Albert Camus'de Absurd

36
1 T.C. MALTEPE ÜNİVERSİTESİ FEN - EDEBİYAT FAKÜLTESİ FELSEFE BÖLÜMÜ Mezuniyet Projesi ALBERT CAMUS’DE ABSURD Hazırlayan Bilge Yanılmaz Danışman Yrd. Doç. Dr. Güncel Önkal Mayıs, 2012 İstanbul

Transcript of Albert Camus'de Absurd

Page 1: Albert Camus'de Absurd

1

T.C.

MALTEPE ÜNİVERSİTESİ

FEN - EDEBİYAT FAKÜLTESİ

FELSEFE BÖLÜMÜ

Mezuniyet Projesi

ALBERT CAMUS’DE ABSURD

Hazırlayan

Bilge Yanılmaz

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Güncel Önkal

Mayıs, 2012

İstanbul

Page 2: Albert Camus'de Absurd

2

ÖZET

Albert Camus felsefesini ‘‘absurd’’ kavramı üzerine kurar. Absurdün nedenleri ve

sonuçları üzerinde durur. Absurdun ortaya çıkışının en önemli nedeni olarak insanın

kendine ve dünyaya yabancılaşması oladuğunu belirleyen Camus, bu yabancılaşmadan

ve absurdden kaçış yolu olarak insanların umuda ve intihara sığındığını söyler.

Camus’ye göre absurd ile başa çıkmanın yolu ne boş bir umur ne kendisi de absurd

olan inithara yeltenmektir. Absurd ile başa çıkmak için başkaldırmak gerekir. Bu

çalışmada Camus’nun başkaldırı felsefesi Sisifos Söyleni ve Yabancı eserlerindeki iki

farklı karakterin absurd ile olan karşılaşmalarındaki ortaklıklardan hareketle ele

alınmaktadır.

Anahtar Sözcükler: Absurd, Yabancılaşma, İntihar, Umut, Başkaldırı

Page 3: Albert Camus'de Absurd

3

İÇİNDEKİLER

ÖZET...............................................................................................................................2

İÇİNDEKİLER...............................................................................................................3

İTHAF/TEŞEKKÜR ......................................................................................................4

GİRİŞ..............................................................................................................................5

1. CAMUS’NÜN ABSURD HAYATI...........................................................................7

2.ABSÜRD KAVRAMI ve CAMUS ...........................................................................11

2.1. Sartre’da Absurd.............................................................................................17

3. ABSÜRDE KARŞI DURMAK ................................................................................19

4. CAMUS’NÜN ABSÜRD KAHRAMANLARI ........................................................24

4.1. Sisifos..............................................................................................................24

4.2. Meursault ........................................................................................................27

5.SONUÇ ........................................................................................................................33

KAYNAKÇA...................................................................................................................36

Page 4: Albert Camus'de Absurd

4

Teşekkür

Tez konusunun seçiminde, planlanmasında ve yürütülmesinde her türlü yardım ve

desteği gösteren tez danışmanım Sayın Yrd. Doç. Dr. Güncel Önkal’a ve yaşam boyu

öğrenmenin önemini sürekli vurgulayıp, hayatta umuda hep yer bırakmak gerektiğini bana

söyleyen, absürdün kötümserliğini güneşin iyimserliğine çeviren annem N. Tülay Taluğ’a

sonsuz teşekkürlerimle.

Page 5: Albert Camus'de Absurd

5

GİRİŞ

Doğa bilimleri ve sosyal bilimlerin pozitivizm etkisiyle gelişmesiyle felsefe hayattan

kopuk, salt teorik ve bir o kadar da soyut ve göreceli bir alan gibi gösterilmeye çalışılmıştır.

Felsefe kendi içinden doğurduğu bu bilimlerin eleştirisi altında ezilmiş ve eski parlark

günlerini yitirmiştir. Öyle ki, Eskiçağda doğayı anlamlandırmaya çalışan filozoflar bilimin

gelişmesine, Rönesans filozofları edebiyatın ve sanatın gelişmesine, 19. yüzyıl filozofları

siyaset biliminin gelişmesine önemli katkılar sağlamış olsalar da günümüzde bu katkılar

unutulmuş ve felsefe ‘‘deli işi’’ olarak adlandırılmaya, alay konusu kılınmaya başlanmıştır.

İçinde bulunduğumuz kapitalist dünya, insanı vahşi kapitalizmin çarklarından biri

haline getirerek araçsallaştırmış ve insanı üretim-tüketim döngüsünde kaybolmaya kadar

sürüklemiştir. 20. yüzyılın başlarında yaşanılan savaşlar ölümleri sıradanlaştırmış, kötülüğü,

adaletsizliği, ırkçılığı ve her türlü ayrımcılığı insanın doğasının sanki bir parçasıymış gibi

göstermeye çalışmıştır. İnsanın içine düştüğü (ya da düşürüldüğü) bu durum 20.yüzyılda

ortaya çıkan felsefe akımlarını da etkilemiştir. Bu yüzyılda orataya çıkan akımlardan bazıları;

fenomenoloji, post-modernizm, yaşama felsefesi, yeni ontoloji ve içlerinde en popülerleşmiş

olanı olan varoluşçuluktur.

Varoluşçuluğun oldukça popülerleşmesinin nedeni olarak, insanın kalabalığın içinde

kaybolmuşluğu ve insanın değerinin unutulmuşluğunu kuşkusuz söyleyebiliriz. Akla ve

insanlık ideallerine tam olarak uymayan bu dünyada, teknik aklın insanı kendi kölesi haline

getirdiği bu dünyada, varoluşun nedenini araştıran varoluşçu filozoflar bu araştırmalarında

kendilerini karamsarlığın pençesinden kurtaramamışlardır.

Varoluşçu filozoflar arasında görülen fakat her fırsatta kendisinin bir varoluşçu

olmadığını söyleyen Albert Camus, bu bağlamdan hareketle, çok da haksız sayılmaz. Camus

felsefesini sonsuz bir karamsarlık ya da sonu nihilizme varan bir sistem içinde kurmamıştır.

Page 6: Albert Camus'de Absurd

6

O, yaşamın değerini ve güzelliğini ortaya çıkarmak için hayatın gerçeklerini adeta bir tokat

gibi yüzümüze vurmayı tercih etmiştir.

Camus’nün, 20. yüzyılın karamsar havası içinde kendine iyilik yaratmaya çalışması,

insanın değerini her fırsatta öne çıkarması ve felsefenin hayatın dışında değil hayatın içinde

olduğunu göstermesi Camus’yü incelememin nedenleri arasında en başta gelenlerdir. Camus

bir sanatçı filozoftur. Salt, terimsel, zor anlaşılır felsefi eserler vermemiştir. O, romanlarında,

tiyatro oyunlarında, denemelerinde ‘‘felsefe yapan’’ bir filozoftur. Camus’nün bu tutumu,

benim gözümde, diğer bütün felsefeciler arasından sıyrılmasını sağlayan durumlardan

bazılarıdır. Felsefe insan aklının, düşünmenin ve insan olmanın şimdiye kadar yarattığı en

büyük eserdir; bu nedenle felsefe sadece ‘‘felsefe camiasına’’ hitab etmemelidir. Bu

bağlamda herhangi bir ortalama okur-yazar, Camus’nün bir eseri ile haşır neşir olduğunda,

anlayamayacağı bir çok kavramla karşı karşıya kalmaz. Aksine, Camus’yü okuyanlar, eserde

kendini, hayatını bulur; “insanlığı”nı bulur. Camus’nün felsefesi sanatın içindeki felsefedir;

hayatın içindeki felsefedir. O, felsefeyi hayatın içinden koparıp akademi sıralarında ezbere

yapılan bir eğitimde ya da entellektüeller arasında yapılan seçkinci-terime dayalı,

böbürlenerek yapılan konuşmalarda değil; yaşamın kendisinde, insanın düşünmesinde, yapıp

etmelerinde yeniden ortaya çıkaran çağımızın en önemli aydınlarındandır.

Page 7: Albert Camus'de Absurd

7

1. Camus’nün ‘‘Absurd’’ Hayatı

Albert Camus (1913-1960) gerek eserleri, gerek yaşantısı, gerek tutum ve

davranışlarıyla “20. yüzyılın aydını’’ sıfatını taşıyan bir düşünürdür. Camus’yü anlamak için;

öncelikle yaşadığı çağın sorunlarını, içinde bulunduğu şartları anlamak gerekir. Camus, 20.

yüzyılın sorunlarını felsefesinin derinliklerinde işlemiş bir düşünürdür. Çağın sorunlarının

yanı sıra kendi hayatında yaşadığı zorluklar ve çatışmalar Camus’yü ‘’absurd’’e iten, onu,

ölümle biten bu saçma hayatı sorgulamaya götüren durumlardır.

Camus, Fransız asıllı bir baba ve İspanyol asıllı bir annenin Cezayir’de dünyaya

gelmiş çocuğudur. Daha bir yaşını doldurmadan babasını savaşta kaybeden Camus, annesinin

temizlikçilik yaparak kazandığı parayla, öğrenimine zor şartlarda devam etmiştir. Camus’nün

hayatında ilkokul öğretmeni Louis Germain’in önemli bir yeri vardır. Öğretmeni, Camus’nün

kaderini adeta değiştirmiştir. Lise öğrenimi için yeterli maddi imkânlara sahip olmayan

Camus, öğretmeninin yardımıyla lise öğrenimi için burs alır; fakat bu kez de ailesinin

engeliyle karşılaşır. Büyük annesi Camus’nün okumak yerine çalışmasını, ailesine yardımcı

olmasını istemiştir. Camus’nün farklı bir öğrenci olduğunu küçük yaşta farkeden öğretmeni

Germain, Camus’nün ailesini ikna edip onun liseye gitmesini sağlamıştır. İlkokul öğretmeni

gibi yüksek öğrenim döneminde kendisinden felsefe dersleri aldığı öğretmeni Jean Grenier de

Camus’nün farklı bir öğrenci olduğunu anlamış ve düşüncelerini şu sözlerle dile getirmiştir;

‘’Camus sadece zihin tembelliğine karşı mücadele etmemiş, daha da fazla olarak kalbin

tembelliğine karşı olmuştur. O, mücadele etmekten yorulmadıysa, sevmekten asla

yorulmadığı içindir. O, Nietszche’nin soylu kimdir? sorusuna çağımızın en iyi cevabını veren

insandır.’’1

1Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey Yayıncıl ık, 1995, s.14

Page 8: Albert Camus'de Absurd

8

Küçük yaşta babasını kaybetmesi Camus’nün hayatında ve felsefesinde dönüm

noktası olmuştur. Camus ilk kez kırk yaşında, yirmi dokuz yaşında ölen babasının mezarını

bulur. Bu ziyaretin Camus’de yaşattığı etkiler ve duygular, onun düşüncelerinin kendi

hayatının içinden geldiğinin kanıtıdır. Babasının mezarı başında duran Camus hayatı bir kez

daha sorgular: ‘’Babanın oğuldan yaşlı olması gerekirken, oğul babadan yaşlı ise bu hayatta

bir düzensizlik, varoluşta bir karmaşa var demektir .’’2 Camus, mezarı başında babasının

ölümüne sebep olan savaşa ve tüm savaşlara lanet eder. Hayatının bir çok döneminde insan

hakları savunuculuğu yapması idama karşı çıkması hayatın değerini, en yüce değer kabul

etmesi bu nedendendir. Bu tutumu, onun kimileri tarafından el üstünde tutulmasını sağlarken

kimileri tarafından da dışlanmasına neden olmuştur.

