Roosevelt ve Churchill arasında gerçekleştirilenkonferansta, savaş sorunları görüşülmüştür. İtalya'nın işgal edilmesi, Türk havaalanlarından yararlanılması, ikinci cephenin Fransa'da açılması, savaş sonrasındakurulacak barışın korunması sorumluluğunun A.B.D., İngiltere, Sovyetler Birliğive Çin'e verilmesi kararlaştırılmıştır.

5.4. Quebec Konferansı

Quebec Konferansı'nda hangi öneriler kabul edilmemiştir?

Roosvelt ve Churchill, 14-24 Ağustos 1943 tarihleri arasında Kanada'nın Quebeckentinde tekrar biraraya gelmişlerdir. Görüşmelerde, Almanya'nın silahsızlandı-rılmasını ve kontrol altına alınmasını öngören bir plan kabul edilmiştir. Ayrıca,Churchill, Türkiye'nin savaşa sokulmasını ve ikinci cephenin Balkanlarda açılma-sını önermiştir. Ancak, bu öneriler kabul görmemiştir. Daha önce, Fransa'da açıl-ması planlanan ikinci cephenin Normandiya kıyılarında olmasına ve bunun hazır-lanması sorumluluğunun da A.B.D.'ne bırakılmasına karar verilmiştir.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 148

?

?

Page 154: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

5.5. Moskova Konferansı

Moskova Konferansı'nda hangi kararlar alınmıştır?

Bu konferansta; A.B.D., İngiltere, Sovyetler Birliği ve Çin dışişleri bakanları 19Ekim 1943'te Moskova'da Kremlin Sarayı'nda biraraya gelerek, savaşta meydanagelen son gelişmeleri görüşmüşlerdir. Konferans, 1 Kasım'da yayınlanan ortak bil-dirilerle sona ermiştir. Bildirilerde; Müttefik devletlerin düşmanın kayıtsız-koşul-suz teslim olmasından sonra, barışı sürdürebilmek için bütün barış seven devletle-rin eşit haklarla katılabilecekleri bir örgüt kurulmasına, İtalya'daki savaş suçluları-nın mahkemeye verilmesine, Avusturya'nın savaştan sonra bağımsız bir devlet ol-masına ve Alman savaş suçlularının yargılanmak üzere ilgili devletlere teslimedilmesine karar verildiği açıklanmıştır.

5.6. Kahire Konferansı

Kahire Konferansı'nda hangi kararlar alınmıştır?

22-26 Kasım 1943'te Roosevelt, Churchill ve Çin Devlet Başkanı Çan-Kay,Şek'i ara-sında yapılan konferansta, Uzakdoğu'daki savaş gelişmeleri ele alınmıştır. Ayrıca,savaş sona erdiğinde Japonya ile yapılacak barışın esaslarının neler olması gerekti-ği üzerinde durulmuştur. Ancak, bu konularda kesin bir sonuca varılamamıştır.Bununla birlikte, konferansa katılan üç devlet, 26 Kasım 1943'te yayınladıkları or-tak bildiride; Japonya'yı Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ele geçirmiş olduğu bü-tün toprakları boşaltmaya zorlamak, Kore'nin bağımsızlığının tanınması gibi ko-nularda da hemfikir olduklarını belirtmişlerdir.

5.7. Tahran Konferansı

Tahran Konferansı'nda hangi kararlar alınmıştır?

İran, 1941 yılında Sovyet Birliği'ne kolay yollardan yardım ulaştırabilmek için İn-gilizler ve Sovyetler tarafından işgal edilmişti. Stalin, üç büyük Müttefik devletadamının buluşmaları gündeme gelince, Kızıl Ordu birliklerinin işgali altında bu-lunmayan bir yere gitmeyeceğini açıklamıştır. Bunun üzerine, Roosevelt, Churc-hill ve Stalin, Tahran'da biraraya gelmişlerdir. 28 Kasım-1 Aralık 1943 tarihleri ara-sında yapılan konferansta; İran'a yardım yapılması, Türkiye'nin savaşa sokulması,Yugoslavya'daki direnişçilere her türlü desteğin verilmesi, Normandiya'da ikincicephenin açılması, Polonya sınırının saptanması, kesin zafere kadar savaşın birlik-te sürdürülmesi ve savaştan sonra barışın korunması için bir uluslararası örgütünkurulması kararlaştırılmıştır.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 149

?

?

?

Page 155: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

5.8. Yalta Konferansı

Fransa, 6 Haziran 1944'de Normandiya çıkarmasından sonra Alman işgalindenkurtarılmıştı. Bundan sonra, Almanya'nın teslim olması gündeme gelmişti. Bu du-rumda, hem gelecek barış hakkında daha esaslı bir anlaşmaya varmak, hem deSovyetler Birliği'nin Japonya'ya savaş açmasını sağlamak amacıyla üç büyük Müt-tefik devlet başkanı 4 Şubat - 11 Şubat 1945'te Kırım'ın Yalta kentinde biraraya gel-mişlerdir. Roosevelt, Churchill ve Stalin, Yalta Konferansında; Sovyetler Birli-ği'nin Almanya teslim olduktan sonra Japonya'ya savaş açması ve buna karşılıkdaha önce bu devlete bıraktığı toprakları ve Kuril adalarını alması, Sovyetler Birli-ği'nin Çin ile bir dostluk ve ittifak antlaşması imza etmesi, üç büyük Müttefik dev-letin ordularının Almanya'nın birer bölgesini işgal etmesi, merkezi Berlin olmaküzere her üç devletin komutanlarından oluşan bir "Merkez Kontrol Komisyo-nu"nun kurulması, Fransa'nın da Almanya'ya işgal birlikleri göndermesi, Almanmilitarizmi ve nazizminin yok edilmesi, Almanya'nın savaş tazminatı ödemesi veBirleşmiş Milletler Örgütü'nün kurulması için 25 Nisan 1945'te San Fransisco'dabir konferans toplanması gibi konular üzerinde durmuşlardır.

Yalta Konferansı, Müttefik Devletler üzerinde ne gibi etki yaratmıştır?

Yalta Konferansı, üç büyük Müttefik devlet arasında öteden beri süregelen anlaş-mazlığı belirginleştirmiştir. Roosevelt, Birleşmiş Milletler Örgütü konusunda alı-nan karardan memnun kalmıştır. Ancak, Churchill, Sovyetler Birliği'ne çok fazlaödün verildiğini düşünmüştür. Müttefikler arasındaki bu farklı tutum ve davra-nışlar, savaş sırasında meydana getirilmiş olan ittifakın yara almasına yol açmıştır.Hatta, Müttefikler arasında işbirliğini sona erdirmiştir. Ancak, ideolojileri ve dev-let yapıları farklı üç büyük Müttefik devlet, savaş tümüyle sona ermediği için birsüre daha birlikte hareket etmişlerdir.

5.9. Potsdam Konferansı

Almanya'nın teslim olmasından sonra, Avrupa'da ortaya çıkan sorunları görüş-mek üzere, üç büyük Müttefik devlet, 17 Temmuz - 2 Ağustos 1945 tarihleri arasın-da Berlin yakınlarında Potsdam'da bir toplantı yapmışlardır. Potsdam Konferan-sı'nda A.B.D.'ni (Roosevelt 12 Nisan 1945'te öldüğü için yerine geçen) Başkan Yar-dımcısı Harry S. Truman, İngiltere'yi konferansın ilk günlerinde Churchill ve dahasonra (Churchill, 1945 yılı Temmuz ayında yapılan genel seçimi kaybettiği için) İş-çi Partisi lideri ve yeni Başbakan Clement Attlee, Sovyetler Birliği'ni de Stalin tem-sil etmişlerdir.

Konferansın en önemli konusunu barışın nasıl sağlanacağı oluşturmuştur. Bilin-diği gibi, Almanya, Müttefikler tarafından dört bölgeye ayrılmış ve her bölge birMüttefik devlet tarafından işgal edilmişti. Ancak, bu bölgelerin sınırları kesin ola-rak saptanamamıştı. Ayrıca, Müttefik devletler, gerek Almanya, gerek Avrupa'nın

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 150

?

Page 156: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

çeşitli sorunları konusunda farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Bu nedenle, Mütte-fikler, A.B.D. ve İngiltere bir tarafta, Sovyetler Birliği de diğer tarafta olmak üzereikiye ayrılmışlardı.

Postdam Konferansı'nda Almanya'nın geleceği hakkında ne gibi kararlar alın-mıştır?

Üç büyük Müttefik Devlet, anlaşmaya vardıkları konularda, konferansın bitiş tari-hi olan 2 Ağustos 1945'te bir deklarasyon yayınlayarak açıklamışlardır. Buna göre;

• Almanya'nın kontrolünün A.B.D., İngiltere, Sovyetler Birliği ve Fransa işgalbölgelerinin komutanları aracılığıyla yapılması,

• Almanya'nın silahsızlandırılması ve askerlikten arındırılması,• Almanya silahlı kuvvetlerinin, Nazi birlik ve örgütlerinin tümüyle kaldırıl-

ması,• Alman savaş endüstrisinin ortadan kaldırılarak yeniden düzenlenmesi ve

Alman ekonomisinin Müttefikler tarafından kontrol edilmesi,• Savaş suçlularının tutuklanması ve kontrol edilmesi,• Almanya'nın savaş tazminatı ödemesi,• Almanya'da demokratik bir düzenin kurulması,• Barışla ilgili düzenlemelerin yapılması için A.B.D., İngiltere, Sovyetler Birli-

ği, Çin ve Fransa dışişleri bakanlarından oluşan bir "Dışişleri Bakanları Konse-yi"nin kurulması,

• Oluşturulan konseyin Romanya, Bulgaristan, Macaristan ve Finlandiya ba-rış sözleşmelerini hazırlamakla yükümlü olması.

Postdam Konferansı'nda Türkiye hangi konuyla ilgili olarak ele alınmıştır?

Potsdam Konferansı'nda bu ana konuların yanısıra; Sovyet Birliği'nin Japonya'yasavaş açması, Avusturya ve başkenti Viyana'nın dört işgal bölgesine ayrılması,İtalya ile koşulları ağır olmayan bir şekilde barış yapılması, İran'ın derhal boşaltıl-ması, Sovyetler Birliği'nin Boğazların Türkiye ile birlikte kendi kontrolüne veril-mesine karşılık, Boğazlardan geçişin tam serbest olması gibi konular da tartışılmış-tır.

Konferans'ta alınan kararlar ve tartışılan konular, Avrupa'nın siyasi, sosyal ve as-keri geleceğinin belirlenmesinde önemli olmuştur. Yapılacak barış antlaşmaları-nın temel koşullarını da belirlemiştir. Potsdam Konferansı, üç büyük MüttefikDevletin İkinci Dünya Savaşı'nda yaptıkları son büyük konferans olmuştur. Bukonferans, bu devletler arasındaki anlaşmazlığı arttırmış ve dünya başlıca iki nü-fuz alanına veya iki bloka ayrılma dönemine girmeye başlamıştır.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 151

?

?

Page 157: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

6. Savaşın Sona Ermesi

6.1. Avrupa'da Savaşın Sona Ermesi

6.1.1. İtalya'nın Savaştan Çekilmesi

Müttefik Devletler, Mareşal von Rommel'in komutasındaki Alman birlikleriniElalameyn önünde durdurmuştur. Bunun üzerine, İngilizler, Mareşal Montgo-mery'in emri altındaki birliklerle 1942 yılının Ekim ayında karşı saldırıya başlamışve Alman von Rommel'i ard arda yenilgiye uğratmıştır. 8 Kasım 1942'de de, Gene-ral Eisenhower yönetimindeki Amerikan ve İngiliz birlikleri Kuzey Afrika'da ka-raya çıkmış ve kısa sürede bu bölge ele geçirilmiştir.

İtalya'nın yenilmesi iç politikasında ne gibi değişiklikler yaratmıştır?

Müttefikler, bu gelişme üzerine, İtalya'yı işgal etmek ve Mihver Devletlerine karşıgüneyden bir cephe açmak için 10 Temmuz 1943'te İtalya'nın kuzeyine doğru iler-leyerek bu ülkeyi işgal etmişlerdir. Bunun üzerine, gerek İtalya'nın savaşın başlan-gıcından itibaren ard arda başarısızlığa uğraması, gerek ülkenin işgal edilmesi,halkın rejime karşı bir hoşnutsuzluk duymasına yol açmıştı. Nitekim, 24 Temmuz1943'te toplanan Büyük Faşist Konseyi, Mussolini'yi iktidardan düşürmüştür. Ye-ni hükümetin başına Mareşal Bodoglio getirilmiştir. Mareşal Bodoglio'nun yaptığıilk iş, Mussolini'yi hapsetmek ve Faşist Partisi'ni lağv etmek olmuştur.

İtalya yöneticileri, bu gelişmelerden sonra 3 Eylül 1943'te Müttefiklerle bir mütare-ke yaparak savaştan çekilmiştir. 13 Ekim 1943'te de Almanya'ya savaş ilan etmiş-lerdir.

İtalya'nın savaştan çekilmesi, Almanya'yı alabildiğine zor durumda bırakmıştır.Akdeniz bölgesi, Müttefiklerin egemenliği altına girmiş ve Yunanistan ile Yugos-lavya'da Almanlara karşı ulusal kurtuluş hareketleri büyük ivme kazanmıştır.

6.1.2. Almanya'nın Teslim Olması

Müttefik Devletler, 1944 yılında hava üstünlüğünü sağlamışlardı. Özellikle de, 6Haziran 1944'te Fransa'nın Normandiya kıyılarına çıkarma yaparak "ikinci cephe"yi açmışlardır. 9 Ağustos 1944'te Paris'i Alman ordularından kurtarmışlardır.Fransız direniş hareketinin ünlü ismi General de Gaulle, hükümet kurarak Fran-sa'ya yeniden hayat kazandırdı.

Bu askeri gelişmeler üzerine Almanya için kurtuluş olanağı kalmamıştı. Doğudanve batından Müttefik Devletler tarafından işgal edilmeye başlanmıştır. Hitler,Müttefikler, Berlin'e girdikten sonra 30 Nisan 1945'te intihar ederek, yerini AmiralDoenitz'e bırakmıştır. Berlin, 2 Mayıs 1945'te ağırlıklı olarak Sovyet askerlerininyeraldığı Müttefikler tarafından tamamıyla ele geçirilmiştir. 4 Mayıs'ta Hollanda,

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 152

?

Page 158: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Kuzey-Doğu Almanya ve Danimarka'daki Alman orduları teslim olmuşlardır.Bnun üzerine, 7 Mayıs 1945'te Alman delegeleri Reims kentindeki Eisenhower'inana karargahında Almanya'nın kayıtsız-şartsız teslim belgesini imzalamışlardır.

Almanya'nın teslim olmasından sonra Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi'nin ileri ge-lenlerinin büyük bir kısmı kaçmış, bir kısmı da Müttefikler tarafından yakalanmış-tır. Böylece, beş buçuk yıl Avrupa'yı kan ve gözyaşına boğan savaş Avrupa coğraf-yasında sona ermiştir.

6.2. Uzakdoğu'da Savaşın Sona Ermesi: Japonya'nın Teslim Olması

Müttefikler, 1942 yılında Pasifik'te Japon yayılmasını durdurmuşlardır. 1943 ve1944 yıllarında da deniz ve hava üstünlüğünü ele geçirmişlerdir. 1945 yılının baş-larından itibaren Japonya'nın işgali altında bulunan Çin, Endonezya ve Pasifik'teçeşitli yerlerde saldırıya geçmişlerdir.

Japonya'nın teslim olmasını hızlandıran olay nedir?

Müttefik güçleri, Japonya'ya son darbeyi Temmuz-Ağustos 1945'te vurmuşlardır.Nitekim, A.B.D. 9-10 Temmuz 1945'te Japonya'nın başkenti Tokyo'yu havadanbombalamıştır. Japonya'nın gücü tükenmiş olmasına rağmen, Müttefiklerin tes-lim olma önerisini geri çevirmiştir. Bunun üzerine A.B.D., Japonya'yı kayıtsız-şart-sız teslim olmaya zorlamak için, 6 Ağustos 1945'te ilk atom bombasını Hiroshi-ma'ya, ikincisini de 9 Ağustos 1945'te Nagasaki'ye atmıştır. Sovyetler Birliği, 13 Ni-san 1941'de Japonya ile tarafsızlık antlaşması imzalamasına rağmen, teslim olmanoktasına gelen bu ülkeye 8 Ağustos 1945'te savaş ilan etmiş ve Mançurya'yı işgalebaşlamıştır.

Japonya, 10 Ağustos 1945'te yenilgiyi kabul ettiğini A.B.D.'ne bildirmiştir. Yapılangörüşmeler sonucu 2 Eylül 1945'te Tokyo Koyu'nda demirli bulunan A.B.D.'ne aitMissouri adlı savaş gemisinde Japonya'nın teslim belgesi imzalanmıştır. Bu olaylada Uzakdoğu'da savaş sona erdiği gibi, yaklaşık kırk milyon insanın hayatına malolan İkinci Dünya Savaşı da Müttefiklerin zaferiyle bitmiştir.

7. İkinci Dünya Savaşı'nda Türkiye'nin Politikası

Türkiye'nin Fransa ve İngiltere'ye yakınlaşmasının nedenleri nelerdir?

Genç Türkiye'nin yöneticileri, Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Sava-şı'na sürüklenerek nasıl ortadan kalktığını, Türk Ulusu'nun nasıl yok olma tehlike-siyle karşı karşıya kaldığını unutmamışlardı. Bu nedenle, ülkeyi yeni bir savaşındışında tutmaya çalışmışlardır. Ancak, Almanya'nın 1930'lu yıllarda komşularınasaldırması, İtalya'nın 7 Nisan 1939'da Arnavutluk'u işgal etmeye başlaması karşı-

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 153

?

?

Page 159: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

sında tedirgin olmuşlardır. Bunun üzerine Türkiye, İngiltere ve Fransa'ya yakın-laşmıştır. Nitekim, 12 Mayıs 1939'da Türkiye ve İngiltere arasında, Türk-İngilizYardım Deklarasyonu, 23 Haziran 1939'da da benzer bir antlaşma Türkiye ve Fran-sa arasında imzalanmıştır. Türkiye, bu antlaşmaları Alman nazizmine ve İtalyanfaşizmine karşı yapmasından dolayı, Sovyetler Birliği'nin bir zorluk çıkarmıyaca-ğını düşünmüştür. Fakat, 23 Ağustos 1939'da Almanya-Sovyetler Birliği DostlukAntlaşması'nın yapılması ve Polonya'nın Almanya tarafından işgal edilmesi, Tür-kiye'yi bir tehdit altında bırakmıştı. Hatta, Sovyetler Birliği'nin Karadeniz'e kıyısıbulunmayan devletlerin savaş gemilerinin boğazlardan geçirilmemesini ve bo-ğazlarda Sovyet askeri bulundurmak istediğini Türkiye'ye bildirmesi tehlikeninboyutlarını arttırmıştır.

Türkiye, bu gelişmeler üzerine İngiltere ve Fransa ile eski antlaşmalarını açık bir it-tifaka dönüştürmeye çalışmıştır. 19 Ekim 1939'da Türkiye, İngiltere ve Fransa, An-kara'da karşılıklı yardım antlaşması imzalamıştır. Buna göre;

• Bir Avrupa devletinin Türkiye'ye saldırması ve savaş çıkması halinde Fran-sa ve İngiltere'nin Türkiye'ye yardım etmesi,

• İngiltere ve Fransa bir Avrupa devletinin saldırısına uğrarsa, Türkiye'ninbu iki devlet yararına tarafsızlık politikası izlemesi,

• Bu antlaşmanın uygulanması sonucunda tarafların savaşa girmesi halinde,mütarekenin ve barışın birlikte imza edilmesi gibi.

Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı'nda izlediği politikayı ayrıntılı bir şekilde Fa-hir Armanoğlu'nun "20. Yüzyıl Siyasi Tarihi" adlı kitabından okuyunuz.

Türkiye bu antlaşma ile, Sovyetler Birliği'nden tamamıyla ayrılmış ve Batılı dev-letlere yakınlaşmıştır. Türkiye, savaşın tüm dünyada genişlediği bir dönemde, 18Haziran 1941'de Almanya ile on yıl süreli bir dostluk antlaşması yaparak manevrayapma alanını genişletmiştir. Fakat, bu tarihlerde Almanya'nın Sovyetler Birli-ği'ne saldırması dengeleri alt-üst etmiştir. Bu kez de Sovyetler Birliği, Türkiye'ninsavaşa girmesini istemiştir. Nitekim, 30-31 Ocak 1943'te Churchill ve İsmet İnönü,Adana'da buluşarak Türkiye'nin savaşa girip girmeme konusunu tartışmılardır.Adana Konferansı da denilen bu buluşmada, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Türki-ye'nin savaşa girecek silah ve malzemeye sahip olmadığını ve İngiltere'nin bu do-natımı tamamlaması halinde savaşa gireceğini ileri sürmüştür. Savaş devam ettik-çe Müttefik Devletlerin Türkiye'yi savaşa sokma konusundaki ısrarlarını arttır-mışlardır. Nitekim, İsmet İnönü, Roosevelt ve Churchill, 4-6 Aralık 1943'te İkinciKahire Konferansı'nda biraraya gelerek, Türkiye'yi savaşa sokma konusunu tartış-mışlardır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Türk Ordusunun donatımının tamamlan-ması halinde 1945 yılının Şubat ayında savaşa girileceğini belirtmiştir.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 154

Page 160: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Türkiye, savaşın Almanya'nın aleyhine gelişmeye başladığı dönemde 2 Ağustos1944'te Almanya ile siyasal ilişkilerini kesmiştir. 23 Şubat 1945'te de Almanya ve Ja-ponya'ya savaş ilan etmiştir. Türkiye, bu tutumuyla da Birleşmiş Milletlerin kuru-cu üyeleri arasında yer almıştır.

Kısaca, Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'nda tarafsız bir politika izlemiş, fakat bu poli-tikasını denge esasları üzerine oturtmuştu.

Özet

Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda imzalanan barış antlaşmaları sorunları çözmemiş veyeni sorunları ortaya çıkarmıştır. Güçler dengesi yeniden biçimlenmişti. Dünya barışınınkorunması amacıyla, Milletler Cemiyeti kurulmuş, Avrupalı büyük ülkelerin de yer aldığıbazı Avrupalı devletler karşılıklı güvenliğin sağlanması için Locarno Antlaşmasını,A.B.D. ile Fransa Dışişleri Bakanlarının öncülüğünde de savaşı yasa dışı ilan eden Briand-Kelogg Paktı imzalanarak yürürlüğe sokulmuştu. Ancak, barışın korunmasına yönelik buçabalar yeterli olmamıştır.

İtalya'da faşist rejiminin kurulması ve bu rejimin yayılmacılığa yönelmesi, Almanya'daNasyonal Sosyalist İşçi Partisi'nin iktidara tırmanarak Versailles Barış Antlaşması düze-nini ortadan kaldırmaya çalışması ve Büyük Germen İmparatorluğunu kurmak istemesi,Japonya'nın da Uzakdoğu'da güçler dengesini alt-üst ederek militarist temellere dayalı birimparatorluk kurma tutumuna girmesi, İkinci Dünya Savaşı'nın çıkmasına yol açan enönemli gelişmeler olmuştur. Almanya, İtalya ve Japonya'nın katılımı ile Anti KominternPaktı'nın kurulması, İkinci Dünya Savaşı'na giden süreçte önemli bir dönüm noktası ol-muştur. "Berlin-Roma-Tokyo Mihveri" dünyanın savaşın eşiğine getirmiştir.

İkinci Dünya Savaşı, Alman birliklerinin 1 Eylül 1939'da Polonya'ya saldırısıyla başla-mıştır. Bu olay üzerine İngiltere ve Fransa, Almanya'ya savaş ilan etmişlerdir. SovyetlerBirliği, Baltık ülkelerini ele geçirmiştir. Almanya ise, Norveç ve Danimarka'yı işgal ettik-ten sonra, Avrupa içlerinde ilerleyerek Hollanda, Belçika ve Fransa'yı işgal ederek, bu ülke-leri kendi topraklarına katmıştır. Bununla birlikte, Almanya ve İtalya, Kuzey Afrika'da dayayılmaya çalışmışlardır. Japonya'nın da, A.B.D.'ni bir ani baskınla savaşa sürüklemesisonucu, savaş tüm dünyaya yayılmıştır.

Mihver Devletleri'nin yayılmacılığına karşı İngiltere, Sovyetler Birliği ve A.B.D. ittifakyapmışlardır. Müttefik Devletler, gerek savaş sırasında gerçekleştirdikleri siyasal buluş-malarla gerek ordularını seferber ederek, Mihver Devletlerini yenilgiye uğratmışlardır.Mihver Devletlerinin tüm cephelerde teslim olmasıyla, dünyaya beş buçuk yıl felaket yaşa-tan İkinci Dünya Savaşı sona ermiştir.

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 155

Page 161: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Değerlendirme Soruları

1. Aşağıdakilerden hangisi Milletler Cemiyeti'nin sözleşmesinde yer almamış-tır?A. Devletlerin savaşa başvurmamak konusunda bir takım yükümlülükleri

kabul etmesiB. Uluslararası ilişkilerin gizlilikten uzak bir şekilde yürütülmesiC. Uluslararası hukuk kurallarının büyük devletlerin yararına düzenlen-

mesi D. Halkların karşılıklı ilişkilerinde adaletin korunmasıE. Örgütlenmiş halkların antlaşmalardan doğan bütün yükümlülükleri ye-

rine getirmesi

2. Briand-Kellogg Paktı, hangi ülkelerin dışişleri bakanları öncülüğünde ha-zırlanmıştır?A. Fransa - A.B.D.B. Fransa - İngiltereC. Fransa - Sovyetler BirliğiD. A.B.D. - İngiltereE. İngiltere - Sovyetler Birliği

3. Aşağıdakilerden hangisi İkinci Dünya Savaşı'nın çıkmasında etkili olma-mıştır?A. İtalya'nın eski Roma İmparatorluğu'nu kurma düşüncesiB. Almanya'nın Büyük Germen İmparatorluğu'nu kurmaya çalışmasıC. Berlin - Roma - Tokyo Mihverinin kurulmasıD. A.B.D. 'nin Monreo doktrinini uygulamasıE. Almanya'nın Versailles Barış Antlaşması'nın statükosu bozmaya çalış-

ması

4. I. İtalya'nın Habeşistan'ı işgal etmesiII. Almanya'nın Polonya'nın işgal etmesiIII. Yalta KonferansıIV. Almanya - Sovyetler Birliği Saldırmazlık PaktıYukarıdaki olayların kronolojik sıralaması aşağıdakilerden hangisidir?A. III - I - IV - IIB. I - IV - II - IIIC. IV - II - III - ID. I - II - III - IVE. II - III - I - IV

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 156

Page 162: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

5. Müttefik Devletler, Avrupa'da ikinci cepheyi hangi bölgede açmışlardır?A. SicilyaB. PolonyaC. BerlinD. BelçikaE. Normandiya

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Armaoğlu, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1980), Ankara: 1988.

Büyük Savaş. 2. Dünya Savaşı, (Çev: Fikret Arıt), İstanbul: 1974.

Hart, Lidell. II. Dünya Savaşı Tarihi, C. 1-2, (Çev: Kerim Bağrıaçık), İstanbul:1998.

Hobsbawm, Eric. Kısa 20. Yüzyıl (1914-1991) Aşırılıklar Çağı, (Çev: Yavuz Alo-gan), İstanbul: 1996.

Jacobsen, Hans - Adolf. 1939-1945 Kronoloji ve Belgelerle İkinci Dünya Savaşı,(Çev: İbrahim Ulus), Ankara: 1989.

Lestien, Georges - Cere, Roger. İki Dünya Savaşı, (1914-1918; 1939-1945), (Çev:Nihal Önol), İstanbul: 1966.

Öndeş, Osman. 2. Dünya Savaşı (1939-1945), İstanbul: 1974.

Sander, Oral. Siyasi Tarihi. Birinci Dünya Savaşı'nın Sonundan 1980'e Kadar,Ankara: 1989.

Uçarol, Rıfat. Siyasi Tarih (1789-1994), İstanbul: 1955.

Üçok, Çoşkun. Siyasal Tarih (1789-1960), Ankara: 1975.

Değerlendirme Sorularının Yanıtları

1. C 2. A 3. D 4. B 5. E

İ K İ N C İ D Ü N Y A S A V A Ş I 157

Page 163: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Amaçlar

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• Sovyetler Birliğinin dağılmasını,• Kafkasya ve Orta Asya'da kurulan Türk Cumhuriyetlerini tanı-

yacaksınız.

İçindekiler

• Giriş 161• Azerbaycan 161• Kazakistan 166• Kırgızistan 169• Özbekistan 171• Türkmenistan 173• Özet 175• Değerlendirme Soruları 176• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 177

ÜNİTE

8Türk Cumhuriyetleri

YazarProf.Dr. İhsan GÜNEŞ

Page 164: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Çalışma Önerileri

• Bu üniteyi okumadan önce bir Asya haritasını inceleyiniz. OrtaAsya hakkında bilgi toplayınız.

• Geçen yıl gördüğünüz Dünya'nın ve Türkiye'nin Yakın Tarihiadlı kitabın 1, 2 ve 3. ünitelerini okuyunuz.

Page 165: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

1. Giriş

Gorbaçov'un gerçekleştirdiği reformlar nelerdir?

Rusya’da Çarlık yönetiminin yıkılıp yerine Sosyalist bir düzenin kurulması Rus-ya'da yaşayan uluslar için bir umut kaynağı olmuştu. Zira, Rus egemenliği altındayaşayan uluslar ayrı ayrı devletlerini kuracaklarını ve Rusya’nın sömürgesi olmak-tan kurtulacaklarını sanmışlardı. Fakat gelişmelerin böyle olmadığını yaşayaraköğrendiler. Özellikle Stalin dönemindeki baskıcı politika zihinlerden silinmedi.Sovyetlerin sömürgeci ve baskıcı politikası 1985 yılına kadar sürdü. Mikhail Gorba-çov’un Komünist Partisi Genel Sekreteri olması, Sovyetler Birliği'nin tarihinde birdönüm noktası oldu. Gorbaçov, siyasi sistemin, devlet teşkilatının, hükümet organ-larının yeniden yapılandırılmasını, siyasi sistemin demokratikleştirilmesini, bürok-rasi ile mücadele edilmesini, milliyetler arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini, hukuksisteminin gözden geçirilmesini kararlaştırdı. Seçim sistemini değiştirdi. Parti ilehükümeti birbirinden ayırdı. Anayasada değişiklik yaptı. Sovyetler Birliği'nde ikimeclisli bir yapı oluşturdu ve kendisi geniş yetkilerle donatılmış devlet başkanı ol-du.

Gorbaçov, Sovyetlerin ekonomik bakımdan saptadığı hedeflere ulaşamadığını bu-nun da halkın sıkıntılarını artırdığını belirterek ekonomik alanda da reform yapıl-masını istedi. Sosyalist Teşebbüs Kanunu ile işletmelerin hakları ve sorumluluklarısaptandı. İşletmeler giderlerini kendileri karşılayacak,fiyatları belirleyecekler,ürünlerinin kalitelerini yükseltecekler, yabancı sermayeden yararlanabilecekti.Sovyetler Birliği yavaş yavaş sosyalist ekonomiden pazar ekonomisine geçiyordu.

Gorbaçov, Amerika Birleşik Devletleri'yle Sovyetler Birliği'nin girdiği yıldızlar sa-vaşı olarak adlandırılan uzay araştırmalarından yorgun düşmüştü. Çünkü Sovyetekonomisi silahlanma yarışının maliyetini kaldıramayacak duruma gelmişti. Üreti-len silahlar,yapılan uzay araştırmaları halkın zorunlu fedakarlığına dayanıyordu.Bu sorunun çözümü Amerikan yönetimi ile kurulacak diyalogdan geçiyordu. Gor-baçov bu diyaloğu kurdu ve silahlanma yarışını durdurdu.

