Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam,...

31
Akif EMRE’ye dair; 23.05.2017 ‘Eyvallah’ı olmayan, omurgalı, onurlu bir ‘adam’dı Akif Emre.. İbrahim KARAGÜL / Yeni Şafak Zamanın en zor olduğu anlar kaybettiğin birinin arkasından cümle kurmaktır. Sadece hissedersin, suskunluğa bürünürsün, kelimeler dökmek istemezsin, derin bir iç geçirirsin, “üç günlük dünya” dersin. İçinden dua etmekten başka bir şey geçmez. Kelimeler ağır birer yük, angarya haline gelir. “İyi adamdı” lafları boş laflara dönüşür. Arkasından sarf ettiğiniz her güzel cümle ona değil, bu dünyaya dönük olur. Hedefler, iddialar, kavgalar gözünde küçülür gider, değersizleşir, anlamsızlaşır. Beni Yeni Şafak'a Akif Emre davet etmişti. 1995'te bu gazeteye onunla başladım. Yeni Şafak'ın kurucuları arasındaydı ve yazı işleri müdürlerinden biriydi. Uzun süre beraber çalıştık. Yeni Şafak'ın, Türkiye'nin siyasi tarihiyle özdeşleşen kaderinde, birçok olaya, krize, gelişmeye birlikte tanık olduk. Daha sonra Yayın Yönetmeni oldu, yine beraber çalıştık. Yayın yönetmenliğinden ayrılsa da uzun yıllar, kesintisiz yazarlığa devam etti. O Yeni Şafak'a karakterini veren isimlerden biriydi. Yeni Şafak çizgisi o ve birkaç arkadaşının öncülüğünde şekillenmiş, Türkiye eksenine sabitlenmişti. Dava, Türkiye üzerine kurulmuştu ama bütün “coğrafyamızı” kucaklıyordu. Yıllar sonra, bugüne geldiğimizde gördüğümüz şey; 23 yıl önce bu temeli atanların ne kadar ileriyi gördüğü, nasıl bir Türkiye hayal ettiği, o hayale nasıl ulaşıldığı, dünya tasavvurlarının ne kadar gerçekçi olduğudur. Türkiye'nin siyasi değişim mücadelesinde “gazilik” unvanını hak eden Yeni Şafak'ın temel eksenini şekillendiren isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, “eyvallah”ı olmayan, omurgalı, onurlu bir “adam”dı. Belki çok “kırıldı” ama hiç eğilmedi. Dün sabah gazetede haberi alır almaz, arkadaşlarımla Gayrettepe'deki ofisine gittik. Ailesi, bir kaç ofis çalışanı ve bir kaç yakın dostu gelmişti henüz. Kısa bir süre sonra da Albayrak Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Albayrak geldi. Üstüne bir seccade örtülmüş, boylu boyunca yerde yatıyordu. Mehmet Güney diz çökmüş, derin bir hüzünle dua ediyor, ailesi yerde oturmuş sükûnetini korumaya çalışıyordu. Ofise gelmiş, bir çay bir poğaça almış, toplantıya hazırlanmaya başlamış. Toplantı saati geçmesine rağmen gelmeyince çağırmak için kapısını açmışlar. Bir bakmışlar ki, sandalyesinde öylece sessizliğe uçup gitmiş. Masasındaki notları, tahtada çalışma konuları listesi.. Çay da yarım kalmış, poğaça da.. Merdivenlerden çıkışını, asansöre binişini izledim kamera görüntülerinden. Gayet sağlıklı, omzuna astığı çantasıyla yürüyen Akif Emre'ydi. 15-20 dakika sonra bu dünyadan göçüp gideceği kimin aklına gelirdi.. Ama biz iman edenlerdeniz. Hayatın bir emanet olduğunu bilenlerdeniz. Nefesin ne zaman tükeneceğini kim bilebilir ki.. Biz o kadere teslim olanlardanız. Üzerimde çok emeği var Akif Emre'nin. Hem mesleki olarak hem de düşünce dünyamın şekillenmesi açısından. Coğrafyanın neresinde bir olay olsa, o tarafa yönelsek Akif Emre'nin izlerini görüyorduk. Moro'da barış

Transcript of Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam,...