Camus 1934 yılında komünist partiye katılsa da partide çok uzun kalamamıştır.

Camus’nün hayatı üzerine yazılanlara baktığımızda, onun, hiç bir zaman dogmatik bir görüşe

sahip olmadığı, hiç bir görüşe körü körüne bağlanmadığı, her zaman bir felsefeci gözüyle

olaylara, olgulara dışardan bakıp eksiklikleri ve yanlışları gördüğü kabul görmektedir.3 Bu

tutumundan dolayı özellikle Sovyet Devriminin sonuçlarına getirdiği eleştiriler yüzünden

komünist partiden ihraç edilmiş ve komünizmden ziyade sosyalizme bağlı olduğunu

belirtmiştir.4 Özellikle Doğrular eserinde sorguladığı ve sorgulattığı düşünceler (doğru olan

nedir? insanlık mı devrim mi?) bu örgütler çerçevesinde şekillenir. 1935 yılında İş

Tiyatrosu’nu kurarak hayatında önemli bir yere sahibi olan tiyatroya başlamıştır. 1937 yılında

kendisinin de “en iyi eserim” dediği, felsefesinin temelini ve özünü ortaya koyan Tersi ve

Yüzü eserini yazmıştır. Tersi ve Yüzü’nde Camus dünyanın ikili yapısına işaret eder. Gençlik-

ihtiyarlık, yaşam-ölüm, mutluluk-mutsuzluk, basitlik- derinlik vb. ikilikler hep dünyanın iki

yüzünü ifade eder:

2 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey Yayıncıl ık, 1995, s.14 3 Bknz: Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey Yayıncıl ık, 1995, ss.14-15 4 A.g.e. ss.15-16

Page 9: Albert Camus'de Absurd

9

Bir adam bir gün sokakta eski bir dostuna rastlar. Dostu adamla biraz dalgın konuşur,

adam eve gittiğinde kendini öldürür. Sonra gizli dertlerden, bilinmeyen dramlardan söz edilir. Hayır, ille de bir neden gerekirse dostu kendisiyle dalgın konuştuğu için

öldürmüştür adam kendini. Böyle işte, dünyanın derin anlamını duyar gibi olduğum her seferde, onun basitliği şaşırttı beni hep.5

Bu eserinde Camus’nün felsefesinde üzerinde durduğu temel kavramlar ortaya

çıkıyor: Absurd bir dünyanın ortasındaki birlik aşkı, hiçbir şey tarafından doldurulamayan aşk

ihtiyacı, dünyanın derin değil absurd olan yanı. Camus, Tersi ve Yüzü’nde yaşama aşkı ile

ölüm arasındaki absurd ilişkiyi ortaya koyar. Yaşama umutsuzluğu ölümle belirir. Ölüm,

insanı hayata bağlar. Çünkü yaşama umutsuzluğu yoksa, yaşama aşkı da yoktur. Bu eser aynı

zamanda onun dünyasının bu dünya olduğunu, ‘’bütün ülkem bu dünyadır’’ düşüncesini

ortaya koyduğu bir eserdir.6

Onun, çağının kuşkularına ve özlemlerine tanıklık etmesi, eserlerindeki umutsuz

havayı da açıklamaktadır. İki büyük savaş geçiren ve üçüncüsünün korkusu altında yaşayan

bir dünyada umuttan çok umutsuzluk nedeni var gibidir. Camus’nün genellikle karanlık

konuları ele aldığı yadsınamaz bir gerçektir. Camus, hem nihilist kötümserlik, hem de kolay

iyimserlik aşırılıklarından kaçınmaya çalışır. Camus kötümserliği gerçekten aşmak istediği

halde boyuna zorbalık, saçmalık ve ölüm üzerine yazmak zorunda kalmıştır.

Elbette ki benim kendime güçlü bir dayanak olarak belirtebileceğim bir iyimserliğim yok. Bütün kendi kuşağımla birlikte ben de ilk dünya savaşının trampet sesleri içinde

doğdum ve o günden bu yana bizim tarihimiz bir cinayet, adletsizlik ya da zorbalık öyküsü olarak gelişti. Bugün rastladığımız gerçek kötümserlik, bu yabanlıklar ve alçaklıklar üzerinde yapılmakta olan bir alışveriştir. Ben kendi bakımımdan, bu

dejenerelikle durmadan savaştım; ben yalnızca zalimlerden tiksinirim. Ben nihilizmimizin en karanlık derinliklerinde bile yalnızca nihilizmi aşmak yollarını

aradım.7

Camus, felsefesini, düşüncelerini oluştururken karamsarlıktan, umutsuzluktan yola

çıkar fakat bu yolculuk umutsuzluk durağında değil, aksine, umutsuzluğa hayır diyen, her

5Camus, Albert, Tersi ve Yüzü, (çev. T. Yücel), İstanbul: Can Yayınları, 2009, s.27. 6 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey Yayıncıl ık, 1995, s .17 7 Cruickshank, John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul: De Yayınevi, 1965, s.25.

Page 10: Albert Camus'de Absurd

10

şeye rağmen yaşamın ‘’yaşanılası’’ olduğunu bilen ‘’başkaldıran’’ insanların memleketinde

biter.

Yaşam ölümle bitiyor diye kapayacak mıyız gözümüzü, yüreğimizin kapılarını bu

yaşanılası dünyanın güzelliklerine, bunlar yanında insanların acılarına, çaresizliklerine? Yaşadığımız sürece mutlu olmaya ve mutluluk yaratmaya bakmalıyız

ve mutluluk bir yerde, her yerde, hiç bir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir.8 Camus’nün yaşamı gibi ölümü de absurddür. Yaşama bu kadar derinden bağlı

olmasına rağmen hayatı daha 47 yaşındayken geçirdiği bir araba kazası ile sonlanmıştır.

Hayatını anlattığı İlk Adam ve Mutlu Ölüm eserleri ölümünden sonra yayınlanmıştır.

8Camus, Albert, Yabancı, (çev. V. Günyol), İstanbul:Can Yayınları, 2006 , s.8.

Page 11: Albert Camus'de Absurd

11

2. Absurd Kavramı ve Camus:

Başkaldırı ve absurd kavramlarını hayatının ve eserlerinin merkezine alan Camus’yü

anlamak için öncelikle ‘’absurd’’u incelemek gereklidir. “Absurd” sözcüğü, sözlüklerde

“anlamdan yoksun olan”, “saçma”, “akıl dışı”, “akla aykırı”, “anlamsızlık”, “akıl almaz”,

“akla sığmaz”, vb. anlamlara gelir. Latincesi ‘‘absurdus’’tur. Sağır, dilsiz anlamlarına gelen

‘‘surdurs’’tan türemiştir. Kısacası absurd kelimesi sözlüklerde ‘‘akla, mantığa uymayan, abes,

boş, saçma ,anlamsız’’ kelimeleriyle karşılanabilmektedir. Geniş anlamda felsefi bir terim

olarak absurd ‘’anlamı olmayan her şey’’dir. Bu anlamda dünya, insan absurd’dür.9

Yaşamın kendisinde bir anlamı gerçekten var mıdır? Bu soru, felsefenin sürekli

sorması gereken en temel sorudur. Bu soru, insanın hem kendisini hem de dünyayı bilinçli bir

şekilde sorgulama ve kavramaya yönelten ve aynı zamanda onun felsefi etkinliğinin özünü

oluşturan bir sorudur. Böylesine yaşamsal bir soruya, tüm varoluşçu filozoflar değinmiş

olsalar da, Camus’nün soruya vermeye çalıştığı yanıt oldukça özgün ve farklıdır. Bu dünyada

bulunuşun ya da yaşamın anlamının neliğine dair sorun Camus’de aynı zamanda yaşamın

yaşanmaya değer olup olmadığının sorgulanmasını da beraberinde getirir. Yaşamın

sorgulanması, ancak ölüm olgusu ile birlikte bir anlam kazanabilir çünkü, Camus’ye göre

yaşama gerçek anlamını veren ölümdür. Camus, yaşamın anlamını sorgulamakla işe başlasa

da, bireyin bu dünyadaki varoluşuna anlam katabilecek somut ve ussal bir neden bulamaz.

İçinde yaşadığımız dünya ve bizim bu dünya içindeki varlığımız başlı başına anlamdan

yoksun, saçma ya da uyumsuzdur. Camus açısından, insanın bu dünyadaki varlığını anlamak

ve bu varlığa bir anlam katmak çabası ise sonsuz bir çabadır.

Camus dünyaya adını ilk kez Yabancı adlı romanı ile duyurmuştur. Hitler ordusunun

Fransa’yı işgal ettiği bir dönemde, çevresine ve kendine yabancılaşmış bir insancığın

9 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey Yayıncıl ık, 1995, ss.55-56.