Sovyetler Birliği'nde uygulanan glasnost ve perestroyka (açıklık ve yeniden yapı-lanma) politikası Sovyetler Birliği'nin çözülmesine ve yıllardan beri Rusların ege-menliği altında yaşayan Türk unsurların ulusal kimliklerini kazanarak bağımsızdevletlerini kurmalarına olanak sağlamıştır. Bu ünitede genel çizgileriyle bağımsız-lıklarına kavuşan çeşitli Türk Cumhuriyetlerini inceleyeceğiz.

2. Azerbaycan

Türk lehçesi ile konuşan Türklerin ülkesi olarak adlandırılan Azerbaycan’a Türklerilk kez M. Ö. 7. yüzyılda geldiler. Fakat burası zamanla çeşitli kavimlerin hakim ol-duğu bir bölge oldu. Ancak, Azerbaycan’ın tümüyle bir Türk ülkesi haline gelmesi

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ 161

?

Page 166: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Malazgirt Zaferi’nden sonra olmuştur. Moğolların, Timurluların egemen olduğuAzerbaycan’a, Kara ve Akkoyunlu Devletleri de hakim olmuştur. 16. yüzyıl başla-rında Safevi Devleti’nin hakimiyeti altına girmiştir. Şah İsmail’in 1514’de Çaldı-ran’da yenilmesi üzerine Osmanlı orduları Azerbaycan’ın önemli bir bölümünü elegeçirmiştir. Safevi Devleti zayıflamış, Azerbaycan İran ile Osmanlı İmparatorluğuarasında mücadele alanı olmuştur. Bu arada Rusya'da sessiz durmamış 16. yüzyılınikinci yarısında Azerbaycan’a doğru ilerlemiştir. Hazar kıyılarına ve Kafkasya’yahakim olmak isteyen I. Petro 1715’te Kafkaslara girmiş, 1724’te bazı Azerbaycan top-raklarını ele geçirmiştir. Nadir Kulu’nun İran’da şah olması, Azerbaycan’ın İranegemenliği altına girmesine yol açmıştır. Kulu’nun ölümü üzerine Azerbaycan’daçeşitli Hanlıklar ortaya çıktı. Zayıf Hanlıklar Osmanlı İmparatorluğu'ndan yardımistediler. Fakat, İmparatorluk zayıf olduğu için onlara gereken ilgiyi gösteremedi.Azerbaycan’daki bu durumdan Gürcü Krallığı yararlandı. Fakat İran’da tahta otu-ran Ağa Muhammed Han’ın Kafkaslara hakim olma isteği, Gürcülerle İranlıları kar-şı karşıya getirdi. Tiflis’i alan Ağa Muhammed Han bölgeye egemen olamadı. Çün-kü Rusya’ya sığınan Gürcü Kralının desteğiyle Gürcüler ve Ermeniler sürekli karı-şıklık ve huzursuzluk yarattılar. İran’ın ve Osmanlı İmparatorluğu ‘nun zayıflığınıgören Rusya, 19. yüzyıl başlarından itibaren Azerbaycan'daki Hanlıkları ortadankaldırmaya ve bölgeyi kendine bağlamaya başladı. İlk Rus işgaline uğrayan HanlıkGence oldu. Zaman zaman Ruslara karşı direnilmiş, kimi zaman Osmanlı İmpara-torluğu’ndan, kimi zaman İran’dan yardım istenmiş ise de her iki devlet de gerekenyardımı yapamamış ve Azerbaycan’ın Rus işgali altına girmesine her iki devlet deseyirci kalmışlardır. Gülistan (1813)ve Türkmençayı Andlaşmalarıyla (1828) RusyaAzerbaycan’daki hakimiyetini İran’a kabul ettirmiştir.

Bu arada Rusya, Osmanlı İmparatorluğu ve İran ile bozulan ilişkileri karşısında sı-nırlarını güvenceye almaya çalışmıştır. Bu konuda Ermenilerden de yararlanmıştır.İki devlet ile kendi arasına Ermenileri yerleştirmiştir. Böylece adeta bir tampon böl-ge olturmuştur.

Rusya, Azerbaycan'a yönelik nasıl bir politika izlemiştir?

Rusya işgal ettiği Kafkasları askeri yönetimle idare etmiştir. 1840’da Hazar Kıyı Böl-gesi adıyla bir idari birim oluşturdu. 1845’te doğrudan Çar’a bağlı olan bir valininyönetimi altında Kafkasya Valiliği kuruldu. Artık Türk- Rus ilişkilerinde hep bu va-liliğin kararları etkin oldu. Zira bu valiliğin emrinde bir ordu kurulmuş ve bu ordu-ya serbest hareket etme emri verilmiştir.

Rusya, Azerbaycan'a yönelik nasıl bir politika izlemiştir?

Rus yönetimi kölelikten çıkardığı birçok Rus’u Azerbaycan’a yerleştirerek bölgenindemografik yapısını değiştirmeye çalışmıştır. Vergiler arttırılmış, Rus yöneticileri-nin pervasızca tavırları halkın tepkisinine yol açmıştır. 19. yüzyılın sonlarında Rus-ya, Azerbaycan’ında başlayan ve İran Azerbaycan’ına da sıçrayan isyan hareketleriRusya'nın ve İran’ın ortak çabaları ile bastırılmıştır.

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ162

?

?

Page 167: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Azerbaycan'da ilk kez hangi alanda ulusalcı hareketler başlamıştır?

XIX. yüzyılın ortalarından başlayarak Azerbaycan’da kültürel bir canlanmanınbaşladığı görülmektedir. Tiyatro eserleri yazılmış, haftalık gazete çıkarılmaya baş-lanmıştır. Halkın okur-yazarlık düzeyinin artırılabilmesi için Arap abc sinin ıslahedilmesi konusunu Mirzali Fethali Ahunzade gündeme getirmiş hatta latin abc sinegeçilmesini önermiştir. Eğitimin geliştirilmesi ulusalcı uyanışa yol açmıştır. Türk-çülüğü savunan birçok aydın yetişti. Rusya'nın sömürgeci politikasına karşı çıkanbu aydınları sindirrmek için Çarlık yönetimi her türlü yola baş vurdu. Rus baskısın-dan kaçanlar İstanbul’a geldiler. Bunların etkisiyle İkinci Meşrutiyet dönemindePan-Türkçülük düşüncesi Osmanlı İmparatorluğu'nda hız kazanacaktır.

Azeriler, Rusya’da Çarlık yönetimine karşı çıkan ve meşruti bir yönetime geçme is-teklerini dile getiren aydınlarla işbirliğine gittiler. Azeri- Rus ittifakı kuruldu. 1905Rus-Japon Savaşı'nın yenilgiyle bitmesi Rusya’da demokratik açılıma yol açtı ve1905’te meşruti sisteme geçildi. Duma adıyla bir parlamento açıldı. Azeriler Musa-vat Halk Partisi adıyla bir parti kurdular. Partinin yayın organı Açık Söz Gazetesi, li-deri ise Mehmet Emin Resulzâde idi.

Azeriler, Bolşeviklerin hangi ilkesine dayanarak bağımsızlıklarını ilan etmişler-dir?

Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Rusya’nın bu savaşa katılması iç sorunlarıarttırdı. Özellikle Çanakkale’de İtilaf Devletleri’nin yenilmesinden sonra Çarlığakarşı olanların etkisi daha da arttı. Nitekim 1917 yılı Şubat'ında Çarlık yıkıldı. Sosyaldemokratlar herkese eşitlik vereceklerini söylediler. Ekim 1917’de ise BolşeviklerRusya’da yönetime hakim oldular. Rusya egemenliği altında yaşayan ulusların eşitolduğunu ilân ettiler. Rusya’da iç savaş başladı. Bolşeviklerin siyasal iktidarlarınıkurabilmek için iç savaşı kazanmaları gerekiyordu. Bunun için 3 Mart 1918’de BrestLitovsk Andlaşması’nı yaparak Kafkaslardaki ordudan yararlanmaya çalıştılar.Her ulusun kendi kaderini çizmesi ilkesini kabul eden Bolşevikler, 26-28 Mayıs1918’de Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın ayrı ayrı bağımsızlığını kabul et-mek zorunda kaldılar.

2.1. Azerbaycan Devletlerinin Kurulması

Musavat Partisi hangi noktalarda etkin politik amaçlar belirlemiştir?

1905’te Rusya’da meydana gelen ihtilâl çarlık yönetimini biraz daha demokratikleş-tirmiştir. Duma adıyla kurulan meclise, Azerbaycan’ı temsilen 35 üye katılmıştı.Azeri üyeler demokratik hakların her ulus tarafından eşit ölçüde uygulanması mü-cadelesini verdiler. Fakat bu tavır Çar’ı rahatsız etti. Azerbaycan’da kurulmuş olanHimmet Partisi kapatıldı, üyeleri tutuklandı. 1911’de Musavat Partisi kuruldu. Par-ti programında milliyet ve mezhep farkı gözetmeden tüm müslümanların birleşme-

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ 163

?

?

?

Page 168: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

si, bağımsızlığını kaybetmiş müslüman memleketlerinin yeniden bağımsızlığınıkazanması gerektiği, bu doğrultuda çalışan müslüman ülkelere maddi ve maneviyardımın yapılması, müslüman memleketlerin savunma ve taarruz güçlerinin arttı-rılmasına katkıda bulunulması, bu ideallerin yayılmasını engelleyen unsurların yı-kılmasını istediler 1913’te af ilân edilince tutuklanmaktan kurtulmak için yurt dışı-na kaçan Azerbaycanlı aydınlar ülkelerine döndüler. Mehmet Emin Resulzâde, Mu-savat Partisi’nin başına geçti.

1918'de kurulan Azerbaycan Devleti'nin yönetim şekli nedir?

Çarlığa karşı savaş açan Bolşevikler, 1917’de yayınladıkları bildiride, Rusya millet-lerinin kendi yazgılarını kendilerinin çizeceklerini, istedikleri takdirde Rusya’danayrı bağımsız devletlerini kurabileceklerini belirttiler. Bunun üzerine Azeriler hare-kete geçtiler. 28 Mayıs 1918’de Resulzâde’nin başkanlığı altında toplanan Azerbay-can Milli Şurası bağımsızlığını ilân etmeye karar verdi. Milli Şura yayınladığı bildi-ride; Azerbaycan’ın bağımsız bir devlet olduğunu, yönetim şeklinin cumhuriyet ol-duğunu, ülkede yaşayan herkese özgürce gelişme olanağı sağlanacağını, MilletMeclisi toplanıncaya kadar Milli Şura’nın etkin olacağını bildirdi.

Azerbaycan Milli Şurası Fethali Han başkanlığında bir hükümet kurdu. Yeni hükü-met bu gelişimi, 30 Mayıs 1918’de büyük devletlerin merkezlerine bir telgrafla bil-dirdi.

Azerbaycan Parlamentosu 7 Aralık 1918’de toplandı. Resulzâde’nin “bir kere yük-selen bayrak bir daha inmez” sözü Azerbaycanlıların kararlılığının simgesi oldu. 22Aralık 1918’de yeni bir hükümet kuruldu.

Bolşevik Rus yönetimi petrolüyle tanınan bu bölgeyi elden çıkarma niyetinde değil-di. O nedenle demokratik yönetimi zayıflatıcı her türlü eylemi destekliyordu. Bakü,hâlâ Rus denetiminde idi. Ermeni saldırıları sürüyordu. Azerbaycan hükümeti Tür-kiye’den yardım istedi. Nuri Paşa kumandasında gönderilen askeri birlik Bakü’yükurtardı ve Azerbaycanlılara teslim etti (15 Eylül 1918). Mondros Mütarekesi gere-ğince Türk Ordusu Azerbaycan’dan çekilince Bakü yeniden el değiştirdi.

Bolşevikler, hangi yöntemle Azerbaycan'ı SSCB.'ne katmışlardır?

Bolşevikler bağımsız Azerbaycan Hükümeti'ni kendilerine bağımlı hale getirebil-mek için gizli bir komite oluşturdular. Nerimanov yönetimindeki bu komite, 27 Ni-san 1920’de Azerbaycan yönetiminin kendilerine teslim edilmesini istedi. Duru-mun ciddiliğini farkeden hükümet bu isteği kabul etti. Başta Mehmet EminResulzâde olmak üzere birçok milliyetçi Azeri ülkeyi terk etti. 28 Nisan 1920’de Sov-yet Sosyalist Azerbaycan Cumhuriyeti kuruldu. Böylece Azerbaycan’ın bağımsızlı-ğı çok kısa sürdü. Azerbaycanlılar kolay kolay Rusya’ya teslim olmadı. İşgal sonrasıçıkan ayaklanmalar güçlükle bastırıldı. Azeriler üzerine baskı kuruldu. Kitleler ha-linde insanlar idam edildi.

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ164

?

?

Page 169: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

2.2. Azerbaycan'ın Yeniden Bağımsızlığını Kazanması

Azerbaycan'ın yeniden bağımsızlığına kavuşmasında hangi örgüt etkili olmuş-tur?

Rusya’daki sosyalist sistem giderek halkın isteklerini karşılayamaz oldu. 1985’teSovyet yönetiminin başına geçen Mikhail Gorbaçov bunu gördü. Glasnost ve pe-restroyka adı verilen yeni bir politika belirledi. Bu açıklık ve yeniden yapılanma po-litikasından Azerbaycanlılar da yararlandı. Ebulfeyz Elçibey’in önderliğinde HalkCephesi adıyla bir örgüt kuruldu (19 Haziran 1989). Azerbaycan’a bağımsızlık veril-mesi istendi. Bu durum Moskova’nın hoşuna gitmedi. Ermeniler kışkırtılarak Erme-ni- Azeri çatışması yaratıldı. 19-20 Ocak 1990’da Kızıl Ordu Bakü’ye girdi. Bu du-rum Halk Cephesi’nin yeraltına inmesine yol açtı. Mart 1990’da seçimler yapıldı veAyaz Muttalibov Cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ağustos 1991’de Azerbaycan’ın ba-ğımsızlığı ilân edildi. 18 Ekim 1991’de yapılan halk oylaması ile bu karar daha da pe-kiştirildi. Ancak, Muttalibov halkla uyuşamadı. 25 Şubat 1992’de Suşa ve Hocalı’dabüyük katliamlar oldu. Bunun üzerine Muttalibov istifa etti. Mayıs ayında tekrarcumhurbaşkanı oldu ise de halk bunu kabul etmedi. İsyan çıktı. Muttalibov Mosko-va’ya kaçtı. 7 Haziran 1992’de Elçibey Cumhurbaşkanı seçildi. Ancak 16 Haziran1983’te görevinden çekilmek zorunda kaldı. Yerine Haydar Aliyev getirildi.

Azerbaycan'daki rejimin yerine oturamamasından yararlanan Dağlık Karabağ Er-menileri Azerbaycan'dan ayrılmak istediler Bu durum Ermenistan ile Azarbaycanarasında savaşa yol açtı. Dağlık Karabağ sorunu henüz çözülememiştir.

2.3. Azerbaycan - Türkiye İlişkileri

Türkiye, Azerbaycan ile her zaman yakından ilgilenmiştir. Rus baskısından buna-lan Azerbaycanlı Türk milliyetçileri için İstanbul, adeta sığınılacak bir liman olmuş-tur.

Sovyet yönetimi, Azerbaycan'a yönelik nasıl bir kültür politika izlemiştir?

Yeni Türkiye Devleti kurulurken, Milli Mücadelenin başlangıcında da Azerbaycanile iyi ilişkiler kurulmuştur. Sovyet yönetimi Azerbaycan’da egemen olunca AzeriTürklerinin Türkiye ile ilişkileri kısıtlanmıştır. Sovyetler, Azerbaycan'ın Türkiye ileilişkilerini kesebilmek için her türlü önlemi almışlardır. Kültürel bağı koparabilmekiçin 1925’te Azerbaycanlıların Latin alfabesini benimsemelerini desteklediler. Tür-kiye ile ilişkileri yasakladılar. Bunun için Sovyet eğitimini zorunlu kıldılar, Arap abcsi ile basılan kitapların Azarbeycan'a girişini engellediler. 1926’da Bakû’de toplananTürkoloji kurultayında tüm Türk Cumhuriyetlerinde latin abc sinin kullanılmasıkararlaştırıldı. Türkiye'de harf devriminin yapılması bir ölçüde Türk Cumhuriyet-leriyle kopmuş olan ilişkiyi kurmak için önemli bir adım olmuştur Fakat, SovyetlerBirliği II. Dünya Savaşı sırasında Kril alfabesini zorunlu kılarak yeniden ilişkiyi ko-parmışlardır.

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ 165

?

?

Page 170: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Türkiye, Azerbaycan'a yönelik nasıl bir politika izlemektedir?

Sovyetler dağılıp Azerbaycan yeniden bağımsızlığına kavuşuncaya değin Türkiyeile Azeri Türkleri arasındaki zayıf olan ilişkiler, Azerbaycan’ın bağımsızlığına ka-vuşmasından sonra canlandı. Türkiye, Azerbaycan’ın Batıya açılan penceresi oldu.Çeşitli andlaşmalar imzalanarak siyasi, ticari, ekonomik ve kültürel bakımdanAzerbaycan’ın güçlenmesi için elinden geleni yaptı. Eximbank kanalıyla 250 milyondolarlık kredi açtı. Bunun dışında önemli miktarda insani yardım yaptı. Türk işadamları 1 milyar dolarlık yatırım yaptı.

Azerbaycan halkının öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere Türkiye’den öğretmenve ders araç ve gereçleri gönderildi. Bu öğretmenler sayesinde Azerbaycan Türkleriile Türkiye arasında daha sıcak ilişkiler kuruldu. Azarbeycan'dan gönderilen öğ-renciler Türkiyenin çeşitli üniversitelerinde eğitildiler. Türkiye 20 kadar resmi özelokul açmıştır Siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda ki ilişkiler giderek dahada güçlenmektedir.

3. Kazakistan

Kazakistan'ın yönetim şekli nasıldır?

Doğusunda Çin, kuzeyinde Rusya Federasyonu, batısında Hazar Gölü, güneyindeÖzbekistan ve Kırgızistan Türk Cumhuriyetleri ile çevrilmiş,demokratik,laik, üni-ter ve bağımsız bir devlettir. Başkenti Almaata’dır. 1989 sayımına göre nüfusu18.227.878’dir. Bugün 20 milyonu aştığı tahmin edilmektedir. Kazakistan yeraltımadenleri bakımından zengin ülkedir. Özellikle, kömür, petrol, doğalgaz, bakır,demir, çinko bakımından zengindir. Kazakistan’da yapılan arkeolojik araştırmalar-la elde edilen buluntular geçmişi oldukça derinlere giden bir kültürün varlığını vebu kültürün Hun devri Türk kültürüne benzediğini ortaya koymaktadır. Kazakis-tan tarihin çeşitli devirlerinde farklı kabile ve ulusların geçit yeri olmuştur. Fakat ya-pılan incelemelerde Kazakistan’da Türk kültürünün ağırlıklı izlerine rastlanılmak-tadır. Kazakistan’ın asıl nüfusunu oluşturan Kazaklar, çeşitli dönemlerde buradakalan Türklerin diğer uluslarla birleşmesiyle oluşmuş bir Türk kavmidir. Kazak de-yimi hür, serbest, yiğit, cesur anlamına gelmektedir.

Kazaklar, ancak Kasım Han zamanında (1445-1520) siyasal bir varlık olabilmişler-dir. Kasım Han’ın ölümü devletin birliğini bozdu. Kasım Han’ın küçük oğlu Ak Na-zar Han, Kazakların yeniden siyasi birliğini sağladı. Ancak Kazakların büyüme po-litikası bir yandan Moğolların öbür yandan da Rusların tepkisine yol açtı.

Kazakistan idari bakımdan üç ordu (bölge) şeklinde örgütlenmişti. Her ordununyaylak, kışlak ve otlak olmak üzere hakim olacağı yerler saptanmıştı. Bunların her-birine ayrı damga verilmişti.

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ166

?

?

Page 171: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Kazaklarda yönetim geleneği hangi esaslara dayanmaktadır?

Kurultay geleneği Kazaklar tarafından sürdürülmüştür. Devlet işleri her yıl belli birayda toplanan kurultayda görüşülüyordu. Kazakların idaresi beylerin elinde bulu-nuyordu. Hanlar da beyler arasından seçiliyordu. Han ve beylerin yanında adaletişlerine bakan hakimler vardı. Kabile ve boyların başında ise ak sakallılar bulunu-yordu.

18. yüzyılın başında Kazakistan komşularının saldırısına uğradı. Örneğin 1723’teGüney Kazakistan’ı Kalmuklar aldı. Zira ordular(bölgeler) arasında anlaşmazlıkKazakları zayıflatmıştı.

Rusya, 18. ve 20. yüzyıllar arasında Kazakistan'da nasıl bir politika izlemiştir?

Asya ve Hindistan ticaret yolu üzerindeki yerlere göz diken Rus Çarlığı, Kazakis-tan’a saldırdı. 1731’de başlayan Rus işgali kısa sürede yayıldı. 1854’te Kazakis-tan’daki yönetim Rusların eline geçti. Çar I. Nikola yayınladığı ukaz (ferman) iletüm Kazak topraklarının Rus egemenliği altına girdiğini bildirdi. Fakat, Kazaklarbu fermanı kabul etmediler. Yer yer isyanlar çıktı. Ruslar işgal ettikleri yerlere ken-dileriyle işbirliği yapacak idareciler atadılar. Böylece hem ticareti hem de idareyi el-lerine aldılar. Halkı ezdiler, sindirdiler. Bu bölgelerde çeşitli okullar açarak bir yan-dan Rus kültürünü, diğer yandan da Hıristiyanlığı yaymaya çalıştılar. Ruslar, Ka-zak topraklarının devlete ait olduğunu bildirerek, Kazakların toprak sahibi olması-nı önlediler. Kazakları kendi topraklarında kiracı duruma düşürdüler. 1889’da çı-karılan bir yasa ile Rus merkezi yönetimi köylülere istedikleri yerde yerleşme ola-nağı verince Rus aileler Kazakistan’a gelerek verimli topraklara yerleştiler. 1890 ile1910 yılları arasında 3 milyona yakın Rus köylüsü Kazakistan’a yerleştirildi.

Rusya'daki Türkler, eğitim alanında nasıl bir politikanın izlenmesini istemişler-dir?

Rusya’da 1905’te meşruti yönetim kurulunca Kazak temsilciler de Duma’ya katıldı-lar. Özgürlüklerden yararlanan Rusya'daki Türkler, Rusya Müslümanları Kongresiadı altında çeşitli toplantılar yaparak sorunlarını tartıştılar. Eğitim ve kültür işleri-nin her halkın kendi idaresinde yürütülmesi, ilkokullarda eğitim dilinin ana dildeyapılması, orta ve yüksek okullarda ise Türk diliyle yapılması ilkesini kabul ettiler.

Kazaklar, Rus Çar'ından neler istemişlerdir?

Kazak Türkleri, Rus Çarına başvurarak eğitim ve yazışmalarda Rusça ile Türkçeninkullanılmasını istediler. Kazaklar arasında dini propaganda yapılmamasını, Rusgöçmen yerleştirilmesine son verilmesini, müslüman halka mülk edinme hakkınınverilmesini istediler. Kazak adıyla bir gazete çıkaran müslümanları bilinçlendirme-ye ve örgütlemeye yöneldiler.

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ 167

?

?

?

?

Page 172: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Birinci Dünya Savaşı başlayınca Kazak Türklerinin ellerindeki hayvanları Ruslar al-dılar. 250.000 kişilik Kazak-Rus ordusu kuruldu. Bunun üzerine Kazaklar 1916’daisyan ettiler. İsyan çok sert bir şekilde bastırıldı. 40.000 aile isyan nedeniyle çölleresürüldü.

Sovyet Devrimi üzerine 1-11 Mayıs 1917’de toplanan Rusya Müslümanları Kurulta-yından sonra Alaş-Orda Partisi açıkça Kazak Türklerinin haklarını korumaya yö-neldi. Ruslar buna tepki gösterdiler. Hatta bu partinin çalışmalarını durdurmak is-tediler. Kazaklar, Kızıl Ordu karşısında yenildiler. 1924’te Taşkent’te toplanan bir kongrede Türkistan’daki Türkler arasında ayrılıklarortaya çıktı. Kazak, Özbek, Türkmen, Kırgız Komünist Partileri ayrı cumhuriyet ol-mak istediklerini bildirdiler. Sovyet yönetimi Eylül 1924’te bunların her birinin ayrıcumhuriyet olarak varlıklarını kabul etti.

Sovyet Yönetimi Kazakistan'da nasıl bir politika izlemiştir?

Sosyalist yönetim Kazakistan’da herşeyi devletleştirdi. Kooperatifler yoluyla üre-tim kontrol altına alındı. Ahmet Yesevi’nin ülkesinde ibadet yasaklandı. Arap alfa-besi bırakılarak Kril alfabesinin kullanılması zorunlu kılındı. Sovyet politikasınauygun olarak Kazak Türklerini asimile etmek için büyük bir çaba harcandı.

3.1. Kazakistan'ın Bağımsızlığını Kazanması

Nazarbayev, Kazakistan'da hangi alanlarda başarılı çalışmalar yapmıştır?

1984 yılında Kazakistan Merkez Komitesi Sekreterliğine getirilen Nazarbayev’in kı-sa süre sonra Bakanlar Kurulu Başkanı olması, Kazakistan tarihinin dönüm noktasıoldu. 22 Haziran 1989’da Kazakistan Komünist Partisi başkanlığına getirilen Nazar-bayev, Mikhail Gorbaçov’un Glasnost-Perestroyka politikasına destek verdi. Bu-nun karşılığı olarakta Kazakistan’ın haklarının korunmasını sağladı. Kazakistanpetrolünün, doğalgazının ve madenlerinin dış piyasada uygun fiyatla satılmasınıistedi. İzlediği tutarlı ve akılcı politika ona büyük saygınlık kazandırdı. 1989 yılı Ey-lül’ünde resmi dilin Kazak Türkçesi olduğunu ilân etmesi halkın güvenini daha daarttırdı. Böylece Kazak Türkleri ana dillerine kavuştular.

Ülkesini demokrasi ve serbest pazar ekonomisine geçirmek için önlemler aldı, dü-zenlemeler yaptı. Siyasal partilerin kurulmasına izin verdi. Azat (Hürriyet) PartisiKazakistan’ın egemenliğini kazanmasında önemli rol oynadı. 26 Mart 1990’da seçi-len parlamento 24 Nisan 1990’da Nazarbayev’i cumhurbaşkanı seçti. Nazarbayevparlamento desteği ile Rusların Kazakistan’daki nükleer deneme yapmalarını en-gelledi. 1 Aralık 1991’de yeniden 5 yıl için cumhurbaşkanı seçildi. Kazak gelenekle-rine uygun şekilde makamına oturdu. 16 Aralık 1991’de Kazakistan’ın bağımsızlığı-nı ilân etti. Böylece Kazakistan Cumhuriyeti kurulmuş oldu.

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ168

?

?

Page 173: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Nazarbayev’in öncülüğünde devlet bürokrasisinin yanısıra dil, edebiyat,kültüralanlarında ulusalcılık hız kazandı. Kruşçev zamanında kapatılan Kazak okullarıyeniden açıldı. Kazak milliyetçiliğinin temel kaynakları yeniden incelenmeye baş-landı. Kazakistan tarihi, sosyalist ideolojiden arındırılarak incelenmeye ve öğrenil-meye başlandı.

3.2. Kazakistan - Türkiye İlişkileri

Kazakistan ile Türkiye arasında ilişkiler nasıl gelişmektedir?

Kazakistan ile Türkiye arasında kurulduğu günden beri çok iyi ilişkiler bulunmak-tadır. Kazakistan’ı ilk tanıyan ülke Türkiye olmuştur.

Türkiye ile Kazakistan arasında çeşitli andlaşmalar imzalanmış, protokoller yapıl-mıştır. Türkiye 200 milyon dolar kredi vermiştir. Çok sayıda Kazak öğrencinin Tür-kiye’de okuması kabul edilmiştir. 1993’te Türkiye ile Kazakistan’ın ortak katkılarıile Hoca Ahmed Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi kurulmuştur. Kaza-kistanla kurulan siyasal,sosyal,ekonomik ve kültürel ilişkiler her yıl giderek hızlan-maktadır. Kazakistanda 150 den çok Türk firması iş yapmaktadır. Türk firmalarınınüstlendiği projelerin tutarı 900 milyon doları bulmuştur

4. Kırgızistan

Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinden biri de Kırgızistan’dır.

Kırgızistan'ın çevresinde hangi ülkeler bulunmaktadır?

Kırgızistan, Orta Asya’nın kuzey doğusunda bulunmaktadır. Kazakistan, Çin, Hin-distan, Afganistan ve Özbekistan ile komşudur.

Çin ve Göktürk kaynaklarına göre Kırgızlar, en eski Türk kavimlerinden biridir. Ba-ğımsız yaşarken önce Hunların, sonra da Göktürklerin egemenliği altına girmişler-dir. Uygur Devleti’nin kurulması üzerine Kırgızlar bağımsızlıklarını ilân etmek is-temişlerdir. Başlangıçta amaçlarına ulaşamamışlardır. Fakat bir süre sonra Uygur-lardan ayrı, bağımsız bir varlık olmuşlardır. Bu da uzun sürmemiş, Çin saldırılarıy-la perişan olmuşlardır. XIII. yüzyılda Moğollar Kırgızları da egemenlikleri altına al-mışlardır. Zaman zaman Moğollara karşı ayaklanmışlarsa da bu girişimleri kanlı birşekilde bastırılmıştır.

Fergane Vadisi’nde Şahruh İbn Aşur Kul 1700’de bir hanlık kurunca, Kırgızlar gö-nüllü olarak bu hanlığın egemenliğini kabul etmişlerdir. Bir süre sonra da bu devle-tin yönetimini ele geçirmişler ve güçlü bir ordu kurmuşlardır. Hokand Hanlığı’nıngüçlenmesi Çinlileri kaygılandırmıştır. 1757’de Hokandlar üzerine saldırmışlar veKırgızları yenmişlerdir. Kırgızlar özveri ile çalışarak bu yenilginin yaralarını kısa

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ 169

?

?

Page 174: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

sürede sarmışlardır. Kıskançlık yüzünden Doğu Türkistan’ın en etkili gücü olan Bu-hara emirliği ile mücadeleye tutuşmaları, her iki tarafı da yıprattı. Her iki taraf daüstünlük mücadelesine Osmanlı Devletini de katmak istediler. Elçiler gönderdiler.Osmanlı Devleti bunlara yeterince ilgi gösteremedi. Birbirleriyle iyi geçinmelerinisalık verdi.

Rusya, Kırgızistan'ın hangi yüzyılda işgal etmiştir?

Kenasar önderliğinde Kazakların Rusya’ya karşı isyanı önlenemezken, KırgızlarınKenasar’ı öldürmesi Rusların bölgede güçlenmesini sağladı. 19. yüzyılın ikinci yarı-sında Rusya tüm direnişleri kırarak Kırgızistan’ı işgal etti. Merkezi Taşkent olan ge-nel valilik oluşturarak bölgeyi yönetti. Yöneticiler halkla uyuşamadı. Baskılar, yol-suzluklar arttı. Başkaldırılar ise zalimce bastırıldı.

1905’den sonra uyanmaya başlayan Kırgız Türkleri, 1916’da isyan ettiler. Zira Birin-ci Dünya Savaşı’na katılan Rusya, Türklerden asker topluyor ve onları cephelere sü-rerek kıyımlarına neden oluyordu. Buna bir tepki olarak isyan ettiler. Ancak düzen-li Rus Ordusu karşısında başarılı olamadılar. 1917’deki Bolşevik Devrimi'nden son-ra bağımsızlıklarını elde edeceklerine dair biraz umuda kapılmışlarsa da bu umut-ları da kısa süre sonra tükendi.