Page 1: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Akif EMRE’ye dair; 23.05.2017

‘Eyvallah’ı olmayan, omurgalı, onurlu bir ‘adam’dı Akif Emre.. İbrahim KARAGÜL / Yeni Şafak

Zamanın en zor olduğu anlar kaybettiğin birinin arkasından cümle kurmaktır. Sadece hissedersin, suskunluğa bürünürsün, kelimeler dökmek istemezsin, derin bir iç geçirirsin, “üç günlük dünya” dersin. İçinden dua etmekten başka bir şey geçmez. Kelimeler ağır birer yük, angarya haline gelir. “İyi adamdı” lafları boş laflara dönüşür. Arkasından sarf ettiğiniz her güzel cümle ona değil, bu dünyaya dönük olur. Hedefler, iddialar, kavgalar gözünde küçülür gider, değersizleşir, anlamsızlaşır. Beni Yeni Şafak'a Akif Emre davet etmişti. 1995'te bu gazeteye onunla başladım. Yeni Şafak'ın kurucuları arasındaydı ve yazı işleri müdürlerinden biriydi. Uzun süre beraber çalıştık. Yeni Şafak'ın, Türkiye'nin siyasi tarihiyle özdeşleşen kaderinde, birçok olaya, krize, gelişmeye birlikte tanık olduk. Daha sonra Yayın Yönetmeni oldu, yine beraber çalıştık. Yayın yönetmenliğinden ayrılsa da uzun yıllar, kesintisiz yazarlığa devam etti. O Yeni Şafak'a karakterini veren isimlerden biriydi. Yeni Şafak çizgisi o ve birkaç arkadaşının öncülüğünde şekillenmiş, Türkiye eksenine sabitlenmişti. Dava, Türkiye üzerine kurulmuştu ama bütün “coğrafyamızı” kucaklıyordu. Yıllar sonra, bugüne geldiğimizde gördüğümüz şey; 23 yıl önce bu temeli atanların ne kadar ileriyi gördüğü, nasıl bir Türkiye hayal ettiği, o hayale nasıl ulaşıldığı, dünya tasavvurlarının ne kadar gerçekçi olduğudur. Türkiye'nin siyasi değişim mücadelesinde “gazilik” unvanını hak eden Yeni Şafak'ın temel eksenini şekillendiren isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, “eyvallah”ı olmayan, omurgalı, onurlu bir “adam”dı. Belki çok “kırıldı” ama hiç eğilmedi. Dün sabah gazetede haberi alır almaz, arkadaşlarımla Gayrettepe'deki ofisine gittik. Ailesi, bir kaç ofis çalışanı ve bir kaç yakın dostu gelmişti henüz. Kısa bir süre sonra da Albayrak Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Albayrak geldi. Üstüne bir seccade örtülmüş, boylu boyunca yerde yatıyordu. Mehmet Güney diz çökmüş, derin bir hüzünle dua ediyor, ailesi yerde oturmuş sükûnetini korumaya çalışıyordu. Ofise gelmiş, bir çay bir poğaça almış, toplantıya hazırlanmaya başlamış. Toplantı saati geçmesine rağmen gelmeyince çağırmak için kapısını açmışlar. Bir bakmışlar ki, sandalyesinde öylece sessizliğe uçup gitmiş. Masasındaki notları, tahtada çalışma konuları listesi.. Çay da yarım kalmış, poğaça da.. Merdivenlerden çıkışını, asansöre binişini izledim kamera görüntülerinden. Gayet sağlıklı, omzuna astığı çantasıyla yürüyen Akif Emre'ydi. 15-20 dakika sonra bu dünyadan göçüp gideceği kimin aklına gelirdi.. Ama biz iman edenlerdeniz. Hayatın bir emanet olduğunu bilenlerdeniz. Nefesin ne zaman tükeneceğini kim bilebilir ki.. Biz o kadere teslim olanlardanız. Üzerimde çok emeği var Akif Emre'nin. Hem mesleki olarak hem de düşünce dünyamın şekillenmesi açısından. Coğrafyanın neresinde bir olay olsa, o tarafa yönelsek Akif Emre'nin izlerini görüyorduk. Moro'da barış