Page 12: Albert Camus'de Absurd

12

serüvenidir bu roman. Saçma, bir serüvendir. Bu romanda absurd duygusu ile absurd kavramı

arasındaki ayrılık karşımıza çıkar. Bir insan, absurd kavramını tanımadan absurd duygusuyla

yaşayabilir. Yabancının kahramanı Meursault absurd kavramının farkında olmayan ama

absurd duygusunu yaşayan birisidir. Absurd duygusunun ortaya çıktığı ya da bu duygunun

ortaya çıkmasına zemin hazırlayan durumları değerlendirerek şunları söyleyebiliriz;

a) Hayatın monotonluğu ve mekanikliği: Camus’ye göre hayatı değiştirmek hemen

hemen imkansızdır. Yabancı’nın kahramanı Meursault’a göre hayat, Paris’te de Cezayir’de de

hep aynıdır. Günümüzün modern şehir hayatı, her gün aynı koşuşturma, aynı işler absurdün

ilk habercisidir. Camus monotonluğun absurdü uyandırışını şu sözleri ile dile getirir:

Dekorların yıkıldığı olur, yataktan kalkma, tramvay, dört saat çalışma, yemek, uyku ve

aynı uyum içinde salı çarşamba perşembe cuma cumartesi, çoğu kez kolaylıkla izlenir bu yol. Yalnız bir gün ‘’neden?’’ yükselir ve her şey bu şaşkınlık kokan bıkkınlık

içinde başlar.10

Hayatın monotonluğunun anlaşılmasından sonra ortaya çıkan durum; insanın zamanın

bir malı olduğu bilincine ulaşmasıdır. Camus’ye göre geleceğe dayanarak yaşarız. Ama yarın

da bugün gibi olur, geleceği değiştirme gücümüz yoktur. Yarın, bizi ölüme bir adım daha

yaklaştırır oysa biz hep ölümsüzlüğü isteriz. Yarından kaçmamız gerekirken, hep yarını

özleyip beklememiz bir çelişki değil midir? Camus, yarın beklentimiz ve bu beklentimizin

boşluğu hakkında şunları söyler:

Yarın, ilerde, iyi bir işim olunca, yaşlandıkça anlarsın. Bu tutarsızlıklara hayran

kalmamak elde değil, çünkü ne de olsa ölmek var işin içinde. Gene bir gün gelir, insan otuz yaşında olduğunu görür ya da söyler. Gençliğini belirtir böylece. Ama, aynı anda,

zamana göre yerini de belirtir. Zamanın içinde yerini alır. Geçmesi gerektiğini söylediği bir eğrinin belirli bir anındadır. Zamanın malıdır, içinin ürpertiyle dolması üzerine, en kötü düşmanı olarak görür onu. Yarını istiyordu hep, tüm benliğinin

10 Camus, Albert ,Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul: Can Yayınları, 2010, s.31.

Page 13: Albert Camus'de Absurd

13

bundan kaçması gerekirken, yarının gelmesini diliyordu. Etin bu başkaldırışı, uyumsuz

budur işte.11

b) Yabancılaşma: Bu durum Pascal ve Kierkegaard’dan beri varoluşçuların biricik

çıkış noktası olmuştur.12 Saçma birçok insanın çeşitli derecelerde duyumsadığı, yabancı bir

dünyada tek başına bırakılmış olma duygusundan da kaynaklanır. Bu tek başına kalma

duygusunu varlığımızın rastgele ve gelişigüzel olduğu duygusu da doğurabilir. Saçma

kavramı, birey ve dış dünya arasındaki kapatılması olanaksız uçurumu belirler. Bilinmeyen

bir gücün dünyaya fırlattığı insanlar, bu duruma karşın o dünyanın parçası değildirler.

Yerleşmek istediklerinde yurt diye nitelendirebilecekleri bir yer bulamazlar. Yaşamlarını

anlamlı bir biçimde sürdürmek, güvenlik altında olmak isterlerken, varoluşun türlü

rastlantılarının elinde oyuncak olduklarını algılarlar. Özgür olmak isterlerken doğanın

nedenselliğinden kurtulamadıklarını görürler. Sonsuza dek mutlu yaşamak isterlerken,

kendilerini her şeye son veren ölümün karşısında bulurlar. Yaşam sevgisinin karşısına, yaşam

karşısındaki çaresizlik dikilir. Yaşamını türlü çekişmeler içinde geçiren insanoğlu ne denli

uzun yaşarsa, kendini dünyaya o denli yabancı bulur.13 Camus bu yabancılığı şu şekilde

açıklar:

Birdenbire düşlerden, ışıklardan yoksun kalmış bir dünyada kendisini yabancı bulur

insan. Yitirilmiş bir yurdun anısından ya da adanmış bir toprağın umudundan yoksun olduğu için, bu sürgünlük çaresizdir. İnsanla hayatı, oyuncuyla dekoru arasındaki

kopma, saçmalık duygusunun ta kendisidir.14 Kendimiz ve diğer insanlar arasındaki kapatılmaz boşluk ve kendimizin bile

kendimize yabancı olduğu duygusu bize absurdü hissettirir. İnsan diğer insan varlıklarından

temel ayrılığını hissetmeye başlar. Camus bu durumu şu benzetmelerle açıklar:

İnsanlar da insandışı bir şeyler salgılar. Kimi uyanıklık saatlerinde, devinimlerinin mekanik görünüşü, anlamdan yoksun pantomimleri, çerçevelerindeki her şeyi

11 A.g.e, s.32. 12 Bknz: Akarsu, Bedia, Çağdaş Felsefe, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1994, ss.187-192. 13 Bozkurt, Nejat, 20.Yüzyıl Düşünce Akımları, İstanbul: Sarmal Yayınları,1998, s.132. 14 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul: Can Yayınları, 2010, s.18.

Page 14: Albert Camus'de Absurd

14

saçmalaştırır. Bir adam camlı bölme ardından telefonla konuşur; sesi duyulmaz, ama

istenilen yere ulaşılamayan yüz devinimleri görülür; bu adamın niçin yaşadığını sorar insan kendi kendine. İnsanın bile insandışılığı karşısında bu rahatsızlık, kendimizi

yansıtan bu görüntü karşısında bu hesaba gelmez düşüş (…) saçmadır.15

İnsan üç şeye karşı yabancılık duyar; kendine, dünyaya ve başkalarına. Saçmanın bir

diğer kaynağı da budur. Simone de Beauvoir yabancılaşan insanı şöyle anlatır:

Bir çocuk gördüm ağlıyordu. Çünkü evlerinin kapıcısının oğlu ölmüştü. Anası- babası

önce bıraktılar ağlasın, sonra sıkıldılar bundan. ‘Niye ağlıyorsun?’ dediler. ‘Senin kardeşin değildi ki o!’. Çocuk gözlerini sildi. Korkunç bir şey öğrenmişti. Demek ki yabancı bir çocuk için ağlamak gereksizdi! Peki ama, kardeşi için niye ağlayacaktı?

Onun için de ağlamayabilirdi. Kadın ‘Sus’ dedi, ‘Çizmeyi aşma! Senin aklın ermez böyle işlere!’. Hır çıkarmaya gelen kocasını önledi. Adamcağız yatıştı, uzaklaştı. Bir

süre sonra kadın kocasını yardıma çağırdı: ‘Yoruldum, üşüyorum, gel!’ dedi. Yalnızlığa gömülen erkek şaşarak baktı karısına. Düşündü içinden: ‘Bana ne üşüyorsan?’ öyle ya, karısından ona neydi? Düşüncelerini daha da ileriye götürdü:

Hindistan onu ne ilgilendirirdi? Yunanistan nesineydi? Ne diye şu toprağı, şu kadını, şu çocukları benim saymalı? Gerçi şuradaki çocuklar benim soyumdan, yanımdaki

kadın benim karım, ayak bastığım yer benim toprağım; ama onlarla aramda hiçbir bağ yok gerçekte.16

İnsan, bir türlü kendi yerini yurdunu, varlığını bulamaz. Onun etrafındakilere, hatta

kendi varlığına karşı bile duyduğu bu yabancılık, onu, bu dünyaya ait bir varlık olmaktan

çıkarır ve kendisine ayrı bir sorumluluk yükler. İnsan öyle bir varolandır ki, kendisini var

etmesi, yabancısı olduğu bu dünyada sürekli olarak anlamsızla mücadele etmesiyle

gerçekleşebilir. Başka bir deyişle insan sürekli olarak kendini var etmek zorunda olan bir

varolandır. Zaten Camus için bu sorunun başlangıcıdır. Camus’nün dediği gibi “ağaçlar

arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi olsaydım, bu hayatın anlamı olurdu, daha

doğrusu bu sorunun hiç anlamı olmazdı, çünkü dünyadan bir parça olurdum. Bu dünya

olurdum, oysa şimdi bütün bilincimle, bütün yatkınlık gereksinimimle onun karşısındayım.’’17

15 A.g.e, s.26. 16 Beauvoir, Simone de, Denemeler, (çev: A. Bezirci), İstanbul: Payel Yayınları, 1989, ss.15-16 17Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul: Can Yayınları, 2010, s.74

Page 15: Albert Camus'de Absurd

15

c) Absurd karşısında bilimin yetersizliği: İnsan ne kendisi ne başkaları ne de dünya

hakkında kesin olarak “bunu biliyorum!” diyemez. İnsanın tek bileceği kendi içindeki yüreğin

varlığına inanmaktır; bir de dokunabildiği/duyumsayabildiği dünyanın varolduğu yargısına

ulaşmaktır. Ama bundan ötesine geçmeye çalıştı mı insan, varlığından kuşku duymadığı

‘ben’i kavramaya çalıştı mı her şey bir su gibi akıp gider parmakları arasından.18 İnsan

varoluşu konusunda kesin bir yargıya varamadığı sürece hep kendi kendine yabancı

kalacaktır. Kendine, başkalarına ve dünyaya yabancılaşan insan bir çıkış yolu arar bu

umutsuzluğundan, yalnızlığından kurtulmak için. Zaman ona bilimi getirir. Olguları kesin bir

biçimde bilme, evrendeki oluşun nedenlerini bilerek ussal yoldan açıklama arzusu olarak

bilim bile evrenin ussallığını temellendirmede güçsüz kalmaktadır. Varsayımlar üzerinde

yükselen, kesinlikten uzak olan bilim, bu dünyayı bize anlaşılır kılmamakta ve bu dünyanın

uyumsuzluğunu ya da saçmalığını gizleyememektedir. Aklın kendisi bir gerçeklik

oluşturabilme yeteneğinden yoksun olduğu gibi kendi kendini temellendirebilme

yeteneğinden de yoksundur. Us, bana, hem kendimi hem de içinde bulunduğum dünyayı

anlama olanağı veremez. Camus bu çıkmazı şu sözleri ile dile getirir; ‘‘kendi kendime de

dünyaya da yabancıyım, yardım umacağım tek şey de bir şeyi kesinlemeye yeltenir yeltenmez

kendi kendini yadsıyan bir düşüncedir.’’19

Bilim, dünyayı betimler; sınıflandırmalar yapar; yasalar koyar. İnsan bu umutsuz

yabancılıktan kurtulmak için bunlara inanır, doğru olduklarını kabul eder; en önemlisi umut

eder; varoluş zincirindeki özünü bulacağını sanır. Oysa bilim; bu sihirli evrenin özünü

açıklamaya çalışırken önce atom, atomdan elektron ,elektronlardan da bu elektronların

görünmez bir çekirdek çevresinde toplandığı gezegenler bütününün varolduğu bilgisini

verebilir ancak. İşte o zaman insan –ister yabancı, ister uyumsuz, ister absurd insan diyelim-

18 Bknz: Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul: Can Yayınları, 2010, ss.36-38 19Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul: Can Yayınları, 2010, s.38

Page 16: Albert Camus'de Absurd

16

bilimin boş, dünyanın da yabancı olduğunu anlar. Ve böylece akıl ile ilerleyen bilim bile

bizlere dünyanın absurd olduğunu söylemiş olur.

d) Absurd karşısında aklın yetersizliği: Camus’nün felsefesinin bir çok aydın

tarafından benimsenmesine absurd ile akıl arasında kurduğu ilişkinin neliği neden olmuştur.