1924’te Taşkent'te toplanan bir konferansta; Kazak, Özbek, Kırgız ve Türkmenlerinayrı ulus oldukları belirtilerek bunların birer cumhuriyet olması istendi. NitekimTürkmenistan’daki Komünist Partilerin girişimi ile sınırlarını Merkez Toprak Ko-mitesi’nin belirleyeceği Cumhuriyetler kuruldu (Eylül 1924).

Sovyet yönetimi, Kırgızistan'a yönelik nasıl bir politika izlemiştir?

1924 Ekim’inde de Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti oluşturuldu. Zamanzaman Sovyetlerin merkeziyetçi, halkın elinde avucunda olanını almaya yönelikpolitikası tepkilere neden oldu. Özellikle Stalin döneminde baskılar iyice arttı. Halksusturuldu. Dillerini, kültürlerini yadsımaya yöneltildi. 1929 dan 1940’a kadar latinabc sini kullanan Kazakların daha sonra Kiril abc sini kullanmaları zorunlu kılındı.Böylece Sovyet yönetimi Kırgızları kültürel köklerinden kopartmaya çalıştı. Tambir asimilasyon politikası izlendi.

4.1. Kırgızistan'ın Bağımsızlığını Kazanması

Gorbaçov’un Sovyet yönetimine gelmesinden sonra izlenen Glasnost (açıklık), Pe-restroyka (yeniden yapılanma) politikası, Kırgızların da bağımsızlığa kavuşmaları-na olanak verdi.

Kırgızistan, hangi tarihte bağımsızlığını kazanmıştır?

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ170

?

?

?

Page 175: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

27 Ekim 1990’da cumhurbaşkanı seçilen Asker Akayev, merkeziyetçi ekonomiden,liberal ekonomiye geçişi sağlayacak yasal düzenlemeler yaptı. Eğitim dilini Kırgız-caya çevirerek Kırgızların ulusal dillerini kullanmalarına, ulusal kültürlerini geliş-tirmelerine ve ulusal kimliklerini tanımalarına yardımcı oldu. 12 Aralık 1991’deKırgızistan bağımsızlığını ilân etti.

4.2. Türkiye-Kırgızistan İlişkileri

Kırgızistan bağımsızlğını kazandıktan sonra Türkiye ile ilişkileri artmıştır. TürkiyeCumhuriyeti devlet ve hükümet başkanları Kırgızistan’ı, Kırgızistan devlet ve hü-kümet başkanları da Türkiye’yi ziyaret ederek ilişkilerin geliştirilmesine yardımcıolmuşlardır. Çeşitli alanlarda çalıştırılmak üzere Türk uzmanlar gönderilmiş, Kır-gızistan’dan öğrenciler getirtilerek Türk üniversitelerinde okutulmuştur. Bişkek’teAnadolu Lisesi’nin açılması sağlanmış, gıda ilaç vb. yardımlar yapılmış ve çeşitliandlaşmalar, protokoller imzalanmıştır. Türkiye 50 milyon dolarlık insani yardı-mın yanında 75 milyon dolar da kredi vermiştir. Kırgızistanla kurulan ilişkiler deher yıl giderek gelişmektedir.

5. Özbekistan

Özbekistan'da Türk kültüründe önemli hangi merkezler bulunmaktadır?

Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan, Afganistan ile çevrilmiş olanÖzbekistan Orta Asya’da yeni bağımsızlığını kazanmış Türk kavimlerinden biridir.Başkenti Taşken'ttir. Yüzölçümü 4.447.400 km2 dir. Türk kültüründe önemli yer-leri olan Semerkant, Buhara ve Fergane bu ülkededir.

Altın Ordu Hanı Özbek (1312-1340)in soyundan gelenler Fergane çevresindekiTürkleri bir araya toplayarak bir devlet kurmuşlardır. Bu devlete Özbek Devleti,halkına da Özbekler denilmiştir. Cengiz Han döneminde Moğolların egemenliği al-tına alınmışlarsa da kendi kimliklerini koruyabilmişlerdir. Moğollar devrinde tahtmücadelelerinden uzak kalmışlardır. Bu durum onların büyük bir güç olmalarınaolanak sağlamıştır. Ebu’l Hayr Han’ın çabalarıyla Özbekistan tekrar bağımsızlığınıkazanmıştır (1428). Ancak Kalmukların ve Oyratların saldırısına uğramışlar, siyasibirliklerini kaybetmişlerdir. XVI. yüzyıl başında Timurların egemenliğinden kurtu-larak Maveraünnehr’in kuzey kesimini kontrolleri altına almışlardır. Daha sonra daTürkistan'a hakim olmuşlardır. İran'da büyük bir güç haline gelen Şah İsmail, Öz-bekleri tehdit etmeye başlamıştır. İki Türk devleti arasında savaş çıkmış ve Özbeklerbüyük kayıplar vermişlerdir.

Şah İsmail, Yavuz Sultan Selim’e yenilince Özbekler ile Osmanlılar arasında ilişkikurulmuş, İran Şiilerine karşı birlikte mücadele yürütülmüştür.

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ 171

?

Page 176: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

XIX. yüzyılda Rusya’nın büyüme politikası Özbekistan’ın da işgaline yol açmıştır.Zira bu sırada Özbekistan’da çeşitli hanlıklar vardı.

Bolşevik Devrimi'nden sonra Özbekistan'da nasıl bir siyasal hareket gelişmiş-tir?

1917’de Bolşevik Devrimi olunca Özbekistan’da da Çar yanlıları ile Bolşevik yanlı-ları karşı karşıya gelmişlerdir. Beyaz Ordu ile Kızıl Ordu kıyasıya savaşmıştır. Öz-bek Türkleri Hokand’da bir halk şurası kurarak bağımsızlıklarını ilâna yönelmişler-dir. 11 Aralık 1918’de 10 kişiden oluşan bir icra komitesi bile seçmişlerdir Fakat Rus-lar bu icra komitesini tanımamış,. 22 Şubat 1918’de Hokand’ı işgal etmişlerdir. Öz-bek Türkleri bağımsızlıklarını elde etmek için silahlı mücadeleye atılmıştır. Sovyet-ler bunu basmacılık (haydutluk) olarak nitelendirmişlerdir. Halk tabanına dayalıolarak gelişen basmacılık hareketini bastırmada Ruslar başarılı olamamamışlardır.Olayların ciddiyetini kavrayan Sovyet yönetimi, Türkistan Cephesi adıyla bir cep-he kurmuş komutanlığına M.W. Frunze’yi atamıştır.

Enver Paşa’nın Türkistan’a gelmesi Türklere yeni umut vermiştir Özbekler, EnverPaşa’nın etrafında toplanmak istemişlerdir. Ancak başta Zeki Velidi olmak üzerebazı ileri gelenler Enver Paşa’ya soğuk davranmaları bu birleşmeyi önlemiştir.

Enver Paşa, Orta Asya İslâm Devleti kurmak için Ruslarla savaşmaktan vazgeçme-miştir Duşenbe’yi Ruslardan kurtarmasına rağmen uzun süre burayı elinde tutama-mıştır 4 Ağustos 1922’de Belçevan Köyü’nde öldürülmesi bağımsızlık hareketinizayıflatmıştır. 1924’te Kızıl Ordu Özbekistan’a hakim oldu. Eylül 1924’te Rus Ko-münist Partisi’nin kararı ile Merkez Toprak Komitesi, Sovyet Sosyalist Özbek Cum-huriyeti’nin kurulmasını kararlaştırdı.

5.1. Özbekistanın Bağımsızlığını Kazanması

1989 yılı Haziranında Özbekistan Komünist Partisi Birinci Sekreterliğine İslam Ab-dulganiyeviç Kerimov’un getirilmesinden ve Sovyetler Birliği'nin dağılmaya başla-ması üzerine bağımsızlığa doğru giden yol açıldı. Zira Mart 1990’da başkan seçilenKerimov, Sovyetlere karşı bir politika izledi. Rusya’nın Özbekistan’ı hammadde de-posu olarak gördüğünü bunun da Özbek halkını geri bıraktığını belirtti.

Kerimov, Özbekistanda hangi alanlarda çalışmalar yapmıştır?

Kerimov, Özbekçeyi resmi dil ilan etti. Özbekistan anayasasında hiçbir etnik grubave azınlığa anayasadaki yurttaşlık hakları dışında bir hakkın verilmesine izin ver-medi. Özbek ulusçuluğunun geliştirilmesine önem verdi. Rusçanın çeşitli alanlar-daki etkinliğini azaltmaya başladı. Nitekim televizyon programlarındaki Rusçanınağırlığı giderek azalmaktadır. Halkından güç alan Kerimov, 31 Ağustos 1991’de Özbekistan’ın bağımsızlığını ilânetti. 29 Aralık 1991’de de Cumhurbaşkanlığı‘na seçildi. Ekonomiyi liberalleştirdi,

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ172

?

?

Page 177: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

sistemi demokratikleştirdi. Rusya Federasyonu ile çatışmaya girmedi. BirleşmişMilletlere, Avrupa Güvenlik ve İnsan Haklarına üye oldu. Türkiye ile sıcak ilişkilerkurmaya özen gösterdi. Türkiye, Özbekistn’a 250 milyon dolar kredi açtı. Türk işadamları ise 700 milyon dolarlık iş yaptı. Özbek öğrencilerin Türkiye'de eğitim gör-meleri sağlandı. Özbekistan'da Türk okulları açıldı.

6. Türkmenistan

Türkmenistan; güneyden İran, güneydoğudan Afganistan, kuzeydoğudan Özbe-kistan, kuzeyden Kazakistan ve batıdan Hazar Denizi ile çevrilmiş 488000 km2

alana sahip bir Türk Cumhuriyeti’dir. Ülke; Balkan, Aşkabad, Meru, Çarju ve Taşa-uz gibi 5 eyalete ayrılmıştır.

Türkmenistan, Türk tarihinde neden önemlidir?

Türkmenistan’ı genel Türk tarihinden soyutlamak zordur. Zira günümüz Türk-menlerinin boyu Asya ve Ortadoğu’da önemli bir konuma sahip bulunmuş olan Bü-yük Selçuklu Devleti'nin de asli unsurunu oluşturmuştur.

Türkmenlerin büyük bölümü önce Cengiz, sonra da Timur İmparatorluğu’nunegemenliği altında yaşamıştır. Merkezi otoritenin kaybedilmesi üzerine ülkede çe-şitli Hanlıklar türemiştir. Hanlıklar arasındaki mücadele Türkmenistan’a göz dikenülkeler için iyi bir fırsat yaratmıştır. Hive Hanı Ebu’l-Gazi Bahadır Türkmenlere bü-yük zarar vermiştir. Bunun yanında İran hükümarı Nadir Şah’ın da Türkmenlerebüyük zarar verdiği görülmektedir. Türkmenistan'ın ulusal şairlerinden MahdumKulu şiirlerinde Nadir Şah’ın zulmünü ülkenin talan edilişini, insanların öldürülü-şünü dile getirmiştir.

Rusya ile Kafkaslarda girdiği mücadeleyi kaybeden İran’ın Türkmenler üzerine sal-dırısı giderek artmış ve 19. yüzyılın ilk yarısında Türkmenleri hayli zayıflatmıştır.1858’de Mancuk Tepe’de yapılan savaşı İranlıların kaybetmesi Türkmenleri birara-ya toplamak açısından yararlı olmuştur.

Kırım Savaşı’nda (1853-1856) Osmanlı ve O'nun bağlaşığı devletlere karşı yenilenRusya, gözünü Orta Asya’ya çevirmiştir. Gerekli askeri hazırlığı yaptıktan sonra1864’ten başlayarak kısa sürede Orta Asya’yı bu arada Türkmenistan’ı da ele geçir-mek için yoğun bir çaba içine girmiştir. Nur Verdi Han başkanlığında toplananTürkmenler, Ruslarla mücadeleye karar vermişlerdir. Bu mücadele sırasında İngi-lizlerden, İranlılardan yardım istemişlerdir. Fakat iki devlette gereken yardımı yap-mamıştır. Sonuçta Ruslar, Türkistan’ı tümüyle ele geçirmiştir.

Türkmenler, Rus işgalini içlerine sindirememişlerdir. Rus yönetimi Türklere ağırvergiler koymuş,. zengin topraklar tekstil sanayisinin hammadde ihtiyacını karşıla-mak üzere pamuk ekimine ayırmıştır 1905’ten sonra Türkmenistan’da inceleme ya-pan K.K. Palen başkanlığındaki bir heyet Türkmenistan’da görev yapan Rus subay

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ 173

?

Page 178: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

ve sivil yöneticilerin üçte ikisinin hırsızlık, rüşvet, katillik ve sahtekârlık yaptığınısaptamıştır. Türkmenler yer yer isyan etmişler fakat başarılı olamamışlardır. 1917Devrimi'nden sonra da Rus işgalina karşı başkaldıran Cüneyd Han, 1918-1920 yılla-rı arasında Hive’deki Rus birliklerini kovarak buraya egemen olmuş ise de Özbek-lerle anlaşamaması üzerine Kızıl Ordunun saldırısına uğramış ve Karakum Çölüneçekilmek zorunda kalmıştır. Ancak 1931’e kadar Rusları rahatsız etmekten geri dur-mamıştır.

Türkmenistan, hangi tarihte SSCB'ne katılmıştır?

Türkmenistan Komünist Partisinin ektinliği giderek arttı. Zaman zaman Türk Ko-münist Partilerin birlikte hareket etmeye çalıştıkları görüldü ise de buna izin veril-medi. Ancak her Türk Komünist Partisinin isteği olan ayrı Cumhuriyet isteğiniTürkmenler de kabul etti 1924’te Türkmenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ku-ruldu. Böylece Türkmenistan’ın Sovyetler Birliği’nin bir parçası olduğu kabul edil-di.

6.1. Türkmenistan'ın Bağımsızlığını Kazanması

Sovyet rejiminin Türkmenistan’da yerleşmesini engellemeye çalışan Türkmenler,Sovyet yöneticilerince çeşitli suçlarla suçlanarak cezalandırıldılar, sürgüne gönde-rilerek ülkeden uzaklaştırıldılar. Türklerin direnişleri diğer cumhuriyetlerde oldu-ğu gibi çok kanlı bir şekilde bastırıldı. Bu durum Gorbaçov’un devlet başkanı olma-sına kadar sürdü.

Türkmenistan'ın bağımsızlığına ulaşması hangi aşamalardan geçerek gerçekleş-miştir?

Türkmenistan’da sınıf esasına dayanan proletarya ve kolhoz edebiyatı geliştirildi.Türkmenistan’ın kendi ulusal kimliğini ortaya koyacak ulusal kültürün geliştiril-mesi önlendi. Sovyet okullarından yetişen Türkler, ulusal kimliklerinin bilincinevardıktan sonra kurtuluşa doğru giden yol kısaldı. Bilim, sanat ve kültür alanındayetişen bir çok Türkmen, Gorbaçov’un başlattığı açıklık ve yeniden yapılanma poli-tikasına paralel olarak bağımsız Türkmenistan Cumhuriyetini kuracak girişimleribaşlattı.

Türkmen aydınları Sovyetlerin kültürel asimilasyonu ve sömürgeci davranışlarınakarşı seslerini yükselttiler. Ulusal kimliklerini dışa vurmaya yöneldiler. Türkmenis-tan Komünist Partisi başına getirilen Leningrad Üniversitesinde okumuş KomünistPartisinin her kademesinde görev yapmış olan Sapar Murat Atayeviç Niyazov, önceTürkmenler arasındaki kabilecilik ayrışmasını durdurdu. Türkmen aydınlarıyla iş-birliği yaparak Sovyetlerin Türkmenistan’ı sömürdüğünü, aldığından daha az paravererek halkı fakirleştirdiğini yüksek sesle dile getirdi.

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ174

?

?

Page 179: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Ulusal kimliğin simgesi olan Türkmen diline sahip çıktı ve Rusçanın yanında resmidil olmasını sağladı. 1990’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini %99.5 oy ile ka-zandı. Rusya’da Sovyet sistemi çökerken Niyazov ,Türkmenistan’ın bağımsızlığıkonusunda halk oyuna başvurdu ve halkın %93’ünün bağımsız olmak istediğini, buoylama ile tespit etti. Nitekim, Türkmenistan Parlamentosu 27 Ekim 1991’de oybirli-ği ile Türkmenistan’ın bağımsızlığını kabul ederek tüm dünyaya duyurdu.

6.2. Türkiye-Türkmenistan İlişkileri

Türkmenistan'ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülke hangisidir?

Türkmenistan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan ve ilk elçiliği açan ülke Türkiye olmuş-tur. Türkmenistan’ın tanınması, Birleşmiş Milletlere AGİK’e üye olması için büyükçaba göstermiştir.

Türkmenistan’ın Türkiye’ye coğrafi yakınlığı, ekonomik zenginliği iki ülke arasın-daki ilişkilerin sıcaklığında belirleyici olmuştur. Zira Türkmen doğalgazının Türki-ye üzerinden Avrupa’ya pazarlanması Türkmenistan’ın ekonomik bakımdan kal-kınmasına yardımcı olacaktır.

Türkiye ve Türkmenistan arasında hangi alanlarda işbirliği yapılmaktadır?

Türkiye siyasal, sosyal, ekonomik bakımdan olanakları ölçüsünde Türkmenistan’ıdesteklemekte ve bu konuda çeşitli anlaşmalar yapılmaktadır. Bunlar eğitim, bilim,kültür, sanat, gençlik ve spor, radyo ve televizyon alanlarında Türkmenistan’dangelecek öğrencilerin Türkiye’de yetiştirilmesi, lâtin alfabesine geçişte Türkiye’ninyardımcı olması vb. dir. Ayrıca, Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta Türk İşbirliğive Kalkınma Ajansı Merkezinin kurulması 2500 hatlık bir santralin Türkiye tarafın-dan kurulması, havaalanının yapımını bir Türk firması tarafından üstlenmesi degerçekleştirilmektedir. 1992’de Türkiye’ye 2000 öğrenci gelmiştir. 1992-1993 dersyılında Anadolu Üniversitesi Sivil Havacılık Yüksek Okulu’nda 14 Türkmen öğren-ciye pilotluk eğitimi verilmiştir. Türkmenistanla ilişkiler her yıl giderek daha da ge-lişmektedir. Türkmenistan, Türkiyenin açtığı 91 milyon dolarlık kredinin tümünükullanmıştır.

Özet

19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren güçlenen Rusya, Orta Asya ve Kafkaslara doğru ya-yıldı. Buralarda bulunan Türkleri teker teker kendine bağladı. Rus yönetimine karşı Türklerzaman zaman isyan ederek Rus yönetimini tedirgin etti. Birinci Dünya Savaşı içinde Rusyada iç savaşın başlaması ve Çarlık yönetiminin yıkılarak sosyalist bir düzenin kurulması ba-ğımsızlığını kazanmak isteyen Türkler için bir umut kaynağı oldu. Fakat kısa sürede sosya-

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ 175

?

?

Page 180: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

list yönetimin de kendilerine birşey getirmediğini gördüler. Yeni Sovyet yönetimi Türklerüzerinde baskı kurdu. Toprağı devletleştirerek Türkleri toprakları üzerinde kiracı durumunagetirdi. Asimilasyon politikası uygulayarak Azerileri, Kazakları,Kırgızları,Özbekleri,Türk-menleri vb. Türk unsurları dillerinden, tarihlerinden ve kültürlerinden uzaklaştırmaya ça-lıştılar. Rusçayı egemen dil haline getirdiler. Türklerin ellerinde bulunan verimli topraklarıSovyet sanayisinin hammadde üretim merkezi yaptılar. Yeraltı ve yerüstü kaynakları kendiçıkarları uğruna kullandılar. Bunlara karşı gelenleri ya öldürdüler ya da sürgüne gönderdi-ler. Özellikle Stalin döneminde büyük acılar çektiler. Gorbaçov’un glastnost ve prestroykapolitikası Azerilerin,Kazakların,Kırgızların Özbeklerin ve Türkmenlerin ulusal devletlerinikurmaları için iyi bir fırsat oldu. Bugün Azerbaycan,Kazakistan,Özbekistan,Kırgızistan veTürkmenistan bağımsız birer devlet olarak ortaya çıkmışlardır. Türkiye daha bağımsızlıkla-rını ilan ettikleri günden başlayarak bu kardeş devletlerle yakından ilgilenmeye başlamış on-lara örnek olmuş ve onların batıya açılan penceresi olmuştur.

Değerlendirme Soruları

Aşağıdaki soruların yanıtlarını verilen seçenekler arasından bulunuz.

1. Sovyetler Birliği'nde "glasnot ve perestroyka" adı verilen politakanın izlen-mesinden sonra Azerbaycan'ın bağımsızlığına kavuşması için kurulan ve buuğurda mücadele veren örgüt aşağıdakilerden hangisidir?A. Halk cephesiB. Azerbaycan Yurtseverler cephesiC. Halkın Dostları cephesiD. Bağımsız Azerbaycanlılar cephesiE. Milliyetçi Halk cephesi

2. Kazakistan'ın bağımsızlığının kazanılmasında büyük çaba harcayan kişi aşa-ğıdakilerden hangisidir?A. Haydar AliyevB. NazarbayevC. MuttalibovD. Asker AkayevE. Ebulfeyz Elçibey

3. Aşağıdaki ifadelerden hangisi Kırgızistan'la ilgili değildir?A. 1924 yılının Ekim ayında Kırgızistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin

oluşturulmasıB. Kenasar'ın öldürülmesiyle Rusların bölgede güçlenmesiC. 27 Ekim 1990'da Asker Akayev'in Cumhurbaşkanı seçilmesiD. Kırgızistan'ın Türkiye ile ekonomik ilişkilere girmemesiE. Kırgızistan'ın Orta Asya'nın kuzey doğusunda bulunması

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ176

Page 181: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

4. Özbekistan hangi tarihte Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ne katılmış-tır?A. 1925B. 1917C. 1924D. 1922E. 1918

5. Türkmenistan ve Türkiye arasında sürdürülen "sıcak" ilişkilerde en belirleyi-ci özellik aşağıdakilerden hangisidir?A. Türkmenistan Cumhurbaşkanı'nın Türkiye'de yetişmesiB. Türkiye'den çok sayıda uzmanın Türkmenistan'da önemli görevlere

getirilmesiC. Türkmenistan'ın Sovyet rejiminden en az etkilenmiş olmasıD. Türkmenistan'ın bağımsızlığını Türkiye'nin ilk olarak tanınmasıE. Türkmenistan'ın Türkiye'ye coğrafi açıdan yakın olması ve ekonomik

zenginliğe sahip olması

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Atila Artam, Türk Cumhuriyetlerinin Sosyo Ekonomik Analizleri ve Türkiye İlişki-leri, İstanbul: 1993.

Buşra E. Bahar-Günay G. Özdoğan, Bağımsızlığın İlk Yılları, Azarbaycan, Kazakis-tan, Özbekistan,Türkmenistan, Ankara: 1994.

Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, C. 2. Ankara: 1988.

Mehmet Saray, Türkmen Tarihi, İstanbul: 1993.Kırgız Türkleri Tarihi, İstanbul: 1993.Azarbaycan Türkleri Tarihi. İstanbul: 1993.Kazak Türkleri Tarihi. İstanbul: 1993.Özbek Türkleri Tarihi. İstanbul: 1993.

Sadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri Tarihi, Konya: 1996.

Zeki Velidi Togan, BugünküTürk İli Türkistan ve YakınTarihi, İstanbul: 1981.Hatıralar. Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Türklerinin Milli Varlık veKültür Mücadeleleri, İstanbul: 1969.

Yeni Bir Yüzyıla Doğru Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri İlişkileri, Türkiye BüyükMillet meclisi Kültür ve Sanat Yayın Kurulu Yayınları No: 64.

Değerlendirme Sorularının Yanıtları

1. A 2. B 3. D 4. C 5. E

T Ü R K C U M H U R İ Y E T L E R İ 177

Page 182: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Amaçlar

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• Avrupa Birliğinin kurulma nedenlerini, günümüze kadarki geli-

şim sürecini, organlarını, çalışma alanlarını ve Türkiye ile ilişkile-rini öğrenmiş olacaksınız.

• Böylece 30 yılı aşkın bir süredir tam üye olmaya çalıştığımızAB'ni tanıyıp, Türkiye ile ilişkileri konusunda daha sağlıklı de-ğerlendirmeler yapabileceksiniz.

İçindekiler

• Giriş 181• Avrupa Birliği'nin Tarihsel Gelişimi 181• Avrupa Birliği'nin Genişlemesi 183• Avrupa Birliği'nin Amaçları 184• Avrupa Birliği'nin Organları 185• Avrupa Birliği'nin Mali Kaynakları 188• Avrupa Birliği Ortak Politikaları 189• Maastrich Anlaşması ve Avrupa Birliği 192• Türkiye'nin Avrupa Birliği ile Bütünleşme Süreci 194• Özet 199

ÜNİTE

9Avrupa Birliği

YazarYrd.Doç.Dr. Erol KUTLU

Page 183: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

• Değerlendirme Soruları 201• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 202

Çalışma Önerileri

• Avrupa Birliği dinamik bir şekilde yapısal değişikliğe gitmekte-dir. Bu nedenle AB'deki gelişmeleri yeni yayınlardan takip etmeli-siniz.

• Bu ünite içindeki ve sonundaki değerlendirme sorularını kitababakmadan cevaplandırmaya çalışınız. Cevaplandıramıyorsanızünitedeki ilgili konuyu tekrar gözden geçiriniz.

Page 184: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

1. Giriş

Gerek gelişmiş, gerekse azgelişmiş ülkelerin dünya ticaretini geliştirmeye yönelikfaaliyetleri iki doğrultuda gerçekleşmiştir. Bunlardan birisi "evrensel yaklaşım" adıverilen gelişmedir. Bu yaklaşım GATT çerçevesinde, olabildiğince fazla sayıdaki ül-ke arasında ticaret kısıtlamalarının kaldırılması ve azaltılmasını öngörür. İkinciyaklaşım ise, daha sınırlı nitelikte olup, belirli bir coğrafi bölgede yerleşik ve yakınilişkiler içinde olan ülkeler arasındaki ticaret ve diğer akımların serbestleşmesi esa-sına dayanır, ki bunun adı bölgesel bütünleşme ya da kısaca bölgeselleşmedir.

Bu ünitede, yukardaki ikinci yaklaşımın dünyada en iyi örneği olan bugünkü adıylaAvrupa Birliği incelenecektir. AB bugüne kadar gerçekleştirilen en başarılı iktisadibirleşmedir. Bu oluşum dünyanın başka yörelerinde de benzer girişimleri özendir-miştir. AB, ekonomik olduğu kadar siyası amaçları olan bir gelişmedir. Bu bakım-dan bu ünitedeki incelemelerde geniş kapsamlı bir yaklaşım izlenmiş, konununekonomik özelliklerinin yanında zaman zaman sosyal ve siyasal boyutlarına da de-ğinilmeye çalışılmıştır. Ünitenin son kısmında ise, AB-Türkiye ilişkileri ve bütün-leşme süreci analiz edilecektir.

2. Avrupa Birliği'nin Tarihsel Gelişimi

Avrupa Birliği'nin tarihi başlangıç noktasının genelde, İkinci Dünya Savaşını izle-yen yıllar olduğu kabul edilir. Bu yıllar bir daha aynı acıların yaşanmaması için Av-rupa'da bir birlik yaratılması gerektiği fikrinin kıta uluslarında ve yöneticilerindeuyandığı dönemdir. İkinci Dünya Savaşı'ndan yıkık ve tükenmiş çıkan Avrupa'nınyeni bir politik ve ekonomik model arayışı içine girdiği görülmektedir.

Avrupa Birliği fikrini doğuran temel olay nedir?

Marshall yardımı adı altında Avrupa'ya akan ABD sermayesinin kendilerini gide-rek ABD'ye bağımlı kılacağını gören ufak ve güçsüz Batı Avrupa ülkeleri, Avrupamenşeli yeni bir sermaye piyasası oluşturmak istemişlerdir. Bu amaçlarına bireyselolarak ulaşmaları mümkün olmadığından, bu ülkelerin ekonomik potansiyelleri-nin bir araya getirilmesi ve böylece güçlü bir Avrupa Pazarı oluşturulması planlan-mıştır. Bütünleşmenin pazar genişlemesine, bunun da sermaye ve teknolojinin hızlıgelişimine yol açacağı düşünülmüştür.

AB oluşturma fikri ile Batı Avrupa Neyi Planlamaktaydı?

Avrupa Birliği'nin kuruluşundaki temel ekonomik neden budur. Hızlı bir ekono-mik kalkınma ile savaşın yıkıntılarından kısa sürede kurtulma isteği Avrupa ülkele-

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ 181

?

?

Page 185: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

ri otoriteye devrederler. Ayrıca tam ekonomik birlik, siyasal bütünleşmeyle birlikteyürür. Örneğin izlenen ortak ekonomik politikanın gereği olarak bir merkez banka-sının kurulması ya da ortak para biriminin kabul edilmesi demek aynı zamanda ulu-sal otoritelerin yetkilerinin bir kısmını bu birliğe devretmeleri anlamına gelir.

Bölgesel bütünleşme ya da bölgeselleşme; küreselleşmenin alternatifi olmakla bir-likte aslında ön aşamasıdır. Bölgeselleşme belli bir bölgedeki ülkeler arasındaki bir-leşmedir.

Oysa küreselleşme dünya çapındadır. Küreselleşme alanına gelişmiş veya gelişme-miş ülkeler katılabilirler. Fakat bölgeselleşmede ülkelerin gelişmişlik düzeyleri bir-birine yakın olmak zorundadır. Ekonomik anlaşmalar ve paketler gibi yapılan hertürlü girişim küreselleşmeye yönelik olmakla beraber bölgesel niteliklerde taşırlar.

Küreselleşme ve bölgeselleşme arasındaki en belirgin fark nedir?

Bölgeselleşmede rekabet yok olmamakta, aksine dev boyutlarda sürmektedir. Ör-neğin AB ve Karadeniz Ekonomik İşbirliği Konseyi farklı büyüklük ve ekonomikgüce sahip olsalarda bu rekabette yer alabilmek için oluşturulmuşlardır. Biri sanayi-leşmiş ülkelerin bölgeselleşmesi diğeri ise gelişme yolundaki ülkelerin bölgeselleş-mesi olarak nitelendirilebilir. Bunların dışında ABD'nin Kanada ve Meksika ile bir-likte gerçekleştirdiği Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA) ile İngilte-re’nin Avrupa Birliği dışında kalan ülkelerle birlikte gerçekleştirdiği Avrupa Ser-best Ticret Bölgesi (EFTA) arasında işbirliğini güçlendirmek yönünden itici bir et-ken olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri'nin, Marshall Planı çerçevesinde Avru-pa'nın kullanması için sağladığı yardımın ortak çıkarlar doğrultusunda etkin bir bi-çimde kullanılması ise bu işbirliğinin ilk somut uygulama alanını teşkil etmiştir .

Sovyetler Birliği'nin batıya doğru yayılmasının engellenmesi de Avrupa Birliğinintemel felsefesinin "politik" boyutunu oluşturmaktadır.

Birliğin asıl temel taşı ise 9 Mayıs 1950 tarihinde Fransız Dışişleri Bakanı RobertSchuman'ın yayımladığı bir bildiri ile atılmıştır. Schuman, Jean Monnet ile birliktehazırladığı bildiride tüm Fransız - Alman kömür ve çelik üretimini kurulacak birbirliğin emrine vermeyi ve öteki ülkelerinde dilerlerse buna katılmalarını öngörenbir plan öne sürmüştür. Bu planın arkasındaki neden savaş sanayinin önemli mad-deleri olan demir ve çeliğin üretim ve kullanımının bir elde yani uluslarüstü bir or-ganda toplanmasıdır.

AB’nin temeli hangi olayla atıldı? Schuman Bildirisi neyi içermektedir?