Page 2: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

görüşmeleri olur, Akif Emre'nin daha önce Selamet Haşimi ile yaptığı söyleşi çıkardı karşımıza. Ne zaman İslam şehirlerine yönelsek Akif Emre'nin yazıları, seyahat notları, belgeselleri, izleri çıkardı karşımıza. Endülüs, Bosna, Kudüs onunla gelirdi aklımıza. Entelektüel dünyamızda, düşünce dünyamızda bir duruş ekseniydi o. Onu hep Bahattin Abi (Yıldız) ile birlikte düşünürdüm. Birbirlerine çok benzerler, çok değer verirlerdi. Bahattin Abi, bir ömrü mücadele ile geçmiş o dava adamı, hayatını coğrafyanın her yerine dağıttıktan sonra Afganistan'da şüpheli bir uçak kazasında tamamlamıştı. Akif Emre de onun gibi, bütün ters rüzgarlara, popüler eğilimlere, çıkar hesaplarına aldırmadan onuruyla, kişiliğiyle, mertliğiyle gitti bu dünyadan. İkisi de kimseye el açmadı. Biri inşaatlarda ziftçilik yaparak ayakta durdu, diğeri mütevazı hayata tutundu, birçok şeye tenezzül etmedi. Onu da Bahattin Abi'nin yanına uğurladık. Biz insanlar, yaptığımız her şeyde bir eksiklik bırakırız. Sevgimizde de, dostluğumuzda da, vefamızda da.. Belki onun da etmediği, söylemediği, gizli tuttuğu sitemleri vardı. Hepsini toplayıp gitti işte. Allah rahmet eylesin. Eşine, çocuklarına, dostlarına sabır versin.

AKİF EMRE Ahmet KEKEÇ / Star

Hakkında olumsuz konuşan biri çıkar mı? Hiç sanmıyorum. Mustafa Çelik’in bulunduğu bir ortamda tanışmıştık. Belki de Cevat Özkaya... Hafızamı yokluyorum ama netleştiremiyorum. İkisinin de bulunduğu bir ortam belki de... Bunun ne önemi var? Küçücük obamızda kaç kişiydik ki? Dergi büroları, yayınevleri, Beyaz Saray, Küllük’ten arta kalan salaş kıraathane, Çınaraltı, Koska, öğrenci evleri... İlla ki öğrenci evleri... İstanbul’a geldiğim yıllarda, 80’li yılların başı, ilk temas ettiğim insanlardan biriydi. Anadolu’dan tedrisata gelmiş birçok arkadaşımızın ilk temas ettiği kişi oldu Akif Emre. Elbette benim için de öyle... Ardından rahmetli Hamit Can ve Nusret Özcan gelir. Hamit uzun dönem askerliğini yapıyordu, izin günleri düşüyordu devam ettiğimiz Çorlulu Ali Paşa Medresesi’ne. Bazen de Sezai ağabeyin “eğleştiği” mekânda karşılaşıyorduk. Nusret Özcan müdavimdi. Ağzında sigarası, koltuğunun altında çantası, uzun sarı yeleli saçlarıyla rüzgâr gibi girerdi kapıdan. Her zamanki köşesine serilir, öfke nöbetleri ve ihtilaçla anlatırdı. Saatlerce anlatırdı. Saatlerce dinlerdik. İşte tam da bu görüntülerin üzerine düşerdi o ince merak, o zarif tebessüm... Müdavimi olduğumuz mekânlarda değil, daha çok yayınevi ve dergi bürolarında karşılaşırdık. Her zaman zarifti, her zaman hassastı, her zaman ilgiliydi, her zaman entelektüeldi. Ve her zaman vicdanlı... Bir insan hakkındaki bütün “olumlu nitelemeleri” toplayın, karşısına onun ismini yazın. Akif Emre buydu. Uzunca bir süre aynı gazetede çalıştık. Yeni Şafak gazetesinin kurucuları arasındaydı. Bir dönem gazetenin yayın yönetmenliği yaptı, iş başa düştüğü için bu göreve katlanmak zorunda kaldı ama herkes, hepimiz biliyorduk ki, bir “gazeteci”den daha fazlasıydı. Kitaplarını, gazete yazılarını, hazırladığı belgeselleri, yayınladığı kitapları izleyenler bunu yakından bilecektir. İyi yazar, iyi insan ve “mütefekkir” Akif Emre, çok iyi ve kılı kırk yaran bir yayıncıydı aynı zamanda. Sabah gazeteye gelince aldım vefat haberini: “Ani bir kalp krizi...” Kalbiyle ilgili bir sıkıntısı olduğunu duymuştum. Kimin yoktu ki kalbiyle ilgili sıkıntısı? Kontrollü bir insan olarak tanıdığım Akif Emre’nin, fazla koşturmadan (koşturmamak kabil miydi), fazla yorulmadan bu sıkıntıyı aşacağını düşünüyordum ama “ani...” sözcüğüyle başlayan o durumla bu kadar erkenden karşılaşacağını, doğrusu, tahmin edemiyordum. Konduramıyordum. Hissiyatımı söyleyeyim, dolaysız ve yalın... Çok üzüldüm... “Üzüldüm” sözcüğünün ifade sınırlarını aşan bir duygudan söz ediyorum... İyi biliyorum ki, bu çevreden ve farklı çevrelerden birçok insanın samimi hissiyatı budur. Hepimiz çok üzüldük. Bizim için (bizim kuşak için), “dost” ve “arkadaş” olmanın ötesinde, taşıyıcı kimliği olan ve “öğreten”, rikkatli olmaya zorlayan bir insandı, bir ağabeydi... Rabbim rahmetini esirgemesin. Mekânı cennet olsun.