Öyle ki geleneksel felsefenin rasyonalizmine karşı oluşan tepki, sadece Camus’nün absurdu

ile de sınırlı değildir. Absurd düşüncesinin oluşmasına zemin hazırlayan en önemli

nedenlerden biri –kuşkusuz- geleneksel felsefenin, rasyonalizmin ortaya attığı düşüncelerin

reddidir; çünkü saçma fikri tarihsel içeriği bakımından akla karşı davranışın yoğun bir içeriği

olarak görülür. Özellikle Hegelci felsefede, insan karşısında akıl ile kavranabilecek bir dünya

umar fakat insan bu akli dünya yerine kendi deneyimlerine dayanan, akılla uzlaşmayan,

anlamdan yoksun bir dünya bulur.20 İşte, bunalımın bu insan tipi, aradığı anlamın dünyada

olmadığını görünce absurd duygusu ile karşılaşır. Absurd, kendi aklıyla dünyayı bir bütün

olarak kavramak ve açıklamak isteyen fakat aklı ile deneyimlediği dünya arasında bir uzlaşma

bulamayan insanın durumunda gizlidir. Rasyonalizmin klasik yorumuna göre, özellikle

Descartes ile Hegel’in düşüncelerinde dünya anlamlı ve organize bir bütündür. Hegel’e göre

dünyayı nasıl görmek isterseniz, dünya size öyle görünür. Akli olan gerçek, gerçek olan da

aklidir.21 Camus’de ise insan dünyaya yabancıdır. Aklın bu dünyayı kavrayamayacağını, aklın

kavradığı dünya ile bu dünya arasında uçurum olduğunu söyleyenler de Camus’nün

absurdüne hizmet etmişlerdir. Kierkegaard ile birlikte varoluşçu filozoflarda ve çağdaş felsefi

akımlarda bu akılcı düşünce sistemlerine tepkiler doğmuştur. Camus bu tepkileri haklı

tepkiler olarak görür ve şunları söyler: ‘‘Jaspers’den Heidegger’e, Kierkegaard’dan

Chestov’a, görüngücülerden Scheler’e kadar (...) amaçları ile birbirlerinin karşıtı olan tüm bu

düşünceler ailesi aklın geniş yolunu kapatmaya ve gerçeğin doğru yollarını tekrar bulmaya

20 Bknz: Cruickshank, John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul: De Yayınevi, 1965

ss.79-83 21 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey Yayıncıl ık, 1995, s.72

Page 17: Albert Camus'de Absurd

17

koyuldular.’’22 Rasyonalizme karşı oluşan bu tepkiler ışığında bu tepkileri gösteren

filozofların her birinin korku içinde olduklarını söylemek de yanlış olmayacaktır çünkü, bu

akılla kavranamayan, tanıdık bildik olmayan dünya karşısında insanın durumu endişelidir.

Bilinmedik bir dünya içinde yaşamak zordur. Camus, insanın endişesini şöyle ifade

etmektedir:

Ya her şey bana açıklansın istiyorum ya hiç. Ama kalbin bu çığlığı karşısında akıl güçsüzdür. Ruh bu gereksinimleri arıyor,çelişkilerden, saçmalamalardan başka bir şey

bulamıyor. Anlamadığımın dayandığı bir şey yok. Dünya bu akla aykırılıklar ile dolu. (...) Bir kez olsun işete bu açık diyebilsek her şey kurtulmuş olur. Ama bu insanlar hiçbir şeyin açık olmadığını, insanın ancak kendisini çevreleyen duvarlar konusunda

açık görüşlülüğü ve kesin bilgisi bulunduğunu söylüyorlar.23

Böylece gerek absurd duygusu gerek bilim ve felsefe ile dünyayı açıklayamama ve gerekse

rasyonalizme karşı oluşan tepkiler absurd fikrinin temelini oluşturmuş oluyorlar.

2.1. Camus’den Sartre’a Absürd:

Absurdün Sartre’ın felsefesinde de önemli bir yeri vardır. Camus de insan bilincinden

doğan ve dünya-biliç şeklinde iki kahramanı olan absurd, Sartre’a göre tamamen dünyanın

düzeni olarak ve ontolojik bir kıvamda karşımıza çıkar. Sartre’a göre iki varlık tipi vardır;

kendinde varlık ve kendisi için varlık. Kendinde varlık evren, kendisi için varlık insan

bilincidir. Absurd kendinde varlığın temel bir özelliğidir, bu varlık yaratılmamıştır ve ne

mümkün olandan çıkarılabilir ne de zorunlu olandan. Bu durumda Sartre’a göre absurd olma,

kendinde varlığın temel bir karakteri olarak ortaya çıkmakta ve hiçbir şeye dayanmadan

mevcut olmaktadır. Camus’ye göre dünya absurddür demek mümkün değilken Sartre’a göre

bunu demek mümkün olacaktır. Ayrıca, Camus’de insanın dünya ile karşılaşması absurdün

kendisini ortaya çıkarırken, Sartre’da absurd dünya ile karşılaşma bulantıya neden

22 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul: Can Yayınları, 2010, s.40 23 A.g.e., s.44

Page 18: Albert Camus'de Absurd

18

olmaktadır.24 Sartre, Camus’nün absürde verdiği anlam ile kendisinin verdiği anlamın farklı

olduğunu şöyle ifade eder:

Camus’nün felsefesi bir saçma felsefesidir. Ona göre saçma, insan ile dünya, insanın

akılsal istekleri ile dünyanın akılsızlığı arasındaki ilişkiden doğar. Bundan çıkardığı temalar klasik kötümserlik temalarıdır. Ben saçmayı Camus’nün bu sözcüğe bağladığı

skandal ya da hayal kırıklığı olarak tanımlıyorum. Benim saçma dediğim şey, çok ayrı bir şeydir. Varlığın evrensel olanağıdır, ama varlığın temeli değildir; saçma varlığın görülen, ispatlanamayan ilk niteliğidir.25

Sartre’ın bu sözlerinden de anlaşıldığı gibi Camus’nün absürdü insana ve insanın

bilincine bağlıdır. Absurd, Sartre’da olduğu gibi dünyanın kendisinde bize verilmiş, özü

gereği absurd değil, insanın yaşamı ile ortaya çıkan, bu dünyadaki saçmalığı farkına varan,

uyumsuz olan insanın yaşadığı duygudadır.

24 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey Yayıncıl ık, 1995, s.73 25 Cruickshank, John, Albert Camus veBaşkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul: De Yayınevi, 1965, s.73

Page 19: Albert Camus'de Absurd

19

3. Absürde Karşı Durmak

Camus absurd karşısında takınılacak üç tutumdan bahseder; umut, intihar ve

başkaldırı. Tanrı fikri insana umut verir, bu dünyanın acıları, mutsuzlukları, ızdırapları bir

Tanrı fikri ile birlikte katlanılası bir hal alır. Öte dünya düşüncesi insana umut verir, bu

dünyanın acılarına öte dünyada sonsuz mutluluğa ulaşmak için katlanır insan. Fakat,

absurd’de umuda yer yoktur, Camus’ye göre bu dünyadaki savaşların,acıların,mutsuzlukların

nedeni de bir Tanrının olmayışındandır. Alberes, bu konuda şunları söyler;

...insan ne yaptığını bilerek, talihin bütün kötülüklerini karşısına alarak,boşuna hayallere kapılmayı teperek seçmeli yaşamı. İnsanın yaşamı tam anlamıyla seçmesi

demek,yaşamın saçma, dünyanın haksız, Tanrı’nın sağır olabileceğini düşünmüş olması demektir. İnsan her şeyi kaybetmeli ki her şeyi alabilsin.26

İnsan eylemlerinin dayanağını oluşturabilecek hiçbir değerin bulunmaması, bu nedenle

insan eylemlerinin ne iyi ne kötü, yani değerden yoksun olması, Nietzsche’nin belirttiği

tarzda, Tanrı’nın ölümüyle yakından ilişkilidir. Tanrı’nın yokluğu, bu evrenin absürdlüğünün

en önemli kanıtıdır. Fakat Camus’de iş burada kalmaz, absurd kendisini yaşamın içinde,

insanın varlıkla olan ilişkisinde gösterir. Tanrı’nın yokluğunun yanı sıra yaşamın ve dünyanın

saçma oluşu kendini ölüm olgusunda açığa çıkarmaktadır. Ölüm absurdün, saçmanın

kendisidir. Yaşamın zorunlu olarak bir ölümle son bulacağı gerçeği, yaşamın kendinde

barındırdığı saçma, uyumsuz ve absurdlük durumundan başka bir şey değildir. Yaşamın

ölümle son bulacağı gerçeğinden kaçamayan, üstüne üstlük “Tanrı öldü” diyen insan umuttan

çok umutsuzluk barındırır içinde. Yaşamın boş olduğunu anlayan insanda, umudun yerini

umutsuzluk, buna bağlı olarak da, yaşama isteğinin yerini de ölüm isteği alır. Madem bu

dünyada çektiğim acıların bana bir yararı olmayacak, bu acılar bana sonsuz mutluluğun

kapılarını açmayacak o halde neden bu acı ve ızdıraba katlanayım der umudunu tümden

yitirmiş insan. Madem sonunda ölüm var çabalamak neden? Camus bu soruya şu cevabı verir;