Bu öneriyi kabul eden ülkeler, ileride savaş sanayilerini birbirlerine karşı geliştir-mek ve dolayısıyla birbirleriyle savaşmak olanağını bulamayacaklardır. NitekimFransa'nın bu çağrısına Federal Almanya, Belçika, İtalya, Lüksemburg ve Hollandacevap vermişler ve bu altı ülke arasında 18 Nisan 1951'de Avrupa ve Kömür ve Çelik

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ182

?

?

Page 186: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Topluluğunu kuran Anlaşma Paris'te imzalanmıştır. Bu aynı zamanda, ilk AvrupaBirliğinin de doğuşudur. Schuman'ın ismine itafen Schuman Planı olarak adlandırı-lan bu anlaşma o dönem sanayisinin iki temel maddesi için güçlenmek üzere altıdevlet arasında imzalanan bir "kartel" anlaşmasıdır.

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu hangi ülkeler kurdu?

Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nun, kurulmasından sonra göstermiş olduğubaşarılı gelişme; Avrupa'da sektör bazında olmayan, daha geniş kapsamlı bir eko-nomik birleşmenin gerçekleştirilmesine yönelik yeni görüşlerin doğmasına yol aç-mıştır. Çalışmalar ekonomik bütünleşme üzerinde yoğunlaştırılmış ve Messina'daA.K.Ç.T.'nin Dışişleri Bakanları'nın katılımıyla düzenlenen konferansta iki yeni Av-rupa Topluluğu'nun daha kurulması kararlaştırılmıştır. Uzun süren çalışmalardansonra Avrupa Topluluğu 25 Mart 1957'de bu kez Roma'da imzalanan Avrupa AtomEnerjisi Topluluğu (EURATOM) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) anlaşma-ları ile kurulmuştur. Topluluk, 7 Şubat 1992 tarihli Maastrict Anlaşmasıyla AvrupaBirliği ismini almıştır.

Avrupa Ekonomik Topluluğu nerede, hangi tarihte ve hangi anlaşmalarla kurul-muştur?

3. Avrupa Birliği'nin Genişlemesi

Avrupa Birliği'nin kuruluşundan itibaren göstermiş olduğu başarılı gelişim veözellikle üye devletler arasında sanayi malları ile tarım ürünlerinde gerçekleştirdik-leri gümrük birliği, yeni ülkelerin üyelik müracatlarına neden olmuştur. 10 Ağustos1961 tarihinde İngiltere Birliğe katılmak için ilk girişimini yapmış, fakat 14 Ocak1963'te Fransa Cumhurbaşkanı General de Gaulle tarafından birliğe katılması vetoedilmiştir.

İngiltere’nin ilk üyelik müracatı hangi ülke tarafından reddedilmiştir?

10 Mayıs 1967'de İngiltere ikinci defa İrlanda, Danimarka ve Norveç ile birlikte Birli-ğe tam üye olmak için başvuruda bulunmuştur. De Gaulle yine İngiltere'nin müra-caatına karşı çıkmış, ancak Nisan 1969'da yapılan AB Konseyinde Birliğe katılmakisteyen dört ülkenin talepleri görüşülmüştür.

İki yıl süren görüşmelerden sonra İngiltere, İrlanda ve Danimarka tam üye olarakBirliğe 22 Ocak 1972 tarihinde katılmış, Norveç'in katılma anlaşması ise adı geçenülkede yapılan bir referandum ile reddedilmiştir. Katılma anlaşmaları ile yeni üye-ler tam üyeliğin getirdiği tüm yükümlülükleri kabul etmişler, ancak bazı alanlardaözellikle ticaretin serbestleştirilmesi ve mali katkılar yeni üyelere beş yıllık bir uyumdevresi tanınmıştır.

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ 183

?

?

?

Page 187: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Bu uyum devresi ise 1977'de sona ermiştir. Öte yandan, 1981 yılında Yunanistan'ında topluluğa katılmasıyla üye sayısı 10'a çıkmıştır. 1.1.1986 tarihinde İspanya vePortekiz'in de katılmasıyla Birliğin üye sayısı 12'ye yükselmiştir.

Yunanistan, İspanya ve Portekiz hangi tarihlerde AB’ne tam üye oldular?

İspanya ve Portekiz'e 7 yıllık bir uyum dönemi tanınmıştır. Birliğin üçüncü genişle-mesinden sonra 1987 yılında Türkiye ve Fas, 1989 yılında Avusturya, 4 Temmuz1990 yılında Kıbrıs Rum Kesimi, 16 Temmuz 1990'da Malta, 1 Temmuz 1991'de İs-veç, 18 Mart 1992'de Finlandiya, 26 Mayıs 1992'de İsviçre ve 25 Kasım 1992'de Nor-veç bu doğrultuda kararlar almışlardır. Kıbrıs Rum Kesimi ve Malta'nın başvurusuFas'ın müracaatında olduğu gibi red edilmeyerek incelemeye alınmıştır.

Son olarak 1994’te İsveç, Finlandiya ve Avusturya’nın girmesiyle üye sayısı onbeşolmuştur. Belirtmek gerekir ki Birliğe tam üyelik için yapılan başvuruların sayısın-da büyük artış olmuştur. Polonya, Macaristan, Slovenya, Estonya, Litvanya ve Le-tonya da tam üyelik için adaydırlar.

AB tam üye olan ülkeler hangileridir? Tam üyelik için başvuran ülkeler hangile-ridir belirtiniz.

4. Avrupa Birliği'nin Amaçları

Fransa'nın öncülüğünde Almanya, İtalya, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda tara-fından kurulan Avrupa Birliğinin amaçlarını siyasal birliğin sağlanması, ekonomikbirliğin sağlanması ve barışın korunması şeklinde sınıflayabiliriz.

AB’ni kuran anlaşmalarda AB'nin amaçları nasıl ifade edilmiştir?

Siyasi Amaçlar:

Anlaşmalarda yer alan ilkeler ve önlemler bir ortak pazarın kurulması ve işleyişi ileilgili olmakla birlikte ekonomik birleşme başlı başına bir amaç olmayıp siyasal bir-leşmenin ancak yarı yolu olarak düşünülmüştür. Nitekim siyasal birleşme sürecininekonomik birleşmeden geçtiği tarihten bazı örneklerle de (Alman Gümrük BirliğiZolleverel gibi) destek bulmaktadır.

Ekonomik Amaçlar:

Üç topluluk Antlaşması ile gerçekleştirilmeye çalışılan Avrupa Birliği düşüncesi-nin arkasında yatan ekonomik amaçları, daha yüksek yaşam standartları, tam çalış-ma, ekonomik büyüme, istikrarın artması, topluluk içinde ekonomik etkinliklerinuyumlu olarak gelişmesi şeklinde sıralayabiliriz .

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ184

?

?

?

Page 188: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Ayrıca AB, üye ülkelerin ulusal piyasalarını mal, insan, sermaye faktörlerinin ay-nen bir iç piyasadaki gibi serbestçe dolaşabildiği geniş bir ortak pazar durumunadönüştürmeyi amaçlamıştır.

AB’nin ekonomik amaçlarını belirtiniz.

Barışın Korunması:

Bilindiği gibi, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, Fransız - Alman uzlaşmasını, Av-rupa'da oluşturulacak yeni bir düzenin temel taşı kabul etmiştir. Bunun ana nedeniAvrupa'da savaş olasılığını ortadan kaldırmaktı. Avrupa Birliğinin kurulmasıylabu amaç bir ideal olmaktan çıkıp gerçek olmuştur.

5. Avrupa Birliği'nin Organları

Uluslarüstü bir nitelik taşıyan Birliğin kurumları özgün bir yapı içinde eylemde bu-lunmaktadır. Birlik organları, Birliğin temel yapısını teşkil eden Konsey, Komisyon,Avrupa Parlementosu, Adalet Divanı, Ekonomik ve Sosyal Komite’nin yanı sıra Sa-yıştay ve Avrupa Yatırım Bankası gibi yardımcı kurumlardan oluşmaktadır.

Avrupa Birligi’nin organlarını sayınız.

5.1. Avrupa Birliği Konseyi: Avrupa Zirvesi

Birliğin yasama ve karar alma sürecinde en önemli rolü üstlenen Konsey, üye ülkeDevlet ve Hükümet Başkanları “Avrupa Konseyi” adı altında yılda en az iki keretoplanarak, gerek sisasi işbirliği gerek Birlik faaliyetleri konularında politika seçe-neklerini tartışmakta ve bazı konularda öncülük görevi üstlenmektedir. AvrupaKonseyi’ne Dışişleri Bakanları ile bir Komisyon üyesi yardımcı olmaktadır.

Avrupa Konseyi, parlamenter demokrasilerde varolan parlamentonun yetkilerineeşdeğer yetkilere sahiptir. Dolayısıyla Birliğin karar alma ve yasama organıdır.Konsey, karar alma sürecinde, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan ta-sarıları ele alır ve yasalaşmasını sağlar. Bu süreç içinde Avrupa Parlamentosu deği-şiklik önerisinde bulunabilir, ancak kesin karar Konsey’e aittir. Sonuç itibariyleKonsey, Birliği şekillendiren, yöneten ve dış politikasını belirleyen organdır.

Avrupa birliği Konseyinin çalışma şekli, görev ve yetkilerini belirtiniz.

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ 185

?

?

?

Page 189: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

5.2. Avrupa Birliği Komisyonu

AB Komisyonu üye Devletlerce atanan 20 üyeden(komiser) oluşan bir yürütme or-ganıdır. Komisyona Almanya, İngiltere, İtalya, Fransa ve İspanya nüfus yoğunluğuitibariyle 2’şer , diğer üye devletler ise birer komiser vermektedir. Komisyon Birlikpolitikalarının tasarlayıcısı ve koordinatörüdür.

Komisyonun görevlerini iki başlık altında toplamak mümkündür.

a) Komisyon, Kurucu Antlaşmaların koruyucudur. Kurucu Antlaşmalar’ın veorganların almış olduğu kararların usulünce uygulanıp uygulanmadığı, ilgilitarafların yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini izlemekle görevlendi-rilmiştir.

b) Yürütme organıdır. Roma Antlaşmasından kaynaklanan yürütme yetkileri-nin yanısıra, ortak politikaların oluşturulması ve yürütülmesi görevini de üst-lendiğinden, bu yetkilerinde bir artış olmuştur. Birliği hukuken temsil eder. Bir-lik fonlarının idaresi görevi de Komisyona aittir.

Avrupa Komisyonunun oluşumu ve görevlerini belirtiniz.

5.3. Avrupa Parlamentosu

Avrupa Birliği içinde Komisyon ve Konsey arasında paylaşılmış yasama ve yürüt-me yetkilerinin kullanılmasının demokratik biçimde denetlenmesi amacıyla bir or-tak parlamento kurulmuştur. Avrupa Parlamentosu adını taşıyan bu organ önceleriüye Devletlerin ulusal parlamentolarından seçilen üyelerden oluşmakta iken, Hazi-ran 1979’dan bu yana üye ülkelerde Avrupa Parlamentosu için seçimler düzenlen-mektedir.

Avrupa Parlamentosunun yetkilerini üç başlık altında toplamak mümkündür.

a) Birlik mevzuatının oluşturulmasındaki yasama sürecine katılma yetkisi; ya-samaya ilişkin yetkileri görüş bildirmekle sınırlı olup, bağlayıcı bulunmamak-tadır.

b) Bütçeye ilişkin yetkiler; Birlik bütçesi, ancak Konsey ile Parlamentonun işbirliğihalinde kesinleştirilebilmektedir.

c) Komisyon ve Konseyi denetleme yetkisi; AB’de yasama ve yürütme yetkileri-nin kullanımını demokratik şekilde denetler ve Birliğin işleyişini kontrol eder.

Avrupa Parlamentosu kimlerden oluşur, görevleri nelerdir?

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ186

?

?

Page 190: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

5.4. Adalet Divanı

Adalet Divanı, AB’nin en yüksek hukuksal organı niteliğini taşımaktadır. Divan 16yargıç ve 6 savcıdan (hukuk sözcüsü)oluşur. Adalet Divanı nihai yargı organı olup,kararlarının temyizi mümkün değildir.

Görevleri;

a) Divan, Antlaşmanın uygulanmasında ve yorumlanmasında hukuka saygıyısağlamaktadır. Üyelerden birinin Roma Anlaşması’nın hükümlerine uygunhareket etmediği görülürse, Avrupa Komisyonu önce ilgili devlete tavsiyeleri-ni bildirir. Eğer üye devlet bu önerileri tutmazsa, bu kez Adalet Divanı’ndaaleyhine dava açtırır. Adalet Divanı anlaşma hükümlerine aykırı davranıldığısonucuna varırsa, bu hükümlerin uygulanması için alınacak karar, üye devlet-ler tarafından yerine getirilir. Adalet Divanı, üye devletleri ve şirketleri ayrıcapara cezası ile cezalandırabilme yetkisine de sahiptir.

b) Kararları temyiz edilemeyen ve bağlayıcı olan bir adli merci sıfatıyla, Birlikhukuk düzeni dahilinde meydana gelen hukuki ihtilafları, hukuk kurallarınave adalete uygun olarak çözmek işlevini de yüklenmiştir.Adalet Divanını görev alanına giren başlıca sorunlar şunlardır:- Üye devletlerin diğer üye devletlere karşı açtığı davalar,- Komisyonun üye devletlere karşı açtığı davalar,- Birliğin kurumları aleyhine açılan davalar.

Adalet Divanı’nın yetkilerini anlatınız.

5.5. Sayıştay

Avrupa Topluluklarının bütünleşmesi üzerine, Topluluk düzeyinde bağımsız birdenetleme kurulu oluşturulması fikri üzerinde durulmuş ve sonuç olarak RomaAntlaşması’nın 206. maddesinde sözü edilen Kontrol Komisyonu’nun görevlerinide üstlenmiş olarak, 1975 yılında Brüksel Anlaşması ile Sayıştay kurulmuştur. Sa-yıştay 15 üyeden oluşmaktadır ve üyelerin görev süreleri 6 yıldır.

Sayıştay’ın görevi, AB’nin ve bağlı kuruluşların gelir ve harcamalarını incelemek,bunların yasalara uygun şekilde yürütülmesini sağlamaktır.

Sayıştayın görevini belirtiniz.

5.6. Ekonomik ve Sosyal Komite

Roma Antlaşması’nın 4. maddesinde, Konsey ve Komisyon’a yardım etmek üzeredanışma organı niteliği taşıyan Ekonomik ve Sosyal Komite’nin kurulacağı hükme

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ 187

?

?

Page 191: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

bağlanmaktadır. Komite, ekonomik ve sosyal hayatın çeşitli kesimlerinin, özellikleüreticiler, çiftçiler, taşımacılar, işçiler, küçük esnaf ve zanaatkarlar, serbest mesleksahipleri ve kamu yararına çalışan küçük ve orta ölçekli işletmelerin temsilcileri ile,tüketiciler, çevreciler ve dernek temsilcilerinden oluşur.

Komite, bir danışma organı olduğundan, çalışma düzeni, görüş bildirme şeklinde-dir. Antlaşma’nın tesbit ettiği durumlarda Komite’ye zorunlu olarak danışılmakta-dır. Komitenin görüş bildirmesi için 10 günlük süre tanınmakta, bu süre görüş gel-memişse, Konsey ve Komisyon kendini bağlı saymamaktadır.

Ekonomik ve Sosyal Komite AB’nin nasıl bir organıdır?

6. Avrupa Birliği'nin Mali Kaynakları

AB’nin temel mali kuruluşu Avrupa Yatırım Bankası’dır (EIB). EIB Roma Antlaş-ması ile kurulmuş olmakla birlikte, ayrı bir tüzel kişiliğe sahiptir. Bunun yanında,AB’nin ekonomik ve sosyal politikalarını yürütme için EIB’den ayrı olarak oluşturu-lan çeşitli fonlar bulunmaktadır. Şimdi bu fonları kısaca tanıtalım.

AB’nin temel mali kuruluşu nedir?

AB Bütçesi: Topluluğun bütçe gelirleri, üye ülkelerin katkıları (KDV gelirlerinin be-lirli payının aktarılması), gümrük vergileri vb. kaynaklardan oluşur. Bu gelirler Bir-liğin politikalarının yürütülmesinde ve yönetim giderlerinin karşılanmasında kul-lanılır. Birlik bütçesinin en büyük bölümü ortak tarım politikasının finansmanınagitmektedir.

AB Bütçesi’nin gelirlerini oluşturan kalemler nelerdir, Bunlar nerelere harcanır?

Avrupa Sosyal Fonu (ESF): Roma Antlaşmasıyla kurulmuştur. Birlik içinde yeni işolanakları yaratılması, mesleki eğitim programları, işsizlik yardımı sağlanması gibiamaçlara finansman sağlar.

Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu(ERDF): AB içindeki nispeten geri kalmış yörele-rin kalkındırılması ve yapısal uyum programları için kredi vermektedir. Birlik için-de Yunanistan, İrlanda ve Portekiz göreceli olarak geri kalmış üyelerdir. Diğer yan-dan İspanya ve İtalya’nın belirli yöreleri ile Kuzey İrlanda da bu fonun kapsamınagiren yöreler arasında bulunmaktadır.

Avrupa Kalkınma Fonu(EFI): Roma Antlaşmasıyla oluşturulan bu fondan, LomeSözleşmesi çerçevesinde Birlik’le özel ilişkileri bulunan ACP (Afrika, Karayipler vePasifik) ülkelerine yardım yapılmaktadır.

Avrupa Parasal İşbirliği Fonu(EMCF): Bu fondan parasal birliğe yardımcı olmaküzere dış ödeme güçlüğü içine düşen birlik üyelerine kredi sağlanmaktadır.

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ188

?

?

?

Page 192: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Avrupa Garanti ve Yönlendirme Fonu(FEOGA): 1962 yılında kurulan bu Fon’dan,tarımsal destekleme programlarının finansmanı ve tarımın modernizasyonu içinkaynak sağlanır.

AB’nin bütçe dışı fonlarını tanıtınız.

6.1. Avrupa Yatırım Bankası (EIB)

Roma Antlaşması’nın 129.maddesine dayanılarak, 1958’de kurulmuştur. tüzel kişi-liğe sahiptir ve Birliği oluşturan 15 ülke bankanın üyesidir.

Genel olarak, AB’nin azami 20 yıl vadeli kredi ve/veya garanti veren bir mali kuru-luşu niteliğindedir. Banka’nın görevleri, sermaye piyasalarına ve kendi özkaynak-larına dayanarak Ortak Pazar’ın dengeli kalkınmasına yardım etmektir. Bu amaçla;

a) Az gelişmiş yörelerin kalkınmasına yönelik projelerin,b) Ortak Pazar’ın gerçekleşmesinin gerekli kıldığı işletmelerin modernleştiril-

mesi veya faaliyet alanlarının değiştirilmesi gibi projelerin,c) Ortak çıkarlara hizmet etmekle beraber genişliği ya da niteliği nedeniyle fi-

nansmanı tamamen karşılanamayan projelerin, finansmanını sağlamaktadır.

Avrupa Yatırım Bankası ne tür projeleri finanse eder?

7. Avrupa Birliği Ortak Politikaları

Avrupa Birliği Avrupa entegrasyonu hareketini asıl temsil eden ve bu hareketin ile-riye doğru gelişim yönünü belirleyen örgüt olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla eko-nomik birleşme hareketinin temelini oluşturmaktadır. Bu harekete daha geniş bo-yutlar kazandırılması için yeni politikalar benimsenmiştir ki, bunlar ortak politika-lardır. AB Anlaşması'nda üyelerin ortak politika izlemeleri öngörülen başlıcaönemli alanlar şunlardır:

Ticaret politikası (ortak pazar), ortak tarım politikası, ortak rekabet politikası ve sos-yal politikalardır.

7.1. Ortak Ticaret Politikası

Ortak ticaret politikası; gümrük birliği ve mal akımı serbestisi, işçilerin serbest dola-şımı ve sermayenin serbest dolaşımıdır.

Gümrük birliği ve tarife dışı engellerin kaldırılması ortak pazarın kurulması için ge-rekli olan önemli aşamalardır. Bu amaçla AB, 1 Temmuz 1968 tarihinde iç gümrükle-

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ 189

?

?

Page 193: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

rin kaldırılmasının ardından ortak bir gümrük tarifesini uygulamaya sokmuştur.Böylece üçüncü ülkelerden Birliğe girecek mallardan (bu malar hangi üye ülkeler-den girmiş olursa olsun) OGT'de( OGT=Ortak Gümrük Tarifesi) belirlene bir oran-da vergi alınması öngörülmüştür. OGT'nin uygulanmaya başlanması ekonomikbirleşmenin birinci ve en önemli aşamasını yani gümrük birliğini ifade eder. Ancakmal ticaretinin serbestleşmesi yalnızca gümrük tarifelerinin değil, miktar kısıtlama-larınında kaldırılmasını gerektirir. Bu amaçla Roma Anlaşması'nın 30. maddesi ileüyeler arasında dış ticarette miktar kısıtlamaları ile benzeri etki yaratan tedbirlerebaşvurulması yasaklanmıştır.

Ortak Gümrük Tarifesinin özelliği nedir?

Aynı anlaşmada Birlik içinde işgücünün serbest bırakılmasının çıkardığı sorunlargiderilememiştir. Bu olumsuz şartlar gerçek anlamda entegre bir Avrupa pazarınınkurulması imkanının sağlanması için Birlik düzeyinde, ciddi tedbirlerin alınmasınaihtiyaç bulunduğu gerçeğinin görülmesine neden olmuştur. İşte bu olumsuzlukla-rın giderilmesi amacıyla, Birliğin hukuki yapısında yapılması gerekli görülen deği-şiklikler 1987 yılının Temmuz ayında yürürlüğe giren Avrupa Tek Senediyle ger-çekleştirilmiş ve bu tarihten itibaren Birlik organları, Komisyonun 1985 yılında ha-zırladığı "Beyaz Kitapta" yer alan İç Pazarın Oluşumunun Tamamlanmasına ilişkinprogramı uygulamaya başlamışlardır .

Üye ülkelerden birinde yaşayan işçiler önceden izin almaksızın öteki üye ülkeleregöç etme ve oralarda çalışabilme olanağına sahiptirler. Ayrıca, anlaşmaya göre evsahibi ülkeler işe giriş, ücretler ve öteki çalışma koşuları bakımından diğer üyelerinişçilerine karşı bir ayırımda bulunamazlar. Kısacası, öteki ülkelerde çalışan işçiler oülkelerin yerli işçileri ile aynı haklara sahip olacaktır.

Geniş bir iç piyasa oluşturulmasındaki temel etkenlerden bir diğeri bölge içinde ser-mayenin serbest hareketliliğinin sağlanmasıdır. Roma Anlaşması'nın 67 ncı madde-si, Birlik içinde sermaye hareketlerinin geçiş dönemi içinde liberalleştirilmesine iliş-kindir. Sermayenin milliyetinden doğan ayırımcı işlemlerin kaldırılması 68. mad-dede öngörülmüştür. Birlik menkul değer alım-satımı, dolaysız yabancı sermayeyatırımı ve ticari kredileri serbestleştirmek yönünde kararlar almıştır.

AB’deki hangi olumsuzlukları gidermek için Avrupa Tek Senedi hazırlanmış-tır?

7.2. Ortak Tarım Politikası

Avrupa Birliği'nde tarım sektörü üye ekonomiler ve politikalar açısından önemli biryere sahiptir. Tarım topluluğun gıda ihtiyaçlarını karşılayan önemli bir sektördür.Ortak tarım politikasında üye ülkeler ulusal yasama ve yürütme yetkilerinden birkısmını Birlik organlarına devretmişlerdir. Bu nedenle tarım konusunda üyeler ba-ğımsız politika izleyemezler, Birliğin almış olduğu kararlara uymak zorundadırlar.

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ190

?

?

Page 194: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Roma Anlaşması, tarım sektöründe üyeler arasındaki farklı yapıyı aynı seviyeyegetirebilmek amacıyla bir ortak tarım politikasının belirlenmesini öngörmüştür.Anlaşmanın 39. maddesinde politikanın esasları şu şekildedir;

1. Tarım sektöründe çalışan kişilere daha iyi bir hayat standardı sağlamak veonların gelirlerini yükseltmek,

2. Tarım piyasasını istikrara kavuşturmak,3. Tarımsal ürün arzını güvence altına almak ve arzın devamlılığını sağlamak,4. Tarımsal üretimi artırmak,5. Tüketicilerin uygun fiyatlarla tarımsal ürünleri satın alabilmelerini mümkün

kılmak nokta yakın olacak.

Ortak Tarım Politikasının esasları nelerdir?

1958'de Stresa'de toplanan bir konferansta sanayi ürünlerinde olduğu gibi tarımürünleri alanında da üyeler arasındaki tarifeler ve öteki dış ticaret kısıtlamaları kal-dırılacak ve yeşil pazar oluşturulacaktı. Buna ek olarak tüm üye ülkelerde tarımürünlerine tek bir fiyat düzeyi garanti etmek için ortak fiyat sistemi kurulacaktı. Bu-na ek olarak tüm üye ülkelerde tarım ürünlerine tek bir fiyat öngörülmüştür.

Ancak ekonomik konjonktürde oluşan olumsuz şartlar, kısa dönemli milli menfaat-leri orta ve uzun dönemde büyük yarar sağlayacak uluslararası dayanışmaya tercihetme alışkanlığını kolay bırakamayan üye devletleri, milli pazarlarına dönük ted-birleri Birlik ilkelerine tercih etmeye sevk etmiştir. Dolayısıyla kişilerin, hizmetlerinve sermayenin serbest dolaşımı bakımından öngörülen hedeflerin gerisinde kalın-mıştır. Malların serbest dolaşımında dahi sınır kontrolleri ve standardizasyon gibiengellerin ortaya düzeyi garanti etmek için ortak bir fiyat sistemi kurulacaktı. Ortaktarım politikası üç tip fiyatı kapsar. Önce sistemin temelini oluşturan hedef fiyattır.Hedef fiyat politik yönden arzu edilen fiyattır. Ortak piyasa düzeni kapsamına gi-ren tahıl, şeker, süt, zeytinyağı ve ayçiçeği tohumlarına uygulanır. Bu fiyatların Bir-lik içinde en az verimli durumdaki üreticilerin maliyetini yansıttığı varsayılır. Ge-nelde serbest dünya fiyatlarından daha üst seviyede belirlenir. Hedef fiyat müdaha-le fiyatına ulaşım ve kâr payı eklenerek bulunur.

Müdahale fiyatları Birlik çiftçilerine ürünleri için asgari bir bedel vererek onları fi-yat düşmelerine karşı korumak için konmuştur. Düşük dünya fiyatları karşısındaBirliğin yüksek destekleme fiyatlarını ve tarımsal üretimini korumak için eşik fiyatdenilen ayrıca belirlenmiş fiyatlar vardır. Bunlar tarımsal ithal mallarının Birliğegirmesine izin verilen en düşük fiyatlardır.

Birlik ayırca kendi üreticilerini korumak için bir kısım tarım ürünlerinde ithalat tak-vimi ve referans fiyatları belirlemiştir.

Hedef Fiyat, Müdahale Fiyat ve Eşik Fiyat kavramlarını açıklayınız.

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ 191

?

?

Page 195: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

7.3. Ortak Rekabet Politikası

Sanayi ve tarım ürünlerini kapsayan bir ortak pazarın düzenli bir biçimde işleyebil-mesi her şeyden önce rekabet koşullarının aynı olmasını gerektirir.

Bu, haksız bir fırsat eşitliği sağlayabilmek kamu ya da özel kesim işletmelerinin re-kabet eşitliğini bozan faaliyetleri önleyebilmek bakımından zorunludur. Ortak re-kabet politikasının temelini; monopolleşme, sübvansiyon gibi belli konularda geti-rilen kısıtlayıcı hükümler oluşturmakla birlikte gerek tarım ve gerekse sanayi sektö-ründe çeşitli muafiyetler de getirilerek, belirli koşulara uyulması halinde, şirket bir-leşmeleri de desteklenmektedir. Ortak Rekabet Politikasına ilişkin hükümler RomaAntlaşması'nın 85-94 maddelerinde yer alır. Bu maddelerde göze çarpan genelamaçlar arasında; rekabeti önlemeye, sınırlamaya veya bozmaya yönelik işletmelerarası anlaşmaların ve monopollerin oluşumunun ve piyasaya hakim olmalarınınönlenmesi; Devletin sübvansiyon uygulamalarının kısıtlanması ve yasaklanmasıbulunmaktadır .

Ortak Rekabet Politikasının amaçlarını belirtiniz.

7.4. Sosyal Politikalar

Her politik sistem gibi, Avrupa Birliği'ninde gerçekleştirmeye çalıştığı bazı sosyalpolitika amaçları vardır. Fakat ağırlık ekonomik birleşmeye verilirken sosyal amaç-ların kendiliğinden gerçekleşeceği varsayımından hareket edilmiştir. Bu nedenlebugüne kadar Birlik tarafından ortak bir politika benimsenmemiş ve sonuçta sosyalpolitika, Birliğin sınırlı hareket ettiği bir alan görünümünde kalmıştır. Bununla bir-likte, özellikle genç nüfus arasındaki yaygın işsizlik Birlik için önemli bir endişe kay-nağıdır.

Ayrıca çeşitli iş kollarında işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi de önemli biramaçtır. Birlik sosyal politikasının temel aracı "Avrupa Sosyal Fonu"dur. Fon, işsiz-liği azaltmak, coğrafi ve mesleki hareketliliği artırmak amacı ile kurulmuştur. Bu-nunla birlikte bölgeler arasındaki gelişme farklarının giderilmesi amacıyla 1975 yı-lında "Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonu" kurulmuştur. Fon'un yardımlarıyla selek-tif milli projelere kaynak sağlanarak geri kalmış yörelerin kalkındırılmasına çalışı-lır.

Avrupa Sosyal Fonu ve Avrupa Bölgesel Kalkınma Fonunun işlevleri nelerdir?

8. Maastricht Anlaşması ve Avrupa Birliği

Maastricht Anlaşması, Avrupa Birliği'nin ekonomik ve siyasal birliğe doğru götü-rülmesi yolunda atılmış bir adımdır. Anlaşma bu şekilde oluşturulacak olan bir"Avrupa Birleşik Devleti"nin anayasası niteliğini taşımaktadır. Bu anlaşma ile Roma

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ192

?

?

Page 196: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Antlaşması bazı değişiklik ve düzenlemelere uğramıştır. Anlaşma üye ülkeler ara-sında uzun süren görüşmeler sonucunda ortaya çıkmıştır.

Maastricht Anlaşması'nın nihai amacı Avrupa Birliği oluşturulmasıydı. Bunu ger-çekleştirmek için Politik Birlik ve Parasal - Ekonomik Birlik öngörülmüştür.

Maastricht Anlaşmasının özü nedir?

Politik Birlik için bazı reformlar gündeme getirilmiştir. Bu politik reformlardan ba-zıları şunlardır.

1) Ortak Güvenlik ve Ortak Dış Politika. Burada amaç halihazırda varolan hü-kümetlerarası işbirliği aracılığı ile gerçekleştirilenden daha hızlı ve daha etkinhareket etmektir. Anlaşma'da 15'lerin ortak faaliyetler sürdürebilecekleri ve ni-telikli çoğunlukla karar almak suretiyle bunların uygulamaya konmasını hız-landırabilecekleri özellikle belirtilmiştir. Ortak Savunma Politikası'nın uygu-lanması Batı Avrupa Birliği'ne verilmiştir. Birlik üyesi ülkelerin Batı AvrupaBirliği'ne üye olmaları, NATO üyesi diğer Avrupa ülkelerine (Norveç, Türkiye)de ortak üye veya gözlemci üye sıfatı verilmesi kararlaştırılmıştır.

Ortak dış ve Savunma Politikası amaçlarını belirtiniz.