Page 3: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Eski güzel günlerin ölümü gibi: Akif Ağabeyim Kemal ÖZTÜRK / Yeni Şafak

O günler… Yani, ideallerimizin peşinden deli gibi koştuğumuz, karnımızın aç, üstümüzün hırpani, rutubetli öğrenci evlerinde büyük hayaller kurduğumuz o günler… O günler… Yani, bir davanın yanıp tutuşan gençleri, dünyayı değiştirecek, zalime pençeyi vuracak, mazlumu koruyacak aslan kesildiğimiz o günler… O günler… Yani, dünyaya ait her şeyi elimizin tersiyle ittiğimiz, doğruluk ve dürüstlüğün baş köşemizde asılı olduğu, hakikati haykırdığımız o günler… O günler… Yani, aşkı bilmediğimiz, derdi sevdiğimiz, zenginliği bilmediğimiz garibana tutulduğumuz, yalanı bilmediğimiz, doğruluk için ölmeye hazır olduğumuz o günler… O günler… Yani, ülke, millet, ümmet, İslam diye yanıp tutuştuğumuz, kavgaların en kor haline daldığımız, dayak yediğimiz ama mutlu olduğumuz o günler… O günler, Yani, güzel günler, yani o özlediğimiz günlerin güzel adamıydı Akif Emre… Tam o günlerde tanıdım Akif Ağabeyimi… Yeni Şafak Gazetesi'nde işe başladığım ilk günlerimde, ilk gördüğüm anda sevdim onu. Derin, sessiz, bilgiyle dopdolu, dertli… Huysuz derlerdi ona. Doğru, içinde sancıları vardı çünkü. Daha iyi bir ülke, daha iyi bir ümmet, daha iyi bir gazete, daha iyi bir Müslümanlık, daha iyi bir insanlık gibi az görülen dertlere tutulmuştu. Ben genç, ele avuca sığmaz bir gazeteci adayı, o ise sükûtun, sakinliğin, derinliğin, aklın timsali yazı işleri müdürüydü. Röportajlar yapardım. Hınzır sorularla adamları sıkıştırır, zaferler peşinde koşardım. O ise, ayaklarımı yere bastırır, bilginin ve doğrunun peşine yönlendirirdi beni. Benim gönlümün yayın yönetmeniydi. Onu gazetenin başına geçirmek için uğraşır, kulis yapar, sonunda kafamı duvarlara toslardım. O ise talepkâr olmaz, istemez, sessizce işini yapardı. Kuytuda kalmış bilgeydi. Gölgede bırakılmış bir aydındı. Önü kesilmiş, kenarda tutulmuş bir dava adamıydı. Öyle de öldü. Eski güzel günlerin ölümü gibi, sarstı beni. Onu, içindeki dert öldürdü. O derdi şöyle tarif etti geçen haftaki yazısında: “Elimizi uzattığımız her şey çürüyor. Belki de dokunduğumuz için biz çürütmekteyiz. Gördüklerimiz kirleniyor. Baktıklarımız bizi kirletiyor, içimizi… İşittiklerimizden dolayı, bildiklerimizden dolayı acı çekmeye başlıyoruz. Birebir şahit olamasak bile... Acı çekmeye icbar ediliyoruz sanki ya anlatılanlar gerçek olduğu için yahut gerçek yerine sahte gerçekler ikame edildiği için. Bu denli yozlaşma, çürümeye mahkûm olmak duygusu bizatihi insanın içini kemiren bir şey. Sadece insan teki olarak her birimiz değil toplum da içten içe çürüyor.” (18 Mayıs 2017) Derdi içini kemirdi… Uğradığı haksızlıklar, adaletsizlikler ve gördüğü çürüme, yozlaşma sonunda onu alıp götürdü aramızdan. O güzel günlerin, elimizde, avucumuzda kalan son güzel adamlarından birini daha aldı götürdü kader. Bize de, bu kirli dünyada onun için ağlamak, hayıflanmak, pişmanlıklar duymak, dertlenmek ve o güzel günleri özlemek kaldı geride. İçimde kopup giden, her şeyi anlamsızlaştıran ve isyana sürükleyen fırtınalar kopardı Akif Ağabeyimin ölümü. Ne uğruna, ne için tüm bu yaşadıklarımız? Bu yozlaşma, bu pespayelik, bu dibe vurmuşluk… Akif Emre'nin isyan ettiği tüm bu çürümüşlüğü neden yaşıyoruz hepimiz? O günlerin özlemini çeken herkes ağladı dün. O güzel günlerin kıymetini bilen herkesin yüreği yandı. Son güzel adamlardan birinin, son dik duran adamlardan, son kalender adamlardan, son nezaket sahibi, sözünü esirgemeyen adamlardan birinin gidişine yandık, kavrulduk hepimiz.