26 Camus, Albert, Yabancı, (çev. V. Günyol), İstanbul:Can Yayınları, 2006, s.8

Page 20: Albert Camus'de Absurd

20

Yaşam, yaşanmaya değmediği için insan kendisini öldürür, işte bir gerçek kuşkusuz,

ama kısır bir gerçek, çünkü fazlasıyla açık. Ama yaşamaya yöneltilen bu aşağılama, içine daldırıldığı bu yalanlama, hiç anlamı olmamasından mı geliyor? Uyumsuz

olması, umut ya da intihar yoluyla kendisinden sıyrılmayı mı gerektiriyor? ... Uyumsuz ölmeyi mi buyurur, tüm sorunlardan önce bu sorunu ele almak,bunu yaparken de tüm düşünce yöntemlerinin, ereksiz us oyunlarının dışında kalmak

gerek.27

Saçmanın ona gösterdiği şekliyle hayatın anlamsız olduğuna inanan insan için ‘iyi’ ve

‘kötü’ kavramları ortadan kalkabilir. Eğer hiçbir şeyin anlamı yoksa, eğer değerler yoksa, o

zaman cinayet ve zorbalık ne doğru ne de yanlıştır.28 İnsan kendi istekleri doğrultusunda iyi

bir şey yapabileceği gibi kötü bir şey de yapabilir. Camus’ye göre intihar ve öldürme aynı

şeydir, biri benimseniyorsa, ötekinin de benimsenmesi, biri yadsınıyorsa, ötekinin de

yadsınması gerekir. Camus’nün absurdü ile Nietzsche’nin nihilizminin birbiri ile benzer

görülmesi ve hatta Camus’nün bu görüşlerinin nihilist bir tutuma sahip olduğunun

düşünülmesi bu nedendendir. Fakat, absurd, nihilizm gibi sürekli bir tutum değil aksine

olumlu bir davranışın ilk basamağı, bir hareket noktasıdır.

Absurd duygusu insanda kendini iki zıt şekilde dışa vurur. Kendisinin ve dünyanın

saçma, boş ve değerden yoksun olduğunun bilinci insanda bir hiçlik duygusu ile kendini

gösterirken diğer bir yandan da bu saçma ve değerden yoksun dünya içinde onun bu

saçmalığına karşı durma, bir başkaldırma duygusunu da kendi içinden yaratır. Absurd

karşısında bilinçlenme, insanda iki karşıt duygunun gelişmesine yol açar. Absurd bilinci

insanı yaşam ile ölüm arasındaki bir çizgi üzerine konumlar, insan yaşam ile ölüm arasında

sürekli seçim yapar, hiçlik ve varoluş duygusunu aynı anda yaşar. Camus’nün uyumsuz (ya da

absurd) insanı, varlığında çelişkileri bu denli yoğun yaşayan insandır. İnsan böyle bir

durumda içinde bulunduğu dünyanın saçma olduğunu ve bu dünyaya kendisinin uyumsuz

olduğunu bilir bu bilme ile de dünyaya olan ‘karşı duruş’u başlar. Bu karşı duruş artık insanın

içinde bulunduğu dünya ile uzlaşamaz olduğunu beraberinde getirir. Bu durum uyumsuz

27 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul: Can Yayınları, 2010, s.26 28 Cruickshank, John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul: De Yayınevi, 1965, s.126

Page 21: Albert Camus'de Absurd

21

insanın varoluşsal ve yazgısal durumudur. Absurd’ün bilinci, doğrudan yaşamın kendisinden

kaynaklanan ve ona karşı duran bir bilinçtir. Camus’ye göre uzlaşmaz iki farklı yaklaşım gibi

görülen saçma ve başkaldırı aşamaları birbirini bütünleyen düşünsel bir çelişkiye ya da

kopukluğa olanak vermeyen aşamalardır. Hatta, bu iki felsefi aşama arasında öncelik ve

sonralık ilişkisini, zamansal bir süreçten çok, mantıksal bir süreç, diyalektik bir ilişki olarak

görmemiz gerekmektedir. Camus felsefesindeki bu diyalektiği absurdün doğduğu yer olan

gerçek dünyanın içinden türetmiştir. Özellikle Yabancı romanında Meurseult’un durumu bunu

doğrular niteliktedir. Meurseult, kendisinin değil bu yerleşik düzenin idama mahkum

edildiğine inanmaktadır.29

Camus için absurd (ya da saçma), geçici bir durumdur. Saçmanın gerçekliğini görmek,

sondan çok bir başlangıçtır. Camus, saçma kavramını oluşturmaktaki amacını şu şekilde

açıklamaktadır; “Sisifos Söyleni’nde saçma duygusunu incelediğim zaman bir metot

arıyordum, bir doktrin değil. Metodlu şüphe kullanıyordum. Yapıcı çalışmalardan önce gelen

‘temizliği’ yapmaya çalışıyordum.’’30 Bu metodlu şüphe akıllara Descartes’i getirebilir.

Camus’nün metodu şu şekilde ilerliyor; absurd duygusu varlığın değerinden şüphe etmemize

neden olur, bu şüphe insanı düşünme ve yaşama olanağını kapsayacak kadar ileri götürür.

Diğer yandan bu şüphe ne kadar kuvvetli olursa olsun, absurdün ardındaki yaşantıdan şüphe

edilemez. Bu saçma yaşantısı, gerçekte bir şaşırma ve başkaldırma duygusudur. Bu şekilde

düşünülen başkaldırmanın olumsuz bir kavram olmadığını görüyoruz. Başkaldırı, aynı anda

hissedilen onay ve yadsıma duygusunun bir sonucudur. Bu yüzden başkaldırı aynı zamanda

hem “evet hem de “hayır” demektir. Camus burada olumsuz bir metodla olumlu değerlere

29 Özçınar, Şahin, Albert Camus’nün Felsefesinde Başkaldırı ve Nihilizim, Felsefe Logos, Bulut Yayıncıl ık, 2002,

sayı :17, s.82 30 Cruickshank, John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul: De Yayınevi, 1965, s.128

Page 22: Albert Camus'de Absurd

22

varır.31 Buradan hareketle görüyoruz ki, Camus’ye göre absurde karşı sergileyebileceğimiz

tek tutum da başkaldırıdır.

Camus, başkaldırı ile birlikte, birbiriyle ilişkili üç değerin ortaya çıktığını söyler.

Birincisi insanın absurde başkaldırarak kendisini yeniden bulmasıdır. En olumsuz

başkaldırılar, örneğin efendisinin bir emrine birdenbire karşı çıkan bir esirin başkaldırısı bile

içinde olumlu bir şeyler içerir. Kişinin kendisine zorla yaptırılmak istenen bir şeye karşı

çıkması, içinde karşıtlığa karşı az ya da çok bir isteğin bulunduğunu gösterir. Bu ise onun kısa

bir süre için bile olsa kendisiyle özdeşleşebileceği bir şeyler olduğu anlamına gelir. Tüm

bunları hisseden kişi, “başkaldırıyorum öyleyse varım” diyebilir. İnsan, başka insanlarla

beraber yaşayan, başka insanların ezilmişliğine de tanıklık eden bir varlık olarak sadece

kendisi için başkaldırmaz. Bireysel başkaldırıyla birlikte, evrensel başkaldırıyı da mümkün

kılan kişi, “başkaldırıyoruz öyleyse varız” diyebilir. Bu bakımdan başkaldırma Descartes’in

Cogito’suna eşdeğerdir. Bu cogito da insan başkalarının varlığını kesinler.32 “Binlerce örnek

başkaldırının yalnızca bireysel olarak hissedilen ezilmeden değil, en azından bir o kadar da

başkalarının ezildiğini görmekten kaynaklandığını gösterir.” Camus buradan üçüncü değer

olan ‘insanlar arasındaki dayanışma’ya ulaşır.

Aykırılığı ele alan bir düşüncenin ilerlemesi bu aykırılığı tüm insanlarla paylaştığını ve insan gerçeğinin, tüm olarak, kendi kendisine ve evrene uzaklığı dolayısıyla acı çektiğini anlamaktır. Bir tek insanın çektiği dert ortak salgın olur. Gündelik acımızda

başkaldırı, düşünce düzeyinde, ‘cogito’ nun gördüğü işi görür: ilk kesinliktir. Ama bu kesinlik bireyi yalnızlığından çekip alır. İlk değeri bütün insanlar üzerinde duran bir

ortak noktadır. Başkaldırıyorum, öyleyse varız.33 Camus bireysel ve evrensel başkaldırıyı romanlarında örneklendirmiştir. Yabancı’nın

Mersault’u nun yaşadığı saçma deneyimi ve bunun sonucundaki başkaldırısı bireyseldir.

Gerek bir kölenin efendisine başkaldırışı gerekse tüm toplumun idari düzene başkaldırışı

olsun, önemli olan başkaldırının içerdiği değerdir. Sebebi ne olursa olsun hepsinin birleştiği

31 A.g.e, s.133. 32 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey Yayıncıl ık, 1995, s.118 33 Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, (çev. T. Yücel), İstanbul: Can Yayınları, 2010, s.29

Page 23: Albert Camus'de Absurd

23

nokta başkaldırının gerekliliğidir. Her dönemde haklarının bilincine varan insanlar olmuştur

ve olacaktır.34 İnsanın dünyayla karşılaşmasından doğan ve olumsuz bir kavram olan absurd,

yaşadığımız hayatın anlamını sorgulayabilmemiz için bir çıkış noktasıdır. Absurd, başkaldıran

insanın yaşamında yakaladığı ilk gerçektir. Bu gerçeğin reddedilmesi insanın kendini ve

dünyayı reddetmesi anlamına gelmektedir. Bu hayatı tüm saçmalığı ile kabullenmek ve bu

bilinçle yaşamak temelinde bir başkaldırıdır. Başkaldırı, kendi haklarının bilincine varmış

olan kişinin tavrı olduğu için, aynı zamanda onun varlık şartıdır.35 Başkaldırı insanın kendi

varlığını bulmasını sağlamasının yanı sıra başkalarının varlığını fark etmesini de sağlar.