2) Avrupa Parlamentosu'nun yetkilerinin artırılması. 14-15 Aralık 1990 tarihin-de düzenlenen Zirvede Avrupa Parlamentosu'nun yetkileri artırılarak bazı ko-nularda veto yetkisi verilmiştir. Bunlar tüketicinin korunması, sağlık, eğitim,kültür, çevre stratejileri, araştırma geliştirme ve tek pazar gibi konulardır.

3) Avrupa Konseyine çoğunluk oyu. (oybirliğinden çoğunluk oyuna)4) Polis ve yargı alanlarında işbirliği. Bu alanda 15'ler arasında işbirliği gelişti-

rilerek, uyuşturucu kaçakçılığı ve örgütlü suçlarla mücadele amacıyla sınırkontrolü artırılmıştır.

5) Yeni işbirliği alanları yaratma. Nitelikli çoğunlukla karar alınan bazı alanlar-da (araştırma, teknolojik gelişme, çevre, sosyal politika) Birliğin yetkileri artırıl-mıştır. Anlaşma ayrıca telekomünikasyon, enerji, tüketicinin korunması, sana-yi politikası, sağlık, kültür gibi yeni bazı alanlarda Birliğe yetki tanımıştır.

Politik Birlik için gerçekleştirilen reformları sayınız.

Ekonomik ve parasal birliğe gelince; bunların 3 aşamalı olarak gerçekleştirilmesinekarar verilmiştir. Birinci aşama, 1 Temmuz 1990 tarihinde başlamış 31 Aralık 93 tari-hinde sona ermiştir. Bu aşamada fiyat istikrarı sağlamak, her üye devletin kamu ma-liyesini sağlamlaştırmak, Merkez Bankalarının bağımsızlaştırılması, sermaye hare-ketlerine ilişkin kısıtlamaların kaldırılmasına yönelik kararlar alınmıştır.

1.1.94 tarihinde başlayan ikinci aşamada, bütün üyeler ayrı ayrı fazla bütçe açıkla-rından kaçınma, çok yıllı ekonomik uyum politikalarını benimseme, Merkez Banka-

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ 193

?

?

?

Page 197: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

sı kolaylıklarının yasaklanması, para basımı; Birliğin bütünü için ise Avrupa ParaEnstitüsünün kurulması, Avrupa Para Birliğinin (EMU) üçüncü aşamasına geçiş,enflasyon oranının en iyi üç ülkenin ortalamasının %15'den daha fazla olmamasıhükümet açığının GSMH'nın %3'den fazla olmaması, hükümet borçlarınınGSMH'nın %60'ını aşmaması yönünde kararlar alınmıştır .

Üçüncü ve son aşama, konusunda da Maastricht Zirvesi'nde karara varılmıştır.Üçüncü aşamaya en geç 1 Oak 1999'da geçilecektir. Üçüncü aşamanın başlaması ilebirlikte bağımsız Avrupa Merkez Bankası oluşturulacaktır.

Ekonomik ve Parasal Birliği gerçekleştirmeye yönelik karar aşamalarını açıkla-yınız.

9. Türkiye'nin Avrupa Birliği ile Bütünleşmesi Süreci

9.1. Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklığının Kurulması

Altı Batı Avrupa ülkesinin aralarında imzaladıkları Roma Antlaşmasının 1958'deyürürlüğe girmesinin ardından 1959 yılı Haziran ayında Yunanistan ve Temmuzayında da Türkiye Topluluğa katılmak için müracaat etmişlerdir. Türkiye ile ABarasındaki görüşmeler dört yıl sürmüş ve taraflar arasında bir "ortaklık kurmuş olanAnkara Anlaşması” 12 Eylül 1963'de imzalanarak, 1 Aralık 1964 tarihi itibariyle yü-rürlüğe girmiştir. Anlaşmanın amacı, Türkiye ekonomisinin kalkınmasını hızlan-dırmak, Türk hakının istihdam seviyesinin ve yaşama şartlarının yükseltilmesinisağlama gereğini tümü ile gözönünde bulundurarak taraflar arasındaki ekonomikilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi teşvik etmektir.

Ankara Anlaşmasının amacını belirtiniz.

Bu anlaşma temelde, Türkiye ile ilişkilerin üç aşamada geliştirilmesini öngörmüş-tür. Bunlar hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve son dönemdir.

Hazırlık döneminde; Türkiye AB ilişkilerinin geliştirilmesi bakımından, Türkiyeherhangi bir yükümlülük üstlenmemekte olup, geçiş dönemi ve son dönem boyun-ca üstlenebileceği yükümlülükleri yerine getirebilmesi için Biliğin yardımı ile eko-nomisini güçlendirmesi öngörülmüştür. Bu dönem içinde kullanılmak üzere Türki-ye'ye 175 milyon ECU kredi sağlanmıştır.

Hazırlık döneminin uzatılmış süresi içinde, Türkiye'nin isteği üzerine geçiş döne-minin koşullarını süre ve sıralarını belirlemek üzere 23 Kasım 1970'de Katma Proto-kol imzalanmıştır.

Hazırlık döneminde Türkiyenin hedefi nedir?

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ194

?

?

?

Page 198: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Katma Protokol ve Türkiye AB Ortaklığının Geçiş Dönemi; Bu dönemin başlıcaamacı Türkiye ile AB arasında sanayi malları üzerinde gümrük birliğini gerçekleş-tirmekti. Bunun içinde söz konusu malların gümrük resim ve harçlarının sıfıra indi-rilmesi, tarife dışındaki miktar kısıtlamalarının kaldırılması ve ortak dış tarifeninuygulanması gerekiyordu.

Katma protokol malların serbest dolaşımını gerçekleştirecek usul, sıra ve sürelerdedahil olmak üzere, kişilerin, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımı; ulaştırma,rekabet, vergileme ve mevzuatın yakınlaştırılması; ekonomi ve ticaret politikaları-nın ahenkleştirilmesi konularını hükme bağlamıştır. Serbest dolaşım ise gümrükbirliğe ile sağlanabilir. Türkiye bu ilkeler doğrultusunda ve Katma Protokol gereğiBirlik’le bir gümrük birliği tesis etme yükümlülüğü altına girmiştir. Ancak, ekono-mik kalkınmasına yardımcı olabilecek nitelikte yeni sanayii kolları kurabilmek içinbu 12 yıl içinde yeni gümrük vergileri koymaya ve varolan gümrük vergilerini yük-seltmeye Ortaklık Konseyi kararı ile yetkili kılınmıştır. Katma protokolün 11 mad-desi prensip olarak 12 yıl belirlenen geçiş dönemini 3 sayılı ekte yer alan maddeleriçin 22 yıla çıkarmıştır. Bazı sanayi kollarına rekabet gücü kazandırılması veya yenikurulacak sanayilerin gelişmesinin sağlanaması için yapılan bu düzenleme de ayrıbir takvime bağlanmıştır.

Katma Protokol’ün Türkiye’ye getirdiği yükümlülükleri sayınız.

Türkiye'nin AB'den yaptığı ithalata uyguladığı miktar kısıtlamalarının kaldırılmasıda bir takvime bağlanmıştır. Türkiye, Katma Protokolün yürürlüğe girdiği tarihteAB'den 1967 yılında yaptığı özel ithalatin % 35'ini Birliğe karşı libere ve konsolide et-meyi kabul etmiştir. Daha sonra bu oranın 1.1.1976'da % 40'a 1.1.1981'de % 45'e1.1.1986'da % 60'a 1.1.1991'de % 80'e yükseltilmesi kabul edilmiştir. Miktar kısıtla-ması ile ilgili olan bir yükümlülük de, ithal libere olmakla beraber liberasyonu top-luluk için konsolide olmayan bir madde kotoya alındığı takdirde, son üç yıllık Birlikçıkışlı ithalat ortalamasının % 75'ine eşit miktarda Birlik lehine kontenjan açılmasıkabul edilmiştir .

AB, Katma Protokolün yürürlüğe girişiyle birlikte, Türkiye'den ithal edeceği bütünsinai ürünlerin gümrük ve eş etkili vergi ve resimleri kaldırmıştır. Ancak, pamuk ip-liği, dokuma ve petrol ürünlerinde yani sadece bu 3 kalem malda Birlik lehine bir is-tisna tanınmış ve bu ürünler gümrük vergisinden muaf olarak ithali için kotalarkonmuştur.

Katma Protokol’ün Türkiye’nin ithalatına gitirdiği yükümlülüğü belirtiniz.

Türkiye'nin Ortak Gümrük Tarifesine uyumunun da yine 12 ve 22 yıllık takvimleruyarınca tedricen yerine getirilmesi öngörülmüştür. 12 yıllık dönem için 23 Kasım1970 tarihinde Türkiye tarafından fiilen uygulanan vergi hadlerinin Ortak GümrükTarifesi hadlerinden % 15 farklılık göstermediği hallerde, 1 Ocak 1977'den itibarenTürkiye tarafından Ortak Gümrük Tarifesi hadleri uygulanması öngörülmüştür. 22

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ 195

?

?

Page 199: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

yıllık dönem için ise, 23 Kasım 1970 tarihinden Türk gümrük vergisi oranları ile Or-tak Gümrük Tarifesi uygulanması ve diğer maddeler için ise belirlenen takvim uya-rınca yapılacak uyumlar sonucu 22 yılın sonunda Ortak Gümrük Tarifesinin uygu-lanması öngörülmüştür .

Ortak Gümrük Tarifesine uyum, Türkiye için oldukça zor ve önemli bir yükümlü-lüktür. Zira o tarihlerde AB'nin Ortak Gümrük Tarifesi ortalaması % 7 civarında,Türkiyenin gümrük tarifeleri ortalaması ise % 40-50 civarında idi. Aralarındaki farkoldukça büyüktü. Bunun etkisiyle, Türkiye gümrük indirimlerinde olduğu gibi yü-kümlülüklerini ertelemiş ve Ortak Gümrük Tarifesine uyum takvimini işletmemiş-tir.

Türkiye’nin gümrük tarifisine uyum süreçinde ne gibi zorluklar mevcuttur?

Son dönemde Türkiye Nisan 1987'de Roma Anlaşması'nın 237. maddesi uyarıncaBirliğe tam üyelik konusunda müracaatta bulunmuştur. 237. madde Avrupa Devle-ti niteliğinde olan tüm devletlerin tam üyelik için Birliğe müracat edebileceğini ön-görmektedir. Ancak Türkiye'nin tam üyelik konusundaki talebi iki nedenle değer-lendirilmeye alınmamıştır. Birincisi; Birliğin gelişmesine yönelik sorunlardır. Tür-kiye'nin müracaatından sonra Tek Pazar çalışmaları yoğunlaştığı için 1992 ve 1993hedefi dikkate alınmış ve bu hedeflere ulaşılmadan, Birliğin bir genişleme politikasıgütmeyeceği ve yeni üye kabul etmeyeceğidir. İkincisi ise; Türkiye'nin ekonomik vesiyasal durumudur. Türkiye'deki ekonomik ve siyasi gelişmelerin kayda değer ol-duğu, ancak bu gelişmelerin henüz yeterli bir düzeye ulaşmadığı belirlenmiştir. Buçerçevede Türkiye ile Birlik arasında tam üyelik konusunda müzakerelerin başla-masına rağmen Birlik, Türkiye ile işbirliğinin sürdürülmesinin gerekli olduğunuvurgulayarak, Türkiye ile Birlik arasındaki ilişkileri derinleştirmek, siyasi ve ekono-mik yönden Türkiye'nin Birliğe tam üye olabilmesi için gereken zamanı kısaltmakiçin, Birliğin katkıda bulunması zorunluluğuna işaret edilmiştir. Bu amaçlara var-mak için gümrük birliğinin tamamlanması, siyasi ve kültürel bağların kuvvetlendi-rilmesi hususunda gerekli önlemlerin alınması tavsiye edilmiştir.

Türkiye’nin Birliğe tam üyelik talebi hangi nedenlerden dolayı değerlendirme-ye alınmamıştır?

9.2. Gümrük Birliği ve Tam Üyelik

1980'li yılların başından itibaren adım adım devreye sokulan ekonomiyi serbest pi-yasa ekonomisine dönüştürme girişimleri Türkiye'yi kurumsal açıdan gümrük bir-liğine hazırlamıştır.

Ancak 1989 yılının sonunda Doğu Avrupa ülkelerinde ortaya çıkan ilberal gelişme-ler, iki Almanya'nın 3 Ekim 1990'da birleşerek tek bir devlet olması, Avusturya, Mal-ta ve Kıbrıs'ın tam üyelik başvuruları, Sovyetler Birliği'nin Batıya açılması ve dünya

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ196

?

?

Page 200: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

konjonktüründe meydana gelen hızlı gelişmeler Türkiye'nin AB'ne tam üyeliğinin1992'den daha sonraya ertelenmesine neden olmuştur .

Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin ertelenmesindeki dış nedenleri belirtiniz.

Türkiye Ankara Anlaşması ve Katma Protokolün ilgili hükümleri uyarınca 1 Ocak1995 tarihi itibariyle Gümrük Birliğine katılabilecektir. Ancak Birlik’le yapılan mü-zakereler sırasında Gümrük Birliğinin 1 Ocak 1995 itibaiyle değil 1995 yılı içerisindegerçekleşebileceği konusunda mütabakata varılmıştır .

Bu mutabakat dahilinde 1995 yılının 6 Mart günü Brüksel'de yapılan 36. Dönem Or-taklık Konseyi toplantısında Türkiye ile Avrupa Birliği arasında gümrük birliği ka-rarı alınmıştır. Böylece, Türkiye ve AB arasında gümrük tarifelerinin uyumlu halegetirilerek ortak dış ticaret politikası uygulanacağı gümrük birliğinin 1996 yılı ba-şından itibaren gerçekleşmesi karara bağlanmış ve 1 Ocak 1986 tarihinde yürürlüğegirmiştir.

Türkiye-AB arasındaki gümrük birliği anlaşması hangi tarihte yürürlüğe girmiş-tir?

Anlaşmaya göre tarım ürünlerinin serbest dolaşımı için Birliğin ortak tarım politi-kasına uyum sağlaması öngörülen Türkiye, bu yolda aldığı her karar hakkında Birli-ğe bilgi verecek. Anlaşma, gümrük birliği ile doğrudan ilgisi olan konularda, yasaldüzenlemelerin Birliğin yasal düzenlerine uydurulmasını öngörmekte. Anlaşmaçerçevesinde, Birlik gümrük birliği ile doğrudan ilgili bir karar aldığında, kararıGümrük Birliği Ortaklık komitesi aracılığıyla Türkiye'ye iletilecek.

Ayrıca Anlaşmada AB tekstilde kotaların kalkması için patent yasasının çıkmasınıRekabet Kurulu'nun işlerlik kazanmasını şart koşuyor. Birlik gümrük birliğininbaşlamasından itibaren iki yıl içerisende Türkiye'nin kendi rekabet politisana uyumsağlamasını istiyor. Anlaşma çerçevesinde AB Türkiye'ye 1 Ocak 1996'dan itibaren 5yıl içinde toplam 1.5 milyar dolarlık bir yardım taahhüt etmiştir. Ancak Anlaşmayagöre Türkiye'nin bütün bu taahhütlerin altına girmesine rağmen gümrük birliği ye-terli görülmüyor.

Gümrük Birliği Anlaşmasının Türkiye açısından yükümlülüklerini sayınız.

Türkiye'nin başlangıçta Avrupa Birliğine tam üyeliğini garanti etmek amacıyla im-zalamak istediği bu anlaşma; AB kendisini Anlaşma hükümleri ile bağlantılı hisset-mediği, buna karşılık Türkiye'nin "harfiyen" uyması gerektiği bir ortam yaratmıştır.

Anlaşmada özellikle Türk hizmet sektörünün AB serbest dolaşımının yer almamasıTürkiye'nin AB ile olan ilişkisinde atılmış geri bir adım olarak değerlendirilebilir.

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ 197

?

?

?

Page 201: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

9.3. Türkiye ile AB Arasında Mali İlişkiler ve Dış Ticaret

9.3.1. Mali Yardımlar

Birlik, Türk ekonomisinde verimliliği arttırıcı ve Ankara Anlaşması'nin amaçlarınayaklaştırıcı nitelikte kamu ve özel sektör projelerine hazırlık ve geçiş dönemleri bo-yunca yatırım kredisi vermeyi taahhüt etmiştir.

Türkiye'ye verilen kredi ve yardımların miktarı ve şartları Mali Protokol'lerle tespitedilmekte ve Avrupa Yatırım Bankası kanalıyla, Türk ekonomisinin kalkınmasınayardımcı olacak yatırım projelerine tahsis olunmaktadır.

Kredilerden faydalanacak olan projelerin;

a) Ortaklık Anlaşması amaçlarının gerçekleşmesine yararlı olmasıb) Türk kalkınma planlarında yer alması,c) Türk ekonomisinin verimliliğinin artmasına katkıda bulunacak ve özellikle

Türkiye'nin daha iyi bir ekonomik altyapıya kavuşmasını sağlayacak nitelikteolması veya,

d) Tarım sanayi ya da hizmet sektörlerinin yüksek randımanlı, modern ve rasyo-nel teşebbüslerle donatılmasını sağlayacak nitelikte olması gerekmektedir.

Türkiye’nin AB kredilerinden faydalanacak projelerinin özelliklerini sıralayı-nız.

Birinci Mali Protokol, Ankara Anlaşmasına ek olarak 12.10.1963'de imzalanmıştır.1964-1967 yılları için Türkiye'ye 175 milyon ECU tutarında kredi açılmış ve 1969 yılı-na kadar kredinin tamamı kullanılmıştır. Beş yıllık sürede 35'er milyonluk dilimleriçinde açılan krediler daha çok altyapı yatırımlarının finansmanında kullanılmıştır.

İkinci Mali Protokol, 23.11.1970 tarihinde Katma Protokol ile birlikte imzalanmışve 1.1.1973'ten itibaren yürürlüğe girmiştir. 1971-1977 dönemini kapsamaktadır.Protokol ile 195 milyon ECU Topluluk üyelerinden, 25 milyon ECU ise Avrupa Yatı-rım Bankası öz kaynaklarından toplam 220 milyon ECU'luk kredinin verilmesi ön-görülmüştür. 195 milyon ECU kredisinin 175 milyon ECU'luk kısmı kamu, 20 mil-yon ECU'luk kısmı ise özel sektör projelerine ayrılmıştır.

Üçüncü Mali Protokol, 12.5.1977 tarihinde imzalanmış 1.5.1979 tarihinde yürürlü-ğe girmiştir. 220 milyonluk ECU kısmı Topluluk bütçesinden, 90 milyon ECU'lukkısmı ise Avrupa yatırım Bankası kaynaklarından olmak üzere toplam 310 milyonECU tutarında bir kredi verilmiştir.

Dördüncü Mali Protokol, çerçevesinde 600 milyon ECU tutarında mali yardım ya-pılması öngörülmüştür. 30.6.1980 tarihli Türkiye Birlik Ortaklık Konseyi toplantısısonucunda tespit edilmiştir. Bunun 225 milyonu, Avrupa Yatırım Bankası kaynak-

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ198

?

Page 202: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

larından karşılanacak ve piyasa şartlarına göre normal kredi şeklinde olacaktır. 375milyonluk kısım ise Birlik bütçesinden sağlanması tespit edilmiştir.

Mali protokolların sonuçlarını belirtiniz.

9.3.1. Dış Ticaret

Avrupa Birliği, Türkiye'nin en büyük ticaret ortağıdır. 1960'lı yılların sonundan buyana, Birliğin Türkiye'nin dış ticareti içindeki payı % 50'ye ulaşmıştır. Türkiye iseBirlik ihracatında ilk 10 ülke ithalatında ise ilk 20 ülke içinde yer almaktadır. Türkiyeile Birlik arasındaki yakın ticari ilişkiler yalnızca Ortaklık Anlaşması'ndan değil, or-tak geçmiş, coğrafi yakınlık, kaşılıklı bağımlılık ve dünya çapındaki liberal akımlar-dan da kaynaklanmaktadır. Ortaklık ilişkilerinin durgunluk içinde bulunduğu1980'li yıllarda Türkiye AB ticaret hacminin yaklaşık beş kat artması bu bakımdanözel bir önem arz etmektedir. Bu gelişme Ortaklık Anlaşmalarından çok Türki-ye'nin dünyadaki liberal eğilimler çerçevesinde gerçekleştirdiği yapısal reformlarve dış ticaretin liberalleştirilmesinden kaynaklanmaktadır .

Türkiye'nin Avrupa Birliğine ihracatı sürekli artmaktadır. Özellikle son on yıl için-deki artış son derece belirgindir. 1984'de 2.7 milyar $ olan ihracatımız. 1997'de 12.3milyar $'a yükselmiştir. Aynı süre içinde AB'dan yapılan italat 3.3 milyar $'dan 24.8milyar $'a yükselmiştir.

Avrupa Birliği ile olan dış ticaretimizi; ihracat ve ithalatttaki toplam payları yönün-den incelemeye aldığımızda; gerek ihracat ve gerekse ithalat payları toplam ticarethacmimizin % 50’si dolayındadır. Bu gösteriyor ki AB Türkiye’nin her zaman enönemli ticaret ortağıdır. Bütün bu gelişmeler karşısında Türkiye’nin AB’ne tam üye-liği kaçınılmaz bir gerekliliktir. Türkiye’nin tam üyeliği gerçekleştirecek her türlüçalışmayı büyük bir hızla yapması gerekmektedir.

Türkiye’nin dış ticaretinde AB niçin önemlidir?

Özet

Günümüz dünya ekonomisinde hızlı bir küreselleşme eğilimi yaşanmakla birlikte, bölgesel-leşme gerçegi gözardı edilemez. Bu gerçeğin en belirgin örneğini ise Avrupa Birliği temsil et-mektedir. Bu Birlik Batı Avrupa’nın birleştirilmesi yolunda atılan önemli bir adım olmaklabirlikte, dünyada yaşanan bölgeselleşme hareketlerinede öncülük etmiştir. AB günümüzdünya ekonomisinin önemli ekonomik ve siyasal gücüdür. Dünya ticaretinde, üretiminde,tüketiminde önemli paya sahiptir. Bu durum ise, üyelerinin refah düzeyini yükselterek, üyeolunması cazip bir alana dönüşmüştür.

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ 199

?

?

Page 203: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

AB önceleri ekonomik amaçlar etrafında toplanmıştır. Zamanla mal haraketlerinde sağlananserbestlik, üretim faktörlerinede yansıtılarak, ekonomik, mali, sosyal ve yasal politikalarınuyumlaştırıldığı bir iktisadi birliğe ulaşılması öngörülmüştür. Nihai amaç ise Avrupa’nınsiyasal birleşmesini sağlamaktır. AB’nin bugüne gelmesinin uzun bir geçmişi vardır. Böylebir kuruluşun fikir babalığını Robert Schuman ve Jean Monnet gibi hükümet adamları ve dü-şünürler yapmıştır. AB’nin oluşumuna öncülük eden kuruluş 1951 yılında 6 Avrupa ülke-si(Almanya, İtalya, Fransa, Belçika, Lüksenburg ve Hollanda) tarafından kurulan AvrupaKömür ve Çelik Topluluğu’dur. Buna Schuman Planı denir.Bu yolda ilerlenmesi sunucun-da, yine aynı ülkeler arasında 1 Ocak 1958 tarihinde yürürlüğe giren Roma Antlaşması im-zalanmıştır. Roma Antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Avrupa AtomEnerjisi Topluluğu (EURATOM) kurulmuştur. Bu üç topluluk birbirini tamamlamakta vetek bir bütünü yani Avrupa Birliği’ni (AB) oluşturmaktadır.AB’nin iktisadi birleşme gibiekonomik amacının yanında, Avrupa barışının korunması ve siyasal birleşme gibi politikamaçlarıda vardır.

Uluslarüstü bir nitelik taşıyan AB’nin kurumları özgün bir yapı içinde eylemde bulunmak-tadır. Birlik organları, Birliğin temel yapısını teşkil eden Konsey, Komisyon, Avrupa Parle-mentosu, Adalet Divanı, Ekonomik ve Sosyal Komite’nin yanı sıra Sayıştay ve Avrupa Yatı-rım Bankası gibi yardımcı kurumlardan oluşmaktadır. Bu organların hepsi Birliğin özgünbir yapı içinde çalışmasını sağlayabilmek amacıyla farklı yetki ve görevleri üstlenmişlerdir.

1951 tarihinde altı Avrupa ülkesiyle başlayan Birlik, bügün 15 tam üyeye sahiptir. 1 Ocak1973’te İngiltere, İrlanda ve Danimarka’nin katılımı ile Birlik’in tam üye sayısı dokuza çıktı.1 Ocak 1981’de Yunanistan’ın tam üyeliğiyle on’a, 1 Ocak 1986’da İspanya ve Portekiz’inkatılmasıyla üye sayısı onikiye ulaştı. 1994 yılında Finlandiya, Avusturya ve İsveç’in katılı-mıyla bu sayı onbeş olmuştur.

1960 yılına gelindiğinde AET’de gümrük tarifeleri ve kotalar kaldırılmış ve gümrük birliğigerçekleştirilmişti. Ayrıca geçen zaman içinde üretim faktörlerinin (işgücü, sermaye, giri-şim) serbest dolaşımında önemli gelişmeler sağlandı. Ama görünmez engeller önemli bir kı-sıtlama oluşturmaya devam etmiştir. Bu engelleri ortadan kaldırmak üzere sürdürülen çalış-malar sonucunda 1 Ocak 1993’de “tek pazar”a geçilmiştir.

AB’nin entegrasyon hareketine daha geniş boyutlar kazandırılması için yeni politikalar be-nimsenmiştir ki, bunlar ortak politikalardır. AB Anlaşması'nda üyelerin ortak politika izle-meleri öngörülen başlıca önemli alanlar şunlardır: Ticaret politikası (ortak pazar), ortak ta-rım politikası, ortak rekabet politikası ve sosyal politikalardır.

AB, Maastricht Anlaşması ile gerçek bir ekonomik ve siyasal birliğe doğru adım atmıştır. Buanlaşmanın hedefleri şunlardır; Ekonomik ve Parasal Birlik, Avrupa Yurttaşlığı, Ortak Gü-venlik ve Ortak Dış Politika, çeşitli alanlarda ortak programlar uygulanması.

Bilindiği gibi Türkiye ile AB arasındaki nihai tam üyelik alan ortaklık ilişkisi 1964 yılındayürürlüğe giren Ankara Anlaşması ile başlamıştır. Ortaklık ilişkisinin seyri ve geleceği ko-nusunda yıllarca süren iç tartışmalar bir anlamda, iki noktada kesintiye uğramıştır. Bunlar-dan ilki 1978 yılında Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar nedeniyle yükümlü-

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ200

Page 204: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

lüklerini ertelemesi, diğeri ise 12 Eylül 1980 sonrasında demokrasiden uzaklaşıldığı gerekçe-siyle Ortaklık ilişkisinin 6 yılı aşkın bir süre askıya alınmış olmasıdır.

Türkiye, değişen koşulları gözönüne alarak14 Nisan 1987 tarihinde tam üyelik başvurusun-da bulunarak, gerek Yunanistan gerek Portekiz ve İspanya’nın tam üyeliğin ön koşulu olangümrük birliğini Birlik içinde tam üyelik avantajlarından yararlanarak gerçekleştirmek dü-şüncesi doğrultusunda hareket etmiştir. Bu başvuruya iki yıldan biraz daha uzun bir süresonra gelen (18 Aralık 1989) Komisyon görüşünde ise, Türkiye’nin Birliğe katılmaya ehil ol-duğu vurgulanmakla birlikte ülkemiz ekonomik, Birlik açısından ise, mevcut yapıdaki deği-şikliklere bağlı bazı gerekçelerle zamana ihtiyaç duyulduğu belirtilmiştir. Gerçekten de budönemde AB, genişlemeyi bir tarafa bırakarak derinleşme sürecine girmiş, bir diğer ifade ileTek Pazar, Ekonomik ve Parasal Birlik ve Siyasal Birlik yönündeki çalışmaları yoğunlaştır-mıştır. Türkiye ise, aynı dönemde AB ile ilişkileri çerçevesinde ertelemiş olduğu yükümlü-lüklerini hızlandırılmış bir takvim dahilinde yerine getirmeye başlamıştır.

1993 yılında kurulan Gümrük Birliği Yönlendirme Komitesi bünyesinde sürdürülen müza-kereler sonucunda, hazırlanan Ortaklık Konseyi karar taslağı 6 Mart 1995 tarihli OrtaklıkKonseyi’nde Gümrük Birliği Kararı olarak kabul edilmiş ve Türkiye ile AB arasındaki ilişki-lerde bir dönüm noktası olarak addedilen Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğegirmiştir.

Değerlendirme Soruları

1. Avrupa Birliği’nin Kurucu Anlaşmalarının ve Organlarının almış olduğu ka-rarların usulünce uygulanıp uygulanmadığını izlemekle görevlendirilmiş or-gan aşağıdakilerden hangisidir?A. Avrupa Birliği KomisyonuB. Avrupa ParlamentosuC. SayıştayD. Avrupa ZirvesiE. Adalet Divanı

2. Avrupa Birliği’ne katılmak için ilk başvuruda bulunan ülke aşağıdakilerdenhangisidir?A. İrlandaB. DanimarkaC. İngiltereD. NorveçE. Avusturya

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ 201

Page 205: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

3. Avrupa Birliği’nin destekleme programlarının finansmanı ve tarım sektörü-nün modernizasyonu için kaynak sağlayan fonu aşağıdakilerden hangisidir?A. Avrupa Bölgesel Kalkınma FonuB. Avrupa Kalkınma FonuC. Avrupa Parasal İşbirliği FonuD. Avrupa Garanti ve Yönlendirme FonuE. Avrupa Sosyal Fonu

4. Avrupa Birliği’nin bir ekonomik ve siyasal birlik olması yolunda yapılmışanlaşma aşağıdakilerden hangisidir?A. Ankara AnlaşmasıB. Roma AnlaşmasıC. Maastricht AnlaşmasıD. Brüksel AnlaşmasıE. Paris Anlaşması

5. Avrupa Birliği’nin çiftçilerine ürünleri için asgari bir bedel vererek onları fiyatdüşmelerine karşı korumak amacıyla belirlediği fiyata ne ad verilir?A. Müdahale FiyatB. Hedef FiyatC. Eşik FiyatD. Referans FiyatE. Rekabetçi Fiyat

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Başbakanlık Hazine ve Dış Ticaret Müşteşarlığı. Avrupa Topluluğu ve Türkiye, An-kara, 1993.

DPT. Türkiye ve Avrupa Entegrasyonu, 7.BKP Özel İhtisas Komisyonu Raporu,1995.

İyibozkurt, Erol. Küreselleşme ve Ekonomimiz, Ezgi Kitabevi, Bursa, 1990.

Karluk, S. Rıdvan. Avnupa Birliği ve Türkiye, Beta Basım A.Ş.,İstanbul, 1998.

Seyitoğlu, Halil. Uluslararası İktisat, Güzem Yayınları, İstanbul, 1996.

TOBB. AET’yi Kuran Anlaşma (Roma Anl6aşması), Ankara, 1988

TOBB. Türkiye- AB Gümrük Birliği, Ekonomik Rapor, Ankara, 1993.

Yüksel, A. Sait. Türkiye İlişkileri Açısından AET, EİTİA Yayınları, Eskişehir, 1976.

Değerlendirme Sorularının Yanıtları1. A 2. C 3. D 4. C 5. A

A V R U P A B İ R L İ Ğ İ202

Page 206: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

Amaçlar

Bu üniteyi çalıştıktan sonra;• Günümüzde Dünya Ekonomisinde ortaya çıkan ekonomik olu-

şumlardan yeni Dünya Ekonomik Düzenini, Küreselleşmeyi veBölgeselleşmeyi öğreneceksiniz.

