Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist...

36
KURTULUŞ CEPHESİ Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede Zafer Bizim Olacaktır! http://www.kurtuluscephesi.com YIL: 19 SAYI: 106 Kasım-Aralık 2008 Ezberden Söylüyoruz: Yalnız iki sınıf vardır: Proletarya ve burjuvazi. Birine karşı olan öbürüyle beraberdir. Aşırı-Üretim, Kriz ve Kriz İhracı Dünya Ekonomisi “Teknik Anlamda” Resesyona Girince Kapitalist Ekonominin Devresel Hareketi (Cycle/Çevrim) ve Devrim IV. Bunalım Dönemine Talim Ederken V. Bunalım Dönemine Giriş “Finas Krizi”nin İlk “Reel” Sonuçları Genel Kural: Yerel Seçimler Yaklaşırken Bayram Tatilleri Uzar ... Ve Yüksek Seçim Kurulu Seçmen Sayısını Açıkladı!

Transcript of Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist...

Page 1: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede

Zafer Bizim Olacaktır!

http://www.kurtuluscephesi.com YIL: 19 SAYI: 106 Kasım-Aralık 2008

Ezberden Söylüyoruz:Yalnız iki sınıf vardır: Proletarya ve burjuvazi.

Birine karşı olan öbürüyle beraberdir.

Aşırı-Üretim,Kriz ve Kriz İhracı

Dünya Ekonomisi “Teknik Anlamda” Resesyona Girince

Kapitalist Ekonominin Devresel Hareketi (Cycle/Çevrim)

ve Devrim

IV. Bunalım Dönemine Talim Ederken V. Bunalım Dönemine Giriş

“Finas Krizi”nin İlk “Reel” Sonuçları

Genel Kural: Yerel Seçimler Yaklaşırken

Bayram Tatilleri Uzar

... Ve Yüksek Seçim KuruluSeçmen Sayısını Açıkladı!

Page 2: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

KURTULUŞ CEPHESİSORUMLU (V.i.S.d.P) : Sezai GörürYazışma Adresi:Postfach 141455504 Bad Kreuznach / Deutschland

http://www.kurtuluscephesi.comhttp://www.kurtuluscephesi.orghttp://www.kurtuluscephesi.nethttp://www.kurtuluscephesi.de E-Posta Adresi:[email protected]

Bu sayı İLKER Matbaası’nda basılmıştır. Baskı Tarihi: 5 Aralık 2008

EZBERDEN SÖYLÜYORUZ:YALNIZCA İKİ SINIF VARDIR:PROLETARYA VE BURJUVAZİ

AŞIRI-ÜRETİM,KRİZ VEKRİZ İHRACI

DÜNYA EKONOMİSİ“TEKNİK ANLAMDA”RESESYONA GİRİNCE

KAPİTALİST EKONOMİNİNDEVRESEL HAREKETİ(CYCLE/ÇEVRİM)VE DEVRİM

IV. BUNALIM DÖNEMİNETALİM EDERKENV. BUNALIM DÖNEMİNEGİRİŞ

“FİNANS KRİZİ”NİNİLK“REEL” SONUÇLARI

GENEL KURAL:YEREL SEÇİMLER YAKLAŞIRKENBAYRAM TATİLLERİ UZAR

...VE YÜKSEK SEÇİM KURULUSEÇMEN SAYISINIAÇIKLADI

“Finans Krizi” karşısında, gerek krizin tahlili, gerekse krize karşı

politikalar konusunda uzlaşmaz iki sınıfın farklı bakış açıları olduğu üzerine

bir değerlendirme.

“Finans Krizi”nin dünya ekonomik bunalımına dönüşmesiyle birlikte,

emperyalist ülkelerdeki “kriz”in geri-bıraktırılmış ülkelere ihraç edilmesine

ilişkin bir değerlendirme.

AB ve Japonya’nın ardından ABD’nin NBER ölçütlerine göre, yani “teknik

anlamda” durgunluğa/resesyona girme-sine ilişkin bir değerlendirme.

Kapitalizmin devresel hareketinin “kriz” aşamalarında devrimci durumun ortaya

çıktığı savına dayanan revizyonist devrim anlayışının genel eleştirisi.

Serbest rekabetçi kapitalizmin tekelci kapitalizme, yani emperyalizme dönüş-

mesiyle birlikte ortaya çıkan, kapitalizmin sürekli ve genel bunalım

dönemlerine ilişkin yanlış görüşlerin bir değerlendirmesi.

Tayyip Erdoğan’ın “kriz bizi teğet geçer” sözlerinden sonra

“kriz”in ülkeye yansımasına ilişkin “medya” heberleri.

Yerel seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte AKP iktidarının “seçim rüşvetlerine”

yönelik bayram tatilini uzatmasına ilişkin kısa bir değerlendirme.

Bir yıl içinde seçmen sayısını iki milyon azaltıp, ardından beş buçuk milyon artıran YSK’nın seçmen kütüklerine

ilişkin bir değerlendirme.

3

7

13

18

23

27

30

32

Page 3: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

“Öğrenci üniforması taşıyan genç, küstah bir ses tonuyla konuşuyordu: - Kardeşlerinize karşı silahlanarak katil ve hainlerin birer aleti olduğunuzu anlı-

yorsunuzdur sanırım, diyordu. - Kardeş, iş böyle değil, diye ciddi ciddi yanıtladı asker. Siz anlamıyorsunuz. İki

sınıf var. Biri proletarya, öbürü burjuvazi. Bizler... - Bu palavrayı biliyorum, diye kesti öğrenci. Siz cahil köylüler için böyle hazırlop

sözlerin her yerde anırılması yeterlidir. Hiçbir şey anlamadan papağan gibi hemen tekrarlamaya koyulursunuz.

Kalabalık kahkahadan duramıyordu. - Bak, ben Marksist bir öğrenciyim. Size sosyalizm için değil, anarşi için, Alman-

ya hesabına dövüştüğünüzü söylüyorum. - Biliyorum, dedi asker alnından ter damlarken. Siz okumuş bir insansınız. Görü-

lüyor bu. Ben ise cahilim. Ama yine de bana öyle geliyor ki... - Lenin’in gerçek bir proletarya dostu olduğuna mı inanıyorsun, diye kestirip attı

öğrenci. - Evet, inanıyorum, dedi asker sıkıntılar içinde. - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir vagon içinde tüm Almanya’yı geçtiğini ve

Almanlardan para aldığını da biliyor musun? - Bunlardan pek haberim yok, diye yanıtladı asker inatçı bir tonla. Ama söyledi-

ği şeyler, ben ve benim gibi olanların işitmek istedikleri şeyler. Görüyorsunuz ya, yi-ne de iki sınıf var, burjuvazi ve proletarya..

- Sen delisin be arkadaşım. Ben devrimci eylemim için Schlüsselbourg’ta tam iki yılımı verdim. Oysa ki, o zaman sizler devrimcileri kurşunlayıp “allah Çarı korusun” diye şarkılar söylüyordunuz. Benim adım Vassili Georgieviç Panin. Hiç benden söz edildiğini işitmedin mi?

- Kusura bakma, ama işitmedim, dedi asker sıkıla sıkıla. Kuşkusuz ki büyük bir kahramansınız...

- Elbette, dedi öğrenci inançla. Şimdi de Rusyamızı ve özgür devrimimizi batır-mak üzere olan Bolşeviklere karşı dövüşüyorum. Nasıl açıklarsın bunu?

Asker başını kaşıdı ve aklı iyice karıştığından yüzünü ekşitti: - Nasıl açıklanır bilemem orasını. Ama her şey bana olduğu gibi gözüküyor. Ca-

hil olmasına cahilim. Yine de yalnız iki sınıf var galiba ortada. Proletarya ve burjuva-zi.

- Yine bıraktığım yerde otluyorsun be arkadaş, diye haykırdı öğrenci. - İki sınıf diyordu boyuna asker inatla. Birine karşı olan öbürüyle beraberdir.”

[John Reed, Dünyayı Sarsan On Gün]

“Cahil olmasına cahil” olduğunu içten-likle kabul eden bu asker tek bir gerçekten söz ediyor: “Yalnız iki sınıf vardır: Proletar-

ya ve burjuvazi. Birine karşı olan öbürüyle beraberdir.”

Çıkarları birbiriyle uzlaşmaz olan bu iki

Ezberden Söylüyoruz:Yalnız iki sınıf vardır: Proletarya ve burjuvazi.

Birine karşı olan öbürüyle beraberdir.

Page 4: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

sınıf arasındaki mücadele, proletarya ile burjuvazi arasındaki mücadele, kapitalizmin dünya çapında egemen üretim ilişkisi oldu-ğu günden bugüne kadarki tüm tarihin ko-nusu olmuştur.

Kimilerinin “ezber” dedikleri, John Re-ed’in tanık olduğu yukarda aktardığımız olayda öğrencinin söylediği gibi “papağan gibi” tekrarlanan bu gerçek, dünyaya iki farklı bakış açısının sınıfsal özüdür.

Evet iki sınıf vardır, proletarya ve burju-vazi. Her iki sınıfın ekonomik, toplumsal, si-yasal, kültürel ilişkileri ve çıkarları birbirine taban tabana zıttır ve bu zıtlık, onların geli-şen olaylar karşısındaki birbirine karşıt tu-tumlarının da maddi temelidir. Çıkarları bir-birine karşıt olan bu iki sınıfın, gelişen olay-ları ele alış tarzları, tahlilleri ve yorumlayış tarzları da farklıdır. Tahlil ve yorumları fark-lı olduğu için de, olaylar karşısındaki tutum-ları da farklıdır. Daha tam ifadeyle, bu iki sı-nıfın bakış açısından, dünya farklı biçimde yorumlanır ve dünyayı farklı yorumladıkları için de onu değiştirme tarzları farklı olur.

Bugün, hangi sınıftan olursa olsun, eği-tim görmüş ya da cahil, herkesin bildiği, gördüğü, en azından öyle olduğunu kabul ettiği “finans krizi”, derinleşerek ve yayıla-rak gerçek anlamda bir dünya ekonomik bunalımına dönüştüğü bir aşamada, bu kri-zin ya da bunalımın tahlili, değerlendirilme-si ve bundan çıkış yolları “iki sınıf” açısın-dan farklıdır.

Bir taraf, yani burjuvazi, kendi egemen olduğu dünyada, kendi sisteminde patlak veren ve patlak vermesi kaçınılmaz olan “kriz” karşısında, kendi varlığını korumak için elindeki tüm güçleri harekete geçirmiş-tir. Kendi varlığı söz konusu olduğunda, ya-ni kendisinin ölüm-kalım sorunu ortaya çık-tığında hemen her zaman sahip olduğu en temel aracı, yani devleti devreye sokar. Ve bugün devlet, burjuvazinin devleti, yani ka-pitalist devlet, “kriz”e karşı devreye girmiş, krizin finans, ticaret ve sanayi alanında or-taya çıkardığı devasa sorunları altetmek için piyasalara müdahale etmiştir.

Neo-liberalizmden başka bir şey duyma-mış ve görmemiş olan gençler için devletin ekonomiye müdahalesi (burjuvazinin “kıla-vuzu iktisatçılar”ın çok sevdiği sözle “regü-lasyonlar”), şaşırtıcı, bilinmedik, ilk kez olan bir olay gibi görünse de, “diğer sınıf”, yani proletaryanın bakış açısını bilenler için es-

kimiş, kullanılmış ve tüketilmiş bir eşyadan başka bir şey değildir.

Şaşırtıcı olan, “finans krizi”nin derinleşip yaygınlaşması ve bu şekilde “reel sektör”e, yani sanayi ve ticaret alanına yansıması de-ğil, böyle bir olgunun gerçekliği karşısında gösterilen şaşkınlığın bizatihi kendisidir.

“Piyasaları sakinleştirmek” adına politi-kacıların (ki bunların arasında en “ilginç” portreyi çizen Tayyip Erdoğan ve mehteran takımıdır) olayı küçümseyen, geçiştiren, önemsizleştiren açıklamaları şaşkınlığı da-ha da artırmıştır.

Hemen herkes, “kılavuzu iktisatçılar” olanlar da dahil hemen herkes, ABD’de “bir-den bire” patlak veren (ki hiç de öyle olma-dığı bilinmektedir), ardından Avrupa ekono-milerini ve 1997 Asya krizinden bu yana bir türlü toparlanamamış Japonya’yı içine alan krizin gelişimi karşısında şaşkındırlar.

Ortada “ne fol, ne yumurta” varmış gibi görünüyor. “Birden bire” ABD’nin “en bü-yük” bilmem kaçıncı “yatırım bankası” iflas ediveriyor. Ardından yine ABD’nin “en bü-yük” sigorta şirketi devlet tarafından “kurta-rılıyor”, yaklaşık iki trilyon dolar harcanıyor, 700 milyar dolarlık “fon” oluşturuluyor, ama “kriz”in önü alınamıyor.

2001 Şubat kriziyle “şerbetli” Türkiye in-sanları da şaşkınlık içinde olayları izliyor.

Her şey “normal” görünürken, her şey her zamanki “gibi” akıp giderken, öylesine yaşanırken, TOKİ’den “kira ödermiş gibi” evler satın alınırken, kredi kartlarıyla yaşam “her zamanki” sorunlar ve sıkıntılarla sürüp giderken, üniversitelere “ek kontenjan”la yüz binlerce yeni öğrenci alınmışken, Mart 2009 yerel seçimlerine şunun şurasında bir-kaç ay kalmışken, Anayasa Mahkemesi AKP’yi kapatamayıp ortalığı “sakin”leştirmiş-ken, “Ergenekon çetesi”nin duruşmaları başlamışken, PKK yeniden silahlı eylemle-rini artırmışken, sabırları “pompalı tüfek”le ölçülürken, “birden bire”, “aniden” “kriz”den söz edildiğini duyan herkes şaşkındır.

Tayyip Erdoğan’a göre, “kriz” “bizi teğet” geçecekken, “birden bire” teğet geçmekten vazgeçip, delip geçmeye kalkıştığını gören-ler şaşkındır.

Şaşkınlık öylesine yoğun ve derindir ki, “birden bire” ortaya çıkan “finans krizi”nin bir “Amerikan komplosu” olduğu bile büyük ciddiyetle söylenmeye başlamıştır.

Bu şaşkınlık içinde, yine “birden bire”

Page 5: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

Marks’ın keşfedilmesi, yani “diğer sınıf”ın dünya görüşünün akla gelmesi, “acaba ka-pitalizmin sonuna mı geliniyor” söylemleri-nin de ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Nasıl ki Marks, “siyasal Marks”, “hüma-nist Marks”, “Hegelci Marks” keşfedilmişse, şimdi de “ekonomist Marks” keşfedilmiştir! Daha düne kadar “laz Marks”ı “Türk-lazca” kırması bir dille “konuşturan”lar yaşamla-rından memnun, Marksizmi böylesine “es-pri” içinde anlatmaktan “hoşnutluk” için-deyken, “birden bire” Marks’ın Kapital’inin tüm haşmetiyle ortaya çıkması da şaşırtıcı olmuştur.

Öte yandan ortalık, günlük yaşam her zamanki gibi akıp gitmektedir. Kredi kartı-nın limiti dolanlar “kontör” satın alarak “iş-bitirici”liklerini sergilemeyi sürdürüyor, TO-Kİ binlerce konutu inşa edip satıyor, “dev-let erkanı” AKP adına kömür dağıtıyor, “Er-genekon davası” sürüyor, doğal gaza zam yapılıyor, benzin fiyatları indiriliyor...

Ve “birden bire” bankaların kredileri ge-ri çağırmalarından, “reel sektör”ün Tayyip’-lerden “destek” istediklerinden, adı ünlü tekstil şirketlerinin iflasından, otomotiv sek-törünün üretimi durdurmasından, IMF’nin “ümüğümüzü” sıkmaya hazırlandığından söz edilmeye başlanılıyor.

Açıkçası, bir tarafta yaşam normal, her zamanki dertleriyle öylesine akıp giderken, insanlar günlük yaşamlarında “kriz”i pek de hissetmezken, “kriz” denilen şey ABD ve Av-rupa’da dolaşıyorken, kısacası her şey nor-mal, piyasalar sakin iken, birden ortalık ka-rışmaya başladı.

“Kriz” denilebilecek bir “şey” günlük ya-şamda hissedilmezken “kriz” patlak veriyor-muş gibi bir hava esmeye başladı. Binlerce kişinin işten çıkartıldığı, “elegant” şirketle-rin iflas ettiği haberleri “medya”da yer al-maya başladı. Şubat 2001 kriziyle “güçlen-dirilmiş bankacılığımız”ın dünyadaki “finans krizi”nden etkilenmeyeceği söylenmişken, bankaların kredileri kısmalarından, eski kre-dileri geri çağırmalarından yakınmalar baş-ladı.

Şaşkınlığı şaşkınlıklar izlemeye başladı. Her yeni olayla artan şaşkınlık, “kriz” oldu-ğu kanısına ve nihayetinde “galiba kriz var” noktasına doğru geliyor.

Bu şaşkınlık, bu belirsizlik, böylesine bir “garabet” neden ileri geliyor?

İnsanlar, günlük yaşamlarında fazla bir

şey hissetmezken, her şey “olağan”lık için-de akıp giderken “kriz” denilen şey nasıl geldi, nereden çıkıp geldi?

Hayret!Daha dün, “globalleşen dünya”dan, “glo-

balleşen dünyanın parçası” olmaktan, “glo-bal dünyayla bütünleşmek”ten, “global pi-yasalar”la iş yapmaktan söz edilirken, şim-di dünya “finans krizi”nin ülkenin kapısına dayanmasına şaşılıyor.

Denildi ki, “dün dün ile gitti cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım”!

Söylenildi. “Yeni” denilerek, tüm gerçek-ler çarpıtıldı. Bilinenler bilinmez oldu, yaşa-nılanlar unutturuldu ve bu bilinmezlik ve unutulmuşluk içinde “yeni” bir kuşak yara-tılmaya başlanıldı. “Yaratanlar” yarattıkların-dan memnundular, “yaratırken” de kendile-rini de yeniden “yaratmışlar”dı. Güllük gü-listanlık, toz pembe, kredi kartlı ve toplu ko-nutlu yaşamda dolu dizgin yaşanılıyordu.

“Yeni” denilenlerin, “yeni” sanılanların, “yeni” gibi gösterilenlerin hiç de yeni olma-dığını söyleyenler ise, ya “dinozor” denile-rek dışlandı ya da “ezber”den konuşmakla suçlandı. “Ezber bozanlar”, “tabu yıkanlar”, her türden neo-liberal, liberal sağcı ve sol-cular, “demokrasinin özü azınlığın haklarını korumaktır” diyenler, “azınlıklar ülkemizin zenginliğidir” diye konuşanlar, “televoleci ekonomistler” baş tacı edildi. Elbette “sol” denilen kesim de bundan muaf değildi. “Laz İsmail”in yerine “Laz Marks”ı geçiren-ler de, “polemik yapmayacağız” diyenler de, “Taksim tramvay durağı” eylemcileri de, “deniz manzaralı lüks kafeterya”da kültürel etkinlik yürütenler de, “Piraye Kafe”de kah-velerini “komünistçe” yudumlayanlar da, “baskın basanındır”cılar da, “umudu büyü-tenler” de kıyısından köşesinden bu tablo-da yer aldılar.

Ve şimdi “umutlu şarkılar söyleme za-manı” diye konuşmaya başladılar. Kimileri bununla da yetinmeyip, “kapitalizmin so-nu”nu ilan etme yarışına giriştiler.

Oysa “ezber” çok yalındı: Kapitalizmin iç dinamikle değil, dış dinamikle, yani em-peryalizm tarafından, kendi çıkarlarına uy-gun olarak yukardan aşağıya geliştirildiği, dolayısıyla çarpık bir kapitalizmin egemen olduğu bir ülkede yaşanıyordu. Böyle bir ül-keye, emperyalist sistemin tüm bunalımla-rı şiddetle yansıyordu. Emperyalist ülkelerin içinde bulundukları bunalımlar ve krizler, bu

Page 6: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

bağımlılık ilişkisi içinde olan ülkelere akta-rılıyor, bunalım ve krizlerin bedeli bu ülke-lere ödettiriliyordu. 1980 dünya ekonomik bunalımında olduğu gibi, 1994, 1999 ve 2001 krizlerinde de emperyalist ülkelerin buna-lımları ülkemize şiddetle yansımıştı.