Hayatın saçmalığını ve ölümün gerçekliğini tanıyan insanın başkaldırısı, bu hayatı tüm

gerçekliği ile yaşamak istemek olmalıdır. Başkaldıran insan ölümü yadsıyan insandır. “Hiçbir

şey sürekli değilse, hiçbir şey doğrulanmamışsa, ölen anlamdan yoksundur. Ölüme karşı

savaşmak, yaşamın anlamını istemek, kural ve birlik için çarpışmak anlamına gelir.”36

34 Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey Yayıncıl ık, 1995, ss.120-121 35 A.g.e., s.168 36 Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, (çev. T. Yücel), İstanbul: Can Yayınları, 2010, s.105

Page 24: Albert Camus'de Absurd

24

4. Camus’nün Absurd Kahramanları

4.1. Sisifos

Albert Camus, hayatın anlamsızlığını ortaya koyduğu halde yine de hayatı

seçmektedir. Öte dünyayı kabul etmeyişi bu dünyanın güzelliklerinden vazgeçmek

istemeyişindendir. Ölüm, insanı hayata bağlayan tek gerçektir. Öyleyse bu hayat

‘’yaşanıyorken’’ yaşanmalıdır, absurd gerçeğini bile bile yaşama evet denmelidir, işte

başkaldırı budur ve çözüm buradadır. Başkaldırı, hem hayata gerçek değerini verir, hem de

hayata meydan okur. Camus, Sisifos Söyleni’ni felsefesene kattığında temellendirmek istediği

düşünce hayatın absurdlüğüdür. Hayatın absurdlüğüne karşı, daha önce de bahsi geçtiği gibi,

kaçış yolları vardır. Bunlardan ikisi intihar ve umuttur. Camus’ye göre her iki yol da insanın

dünyadaki durumuna ihanet etmektir ve yalnızca zararlı bir çılgınlığı kışkırtmaktan başka işe

yaramazlar. Camus’ye göre yapılabilecek tek yararlı şey paradoksu korumak, durumun

gerektirdiği gerilimleri ve çatışmaları yaşamaktır. Bu noktada Camus, yaşamın bir anlamı

olup olmadığına dair soruyu tersine çevirir. Şimdi, yaşamın anlamdan ne kadar yoksun olursa

o kadar iyi yaşanacağı sorusu gündeme gelir. Camus’ye göre intihar, yaşamın bizi aştığını

söylemek demektir. Ölüm başlı başına saçma iken, saçmalıktan kurtulmak için ölüme gitmek

anlamsızdır. İntihar, saçmaya boyun eğmek, saçmayı onaylamaktır. İntihar saçmayı ortadan

kaldıramadığı gibi tersine onu uygular ve yoğunlaştırır. Ölüm saçmanın yönlerinden bir

tanesidir. İntihar ise isteyerek atılan bir adım ve ölümün önceden görülmesidir. Oysa

saçmanın insanda yarattığı başkaldırma ölüm olayına karşı da başkaldırmadır. Bu çeşit bir

başkaldırma insanın intihar yoluyla bile bile kendisini ölüme atması şeklindeki

başkaldırmasıyla uzlaşamaz. Kısacası Camus intiharın bir insanın saçmaya karşı takınacağı

bir tavır olamayacağını söyler.37 Sisifos efsanesini elealmasından da görüleceği üzere Camus

37 Cruickshank, John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul: De Yayınevi, 1965, ss.90-91

Page 25: Albert Camus'de Absurd

25

için başkaldıran insan, hayatın absurdlüğüne karşı her şeyiyle “evet” diyen insandır, ne

intihardan ne de umuttan medet ummayan insandır. Sisifos sonu olmayan bir kısır döngü

içinde sonsuz bir devinimle aynı işi yapmaya mahkumdur.

İlkçağ mitolojisinin kalıplarına uyan saçma, su ile işkence yapılan ve çevresindeki

ağaçlardan meyve koparamayan Tantalus’un, zincire vurulan ve akbabaların sosuzluğa kadar

yiyip duracakları Prometheus’un, ve Camus’nün absurd kahramanı olan, bir kayayı

durmandan her seferinde gene aşağı yuvarlanacağını bildiği halde bir tepeye çıkaran

Sisifos’un durumlarına benzer.38 Sisifos’un adına ilk olarak Homeros’un Odysseus’unda

rastlanır. Odysseus, Sisifos’u şu sözleri ile tanımlar;

Sisyphos’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken; yakalamış iki avucuyla kocamam

bir kayayı ve kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru. İşte kaya tepeye vardı, varacak, işte tamam ama tepeye varmasına tam bir

parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya. O da yeniden itiyordu kayayı tekmil kaslaırnı gere gere, kopan toz toprak habire aşarken başının üstünden, o da habire itiyordu kayayı kan ter

içinde.39

Sisifos, akıllı, kurnaz, herkesi aldatan, tanrısal sırları insanlara açıklayıp kutsal şeylere

hakaret eden fakat buna rağmen tanrılara inanan ve başına gelecekleri bildiği halde tanrılara

karşı suç işleyen biridir. Sisifos ölümünden sonra kendisini ruhlar ülkesinde bulur. Ölmeden

önce karısına kendisi için cenaze yapılmamasını tembihleyen Sisisfos, ruhlar ülkesinde

Hades’in karşısına çıkınca karısının kendisine cenaze yapmadığını bu nedenle yeryüzüne

tekrar çıkıp karısını cezalandırmak istediğini söyler. Cenazesi yapılmamış olan bir ölünün

yakarışlarına acıyan Hades, Sisifos’un bir günlüğüne de olsa ruhlar diyarından dünyaya

dönmesine izin verir. Kısıtlı süresi olduğunu bildiği halde kendini dünyanın ve hayatın

güzelliklerine kaptıran Sisifos bir daha ölmek ve ruhlar alemine dönmek istemez. Büyük

cezalar alacağını bildiği halde, yaşamdan kaçmaz aksine ölümden kaçar fakat sonunda Sisifos

38 Cruickshank, John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, (çev. R. Güran), İstanbul: De Yayınevi, 1965, s. 87 39 Erhat, Azra, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2011, s.272

Page 26: Albert Camus'de Absurd

26

zorla tekrar ruhlar alemine götürülür. Sisifos’un absurd bir kahraman olduğu buradan bile

anlaşılmıştır. Tutkularıyla olduğu kadar, sıkıntısıyla da absurddur Sisifos. Tanrıları hor

görmesi, ölüme kin duyması,yaşam tutkusu, tüm varlığı hiçbir şeyi bitirmemeye yönelttiği bu

anlatılmaz işkenceye malolur.40 Sisifos’un cezası, her gün yüksek bir tepeye ağır bir kayayı

çıkarmaktır. Kaya tepeye her çıktığında eğimden dolayı tekrar aşağı yuvarlanır ve Sisifos her

yuvarlanışta kayayı tekrar tepeye taşır. Sisifos yaptığı işin beyhudeliğini bile bile her

seferinde kayayı tekrar yüklenir, her çıkışta iniş olduğunu bilerek tüm gücü ile zirveye

varmaya çalışır, zirveye geldiğinde ise her şey bitmiş değil aksine her şey bir kısır döngü

olarak yeniden başlamıştır. Bu bağlamda Sisifos’un hikayesi absurd olduğu kadar trajiktir de.

Sisifos trajiktir ama bir o kadar mutludur da. Camus, Sisifos’un trajikliğinin nedenini

başaramayacağının bilincinde olmasına bağlar; çünkü, Sisifos’un yazgısı kendisinindir, kayası

kendi nesnesidir. Absurd insan evet der, çabası hiç dinmeyecektir artık. Kişisel bir yazgı varsa

üstün alın yazısı yoktur, hiç değilse tek bir alın yazısı vardır, onu da kaçınılmaz bulur ve

küçümser Sisifos. Absurd insana, başkaldıran insana, efendisiz olan bu evren ne kısır görünür

ne de değersiz. Taşın ufacık parçalarından her biri, karanlık dağın her madensel parıltısı, tek

başına bir dünya oluşturur. Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insan yüreğini

doldurmaya yeter bu nedenle Sisifos’u mutlu olarak tasarlamak gerekir.41

Etrafının saçma duvarlarla örülü olduğunu anlayan insan, intihar yerine umudu da bir

kaçış yolu olarak görebilir ve bu yolla içinde yaşadığı reel dünyadan uzaklaşmak ve kendine

saçma olmayan yeni bir dünya inşa etmek ister. Dinler ve Tanrı inancı ile, kişi öte dünya

fikrine kavuşur ve artık kişi, içinde başka bir dünyaya yönelik umutlar beslemeye başlar.

Camus’ye göre umut, reel olan dünyadan kaçmaktan başka bir şey değildir. Umut, bu dünyayı

ortadan kaldırarak, yerine başka bir dünya koyma isteğidir. Absurdün bilincinde olan insanda

umuda yer yoktur. Camus için doğru olan, insanın elinde olan gerçekliğe sıkı sıkıya bağlı

40 Camus, Albert, Sisifos Söyleni, (çev. T. Yücel), İstanbul: Can Yayınları, 2010, s.138. 41 A.g.e., ss.140-141.

Page 27: Albert Camus'de Absurd

27

kalmasıdır. İnsan aklını bir köşeye atarak, tüm çabalarını tinsel alanlara çevirerek ve inancını

tanrısal bir inanca, öte dünyaya dayandırarak yaşadığı bu absurd dünyayı yok eder. Sisfos

efsanesinde de görüldüğü gibi, başkaldıran absurd kahramanımız Sisifos’ta da umuda yer

yoktur. Sisifos, iniş ve çıkışını birbirine zıt iki unsur olarak görmeyip bunu döngüsel bir

hareket olarak kabul ettiği için kendisini sonu gelmez bir çabanın uygulayıcısı olarak görmez.

Eğer Sisifos, çabasını düz olarak ve bir yolun sonundaki hedefe doğru yapılan bir ilerleyiş

olarak görseydi mutlu olamazdı. Tepeden aşağı inişine hayatına dahil olmayan bir edim olarak

baksaydı, bu edimi mümkün olduğu kadar çabuk tamamlayıp asıl yaşayışına dönmek isterdi.

Oysa Sisifos için, bu edim yaşayışının bir parçası durumundadır ve Sisifos bunu farkındadır.

Şimdi, düz değil de dairesel olan yolun her noktası, aynı zamanda başlangıç ve sondur. Artık,

taşın günün birinde yukarıda kalacağını ve zahmetinin son bulacağını ummaz. Böyle bir

umudu olsaydı Sisifos, taşın aşağı yuvarlanmasını bir felaket olarak görürdü. Ancak o, taşın

yuvarlanmasını değiştiremeyeceği bir gerçek olarak kabul ettiği için, artık taş onun bir

parçasıdır ve artık taş kendi içinde bir anlama sahiptir.

Sisifos bu işi yapmayı seçmiştir bir bakıma. Kolay yolu seçip, bu hayattan vazgeçip

intihar etseydi Sisifos, Sisifos olamayacaktı. İntihar, yaşamın bizi aştığını ya da yaşamı

anlamadığımızı söylemektir. İntihar yalnızca çabalamaya değmez demektir. Sisifos

“çabalamaya değmez” demeyen hayata başkaldıran insandır, absurd kahramandır.