• Ortaya çıkan bu yeni ekoınomik oluşumların Türkiye'ye etkileri-ni ve Türkiye'nin bu oluşumlar karşısında stratejilerini öğrene-ceksiniz. Böylece içinde yaşadığımız dünyadaki yeni gelişmelerve Türkiye'ye bu gelişmelerin etkilerini sağlıklı bir şekilde analizedebileceksiniz.

İçindekiler

• Giriş 205• Yeni Dünya Ekonomik Düzeni 205• Yeni Dünya Ekonomik Düzenine Geçiş 208• Küreselleşme (Globalleşme) 212• Bölgeselleşme (Bloklaşma) 216• Yeni Ekonomik Oluşumlar ve Türkiye 223• Türkiye'nin Bölgesel Konumunu Güçlendirecek ve

Uluslararası Stratejik Önemini Artıracak Projeler 228

ÜNİTE

10Günümüzde Ortaya ÇıkanEkonomik Oluşumlar ve TürkDünyasına Etkileri

YazarYrd.Doç.Dr. Erol KUTLU

Page 207: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

• Özet 229• Değerlendirme Soruları 231• Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar 232

Çalışma Önerileri

• Bu alanda yeni gelişmeleri takip etmek ve daha geniş bilgi sa-hibi olmak için başvurulan veya yararlanılabilecek kaynaklar lis-tesindeki kitaplardan ulaşabildiklerinizi okumaya çalışınız.

• Dünya Ekonomisinde sürekli yeni gelişmeler yaşanıyor, bu ge-lişmelerin Türkiye'ye etkilerini görsel ve yazılı basından takip et-meye çalışın.

• Ünite içindeki ve sonundaki değerlendirme sorularını kitababakmadan cevaplandırmaya çalışınız. Cevaplandıramıyorsanızünitedeki ilgili konuyu tekrar gözden geçiriniz.

Page 208: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

1. Giriş

Bu ünitede günümüz dünya ekonomisinde ortaya çıkan ekonomik oluşumlardanen önemlileri olan Yeni Dünya Ekonomik Düzeni ve buna bağlı olarak hız kazananKüreselleşme ve Bölgeselleşme üzerinde durulacaktır Bu üç temel oluşum geniş birşekilde tanıtıldıktan sonra hem konuların içersinde hemde ünitenin son bölümündeTürkiye ve yakın çevresinin bu oluşumlardan nasıl etkilendikleri analiz edilip, buoluşumların doğurduğu gerekler karşısında Türkiye’nin gelişmiş ülkelerle müca-delesi, konumu ve gelişmiş ülkeler tarafında yer almasını sağlayacak koşullar belir-tilecektir.

Günümüzde ortaya çıkan ekonomik oluşumlar, Türkiye ve çevresi için bir veridir.Buna en iyi uyum sağlamaya çalışmaktan başka bir yol görünürde yoktur. Bu uyumiçin Türkiye’nin bariz kısıtları kadar elinde çarpıcı fırsatları da vardır. Uyum sağla-yamayan, fırsatları olmayan ya da bunları kullanamayan ülkeler çevrede yanlızlığaitileceklerdir. Bu bakımdan Türkiye’nin mutlaka bu oluşumların (yeni dünya eko-nomik düzeni, küreselleşme ve bölgeselleşme) içersinde kendisine yer edinmesi ge-rekmektedir.

2. Yeni Dünya Ekonomik Düzeni

Bugünkü şartlarda dünya düzenini sağlayacak bir sistemin kurulabilmesi ve anar-şik düzenin bir kaosa gitmemesi için sadece üç yol vardır. Bunlar, geleneksel güçdengesi, nükleer denge ve merkezi koalisyon tarafından yönlendirilen dengedir.Geçen yüzyıl içinde değişik zamanlarda bu üç sistemin her biri uygulanmıştır.

Hiç bir dünya düzeni sonsuza dek sürmemiştir. Sorunlara akılcı çözümler üreten,herkese refah getiren, ülkeler arasında refah ve dengeyi iyi dağıtan düzenler uzunsoluklu olmuşlardır. Bunun bir örneği, II. Dünya Savaşı sonrası düzendir. Aksi du-rumlar yaratan dünya ekonomik düzenleri ise kısa soluklu olup; savaşlarla ya dakrizlerle sonuçlanmıştır. Buna iyi bir örnek ise iki dünya savaşı arası ekonomik dü-zendir; Büyük Depresyon ve onu izleyen İkinci Dünya Savaşı ile sonuçlanmıştır.

Bir dünya düzeninin uzun ömürlü olması nelere bağlıdır?

2.1. Eski Dünya Ekonomik Düzeni

2.1.1. Soğuk Savaş Öncesi Dünya Ekonomik Düzeni ve Özellikleri

Dünya düzenini sağlamaya yarayan ve geleneksel güç dengesi, nükleer denge vemerkezi koalisyonun yönlendirdiği dengeler olarak nitelenen yöntemler, geçenyüzyıl içinde uygulanmıştır.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 205

?

Page 209: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Güç dengesi genelde 18. yüzyıldan Birinci Dünya Savaşına kadar olan dönemde uy-gulanmıştır. Bu dönem dünyasında örgütlenme biçimi temelde büyük sömürge im-paratorluklarının oluşturulmasına dayanmıştır. Bir yandan Orta Çağ'dan kalmaAsyalı imparatorluklar (Osmanlı, Rus, Çin, Japonya), bir yanda sömürgeci tipte Av-rupalı imparatorluklar (İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika, Avusturya-Macaris-tan, İspanya, Portekiz) yerkürenin büyük bir kısmını ellerinde tutmuşlardır. Fakatbu yöntem güç ilişkilerinde otomatik bir dengeleme getirmediği gibi iki dünya sa-vaşının çıkışına da engel olamamıştır.

Geleneksel güç dengesi hangi dönemde uygulanmıştır?

Birinci Dünya Savaşı'ndan itibaren başlayan çözülme 1920'li yıllardan 1960'lı yılla-rın sonuna dek sürmüştür. Bu arada 1945'lerde üretim güçlerinin gelişimindeönemli bir etken olan elektriğin yerini hızlı bir şekilde nükleer güç almaya başlamış-tır. Böylece nükleer denge, soğuk savaş dönemi olan 1945-1989 yılları arasında uy-gulanmış, nükleer tehdidin olmasına rağmen iki süper gücün davranışlarının sınır-lanması açısından başarılı olmuştur. Merkezi koalisyon ise geçen yüzyıl içinde ara-lıklarla görülmüş ancak ömrü kısa sürmüştür. Son örneği ise, I. Dünya Savaşındansonra yenen devletler Milletler Cemiyeti aracılığıyla bir koalisyon oluşturmaya ça-lışmışlar, ancak ABD'nin koalisyon dışında kalması nedeniyle başaramamışlardır.

2.1.2. II.Dünya Savaşı Sonrası Oluşan İki Kutuplu Dünya Ekonomik Düzeni

II. Dünya Savaşı sonrasında özellikle A.B.D. tarafından düşünülen ittifak sadeceAvrupa'da değil dünyanın hiçbir yerinde olayların evrimi nedeniyle gerçekleşeme-miş, aksine bloklaşma başlamıştı.

O yıllarda Doğu Avrupa, Balkanlar ve Asya'nın büyük bir kısmının Sovyet çekimalanına girmiş olması ve Akdeniz yoluyla yapılacak ticarete yönelik tehdit olarak al-gılanmasının yarattığı uluslararası ortam, Ortadoğu ile ilişkilendirildiğinde deniz-lere kayan bir endişe yaratmıştır.

Bunun üzerine Amerika ve Sovyetler Birliği 1948'de karşı karşıya gelmeye başladı.Sovyetler Birliği ekonomik, teknolojik vs. bakımlarından güçsüzdü. Sadece askerigücü sözkonusu idi. Fakat savaş sonrasında Almanya ve Japonya'nın güçsüz duru-mundan faydalanarak nükleer denemeleri gerçekleştirmesi ve nükleer silahlara sa-hip olması iki kutupluluğu perçinlemiştir. Eğer Sovyetler nükleer silahlara sahip ol-mamış olsaydı, ikinci dereceden bir güç haline gelecekti.

İki kutuplu dünya düzenini hangi olay sağlamlaştırdı?

Böylece II. Dünya Savaşı sonrasında iki kutuplu nükleer dengeye dayanan bir dün-ya düzeni meydana gelmiş; bu da 1989 yılına kadar sürmüştür. İki kutupluluğun veideolojinin getirdiği kutuplaşma ile devamlı olarak soğuk savaş diye niteleyeceği-

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ206

?

?

Page 210: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

miz bir ortam oluşmuş; bu zaman zaman gerginliğe zaman zaman yumuşamaya ne-den olmuştur.

Soğuk savaş yıllarının iki kutuplu düzeni, dünyaya bir istikrar getirmiştir. Dünyadüzeninin korunması açısından nükleer denge etkili olmasına rağmen, pahalı veriskli olması maliyetini çok yükseltmiştir. Uzun dönemde Sovyetler'in çöküşüne veABD'nin diğer müttefiklerine kıyasla ekonomik olarak gerilemesinde etkili olduğusöylenebilir.

İki kutuplu dünya ekonomik düzeninin ABD ve Sovyetlerin bu günkü durumla-rına ne gibi ektide bulunmuştur?

2.2. Eski Dünya Ekonomik Düzeninin Yıkılışı

İkinci Dünya Savaşı sonundan l970’li yılların başına kadar, dünya ekonomisininçizgisi savaş sonrası koşulları, kurumlaşmaları ve Soğuk Savaş’ın kamplaşmasınınetkisinde oluştu. l970’li yıllar geçiş dönemini simgeledi. l980’li yılların başından iti-baren, geçiş döneminin sonucunda belirginlik kazanan Yeni Ekonomik Düzen dev-reye girdi. Bu düzen 2000’li yılların başına kadar sürme olasılığı çok yüksek gözükü-yor. Yeni düzen, eski düzenden çok farklı.

1970’li yılların başından1980’li yılların başına kadar süren yeni ekonomik düzenegeçiş, yeni teknoloji devriminin devreye girmesinden, dünya ekonomisinde rekabetgücü yükselen yeni ülkelerin ve bölgelerin ortaya çıkmasına; Bretton Woods’un is-tikrarlı finans piyasalarının yerini dalgalı kurlara bırakmasından borç krizlerinin1970’li yılların sonundan itibaren patlamaya başlamasına kadar sürüp gitti. 1980’liyılların başından itibaren ABD öncülüğünde başlatılan tam serbest piyasa ekonomi-sine geçiş gelişmekte olan (ve ağır dış borçlu) ülkelere yaygınlaştırılırken, teknolojikdevrim, bunu yaşamayan Doğu Blokunu çoktan geri kalmaya mahkum etmişti;devrimin askeri boyutu da eklendiğinde eski dünya düzeninin temel ayağı olan ide-olojik kamplaşma son buldu, Doğu Bloku tarih sahnesinden silindi. Bu açıdan, belkide geçiş dönemini 1980’li yılların sonuna kadar uzatmak, Yeni Ekonomik Düzen’ibundan ötede düşünmek daha gerçekçi sayılacaktır. Ancak, 1985’de, M. Gorbacheviktidarında Sovyetler kendini yenilemek için yola çıktığında, zaten kamplaşmanınsona erdiği görülüyordu.

Eski dünya düzeninin temel ayağı olan ideolojik kamplaşma niçin son buldu?

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 207

?

?

Page 211: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

3. Yeni Dünya Düzenine Geçiş

3.1. Yeni Ekonomik Düzen Arayışları

Dünya’da yeni düzen arayışları, Avrupa, Japonya ve ABD gibi ayrıcalıklı bölgelerdışında kalan yerleri marjinal bir konuma itiyor. Ayrıcalıklı bölgeler giderek sanayiötesi bir topluma gittikçe, periferideki ülkelerle aralarındaki fark daha da açılıyor.Sanayileşmiş ülkeler imalat sanayiinden hizmet sanayiine geçerken, terkettikleridalları periferideki (çevredeki) ülkelere yönlendiriyorlar. 30 yıl sonra sanayileşmişülkelerde imalat sanayiinde çalışanların %10’u geçmeyeceği tahmin ediliyor. Azge-lişmiş ülkelerin üretimlerine olan gereksinim azaldıkça, diğer bir değişle hammad-de merkezdeki sanayi üretimi için önemini kaybettikçe, ihracatları azalacak.

2000’li yıllarda sanayi ekonomilerinde ne gibi değişiklikler yaşanacak?

Hakim bölgelerin piyasa kapıları bu ülkelere yavaş yavaş kapanırken, birbirleri ileolan ticaretleri artacaktır. Çok fakir ülkelerden ümit kesilmiş gibi ve ekonomik fırsateşitliği gibi kavramlar artık gelişmekte olan ülkeleri bile ilgilendirmiyor. Globalleş-me sürecinde sorunlar da global. Yoksulluk, göçler, uyuşturucu, çevre, silahlanmahep içiçe geçmiş durumda.

Dünyanın global sorunlarını belirtiniz.

3.2. Yeni Dünya Ekonomik Düzenine Geçiş ve Ortaya ÇıkanEğilimler

Dünyada yeni siyasal düzen’in nasıl yürüyeceği aşağı yukarı belli oldu. Hiç olmaz-sa 2000 yılına kadar, dünyanın tek “süper gücü” kalan ABD, Birleşmiş Milletlerikendi siyasal hedeflerinin “meşruiyet aracı” olarak kullanacak; eşitler arasındaikinci derecede güçler (Almanya, Japonya, Fransa, İngiltere, Rusya) ABD’ye karşıçıkmayacak. Ne var ki, bunlar arada kendi küçük manevralarını yürütürken, ABD’de bunlar karşısında sessiz kalacak. Yani dünyanın “Merkez” indeki büyüklü kü-çüklü güçler arasında siyasal planda sürtüşme pek olacağa benzemiyor. Güçleri bir-leştirmede “yapıştırıcı” işlevi üstlenen “ortak düşman” ise, l990 öncesi dünyadançok farklı. “komünizm tehdidi” yerini, şimdilik, İslami Köktencilik akımından, Sad-dam ve onun Irak’ı, Kaddafi ve onun Libyası ile Humeynici İran’dan gelen tehdidebırakmış gözüküyor. Tabii, bir diğer ortak düşman üçüncü dünya ülkelerinden“Merkez”e doğru önlenemeyen göç olgusu. Burada da büyük dayanışma görülüyorkendi aralarında. Sanki karşıtlık bir Kuzey-Güney ya da Merkez-Çevre çekişmesin-de bulunuyor gibi bir tablo çıkıyor ortaya.

Yeni dünya ekonomik düzeninin siyasal düzeni nasıl işliyor, belirtiniz.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ208

?

?

?

Page 212: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Dünya’da oluşan yeni Ekonomik düzen ise, bundan farklı bir görüntü sergiliyor.Merkez-Çevre, Kuzey-Güney karşıtlığı burada da mevcut. Ne var ki, Merkez’inkendi içindeki çekişme-çatışma hiç de ihmal edilir gibi değil. Hatta, yeni ekonomikdüzen temelde, aralarındaki rekabet eşitliğini düzenlemeye dönük olduğu dahi sa-vunulabilir. Ne var ki, Çevre’yi kendi ihtiyaçlarına koşut biçimde değiştirmeye ge-lindiğinde yine, küçüklü büyüklü, Merkezde yer alan bütün güçler işbirliğini aksat-mıyorlar. Tek kutuplu yeni düzende, Çevre ülkelerinin eski işlevlerini kaybetmele-ri, Merkez açısından eski önemlerini yitirmeleri, bunlar için artık eski kolaylıklarınyok olduğuna işaret ediyor. Bu sav Türkiye içinde geçerli.

Yeni dünya ekonomik düzeninin ekonomik düzenini anlatınız.

3.3. Yeni Dünya Ekonomik Düzenin Doğuş Nedenleri

Yeni ekonomik Düzeni yaratan temel neden 1960’lı yılların sonu ile 1970’li yıllarınbaşından itibaren ileri sanayi ülkelerinde sermayenin kâr haddinin düşmeye başla-masıdır.

Buna, bazı ek siyasal-ekonomik olayların Batı’nın gücünü sorgular niteliği eklen-melidir: Biri, ABD’nin Vietnam’daki başarısızlığıdır; bir diğeri 1973 ve 1979-1980’deki birinci ve ikinci petrol krizlerinde OPEC’in başarısıdır; nihayet, Japon-ya’nın ve Asya Kaplanlarının sanayi ve ihracat alanındaki devlet destekli başarıları-dır. Hepsi sonuçta kâr haddini etkiliyor olsa da, ciddi siyasal boyut da içermektedir-ler. Kârlılıktaki değişmeler kapitalizmin olağan konjonktürel iniş çıkışlarından iba-rettir. Böyle olsa da, kâr hadlerinin dibe vurduğu 1979-1982 arası yıllar, işte, YeniDünya düzeni denilen programın yürürlüğe sokulmasiyle eş-anlılık gösterir.

1970’li yılların başından itibaren yürürlüğe girmeye başlayan yeni teknoloji devri-mi, önlem paketinin bir boyutunu oluşturur: Kapital yoğunluğu, yüksek yeni tek-noloji, kâr haddini yükseltme olanağı vermektedir.

Yeni dünya ekonomik düzeninin doğuşuna yol açan temel nedeni belirtiniz.

Olayın kurumsal boyutu ise, bir yandan çevresindeki ülkelere, ileri sanayi ülkele-rinde sermayenin kâr haddini artıracak programların uygulatılmasıdır; bir yandanMerkez’in içinde rekabet koşullarının eşitlenmesidir. Programı uygulatmanın ikin-ci aleti, buna uygun ideolojinin kitle haberleşme araçları, programa göre değişen ik-tisat teorisi ve ders kitapları ve uygun kişilerin iktidara getirilmesi yoluyla insanla-rın buna inandırılmaya çalışılmasıdır. Programın kurumsal boyutu, böylece, yay-gın uygulamaya girebilmiştir. Uygulatılan programın temel öğeleri ise, serbest pi-yasa ekonomisi ve küreselleşmedir.

Yeni dünya ekonomik düzeninde uygulatılan programı ve bu programın temelöğelerini belirtiniz.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 209

?

?

?

Page 213: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

3.4. Yeni Dünya Ekonomik Düzeninin Amaçları

Yeni düzen’in temel öğretisel öğesi evrensel düzeyde serbest piyasa ekonomisinegeçiştir; bütün ülkelerin dünya pazarı ile bütünleşmesi ve mal-hizmet-sermaye ha-reketlerinin tam serbestleşmesi ile küreselleşmenin gerçekleştirilmesidir. Bu amaç-la, ithalat-ihracat dış ticaret koruma politikalarının etkisinden arındırılacak, fiyatsübvansiyonları kalkacak, paraların konvertibilitesi sağlanacaktır; devlet tekellerikaldırılacak, kamu teşebbüsleri özelleştirilecektir; mallar gibi hizmetlerin ve serma-yenin dolaşımındaki kamu müdahaleleri de kaldırılacak; dolaysız yatırımlar, port-föy yatırımları ve kısa vadeli sermaye hareketleri denetimden arındırılacaktlır. Böy-lece, dünya ekonomisi, katılanları özel girişimler olan, piyasalarına rekabet koşulla-rının egemen olduğu ve dürtüsünün kâr olduğu bir alana dönüşecektir. Devletlerinbürokratik müdahaleleri ortadan kalkacağı için, özel girişimler kendi rekabet güçle-rine göre kazanacak ya da kaybedecek; rekabet koşulları verimliliği ve kârlılığı artı-racaktır. Özetle, Yeni Dünya Ekonomik Düzen’in hedefi devletlerin “asli” görevleridışında rolünün kalmadığı ve çok küçüldüğü, özel girişimin dünya ekonomisi ilerekabet koşullarında bütünleştiği bir dünya ekonomik düzeni yaratmaktır.

Yeni dünya ekonomik düzeninin temel öğretisel öğelerini açıklayınız.

3.5. Yeni Dünya Düzeninin İşleyişine Yönelik Bir Örnek;Finansal Küreselleşme

Yeni Düzende finans kesimi sürekli büyümekte, küreselleşmekte, kendi içinde eko-nominin diğer öğelerinden bağımsızlaşmaktadır. 1970’li yıllarda petrodolarların“dolaşıma iadesi” olayından bu yana, ülke içinde üretim kesimlerine ve “Çevre”yeegemenlikte başlıca araçtır. Üretimde kâr hadlerinin düşmesine koşut olarak kay-nakları kendine çekmekte, aynı zamanda spekülasyonların, parasal istikrarsızlığınkaynağı olmaktadır. Artık döviz kurlarında temel belirleyici cari işlemler açıkları ol-mayıp, sermaye hareketleridir; faiz hadleri ise ülkelerin yatırım-tasarruf düzenleyi-cisi değil, döviz kurlarının jandarması, dış sermayeyi çekme aracıdır. Merkez-Çevreilişkileri açısından finans kesimi, hem birincinin ikinciyi denetleme aracı, hem ikin-ciden birinciye kaynak aktarma mekanizmasıdır.

• Merkez’in resmi ve özel kurumları, 1970’li yılların sonunda borç krizleri pat-layalı beri işbirliği içinde çalışırlar; yani, bir finans karteli gibi davranırlar. Mer-kez’deki yönetimin Çevre’nin uygulamasını istediği (kendi kâr haddini artır-maya dönük) yeni düzen’in “kurumsal” programını uygulatmanın başlıcayöntemi budur. Bunu kabul etmeyen ülke dışardan borçlanamaz.

• Çevreye uygulatılan program ise, Merkez’deki ülkelerin paralarına talebi sü-rekli artırma etkisi yaratır: Mal-hizmet hareketleri serbestleşirken, ithalat pat-lar; ihracat ise merkezin korumacılığı, satılan malların düşük gelir elastikliğivb. nedenlerle bunu izleyemez. Dış açık denetlenemez. Asıl sorun, finansal ser-bestleşmeden çıkar. Çevre ülkesi, eskiye oranla daha büyük döviz rezervleri

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ210

?

Page 214: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

tutmak zorundadır. Önce gelişmekte olan ülkeler 1989 sonrasında da eski DoğuBloku ülkeleri konvertibiliteye geçtikçe, Merkez paralarına talep sürekli yükse-lir.

Çevre’de yerli paraya güvensizlik (özellikle, hızlı enflasyon yaşayan ülkelerde)halk katında “para ikamesi” ile yerli para yerine yabancı para talebini artırır; ticaribankalarda döviz mevduatı ve döviz büfeleri patlarken, yabancı para talebi de pat-lar. İhracat fazlasıyla bu talep artışını karşılayamayan Çevre ülkesi, giderek artan fa-izlerle ve kısalan vadelerle dış borç almak zorundadır. Borcun faizini kısmen de olsatekrar borçlanarak ödemek durumuna düşen ülke, yabancı para talebini artırırken,kendi dış borçlarının da patladığına tanık olur.

Çevre yerli paranın sürekli değer yitirmesinin kendisini fakirleştirdiğini, enflasyo-nu denetlemeyi olanaksızlaştırdığını farkedince bu kez, yüksek reel faizler yoluylakısa vadeli sermayeyi kendine çekmek yoluna gider; %20-30’a yaklaşan reel faizler,bunun için gereklidir. Çünkü, ülkenin yüksek rizikosu ancak böyle karşılanır. Böy-lece, dışarı kaynak sızıntısı artarken, ülke birkaç yıl rahatlar; ancak, bu arada ithalat-küreselleşen Merkez markaları ve tüketim kalıplarının da etkisiyle-patlarken, ihra-cat duraklar. Böylece ülke, içinde çıkılmaz bir çelişkiye girer. Yeni gelişen sermayepiyasasına yapılan dış kaynaklı portföy yatırımları ise hisse fiyatları yükselirken gi-rip, düşüş olasılığında gitmek yoluyla, yüksek kapital kazançlarını dışarı transfereder. Yeni bir “dışarı sızıntı” yaratır. Bu sürece tipik örnek l989 sonrası Türkiye’dir.

Hizmetlerin serbestleşmesi ayrı bir sorundur. Ticaret, bankacılık, turizm gibi YeniDüzen’e kadar çoğu çevre ülkesinde sadece yerli sermayeye açık olan yüksek kârmarjlarıyla çalışan kesimler yabancı sermayeye açılır. Özellikle ticaret büyük bir“dışarı sızıntı” kaynağına döner: Merkez’in büyük mağaza zincirleri, yabancı mal-ları, Merkez’in markalarına düşkün yerli halka pazarladığı gibi, yüksek kâr marjla-rını da dışarı transfer eder.

• Özelleştirme, işin son halkasıdır. Çevre ülkesinin parası reel anlamda değeryitirdiği için, dış yatırımcı açısından Çevre’nin kamu girişimleri neredeyse “birpaket sigara” parasına ele geçirilebilir. Aynı durum yerli özel girişimlerin satışıiçin geçerlidir. Fakat en kârlısı, enerji, uluştırma, haberleşme alanındaki “tekel”konumu olan kamu girişimlerinin özelleştirilmesidir. Merkez’in kâr haddiniartırma açısından en elverişlisi bunlardır; çünkü, kamu tekeli iken “dışsal ya-rar”ları özel girişimi sağlayabilmek için “tekel” fiyatı uygulamaz. Oysa, yaban-cı özel tekel, kesinlikle tekel kârı (monopol rantı) sağlayacağı fiyat uygular.Eğer özelleştirmeye girişen hükümet kamu tekelini özel yabancı tekele dönüş-türmeme basireti gösteremezse, ülke ayrıca bir yabancı tekelin fiyatlama politi-kasına terkedilmiş olur. Dışsal yararı kaybeden özel sanayinin rekabet gücü-nün azalması bunu izler. Özelleştirme yoluyla Çevre’nin kamu tekellerini elegeçirmenin Merkez’deki şirketlere yararı ise tekel rantları yoluyla ortalama kârhaddinin yükselmesidir; ayrıca, Çevre’nin artan dış borçlarına karşı bir ipotekyaratılmış olur.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 211

Page 215: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Tabii, özelleştirme sürerken dış kaynak girişi ülkenin finansal dengesini kurmasınave enflasyonun düşmesine katkı yapar. Kamu açıkları kapanır. Ancak, bu geçici birolaydır. Özelletirme tamamlandıktan sonra yeni kaynak girişi sona erdiğinde, ülkesadece dışarı kâr transferinin büyüttüğü kaynak kayıpları ve dış tekellerin yöneti-mine girmiş bir ekonomi ile başbaşa kalır. İç ve dış dengeyi bu kez bu sızıntı boza-caktır.

Finansal küreselleşmenin gelişmekte olan ülkeleri getirdiği sorunları açıklayı-nız.

4. Küreselleşme (Globalleşme)

4.1. Küreselleşmenin Tanım ve Kapsamı

Uluslararası sistem hızlı bir değişim süreci geçirmektedir. Bu belirsiz ortamda olu-şan yeni dünya ekonomik düzen; yeni eğilimlerin ortaya çıkmasına neden olmuş-tur. bunlar arasında en belirgin olanı küreselleşme, bütünleşme veya tek dünya dü-zeni olarak nitelendirilen eğilimdir. Kelime olarak bazen “dünya ile birlikte hare-ket...” cümlesi içinde, ulus devletin egemenlik alanını sınırlayan bir eşiği ima etmek-te, bazen de, “uluslararası rekabete açılmayı...” ikame etmektedir. Dışa açıklık, en-tegrasyon ve karşılıklı bağımlılık gibi kavramları da bünyesine almakla beraber 21.yüzyıl eşiğinde kavram olarak henüz kesinleştirilememiştir.

Küreselleşme; uluslaraşırılaşma sürecinin tamamlanıp tüm delokolize (bölgesel ol-mayan) üretim dokularının üretim ve tüketiminin dünya ölçeğinde planlandığı,serbest rekabet ve piyasa düzeninin uluslarüstü kuruluşlarca denetlendiği, kuralla-rın uluslarüstü anlayışla çalıştığı bir sistemdir. Siyasi ve kültürel alanlar için olabile-ceği gibi daha çok ekonomik alanlar için kullanılır ve sınır tanımama anlamına gelir.Sınır tanımama ile kastedilen ticaret bloklarının, gümrük sınırlarının ve koruma du-varlarının kalkması sonucunda oluşacak bir dünya pazar sürecidir.

Bu sürecin gerek gelişmiş gerekse az gelişmiş ülkeler açısından önemi vardır. Şöyleki; Uluslararası sistemde uzunca bir süredir ekonomik mekanizmalar çerçevesinde(özelikle uluslararası ticaret, sermaye hareketleri ve teknolojideki hızlı değişim) yo-luyla yayılan küreselleşme hareketi dünya ekonomisinde bir anlamda kaçınılmazolarak gerçekleşmiştir. Bunda artan entegrasyonla birlikte bilginin, hammaddeninara malların ve nihai mal ve hizmetlerin uluslararası dolaşıma girmesinin payı var-dır.

Ayrıca küreselleşme, özellikle iletişim teknolojisinin yaygınlaşması sonucundatüm ülke insanlarının (ister gelişmiş ister azgelişmiş olsun) aynı normlarda hizmeti,demokrasiyi, insan haklarını talep etmesi nedeniyle ortaya çıkmıştır. Dolayısıylaküreselleşmenin önemini ülkelerin gelişmişlik düzeylerindeki farklılıklarına bağlıolarak değerlendirmek yanlıştır.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ212

?

Page 216: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Sınırların kalkması ile gelişmiş ülkelerdeki teknolojinin, finansal olanakların azge-lişmiş ülkelere aktarımı sonucunda teknolojiyi geliştirmiş bir ülke azgelişmiş bir ül-keyi pazar olarak görecektir. Tabi ki yüksek teknoloji yeni bir pazar için azgelişmişülkeye gider. Sonuçta azgelişmiş ülke yeni teknolojinin katkısıyla yüksek teknoloji-ye ulaşır ve düşük kalitenin neden olduğu rekabet gücünden kurtulur. Küreselleş-me sürecinde küresel normların baskısı nedeniyle azgelişmiş ülkeye yatırım yapangelişmiş ülkeler yüksek kalitede ürünü ve teknolojiyi götürmek zorundadır. Çünküsınırlarının açık olması sadece bir kaç ülkeye açık olması demek değildir. Tüm geliş-miş normları olan ülke ve işletmelere yönelik küreselleşme kuralları vardır. Örne-ğin ABD işletmesi azgelişmiş bir ülkeye eski teknolojiyi götürmeye teşebbüs ederse,Japonya gibi gelişmiş bir ülkenin yeni teknolojiyi aktarması nedeniyle küresel reka-bet bakımından geride kalacaktır. Sonuçta küreselleşme kuralları; gelişmiş ülkeninazgelişmiş bir ülkeyi sömürmesi ihtimalini ortadan kaldırmaktadır.

Küreselleşmenin tanım ve kapsamı nedir?

4.2. Küreselleşmenin Nedenleri

4.2.1. Ekonomik Nedenlere Dayalı Küreselleşme

Küreselleşmenin en belirleyici unsurları bu grupta toplanmaktadır. Doğal kaynak-lar, sermaye, teknoloji ve işgücü gibi faktörlerden yararlanma amacını taşır. İletişimve ulaşım teknolojilerindeki hızlı gelişme ekonomik globalleşmeyi doğuran iticigüçlerdendir.

4.2.2. Sosyal Nedenlere Dayalı Küreselleşme

İnsanların arzu ve davranışları; günümüzde tüketim toplumu kavramı en gelişme-miş bölgede bile kullanılmaktadır. Öyle ki hükümet politikaları artık tüketimi artırı-cı yönde oluşmaktadır. Her ne kadar gerçekleşme oranı düşük ise de adil paylaşımarzusu etkilidir.

4.2.3. Siyasi Nedenlere Dayalı Küreselleşme

İki kutuplu dönemin sona ermesinden sonra dünyanın süper gücü olma, uyguladı-ğı politikalarla etki alanını genişletebilme amacıyla başta ABD olmak üzere Alman-ya ve onun ardından daha çok ekonomik yönüyle Japonya koltuğa oturmak isten-mektedir.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 213

?