Şimdi aynı tarih ve aynı olaylar bir kez daha yaşanıyor. Yine aynı bağımlılık ilişki-sinde olan ülkemizde, yine aynı bağımlılığın sonuçları yaşanıyor. “Ezber”in yıllardır söy-lediği gibi, ülkenin kaderi, bağımlı olduğu emperyalist ülkelerin çıkarlarına bağlıdır; ül-ke ve insanları kendi kaderlerini kendileri tayin edememektedirler; ülkenin ekonomik, toplumsal ve siyasal yaşamı bu bağımlılık tarafından belirlenmektedir. Eğer ortalık “normal” görünürken birden bire bir “kriz” havası esmeye başlamışsa, bunun tek ne-deni bu bağımlılık ilişkisi ve bu ilişki saye-sinde emperyalist ülkelerin kendi sorunla-rını, krizlerini bağımlı ülkeye ihraç etmele-rindendir.

“Ezber” bunu söyledi ve söylemeyi sür-dürüyor.

Ve yine “ezber” diyor ki, böylesi bağım-lılık ilişkisi varlığını sürdürdüğü sürece, ba-ğımlı ülkenin insanları, sürekli değişken, is-tikrarsız bir ortamda geleceğe güvenle ba-kamazlar. Yarınlarının ne olacağını kendile-

ri değil, bağımlı olunan ülkenin çıkarları be-lirler. İktidarda kim olursa olsun, her durum-da bu bağımlılık ilişkisinin kulu ve kölesidir-ler. İktidar oluşları kadar iktidarda kalışları da, bu bağımlılık ilişkisini sürdürme ve ko-ruma çabalarına bağlıdır.

Ve “ezber” diyor ki, bu bağımlılık ilişkisi ortadan kaldırılmadığı sürece, insanlar ve ülke kendi kaderini kendisi çizemez, yarın-larına güvenle bakamaz, bakamadığı için de “günü kurtarma”, “anı yaşama” içinde ge-leceğe, yarına kayıtsız kalır.

Ve “ezber” diyor ki, ülkenin ve insanla-rın kendi kaderlerini kendi ellerine almala-rı zorunlu ve kaçınılmazdır. Bu, ne denli kor-kutucu gösterilmiş olursa olsun, sözcüğün gerçek ve tam anlamıyla ulusal kurtuluş, ulusal bağımsızlık, gerçek bir demokrasi için mücadele etmek, tek sözcükle, devrim yapmak demektir.

Ve proletaryanın bakış açısı, sınıfsal ger-çekliği bu kurtuluşun, bağımsızlığın, demok-rasinin, kısacası devrimin yolunu gösteren tek gerçek çıkış yoludur.

Kısacası, “ezber”in söylediği gibi:“Yalnız iki sınıf vardır: Proletarya ve bur-

juvazi. Birine karşı olan öbürüyle beraber-dir.”

Page 7: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

Kurtuluş Cephesi’nin geçen sayısında “‘Finans Krizi’ ‘Reel Sektör’e Yansıyacak mı?” yazısı şöyle bitiyordu:

“Tüm bu olayların temelinde ise, kapitalist sistemin en yalın gerçeği yatar: Aşırı-üretim. Yaşanılan ‘kriz’, kredi sistemiyle beslenen aşırı-üreti-min krizidir.”*

Kapitalizmin bu gerçeğini Marks şöyle ifade eder:

“Bütün gerçek bunalımların son nedeni, daima kapitalist üretimin üretici güçleri sanki yalnız toplumun mutlak tüketim gücü bu güçlerin sı-nırını teşkil edermişçesine geliştirme çabasına zıt olarak, kitlelerin yoksul-luğu ve sınırlı tüketimidir.”** (abç)

Gerçek böylesine yalın bir biçimde 150 yıl öncesinden ortaya konulmuşken, gelişen

“finans krizi”ne ilişkin tüm yayınlarda “aşı-rı-üretim”e ilişkin doğru dürüst bir değinme-ye rastlamak olanaklı değildir. Sağcısından solcusuna, ekonomistlerden köşe yazarları-na kadar hemen herkes, şuradan ya da bu-radan duydukları sözleri yinelemekten öte-ye geçmemişlerdir. “Medya”nın “finans kri-zi”ne ilişkin yayınları kendi içinde “piyasa-ları sakinleştirme” amacına yönelik bir “kriz edebiyatı” olup çıkmıştır. Bu edebiyatın için-de yer alan Taha Akyol gibi bazıları da, “Marks haklıydı” vb. türünden ve sadece kü-çük-burjuva aydınları için bir anlamı olan düşüncelere karşı “öyle ama, kapitalizmin alternatifi yok” türünden yazılar yazarak, “fi-nans krizi” karşısında küçük-burjuva aydın kesimin sola kaymasını önlemeye çalış-maktadırlar. Yine de hiç birisinde açık bi-çimde “aşırı-üretim” sorununa değinilmez.

Basit ve halk deyişleriyle ifade edersek, para sahibi olan kişi bir kez parasını “ser-maye” olarak yatırdığı andan itibaren, allah ona “yürü ya kulum” der. Ve kapitalist üre-tim sürecine yatırılmış para, yani sermaye, “yürü ya kulum” talimatını alır almaz, elin-den gelen tüm yolları ve araçları kullanarak parasını (sermayesini) katlamaya, çoğaltma-ya koyulur. Kapitalizmin yukardan aşağıya

* Kurtuluş Cephesi, “‘Finans Krizi’ ‘Reel Sektör’e Yansıyacak mı?”, Sayı: 105, Eylül-Ekim 2008.

** Marks, Kapital, Cilt: III, s. 429.“Elden geldiğince çok artı-emek sızdırılıp meta-

larda maddeleşir maddeleşmez, artı-değer üretilmiş olur. Ne var ki, bu artı-değer üretimi, kapitalist üretim sürecinin ancak birinci perdesini –doğrudan üretim sürecini– tamamlar. Sermaye, şu kadar miktarda kar-şılığı ödenmeyen emek emmiştir. Süreçte, kendisini kâr oranındaki düşmede ifade eden gelişme ile bir-likte, böylece üretilmiş bulunan artı-değer kitlesi mu-azzam boyutlara ulaşır. Şimdi sürecin ikinci perdesi gelir. Tam metalar kitlesi, yani değişmeyen ve deği-şen sermayeyi yerine koyan kısmı ile artı-değeri tem-sil eden parçayı da içeren toplam ürünün satılması gerekir. Eğer bu yapılmaz ise, ya da kısmen veya üre-tim-fiyatlarının altında kalan fiyatlarla yapılırsa, işçi aslında sömürülmüştür, ama bu sömürü kapitalist için sömürü olarak gerçekleşmemiştir ve bu durum, işçi-den sızdırılan artı-değerin, hiç gerçekleşmemesi ya da kısmen gerçekleştirilmesi, ve hatta, sermayenin kısmen ya da bütünüyle kaybedilmesi ile sonuçlana-bilir. Doğrudan doğruya sömürü koşulları ile, bu

sömürünün gerçekleştirilmesi koşulları özdeş de-ğildir. Bunlar yalnız yer ve zaman olarak değil, man-tıken de birbirinden farklıdır. Birincisi yalnız, toplu-mun üretici gücü ile, ikincisi ise, çeşitli üretim kolla-rının aralarındaki orantılı bağıntı ve toplumun tüketim gücü ile sınırlıdır. Ama bu son sözü edilen güç, ne mutlak üretim gücü ile ve ne de mutlak tüketim gü-cü ile belirlenmeyip, toplumun büyük bir kesiminin tüketimini, az çok dar sınırlar içersinde değişen bir asgariye indirgeyen uzlaşmaz karşıtlık halindeki bö-lüşüm koşulları temeline dayanan tüketim gücü ile belirlenir.” (Marks, Kapital, Cilt: III, s: 216-217.)

Aşırı-Üretim, Kriz ve Kriz İhracı

Page 8: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

geliştiği, yani emperyalizm tarafından geliş-tirildiği bizim gibi ülkelerde bu durum her-kes tarafından fazlaca anlaşılabilir olmasa da,* para kazanmak için yola koyulur. Bu yolculuk, basit tüccar ifadesiyle, öncelikle ucuza alıp pahalıya satacağı bir süreçtir. Oy-sa gerçekte ucuza alınıp pahalıya satılabi-len tek şey emek-gücüdür. Bu nedenle ser-maye işe, ucuz emek-gücüyle başlar ve so-nuç olarak da bu emek-gücünün ürününü pahalıya satarak kendisini büyütür, yani kâr sağlar. Elde ettiği kâr ne kadar büyük olur-sa, sermayesini o kadar büyütür ve o kadar daha çok emek-gücünü harekete geçirir, o kadar emek-gücü ürünü elde eder ve o oranda da kârını artırır. Bu nedenle, bütün sermayelerin amacı kâr etmek ve bu yolla kendisini sürekli büyütmektir.

Kendini sürekli büyüten sermaye, bunu sadece üretimi sürekli büyüterek başarabi-lir. Dolayısıyla sermayenin kendi büyümesi, üretimin artması demektir. İşte bu üretimin sermayenin sürekli büyümesiyle artması, kapitalizmin kendi sınırlarına kadar gelip da-yandığı yerdir. Marks’ın ifade ettiği gibi, bu-rada sermayenin büyümesi “toplumun mut-lak tüketim gücüyle” sınırlanıyormuş gibi görünür. Yani sınırsız bir büyümedir bu. Öy-lesine sınırsız bir büyümedir ki, kredi siste-minin gelişmesiyle birlikte artık kendi ser-mayesinin boyutuyla sınırlı olmayan bir ser-maye olanağı elde eden kapitalist, akıl al-maz yöntemlerle üretilen kredilerle (“türev araçlarıyla” üretilen krediler) üretimi sınır-sız ölçüde genişletmeye koyulur. Ve bu sı-nırsız üretilen ürünler, sınırlı gelire sahip olan insanlar tarafından tüketilmek duru-mundadır. Marks’ın sözüyle “kitlelerin yok-sulluğu ve sınırlı tüketimi” belli bir yerden

sonra bu sınırsız üretimi, bu sınırsız üreti-min ürünlerini tüketemez, yani bu ürünler satılamaz hale gelir.

Açıktır ki, ister doğrudan kendi serma-yesiyle, ister kredi kullanarak üretimi sınır-sız ölçüde geliştiren kapitalist, mallarını sa-tamaz hale geldiği andan itibaren, sermaye geri dönmediği için ya da kredi borcunu ödeyemediği için üretimi sürdüremez hale gelir. Bu da, bireysel kapitalist için “kriz” du-rumudur ve ardından iflas gelir. İflas, o gü-ne kadar sermayesini sürekli büyüten, pa-rasını sürekli katlayan, günlük ifadeyle “sü-rekli zenginleşen” bireysel kapitalistin sonu-dur.

Böyle bir duruma düşmek istemeyen ka-pitalist ne yapabilir ya da ne yapar?

Günlük dille söylersek, “zararına” ya da “kârdan zarar” ederek mallarını satmaya ça-lışır. Bu da ürettiği malın fiyatını düşürmesi demektir. Daha düşük fiyatlarla malını sata-rak, daha az kâr elde ederek ya da kârın bir bölümünden vazgeçerek ayakta durmaya çalışır. Bu da, bireysel kapitalistin küçülme-sidir. Küçülmek ise, “sürekli zenginleşen” kapitalistin, bu sürekliliği sürdürememesi, eskisi gibi zengin olmaması, zenginliğinin azalması demektir. Düne kadar piyasaları kendi ürettiği ürünlerle bolluğa boğan kapi-talist, şimdi daha sınırlı sermaye ile daha sı-nırlı üretim yapar, piyasalardaki egemenli-ğini yitirir. İşte bu aşamada bir başka kapi-talist ya da kapitalistler aynı piyasaya gire-rek (kapitalist rekabet) gücünü ve egemen-liğini kaybetmeye yönelen kapitaliste son darbeyi vurur. Onun “zararına” ya da “kâr-dan zarar” ederek düşük fiyatla sattığı mal-ları daha da düşük fiyata satarlar, yani bir başka kapitalist onun ipini çeker.

Ancak gerek iflasa sürüklenen kapitalist, gerek onun ipini çeken kapitalistler, aynı za-manda piyasayı daha fazla malla doldurur-lar. Fiyatlar ne denli aşağı çekilirse çekilsin, her malın piyasasının (tüketicilerin) belli bir sınırı vardır (tüketicinin alım gücü ve alım istemi), bu sınıra gelindiğinde satışlar durur. Böylece diğer kapitalistin ipini çeken kapi-talistler, aynı zamanda kendi iplerini de çek-miş olurlar.

Mallar üretilmiş, ama tüketicinin alım gü-cünün ötesinde üretilmiştir, dolayısıyla satı-lamamaktadır. Satılamadığı için de serma-ye geri dönmemiş, dönmediği için de üre-tim yapamaz hale gelmiş ve bunun sonucu

* Bu sadece “tüccar zihniyeti”nin egemen oldu-ğu toplumlara ilişkin bir “anlaşılmazlık”tır. Solu da kapsayan bu “zihniyet”e göre, kapitalist zenginlik, “yahudi”nin limon satıcılığıyla olur. Yani limon satıcı-sının limondan değil, sandığından kâr ederek zengin olduğuna inanılır. Bu inanç, değişik örneklerle de sü-rekli desteklenir. Bunun bir “örneği”ni Tayyip Erdoğan vermiştir: “Babam haftada 2,5 lira verirdi. Hafta son-larında top sahasına gider, su satardım... nane, limon ve okaliptüs şekerlemeleri alıp satardım. Bunun ya-nında, akşamdan bayat simit alırdım, anneciğim onu buhara yatırırdı. O zaman simit 10 kuruştu. Ben 2,5 kuruşa tanesini alıp, 5 kuruşa satardım.” Ve bir baş-ka yerde bu “para kazanma” yolunu şöyle yorumlar: “Biz aile ekonomisi mantığıyla bakıyoruz. Ben ma-halle aralarında su, simit sattım. Yüz simidi alıp bu-nu ben 200’e nasıl çıkarırım gayretiyle geldim.”

Page 9: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

olarak da iflas ederek, üretim tümüyle ke-sintiye uğramış olur.

Piyasalardaki üretilmiş ürünler (mallar) zaman içinde tüketildiği ya da düpedüz çö-pe atıldığı noktaya ulaşıldığında, yeniden ta-lep ortaya çıkar ve buna bağlı olarak da üre-tim yeniden canlanır. Bu aşamada bir baş-ka sermaye üretime başlar, “canlanan ta-lep”e uygun olarak mallarını kolayca satar. Ve yeniden aynı süreç başlar.

Buraya kadarki gelişmeler ve sonuçlar, sıradan kapitalist üretim ve dolaşım süreci-nin sıradan durumudur. Bireysel sermaye-nin (kapitalistin) belli bir üretim dalında ola-ğan olarak izlediği süreçtir.

Ama kredi sistemi, bankacılık sistemi ge-lişir. Oyunun kuralları olağanlığın dışına çı-kar. Bireysel kapitalist ne denli malını sata-masa da, yani sermayesini yeniden paraya çeviremese de, banka kredisi aracılığıyla ek sermaye sağlar ve bununla üretimi hiç ke-sintiye uğratmaksızın sürdürür. Yine de üre-tilen malların tüketilmesinde, yani satılma-sında aynı noktaya ulaşır. Dolayısıyla kredi kullanan kapitalistin iflası, aynı zamanda ona kredi veren kurumun alacağını tahsil edememesinden doğan zararı anlamına ge-lir. Eğer tahsil edilemeyen krediler banka-nın (ya da genel anlamda finans kuruluşla-rının) kendi varlığının (mevduat vb.) sınırla-rına ulaşırsa, bu kez bankanın kendisi iflas eder.

Bu durumda, “cin fikirler” ortaya atılır. Nasıl ki, kendi ürettiği malı satarak serma-yesini paraya çeviremeyen kapitalist kredi kullanarak üretimi sürdürebiliyorsa, aynı bi-çimde üretilen malı satın alacak geliri olma-yan tüketici de benzer bir yolla malı satın alacak hale getirilebilir. Bilinen ifadesiyle “tüketici kredileri”, “kredi kartları” burada devreye girer.

Artık sadece kapitaliste kredi açılmaz, kendi sabit geliri dışında başka bir geliri ol-mayan, bu nedenle sınırlı bir tüketime sa-hip olan insanlara da kredi verilir. Böylece kredi sistemi aracılığıyla sermayenin ürün-lerine yeni ve ek bir talep yaratılır. “Tüketi-ci kredileri” arttıkça, mallar daha fazla satı-lır; mallar daha fazla satıldıkça üretim daha fazla artar; üretim daha fazla arttıkça daha fazla “tüketici kredisi”ne ihtiyaç ortaya çı-kar. Bu süreç uzar gider.

Kredi ise, bir kişinin ya da şirketin, gele-cekteki gelirleri karşılığında verilen borç pa-

radır. Diğer bir ifadeyle, gelecek zamanlar-da eline geçecek paraları somut şimdiki za-manda tüketmesidir. Doğal olarak da bu “gelecek zaman”, bireyin kendi “doğal ya-şam süresi”yle değil, doğal olarak gelir sağ-layabilir yaşam süresiyle sınırlı bir gelecek-tir. Bu sınıra ulaşıldığında, gerçek anlamıy-la bireyin aldığı borçların karşılığı yoktur. Tıpkı karşılıksız çek gibi, onun imzaladığı kredi borç senetleri karşılıksızdır. Yine kar-şılıksız çek olayında olduğu gibi, kredi borç senetlerinin karşılığı olmadığı anlaşıldığı an-dan itibaren, artık kişinin yeni kredi alarak tüketimini sürdürebilmesi olanaksız hale ge-lir. İlk bakışta sonsuz ve hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bu süreç, böylesine bir sona çok kısa sürede ulaşır. Kişi, tüketici kredile-riyle tüm geleceğini ipotek altına aldırmış-tır ve daha fazla ipotek edecek bir şeyi bu-lunmadığı için de sınıra ulaşıldığında her şe-yini, kendi geleceğini yitirir.

Ama burası kapitalist sistem açısından hiç bir öneme sahip değildir. Bireyin, insan-ların ne oldukları ve ne olacakları değil, ser-mayenin ne olduğu ve ne olacağı önemlidir onun için. Bu yüzden, tüketici kredileriyle sağlanan yeni ve ek talep, bir süre serma-yenin büyümesini, malların satılmasını sağ-lasa da, bir yerden sonra (bireyin yazgısının tümüyle değiştiği yerdir burası) aynı sınıra, yani malların satılamaz hale geldiği nokta-ya ulaşılır.

Ulaşmasına ulaşılır, ancak bu kez sade-ce kapitalistin bankalardan aldığı krediler değil, aynı zamanda kendi mallarının satıl-ması için bankaların bireylere verdiği kredi-ler de geri ödenemez hale gelir. Yani artık bireysel kapitalist ile bankaların yazgısı de-ğil, tüm insanların yazgısı ipotek altındadır ve iflasa doğru sürüklenmektedir. İflas ise, kaçınılmazdır.

Son “finans krizi”nde günlük olarak iz-lendiği gibi, bu iflas noktasına gelen birey-sel kapitalist (şirket) ve kredi kuruluşu (ban-ka vb.) ne kadar büyük ise, iflasın sonuçla-rı da o kadar büyük olur. Bunun yaratacağı ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunlar karşısında “kolektif kapitalist” olarak devlet devreye girer.

“Kolektif kapitalist” olarak devlet, “zor duruma düşmüş” şirketleri ve bankaları kur-tarmaya başlar.

Şimdi kurumlar değişmiştir. Belli bir aşa-mada üretimi sürekli genişleten kapitalistin

Page 10: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

10

mallarını satamaması karşısında bankaların kredi vermesi söz konusuyken, şimdi “ko-lektif kapitalist” şirketlere ve bankalara kre-di vermeye başlar. Ve bir süre sonra, tıpkı bankaların tüketici kredileri gibi kapitalist mallara yeni ve ek talep yaratmak için dev-let de tüketici kredilerine benzer bir tüke-tim artışı sağlayacak uygulamalar başlatır.

Her şey aynıdır, sadece isimler değişmiş-tir.

Bankalar nasıl ki kendi varlıklarının öte-sinde kredi veremezlerse (ki gerçek varlık bankaların sahip olduğu mevduatlardır), devlet de kendi sahip olduklarının ötesinde kredi veremez. Devletin sahip olduğu kredi düzeyi ise, bir yandan vergi gelirleriyle (ban-kaların mevduatlarının eşdeğeri), diğer yan-dan başka yerlerden sağlayabileceği kredi-lerle (devlet borçları) belirlenir. Vergi gelir-lerinin nasıl artırılacağı açıktır. Devlet borç-ları ise, bilinen devletin çıkarmış olduğu bo-no ve senetler yoluyla elde edilir.