Page 4: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Yine de umut tohumu ekerek gitti Akif Ağabeyim. “Ne ki sahte hakikatlerin kararttığı çevremizde, dört bir yanımızı kuşatan yalancı mutlulukların perdeleyemediği, hayata anlam katan, kendi özümüzü hatırlatan bir ses, bir tebessüm, dokunduğu yerde bereketi yeşerten bir el mutlaka olacaktır.” Öldüğünde masasında son yemeği bir bardak çay, bir bardak su, yarım kalmış poğaçaydı. Bu davanın gerçek sahipleri, gariplerdir.

Fatiha listesine Akif abiyi de ekledik Mehmet ACET / Yeni Şafak

Sene 1996… İstanbul Reşitpaşa'da, Kanal 7'nin dış haberler servisinde, Reuters'tan gelen haberlerin çevirisini yaparak 20 yaşında mesleğe adım atmışız. Bir sabah, villadan bozma ofisin, bizim çalıştığımız teras katına, yeni atanmış Dış Haberler Koordinatörü sıfatıyla bir adam çıktı geldi. Ben Akif Emre dedi, tanıştık. Birkaç hafta içinde, tanıştığımız adamın, çok gezmiş, çok okumuş, çok tefekkür etmiş, fikri kariyerini ise ağırlıklı olarak İslam coğrafyası üzerine yapmış biri olduğunu fark ettik. Dış haberler servisinde çalışan 'fikri etkiye açık' gençler olarak ilgimizi çekecek nitelikleri vardı. Arada yarım saatliğine, 40 dakikalığına bir odaya çekilip Yeni Şafak'taki köşesini yazıyordu. O, derinlikli, bilgi, izlenim, fikir yüklü yazıların ne kadar sürede hazırlandığını da öğrenmiş oldunuz işte. 20 sene öncesinden bir de şunu hatırlıyorum. Akif abi, yazı gazetede çıktığı her gün, “Ayşe hanım” diye hitap ettiği birisi ile kendi köşe yazısı üzerine uzun konuşmalar yapıyordu. Ebeveynlerin kendi aralarında yaptığı konuşmaları, önündeki bilgisayar oyunundan gözünü kaldırmadan dinlemeyi becerebilen çocuklar gibi, bu günlük konuşmalarda nelerin mevzu edildiğini merak eder, çaktırmadan dinlerdik biz de. Ayşe hanım, Ayşe Şasa idi. Yeşilçam'dan Akif abinin, bizim bulunduğumuz mahalleye göçünü taşımış, birkaç yıl önce vefat edene kadar gözlerini kaldırıp da eski mahallenin ışıklarına bakmaya hiç tenezzül etmemişti. MERİDYEN DİYE BİR PROGRAMIMIZ VARDI Akif Emre'nin meslek hayatımda önümün açılmasına da önemli bir katkısı oldu. 1997 sonbaharında Kanal 7'de 'Meridyen' isimli bir program yapmaya başladık. O, metinleri yazıyor, ben montajlayıp yayına hazırlıyordum. Sonra ufak ufak ben de dosya haberler yapmaya başladım. Birkaç ay sonra, Yeni Şafak'a Genel Yayın Yönetmeni olarak gidince, Zekeriya Karaman bey, programı benim sürdürmemi istedi. Birlikte başladığımız o program sayesinde