Page 217: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

ABD’nin askeri harekatları, Almanya’nın AB’nin tek hakimi olma yönündeki gay-retleri, Japonya’nın çevresindeki YSÜ’leri kontrol etme çabaları gündeme yeni birkavramı getirmiştir: Post-Emperyalizm. Çoğu yazar küreselleşmenin pembe çerce-vesinin yıkıldığını, hiç bir şeyin düzelmeyeceği kanısını taşımaktadır.

Küreselleşmenin nedenleri nelerdir?

4.3. Ekonomide Küreselleşme

Bir ülkenin kalkınması ve gelişmesi, ekonomik konjoktürün o yönde dalgalanmalargöstermesine bağlıdır. Bilindiği gibi en önemli ekonomik göstergeler milli gelir(GSMH), fert başına düşen milli gelir, dış ödemeler dengesi, paranın satınalma gü-cü, büyüme hızı, sektörel yatırımlar, üretim, üretimde yatırım rekabeti, tüketim, it-halat, ihracat...vs’dir. O halde azgelişmişlikten, gelişmiş ülke kategorisine yönelme-nin ya da sıçramanın yolu, bu ekonomik göstergeleri gelişmiş ülkeler düzeyindemaximuma ulaştırmaktır. Bunun için ülkeler kalkınma planları, ekonomik istikrarstratejileri hazırlar. Bütçelerini dengeleme yönünde kararlı atılımlarda bulunurlar.Kapalı ekonominin kalmadığı günümüzde, ülkeler dışa açılıp ekonomilerini ulusla-raşırılaştırmaktadırlar. Uluslaraşırı ekonominin yasaları, ülke ekonomilerini keyfive yanlış uygulamalardan uzaklaştırmak zorunda bırakmıştır. Uluslaraşırı ekono-minin temel ölçütleri, üretimde niteliksel ve niceliksel artışı en az maliyetle sağla-mak, kârda yükselişi sağlamak, üretimde rekabet dayanıklılığı, kaliteyi yarat-mak, aynı malı üreten üreticiler arasında tüketici istek ve çıkarlarını koruyucuyönde Ar-Ge (Araştırma Geliştirme) çalışmaları uygulamaktır.

Günümüzde ülkelerin kalkınmışlıkları, ihracatlardaki sanayi ürünleri yüzdesi ilebelirlenmektedir. O halde ülkeler ekonomilerini, sanayii üretimlerini artırmaları ilegüçlendirebilirler. Sanayi üretimleri ise sanayi yatırımlarının arttırılması ve sanayiürünleri pazarının genişletilmesiyle gerçekleştirilebilir. Bu ise ülkeleri kalkınmahızlarını yükseltmek yönünde bütçelerinden büyük pay ayırmaya zorlanmaktadır.Ya da yabancı sermaye, kredi, destekleme, hibe gibi kaynaklarla olayın gerçekleşti-rilmesine çalışılmaktadır. Burada en önemli nokta kaynak bulma ve kaynakları ras-yonel (akılcı) bir şekilde kullanmaktır.

Ekonomide küreselleşmeyi açıklayınız.

4.4. Küreselleşmeyi Hızlandıran Oluşumlar

Küreselleşmeyi hızlandıran etmenlerin başında ulaşım ve haberleşme maliyetlerin-de yaşanan büyük düşüşler gelmektedir. Dünya ekonomik sistemi üzerinde şimdi-ye kadar parçalayıcı bir etki yaratmış olan soğuk savaş, Güney Afrika’daki ırk ay-rımcılığı ve Orta Doğu’daki istikrarsız ortam gibi politik faktörlerin çözümündeilerlemeler sağlanmasıyla küreselleşme hızlandı.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ214

?

?

Page 218: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Küreselleşmeyi hızlandıran en önemli faktör belki de gelişmekte olan ülkelerin, es-kinin içe kapalı ve korumacı politikalarını bırakıp, liberalizasyon hareketini benim-semeleridir.

Küreselleşmeyi hızlandırıcı ektisi olan, uluslarüstü kurumlara, yani kendi alanla-rında ulus-devleti aşabilecek kurumlara duyulan ihtiyaçtır. Bu kurumlar pek çok veçeşitli alanlarda, ulus devletin egemenliğine dayandırılmış doğrudan kontrol uygu-lamalarını (yani vatandaşlarını ve kurumlarını kontrol edişini) aşabilecek kararlaralabilirler ve almalıdırlar da. Bu kararlar, ulus-devleti kenara iter ya da onu ulusla-rüstü kurumun bir ajanı haline dönüştürür.

Sözünü ettiğimiz bu alanlardan ilki çevredir. Bozucu kirliliği önlemek için yereleylem de gereklidir. Ama çevreye yönelik en büyük tehdit, bir kağıt fabrikasınınatıklarından, bir belediyenin kanalizasyonu okyanusa boşaltmasında ya da yerelçiftliklerde kullanılan tarım ilaçlarıyla gübrelerin sızıntı ve akıntılarının denizeulaşmasından kaynaklanan yerel kirlilik değildir. Esas tehlike, insanoğlunun yaşa-mına, atmosfere, dünyanın bir bakıma Akciğeri sayılan tropik ormanlara, dünya ok-yanuslarına, hava ve su rezervlerimize yönelik olan tehlikedir. Bu da tüm insanlığınbağımlı olduğu çevre demektir. Buna ek olarak, çevrenin korunmasını, giderek ar-tan dünya nüfusunun gelişmişlik ihtiyaçlarını karşılamakla da dengelemek gerek-mektedir. Bunlar ulusal devletin sınırları içinde başa çıkılabilecek sorunlar değildir.Enformasyon nasıl ulusal sınırları tanımıyorsa, kirlilik de tanımamaktadır.

Uluslarüstü eyleme ve uluslarüstü kurumlara yönelik ihtiyaçlarımız arasında çev-reden sonra gelen ikinci en önemli ihtiyaç da, terörizmi yoketme ihtiyacıdır. 1991 yı-lının kış ve ilkbahar mevsimlerinde Irak’a karşı girişilen askeri harekat belki bununbaşlangıç noktası olabilirdi. Yazılı tarihin başından beri ilk defa olarak, hemen he-men tüm ulus devletler birlikte harekete geçmiş, bir terörizm hareketini sindirmiş-lerdir; çünkü Irak’ın Kuveyt’i işgali aslında bir terörizm hareketinden başka bir şeydeğildir. Ancak daha sonraki işgallerde aynı duyarlılık gösterilmedi.

Bugüne gelininceye kadar çoğu ülkeler (ama kesinlikle hepsi değil) bu yolun verim-siz bir yol olduğunu anlamış bulunmaktadırlar. Ama terörizmi desteklememek deyetmez. Onu yok etmek ya da en azından kontrol altına alabilmek için gerekli olanşey, uluslarüstü eylemdir. Herhangi bir egemen devletin sınırlarını aşabilen eylem-dir. Bunun örnekleri de vardır. On dokuzuncu yüzyılda köle ticaretini yasaklayanve açık denizlerde korsanlığı enternasyonal bir suç ilan eden anlaşmalar gibi.

Üçüncüsü ve terörizmle sıkı sıkıya bağlantılı olanı da transnasyonal silah kont-rolüdür.

Küreselleşmeyi hızlandıran gelişmeler nelerdir?

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 215

?

Page 219: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

5. Bölgeselleşme (Bloklaşma)

5.1. Bölgeselleşmenin Tanım ve Kapsamı

Gerek gelişmiş, gerekse azgelişmiş ülkelerin dünya ticaretini geliştirmeye yönelikfaaliyetleri iki doğrultuda gerçekleşmiştir. Bunlardan birisi "evrensel yaklaşım"adı verilen gelişmedir. Bu yaklaşım GATT çerçevesinde, olabildiğince fazla sayıda-ki ülke arasında ticaret kısıtlamalarının kaldırılması ve azaltılmasını öngörür.İkinci yaklaşım ise, daha sınırlı nitelikte olup, belirli bir coğrafi bölgede yerleşik veyakın ilişkiler içinde olan ülkeler arasındaki ticaret ve diğer akımların serbestleşme-si esasına dayanır, ki bunun adı bölgesel bütünleşme ya da kısaca bölgeselleşmedir.

Dünya ticaretini geliştirmeye yönelik temel iki yaklaşımı belirtiniz.

İki savaş arasındaki dönemde uluslararası ticarette görülen kısıtlayıcı uygulama-lardan özellikle Batılı sanayileşmiş ülkeler şikayetçi olmuşlardır. Çünkü sanayi üre-timinin hızla geliştiği bu ülkelerde ekonomik hayatın canlılığı büyük ölçüde genişdış piyasaların varlığına bağlı bulunuyordu. O nedenle batılı ülkeler daha II. DünyaSavaşı sona ermeden bir uluslararası ticaret ve ödeme sistemi geliştirmek için hare-kete geçmişlerdir. Sanayileşmiş ülkeler arasında ortaya çıkan bu akıma, giderek azgelişmiş ülkelerde katılmışlardır. Bu gelişmeler temelde eski dünya düzeninde gö-rülen koruyuculuk ve iktisadi milliyetçilik hareketlerine bir tepki olarak düşünüle-bilir.

Bir çoğu oldukça karmaşık bir yapıya sahip olan bölgesel bütünleşmeyi hedefleyenbirlikleri, temelde siyasi ve ekonomik amaçlı olarak iki şekilde sınıflandırmaya tabitutabiliriz.

Siyasal bütünleşme hareketlerinin en basiti "siyasal işbirliği"dir. Aslında "işbirliği-ni" amaçlayan bu tür teşebbüslere bütünleşme demek zor; ancak yine de bütünleş-me yolunda bir adım olarak kabul edilmektedir. İşbirliğini esas alan bu kuruluşlarınüye ülkelerin istemediği konularda bağlayıcı kararlar alabilmeleri söz konusu de-ğildir.

Yine siyasal bütünleşmede bir diğer yol, "konfederasyon"dur. "İşbirliği"ne göre da-ha ileri bir aşamayı ifade etmekle birlikte "gevşek" bir örgütlenmeyi esas almıştır.Konfederasyonda kararlar oybirliği ile alınır, dolayısıyla ülkeler egemenlik hakla-rından bütünüyle vazgeçmezler.

Oysa siyasi bütünleşmenin en ileri aşamalarından olan "federasyon"da ise ülkeler,özellikle dış politika, savunma gibi konularda, egemenlik haklarından merkezi oto-rite (federasyon) lehinde özveride bulunurlar.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ216

?

Page 220: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Siyasal bütünleşme şekillerini belirtiniz.

Ekonomik açıdan bölgesel bütünleşmeye yönelik en gevşek teşebbüs "Serbest Tica-ret Bölgesi"dir. Bu tür teşebbüslerde, anlaşmaya taraf ülkeler kendi aralarında ser-best ticaretin önündeki engelleri kaldırırlar; ancak taraflar üçüncü ülkelere karşı or-tak bir tarife uygulama yükümlülüğü altında bulunmazlar. Yani aynı mal birliküyesi bir ülkeden ithal edildiğinde vergi ödenmez. Fakat üçüncü ülkelerden ithaledildiğinde ulusal gümrük vergisi uygulanır.

"Gümrük Birliği" ise serbest ticaret bölgesine göre daha ileri bir aşamayı ifade eder.Bu tür birlikte taraflar kendi aralarında serbest ticareti önleyen engelleri kaldırma-nın yanısıra, üçüncü ülkelere karşı da ortak gümrük tarifeleri uygulamak zorunda-dırlar.

Ekonomik bütünleşmenin üçüncü aşaması "Ortak Pazar"dır. Bu tür bütünleşmede,taraflar aralarında malların serbet dolaşımına ilave olarak emek ve sermayenin deserbest dolaşımını sağlarlar. Ayrıca taraf ülkeler aralarında bölgesel kalkınmışlıkfarklarını ortadan kaldırmaya yönelik politikalar izlerler.

"Ekonomik Birlik" ya da "Tam Ekonomik Birleşme" ise diğerlerine göre çok daha ile-ri aşamaların ifadesidir. Ekonomik birlikte taraflar, sadece üretim faktörlerinin ser-best dolaşımını ya da ortak dış ticaret tarifelerini benimsemekle kalmaz; birçok alan-da ortak politika izlerler. Özellikle tam ekonomik birlikte, hükümetler kendi ellerin-deki bir takım yetkileri, oluşturdukları uluslarüstü (supranational) kurum ve kuru-luşlara devrederler. Aşağıda yukarda belirtiler birleşme örneklerinin bazıları kısacatanıtılacaktır.

Ekonomik açıdan bütünleşme şekillerini belirtiniz.

5.2. Bölgeselleşme Örnekleri

5.2.1. Avrupa Birliği (AB)

Avrupa Birliği'nin tarihi başlangıç noktasının genelde, İkinci Dünya Savaşını izle-yen yıllar olduğu kabul edilir. Bu yıllar bir daha aynı acıların yaşanmaması için Av-rupa'da bir birlik yaratılması gerektiği fikrinin kıta uluslarında ve yöneticilerindeuyandığı dönemdir. İkinci Dünya Savaşı'ndan yıkık ve tükenmiş çıkan Avrupa'nınyeni bir politik ve ekonomik model arayışı içine girdiği görülmektedir.

Marshall yardımı adı altında Avrupa'ya akan ABD sermayesinin kendilerini gide-rek ABD'ye bağımlı kılacağını gören ufak ve güçsüz Batı Avrupa ülkeleri, Avrupamenşeli yeni bir sermaye piyasası oluşturmak istemişlerdir. Bu amaçlarına bireyselolarak ulaşmaları mümkün olmadığından, bu ülkelerin ekonomik potansiyelleri-

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 217

?

?

Page 221: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

nin bir araya getirilmesi ve böylece güçlü bir Avrupa Pazarı oluşturulması planlan-mıştır. Bütünleşmenin pazar genişlemesine, bunun da sermaye ve teknolojinin hızlıgelişimine yol açacağı düşünülmüştür.

Sovyetler Birliği'nin batıya doğru yayılmasının engellenmesi de Avrupa Birliğinintemel felsefesinin "politik" boyutunu oluşturmaktadır.

AB’nin kuruluşundaki temel ekonomik ve siyasal hedefler nelerdir?

5.2.2. Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (EFTA)

Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi; Avrupa Birliğine üye olmayan ülkelerin diğer ülke-lere karşı rekabet güçlerini artırmak ve ticaretlerini geliştirmek amacıyla oluştur-dukları birliktir.

EFTA'nın kurucu üyeleri İngiltere, İsviçre, İsveç, Avusturya, Danimarka, Portekiz,Norveçtir. Daha sonra İngiltere, Danimarka (1972) ve Portekiz (1986) Avrupa Birli-ğine katılmışlar, Finlandiya (1961), İzlanda (1970) ve Liechtenstein ise 1991'de EF-TA'ya katılmışlardır. Bugün üye sayısı on olan EFTA, AB'nın yanısıra Avrupa'nınikinci büyük ticari bloğudur. Bu ülkeler Avrupa'daki birleşme hareketinin gümrükbirliği şeklinde değil, serbest ticaret bölgesi şeklinde oluşturulmasını savunmuşlar-dır.

EFTA nasıl bir ekonomik bütünlüşme şeklidir?

EFTA'yı yürürlüğe koyan Stockholm anlaşması EFTA'nın amacını şu şekilde belir-lemiştir;

• Ekonomik faaliyetleri teşvik, tam istihdam, verimliliği, kaynakların tam kul-lanımı ile hayat şartlarında gelişme sağlamak.

• Anlaşmaya üye ülkeler arasında rekabet şartlarını düzenlemek.• Üye ülkeler arasındaki ticarette koruyucu gümrüklerin ve kotaların kaldırıl-

masını sağlamak.

Anlaşmaya göre üye devletler kendi aralarındaki ticaret için ortak esaslar tespit et-mekle birlikte, diğer ülkelere tek tek yapacakları ticarette serbest bırakılmışlardır.Bu durumda her ülke kendi ithalatına ait gümrük oranlarını tespit etmekte serbest-tir. EFTA'nın esas amacı antlaşmaya üye ülkelerle sınırlıdır.

EFTA’nın amaçlarını belirtiniz.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ218

?

?

?

Page 222: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

5.2.3. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (NAFTA)

2 Ocak 1988 tarihinde imzalanmış olan ABD - Kanada Serbest Ticaret Anlaşması iki-li bölgesel uygulamalar için de en geniş kapsamlı ticaret anlaşması olarak kabul edil-mektedir. Anlaşmada iki ülke arasındaki ticarette tarifelerin kaldırılması ve tarifedışı engellerin azaltılması ve hizmetler ticaretinin liberalleştirilmesi öngörülmüş-tür.

Bu arada Meksika'nın 1986 yılında GATT'a üye olmasından sonra ABD, bu ülke ileekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmek üzere bir anlaşma imzalamıştır. ABD , Kana-da, Meksika arasında 12 Ağustos 1992 tarihinde imzalanan bu anlaşma ile KuzeyAmerika Serbest Ticaret Bölgesi oluşmuştur. Anlaşmanın kapsamına sanayi ürün-leri ile tarım ürünleri girmektedir.

Kuzey Amerika ülkelerini: ABD, Kanada ve Meksika'yı kapsayan NAFTA anlaşma-sı, dış ticaretteki serbestleşmenin ortaya çıkardığı avantajlardan azami bir ölçüdeyararlanılmasını ve bölge ülkelerinin refah seviyelerinin artırılmasını, yeni pazarlaryaratılmasını amaçlamıştır. Söz konusu anlaşma, 3 ülke arasındaki ticari engellerive kısıtlamaları ortadan kaldırmayı taahhüt ederken, üçüncü ülkelere karşı yapa-cakları ticarette kendi ulusal tarifelerini uygulamalarına da imkan tanımaktadır.

NAFTA hangi ülkeler tarafından kurulmuş ve amaçları nelerdir?

5.2.4. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Bölgesi (KEİB)

Karadeniz Ekonomik İşbirliği girişimi sosyalist rejimlerin çözüldüğü koşullarda or-taya çıkmıştır. Önceleri Türkiye'nin İran ve Pakistan ile birlikte oluşturduğu ancakölü bir durumda olan bu girişim kapitalist ülkelerin ayrı ayrı nüfus alanı yaratma ça-balarının ardından beş orta Asya Cumhuriyeti ve Afganistan'ın katılımı ECO (Eco-nomik Cooperation Organisation) adını alarak canlandırılmıştır. İlk olarak 1990 yı-lının başlarında resmi ve gayriresmi çevrelerde, tartışılmaya başlanan öneri, 1990yılının Aralık ayında Türkiye'nin yanısıra Bulgaristan, Romanya ve Sovyetlerin ka-tıldığı bir toplantı ile gerçekleşme sürecine girmiştir.

Hazırlık dönemi olarak adlandırılan bu süreç, 25 Haziran 1992 tarihinde İstanbul'daimzalanan Boğaziçi Deklerasyonu ile sona ermiş ve bu tarihten itibaren kurumsal-laşma dönemine geçilmiştir.

KEİB hangi deklarasyon ile kurumsallaşma sürecine girmiştir?

Sovyetlerin dağılmasıyla bu kez yeni cumhuriyetlerin katılımı söz konusu olmuş-tur. Rusya Federasyonu, Ukrayna, Azerbaycan, Moldava, Gürcistan, Ermenistan,Romanya, Bulgaristan ile ayrıca katılmla isteği belirten Arnavutluk ve Yunanis-tan'ın kurucu üye olduğu, Türkiye'nin önderliğinde 11 üyeli bir örgüt kurulmuştur,

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 219

?

?

Page 223: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

anlaşma 1992'de (Haziran) imzalanmıştır. Örgüt Karadeniz Ekonomik İşbirliği Böl-gesi (KEİB) adını almıştır.

Karadeniz Ekonomik İşbirliği'nin genel amacı, coğrafi yakınlık ve ekonomilerinintamamlayıcılık özelliklerinden yararlanarak, bölgenin ekonomik ve ticari potansi-yelinin canlandırılması ve Karadeniz'in bir barış, istikrar ve refah bölgesi durumu-na getirilmesidir. Bu doğrultuda önce mal ve hizmet ticareti artırılmaya ve hükü-metler arası uygun işbirliği koşulları yaratılmaya çalışılmaktadır. Fakat uzun dö-nemdeki amacı bölge içinde mal, hizmet sermaye ve işgücünün serbest dolaşımınısağlamaya yöneliktir. KEİB'nin temel felsefesi üye ülkeler arasındaki ekonomik iliş-kilerin, öncelikle özel kesim tarafından geliştirilmesi ve çeşitlenmesine dayanır. Ay-rıca kamu ve özel kesim katılmasıyla ülkeler arasında işbirliği ve ortak projelerin ge-liştirilmesi amaçlanmaktadır.

Ayrıca ortak yatırım projelerinin değerlendirilebilmesi ve Birliğin ciddi boyutta iş-lerlik kazanmasını kolaylaştırmak amacıyla Karadeniz Dış Ticaret ve Yatırım Ban-kası kurulmuştur.

KEİB’in genel amaçlarını belirtiniz.

5.3. Yeni Gerçek: Gelişen Bölgecilik Olgusu

Bölgeciliğe doğru gidiş, Avrupa Birliği tarafından başlatılmıştır.Ama onunla sınırlıkalmayacaktır. Avrupa Birliği, esasen bir “ortak pazar” olarak ortaya çıkmış, yanitümüyle ekonomik bir örgüt olarak başlamıştır. Ama giderek daha çok siyasal işlev-ler üstlenmeye başlamıştır. Şu anda bir Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa parasıyaratmanın eşiğindedir. Ama aynı zamanda, ticarete ve mesleklere giriş konusundada yetki almıştır. Ona ek olarak, şirket birleşmeleri ve satın almaları, karteller, sosyalyasalar gibi, “tarife dışı engeller”den, malların, hizmetlerin ve insanların serbest do-laşımına kadar türlü konularda da yetki Birliğin elindedir.

Avrupa Birliği daha sonra da bir Kuzey Amerika Ekonomik Topluluğu oluşmasınıntetiğini çekmiş, bu da ABD çevresinde, ama Kanada ile Meksika’yı da bir ortak paza-ra katacak biçimde ortaya çıkmıştır. Şu ana kadar bu girişimin amacı yalnızca eko-nomiktir. Ama uzun vadede öyle kalması pek düşünülemez.

Aynı şey Doğu Asya için de geçerlidir. Bütün mesele, bu tür ekonomik bölgelerdenbir tane mi, yoksa birkaç tane mi olacağıdır. Çin’in kıyı kesimleriyle Güneydoğu As-ya ülkelerinin Japonya çevresinde bir araya gelerek kuracakları bir bölge gerçekle-şebilir. Aynı zamanda, hızla gelişen kıyı Çin bölgelerinin (burada Çin nüfusununbeşte biri yaşamaktadır ve Çin ulusal üretiminin de üçte ikisi, kuzeyde Tsientin’dengüneyde Canton’a kadar uzanan bu bölgeden çıkmaktadır) kendini bir bölge olarakdüzenlemesi, Japonya’ya eğilimli Güneydoğu Asya’nın ikinci bir bölge oluşturmasıda mümkündür.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ220

?

Page 224: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Bir de “mini bölge”lere doğru kayma hareketi vardır. Sovyet İmparatorluğu dağılırdağılmaz, Orta Asya’nın “Türki” devletleri hemen, Türki ülkelerin en Batılılaşmışıve en gelişmişi olan Türkiye’nin çevresinde bir “Türki Bölge” oluşturmayı önermiş-lerdir. Üç Baltık ülkesi, Letonya, Litvanya ve Estonya da Sovyet İmparatorluğundankopmayı başarır başarmaz hemen “Baltık bölgesi”nden söz etmeye koyulmuşlar,İskandinav komşularıyla, özellikle de Finlandiya ve İsveç’le yakınlaşmayı ummuş-lardır. Güneydoğu Asya halklarını ve uluslarını kapsayan benzer bir mini bölge deMalezya, Singapur, Endonezya, Filipinler ve Taylan arasında olmak üzere MalezyaBaşbakanı tarafından yeni önerilmiş bulunmaktadır. Eski Sovyetler Birliği’ni kap-samına alan bir başka birliği de Rusya Başkanı ummaktadır.

Ama bu bölgelerin üç mü, dört mü, yoksa daha fazla sayıda mı olacağından çok, böl-geciliğe doğru gidişin geri dönüşü olmayışı önemli gözükmektedir. Bu, kaçınılmazbir şeydir. Yeni ekonomik gerçeğe cevap vermektedir. Bilgi ekonomisinde, gelenek-sel korumacılık da, geleneksel serbest ticaret de kendi kendine sonuç veremez. Ge-rekli olan, anlamlı bir serbest ticarete ve içeride bir rekabete izin verecek kadar bü-yük bir ekonomik birimdir. Bu birimin, yüksek düzeyde bir korumacılık altında ye-ni “high-tech” sanayilerin gelişmesine izin verecek boyda olması gerekmektedir.Bunun nedeni de “high-tech”in (yüksek teknoloji)yapısında, yani bilgi sanayiindeyatmaktadır.

Küçük ekonomiler için bölgeciliğin avantajları nelerdir?

5.4. Globalleşme ve Bölgeselleşmenin Gelişmekte OlanEkonomilere Etkileri

Bugün küçük ve zayıf ekonomilerin bulunduğu uluslararası iktisadi ortamı tanıma-dan, bu ortamdaki degişmeleri dikkate almadan dışa açılma olayının nasıl ve neredesürdürülebileceği konusunun tartılışması anlamsızdır.

Bu ortam incelendiğinde şu temel özelliklere sahip olduğu görülür;

• Ticareti kısıtlayan engeller hala mevcuttur. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülke-ler iş ve ticaret hacmini etkileyen bu uygulamalara tahmin edilenin üzerinderagbet göstermektedirler.

• Sanayileşmiş ülkeler çeşitli nedenlerden kaynaklanan durgunluktan nasiple-rini belli bir süreklilikle almaktadır. 1960’lı yıllardan beri zaman zaman ortayaçıkan durgunluğun üstesinden gelmeleri ise tahmin edilenden fazla zaman is-temektedir. Bu yetmiyormuşcasına bu ülkelerin büyüme hızları örneğin 1960’lıyıllardaki düzeylerine bir daha ulaşamamıştır. Halbuki bu büyüme oranlarınınaynı dönemde Güneydoğu Asya Ülkelerinin büyüme atılımlarına büyük katkı-sı olmuş ve bugünkü Pasifik kaplanları’nın gelişmesine neden olmuştur. Bu-günkü gelişmiş ülkelerdeki nisbi yavaş büyüme gelişmekte olan ülkelerinürünlerine olan taleplerinin geçmişe oranla dar kalmasına neden olmaktadır.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 221

?

Page 225: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

• Batılı ülkelerin uyguladıkları tarım sektörönü teşvik edici politikalar geliş-mekte olan ülkelerin tarımsal ürün ihracını menfi yönde etkilemeye devam et-mektedir.

• Dış ticaret hadlerinin gelişmekte olan ülkelerin aleyhindeki gelişmesi halasürmektedir.

Bu dostane olmayan uluslararası iktisadi ortalama gelecek için önemli sonuçlarıolacak bir gelişmeyi daha eklemek gerekmektedir: Ticari blokların doğuşu ve bublokların, veya başka bir ifade kullanırsak, bölgesel ticari alanların güçlenmesi...

Uluslararası ekonomik ortamın temel özelliklerini belirtiniz.

Türkiye Örneği:

Yukarda belirtilen özelliklere sahip bir ekonomi olan Türkiye açısından bölgeselleş-me olgusuna bakıldığında, coğrafi açıdan iki kıta üzerinde bulunan Türkiye’nin enyakın çevresinde yer alan üç bölge ile yürütebileceği ticari ilişkilerin geleceği tartışıl-dıgında, bugün için bu üç bölge ile ilişkiler şu başlıklar altında incelenebilir.

Fırsat ve Zorluklar Diyarı : Avrupa Birliğiİstikrarsızlığa Mahkum Pazarlar : Ortadoğu PazarıBilinmeyene Açılış : Doğu Avrupa, Rusya ve Türki Cumhuriyetleri

Yakın çevremizde yer alan bu bölgelere, geleneksel pazarlarımızdan olan ABD veyeni olanaklar sağlayabilecek Uzakdoğu pazarını da eklemek mümkündür.

Türkiye’nin ABD ile olan ticaretinin zaman içerisinde gösterdiği gelişmeye baktığı-mızda bu pazarın toplam ithalat ve ihracatımız içerisindeki payı bir gelişme kaydet-memiştir. Zira ABD’nin mevcut çeşitli taahhütlerine sürekli yenileri eklenmektedir.Meksika ve Kanada ile bağlantıları, Avrupa Birliği ve Uzakdoğu ülkeleri ile süre gi-decek ilişkilerinin yanısıra, Ortadoğu ülkeleri ile bağlantıları da şekil değiştirmekte-dir. Bu gelişmeler Türkiye ile olan ilişkilerinin mevcut olandan daha fazlasının ge-lişmesine pek imkan vermeyecek niteliktedir.

Türkiye ABD pazarını niçin büyütemiyor?

Türkiye ticaretinin Avrupa Birliği grubu ile coğrafi bir bağımlılık içerisinde olduğusöylenebilir. Değinilmek istenilen bir diğer konu Türkiye’nin Birliğe üyeliği soru-nudur. Genel bir bakış açısından bakıldığında Türkiye’nin bütün Avrupa kurumla-rına dahil edildiği görülür. Türkiye coğrafi konumu, ekonomisi, politikası bakımın-dan Asya, Orta Doğu ve diğer bloklardan çok Avrupa’ya yakındır. Fakat Türki-ye’nin Birliğe tam üye olması konusunda iki önemli sorun vardır.Bir tanesi nüfussorunudur.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ222

?

?

Page 226: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

İkinci önemli engel Türkiye’nin Ekonomik performansıdır. Ekonomik problemlerBirliğe kabulde önemli bir engel teşkil etmektedir. Bu konu 9. ünitede detaylı ince-lendiği için bu ünitede kısa tutulmuştur.

Türkiye’nin AB üyeliğine engel teşkil eden temel sorunlar nelerdir?

Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerimize gelince, Ortadoğu ülkelerine yönelik pazar çe-şitlendirilmesi çalışmaları 80’lerde başlamış ve bu pazar ani bir büyüme göstermiş-tir. Ancak bölgedeki siyasi istikrarsızlık ve petrol gelirlerindeki azalışlar pazarındalgalanmalara açık olmasına yol açmıştır. Bu bölge ile ilişkilerimiz sadece ticari ol-mayıp müteahhitlik gibi hizmetleri de kapsamaktadır.

Türkiye için büyük gelecek vadeder nitelikteki ticari bölgelerden bir tanesini de Do-ğu Avrupa ekonomileri ile Asya’da bağımsızlıklarını ilan eden eski Sovyet Cumhu-riyetleri’nin teşkil ettiği söylenmektedir. Bu ülkeler arasında en büyük pazarı Rusyaoluşturmaktadır.

Türkiye’nin AB dışındaki alternatif pazarları nerelerdir?

6. Yeni Ekonomik Oluşumlar ve Türkiye

Yeni ekonomik oluşumlar henüz uygulamaya yeni girdiği yıllarda (1970’li yıllarınsonu ve 1980’in hemen başı), Türkiye’yi borç ödeyemez duruma girdiği bir zamanda etkisine almıştır. Askeri rejimin kapalı-tartışmasız ortamında uygulanması baş-lamış ve bugüne dek sürmüştür. Aşağıda, Türkiye’nin “Merkez’e aday olma”, Mer-kez’in ise Türkiye’yi “Çevre’de tutma” mücadelesindeki zayıf ve güçlü noktalar elealınacak, buradan 2000’li yılllar için öngörü yapılmaya çalışılacaktır.