Her borç gibi, devlet borçlanması da bel-li bir şeyin karşılığında gerçekleştirilir. Dev-letin borçlanmasının karşılığı, tıpkı bireysel kapitalist ya da bireysel tüketici gibi, gele-cekteki gelirleridir. Devlet, gelecekteki gelir-lerini karşılık göstererek piyasalardan borç para alır. Yine bireysel tüketici gibi, aldığı borç miktarı (devlet borçları) devletin gele-cekteki gelirleriyle karşılanamaz hale geldi-ği yerde, bu kez devletin iflası gündeme ge-lir.

Elbette “aklı evveller”, böyle durumlar-da devletin “sonsuz ve ölümsüz” olduğunu öne sürerek, devletin hiç bir zaman böyle bir durumla karşılaşmayacağını ileri sürebi-lirler. Ancak burada söz konusu olan “son-suz ve ölümsüz devlet” değil, devletin belli bir somutluk içindeki ödeme gücüdür. Öde-me gücü zorlaştıkça, yani borçlarını ödeye-mez hale geldikçe, devletin borçlanması ya da borçlarını “döndürebilmesi” zorlaşır. Bu zorlaşma da, devletin daha yüksek faizle borçlanması anlamına gelir. Daha yüksek faizle borçlanan devlet, yani o “sonsuz ve ölümsüz devlet”, ipotek ettiği gelecekteki devlet gelirlerini (vergiler) neredeyse tü-müyle bu borçların faizlerini ödemekte kul-lanmaya başlar. Böylece “sonsuz ve ölüm-süz devlet”, “sosyal devlet” olarak işlevini yerine getiremez. Kısacası, T. Özal zamanın-daki KDV reklamlarında söylendiği gibi, top-lanan vergiler “yol, su, elektrik” olarak geri-

ye dönmez. Yeni “alt yapı yatırımları” bir ya-na, varolan ve sürekli aşınan alt yapı yatı-rımlarını bile onaracak para bulunamaz ha-le gelir. Devlet memurlarının maaşları bile ödenemez olur.

Burada bir kez daha “aklı evveller” ko-nuşmaya başlar ve “sonsuz ve ölümsüz dev-let”in vergi gelirlerini artırarak, bu duruma kısmen (en azından “kriz”den çıkana kadar, ki bunun nasıl olacağı hiç bilinmez) kamu harcamaları için gerekli parayı bulabilece-ğini söylerler. Oysa “sonsuz ve ölümsüz dev-let”in devreye girdiği yer, kapitalist üretim ve kredi sisteminin üretilen mallar için yeni ve ek talep yaratamaz hale geldiği yerdir. Yani bireylerin, halkın, kitlelerin, nasıl ifade edilirse edilsin insanların gelirlerinin ötesin-de alım gücüne sahip olamadıkları yerdir. Vergilerin artırılması ise, zaten gelirleri ipo-tek edilmiş insanların gelirlerini daha da azaltmaktan, yani tüketimlerini azaltmaktan başka bir anlama gelmez. Bu da, “sonsuz ve ölümsüz devlet”in piyasaya müdahale et-mesine yol açan nedenin ta kendisidir.

Şimdi bireysel kapitalist yanında “kolek-tif kapitalist” olarak devlet de “kriz”den na-sibini almış, “kriz” hepsini etkileyen genel bir kriz haline dönüşmüştür.

Bugün “krizin dibi göründü”, “henüz kri-zin dibine ulaşılmadı” türünden haber ve yorumların sözünü ettiği şey, bu genel kri-zin bir bütün olarak ortaya çıktığı yerdir.

Burada “aklı evveller”i bir yana bırakıp, her hangi bir küçük-burjuva aydınının övü-nerek söylediği “soğukkanlılığı ve nesnelli-ği” içinde düşünmeye başlayabiliriz.

Adı ister Kemal Derviş olsun, ister bir başka olsun, tüm bu “soğukkanlı ve nesnel” küçük-burjuva aklı, böylesi bir genel kriz du-rumunda, öncelikle devletin krizden çıkar-tılmasıyla işe başlar. Devletin borçlarını bir biçimde “çevrilebilir” hale getirmek için “gerekli önlemler” alınır. Elbette burada devletin, hangi devlet olduğuna bağlı olarak alınan “gerekli önlemler” de değişir.

Emperyalist bir ülkenin devletiyse söz konusu olan, onun yapacağı ilk iş, kendi kri-zini ihraç etmektir. Bunu kimi zaman “glo-bal kriz” karşısında herkesin “elini taşın al-tına koyması” olarak sunarak yapar, kimi za-man doğrudan doğruya zorba bir güç ola-rak “mecburiyetler”le yapar. Nasıl yaparsa yapsın, her durumda “kendi krizi”ni başka ülkelere, “gücünün yettiği” ülkelere ihraç

Page 11: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

11

eder. Artık emperyalist ülke devletinin borç-larının karşılığı ihraç ettiği ülkeler olur. Do-layısıyla da emperyalist ülke devletinden alacağı olanlar, bu alacaklarını bu ihraç edi-len ülkelerden tahsil ederler. Diğer bir ifa-deyle, emperyalist ülke devleti, kendi borç-ları karşılığında başka ülkeleri ipotek olarak gösterir.

Eğer söz konusu olan devlet, emperya-list devlet değil de, emperyalist ülkenin kri-zi ihraç ettiği, yani kendi borçları karşılığın-da rehin olarak gösterdiği bağımlı ülke dev-letiyse, yapılacak olan tek şey, IMF ile pa-zarlık yaparak ithal edeceği krizin boyutunu azaltmaktan ibarettir. “Ümüğün” ne kadar sıkılacağının pazarlığını yapabilir.

Öyle ya da böyle, emperyalist ülkelerde-ki kriz ihraç edilecektir ve edilir. Şimdi “ge-nel kriz”, emperyalizme bağımlı ülkelerin krizi haline dönüşür. O ana kadar her şeyin normal göründüğü, işlerin normal olarak yü-rüdüğü bağımlı ülke, birden bire krize sü-rüklenir. Son “finans krizi”nin söylemleriyle ifade edersek, ABD Merkez Bankası’nın ban-kaların “toksik” varlıklarını satın almak için kullandığı para, bağımlı ülkelerden tahsil edilir. Ancak bu ülkelerin “ümüğü” zaten sı-kılmış ve inceciktir. Dolayısıyla daha fazla sıkılacak yeri bile kalmamıştır. İşte bu son noktaya gelindiğinde, bağımlı ülkenin sade-ce parasal gelirleri değil, bizatihi kendi var-lığı ipotek altına alınır. Bu varlık ise, bu ül-kelerin GSMH’sıyla belirlenen bir büyüklük-ten öte, paraya çevrilebilir her türlü (yeraltı ya da yerüstü her türlü) varlığıdır. Artık em-peryalist ülke devleti, kendi borçlarının fa-izlerini bu ülkelerin varlıklarını nakit olarak vererek ödemeye başlar. Bu konuda ne ka-dar çok ülkeye egemen ise, o kadar çok borçlanma olanağına sahip olur.

Ve sonuçta, emperyalist ülkelerdeki kriz geri-bıraktırılmış ülkelere ihraç edilir. Tıpkı daha önceki krizlerde olduğu gibi, özel ola-rak da 1980 dünya ekonomik bunalımında olduğu gibi. Bu andan itibaren, dünya eko-nomisi geri-bıraktırılmış ülkelerin borç kri-ziyle yüzyüze gelir. Ama emperyalist ülke-lerdeki kriz atlatılmış olur. Eğer “finans kri-zi”nin “mortgage krizi” olarak başladığını göz önüne alarak ifade edersek, emperya-list ülkelerdeki konut sektörü canlanır. Fi-yatları aşırı şişmiş konut sektörü “normal” fiyat seviyesine iner. Bu da, konut maliyet-lerinin düşmesiyle sağlanır. İster kredi ma-

liyetlerinin (faizlerinin) düşmesiyle olsun, is-ter doğrudan konut üretim maliyetlerinin (çimento, demir vb.) düşmesinden olsun, her durumda maliyetler düşer. Ancak zaten aşırı-üretim krizi içinde olan bu sektörlerin (çimento, demir vb. “reel sektör” olarak ve kredi vb. olarak finans kesimi) daha düşük fiyatla üretim yapabilmesi ise, ya emeğin yo-ğunlaştırılmasıyla, işçi ücretlerinin düşürül-mesiyle ya da aynı sonucu doğuracak olan yeni teknolojik makinelerin üretim süreci-ne dahil edilmesiyle olanaklıdır. İşçi ücret-lerinin düşürülmesinin ne anlama geldiği açıktır. Zaten ortada aşırı-üretim ve buna uy-gun talep yetmezliği vardır, bunun üzerine bir de işçi ücretlerinin düşürülmesi krizi da-ha da derinleştirir. Dolayısıyla bu geçerli bir yol değildir. Yeni teknolojinin üretim süreci-ne uygulanması ise, her şeyden önce ek bir finansmana ve zamana gereksinme göste-rir. Oysa kriz ortadadır, içinde yaşanmakta-dır. Ne bu finansmanı sağlayacak kredi me-kanizması vardır, ne de zaman.

İşte “mortgage krizi” örneğinden yola çı-karak “krizden çıkış” yolunun tıkandığı yer de burasıdır. Ama dünya ekonomisi denilen şey, emperyalist ülkeler ve emperyalizme bağımlı ülkeler diye iki kesimden oluşur. Kriz bir kez bağımlı ülkelere ihraç edilmiş, onların borç krizi haline dönüştürülmüşse, artık emperyalist ülkelerin “reel sektörü”nün (örneğimizde konut sektörü) krizden çıkma-sının yolu da açılmış demektir.

Krizin ihraç edildiği bağımlı ülkeler, için-de bulundukları krizden (ki ödemeler den-gesi açığı, cari açık olarak sürekli vardır) çı-kabilmek için tüm varlıklarını (ki emperya-list ülkeler zaten kendi borçları için bunları ipotek ettirmiştir) haciz yoluyla (IMF) satışa çıkartmak zorundadırlar. Bu varlıklar, örne-ğimizle bağlantılı olarak söylersek, kendi ürettiği çimento, demir vb. mallardır (ki bunların işlenmiş, mamul mal olması gerek-li değildir, hammadde olarak varlıkları ye-terlidir). İşte bağımlı ülkenin bu ve benzeri malları, ipotekli mallar olarak mezatta satı-şa çıkartılır. Her mezatta olduğu gibi, en dü-şük fiyata satılır. Bu fiyat, onun gerçek üre-tim maliyetlerinin de çok altında bir fiyattır. Üstelik emperyalist ülkelerin aynı ürünleri üretme maliyetlerinden de düşüktür. Böyle-ce, emperyalist ülkelerdeki konut sektörü daha düşük maliyetle inşaatlar yapmaya başlar. Kısacası, denge kurulmuştur, konut

Page 12: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

12

sektöründeki “balon” sönmüştür, fiyatlar “normal” düzeye inmiştir.

Öte yandan ipotek altındaki bağımlı ül-keler, aynı zamanda gıda ürünleri, tekstil vb. tüketim malları ihracatçısıdırlar. Krizi ithal eder etmez, bu ürünlerin dünya pazarların-daki fiyatları hızla düşer, emperyalist ülke-lere ihraç edilir (Ve elbette bağımlı ülkenin hükümeti de “ihracat seferberliği” ilan eder, ihracatı nasıl artırdığıyla övünür.). Ucuz tü-ketim malları ithalatı emperyalist ülkelerde-ki insanların alım gücünün artmasına yol açar. Düne kadar gıda vb. tüketim malları için yapılan bireysel harcamalar gelirlerin belli bölümünü kapsarken, bu bölüm azalır ve böylece başka mallar tüketilebilir hale gelir, ek bir talep ortaya çıkar. Bu ek talep, örneğin otomotiv sektörüne ek talep olarak yansıdığı oranda, otomotiv sektöründeki (“reel sektör”) kriz sona erer. Öte yandan ödenemeyen tüketici kredileri, “mortgage kredileri”ni ödeyebilmek için ek bir olana-ğa sahip olurlar. İster “reel sektör”e yeni ve ek talep olarak yansısın, ister “finans krizi” içindeki finans kurumlarının kredilerinin ödenmesi olarak yansısın, her durumda or-taya çıkan ek tüketim olanağı “kriz”in atla-tılmasını sağlar.

İşte yaşadığımız “finans krizi”yle birlikte Marks’ı “keşfedenler”in kapitalizmin “top-yekün çöküşü”nü ilan etmelerinin saçmalı-ğı da, bunlara karşı “kapitalizm bu krizi de atlatır” diyenlerin de dayanak noktası bu durumdur.

Marks’ın sözüyle, “Kapitalist üretim, sü-rekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu en-gellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bu-nu ancak, bu engelleri tekrar kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir.”*

Evet, yoluna devam eder, ama sorunla-rı daha heybetli olarak koyarak yoluna de-vam eder. Bu yüzden emperyalist ülkeler 2000 “kriz”ini kısa sürede atlatırken, 2008 “finans krizi”ni de bu boyutta üretmiştir. Üs-telik 2000 krizini kısa sürede aşmaları, ülke-mizde yaşandığı gibi (tüm geri-bıraktırılmış ülkelerde de aynı zamanda yaşandığı gibi) 2001 krizinin de kaynağı olmuştur. Şimdi kri-zin ihraç edilmesiyle belli bir sürede emper-yalist ülkelerin krizi aşmaları, geri-bıraktırıl-

mış ülkelerin olanca haşmetiyle yeni bir borç krizine sürüklenmelerinin başlangıcı olmaktadır.

Elbette insanlar için, gerçek ve üreten insanlar için sorun, kapitalistlerin ve kapita-list finans kuruluşlarının sorunlarıyla bir ve aynı değildir. Gerçek insanlar, gerçek (“re-el”) şeyler tüketirler. Onların tükettikleri, “mortgage kağıtları”, hazine iç borçlanma bonoları, “toksik varlıklar” değildir. Bu ne-denle de, krizin onlara yansıması “reel” bir yansımadır. Emperyalist ülkenin insanları, emekçileri de “reel” şeyler tüketirler. Ama geri-bıraktırılmış ülkelere kriz ihraç edildiği oranda, bunların “reel” tüketim sorunları da aşılır, yoluna girer. Asıl sorun geri-bıraktırıl-mış ülke insanlarınındır. Onları bekleyen sa-dece ürettiklerinin neredeyse yok pahasına emperyalist ülkelere ihraç edilmesi değildir. Onları bekleyen sadece işsizlik de değildir. Enflasyon başta olmak üzere, “kriz”in orta-ya çıkardığı ve çıkaracağı her türlü sorun onları beklemektedir. Bir kez daha “yarın-lar” olmaksızın, “somut bugün” için tüketi-leceklerdir. Bir kaç yıllık “tüketim çılgınlığı”, belki on yıl sürecek tüketememe krizine dö-nüşecektir. Belki “bir kümeste kırk yıl tavuk olmaktansa, bir gün horoz olarak yaşamak iyidir” zihniyetine sahip bir toplumda (“er-kek egemen toplum”), “bizi sosyal patlama-lardan aile yapımız kurtardı” denilen top-lumda, “biz 2001 krizinde dersimizi yaptık” denilen toplum için bu durum “alışılagelen” bir durum olarak bir karşı çıkışa, bir tepki-ye yol açmayabilecektir.

Ama sorun sürekli yinelemektedir ve so-rulması gereken soru vardır:

Bu, bizim, bu toplumun yazgısı mıdır? Bu, bizim, bu toplumun alınyazısı mıdır? Biz, her zaman emperyalist ülkelerin krizlerinin ihraç edildiği, onların krizlerinin bedelini ödeyen toplum olarak kalmayı sürdürecek miyiz? Biz, ihraç edecek bir şeyimiz kalma-yınca, ülkemizin para eden her türlü varlık-larını satışa çıkartan bir toplum olmayı sür-dürecek miyiz? Biz, para eden her türlü var-lığı satarken, aynı zamanda ulusal ve insa-ni onurumuzu da birlikte satmaya mahkum muyuz?

Eğer aynı şeyler tekrar tekrar yaşanmak istenmiyorsa, bu soruları sormak ve yanıt-larını bulmaya çalışmak gerekir.

* Marks, Kapital, Cilt: III, s. 263.

Page 13: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

1�

Kasım ayında, ABD’den sonra “teknik anlamda” Avrupa ekonomilerinin de “reses-yona” girdiği resmen açıklandı. “Medya”da da yer alan bu açıklamaya göre, “AB’de or-tak para kullanan 15 ülkenin dahil olduğu Euro Bölgesi, ikinci çeyrekteki binde 2 kü-çülmenin ardından üçüncü çeyrekte de bin-de 2 daralarak 15 yıl aradan sonra durgun-luğa girdi”. Durumu biraz daha “trajik” ha-le getiren ifadelere göre, “Euro kullanan 15 Avrupa ülkesinin oluşturduğu Euro Bölgesi, üçüncü çeyrekte yüzde 0.2 daralarak 10 yıl-lık tarihinde ilk kez durgunluğa girdi. Euro Bölgesi’nin üçüncü büyük ekonomisine sa-hip olan İtalya’nın üçüncü çeyrek verileri, beklenenden daha büyük ve son 10 yılın en sert düşüşüyle yüzde 0.5 daraldığını göster-di. İtalya, 2005 yılından bu yana ilk kez re-sesyon yaşıyor. Fransa ikinci çeyrekte yüz-de 0.3 daralmıştı. İkinci çeyrekte yüzde 0.1 büyüyen İspanya, üçüncü çeyrekte yüzde 0.2 küçüldü. Hollanda ekonomisinde ikinci ve üçüncü çeyrekte büyüme sıfır oldu. Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip olan Almanya üçüncü çeyrekte yüzde 0.5 daralınca beş yıl sonra yeniden durgunluğa girdi.”

14 Kasım tarihli bu haberin ardından, iki gün sonra (17 Kasım) bir başka “resesyon” haberi geldi: “Japonya ekonomisi üçüncü çeyrekte yüzde 0,1 daralarak durgunluğa (resesyona) girdi. Hükümet tarafından yapı-lan açıklamada, dünyanın ikinci büyük eko-nomisinin Temmuz-Eylül döneminde yüzde 0,1 daralarak 2001 yılından bu yana ilk kez ‘teknik durgunluğa’ girdiği belirtildi.”

Biraz ekonomi bilgisine sahip olanlarla

“medya”nın her türden ekonomi yazarı, yo-rumcusu, borsa uzmanının öylesine bildiği gibi, bu “teknik durgunluk/resesyon”, Ame-rikan NBER kuruluşunun “business cycle” adını verdiği “ekonomik çevrim”ler ölçütü-ne uygun bir ifadedir.

Bu ölçüte göre, bir ülke ekonomisi “iki çeyrek” üst üste “daralırsa”, yani küçülürse, o ülke ekonomisi “resesyon/durgunluk”a girmiş olarak kabul edilir. Yukardaki haber-lerde de görüldüğü gibi, bu “iki çeyrek” üst üste küçülme ya da daralma olmadığı du-rumlarda, örneğin bir çeyrek daralıp, bir çeyrek büyüyen, bir üçüncü çeyrek de ye-niden daralan ve yılın son çeyreğinde yine büyüyen ekonomiler “durgunluk”a girmiş olarak kabul edilmez. Böylece bir yılın ta-mamında bir ülke ekonomisi küçülmüş bi-le olsa, “iki çeyrek” üst üste küçülme olma-dığı için “durgunluk”a girmemiş kabul edi-lir.

Çoğu durumda “piyasa uzmanları” için bile fazla “işlevsel” görünmeyen bu ölçüt gerçek durumu tam olarak yansıtmadığı için “teknik anlamda” sözcüğü eklenmesi alış-kanlık haline gelmiştir.

Bugün “krizin dibi göründü”, “henüz kri-zin dibine ulaşılmadı”, “krizin dibi 2009’da görülecek” türünden açıklama ve yorumla-rın dayanağı da, yine bu NBER kuruluşunun “cycle/çevrim” ölçütüdür.

NBER ölçütlerine göre ABD ekonomisi-nin 1990-91 durgunluğundan on yıl sonra en son durgunluğa girdiği yıl 2001’dir. Bu yılın Temmuz ayında başlayan “üçüncü çeyrek”te ABD ekonomisi küçülmüşse de, “dördüncü çeyrek” (Ekim-Aralık) henüz tamamlanma-

Dünya Ekonomisi “Teknik Anlamda” Resesyona Girince

Page 14: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

1�

dığından “resmen” durgunluğa girmiş ola-rak ilan edilmemiştir.