4.2. Meursault (Yabancı)

Yabancı’nın kahramanı olan Meursault, Cezayir’de memurluk yapan bir Cezayir’li

Fransız’dır. Meursault’un annesinin ölümü, kahramanın cenaze töreni ve tören sonrasındaki

garip davranışları, deniz kıyısında bir Arap’ı öldürmesi ve mahkemede yargılanması romanda

geçen belli başlı olaylardır. Meursault, sıradan ve herkes gibi olan birisi değildir absurdu

yaşayan bir karakterdir. Ahlaka, değerlere, topluma ve hayata yabancıdır. Onun için ölüm de

Page 28: Albert Camus'de Absurd

28

yaşam da, ağlamak da gülmek de, evlenmek de evlenmemek de ‘bir’dir. Annesinin ölümünün

haberini aldığında patronu bile onun için üzülürken Meursault’un düşündüğü tek şey cenaze

töreni için onca yolu gitmenin verdiği zorluk ve cenaze töreninde yaşayacağı sıkıntıdır.

Nitekim cenaze için annesinin yaşadığı yere gittiğinde, annesinin ölüsünün başında beklerken

kahvesini yudumlar ve annesini ziyarete gelen yaşlıları inceler. Annesinin ölümü onun için bir

şey ifade etmiyordur, ne de olsa annesini o öldürmemiştir. Meursault, ölümün yaşamın bir

parçası olduğunu anlayan ve bu gerçeğe göre yaşayan biridir. Bir gün hepimiz öleceğimize

göre ve kimse bundan kaçamayacağına göre Meursault için ölenin arkasından ağlamak

gereksizdir. Bu düşüncelerinden dolayı Meursault ne cenaze töreninde ne de tören sonrasında

hiç ağlamamıştır aksine tören sırasında kendi düşünce aleminde dolaşmış annesinin tabutunu

bir kalem kutusuna, töreni yöneten kişiyi de sahte tavırlı, gülünç birisine benzetmiştir.

Cenazeden sonra evine döndüğünde de yas tutmaz. Aksine, havanın güzelliğinden faydalanıp

sahile gider, denize girer ve bir de kız arkadaş edinir kendine. Meursault’un hayatı işten eve,

evden işe, günümüz insanının yaşamı gibi mekanik bir yaşamdır ama o bundan rahatsızlık

duymaz, o bu mekanikliği farkındadır. Komşusunun her gün aynı saatte köpeğini gezdirmesi,

kız arkadaşının belirli günlerde kendisini ziyaret etmesi onun için bu dünyanın mekanikliğinin

dışa vurumlarıdır. Meursault için her şey ‘bir’dir. Onun için fark eden bir şey yoktur çünkü,

her şeyin sonunda ne de olsa ölüm vardır. Meursault saçmadır, saçmayı yaşayandır ve

dürüsttür. Kız arkadaşı ‘beni seviyor musun’ dediğinde ‘hayır’ diyen kahramandır. Kendisine

evlenmek isteyip istemediği sorulduğunda, bir yere gitmeyi isteyip istemediği sorulduğunda

ve bunun gibi bazıları önemli bazıları önemsiz olan bir çok soruya ‘bence bir’ cevabını

verendir. Meursault’un işlediği cinayet de hayatı gibi absurddur. Sırf hava sıcak diye, sırf

güneş gözüne geliyor diye bir arabı öldürmüştür. O anda bile içinden şu sözleri söyler

Meursault; ‘‘insan ateş eder de, edemez de. Bence ikisi de bir.’’42 İşte Meursault’un bu

42 Camus, Albert, Yabancı, (çev. V. Günyol), İstanbul:Can Yayınları, 2006 , s.60

Page 29: Albert Camus'de Absurd

29

söylemleri bize absurdle başbaşa kalan bir insanın tavrını gösterir. İşlediği cinayetten sonra,

yargılanma sürecinde bile sakin tavrı onu başkalarının gözünde suçlu göstermeye yetmiştir.

Özellikle yargılanma sürecinde dikkat çeken başka bir nokta da, Meursault’a yöneltilen

suçlamaların odak noktasının, annesinin ölümüne ağlamaması olduğudur. Annesinin

ölümünden sonra yas tutmayan, ağlamayan biri pek tabi cinayet işleyebilir ve hatta cani bile

olabilir. Halbuki ölüm yaşam kadar gerçektir, yaşam kadar dokunur insanın hayatına. Bir

insan yaşıyor diye gülmüyor sevinmiyorsak, bir insan öldü diye ağlayıp yas tutmak

gereksizdir. Çünkü Meursault için ölüm de yaşam da birdir.

Bu roman bizlere, absurd duygusunun bireysel bir örneğini göstermekle beraber,

Sisifos Söyleni’nden farklı olarak, absurde karşı bir savaş ya da takınılabilecek eylemsel bir

tavır sunmamaktadır.

Meursault’un durumu 20.yüzyılın “popülerleşen” felsefi akımı olan varoluşçuluğun

tarif ettiği insan tipinin bir örneği niteliğinde sayılabilir. 20.yüzyılın insanı; yığınlaşma içinde

tek insan- birey gittikçe kendi özelliğinden, kendi kişisel özgürlüğünden çözülme, kopma

durumuna geçiyor. Tek insan kayboluyor. Kitle içinde sıradan bir insan oluyor. Tek kişinin

kişisel sorumluluğu gittikçe herhangi bir parti, bir ortaklık, bir dernek, herhangi bir kollektif

düzen içinde ortadan kalkıyor. Modern insan bir devlet hastanesinin doğum kliniğinde

dünyaya geliyor, oradan yuvaya, yuvadan okula, sonra da ya bir fabrika ya da bir büroya

geçiyor. Modern insan artık kendi yaşamını sürdürmüyor, ölümü bile kendinin değil çoğu

kez.43 Modern insanın mekanik durumu Meursault’un mekanik hayatı ile özdeş görünse de

Meursault kollektivizmden uzak bir yaşam seçiyor kendine. Kurallara, değerlere, normlara

uymaması, Meursault’un hayatın bu sıradanlığı, insanın bu sıradanlık arasında

kaybolmuşluğunun farkında olmasındandır. Meursault varoluşçuluğun izlerini taşıyan bir

karakterdir. Tüm benliğinde gerek sıkıntıları ve kaygıları gerekse hayata karşı takındığı

43 Akarsu, Bedia, Çağdaş Felsefe, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1994, s.189

Page 30: Albert Camus'de Absurd

30

umursamaz tutumuyla varoluşun sıkıntısını ve anlamsızlığını bizlere gösterir. Varoluşçuluk

her şeyden önce bir isyan felsefesidir. Onların başkaldırışları, her yerde hüküm süren

sağduyusuzluk ve anlamsızlığa karşıdır. Varoluşçuluk, içinde bulunduğu çağın sorunlarını

hem yansıtan, hem de ona tepki gösteren bir felsefedir. Bu yüzden varoluşçu filozoflar

çağımız kişisinin bırakılmışlığını, yalnızlığını ve umutsuzluğunu belirtmekle yetinmezler,

onlar ayrıca, kişinin kendini tanımasını, özünü yaratmasını ve baskıdan kurtulmasını da

isterler. İnsanı hiçe sayan felsefi ve siyasi sistemlere, insan kişiliğini silen toptancı topluma

karşı koyar, gerekirse başkaldırırlar. Örneğin Kierkegaard, bireyi silikleştiren toplumu hor

görür. Jaspers, bireylerin her işine karışan devletin kişiyi yutmasından yakınır. Tüm varoluşçu

filozofların, farklı yaklaşımlar sergilemelerine rağmen, ortak konulara değinmelerini sağlayan

en önemli unsur ‘insan’dır. Aynı zamanda, varoluşçuluğun ne olduğuna ortak bir yanıt

verememelerinin sebebi de insandır. Camus her fırsatta kendisinin bir varoluşçu olmadığını

söylese de dünyaya yabancı olan Meursault, özellikle kalabalığın içinde bir toz parçası gibi

gibi görünmez ve farkedilmez oluşu ve hayatın mekanikliği içinde tıpkı bir robot gibi

kendisine söylenileni yapmasıyla varoluşçuluğun izlerini taşıyor. Varoluşçuların günümüz

insanının durumu olarak nitelendirdikleri kollektivizmin içinde boğulmuş insan tipi

Meursault’un romanın son kısmına kadar takındığı tavırla uyum gösteriyor. Romanın son

kısmı hariç, Meursault sanki sağır ve dilsiz gibidir. Absurdun bilincinde olmayan sağır ve

dilsiz birini andırır. O, eylemsiz ve başka türlü davranamayan biridir. Meursault’un asıl

absurd kişiliği romanın son kısmında ortaya çıkar. Romanın son bölümüne kadarki tavrıyla

Meursault umursamaz, tasasız kaygısız bir karakter olarak gösteriliyor, Sisifos gibi değil,

yaşamak için mücadele etmiyor, yaşamın değerini her şeyden üstün tutarak tüm ülkesinin bu

hayat olduğunu farkında olarak geçirmiyor günlerini. Ölse de kalsa da fark etmez onun için.

Ne zaman ki Meursault infazını beklemek için hücreye atılıyor o zaman onun da tıpkı Sisifos

gibi olduğunu anlıyoruz.

Page 31: Albert Camus'de Absurd

31

Ölümün soluğunu yanı başında hisseden Meursault, Sartre’ın dediği gibi hayattan tek

kurtuluş yolunun ölüm olduğunu düşünmüyor. Sartre’a göre hayat bize belirli roller yüklüyor

ve bizler bu rollere kendimizi uydurmak için kendi kendimizi kandırıyoruz. Sartre için en

tehlikelisi insanın kendini kandırması ve ona göre bu kendini kandırma durumundan

kurtulmanın tek yolu da ölüm. Halbuki Meursault hayattan kurtulmak istemiyor çünkü tek

hayatın bu hayat olduğunu biliyor. Son günlerinde günahlarından arınması için yanına

gönderilen papaza karşı olan tutumu onun ölümü ve ölüm gerçeğinin bu dünyaya getirmiş

olduğu öte dünya düşüncesini tüm benliği ile kabullenmek istemeyişi yaşama karşı olan

bitmek bilmeyen tutkusunu gösteriyor. Papazla geçen konuşmalarında başka bir dünyaya karşı

bir susuzluğu olduğunu fakat o başka dünyanın da yine bu dünya olduğunu belirtiyor.