6.1. Merkez-Çevre Mücadelesinde Türkiye

Türkiye’de yöneticiler hiç bir zaman ülkeyi Çevre’nin bir üyesi olarak görmemiş,“merkez’e aday” yapacak ne kadar kurum varsa orada yer bulmasına çalışmıştır.İkinci dünya savaşından sonra Türkiye, Sovyet tehdidi dönemindeki stratejik konu-mundan yararlanarak Avrupa Konseyi, NATO, OECD gibi tipik Merkez kurumla-rında yer almıştır; AB’ne tam üyelik için sürdürülen ısrarlı mücadele, EFTA’ya ortaküyelik de bunlara eklenmelidir. Merkez’in Çevre’ye (kendi kâr haddini artırmakiçin) uygulattığı programı ise, Türk yöneticiler, Merkez’e adaylığa sıçrama basama-ğı olarak görmüş ve buna uygun girişimler ortaya çıkarmıştır: 1987’de AB’ne tamüyelik için başvuru, izleyen EFTA üyeliği başvurusu, Türk şirketlerinin dış yatırımageçmesi, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütünün kurulmasında öncülük, ECO’yuOrta Asya Cumhuriyetlerini kapsayacak biçimde genişlettirme, Doğu Bloku’na kre-di vermek için kurulan Avrupa Yatırım ve Kalkınma Bankasına kurucu üye olarakkatılma, eski Doğu Bloku üyelerinden öğrenci alıp eğitme, İstanbul’u bölgesel fi-

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 223

?

?

Page 227: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

nans merkezi yapma isteği, vb... çok sayıda olay buna örnektir. Türkiye açıkça “böl-gesel güç” olmaya oynadığını belirtmektedir. Türkiye, açıkça kendisine hayat saha-sı yaratmaya oynamaktadır.

Türkiye’nin merkeze aday olma çabalarını açıklayınız.

Merkez ise, Türkiye’yi çevreleştirmeye hatta, etnik olaylar yoluyla parçalamayakendi amaçları için kullanmaya eğilimlidir. AB’ne tam üyeliğin askıya alınması,Türk işçilerinin diğer Çevre ülkeleriyle birlikte Batı Avrupa’da ırkçı saldırıya maruzkalmaları, Türkiye vatandaşlarına uygulanan (onur kırıcı işlemleri kapsayan) “vi-ze” işlemi, Irak’tan çok Türkiye’yi büyük ekonomik kayıplara uğratan ekonomikambargo, Çekiç güç ve peşinden sürüklediği Güney Doğu olayları, Merkez’in med-yasında Türkiye aleyhinde yürütülen kampanya, bu eğilimin toplumsal-siyasalalandaki göstergeleridir. Ekonomik planda çevreleştirme arzusu ise daha yoğun-dur; nedeni, Türkiye’nin Avrupa’nın kıyısında nüfusu 60 milyona yakın, büyüyenbir pazar olmasıdır: AB’nin Türkiye ile ilişkileri sadece sınai mamullerde gümrükbirliğine inhisar ettirmesi, 1978’den beri donmuş durumdaki mali protokoller yo-luyla dahi kaynak aktarımına olanak vermemesi, ABD’nin Türkiye’yi askeri yardımprogramın dışına çıkarması, Türkiye’nin tarım pazarlarını açması ve özelleştirmeiçin getirilen baskılar buna diğer örneklerdir.

Gelişmiş ülkelerin Türkiye’yi çevrede tutmak için yaptıkları girişimler nelerdir?

Ancak, Türkiye’nin bölgesel güç olma iddiasında karşısında sadece Batı’nın Mer-kez ülkeleri yoktur; kendisi Merkez’in bir parçası olmasa da, ne aletlerine ne kurum-larına sahip olmasa da, Avrasya-Kafkasya ekseninde hala önemli ve büyük bir aske-ri etkenliğe sahip olan Rusya Federasyonu da vardır. Nitekim, Türkiye’nin Kafkas-ya-Orta Asya alanında yaratmaya çalıştığı hayat sahasını önemli ölçüde yitirmesin-de temel etken Rusya olmuştur.

Orta Doğu ise, Arap-İsrail anlaşmasından sonra, ne olanaklar getirecek neler götü-recek şu anda belirsizdir. Ancak, burası da mutlaka Türkiye’nin hayat sahasının birparçası olarak algılanmakta ve yeni barış ortamında yer edinmesi için etken bir roloynamasına çabalanmaktadır. “Barış suyu” projesi bu çabanın başlıca örneğidir.

2000 yılına kadar olan sürede, bu bakımdan şöyle bir mücadele yaşanacaktır: Mer-kez Türkiye’yi çevrede tutmaya, Rusya eski Sovyet topraklarında etkinlik kazan-masını önlemeye, Arap-İsrail anlaşmasının patronu olarak ABD ise (herhalde) Tür-kiye’nin ABD güdümünde kalmasında oynayacaktır. 2000 yılına doğru Merkez’eaday ülke komumuna girmeye, kendisine yeni hayat sahaları bulmaya çalışan Tür-kiye ise, bu güçlere karşı mücadele vermek durumunda kalacaktır.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ224

?

?

Page 228: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

6.1.1. Türkiye’nin “Bıçak Sırtı”ndaki Konumu

1990’lı yıllarda Türkiye’nin dünya sahnesindeki konumu “bıçak sırtında”ki dengeolarak tanımlanabilir: Göstergeleri öyledir ki, kolayca çevre’ye inebileceği gibi,Merkez’e “aday” konumuna da yükselebilir. Burada kendi becerisi kadar Mer-kez’in Türkiye’ye biçtiği rol de önem taşır.

Yaşanan olaylar Merkez’in aletlerini kullanmadan, kurumlarına sahip olmadan,mekanizmalarını işletmeden, hatta Merkez’le ilişkileri iyi sürdürmeden Merkez’eaday olunamayacağını gösteriyor. Merkez’in dışından gelip Merkez’e sıçrayabilenbugüne dek sadece Japonya olmuştur; ancak çok da yüksek bir fiyat ödemiştir (İkin-ci Dünya Savaşının yıkımı buna örnektir). Bu bakımdan, Türkiye’nin Yeni DünyaDüzeninin kurumları, aletleri ve mekanizmalarını kullanır duruma gelmesi, bölge-sel anlaşmalara bir yandan Merkez’le girerken (AB, EFTA ortak üyeliği gibi), kendihayat sahası olarak seçtiği alanlara (Avrasya-Kafkasya-Balkanlar ile Orta Doğu)Merkez’le paylaşma yoluyla girmeye çalışması, izlenen uyumlu yöntemi ortayakoymaktadır.

Çok sayıda toplumsal ekonomik göstergesi, Türkiye’yi bugün Çevre’nin bir parçasıkonumunda tutuyor: Kişi başına GSMH’nın düşüklüğü; köylü nüfusun toplamınhala yarısına yakınını oluşturması ve kentli nüfusun da yarısının gecekondulu-köy-lü olması; yaygın eğitimin yakın zamana kadar beş yıllık ilk okul düzeyinde kalmasıyanında, yaş nüfusunun yarıya yakının (%48.8) orta okula dahi devam edememesi,ilk okula giren her 100 çocuğun sadece 8’nin yüksek okuldan mezun olabilmesi,bunlara GSMH’nın yarısına yakın dış borç; 1978’den bu yana duraklayan tarım,imalât sanayiinin özel girişim için cazip (kârlı) olmaktan çıkması, tarım ve imalat sa-nayiinde sabit yatırımların toplam sabit yatırımlardaki paylarının yarıyarıya azal-ması, 1988’den bu yana ihracat artışı duraklarken 1990 ve izleyen yıllarda ithalatınpatlaması eklenmelidir. Bunlar eklendiğinde, Yeni Ekonomik Düzen’inde giderekdinamizmini yitirmiş, üretim çarpılmasına düşmüş ve dış borç batağına artan bi-çimde saplanırken Merkez’in iyice güdümüne girmiş ülke görüntüsü ortaya çıkar.Dizginlenemeyen enflasyon; giderek kötüleşen gelir bölüşümü; çığ gibi büyüyendış ve iç borçlar ile cari işlemler açıkları; mali spekülasyonlara kayan fonlar ve giri-şim gücü; iç ve dış değeri “pul” olan TL ve büyüyen yeraltı ekonomisi ile bu tablo ta-mamlanır. Bu, tipik bir “Latin Amerika sendromu”dur ve Yeni Ekonomik Düzen’inTürkiye’de yarattığı etkilerdir. Bunun en önemli yanı, Türkiye’den dışarı Merkez’edoğru kaynak transferini olağan üstü boyutlara ulaştırmasıdır ve ekonominin bü-yüme kaynaklarını daraltmasıdır. Yeni Ekonomik Düzen’in kurumsal programı yu-kardaki tabloya göre, Türkiye’nin Çevre ülkesi konumunu pekiştirmekle kalma-mış, hatta iyice kötüleştirmiştir.

Türkiye’yi çevre ülke konumuna iten temel sosyo-ekonomik göstergeler neler-dir?

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 225

?

Page 229: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Buna karşılık, 1970’li yıllardan itibaren Türkiye’nin ikinci bir kimlik yakaladığı dabir gerçektir. Bu kimlik önce Orta Doğu’da müteahhitlik yapan şirketlerle ortayaçıkmış, günümüzde güçlenerek sürmüştür. Dış yatırımlarla kendine hayat sahasıarayan, Balkanlarda (başta Romanya) Rusya, Federasyonu’nda, Kafkasya’da (baştaAzerbaycan) şirketleri yerleşen, Eski Doğu Almanya’ya yerleşerek Avrupa Ekono-mik Alanı’nda kendine yer arayan, dış kredi vererek ihracatını artırmaya çalışan,ABD’den Batı Avrupa’ya Orta Doğu’ya bankalarını yerleştirmeye çabalayan ve mü-teahhitlik şirketlerinin yadsınamaz başarısı olan Türkiye görüntüsü bunun bir bo-yutudur. İkincisi, bölgeselleşme sürecindeki ısrarıdır: ECO’ya Orta Asya Cumhuri-yetlerinin alınması, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütünün kurulmasına öncü-lük, AB ile sınai mamullerde gümrük birliğinin ve EFTA ile ortak üyeliğin tamam-lanmasına verilen önem, hayat sahası yaratma girişiminin ikinci boyutudur. Üçün-cüsü, bölgede büyük projelerin gerçekleşmesi yoluyla hem ekonomik hem siyasalplanda etkenlik kazanma çabasıdır: Azerbaycan ve Kazakistan’dan gelen petrolünTürkiye topraklarından boru hattı ile geçiyor olmasına ve İsrail-Arap anlaşmasın-dan sonra işlerlik kazanma olasılığı yükselen “Barış Suyu” projesine verilen önem,GAP projesinin tamamlanması ile gıda kıtlığı çekilen Orta Doğu ve Avrasya bölge-sinde bir güç elde etme isteği bu projelerin başlıca örnekleridir.

Türkiye’yi merkeze yaklaştıran göstergeler nelerdir?

2000 yılına doğru Türkiye bu iki ayrı kimliği ile yaşamayı sürdürecektir. Ancak,önemli olan birinci kimliği ne ölçüde daraltabileceği ve ikinciyi ne ölçüde genişlete-bileceğidir. Merkez ile ilişkilerinde, birinci kimlik Çevre’ye itilme nedenidir; ikincikimliği ise rekabet, bazen de (ortak girişimlerde olduğu gibi) işbirliği alanıdır.

6.2. Türkiye’nin Merkez’e Aday Olabilmesi İçin Neler Yapılabilir?

Türkiye’nin ikinci kimliğinin birinciye galip gelebilmesi için ekonomisinde ve dışilişkilerinde bir takım koşulları yerine getirmesi gerekir.

6.2.1. İç-Piyasada Yerine Getirilmesi Gereken Koşullar

Türkiye makro-ekonomik dengesini mutlaka sağlamalıdır. Yani, kamu kesimi açık-ları geçici değil kalıcı önlemler yoluyla GSMH’nin %3-5 arası bir orana indirilmeli,enflasyon hızı tek rakamla bir düzeyde karar kılmalı, cari işlemler açıkları ortadankalkmalı ve dış borç faizleri tekrar borçlanmadan ödenebilmelidir. Sürekli “seçim”ikliminde yaşayan siyasal düzenin istikrarlı bir hükümete yer bırakması ve en az üçyıllık iktidar garantisi olan bir hükümetin kurulması, bunun asgari şartıdır.

Türkiye Güney Doğu sorununu en kısa sürede çözmek zorundadır. Bunu sağlaya-cak bütün almaşıklar tartışılmalı ve ulusal bütünlük demokratik biçimde işlemeli-dir. Ulusal bütünleşme sağlanmadan uluslararası bütünleşmeye soyunmak, bölge-sel farklılıkları büyütebileceği için, bütünden kopma eğilimlerinde hızlanma yara-

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ226

?

Page 230: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

tır. Ayrıca, askeri masrafların artması makro-ekonomik dengeleri kurmayı güçleş-tirdiği gibi, uzun vadeli yatırımlar için kaynakları da kısıtlamaktadır.

Türkiye bu iki sorunu önümüzdeki 2-3 yıl içinde kalıcı biçimde çözüme bağlarkenuzun vadeli büyüme–bütünleşme süreçlerinin gereklerini yerine getirmelidir; ça-ğın getirdiği yeni koşullar, çizilecek stratejide gözününde tutulmalıdır. Bir kere, nü-fus artış hızı öncelikle düşürülmelidir. Yeni Ekonomik Düzen’de vasıfsız, çok sayı-da işgücüne gereksinim kalmamıştır. İkincisi, eğitim sistemi yenilenmeli, okullaş-ma oranı her düzeyde yükselmeli, işgücünün beceri derecesi artırılmalıdır; “tevhiditedrisat” yasasına işlerlik kazandırılmalıdır. Metafizikle doldurulan genç beyinler-le çağın gerekleri yerine getirilemez. Üçüncüsü, Türkiye küçülmekte olan tarımınıve ivme kaybeden imalat sanayini, yeni teknolojilerle donatıp üretim artışını hızlan-dırmak zorundadır. Türkiye üçüncü sanayi devriminin ivme verdiği bir üretim ya-pısını gerçekleştirmelidir. Bu da, iç tasarruf-yatırım oranlarının artışını, bu alanlar-da yabancı sermaye ile işbirliğini, yeni teknolojilerin özümsenmesi ve yayılması içinhükümetin bir örgütleşmeye gitmesini gerektirir. Bu alanda Uzak Doğu ülkelerikaynaklı firmalarla işbirliği olanakları aranmalıdır. Türkiye belirtilen ilk iki koşulu(makro-ekonomik denge ve Güney Doğu için demokratik çözüm) başarabilirse, reelfaizlerin düşmesi, yatırım ikliminin iyileşmesi, yatırılabililr fonların serbest kalmasısayesinde uzun dönemli gelişme koşullarını da yerine getirebilecek duruma girer;ihracatını-döviz ile faiz makasından kendini kurtarmak yoluyla artırıp, ithalatını kı-sabilir. Mal ihracatı ancak mal ithalatının yarısını karşıladığı bir dış ticaret yapısıyla,tarımını ve sanayiini hızla geliştirmesi, teknolojisini ve üretim yapısını iyileştirmesiolanaklı gözükmemektedir.

Yukarıda incelenen öğeler hükümetlerin Yeni Ekonomik Düzen’e uyum sağlayabil-mek için iç piyasada gerçekleştirmeleri gereken asgari koşullardır, Merkez’e adayolmanın ön koşullarıdır.

Türkiye’nin merkeze aday olabilmesi için iç piyasada yerine getirmesi gerekenkoşullar nelerdir?

6.2.2. Uluslararası Ekonomik İlişkilerde Yerine Getirilmesi Gereken Koşullar

Türkiye yeni Ekonomik Düzen’in bölgeselleşme eğilimine uygun girişimleri 1980’liyılların ikinci yarısından itibaren başlatmış bulunuyor. Önümüzdeki yıllarda bun-ları gereklerine uygun biçimde başarı ile sürdürmesi gerekiyor.

AB ve EFTA ile ilişkiler Türkiye’nin Yeni Ekonomik Düzen’e uyumu ve Merkez’eadaylığı açısından büyük önem taşıyor; çünkü, Merkez ile yakın ticari ilişkiler kur-mayan ülkelerin dışlanması olasılığı çok yüksek olacak gibi gözüküyor.

Gerek AB gerek EFTA’da Türkiye “ortak üye” statüsündedir; AB ile sınai mamul-lerde gümrük birliği, EFTA ile serbest ticaret anlaşması aradaki ilişkinin çerçevesini

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 227

?

Page 231: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

oluşturmaktadır. AB ile ilişkilerin öngörülebilir bir gelecekte tam üyeliğe dönüşme-yeceği kesinlik kazanmış gibidir. Bu nedenle, bağımsız ülkeler arasında, salt ticaridüzeyde kalacak ilişkilerin “serbest ticaret anlaşması” niteliği taşıması gerektiğianımsatılmalıdır. Nitekim, dünyadaki bütün örnekler (EFTA, NAFTA, LAFTA gi-bi) bu ikinci ilişki tipindedir; gümrük birlikleri “istikrarsız” kurumsallaşma biçimisayılır, öyle ki, ya ilişkiler daha derinleşme yoluyla ekonomik bütünleşme yolundaverilir, ya da bütünlüşmeye gidilemiyorsa ilişkiler kopar. Bu noktadan yola çıkarak,Türkiye’nin AB ilişkilerini sınai mamullerde gümrük birliğinden serbest ticaret an-laşmasına dönüştürmekte sonsuz yarar olacağı kanısındayız. Böylece, Türkiye, ka-rar alma sürecine katılmadığı AB’nin dış dünya ile ekonomik ilişkilerini benimse-mek zorunda kalmaz.

Bu son nokta şu bağlamda özellikle önem taşımaktadır: Batı Avrupa hem ABD hemJaponya ve Asya Kaplanları’nı Avrupa’dan dışlamak eğilimindedir. Asya-PasifikEkonomik İşbirliği girişiminin (APEC) ABD tarafından bu nedenle başlatıldığı,AB’nin dışlama eğilimine (mütekabiliyet ilkesine uygun biçimde) bir tepki olduğuanlaşılıyor. ABD’nin bir süredir dış ekonomik ilişkilerinde ağırlığı APEC alanınakaydırdığı, dış ticaret hacminin 2000 yılına doğru %40’nın bu alanda yoğunlaşması-nı beklediği bilinmektedir. Türkiye’nin bu büyük alanı gözardı etmesi, gümrük bir-liği çerçevesinde benimseyeceği ortak gümrük tarifesi ve diğer ekonomi politikasıönlemleri yoluyla dışlaması için hiç bir akılcı neden yoktur.

APEC önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin sıkı ilişki kurduğu bir alan olmalıdır. Diğerbir deyişle, salt “bağımsız” ülke konumunun korunması değil, aynı zamanda eko-nomik gerekler de AB ile ilişkilerin yeni bir biçime, yani serbest ticaret alanına, dö-nüştürülmesini gerektiriyor.

Karadeniz Ekonomik İşbirliği ve Orta Asya Türkiye Cumhuriyetleri ile ilişkilerinTürkiye’ye dış yatırımlar yapmak, müteahhitlik hizmetleri, mağaza zincirleri yo-luyla yeni hizmetler için ihracat imkanları yaratmak yoluyla yeni olanaklar getirdi-ği kuşkusuzdur. Ancak, burada da “sınırsız” hale gelen sınır ticaretine bir düzenle-me getirmek, Türkiye’ye kaçak girişleri ve göçleri sınırlamak gereği bulunmaktadır.

Türkiye’nin merkeze aday olabilmesi için uluslararası ekonomik ilişkilerindeyerine getirmesi gereken koşulları belirtiniz.

7. Türkiye'nin Bölgesel Konumunu Güçlendirecekve Uluslararası Stratejik Önemini ArtıracakProjeler

Bu projelerin birincisi “Barış Suyu”dur; Orta Doğu’da hem Türkiye’nin politik veekonomik gücünü hem de bu ölçüde Merkez nezdindeki stratejik önemini artıra-caktır. Bölgede su giderek darlığı artan bir doğal kaynak, su gücünü elde tutan ülkeise vazgeçilmez hale gelmektedir.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ228

?

Page 232: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

İkincisi GAP’tır. GAP projesi Türkiye’nin Orta Doğu’daki stratejik önemini üç de-ğişik boyutu ile artırmaktadır: Bir kere, tamamlandığında ve barajlar su tuttuğunda,bölgenin can damarını elde tutuyor olacaktır. (Bu beklenti, bölgedeki Arap ülkeleri-ni Türkiye karşısında birliğe ve terörü desteklemeye götürmektedir.) Ayrıca, Türki-ye’nin tarım potansiyelini artıracak ve gıda maddesi yetersizliği çeken bölge ülkele-ri açısından eline bir diğer güç geçecektir. (Ancak, bu nokta gıda maddesi fazlasın-dan boğulan ABD ve AB açısından Türkiye’ye sorun çıkarmaya adaydır.) Buna,Türkiye’nin bölgeye elektirik enerjisi satabilmesi gücü de eklenmelidir.

Üçüncü proje Kafkasya ve Orta Asya’dan Batı’ya petrol-doğal gaz nakledecek boruhattında kilit ülke konumudur. Türkiye’ye sağlayacağı ekonomik yarar kadar ülke-nin stratejik önemini de yükseltecektir.

Türkiye iç piyasasında ve uluslararası ilişkilerinde işaret edilen düzenlemeleri veyukardaki projeleri gerçekleştirebilirse, 2000 yılında Çevre ülkesi olma durumun-dan çoktan çıkmış, Merkez’e Aday ülkeler arasında saygın bir yer almış olacaktır.Aksi halde sadece ekonomik değil ciddi siyasal tehlikeler de gündeme gelebilecek-tir.

Türkiye’nin bölgesel konumunu güçlendirecek ve uluslararası stratejik öneminiartıracak projeler nelerdir?

Özet

Sovyet türü komünizmle batının liberal demokrasisi arasındaki elli yıllık soğuk savaşın sonaermesiyle “izm’ler”in çarpışmasının bu yüzyılda yarattığı keskin ideolojik kamplaşma sonaerdi. Yerkürenin çok çeşitli yerlerinde çok sayıda insan, ormanların, çöllerin ve kırsal yalıt-lanmışlığın unutulmuşluğu içinde geçmiş yüzlerce, hatta binlerce yılı geride bırakarak,dünya topluluğundan ve onu birarada tutan global ekonomiden kendileri için yeterli ve ço-cukları için daha iyi bir yaşam talep ediyorlar.

1970’li yılların sonlarında uygulamaya konulan Yeni Dünya Ekonomik Düzen’in temel öğ-retisel öğesi evrensel düzeyde serbest piyasa ekonomisine geçiştir; bütün ülkelerin dünya pa-zarı ile bütünleşmesi ve mal-hizmet-sermaye hareketlerinin tam serbestleşmesi ile küresel-leşmenin gerçekleştirilmesidir. Bu amaçla, ithalat-ihracat dış ticaret koruma politikalarınınetkisinden arındırılacak, fiyat sübvansiyonları kalkacak, paraların konvertibilitesi sağlana-caktır; devlet tekelleri kaldırılacak, kamu teşebbüsleri özelleştirilecektir; mallar gibi hizmetle-rin ve sermayenin dolaşımındaki kamu müdahaleleri de kaldırılacak; dolaysız yatırımlar,portföy yatırımları ve kısa vadeli sermaye hareketleri denetimden arındırılacaktlır. Böylece,dünya ekonomisi, katılanları özel girişimler olan, piyasalarına rekabet koşullarının egemenolduğu ve dürtüsünün kâr olduğu bir alana dönüşecektir. Devletlerin bürokratik müdahale-leri ortadan kalkacağı için, özel girişimler kendi rekabet güçlerine göre kazanacak ya da kay-bedecek; rekabet koşulları verimliliği ve kârlılığı artıracaktır.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 229

?

Page 233: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

Ancak uygulama sonuçları ve işleyiş süreci itibariyle bu düzen incelendiğinde dünya ekono-misinde çözebildiği sorunlardan daha fazla sorun yarattığı tesbit edilmiştir.

Hızlı bir değişim süreci geçiren uluslararası sistem, belirsiz ortamda oluşan yeni dünya eko-nomik düzeni, yeni eğilimlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunlardan ilki küreselleş-me, bütünleşme ya da tek dünya düzeni olarak adlandırılan eğilimdir. Bu kavram tanım ola-rak; uluslaraşırılaşma sürecinin tamamlanıp tüm delokolize (bölgesel olmayan) üretim do-kularının üretim ve tüketiminin dünya ölçeğinde planlandığı, serbest rekabet ve piyasa düze-ninin uluslarüstü kuruluşlarca denetlendiği, kuralların uluslarüstü anlayışla çalıştığı birsistemdir. Siyasi ve kültürel alanlar için olabileceği gibi daha çok ekonomik alanlar için kulla-nılır ve sınır tanımama anlamına gelir. Sınır tanımama ile kastedilen ticaret bloklarının,gümrük sınırlarının ve koruma duvarlarının kalkması sonucunda oluşacak bir dünya pazarsürecidir.

Ortaya çıkan yeni eğilimlerden bir diğeri ise, bölgeselleşme(bloklaşma)dır. Gerek gelişmiş,gerekse azgelişmiş ülkelerin dünya ticaretini geliştirmeye yönelik faaliyetleri iki doğrultudagerçekleşmiştir. Bunlardan birisi "evrensel yaklaşım" adı verilen gelişmedir. Bu yaklaşımGATT çerçevesinde, olabildiğince fazla sayıdaki ülke arasında ticaret kısıtlamalarının kaldı-rılması ve azaltılmasını öngörür. İkinci yaklaşım ise, daha sınırlı nitelikte olup, belirli bircoğrafi bölgede yerleşik ve yakın ilişkiler içinde olan ülkeler arasındaki ticaret ve diğer akım-ların serbestleşmesi esasına dayanır, ki bunun adı bölgesel bütünleşme ya da kısaca bölgesel-leşmedir. Bu tip bütünleşme türlerine örnek olarak, AB, EFTA, NAFTA, KEİB örnek verile-bilir. Bölgesel bütünleşme siyasal yada ekonomik olabileceği gibi, iki amacıda gerçekleştirmekiçinde kurulabilir.

Bu gelişmelere Türkiye açısından bakıldığında; Yeni Ekonomik Düzeni Türkiye Konumun-daki ülkeler için bir veridir; buna en iyi uyumu sağlamaya çalışmaktan başka bir yol görü-nürde yoktur. bu uyum için Türkiye’nin bariz kısıtları kadar elinde çarpıca fırsatları da var-dır. Uyum sağlamamayan, fırsatları olmayan ya da bunları kullanamayan ülkeler Çevre’deyalnızlığa itileceklerdir. Azgelişmiş ülkelerin gelişme yoluna girebilmesi için Merkez’de kal-kınma kuramları kurulduğu, yatırım kaynaklarının ayrıldığı, serbest pisasa ekonomisi dı-şında politikalar uygulamalarına göz yumulduğu dünya çoktan geride kalmıştır. Merkez’ioluşturan sanayileşmiş ülkelerin birbirlerine karşı da hoşgörüsü yoktur. Yeni Düzen’de herbölge eşit koşullarda dünya pazarında yarışa katılacaktır; ancak,bu o bölge dışında kalanlariçin koşulların eşit olmaması demektir. Bu bakımdın, Türkiye’nin mutlaka bu bölgeselleşmesürecinde kendisine yer edinmesi gerekmektedir.

Yeni Dünya Ekonomik Düzeni bitmiş, sonu gelmiş bir olgu değildir. Yarattığı çelişkiler ne-deni ile, bir etki-tepki sürecinde sürekli yeni oluşumlara yol açacaktır. Bunun yeni bir örneğiABD’nin Asya Pasifik İşbirliğini gündeme getirmesidir. AB-EFTA’dan mutlaka buna diğerbir oluşum ile tepki gelecektir. Değişmelerin çokluğu ve sürati Türkiye gibi oluşumların or-taya çıkması kararlarında payı olmayan ülkelerin, her çeşit değişime hazır olmasını gerektir-mektedir.

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ230

Page 234: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A Ç I K Ö Ğ R E T İ M F A K Ü L T E S İ

Ancak, değişimlerin her türüne uyum sağlamanın ön koşulu, Türkiye’nin bu ünitenin sonbölümünde belirtilen asgari ekonomik çözümleri ivedilikle üretebilmesi, iç-dış dengesizlikle-rini azaltabilmesidir.

Değerlendirme Soruları

1. Yeni Dünya Ekonomik Düzeninin doğuşuna yol açan temel neden aşağıdaki-lerden hangisidir?A. ABD’nin Vietnam’daki başarısızlığıB. Petrol Krizlerinde OPEC’in başarısıC. Japonya ve Asya Kaplanlarının sanayi ve ihracat alanındaki devlet des-

tekli başarıları

D. Gelişmiş ülkelerdeki sermayenin kâr hadlerindeki düşüşlerE. Sermaye yoğunluğu ve yüksek teknoloji

2. Aşağıdakilerden hangisi finansal küreselleşmenin gelişmekte olan ülkeleregetirdiği sorunlardandır?A. Yabancı para yerine yerli paraya olan talebin artmasıB. Düşük faiz ve uzun vadelerle dış borç alma zorunluluğuC. Küreselleşen merkez malları ve tüketim kalıplarının da etkisiyle ithalat

artarken ihracatın duraklamasıD. Dış borçlarda ani düşüşlerin yaşanmasıE. Ticaretin büyük bir dış tasarruf kaynağı olması

3. Aşağıdakilerden hangisi küreselleşmeyi hızlandıran gelişmelerdendir?A. Ulaşım maliyetlerinde yaşanan büyük artışlarB. Haberleşme maliyetlerinde yaşanan büyük artışlarC. Gelişmekte olan ülkelerin liberalizasyon hareketini benimsemeleriD. Ulus devlete duyulan ihtiyacın artmasıE. Ulus devletlerin sınırları içersindeki tüm sorunlarla başa çıkabilmeleri

4. Aşağıdakilerden hangisi siyasal bütünleşme şekillerindendir?A. FederasyonB. Gümrük BirliğiC. Ekonomik BirlikD. Ortak PazarE. Serbest Ticaret Bölgesi

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ 231

Page 235: Aöf - Çağdaş Dünya Tarihi

A N A D O L U Ü N İ V E R S İ T E S İ

5. Aşağıdakilerden hangisi günümüz uluslararası iktisadi ortamının temelözelliklerindendir?A. Ticareti kısıtlayan engeller kalkmıştırB. Sanayileşmiş ülkeler çeşitli nedenlerle ortaya çıkan ekonomik

durgunluklardan etkilenmemektedirC. Batılı ülkelerin uyguladıkları tarımsal destekleme politikaları gelişmekte

olan ülkeleri olumlu yönde etkilemektedirD. Dış ticaret hadleri gelişmekte olan ülkeler aleyhine gelişmeye devam et-

mektedirE. Bölgesel ticari alanlar zayıflamaktadır.

Yararlanılan ve Başvurulabilecek Kaynaklar

Drucker F. Peter, Yeni Gerçekler, T. İş Bankası, Ankara, 1991.

Durusoy Serap, Küreselleşmenin Oluşum Süreci ve Türkiye, Anadolu Ünv. Sos-yal Bl.Ens., Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir, 1995.

Kansu Işık, Küreselleşme, İmge Kitabevi, Ankara, 1997.

Kazgan Gülten, “Değişen Dünya Ekonomik Düzeni ve Türkiye”, Türkiye Ekono-mi Kurumu, Ankara, 1993.

Knoke William, Cesur Yeni Dünya, Türk Henkel Yay. 7, İstanbul, 1997.

Kutlu Erol, Dünya Ekonomisi, Anadolu Ünv. Basım Evi, Eskişehir, 1998.

Teulon Frederic, La Nouvelle Economie Mondial, Presses Ünv. De France, 1993.

Değerlendirme Sorularının Yanıtları

1. D 2. C 3. C 4. A 5. D

G Ü N Ü M Ü Z D E O R T A Y A Ç I K A N E K O N O M İ K O L U Ş U M L A R V E T Ü R K D Ü N Y A S I N A E T K İ L E R İ232