NBER ölçütü, sözcüğün tam anlamıyla, emperyalist ülkelerin içinde bulundukları ekonomik kriz koşullarını (ki bunu “ekono-mik bunalım” olarak ifade etmek çok daha doğrudur) artık gizlenemez, üstü örtülemez hale geldiği bir aşamada, yani “krizin derin-leştiği”, “krizin dibe vurduğu” aşamada “res-men” ortaya çıkan bir durumu saptamak-tan başka bir değere sahip değildir.

Dünya ekonomisini, diğer bir ifadeyle “makro ekonomiyi” izleyen ekonomistlerin çok iyi bildikleri gibi, emperyalist ekonomi-lerin, özel olarak da ABD ekonomisinin 1980’den sonra karşılaştığı “kriz”ler hiç de NBER tablosunda gösterildiği gibi onar yıllık aralarla ortaya çıkmış “resesyon”lardan iba-ret değildir.

ABD ekonomisi 1980 sonrasında değişik aralıklarla sürekli bunalımlara girmiştir. Bir yıl içinde 790 bankanın iflas ettiği 1984-85 bunalımını, 19 Ekim 1987 tarihinde New-York borsasında işlem gören hisse senetle-rinin %22.61 değer yitirmesiyle başlayan bu-nalım izlemiştir. 1989 bunalımı, NBER “cyc-le” verilerinde de görüldüğü gibi, Temmuz 1990’dan Mart 1991’e kadar süren “teknik durgunluk”a yol açmıştır. 1994 yılında “Te-kila krizi” adı verilen Meksika krizi, Brezilya, Arjantin ve Türkiye’nin de aralarında bulun-duğu yeni bir “borç krizi”yle birlikte ABD ekonomisini yeniden bunalıma sokmuştur. 1994 bunalımını 1997 Asya kriziyle başlayan, nispeten daha kısa süren bir bunalım izle-miş ve ardından 2000 “kriz”i baş göstermiş-tir. Bu kriz de NBER verilerinde Mart-Kasım 2001 “resesyon”u olarak görünür.

Yine de bunlar, yani ABD ekonomisinin

bunalımları ve krizleri “global eko-nomi”nin durumunu tam olarak göstermez. 1980’den günümüze kadar “global ekonomi” izlendiğin-de, ABD ekonomisindeki bunalım ve krizlerin “global” sonuçları be-raberinde getirdiği ve aynı şekilde bu “global” sonuçların geriye dö-nerek ABD ekonomisinde yeni bu-nalımlara yol açtığı açıkça görü-lür.*

1980 dünya ekonomik bunalı-mı olarak adlandırılan ve 1982’den itibaren geri-bıraktırılmış ülkelerin “borç krizi” olarak neredeyse bite-viye süren bunalım, 1979 yılında

ABD Merkez Bankası’nın faiz oranlarını yük-seltmesiyle başlamıştır. Yine NBER verilerin-de Ocak-Temmuz 1980 “resesyonu” olarak görünen gelişme, ABD ekonomisindeki “kriz”e karşı faizleri yükselterek önlem alın-masının bir sonucudur.

1977’de ABD’nin bir yıllık hazine bono-larının faiz oranları %6 iken, 1979 Kasımın-da %12,3’e ve 1980 sonunda %14,8’e yük-selmiştir. Yine aynı dönemlerde %6,9 olan Libor, 1981’de %19,7’ye yükselmiştir.

Faiz oranlarındaki bu yükseliş, ABD’nin ödemeler dengesi açığını kapatmak ama-cıyla yeni borçlanmaya gitmek zorunda kal-masının ürünüdür. ABD hazine bonolarının faizlerinin %14,8’e yükselmesi, dünya çapın-daki borç faiz oranlarının hızla yükselmesi-ne yol açarken, aynı zamanda ülkelerin dış borçlanma olanaklarının da kesilmesine (kredilerin kesilmesi, Demirel’in sözüyle “70 cente muhtaç” hale gelinmesi) yol açmış-tır.

Bu durum, iki yıl sonra tüm geri-bıraktı-rılmış ülkelerin ağır bir “borç krizi”ne sürük-lenmelerine neden olmuştur. Bu borç krizi-nin en önemli olgusu ise, geri-bıraktırılmış ülkelerde olağanüstü boyutlarda enflasyo-nun ortaya çıkmasıdır. Meksika’da 1980 yı-

Doruk Dip Daralma(ay)

Büyüme(ay)

Çevrim Süresi

Şubat 1945 Ekim 1945 8 80 88Kasım 1948 Ekim 1949 11 37 48Temmuz 1953 Mayıs 1954 10 45 55Ağustos 1957 Nisan 1958 8 39 47Nisan 1960 Şubat 1961 10 24 34Aralık 1969 Kasım 1970 11 106 117Kasım 1973 Mart 1975 16 36 52Ocak 1980 Temmuz 1980 6 58 64Temmuz 1981 Kasım 1982 16 12 28Temmuz 1990 Mart 1991 8 92 100Mart 2001 Kasım 2001 8 120 128Kaynak: NBER, National Bureau of Economic Research/ABD Ulusal Ekonomik Araştırma Bürosu. 26 Kasım 2008.

* Burada 1990’larda yaygınlaştırılan “globalleşen ekonomiler” ya da “globalizm”in ne denli propagan-dif ve içeriksiz bir kavram olduğu da açıkça görülür. Bilinen ifadesiyle emperyalist dünya ekonomisi, her zaman “global”, yani “küresel”, “dünyasal” nitelikte olmuştur. Ve yine ülkemizde olağanüstü propaganda-sı yapılmış ve büyük ölçüde hemen herkesi “inandır-mış” olan “global ekonomiyle bütünleşme” söylemi de, emperyalist dünya ekonomisinin bir parçası olun-duğu gerçeğinin üstünü örtmeyi hedeflemiştir.

Page 15: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

1�

lında %26 olan enflasyon oranı 1983’de %100’e yükselmiştir. Aynı yıl Brezilya’da enf-lasyon oranı %135 (1983) (1989 %1.430), Arjantin’de %343 (1989’da %3.079) olmuş-tur.

Sadece bu enflasyon verileri bile, ABD ekonomisinin 1980’lerdeki bunalımlarının geri-bıraktırılmış ülkelere nasıl ihraç edildi-ğini, bunun sonucu olarak derin krizlere yol açtığını açıkça gösterir.

Bu yıllarda ABD’nin “kriz ihracı”, en açık biçimiyle yükselen faiz oranlarıyla birlikte ABD içindeki enflasyonun ihracı olarak or-taya çıkmıştır.

1980-90 döneminin (daha önceki yıllar-da da benzer durumlar hep olmuştur) gös-terdiği bir gerçek de, “kriz”lerin emperyalist ülkelerden başlayarak geri-bıraktırılmış ül-kelere doğru yayıldığıdır. “Kriz” ne kadar ge-ri-bıraktırılmış ülkelere ihraç edilebilirse, emperyalist ekonomiler de o ölçüde topar-lanmakta, durgunluktan çıkmaktadır.

1990-2000 döneminde emperyalist ülke-lerdeki krizlerin geri-bıraktırılmış ülkelere nasıl aktarıldığını ülkemiz somutunda 1994, 1999 ve 2001 krizleri yaşanılarak görülmüş-tür.

Bugün “teknik anlamda” durgunluğa gi-ren ABD, AB, İngiltere ve Japon ekonomile-ri, asıl olarak aşırı-üretime yeni ve ek bir ta-lep yaratmak amacıyla genişletilen kredi sis-teminin artık bu işlevini yerine getiremez ol-masının ürünüdür. Çok sevilen sözle “reel ekonomi”, kredi genişlemesiyle bir süre ayakta tutulmuş, ancak kredi sisteminin çökmesiyle birlikte açık bir biçimde buna-lıma girmiştir.

Bir ay öncesine kadar “yatırım bankala-rı”nın iflası ve kurtarılmasından söz edilir-ken, bugün dünyanın ikinci büyük bankası Citibank’ın ABD hükümeti tarafından kurta-rılmasından söz edilmektedir. Aynı şekilde bir ay öncesine kadar “finans krizi”nden söz edilirken, şimdi başta otomotiv sanayi ol-mak üzeren tüm sanayilerin krizinden söz

edilmektedir.Böylece “finans krizi”, sözcüğün tam an-

lamıyla ekonomik bunalımı görünür hale getirmiş ve derinleştirmiştir. Şimdi sıra bu bunalımın ve krizin geri-bıraktırılmış ülkele-re ihracında, yani geri-bıraktırılmış ülkelerin daha şiddetli bunalımlarındadır. Geçen ay yapılan G-20’ler “zirvesi”, bu gelişmenin ön hazırlığı niteliğindedir.

Hiç bir şey “medya”nın (yazılı ya da gö-rüntülü basın) ekonomi haberlerinde göste-rildiği gibi değildir. Örneğin ABD, AB, İngil-tere ve Japonya’nın faiz oranlarını düşürme-leri hiç de “sevindirici” bir haber değildir. Açıktır ki, ortada bir “finans krizi” vardır, herkes “likit” kalma peşindedir, bankalar ye-ni kredi açmadıkları gibi eski kredileri geri çağırmaya başlamışlardır. Böylesi bir ortam-da faiz oranlarının düşmeyeceği kesindir. Ancak “faizler düşürüldü” türünden yayın-ların da ardı arkası kesilmemektedir. “Bilen-ler” bilmektedirler. Düştüğü açıklanan faiz oranları, doğrudan bankaların merkez ban-kalarından aldıkları gecelik faiz oranlarına ilişkindir ve tümüyle bankaların “likit” ihti-yacını düşük faizle karşılamaya yönelik “ka-ğıt üzerinde” yapılan işlemlerdir.

Emperyalist ekonomiler durgunluğa (re-sesyon) girmiştir. Bunun anlamı, emperya-list ekonomilerde iç ve dış pazarlar tıkan-mış, mallar satılamaz hale gelmiştir. Otomo-tivden konut sektörüne, dayanıklı tüketim mallarına kadar her türlü mal satışları dur-muştur. “Kriz”in temelindeki aşırı-üretim, pi-yasalardaki durgunlukla birlikte yeniden gö-rünür hale gelmiştir. Bu malların satılabil-mesi için ya “tüketici”lerin gelirlerinde artış olmalıdır ya da “tüketici kredileri” artırılma-lıdır. Bunun dışında malların satılabilmesi-nin başka bir yolu içsel olarak yoktur.

Oysa “finans krizi” denilen olgu, zaten “tüketici kredileri”nin, özel olarak da “mort-gage” kredilerinin olağanüstü artırılmasının ürünüdür. Şimdi kredi genişlemesi krize ne-den olmuşken, yeni bir kredi genişlemesiy-

Enflasyon OranlarıArjantin Brezilya Peru Şili Meksika Venezüella Türkiye

1979 159 - 66 33 18 12 1101983 343 135 111 27 101 6 31,41985 672 225 163 29 57 11 451989 3.079 1.430 3.398 17 20 84 631990 2.314 2.947 7.481 26 26 40 60Kaynak: IMF, IFS, 2004

Page 16: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

1�

le durgunluğun aşılması olanaklı değildir. Örneğin otomobil satışlarında (taksitle) fa-iz oranlarının “sıfır”a indirilmesi her ne ka-dar satışları artırmayı amaçlasa da, bu satı-şı finanse edecek “finans kuruluşu”nun kre-di verme olanağı olmadığı sürece, sadece otomobil şirketlerinin fiyatları aşağıya çek-melerinden başka bir anlama gelmez. Ama bugüne kadar satışları artıran temel etmen “tüketici kredileri”dir ve “mortgage” üzerin-den “finans krizi”ne yol açmıştır. Bu kredi-ler kesildiği andan itibaren, piyasalar dur-gunluğa girmiştir. Yani bir kısır döngü söz konusudur. Böylesi bir kısır döngü içinde ne yapılabilir?

Yapılabilecek tek şey, emperyalist ülke-lerdeki “tüketici”nin alım gücünü yükselt-mektir. Ücret artışı ya da yeni krediler yo-luyla yapılmasının olanaksız olduğu koşul-larda bunun yolu, “reel gelirlerinde” artış sağlamak, yani ücretlerden temel tüketim mallarına (gıda, giyim vb.) ayrılan payı dü-şürmekten geçer. Bu da açıktır ki, dayanık-lı tüketim malları kesimindeki durgunluğu aşabilmek için dayanıksız tüketim malları-nın fiyatlarının düşürülmesi demektir. Gıda ürünlerinden tekstil ürünlerine kadar daya-nıksız tüketim mallarının fiyatlarının düşü-rülmesi için ise, tarım sektörünün maliyet-lerinin düşmesi ve üretimlerinin artması şarttır. Ama bu da, emperyalist ülkelerdeki iç dengeleri bozar ve sanayinin krizini tarım sektörüne aktarmaktan başka bir sonuç vermez. En bilinen haliyle, tarım sektörünün krize girmesi, tarımsal alanda mülksüzleş-tirmenin ortaya çıkmasıdır bu. Ve tüm em-peryalist ülkelerin çok iyi bildikleri gibi, böy-lesi bir tarımsal kriz ve mülksüzleştirme, ka-çınılmaz olarak toplumsal ve siyasal sorun-lara yol açar. Öyle ise, bu sonuçlardan ka-çınmak için başka bir yol bulunması gere-kir.

İşte bu yol, krizin geri-bıraktırılmış ülke-lere ihracıyla ortaya çıkar.

Sürekli cari işlemler açığı veren, özel sektörün dış borçlanmasının olağanüstü bo-yutlara ulaştığı geri-bıraktırılmış ülkelerde, gerek cari açığı kapatmak için (“kamunun finansman ihtiyacı” denilen şey), gerekse özel sektörün dış borçlarının “çevrilebilir” olması için yeni kredilere ihtiyaç vardır. Ya-ni artan oranda dış borçlanmaya gitmek zo-rundadırlar. “Finans krizi” koşullarında “kre-dilerde daralma” ortaya çıktığı için de, bu

borçlanma ihtiyacı, kaçınılmaz olarak zor-laşmakta ve maliyeti (faiz oranı) yükselmek-tedir. “Teknik” ifadesiyle, yükselen kredi maliyetleri üretim maliyetlerinin yükselme-sine yol açar. Bu da, ürünlerin fiyatlarının yükselmesi demektir ve sonucu da “mali-yet kaynaklı enflasyon”dur.

Bu da yüksek maliyet-yüksek fiyat koşul-larında, geri-bıraktırılmış ülkelerin iç pazar-larında durgunluğun ortaya çıkmasına ne-den olur. Ve geri-bıraktırılmış ülkelerin hü-kümetleri, böylesi bir durumda “ümüğü-nün” sıkılmaması için, iç pazardaki durgun-luğu aşmak amacıyla yeni ve ek talep yara-tıcı önlemlere başvurmak durumundadır.

Böylece emperyalist ülkelerdeki durgun-luk koşullarında ortaya çıkan durum, aynı biçimde geri-bıraktırılmış ülkelerde ortaya çıkar. Onlar da, emperyalist ülkeler gibi iç pazardaki durgunluğu aşmak için “tüketici”-nin alım gücünü artırmak zorundadırlar. Bu da, aynı şekilde ya ücretlerin (gelirlerin) ar-tırılmasıyla, ya da yeni “tüketici kredileri” sağlanarak yapılabilir. Birincisi enflasyona yol açarken, ikincisi daralmış “global” kre-di olanakları koşullarında zaten olanaksız bir şeydir. Emperyalist ülkeler gibi bu du-rumdan çıkabilmek için bir başka ülkeye “kriz ihracı” seçenekleri de yoktur. Emper-yalist ülke olmadıklarından ve emperyalist ülkeler tarafından kriz ihraç edildiğinden, el-lerinden gelen tek şey, piyasalara daha faz-la para vererek durgunluğu aşmaya çalış-maktır. Ve yaşandığı ve bilindiği gibi, bunun sonucu da enflasyonda artıştır.

Emperyalist ülkeler gibi benzer bir kısır döngüye giren geri-bıraktırılmış ülkelerin kendine özgü bir sermaye birikimi, kredi üretme olanağı bulunmadığı için, uygulana-cak enflasyonist politika, bir kez daha ma-liyetlerin yükselmesine, bir kez daha fiyat-ların artmasına ve sonuç olarak bir kez da-ha malların satılamamasına yol açar. Öte yandan, gerek kamunun dış borçlanma ih-tiyacı (cari açık nedeniyle), gerek özel sek-törün “yüksek faiz-düşük kur” aracılığıyla büyümüş olan dış borçlarının ödenme zo-runluluğu, ters yönde etkide bulunarak fi-yatların düşürülmesine neden olur. Artık dış borcunu ödemek durumunda olan özel sek-tör, bir yandan yüksek faizle yeni borçlan-ma yolları ararken, diğer yandan mallarını olabilecek en düşük fiyatla elden çıkarma-ya çalışır. Aynı şey “kamu”, yani devlet için

Page 17: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

1�

de geçerlidir.Bu koşullarda dış borçların “çevrilebil-

mesi” için ihtiyaç duyulan dövizi sağlamak amacıyla, hammaddeden tüketim malları-na kadar her şey olabilecek en düşük fiyat-larla ihraç edilmeye çalışılır. Bu da, bu mal-ların ithalatçısı olan emperyalist ülkelerde dayanıksız tüketim mallarının fiyatlarının ucuzlamasını, dolayısıyla da bu ülkelerdeki “tüketiciler”in bu mallar için gelirlerinden harcadıkları payın azalmasını ve sonuç ola-rak gelirlerde “reel” artış ortaya çıkmasını sağlar. Bu artış da, emperyalist ülkelerdeki dayanıklı tüketim mallarına olan talebi artı-rır ve emperyalist ülkelerdeki durgunluk aşı-lır. Hammadde fiyatlarındaki düşüş de, em-peryalist ülkelerdeki üretim maliyetlerinin düşmesine yol açarak, kâr oranlarının yük-selmesine neden olur.

“Kriz”, böylece geri-bıraktırılmış ülkele-re ihraç edilmiştir ve “global kriz” artık on-ların krizi olur. Bugün “medya”ya yorum ya-pan işadamlarından (ya da “cinsel ayrımcı-

lıktan arındırılmış” ifadesiyle “işinsanları”) televoleci ekonomistlere kadar herkesin “global finans krizinin etkisini 2009’da his-setmeye başlayacağız” türünden açıklama-larının gerçekliği de budur. Diğer bir ifadey-le, dünya “finans krizi”, 2009 yılı boyunca geri-bıraktırılmış ülkelerin krizi olarak yeni boyut ve içerikte “globalleşecektir”.

Bugün resmi emperyalist finans kuruluş-ları ve bunların “şef ekonomistleri”nin karar vermekte zorlandıkları yer de, bu “globalle-şen” kriz karşısında “sıkı para politikası”nı mı sürdürmeye devam edecekleri, yoksa enflasyonist politikalara “bir süreliğine” göz mü yumacakları noktasıdır. İster “IMF çıpa-sı” olsun, ister olmasın, her durumda “fi-nans krizi” geri-bıraktırılmış ülkelere ihraç edilmiştir ve yakın zamanda bunun sonuç-ları “sıradan insan” tarafından da hissedil-meye ve görülmeye başlayacaktır.

Emperyalist dünya ekonomi zincirinde başka bir seçenek yoktur.

Page 18: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

1�

Kapitalist Ekonominin Devresel Hareketi (Cycle/Çevrim)ve Devrim

“Fakat, makineleşmiş endüstrinin ağırlığını bütün ulusal endüstri üzerinde duyu-ran bir etki yapabilecek derecede kök saldığı, endüstrinin bu duruma gelmiş olması dolayısıyla dış ticaretin iç ticareti önem itibarıyla geri bırakmaya başladığı, dünya pi-yasasının yeni dünyada, Asya ve Avustralya’da bir biri peşi sıra gittikçe daha geniş alanlara el attığı ve nihayet dünya piyasasında boy gösteren sanayici ülkelerin ye-terli bir sayıya ulaştığı andan, ilk olarak işte bu andan itibaren, bir diğerini izleyen safhaları yıllar olan, daima genel bir buhranla (Krise) sonuçlanan, birinin sonu bir ye-nisinin başlangıcı olan ve durmadan yenilenen devirler (zyklus, cycle) görülmeye baş-lanmıştır.” [Marks, Kapital, Cilt: I, Fransızca Baskıya ek.]