Meursault absurde karşı takınılacak olan tutumlardan belirgin olarak başkaldırıyı seçmemiş

olsa da özellikle, Camus’nün dediği gibi çoğu insanın absurdle başa çıkma yolu olan umuttan

da hayır beklemiyor. Meursault’un hayatında umuda yer yok. Papaz ona, ‘‘hiç mi umudunuz

yok, ölüp bütün bütün yok olacağınız düşüncesiyle mi yaşıyorsunuz?’’ diye sorduğunda

Meursault hiç düşünmeden ‘‘evet’’ cevabını veriyor.

Romanın büyük bir kısmında ‘bence bir’’ diyen Meursault, hayatını bu tavır içinde

geçirmiş olsa da son kısımda, infazını beklediği hücrede kendisini arındırmaya gelen papaza

bence bir demiyor. Bu tutumuyla birlikte Meursault’un tavrında belirgin bir değişiklik

olduğunu görüyoruz. ‘‘eski’’ Meursault olsa, bir insanın ölümüne yol açacağını bile bile

bence bir diyen Meursault olsa, papazın ona anlattıklarını da yine aynı mekaniklik ve

boşvermişlik içinde bence bir diyerek dinlerdi. Oysa Meursault’un tavırlarında bir kopuş

oluyor. Hücreye girmesiyle Meursault voruluşçuların deyimi ile hiçlikle başbaşa kalıyor.

Papaza karşı olan sert tutumunun nedeni onun artık hiçliğin uçurumunda tutunacak hiç bir dalı

olmadan beklemesinden kaynaklanıyor. Meursault kısıtlı zamanını inanmadığı ve

inanmayacağı bir şey için ikna edilmekle harcamak istemiyor. bo, bu kısıtlı zamanını umut

Page 32: Albert Camus'de Absurd

32

etmekle değil kendiyle başbaşa kalıp düşünmekle geçirmek istiyor. Ölümünden önce

annesinin niçin son zamanlarını yaşadığını bile bile hayata yeniden tutunmak istediğini

anlıyor. Kendisi de o an, annesini düşündüğü an, her şeyi yeni baştan yaşamaya hazır

hissettiğini anlıyor. Meursault son kertede karşımıza dünyaya yabancı biri olarak değil,

başkaldıran biri olarak çıkıyor:

Sanki bu büyük öfke beni kötülüklerden arındırmış, umuttan kurtarmıştı. İşaretler ve

yıldızlarla yüklü olan bu gecede, kendimi ilk kez olarak, dünyanın tatlı kayıtsızlığına açıyordum. Dünyayı kendime bu kadar eş, bu kadar kardeş bulunca, anladım ki,

eskiden mutluluğa ermişim. Hatta hala da mutluyum. Her şey tamam olsun, kendimi pek yalnız hissetmeyeyim diye, benim için artık idam günümde bir sürü seyirci bulunmasını ve beni nefret çığlıklarıyla karşılamalarını dilemekten başka bir şey

kalmıyordu.44

44 Camus, Albert, Yabancı, (çev. V. Günyol), İstanbul:Can Yayınları, 2006 , s.117

Page 33: Albert Camus'de Absurd

33

5. Sonuç

Albert Camus gerek düşünceleri gerek hayatı ve gerek verdiği eserler bakımından 20.

yüzyılın içinde bulunduğu toplumsal durumu en iyi anlatan sanatçı-filozoflardandır. Camus,

dünyanın akla uygun olmayışını ve bu uygunsuzluktan doğan absurd duygusunu

düşüncelerinin ve eserlerinin hareket noktası yapmıştır. Bundan dolayı absurd, onun

felsefesinin temel kavramıdır. Felsefesini oluşturmasında kendi yaşamının etkileri de oldukça

büyüktür. Küçük yaşya babasını savaşta kaybetmesi Camus’nün hayatında yeri dolmayacak

bir boşluğa neden olmuştur. Yaşadığı çağdaki siyasi olaylar ve savaşlar eserlerindeki

karamsar havayı açıklamakla birlikte daha derin bir okumayla Camus’nün kendi çağında

yaşadığı bütün bu olumsuzluklara, savaşlara ve ölümlere rağmen çağdaşlarına göre daha

iyimser bir düşünür olduğu anlaşılabilir. Camus’nün karamsarlığı iyimserliğinden

kaynaklanır. Onun iyimserliği hayatın her şeye rağmen yaşanılası olmasındandır. O, tabiatı,

doğayı ve özellikle insanı her şeyden üstün tutar.

Camus’ye göre absurdün ortaya çıkışının bazı nedenleri vardır. Bunlar;

a. ölüm gerçeğinin beraberinde gelen absurd duygusu,

b. aklın bu dünyayı anlama ve açıklama çabasının başarısız olması

c. 20. yüzyılda rasyonalizme karşı oluşan tepkilerdir.

Absurd duygusunun ortaya çıkışını, hayatın monotonluğu ve mekanikliği, insanın

kendinin zamanın bir malı olduğu düşüncesine varması ve bunları takiben kendine ve

başkalarına yabancılaşması izler. Camus absurd duygusuyla başa çıkmanın üç yolu olduğunu

söyler. Bunlar; umut, intihar ve başkaldırıdır. Hepimiz hayatımız boyunca bir şeyler başarmak

için hatta hayatta kalmak için çabalarız. Fakat kimi zaman bu çabalarımızın boşuna olduğunu

ne de olsa her şeyin ölüm ile biteceğini düşünüp bir sıkıntıya düşeriz. İşte, Camus’ye göre, her

yaşamın sonunda ölüm olduğu düşüncesi içimizi doldurduğu anlar bizim absurd duygusunu

Page 34: Albert Camus'de Absurd

34

yaşadığımız anlardır. Çoğu insan absurd duygusuyla başbaşa kaldığında umuda sığınır fakat

Camus için umut kaçınılması gereken bir tutumdur. Umut, dinlerin beraberinde getirdiği öte

dünya düşüncesine dayanır ve insanı bu dünyadan koparır. İnsan bu dünyanın insanıdır ve öte

dünya onu bu dünyanın gerçekliğinden koparıp başka dünyalara özlem duymasını sağlar.

Camus’ye göre kötülüklerin, felaketlerin, absurd bir dünyada insanın çaresizliklerinin nedeni

Tanrı’dır ve Camus Tanrı’ya ya da dine umut bağlamaz. Başka bir kaçış yolu da intihardır.

İntihar Camus’ye göre umuttan çok daha saçma bir yoldur. İnsanoğlu hep ölümsüzlüğü ister

fakat insanın ne yaparsa yapsın kaçamayacağı tek şey ölümdür. Yaygın bir deyiş vardır; her

ölüm erken ölümdür. Camus’ye göre de “her ölüm erken ölümdü”; böyle olmasına rağmen

intihar zaten gelecek olan bir ölümü daha da çabuklaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Ona

göre, hayat anlamdan ne kadar yoksunsa o kadar yoğun yaşanmalıdır, öyleyse absurd

karşısında insanın eylemi intihar olmamalıdır. Kendisine bir varlık nedeni arayan insan bu

varlık nedenini ancak başkaldırıda bulabilir. Başkaldırı aynı anda hissedilen bir onaylama ve

yadsıma duygusudur. İnsan sonlu yaşamı içinde hem evet hem hayır diyerek, ölümü aynı anda

hem değilleyip hem evetleyerek başkaldırır.

Sisifos Söyleni ve Yabancı eserlerinde Camus “absurd duygusu”nu yaşayan

karakterleri bizlere göstermiştir. Sisifos karakteri absurd duygusunu bilinçli bir şekilde

yaşayan, hayata olan tutkusundan, yaşama arzusundan dolayı bitmeyecek bir cezaya

çarptırılan fakat buna rağmen ne umuda ne de intihara bel bağlamayıp dünyaya başkaldıran

bir karakterdir. Yabancı’nın Meursault’u ise absurdü farkında olmadan yaşayan, topluma

değerlere yaygın inançlara ve dine karşı duran fakat bunu bilinçsiz bir şekilde, başka türlü

davranamadığı için yapan bir karakterdir. Meursault’un başkaldırısı 20. yüzyıl insanının

mekanikleşen yaşamına karşı bir başkaldırıdır.

Camus savaşlar içinde geçen, ölümlerin sıradanlaştırıldığı insanın ve yaşamın

değerinin kaybolduğu bir çağda insana ve yaşama değerini kazandırmaya çalışan bir

Page 35: Albert Camus'de Absurd

35

düşünürdür. Siyesetin, dinin, toplumun ve değerlerin insanı kendi değerinden uzaklaştırdığını,

insanı yabancılaştırdığını söyleyen Camus bu yabancılaşma karşısında insanın durumunu

gösterir. Dünyanın realitesi olarak akıldışılığı ve kötülüğü gördüğü halde, iyimser olmayı ve

yaşamayı seçmiş, adaletsizliğe, ırkçılığa, savaşlara, sömürgeciliğe karşı çıkmış ve kendini

başkaldırma felsefesinin somut bir örneği olarak ortaya koymuştur.

Page 36: Albert Camus'de Absurd

36

KAYNAKÇA

Akarsu, Bedia, Çağdaş Felsefe, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1994

Beauvoir, Simone de, Denemeler, İstanbul: Payel Yayınları, 1989, Çev. Asım Bezirci

Bozkurt, Nejat, 20.Yüzyıl Düşünce Akımları, İstanbul: Sarmal Yayınları,1998

Camus, Albert, Yabancı, İstanbul: Can Yayınları, 2006, Çev. Vedat Günyol

Camus ,Albert, Tersi ve Yüzü, İstanbul: Can Yayınları, 2009, Çev. Tahsin Yücel

Camus, Albert, Başkaldıran İnsan, İstanbul: Can Yayınları, 2010, Çev. Tahsin Yücel

Camus, Albert, Sisifos Söyleni, İstanbul: Can Yayınları, 2010, Çev. Tahsin Yücel

Cruickshank, John, Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı, İstanbul: De Yayınevi,

Eylül 1965, Çev. Rasih Güran

Erhat, Azra, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2011

Gündoğan, Ali Osman, Albert Camus ve Başkaldırma Felsefesi, İstanbul: Birey

Yayıncılık, 1995

Özçınar, Şahin, Albert Camus’nün Felsefesinde Başkaldırı ve Nihilizim, Felsefe

Logos, İstanbul: Bulut Yayınları, Mart/Haziran 2002, sayı 17