“... ilk genel bunalımın patlak verdiği tarih olan 1825 yılından bu yana, sanayi ve ticaret dünyasının tümü, uygar halklar ve onların az ya da çok barbar uyduları topluluğunun üretim ve değişimi, her on yıl dolaylarında bir kez şirazesinden çıkar. Ticaret durur, pazarlar tıkanmıştır, ürünler sürümsüz oldukları ölçüde yığılıp kalır, pe-şin para görünmez olur, kredi ortadan çekilir, fabrikalar kapanır, emekçi yığınlar faz-la geçim gereci üretmiş olmaktan ötürü geçim gereçlerinden yoksun kalırlar, iflaslar iflasları, zoraki satışlar zoraki satışları kovalar. Tıkanıklık yıllarca sürer; üretici güçler ve ürünler, birikmiş meta yığınları, sonunda değerlerinin az ya da çok altında bir fi-yat üzerinden sürülene, üretim ve değişim yavaş yavaş canlanana değin, yığın ha-linde israf ve imha edilirler. Yavaş yavaş gidiş hızlanır, tırısa döner, sınai tırıs dörtnal olur ve bu dörtnal da sonunda, en tehlikeli atlamalardan sonra kendini yeni baştan... çöküntü (crash) çukurunda bulmak üzere, bir sanayi, ticaret, kredi ve spekülasyon steeple chase’inde [engelli yarış] doludizgine değin yükselir. Ve hep aynı yineleme. İşte, 1825’ten bu yana beş kezden az yaşamadığımız ve şu anda (1877) altıncı kez olarak yaşadığımız durum. Ve bu bunalımların niteliği öylesine belirgindir ki Fourier, bunlardan birincisini aşırı bolluk bunalımı olarak nitelendirerek, hepsinin üzerine par-mak basmıştır.” (abç) [Engels, Anti-Dühring, s. 394-395.]

“Kullanılan sabit sermayenin değer büyüklüğü ile dayanıklılığı, kapitalist üretim biçiminin gelişmesiyle birlikte geliştiğine göre, sanayi ile sanayi sermayesinin ömrü her belirli yatırım alanında, birçok yılı, diyelim ortalama on yılı kapsayacak şekilde uzar. Sabit sermayenin gelişmesi, bir yandan bu ömrü uzattığı halde, öte yandan da, bu ömür, kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle aynı şekilde devamlı olarak hız kaza-nan üretim araçlarındaki sürekli devrimler ile kısalır. Bu, üretim araçlarında bir deği-şiklik ve bunlar fiziki olarak tükenmeden çok önce manevi değer kaybı nedeniyle, sü-rekli yenilenmeleri zorunluluğunu getirir. Modern sanayiin temel dallarında bu yaşam çevriminin ortalama on yıl olduğu varsayılabilir. Ne var ki, biz, burada, kesin ra-kamlar ile ilgili değiliz. Şu kadarı açıktır: bu süre içerisinde sermayenin sabit kısmı tarafından hareketsiz tutulduğu birkaç yılı kapsayan birbiriyle bağıntılı devirler çevri-mi, devresel bunalımlara maddi bir temel sağlar. Bu çevrim sırasında, işler, birbiri-ni izleyen durgunluk, orta derecede faaliyet, hızlanma ve bunalım dönemlerinden ge-çer. Sermayenin yatırılmış olduğu dönemlerin birbirlerinden çok farklı olduğu ve za-man bakımından çakışmaktan çok uzak bulundukları doğrudur. Ama bir bunalım, daima geniş yeni yatırımların çıkış noktasını oluşturur. Bu nedenle, bir bütün ola-

Page 19: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

1�

Yukarda Marks ve Engels’in kapitalist ekonomiye ilişkin yaptıkları belirlemeler, açık biçimiyle kapitalist ekonominin “biri-nin sonu bir yenisinin başlangıcı olan ve durmadan yenilenen devirler (zyklus, cyc-le)” içinde hareket ettiğini ortaya koyar. En çok kullanılan tanımıyla “ekonominin dev-resel hareketi” ya da “ekonomik çevrim” dört aşamadan oluşur*:

1. Buhran/Kriz (Krise/crisis)2. Çöküntü (Abspannung/depression)3. Toparlanma/canlanma4. Atılım/refah (boom)Kapitalist ekonominin bu devresel hare-

keti (cycle/çevrim) öylesine belirgin ve öy-lesine açıktır ki, bugüne kadar hiç bir bur-juva ekonomisti bile bu devresel hareketi bilmezlikten ya da görmezlikten geleme-miştir. Çoğu durumda “business cycle”, ya-ni “iş çevrimi” olarak burjuva ekonomistle-ri tarafından ifade edilen bu devresel hare-ket, kapitalizmin ayrılmaz bir parçasıdır. Ka-pitalizm varolduğu sürece, bu devresel ha-reket de varolmayı sürdürür. Bu nedenle de, kapitalist ekonominin kriz ve çöküntü aşa-malarından geçmesi mutlaktır. Bir başka de-yişle, kapitalizm, krizler olmaksızın varlığını sürdüremez. Her kapitalist gelişme (atılım/refah) kaçınılmaz olarak krizle sonuçlanır ve her kriz, yine aynı kaçınılmazlık içinde yeni bir atılıma dönüşür. Bu bir döngüdür, yani çevrimdir.

Kapitalist ekonominin devresel hareketi ve bu devresel hareketin her durumda kriz aşamasından geçmek durumunda oluşu, burjuva ekonomistleri açısından fazla pra-tik değere sahip değildir. Çünkü bu çevrim kaçınılmaz biçimde krizi içerir. Ne denli bu devresel hareketin nedenleri biliniyor olsa da, kapitalizm koşullarında bundan çıkış ve kaçış söz konusu değildir. Bu nedenle, bur-juva ekonomistleri, devresel hareketin bel-li bir aşamadan sonra krize dönüşmesinin kaçınılmazlığını, bir çeşit “yüce ve bilinme-yen bir varlığın yazdığı alınyazısı” olarak ka-bul ederler ve herkese de böyle kabul ettir-meye çalışırlar; bu çevrimin kriz aşamasın-

dan geçmesini önleyecek hiç bir araç söz konusu olmadığı için de, bu “alınyazısı” kar-şısında tevekkül edilmesini isterler. Devre-sel hareket ne denli gerçekse, krizler de o kadar zorunludur.

Ancak kapitalist ekonominin devresel hareketinin kaçınılmaz olarak kriz/çöküntü aşamalarından geçmesi, yani krizlerin orta-ya çıkması, Engels’in deyişiyle “üretim ve değişimin şirazesinden çıkması”, bir yandan üretim sürecini durdurarak, fabrikaların ka-panmasına, işçilerin işsiz kalmasına yol açarken, diğer yandan ticaretin durması ka-pitalist şirketlerin iflasını beraberinde geti-rir. Böylece kapitalist üretim ilişkileri içinde krizlerin kaçınılmazlığı, iflasların ve işsizliğin kaçınılmazlığı olarak somutlaşır. Bu da, bel-li ölçülerde kapitalizmin temel çelişkisi olan emek-sermaye ya da proletarya-burjuvazi çelişkisini (zıtların birliği ve mücadelesi çer-çevesinde) görünür kılar. Ekonomik kriz aşamasında işsizliğin artması, mülksahibi kesimlerin mülksüzleşmesi, kapitalist şirket-lerin iflası ve tüm bunlarla birlikte üretilmiş ürünlerin satılamaması, yani “fazla geçim aracı üretilmiş olması” kapitalizmin “rasyo-nel” bir sistem olmadığını, insanları ve mad-di kaynakları kaçınılmaz olarak krizlere yö-nelttiği gerçeği görünür olur.

Bu görünür, yaşayanlar tarafından görü-lür olan bu gerçekler biteviye yenilendiğin-den, aynı zamanda kapitalizmin “irrasyonel” niteliğinin kavranılmasına ve kavratılmasına da hizmet eder. Öz olarak, kapitalizm varol-duğu sürece krizler kaçınılmazdır ve her kriz, boyutlarına bağlı olarak geniş kitlelerin yaşam koşullarının kötüleşmesine, yoksul-laşmasına yol açar. Bu kaçınılmazlıklardan kurtulabilmenin tek yolu, kapitalizmin orta-dan kaldırılmasıdır. İşte kapitalist ekonomi-nin devresel hareketinin ve bu hareketin ka-çınılmaz olarak kriz aşamasından geçmesi-nin ortaya çıkardığı tek gerçek de budur.

Ancak bu gerçek değişik biçimlerde yo-rumlanarak, kapitalizmin ortadan kaldırıl-masına ilişkin pek çok teorinin yapılması-na yol açmıştır ve açmaktadır. Bu konuda yaygın olan iki teori vardır.

Birinci teori, kapitalizmin devresel hare-ketinin tarihsel süreç içinde giderek daha büyük, devasa krizlere yol açacağı, halkın

rak toplumun bakış açısından, bir sonraki devir çevrimine az çok yeni bir maddi te-meli sağlarlar.” (abç) [Marks, Kapital, Cilt: II, s. 198.]

* III. Bunalım Döneminin özelliklerinden dolayı devresel hareketin bu aşamalarında bazı değişiklikler olmuştur. Bkz. Türkiye Devriminin Acil Sorunları-I.

Page 20: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

20

mutlak biçimde yoksullaşmasına neden ola-rak bir “kaos” dönemini başlatacağı ve bu “kaos” döneminde kapitalizmin kendiliğin-den çözüleceğidir.

Bu teori, genel olarak “ekonomik deter-minizm” teorisi olarak da ifade edilir. Bu de-terminist, yani ekonomik belirleyicilerin ka-pitalizmin yıkılmasına yol açacağı teorisi, in-sanların iradi (volantirist) eylemlerini dışlar. Bu teoriye göre, kapitalizm kendi yaşam sü-resini kendiliğinden tamamlayacak ve tari-hin belli bir aşamasında ortadan kalkacak, yerini sosyalizme bırakacaktır. Bu sürece dıştan, iradi olarak, bilinçli insan eylemiyle müdahale edilmesi hiç de gerekli değildir. İradi müdahaleler, bilinçli insan eylemleri sınıf çatışmasını keskinleştirerek pek çok yaşamların ve maddi varlıkların yok olması-na yol açar, ama hiç bir biçimde tarihsel sü-reci değiştiremez.

Böylesine edilgen, tarihin kendi kendine akıp gitmesini “seyre dalma”ya dayanan bu teori, kapitalizmin kaçınılmaz yıkılışını bek-leyen “Godot”lar oluşturur. Kapitalizm er ya da geç kendi içsel evrimiyle ve içsel zorun-luluğuyla yıkılacağı için de, kapitalizmin “ir-rasyonel” ve ortadan kalkması gereken bir sistem olduğunun bilincinde olan insanlar da kendilerini bu evrime göre ayarlayacak-lardır. Eğer “ölmez de görürsek” diye düşü-nür bu teori sahipleri, “şimdiden” kapitaliz-min yerini alacak sosyalizmin gereksinme-si olan insanları yetiştirmeye ve bu insanla-rın sürekliliğini sağlamaya çalışmak gerekir. Gramsci’nin dilinde bu “sivil toplumda he-gemonya sağlamak” şeklinde ifade edilir-ken, Kautsky vb. II. Enternasyonal dönekle-ri “sosyalizmin kadrolarını” kapitalizmin ko-şulları içinde yetiştirmekten söz ederler. Ni-hai yıkım günü geldiğinde (tıpkı “kıyamet” günü gibi), bu “sosyalist kadrolar” işin başı-na geçecek, sosyalizmi barışçıl bir biçimde inşa edeceklerdir!

İkinci teori ise, bu birinci teorinin ortaya attığı saçma sapan sonuçlara tepki olarak ortaya çıkmıştır.

Bu teoriye göre, ekonomik bunalım/kriz dönemlerinde emek-sermaye çelişkisi kes-kinleşir. İnsanlar yoksullaşır, işçiler işsiz ka-lır. Dolayısıyla kapitalizme karşı diğer aşa-malarda olmayan ya da görülmeyen bir öf-ke ve nefret ortaya çıkar. Eğer bu öfke ve nefret örgütlenebilir, kapitalizmi yıkmak için harekete geçirilebilirse, sosyalist devrim ko-

layca gerçekleştirilebilir. Bu yüzden de, an-ti-kapitalist güçlerin, sosyalistlerin (ya da “komünistler”in) görevi, kriz öncesindeki aşamalarda hazırlıklarını tamamlamak ve krizle birlikte yükselecek olan kitle tepkisi-ni örgütleyip harekete geçirmektir. Diğer bir ifadeyle, kaçınılmaz kriz aşaması sosyalist devrim için “fırsat” yaratır. Yapılması gere-ken tek şey bu kriz aşamasında “fırsat”tan yararlanmayı becermektir.

Bu teorinin arka planına Lenin’in “dev-rimci durum”a ilişkin ortaya koyduğu ölçüt-ler yerleştirilir. Bir devrimin olabilmesi için “devrimci durumun” olması, yani milli bir krizin olgunlaşması şart olduğundan, eko-nomik kriz dönemlerinde böyle bir “devrim-ci durumun” ortaya çıkıp çıkmadığına bakı-lır. Lenin, açık biçimde “alttakilerin eskisi gibi yaşamak istemedikleri”, “üsttekilerin de eskisi gibi yönetemedikleri”, “ezilen sınıfla-rın yoksulluk ve sıkıntısının, her zamankin-den çok kötüleşmesi” gibi ölçütler ortaya koyduğu için, ekonomik kriz dönemlerinde bunların ortaya çıkıp çıkmadığına bakılır.

İşsizlik ve yoksulluğun artması, açıktır ki “ezilen sınıfların yoksulluk ve sıkıntılarının... çok kötüleşmesi” demektir. Bu durumdaki “alttaki” sınıflar eskisi gibi yönetilmek iste-meyeceklerdir. Diğer yandan, ekonomik kriz patlak verdiğinden, iflaslar iflasları izlediğin-den, “üsttekiler” de eskisi gibi işlerini yürü-temez, yönetemez hale gelmiş olacaklardır. Böylece Lenin’in “devrimci durum” ölçütle-rinin büyük ölçüde ekonomik kriz dönem-lerinde ortaya çıktığı ya da çıkacağı sonucu-na ulaşılır.

Ulaşılır, ancak her kriz birbirinin benze-ri değildir. Kimisi daha şiddetli, kimisi daha kısa sürer. Bu yüzden yapılması gereken ilk iş, ekonominin devresel hareketini “yakın-dan izlemek”, ortaya çıkacak krizin “derin-liğini ve boyutunu” saptamaktır. Bunlar, Le-nin’in ifade ettiği gibi, “şu ya da bu grubun ve partinin değil, ama şu ya da bu sınıfın ira-desinden de bağımsız nesnel değişiklikler”-dir. Dolayısıyla bu teori sahipleri de, tıpkı bi-rinciler gibi, bu “nesnel değişikliklerin”, ira-deden bağımsız değişikliklerin, yani kapita-lizmin kendi kendine ortaya çıkartacağı de-ğişikliklerin olmasını beklemek durumun-dadırlar. Birinci teori sahiplerinden tek fark-ları, “onar yıllık” aralıklarla yinelenen bir ekonomik çevrime bağlı olarak beklemele-ridir.

Page 21: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

21

Ve beklemişlerdir.Her ekonomik kriz patlak verdiğinde, bu

teori sahipleri (ki genellikle revizyonist ve pasifist “komünist” partileri bu teoriyi savu-nurlar) krizin derinliğini ölçmeye yarayan, “termometre” türü bir “kriz dibi ölçer” ale-ti bulmaya çalışırlar. Yapmak istedikleri tek şey, yaşanılan her hangi bir “kriz”in “en bü-yük kriz” olup olmadığını saptamaktır. Bu nedenle de, bu teori sahipleri hemen her zaman ekonomisttirler, ekonomik determi-nizme dayanırlar ve her durumda “kriz spe-külatörü” olarak varolurlar.

Ancak bu teori de, 1970’lerden günümü-ze kadar ortaya çıkan değişik ekonomik bu-nalımlarda (ya da krizlerde) boylarının öl-çüsünü almışlardır. Her krizle “umut”lanmış-lar, ama her krizin yeni bir atılımla sonuç-lanması karşısında umutlarını yitirmişlerdir. Bu yüzden “kriz”lere ilişkin tahlillerde eski-si kadar pervasız değillerdir.

Böylece solda, “sosyalist devrim” yap-mak için ekonominin devresel hareketine ve bu hareket içinde ortaya çıkan krizlere dayanan teoriler zaman içinde etkinlikleri-ni ve inandırıcılıklarını yitirmişlerse de, “kriz”lerin birbiri ardına gelmeye başlama-sı, aralarındaki sürelerin giderek kısalması karşısında da nasıl bir değerlendirme yapa-caklarını bilemez hale gelmişlerdir. Bunu bi-lemedikleri için de, 3-4 yılda bir yinelenen krizleri “fırsata dönüştürecek” olan hazırlık-ları yapamaz olmuşlardır.

Bu çıkmaz, çaresizlik karşısında yeni, üçüncü bir teori imdada yetişmiştir.

Bu teorinin adı “kapitalizmin uzun dal-galar teorisi”dir.

Kapitalist ekonominin devresel hareketi 7-10 yıl aralıklarla seyrederken, bu “uzun dalgalar teorisi” 25 yıllık kapitalist büyüme-yi 25 yıllık bir daralma ve krizler döneminin izlediği saptamasında bulunur. Böylece “kriz sosyalistleri” için uzun bir hazırlık dönemi rahatça ortaya çıkabilmektedir. 25 yıllık ev-rimci çalışma yürütecek olan “kriz sosyalist-leri”, 25 yıllık daralma dönemindeki her bir krizi “fırsata” dönüştürmeye koyulacaklar-dır.

Kondratiev’in “uzun dalgalar teorisi”ne dayanan bu üçüncü teori, Marksist “ekol”de yetişmiş burjuva iktisat akademisyenleri ta-rafından hızla benimsenmiştir. İ. Wallerste-in gibi “Frankfurt okulu” ekonomistlerinin dünya çapında propagandasını yaptıkları bu

“uzun dalgalar teorisi”, aynı zamanda kapi-talist sermaye birikiminin “çevrimi” olarak da tanımlanır.*

Bu teoriye göre kapitalist sistemin “uzun dalgaları” şöyle olmaktadır:

1790-1817 27 yıl büyüme - 1817-1851 35 yıl daralma,1851-1875 24 yıl büyüme - 1875-1896 21 yıl daralma,1896-1920 24 yıl büyüme - 1920-1945 25 yıl daralma,1945-1969 25 yıl büyüme - 1969-1991 22 yıl daralma,1991-2015 24 yıl büyüme - 2015-2040 25 yıl daralma.

Şüphesiz bu tarihleme mutlak değildir. Kimisine göre II. yeniden paylaşım savaşın-dan sonraki “uzun dalga” dönemi 1980’ler-de sona ermiştir. Bu durumda “yeni dalga”, 1980-2005 büyüme ve 2005-2030 daralma olarak saptanır. Bu yıllar da bir kaç yıl ileri-geri alınarak, içinde yaşanılan zamana uyar-lanabilir “esnekliğe” de sahiptir.

Bu teori bir kez kabul edildi miydi, artık hangi zamanda hangi mücadele biçimi kul-lanılarak ne yapılacağı kolayca saptanır. Üs-telik “koskocaman” 25 yıl öylesine oturarak, pasif politikalarla zamanı tüketmekle de eleştirilemeyeceklerdir. Ne de olsa onlar “bilimsel Godot”lar olarak 25 yıllık kapitalist büyüme döneminin bitmesini beklemek du-rumundadırlar.

Bütün bu teoriler, son tahlilde kapitaliz-min kendi kendine, kendi içsel gelişimiyle yıkılacağı, yerini sosyalizmin kendiliğinden alacağı düşüncesine dayanır. Bu nedenle de, nasıl ki kapitalizm feodalizmin bağrında doğmuş, gelişmiş ve feodalizmin yerine geç-mişse, sosyalizm de, aynı şekilde kapitaliz-min bağrında doğacak, gelişecek ve kapita-lizmin yerine geçecektir. Hem zaten “Marks demiyor mu”, “İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal olu-

* Bu teoriyi Türkiye’ye ithal edenlerin başında Çağlar Keyder gelir. Keyder 1983 yılında bu teoriyi it-hal ederken şöyle “tanıtım” yapıyordu: “Kapitalist dünya ekonomisinin tarih içinde seyri devresel hare-ketle olur. Bu hareketler uzun büyüme devrelerinin, yine uzun bunalım devrelerini takibinden oluşur. Her uzun büyüme dönemi öncekine oranla, farklı bir dün-ya işbölümü, farklı teknolojik bağlar, farklı kontrol ve aktarım mekanizmaları, farklı bir kurumsal yapı geti-rir. O kadar ki biz bu dönemleşmeyi kapitalizmin ge-lişmesi içinde birbirini takip eden ‘birikim tarzları’ olarak da algılayabiliriz. İlginç olan bu devresel hare-ketlerin veya birikim tarzlarının yerleşip çözülmesinin, son iki yüzyılda bayağı düzenli bir zamanlama ile gözlendiği. Genel olarak söylenen bütün devrenin yak-laşık 50 yıl sürdüğü; yani yaklaşık 25 yıllık bir büyü-menin arkasından yaklaşık 25 yıllık bir bunalım dö-neminin geldiği.” (Ç. Keyder, “Kriz Üzerine Notlar”.)

Page 22: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

22

şum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek aç-madan, asla gelip yerlerini almazlar.”!*

Bu üç teori birbirleriyle “kardeş” olduk-ları için, yani kanbağına sahip oldukların-dan, her durumda birbirlerini desteklerler ve biri diğerinin boşluğunu doldurur. Bu yüzden de, yeni eklektik teoriler için de bu-lunmaz bir “hint kumaşı”dırlar. Dolayısıyla da eklektizmin ve oportünizmin en gözde teorileri olarak sürekli el altında tutulurlar. Birini savunur görünürken, ortaya çıkabile-cek “yeni” durumlar karşısında hemen di-ğeri imdada çağrılır. Ekonominin devresel hareketi işe yaramazsa, uzun dalgalar işe yaratılır. Uzun dalgalarla açıklanamayan ol-gular, ekonominin devresel hareketiyle açık-lanır.

Ancak bu teorilerin unuttukları “küçük” bir şey vardır: Serbest rekabetçi kapitaliz-min yerini tekelci kapitalizme, emperyaliz-me bırakmış olduğu gerçeği.

Lenin’in sözleriyle, “tekeller, kendisin-den çıkmış oldukları serbest rekabeti yok etmiyor; onun üstünde ve yanında varolu-yor; böylece de iyice keskin, şiddetli sürtüş-melere, çatışmalara yol açıyor. Tekel, kapi-talizmden daha yüksek bir düzene geçiş-tir.”**

Bir başka ifadeyle, tekelci kapitalizm (emperyalizm), kapitalizmin sürekli ve ge-nel bunalımlar dönemidir, Lenin’in sözüy-le, “sosyalizmin arifesidir”.

Emperyalist dönemde üretimin toplum-sal niteliği ile üretim araçlarının özel mülki-yeti arasındaki çelişki keskinleşir ve sürek-lilik kazanır. Serbest rekabetçi dönemde ekonomik kriz dönemlerinde belirginleşen kapitalizmin temel çelişkisi, emperyalist dö-nemde sürekli olarak, ekonomik kriz dö-nemlerinin dışında da kendisini gösterir. Ka-pitalizmin bu genel bunalımı (kısaca em-peryalizmin bunalımı), ekonominin devre-sel hareketinden nispi olarak bağımsızdır ve onun gibi kesikli değil, süreklidir. İşte em-peryalist dönemde sosyalist devrimin nes-nel koşullarının olgunlaşmasının gerçekliği burada yatar. Bu nedenle devrimin nesnel koşulları her dönemde mevcuttur. Devrim-

ci mücadelenin rotası, yani stratejisi de bu nesnel koşulların varlığına bağlı olarak be-lirlenir. Ekonominin devresel hareketin or-taya çıkardığı krizler, sürekli ve genel buna-lımın derinleşmesine yol açar, ancak bu du-rum devrim mücadelesinin stratejisini de-ğil, taktiklerini belirleyen niteliktedir.

Gerek devrimci mücadelenin strateji ve taktikleri, gerekse emperyalist sistemin tah-lili, ancak sürekli ve genel bunalımların tah-lili ile olanaklıdır. Sürekli ve genel bunalım kavranılmadan, emperyalist ekonomilerde ortaya çıkan krizlerin anlaşılması olanaksız-dır.

Sürekli ve genel bunalımın mevcudiye-ti, emperyalist sistemin bütününde devrim-ci durumun sürekli varlığı demektir. Dolayı-sıyla şu ya da bu konjonktürel hareketlere bakarak devrimin rotasını, mücadele biçi-mini, stratejisini belirlemeye çalışan tüm te-orilerin dayanağı olan “kesintili devrimci du-rum”, emperyalist dönemin gerçekliğiyle uyuşmaz.

Yine de bir ülkede devrimin olabilmesi için, sisteminin bütününde devrimci duru-mun olması yeterli değildir. Ayrıca her ülke-de “milli kriz”in ortaya çıkması gereklidir. Bu da, ülkelerin emperyalist zincirin hangi halkasında olduklarına bağlı olarak, siste-min bütünündeki krizlerin o ülkelere yansı-ma düzeyi ile belirlenir. Emperyalizmin kriz-lerinin sürekli olarak geri-bıraktırılmış ülke-lere ihraç edilmesi, yani bu krizlerin geri-bı-raktırılmış ülkelere şiddetle yansıması, bu ülkelerde sürekli bir milli kriz ortaya çıkar-tır. Bu kriz, tam anlamıyla olgun olmasa da mevcuttur, dolayısıyla devrimci insiyatifin başarıya ulaşmasının nesnel koşulları her zaman vardır.

Ancak, devrimin nesnel koşullarının her zaman var olması, devrimin olacağı anlamı-na gelmez.

“... her devrimci durum, bir dev-rime yol açmaz... nesnel koşullara öznel koşullar da katılırsa, yani dev-rimci bir sınıf, bunalımlar dönemin-de bile ‘devrilmeyen’ bir hükümeti devirecek kadar güçlü bir devrimci kitle eylemlerini yürütme yeteneğini de eklersek, işte o zaman devrim olur.”***

* Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Ön-söz.

** Lenin, Emperyalizm, s. 107.*** Lenin, Proletarya Devrimi ve Dönek Ka-

utsky.

Page 23: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

2�

Kriz dönemleri, teorik ve pratik olarak iş-sizliğin, yoksulluğun arttığı, biraz elinde mül-kü olanların daha büyük mülk sahipleri ta-rafından mülksüzleştirildiği zamanlardır. Ki-mi zaman 4-5 ay sürebilen, kimi zaman ay-larca “dibi” görünmeyen krizler, aynı za-manda “umut”ların yeşerdiği, kapitalizmin yıkılmasının koşullarının olgunlaştığı “inan-cı”nın arttığı zamanlardır. En azından “bir zamanlar” böyleydi.

“Bir zamanlar”, hiç kimsenin “kartal” ol-madıklarını kabul etmeye yanaşmadığı za-manlarda, ekonomik buhranlar (bunalım-lar, krizler, nasıl ifade edilirse edilsin aynı şeyi tanımlar) SBKP revizyonizminin “ye-minli” izleyicisi olan “yerli revizyonistler”in en gözde konularıydı. Büyük ölçüde kent küçük-burjuvazisinin eğitim görmüş kesim-lerinden gelen bu revizyonistler, eğitim gör-müşlüğün avantajıyla ekonomi-politik konu-sunda “uzman” olarak ortalıkta dolaşırlardı. Standart haliyle “devresel hareket”in NBER ölçütleriyle “durgunluk”a girdiği, yani adına “kriz” (bunalım ya da buhran da denilebilir oysa ki) denilen aşamada, “devrim treninin istasyona geldiği”, bu fırsatın kaçırılmama-sı gerektiğini inen-çıkan grafikler eşliğinde hep bir ağızdan bağırmaya başlarlardı.

Aynı kişiler, her ekonomik bunalımda ol-duğu gibi, “konjonktürel dalga” gelip geçin-ce, “trene” binememiş olmanın tüm sorum-luluğunu başkalarına yıkmaya kalkışırlardı. Gerek “kriz” günlerinde, gerek “post-kriz” günlerinde tüm çabaları, ekonomik buna-lım (kriz) dönemlerinde devrimci bir duru-mun ortaya çıktığını ve ekonomik bunalı-mın (kriz) geçmesiyle birlikte devrimci du-

rumun ortadan kalktığını dünya aleme ka-nıtlamaya yönelikti.

Ama “başkaları”, kendi deyişleriyle “go-şistler, anarşistler, maceraperestler” ortaya çıkmıştı. Bunlar ne sözden anlıyorlardı, ne “kriz”den. İşleri güçleri “silahlı eylem”, tek amaçları “devrim yapmak”tı. Böyle olduğu için de, eğitim görmüş revizyonistler tüm ekonomi-politik bilgilerini ortaya dökerek, “goşistler”in bir şey bilmediklerini, “mark-sist ekonomi-politik”ten bir şey anlamadık-larını kanıtlamaya soyundular.

Oysa onların “goşist, anarşist, macera-perest” dedikleri insanlar “emperyalizmin bunalım dönemlerinden”, kapitalizminin sü-rekli ve genel bunalımından ve hatta “III. bunalım dönemi”nden söz ediyorlardı. Di-yorlardı ki, serbest rekabetçi kapitalizmin te-kelci kapitalizme dönüşmesiyle birlikte, ar-tık tek tek ülkelerde değil, sistemin, emper-yalist sistemin bütününde devrimin nesnel koşulları olgunlaşmıştır. Lenin’in sözüyle, “emperyalizm, sosyalizmin arifesidir”. An-cak emperyalist dönem, kendine özgü te-mel özelliklerinin yanında, değişik zaman-larda farklı özellikler gösteren dönemlerden geçmektedir. Bu farklı dönemlerin özellik-lerine bağlı olarak da devrimci mücadele-nin stratejisi ve taktikleri de değişir. Emper-yalizmin bu farklı dönemlerini (bunalım dö-nemleri) bir yana bırakarak, belli bir döne-me özgü mücadele biçimlerini, devrimci taktikleri ve stratejileri her dönemde aynı biçimde uygulamaya kalkışmak, sözcüğün tam ve gerçek anlamıyla dogmatizmdir, oportünizmdir. I. bunalım döneminin özel-liklerine ve Rusya’nın özgün koşullarına uy-

IV. Bunalım Dönemine Talim Ederken V. Bunalım Dönemine Giriş

Page 24: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

2�

gun olan mücadele biçimlerini, bir başka dönemde (II. ve III. bunalım dönemlerinde), farklı koşullara sahip ülkelerde uygulamaya kalkışmak, daha baştan yenilgiyi kabul et-mektir. Gelişen ve değişen koşulların ayrın-tılı bir tahlili yapılarak doğru bir devrimci çizginin oluşturulması şarttır. Bu da emper-yalizmin tahlili demektir.

İşte “goşist, anarşist, maceraperest” de-nilen kişiler, böylesi bir bakış açısıyla, em-peryalizmin değişik bunalım dönemlerine ayrıldığını ve günümüzde III. bunalım döne-minin yaşandığını; III. bunalım döneminin ayırıcı özellikleri nedeniyle de, I. ve II. bu-nalım dönemindeki zafere ulaşmış devrim-ci mücadele yöntemlerinin ve stratejilerinin geçerli olmadığını açıkça ortaya koydular.

Dediler ki, ülkemiz emperyalizme ba-ğımlı, geri-bıraktırılmış bir ülkedir. Kapita-lizm iç dinamikle gelişmediğinden çarpık-tır. Bu çarpıklık nedeniyle, emperyalizmin bunalımları (kriz) ülkeye şiddetle yansır. Bu da, ülkede sürekli bir milli kriz yaratır, dola-yısıyla da devrim durumu sürekli vardır. Mil-li krizin tam anlamıyla olgun olmasa da sü-rekli var olması, silahlı aksiyon yöntemleri-nin kullanılabilmesinin nesnel koşullarının mevcudiyeti demektir. Bu nedenle de, eko-nominin devresel hareketine bakarak, eko-nomik “kriz” zamanlarında milli krizin orta-ya çıktığını, diğer dönemlerde milli krizin ol-madığını, dolayısıyla silahlı aksiyon yöntem-lerinin sürekli kullanılmasının nesnel koşul-larının bulunmadığını söylemek, açık biçim-de pasifist bir çizgiyi kabul etmektir. Emper-yalizme bağımlı ülkemizde devrimin nesnel koşulları mevcuttur. Olması gereken kitlele-rin bilinçlendirilip örgütlendirilmesi ve dev-rimi yapmak için harekete geçirilmesidir.

Ve devam ettiler: Emperyalizme bağım-lı ülkelerde sürekli milli krizin varlığı, karşı tarafın, yani oligarşinin yönetimini sürdür-mek için artan oranda şiddete, zora başvur-ması demektir. Oligarşinin şiddetine karşı devrimci şiddet bu nedenle haklıdır (meş-ru), zorunludur. Bu haklılık içinde devrimci şiddet, devrimci mücadelenin silahlı bir mü-cadele temelinde sürdürülmesi demektir. Bu nedenle de, doğru devrimci mücadele-nin yürütülebilmesi için doğru bir silahlı mü-cadele yönteminin, stratejisinin ortaya ko-nulması gerekir. Bizim gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde, iktidarın ele geçirilmesi, yani devrimin yapılması, emperyalizme ve

oligarşiye karşı bir halk savaşı verilmesini gerektirir. Halk savaşı, maddi ve teknik ola-rak güçlü düşmana karşı, siyasal ve moral üstünlüğe sahip halk kitlelerinin savaşıdır.

Dediler ki, emperyalizmin III. bunalım döneminin özelliklerinden dolayı, halk sa-vaşı, I. ve II. bunalım dönemlerinde olduğu gibi kitlelerin, özellikle de köylülerin kendi-liğinden ayaklanma ve isyanlarının örgütlen-mesiyle başlatılamaz. Bu dönemde halk sa-vaşının başlatılabilmesi için, başarılı bir ön-cü savaşının verilmesi şarttır. Bir başka de-yişle, halk savaşı, III. bunalım döneminin özelliklerinden dolayı öncü savaşı aşama-sından geçecektir.

İşte böylesine bir bakış açısına sahip olanlar, açıktır ki, emperyalizmin ve emper-yalizmin değişik bunalım dönemlerinin tah-liline özel bir ağırlık vermişlerdir. Öz olarak söyledikleri, emperyalist dönem belli başlı çelişkilerin durumuna bağlı olarak değişik dönemlere ayrılır. Her dönem (bunalım dö-nemi), kendine özgü mücadele biçimleri or-taya çıkarır, devrimci mücadelenin yolu, yöntemi, stratejisi farklı olur. Bir bunalım dö-neminden bir başka bunalım dönemine ge-çildiğinin saptandığı her durumda, devrim stratejisi de değişir, değişmek zorundadır.

Bu bakış açısına karşı olan, onları “go-şist” vb. olarak suçlayan revizyonistler ve pasifistler ister istemez emperyalizmin bu-nalım dönemlerine ilişkin yapılan tahlilleri çürütmeye çalışmışlardır. Başarılı olamasa-lar da, gelişen devrimci mücadele içinde tü-müyle tecrit oldukları için, söylediklerinin de pek anlamı kalmamıştır.

Tüm bunlar 1965-80 döneminde ülkemi-zin devrimci mücadelesinin tarihinde belir-leyici bir yere sahip olmuştur. 1980 dünya ekonomik bunalımı 12 Eylül askeri darbe-siyle ortaya çıkan “bozgun” ortamında baş-layıp gelişince de, ortaya konulanlar, emper-yalizm tahlilleri ve bundan çıkartılan sonuç-lar bir yana bırakılmış, 1980 dünya ekono-mik bunalımı küçük-burjuva akademisyen-lerin “tahlil ve yorumları”yla algılanmış ve kavranılmıştır.

1990’lara gelindiğinde, Sovyetler Birliği’-nin dağıtılmışlığıyla birlikte ortaya çıkan “şok”, 12 Eylül’ün yarattığı “bozgun” hava-sını yeniden üretmiş, planlı ve programlı, ya-ni devrimci bir stratejiye bağlı mücadeleye hazırlanmak ve yürütmek tümüyle bir yana bırakılmıştır. Pratik ise, 1 Mayıslarda “güç

Page 25: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

2�

gösterisi”nin sınırlarını fazlaca aşamamıştır. PKK’nin yürüttüğü gerilla savaşının politik hataları, gerilla savaşının oligarşiyle yapıla-cak bir pazarlığın aracı olarak kullanılması da, emperyalizmin tahliline dayanan dev-rimci stratejiye uygun bir mücadelenin ha-zırlanması ve yürütülmesi konusunu geriye itmiştir. Aynı şekilde devrimci stratejinin yanlış kavranışına dayanan ve giderek sade-ce pragmatist bir tutum haline dönüşen DS’nin silahlı eylemleri de aynı etkiyi yapar-ken, aynı zamanda silahlı mücadelenin olumsuzlanması için de uygun bir gerekçe haline getirilmiştir.

Yine de doğru devrimci çizgi ve onun stratejisi (Politikleşmiş Askeri Savaş Strate-jisi), ne denli gözlerden uzak duruyor olur-sa olsun, her zaman bir “hayalet” gibi reviz-yonistleri, oportünistleri ve pasifistleri rahat-sız etmeye devam etmiştir. 1990’larda baş-layan kendine özgü teslimiyetçilik ortamın-da gelişen legalizm ve eklektizm, bu “haya-let”in soldaki etkisi karşısında yer yer em-peryalizmin bunalım dönemlerine gönder-meler yapmaya ve hatta bunalım dönemle-rinin varlığını kabul eder görünmeye yol aç-mıştır. Ancak hiç biri, oportünist olmanın ötesinde, emperyalizmin bunalım dönem-lerine ilişkin doğru bilgiye sahip olmadıkla-rından, söyledikleri sadece “hayalet”in etki-sini kendilerine devşirmek amacıyla “biz de benzer şeyleri savunuyoruz” görüntüsü ver-menin ötesine geçmemiştir.

1990’ların genel havası içinde ideolojisiz-leşme ve Marksist-Leninist teorinin bir yana bırakılması, yani legal şemsiye altında ek-lektizm ve pragmatizmin başlı başına bir “sol çizgi” haline getirilmesi, her türden te-orik tartışmanın, ekonomik ve politik tahlil-lerin bir yana bırakılmasına yol açtı. Ekono-minin “borsa, döviz, bono, repo, ters repo”nun sınırları içinde “medya” haberle-ri haline geldiği bu dönemde, “iktisat”ın “mikro”laşması da “makro” ekonomi tahlil-lerinin tümüyle bir yana bırakılmasına yol açtı. “Globalizm”, “imparatorluk” teorileriy-le de emperyalizm ve emperyalizmin tahli-li “gereksiz” kabul edildi.

Yine de arasıra bunalım dönemlerinden söz edenler çıktı. Bunlar da, genellikle Sov-yetler Birliği’nin dağıtılmışlığıyla birlikte “glo-balizm” döneminin başladığı, yani emper-yalizmin yepyeni bir evreye girdiği emper-yalist propagandanın etkisi altında “yeni bu-

nalım dönemi” teorisi olarak ortaya çıktı.Örneğin, daha sonra DHB ile birleşerek

“MLKP” haline gelen TKİH 1994’de şöyle söylüyordu:

“Kapitalizmin genel krizinin 1. aşaması her iki dünya savaşı arasın-daki dönemi, 2. aşaması 2. emperya-list paylaşım savaşı ile SB’nde reviz-yonistlerin siyasi iktidarı gasp ettikle-ri süreye (1956) kadar olan dönemi; 3. aşama 50’li yılların yarısından SB ve revizyonist blokun dağıldığı 1989/ 1990 dönemine kadar olan süreci ve 4. aşama da 1989/1990’dan sonrasını kapsar. Son süreç hâlâ devam et-mektedir.”*

Bu sözlerin her ne kadar elle tutulur bir yanı olmasa da, her cümlesi, her sözcüğü başlı başına yanlışlık içerse de, sonuçta III. bunalım döneminin sona erdiği, 4. bunalım döneminin, yani yeni bir bunalım dönemi-nin başladığı açıkça ifade edilmektedir. Bi-limsel hiç bir ölçüye ve ölçüte bağlı olmak-sızın, sadece “ideolojik konum”larına bağlı olarak kapitalizmin “genel kriz”ini dönem-leyen bu “yeni” yaklaşım MLKP pragmatiz-mi ve eklektizmiyle bir yana bırakılmış da olsa, bir eğilimi, yani “bir şeylerin değiştiği” kanısını ortaya koymuştur.

2000’li yıllar, Şubat 2001 kriziyle açıldı. Ancak kriz öylesine “birden” ortaya çıkmış-tı ki, legalistler ve eski revizyonistler hazır-lıksız yakalandı. Yıllarca kapitalist ekonomi-nin devresel hareketine bakarak devrimci durum saptamaya çalışmış olan bu legalist-revizyonistler, ekonomik tahlilleri küçük-burjuva akademisyenlerin tekeline bırakmış olmaktan da fazlaca rahatsızlık duymadı-lar.

Şubat 2001 krizi öylesine geçip gitti. 1985’lerde yükselmeye başlayan kitle hare-ketlerinin 1996 sonrasında inişe geçmesi ve 2001 “kriz” koşullarında iyice güçsüzleşme-si, tüm “sol” faaliyetlerin kültür merkezleri-ne sıkışması da diğer olgulara eklenince, doğru devrimci çizgi, devrim stratejisi ve bu-na bağlı olarak devrimci mücadelenin ha-zırlıklarının yapılması ve sürdürülmesi soru-nu da daha da gerilere itildi.

Yine de TKİH’in 1994’de anımsadığı gibi anımsamalar ortaya çıkmamazlık etmedi. Aralık 2007’de yayınlanan “Halkın Devrimci

* İşçinin Yolu, Sayı: 26, Ağustos 1994.

Page 26: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

2�

Yolu” başlıklı bildirge bu öylesine anımsa-manın örneği olarak kabul edilebilir.

Kendilerini bir biçimde “Devrimci Yol”cu olarak gören, ama bir başka biçimde “hal-kın devrimci...”si gibi göstermeye çalışan bir kesimin bu “iyiniyetli” bildirgesinde “yeni” olduğu söylenen bir dizi gelişme sayıldıktan sonra şöyle denilmektedir:

“Bütün bu gelişmelerle birlikte, emperyalizmin III. Bunalım Dönemi’-ne damgasını vuran koşullar tama-mıyla ortadan kalktı; emperyalizmin genel bunalımı yeni bir evresine gir-di. Emperyalizmin IV. Bunalım Döne-mi olarak adlandırılacak yeni bir dev-rimci süreç başladı.”*

Bu “iyiniyetli” bildirgeye göre, IV. buna-lım dönemi, “Washington Konsensüsü (1982) ve I. Körfez Savaşı’ndan (1991) baş-layıp günümüzde de sürmekte olan” dö-nemdir.

Böylece on üç yıl farkıyla benzer şeyler söylenebilmektedir.

Burada bu türden “yeni açılımlar”ın ve yeni bunalım dönemi “saptama”larının de-ğerlendirmesini yapmayacağız. Amacımız, yaşanılan süreçlerde insanları büyük ölçü-de etkileyen olaylar dizisi içinde kolaylıkla her şeyin değiştiğini düşünebildiklerini gös-termektir.

Açıktır ki, III. bunalım dönemini bir ya-na bırakalım, emperyalizmin bunalım dö-neminin ne olduğunu bilmeden, öylesine “duyumsal” bilgilerle yeni bir bunalım dö-neminin başladığını, biraz çekingen, biraz ürkek biçimde “ilan etmek” elbette müm-kündür. Ancak böyle bir “ilan” (bildirme) tek başına yeterli değildir. “Yeni” bir buna-lım döneminden söz edildiğinde, bunun devrim stratejisinde yapmak zorunda oldu-ğu değişiklikler öylesine ortaya konulup, ba-zı popüler, güncel olgular alt alta dizilerek geçiştirilemez. Biraz Brezilya’daki “yoksul-lar hareketi”nden, biraz “Comandante Mar-cos”tan, biraz Negri’nin “İmparator”undan, biraz “küreselleşme karşıtı” akademisyen-lerden, Porto Alegre “sosyal formu”ndan

esinlenerek yeni bir “yol” ortaya atmak da olanaklıdır. Ancak ortaya atılan “yol”u hak-lı çıkarmak için emperyalizmin bunalım dö-nemleriyle oynamak, “yeni” bunalım döne-minin ortaya çıktığını, dolayısıyla da “eski”, III. bunalım döneminin devrimci stratejisi-nin “eskimiş” olduğunu (üstelik “tamamıy-la”) dolaylı biçimde söylemeye kalkışmak, belki eski “DY”cilik için uygun bir yöntem olsa da, “halkın devrimci”leri için geçerli ol-duğunu söylemek hiç de kolay değildir.

Ve şimdi, böylesi bir ortamda ve böyle-si bir hava içinde öylesine “yuvarlanıp” gi-dilirken, emperyalizmin “tarihinde hiç gö-rülmedik” (!) düzeyde yeni bir “kriz”i orta-ya çıktı. Tam da yeni yeni IV. bunalım döne-mi sözcüğünün kulak tırmalayıcı etkisinden “kurtulmaya” başlanılmışken, böylesine bir “kriz”le birlikte ya IV. bunalım dönemi de eskiyiverirse ne yapılacaktır? IV. bunalım dö-nemine tam da birilerini alıştırmaya çalışır-ken V.’sinin çıkıverme olasılığının belirmesi hiç de hoş olmayacaktır! Artık IV.’süne uy-gun devrimci bir mücadele görememişken, V.’sine “allah kerim” demekten başka çare de kalmamaktır.

Ama “hayalet” olduğu gibi duruyor.Onun emperyalizm tahlilleri, bu tahliller-

den çıkartılan devrim stratejisi ve bu strate-jinin ülkedeki ve dünya çapındaki deneyim-leri öylece duruyor. IV. bunalım döneminde olunduğunu “bildiren”lere de, son “finans krizi”yle birlikte V. bunalım dönemine giril-diğini düşünecek olanlara da şunu açıkça söyleyebiliriz ki, bu türden “bildir”melerde bulunmadan önce, o “hayalet”in emperya-lizm tahlillerini iyice okuyup öğrenmelidir-ler. Bunu yaptıktan sonra, oturup III. buna-lım döneminde ortaya çıkan gelişmeleri, bu gelişmelerin dengesiz ve kararsız hareketle-rini, kısacası emperyalist sistemin bütünsel bir bilimsel tahlilini yapmalıdırlar. Ancak on-dan sonra, “işsizler sendikası”ndan “yoksul-lar hareketi”ne, “sosyalist halk devrimi”nden “toplumsal hareket sendikacılığı”na kadar “hoş”, ama boş önerileriler yapılamayacak-tır.

* Agy, s. 45.

Page 27: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

2�

“Anadolu Kaplanları” Büyüyor (25 Eylül 2008)Anadolu ekonomisi büyüyor. Bunu rahatlıkla söyleyebilecek verilere sahibiz. Öyle enf-

lasyona bağlı nominal bir bilanço büyümesinden söz etmiyoruz. Reel olarak gerçekleşen bir büyüme bu. Üstelik yaşandığı söylenen ekonomik daralmaya, ihracat kanallarının da-raldığı söylemlerine ve dış dünyadaki ekonomik krize rağmen. 2007 yılında ihracatını yüz-de 44’lük bir artışla 9.4 milyar dolara çıkaran Anadolulu sanayiciler istihdamda da Türki-ye ekonomisinin performansına göre çok daha iyi bir performans sergiledi. Anadolu 250 şirketleri, çalışan sayısını yüzde 9.9 artırdı.” (Ekonomist)

Bakan Şimşek: Krizin dibi göründü (6 Ekim 2008)Bakan Şimşek, krizin Türkiye’ye etkisinin kısa dönemli olacağını vurgulayarak, kesin

olmamakla birlikte, küresel krizin finans piyasaları açısından muhtemelen dibe vurduğu-nu ancak, reel ekonomilere yansımaları açısından, dünya ekonomisinin henüz krizin or-tasında bulunduğunu ve reel ekonomiye yansımaları açısından dibini bulmasının 2009’u bulacağını kaydetti.

Başbakan’dan kriz yorumu: Hamdolsun (8 Ekim 2008)Finans sektörümüzde, bankacılık sistemimizde 2000’li yılların krizlerinden alınan ders-

lerin bizi gerek Avrupa’da gerek ABD’deki neticelerin bizde görülmeyeceğini söyledik ve şu anda da nitekim böyle şu anda da bu durumdayız. Hamdolsun anlatıldığı gibi, korkul-duğu gibi bir şey sözkonusu değil”

Sönmez Filament kapandı (7 Kasım 2008)Türkiye’nin ilk elyaf üreticisi Sönmez Filament’in Yönetim Kurulu, üretim faaliyetlerine

tümüyle nokta koymaya karar verdi. Sönmez Holding’in patronu Celal Sönmez, “Çok üz-günüm. Demek ki üretim buraya kadarmış. Sendikaya, çalışan arkadaşlarımıza, işçiden genel müdüre, bekçiye, çaycıya herkese teşekkür ederim” dedi. Şirket, 5 yıldır zarardan kurtulamıyordu. Sönmez Filament sporla da özdeşleşmiş bir isimdi. Futbol ve voleybol ta-kımları olan Sönmez Filament, voleybolda bir kez lig şampiyonluğuna ulaşmıştı. Futbolda da ikinci lige kadar yükselmişti.

Bursa kan ağlıyor (18 Kasım 2008)Kentte son bir ayda topluca işten çıkarılan işçi sayısı 5.700’ü bulurken kasımda işten

çıkarılacakların sayısı ise şimdiden 2 bini geçti. Küçük atölye ve küçük işletmelerle birlik-te son bir ayda işten çıkarılanların sayısının 10 bini aştığı belirtiliyor.

Gaziantep’te dünya markası “Elegant” battı, 1.800 kişi işsiz kaldı (27 Kasım 2008)Ev tekstili sektöründe “Elegant” markasıyla ünlenen, bu alanda dünyanın 3’üncü bü-

yük firması olan Gaziantep’te kurulu Tekerekoğlu Tekstil A.Ş.’de sonun başlangıcına gelin-di. Bir dev çökerken, 1.800 kişi işsiz kaldı. Altı ay önce çalışanların maaşlarını ödeyemez hale gelen şirket, daha önce çıkarılan işçilerin yasal haklarını da ödemedi. Dünya marka-

“Finas Krizi”nin İlk “Reel” Sonuçları

Page 28: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

2�

sı olmuş bir şirketin batmasıyla birlikte işsiz kalan çalışanlar, faiz ve gecikme bedelleriyle birlikte alacaklarının toplam 5 milyon YTL’yi bulduğunu söylediler.

Eskişehir’de Çimsa üretime ara verdi (2 Aralık 2008)Çimsa Çimento Sanayi ve Ticaret A.Ş, Eskişehir fabrikasında ikinci üretim hattında 2

Ocak 2009 tarihine kadar üretimin durdurulduğunu duyurdu. Açıklamada, “durdurulan hat-tın şirketimiz günlük üretimi içindeki payı yüzde 16 oranında olup, bugünkü piyasa şartla-rına göre satışlara etkisi yoktur. Stoklar makul seviyeye düştüğünde üretim yeniden başla-yacaktır.” denildi.

Niğde’de Koyunlu Halı 400 işçiyi çıkardı (2 Aralık 2008)Koyunlu Halıları’nı üreten Birko Şirketler Gurubu’nun Niğde Organize Sanayi Bölgesi’n-

deki fabrikalarında çalışan toplam 1.500 işçiden 400’ü ekonomik kriz nedeniyle işten çı-kartıldı. Fabrika yetkilisi, yaz döneminde de işçilerine ücretli ve ücretsiz izin verdiklerini, artan ekonomik kriz nedeniyle toparlanamayarak işçi çıkartmak zorunda kaldıklarını be-lirtti.

Morgan Stanley masrafları azaltmak için Türkiye ofisini kapattı (26 Kasım 2008)Morgan Stanley’in global kriz nedeniyle büyük baskı altında olduğuna dikkat çeken

Morgan Stanley Türkiye CEO’su Gülnaz Arıcanlı, “Masrafları kısmak için Türkiye ofisi ka-pattık. Birçok ülkede de küçülme kararı aldık. Dramatik şeyler yaşanıyor. Ama bu kararın Türkiye’nin geleceği ile alakası yok. Morgan Stanley Türk piyasalarına yatırımlarına devam edecek” dedi.

Binlerce bankacı işsiz kaldı (18 Kasım 2008)İş dünyası birkaç ay öncesine kadar “2001 krizinden tecrübeliyiz. Bu sefer ilk tasarru-

fu eleman çıkararak yapmayacağız” derken küresel krizin artan şiddetine daha fazla da-yanamadı. Özellikle bankacılık, perakende ve otomotivde binlerce kişi işsiz kaldı.

Sanayi üretiminde rekor düşüş (10 Kasım 2008)TÜİK, 2008 Eylül ayı Sanayi Üretim Endeksi sonuçlarını açıkladı. Sanayi üretimi, bu yı-

lın Eylül ayında, bir önceki yılın aynı ayına kıyasla yüzde 5,5 azaldı. Sanayi üretimi, 2007 yılının Eylül ayında yüzde 2,5 artmıştı.

“Hamdolsun: 2.5 milyon işsiz!Aslında Başbakan haklı; kriz teğet geçiyor. Ama bazılarımızı teğet geçiyor. Bazılarının

ise böğründen girip sırtından çıkıyor, ucunu çıkarıyor. Kimilerimizi yani kriz, sallandırıyor. İnsanlar her gün ya işten atılıyor ya da işten eve ‘Bugün de atılmadım’ diye dönüyor. Her gün insanlar işyerlerindeki öğlen yemeklerinde kimin atılacağını, kaç kişinin işten çıkarı-lacağını konuşuyor. İşyerlerinde insanların yaşadığı o iç ezikliği, korku, endişe ve bunaltılı hal rakamlara yansıyamaz. Ama önceki gün Türkiye İstatistik Kurumu işsizliğe ilişkin veri-leri açıkladı. Ağustos ayındaki işsiz sayısı geçen yılın aynı ayına göre 207 bin kişi artarak 2 milyon 439 bin kişiye ulaştı.” (Ece Temelkuran, Milliyet, 19 Kasım 2008)

Türk-İş’e bağlı Türk Metal Sendikası Kocaeli Şube Başkanı Yakup Yıldız, kredi kartı bor-cu nedeniyle bazı iş yerlerinde işçilerin tazminat alarak kendi istekleriyle işten ayrıldığını söyledi.

3 Aralık 2008Boyner Holding Murahhas Azası Cem Boyner, finansal kriz yüzünden tüketicinin kabu-

ğuna çekildiğini belirterek, “İnsanlar alışveriş etmiyor, kahve içmiyor, yemek yeme korku-suyla tuvalete gitmiyor, seks yapmıyor” dedi. Pazarlama Zirvesi’nde konuşan Boyner, çe-kilişle pek çok ödül kazandıran kredi kartı Fish’in kriz döneminin şanslı ürünü olduğunu söyledi.

Bankacıların en kötü yılı (18 Kasım 2008)ABD’de subprime mortgage kredilerinin ödenememesi ile başlayan kriz en büyük tah-

ribatı mali sektörde yaptı. Citigroup, yılbaşından bu yana zaten 23 bin kişiyi çıkarmıştı. Dün de 52 bin kişiyi daha

çıkaracağını duyurdu. Commerzbank, Eylül ayında 9 bin kişiyi işten çıkaracağını açıkladı. GMAC LLC, 5 bin kişiyi çıkaracak.

Page 29: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

2�

UBS 2 bin kişiyi işten çıkaracakİngiliz finans kurumu Barclays 3 bin kişinin işine son verecek. National City Corp’da 4 bin kişi işini kaybedecek. Goldman Sachs, 3 bin 300 kişi ile yollarını ayıracakAmerican Express, 7 bin kişiyi işten çıkaracak. Fidelity Investments: 1700 kişi işinden olacakGüneydoğu Asya’nın en büyük bankası DBS Grup Holding, çalışanların yaklaşık yüzde

6’sı olan 900 kişiyi işten çıkaracağını bildirdi. Royal Bank of Scotland (RBS), yaklaşık 3 bin çalışanını işten çıkaracak.

“Eğer bunalımlar, burjuvazinin modern üretici güçleri yönetmedeki yete-neksizliğini ortaya çıkarmış bulunuyorsa, büyük üretim ve ulaştırma örgen-liklerinin hisse senetli şirketler ve devlet mülkleri durumuna dönüşümü de bu erek için burjuvaziden ne denli kolay vazgeçilebilineceğini gösterir. Kapi-talistin tüm toplumsal işlevleri şimdi ücretli görevliler tarafından sağlanır. Ar-tık kapitalistin gelirleri cebe indirmek, kuponları kesmek ve çeşitli kapitalist-lerin karşılıklı olarak birbirlerinin sermayelerini kaptığı borsada oynamak et-kinliği dışında, hiçbir toplumsal etkinliği yoktur. İşe işçilerin ayağını kaydır-makla başlamış bulunan kapitalist üretim biçimi, şimdi kapitalistlerin ayağı-nı kaydırır ve tıpkı işçiler gibi onları da daha şimdiden yedek sanayi ordusu içine değilse bile, gereksiz nüfus içine atar...

Kapitalist üretim biçimi, nüfusun büyük kısmını gitgide proleter durumu-na düşürürken, yok olma tehdidi altında, bu devrimi gerçekleştirme zorun-da bulunan gücü yaratır. Toplumsallaşmış büyük üretim araçlarının gitgide devlet mülkiyeti durumuna dönüşümüne götürerek, bu devrimi gerçekleştir-mek için izlenecek yolu kendi gösterir. Proletarya, devlet iktidarını ele geçi-rir ve üretim araçlarını önce devlet mülkiyeti durumuna dönüştürür.” (Engels, Anti-Dühring, s. 397-399.)

“Bugünkü burjuva toplumda insanların, gene kendileri tarafından yaratıl-mış ekonomik ilişkiler, gene kendileri tarafından üretilmiş üretim araçları ara-cılığıyla, sanki yabancı bir güç aracılığıyla yönetilir gibi yönetildiklerini birçok kez görmüş bulunuyoruz. O halde dinsel yansımanın gerçek temeli ve onun-la birlikte dinsel yansının kendisi de varlığını sürdürür. Ve burjuva iktisadı, bu yabancı egemenliğinin nedensel bağlantısına bir göz atmaya izin verse bile, bu hiçbir şeyi değiştirmez. Burjuva iktisadı ne genel olarak bunalımları önle-yebilir, ne bireysel kapitalisti yitiklerden, karşılıksız borçlardan ve batkıdan, ne de işçiyi işsizlik ve sefaletten esirgeyebilir. Atasözü hep haklı: İnsan öne-rir, Tanrı düzenler (Tanrı, yani kapitalist üretim biçiminin yabancı egemenli-ği). Yalın bilgi, burjuva iktisadı bilgisinden daha ileri ve daha derine de gitse, toplumsal güçleri toplumun egemenliği altına almaya yetmez. Bunun için her şeyden önce toplumsal bir eylem gerekir. Ve bu eylem yerine getirildiği, top-lum tüm üretim araçları üzerine elkonması ve planlı bir biçimde kullanılma-sı aracıyla, kendini ve bütün üyelerini, şimdilik kendileri tarafından üretilmiş, ama karşılarına ezici bir yabancı güç olarak dikilen bu üretim araçlarının on-ları egemenliği altında tuttuğu kölelikten kurtardığı zaman; yani insan yalnız-ca önerir olmaktan çıktığı ama düzenleyici de olduğu zaman; — işte ancak o zaman, dinde yansıyan son yabancı güç ortadan kalkacak ve böylece artık yansıtacak hiçbir şey bulunmaması yalın nedeniyle, dinsel yansının kendisi de ortadan kalkacaktır.” (Engels, Anti-Dühring, s. 445.)

Page 30: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

�0

12 Eylül’den bugüne kadar şeker ve kur-ban bayramları yaklaştığında hep aynı şey-ler konuşulur: “Bayram tatili uzayacak mı?” Bu sorunun ardından, Türkiye’deki resmi ta-tillerin çok olduğu, bunun üretim kayıpları-na yol açtığı vb. şeklinde bir başka söylem başlar. Kimi zaman bayram tatilleri uzatılır, memurlar “idari izinli” sayılır, kimi zaman “bizde yeterince tatil var” denilerek uzatıl-maz. Bu genel durum, AKP’nin iktidar oldu-ğu 2002’den günümüze kadar da değişme-miştir.

Bu konuya ilişkin çıkmış gazete haber-lerine şöyle bir bakıldığında AKP hükümet-lerinin “uzun bayram tatilleri” konusunda ne kadar da “çalışkan” olduğunu görmek mümkündür.

28 Kasım 2002’de, yani AKP’nin daha ik-tidarının ilk ayında şu haber gazetelerde manşete çıktı:

“Bakanlar Kurulu ikinci toplantısı-nı Başbakan Abdullah Gül başkanlı-ğında yaptı. Yaklaşık iki saat süren toplantı sonrası açıklama yapan Baş-bakan Yardımcısı ve hükümet sözcü-sü Abdüllatif Şener, beklentilerin ak-sine memura bayramda ek izin veril-meyeceğini belirterek, “Uzun tatiller kamu kuruluşlarında çalışma düzeni-ni etkiliyor. Çalışmak ve üretmek zo-runda olan bir milletiz. Resmi bay-ram tatili ne ise o tatil uygulanacak-tır. İlave mesai günleri tatile eklen-meyecek.” dedi.

13 Ocak 2004’deki “hükümet sözcüsü”-nün açıklaması da aynı doğrultudaydı:

“Adalet Bakanı Çiçek, Kurban

Genel Kural: Yerel Seçimler YaklaşırkenBayram Tatilleri Uzar

Bayramı tatilinin uzatılıp uzatılmaya-cağı sorusu üzerine, bayram tatilinin uzamayacağını söyledi. Çiçek, “Tür-kiye zaten yeteri kadar tatil yapıyor. Biraz daha fazla çalışmaya ihtiyacı-mız var. Bayramda tatil yok. Zaten ye-teri kadar bayramda tatil var. Sizin kastettiğiniz bayramdan sonraki iki gündür. Biraz da devlete millete çalı-şalım” dedi.

AKP hükümetinin bu “çalışkan” ve “mil-let-devlet sever”liği bir süre devam etti.

Ve 2009 yerel seçimleri “sath-ı maili”ne girilince, birden herşey değişmeye başladı. AKP hükümeti “devlete millete çalışma”nın yeterli olduğuna “kanaat” getirmiş olmalı ki, önce Şeker Bayramı tatilini uzattı, ardından Kurban Bayramı tatilini.

Şeker Bayramı tatilinin uzatılmasına iliş-kin açıklamayı yine “hükümet sözcüsü” Ce-mil Çiçek yaparken şöyle söylüyordu: “Ra-mazan Bayramı tatili kesintisiz olarak de-vam edecek. Arife günü yarım gün tatil ola-cak, bayramdan sonraki Cuma günü de ta-til olacak. 9 günlük tatil yaşanacak”.

Kurban Bayramı tatilinin uzatılacağına ilişkin “müjde”yi ise, bizzat Tayyip Erdoğan verdi.

Böylece ülkemizde hükümetlerin ey-yamcı, popülist, makyevelist politikalarına yeni bir örnek daha eklendi ve “genel ku-ral”da böylece AKP hükümetini de “kapsa-ma alanı”na aldı.

Evet, genel kural, seçimler yaklaşırken Şeker ve Kurban bayramları uzar. Böylece seçmene “şirin” görünülmüş olur, özellikle memurlar bayram tatillerini uzatan hükü-

Page 31: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

�1

meti “sever”, sonuçta oylar da “hükümet partisi”ne gider. Oysa ortadaki “çelişki” çok açıktır. Bir yandan “devlet-millet”ten söz edilirken, “Türkiye tatil cenneti” diye yakı-nılırken, diğer yandan “seçim rüşveti” ola-rak bayram tatilleri uzatılır.

Yine de bu yıl Şeker ve Kurban bayram tatillerinin uzatılmasında bir sorun daha var-dır. Bu sorun da, Tayyip Erdoğan’ın Şeker Bayramı’na ilişkin söylediği şu sözlerle ifa-de edilmiştir:

“Bakıyorsunuz, bayram adını de-ğiştirdi. Ne oldu bayramın adı? Tatil. Olmaz. Bu bayram tatil değil, tatil başka bir şey. Adını bir başka türlü de değiştirmişler şimdi; Şeker bayramı. Bu dört dörtlük bir Ramazan bayra-mı, ne şeker bayramı... İlginç şeyler oluyor bu erozyondur aslında. Yani buna bir kültürel erozyon denir. Bun-lara fırsat veremeyiz, vermemeliyiz.” (23 Eylül 2008)

Yukarda yer verdiğimiz resmi “hükümet sözcü”lerinin açıklamalarında açıkça ifade edildiği gibi “bayram tatilleri” uzatılırken ve Tayyip Erdoğan’ın Kurban Bayramı “tatili”nin uzatılacağı müjdesini bizzat kendisi verir-

ken, “kültürel erozyon” da (eğer “koskoca başbakan” öyle demişse öyledir) hüküme-tin kendi eliyle gerçekleştirilmiş olmakta-dır.

Adı “ılımlı islamcı” bile olsa, her türden düzen partisinin gelip buluştukları ortak nokta, böylesine ilkesizlik, böylesine popü-list politikalardır ve açık biçimde ahlaksız-lıktır. Bu politikaların kendilerine ne kadar oy kazandırdığı ya da kazandıracağı bilin-mese de, “alan da, satan da” memnun gö-rünmektedir.

Eğer bu gerçekse, o zaman Engels’in Hegel’i eleştirirken söylediği şu sözleri bu-raya aktarmanın sakıncası yoktur:

“Bu devlet bize kötü görünüyorsa ve kötü olduğu halde gene de var ol-makta devam ediyorsa, bu hüküme-tin kötü niteliğinin kanıtını ve açıkla-masını, uyrukların buna uygun düşen kötü niteliğinde bulur. O zamanın Prusyalıları lâyık oldukları hükümete sahiptiler.”

Kıssadan “uzatılmış bayram tatili” hisse-si, hükümetiniz kötü olduğu sürece, siz iyi olamazsınız.

Page 32: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

�2

TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) 31 Ara-lık 2007 tarihi itibariyle Türkiye nüfusunun 70.586.256 kişi olduğunu açıkladı. Böylece TÜİK’in daha önce 73.875.000 olarak açık-ladığı Türkiye nüfusu, “bir gece”de 3.288.744 kişi azalmış oldu.

Ardından “AB’ye uyum” adı altında GS-MH verileri değiştirildi, 2006 yılı için GSMH 576 milyar YTL’den 758 milyar YTL’ye yük-seltildi ve sonuçta “bir gecede” kişi başına düşen milli gelir 5.480 dolardan 7.500 dola-ra yükselmiş oldu.

Benzer bir başka olay da Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) seçmen kütüklerine iliş-kin açıklamalarında gerçekleşti.

YSK, 17 Temmuz 2007 genel seçimlerin-den önce “askıya çıkardığı” seçmen kütük-lerine ilişkin yaptığı açıklamada, toplam seçmen sayısının 41.465.000 olduğunu açık-ladı. Böylece 2004 yerel seçimlerinde 43.552

... Ve YSK Seçmen Sayısını Açıkladı!

.931 olan seçmen sayısı 2.087.931 azaldı. Oysa aynı yıllar için TÜİK’in verdiği nüfus “veri”sine göre, Türkiye nüfusu 71.813.000’-den 73.875.000’a yükselmiş, yani 2.062.000 artmıştı.

Nüfus 2.062.000 artarken, seçmen sayı-sının 2.087.931 azalması pek “mantıklı” ol-masa da, fazlaca itirazla karşılaşmaksızın 17 Temmuz seçimlerine bu “veriler”le gidildi. Seçim sonrasında “kesin sonuç”ları açıkla-yan YSK’ya göre, 17 Temmuz seçimlerinde 42.799.303 seçmen kütüğe kayıtlıydı ve bu-nun 36 milyonu oy kullanmıştı.

Bir kez daha “tahterevalli” oyunu oynan-dı. 17 Temmuz öncesinde YSK seçmen sa-yısını 41.465.000 olarak açıklamışken, seçi-min “kesin sonuçları”nda seçmen sayısı 1.334.303 artış göstermeyi becermişti. Bu da, seçmen kütüklerinin askıya çıkmasın-dan sonra halkımızın “demokratik hakkı”

Nüfus Nüfus Artışı Miktarı

Seçmen Sayısı

Seçmen Sayısındaki Artış Miktarı

Kullanılan Oy

1973 38.073.000 - 16.798.164 11.223.8431977 41.769.000 3.696.000 21.207.303 4.409.139 15.358.2101983 47.853.000 6.084.000 19.767.366 -1.439.937 18.238.3621987 52.564.000 4.711.000 26.376.926 6.609.560 24.603.5411991 57.262.000 4.698.000 29.979.123 3.602.197 25.157.0891995 61.737.000 4.475.000 34.155.981 4.176.858 29.101.4691999 66.293.000 4.556.000 37.495.217 3.339.236 32.656.0702002-Genel Seçim 69.626.000 3.333.000 41.407.027 3.911.810 32.768.1612004-Yerel Seçim 71.813.000 2.187.000 43.552.931 2.145.904 33.211.4572007-YSK 73.875.000 2.062.000 41.465.000 -2.087.931 -2007-Genel Seçim 73.875.000 - 42.799.303 -753.628 36.056.2932007-Referandum 73.875.000 - 42.690.252 -109.051 28.819.31926 Kasım 2008-YSK 70.586.256 -3.288.744 48.265.644 5.575.392 -

Page 33: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

Kasım-Aralık 2008 KURTULUŞ CEPHESİ

��

olan seçme hakkına karşı nasıl büyük bir il-gi gösterdiğini, askıya çıkan seçmen kütük-lerinde adı olmayan 1.334.303 kişinin on beş gün içinde kendilerini kütüklere yazdırdık-larını “cümle aleme” göstermişti.

Seçmenlerin bu göz yaşartıcı ilgisi ve “demokratik hak”larına sahip çıkışı sonu-cunda 2004 yerel seçimlerine göre 2 milyon artan nüfusun 2 milyon seçmeninin kaybol-ması büyük ölçüde önlenmiş ve kayıp seç-men miktarı 763 bine düşürülmüştü!

Hala nüfusumuz 73 milyondayken yapı-lan 10 Ekim 2007 referandumunda seçmen sayısı, 17 Temmuz seçimlerine göre 109 bin azalarak 42.690.252 olduğunda aradaki fark “fazla önemsenecek miktar” olmadığı için her şey “normal” kabul edildi.

Ancak 2008’in Ocak ayında TÜİK’in yeni nüfus “veri”leri açıklanıp, Türkiye nüfusu 3.288.744 kişi azalınca, seçmen sayısının da belli ölçüde azalması kaçınılmazdı. 26 Ka-sım 2008 tarihli YSK açıklaması bu “kaçınıl-maz”lığı ilan etti. Ama terk farkla, ters yön-de bir gelişmeyle.

Evet, YSK’nın 26 Kasım 2008 tarihli açık-lamasına göre, Türkiye’deki seçmen sayısı 48.265.644’e yükselivermişti. Böylece 17 temmuz seçimlerine göre seçmen sayısı 5.575.392 artmış oldu. Türkiye nüfusu üç milyon azalırken, seçmen sayısının beş bu-çuk milyon artması da “normal” sayılabilir! Çünkü YSK ve TÜİK hemen her zaman ay-nı şeyleri yapmaktadır. Bu nedenle de şaşır-tıcı hiç bir şey yoktur!

Halkın askıya çıkan seçmen kütüklerine gösterdiği büyük ilgi ve bu sayede “cümle aleme” “demokratik hak”larına nasıl sahip çıktığı istatistiki olarak gösterilmişken, YSK’-nın öylece oturması elbette beklenemezdi. Halkın “demokratik duyarlılığı”na uygun davranan YSK, bir gecede seçmen sayısını artırıvererek, “demokrasi”yi kendi “veri”leriy-le, kendince, “mütevazi” bir biçimde des-teklemiş oldu!

Seçmen kütüklerinde yapılan “düzenle-meler”, yani oynamalar Kurtuluş Cephesi’nin Kasım-Aralık 2002 tarihli 70. sayısındaki “Sa-kıp Sabancı’sız Seçimlerin Sayısal Sonuçla-rı Üzerine” yazımızda ve yine Mayıs-Haziran 2007 tarihli 97. sayısındaki “Seçimler Bir Al-datmaca mı?” yazısında ele alınmıştır. Kar-makarışık edilmiş, birbiriyle sürekli çelişen “veriler”e bağlı kalarak seçmen kütüklerin-de yapılan oynamaları değerlendirirken,

bunların açık biçimde seçimlerin bir aldat-maca olduğunu gösterdiğini, her durumda oligarşik yönetimin istediği anda seçim so-nuçlarını bir biçimde değiştirebileceğini or-taya koymaya çalıştık.

Ve yine bu yazılarımızda, 1977 Haziran seçimlerinde ülke tarihinin en büyük “mü-kerrer oy”unun kullanıldığının altını çizdik.

Evet, ülke tarihinin bilinen ve resmen saptanmış olan en büyük “mükerrer oy” kullanım olayı 1977 Haziran seçimlerinde gerçekleşmiştir. Öyle ki, bu seçimlerde Erbakan’ın MSP’si ile Türkeş’in MHP’si “mü-kerrer oy” turları düzenlemişlerdir. Özellik-le birbirine yakın iller arasında “bindirilmiş kıtalar”la seçim günü boyunca yapılan oto-büs turlarıyla bu “mükerrer oy” verilmesi sağlanmıştır.

Bilindiği gibi, Haziran 1977 seçimlerinde CHP, oyların %42’sini alarak birinci parti ol-muş, ancak mecliste yeterli çoğunluğu sağ-layamadığı için II. MC hükümeti kurulmuş-tur. Seçim sonrasında (ki her “şaibeli” se-çim sonrasında olduğu gibi) Bülent Ecevit, seçimlerde büyük çaplı “mükerrer oy” kul-lanılması karşısında kayıtsız kalırken, aklın-ca “demokratik seçimlere leke sürülmesi”ni önlemeye çalışmıştır.

Haziran 1977 seçimlerinde “mükerrer oy kompetan”larının başında MSP ve onun “Akıncılar” üyeleri (ve elbette Tayyip Erdo-ğan ve mehteran takımı) yer almıştır.

Yine de seçimlerde kimin ne kadar “mü-kerrer oy” kullandırttığı, ne kadar oyun ola-ğan seçmene ait olduğunu saptamak da olanaksızdır. Açık olan tek şey, seçmen sa-yılarıyla oynandığı, “mükerrer oy” kullanıl-ması için koşulların yaratıldığıdır.

İstatistiki olarak 1977 seçimleri 4,4 mil-yon seçmen artışıyla tarihsel rekora sahip olmuşsa da, YSK’nın 26 Kasım 2008’deki açıklamasıyla yeni bir rekor kırılmıştır. Şim-di sorun, bu tarihsel “rekor”un seçmenin “özgür iradesi” üzerinde ne kadar etkide bu-lunacağı, seçim sonuçlarının ne kadar “de-mokratik seçme hakkı”nın ifadesi olacağı-dır. Özellikle seçmen kütüklerinin ve seçim sonuçlarının “bilgisayar” ortamına aktarıldı-ğı bir dönemde, bu seçmen sayısındaki “re-kor” artışın “klavye başında” nasıl sonuçlar üretebileceği belirsizdir. Geçmişte “bindiril-miş kıtalar”la doğrudan sandıklarda yapıl-maya çalışılan “mükerrer oy” oyunu, şimdi “klavye başında” kolayca yapılabilir hale

Page 34: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

KURTULUŞ CEPHESİ Kasım-Aralık 2008

��

gelmiştir. Artık “bindirilmiş kıtalara”, otobüs turlarına, “aktif militanlara” ihtiyaç da yok-tur. YSK’ya atanacak bir kaç üst düzey yet-kili ve bir kaç “bilgisayar uzmanı” sonuçla-rı değiştirmek için yeterli olacaktır.

Ama bu oyunlar, bu türden “kalem oy-natmalar”, “klavye başı seçim zaferi” kaza-nılması, belki bir partinin (şüphesiz AKP) oylarını korumasına ya da artırmasına hiz-met edebilir, seçimi “açık ara” almasına ola-nak sağlayabilir. Ancak hiç bir biçimde hal-kın içinde bulunduğu durumu, gerçekliği değiştirme gücüne sahip değildir. Eğer bir halk, iktidardaki partiden memnun değilse, onun uygulamalarından huzursuzsa, seçim hileleri o partinin iktidarda kalmasına ne ka-dar yol açarsa açsın, bu memnuniyetsizliği ve huzursuzluğu ortadan kaldıramaz. Sade-ce iktidar olmanın olanaklarını kullanarak halkın memnuniyetsizlik ve huzursuzluğu-nu baskı altına alma olanaklarına sahip ola-bilir. Bu da, hileli olarak seçim kazanmış partinin giderek halktan daha fazla tecrit ol-masına ve halka daha fazla baskı yapması-na yol açar. Böylesine hileyle seçim kaza-nan parti, her durumda polis teşkilatını güç-lendirmek ve onun aracılığıyla her türlü mu-halefeti sindirmeye çalışmaktan başka şey yapamaz. Denetiminde bulunan “medya” aracılığıyla yapılacak her türlü dezenformas-yon ve manipülasyonların ne kadar etkisi görünürse görünsün, “dipten gelen dalga”yı durdurmaya yetmeyecektir.

Bu nedenle, seçmen kütükleri üzerinde oynanması, son tahlilde fazlaca önemli de-ğildir. Bunun üzerini örttüğü gerçekler, şöy-le ya da böyle açığa çıkar. Ama seçmen sa-yısıyla ilgili tutarsız ve sürekli değişen veri-ler, ülkedeki düzenin ne kadar işe yaramaz ve çarpık olduğunu da en açık biçimde gös-terir. Şirketlerin ve bankaların yıl sonuna ge-lindiğinde bilançolarına “makyaj” yapmala-rı gibi, kamunun hizmetinde olduğu iddia edilen devlet kurumları da benzer “makyaj-lar” yaparak, ülkenin içinde bulunduğu ger-çek durumu gizlemeye çalışmaktadırlar. TÜİK’in her türlü verisinin sürekli değiştiril-mesinden, örneğin GSMH verilerinin sürek-li “revize” edilmesinden, YSK’nın seçmen kütüklerine ilişkin verilerinin sürekli değiş-tirilmesine kadar tüm çarpıklıklar gerçekle-ri gizleme çabasının en açık örnekleridir.

Elbette burada “ezber”den şu söylene-bilir: Eğer bir ülkenin resmi kurumları ken-di işlevlerini doğru biçimde yerine getirmi-yorsa, o kurumlar güvenilmezdir, yozlaşmış-tır, çürümüştür. Eğer bir ülkenin resmi dev-let kuruluşları güvenilmezse, yozlaşmış ve çürümüşse, o sistemin baştan aşağı değiş-tirilmesi zorunludur. Ve sorun, bu zorunlu-luğun bilincinde olunup olunmadığıdır. Oy-nanan oyunların, yozlaşmanın, çürümenin farkında olmayanlar ya da aldırmayanlar, kaçınılmaz olarak bu oyunların, yozlaşma-ların, çürümenin sonuçlarına katlanmak zo-runda kalacaktır.

Page 35: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir

ERİŞ YAYINLARI

MAHİR ÇAYAN: KESİNTİSİZ DEVRİM IMAHİR ÇAYAN: KESİNTİSİZ DEVRİM II-IIIİLKER AKMAN: MEVCUT DURUM VE DEVRİMCİ TAKTİĞİMİZ*** TÜRKİYE DEVRİMİNİN ACİL SORUNLARI-I*** OLİGARŞİ NEDİR?*** MARKSİZM-LENİNİZM BİR DOGMA DEĞİL, EYLEM KILAVUZUDUR-III*** THKP-C/HDÖ VE 15 YIL*** POLİTİKLEŞMİŞ ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ VE DEVRİMCİ TAKTİĞİMİZ*** GRAMSCİ ÜZERİNE*** REVİZYONİZMİN REVİZYONU*** ULUSAL SORUN ÜZERİNE*** “BDS”: BİR PRAGMATİK SAPMA*** “YENİ” OPORTÜNİZM ÜZERİNE*** ZAFER BİZİM OLACAKTIR! [Ankara Davası Savunması]*** DEVRİM PROGRAMLARI*** RUS DEVRİMİNDEN ÇIKAN DERSLER*** ESKİ BİR GERİLLANIN “EMEK”İ *** PASS VE “YENİ ÇÖZÜM”ÜN FIRSATÇILIĞI DEVRİMCİ MARŞLAR VE EZGİLERDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BUNALIM [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-I]DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BUNALIM II [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-III]LAİKLİK VE ŞERİATÇILIK ÜZERİNE [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-II]TARİHTE, GÜNÜMÜZDE VE DEVRİMCİ MÜCADELEDE KADINLAR

İnternet Adresi:www.kurtuluscephesi.comwww.kurtuluscephesi.orgwww.kurtuluscephesi.net

E-Posta Adresi:[email protected]@kurtuluscephesi.org

Page 36: Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede KURTULUŞ … · KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede ... - Ama dostum, Lenin’in kurşun kaplı bir