yurt dışına çıkmaya başladım. Kazakistan, Kırgızistan yurtdışındaki ilk göz ağrılarım oldu. 1998'de Arnavutluk iç savaşında orada bulunan bütün gazetecileri atlatarak muhaliflerin lideri Sali Berişa ile yaptığım röportajı Ahmet Hakan Haber Saati'nde öyle bir anonsladı ki, kendimi bir dünya starı zannettim. Sonra yine o program sayesinde Kosova'da savaş muhabirliği yaptım. Bütün bunlar, Akif Emre ile Meridyen programını yapmaya başlamamız, o gittikten sonra da, Kanal 7 yöneticilerinin programa devam etmem yönünde teşvik etmesiyle mümkün olmuştu. Sonra Akif abiyle uzun süre görüşemedik. Ama Bosna ile ilgili, Aliya ile ilgili, Endülüs'le ilgili, Kudüs/Filistin ile ilgili nefis yazılarını hep takip ettim. BİR KURBAN BAYRAMI… Geçen kurban bayramında, telefon rehberini açtım. Hala kullanıp kullanmadığından emin olmadan Akif Emre adına kayıtlı telefonu aradım. Numarası değişmemişti. Bayramını tebrik ettim. Heyecan ve mutluluk duyduğunu belli edecek şekilde “sürpriz oldu valla” dedi. O şaşırdı, ben mahcup oldum. Dün öğleye doğru Yeni Şafak'taki son yazısını okudum. Aradan yarım saat geçti, Tv Net'ten Erkan aradı, “Üzücü bir haberimiz var” dedi.

Page 5: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Nefesimi tuttum, “Akif Emre'yi kaybettik” dedi. Hüzünlendim, gözlerim doldu. 21 yıl önceki günler, film şeridi oldu, gözümün önünden geçti. Pişmanlıklarımı hatırladım. BİR BARDAK ÇAY BİR ADET POĞAÇA… Sonra, sosyal medyada, Akif abinin son nefesini verdiği masanın bir fotoğrafını gördüm. Birkaç yudum eksiğiyle bir bardak çay, birkaç lokma eksiğiyle bir poğaça. Reşitpaşa'da iken de sık sık çay/poğoça birlikte kahvaltı yapardık. Yine aynı 21 yıl önceki günler ışın hızıyla zihnime üşüştü. Arkasından bağışlanmak üzere oluşturduğum bir Fatiha listem var. Öbür tarafa göç eden sevdiklerimi, yakınlarımı isim isim zikredip fatiha bağışladığım. Liste son birkaç yılda uzadı. Şimdi oraya Akif abiyi de ekliyorum. Kendisini gösterişsiz hayat biçimi, popülist olma kaygısı taşımayan yazarlığı, rüzgara göre yön değiştirmeyen ilkeli tutumu, Müslümanlığındaki ihlası, yaygaraya pirim vermeyen tavizsizliği ile tanıdım. Ümit ederim, gittiği yerde de bu özellikleriyle karşılanmıştır. Mekanı cennet olsun, nur içinde yatsın. Acılı eşine, çocuklarına sabır ve metanet diliyorum.

Eyvaah! Gitti Akif! Yusuf Ziya CÖMERT / Karar

90’lardaydı galiba. 60’lılar diye bir grup oluşturulmuştu. Yabancı değiller, hepsi arkadaşlarımız. Doğum tarihim uymuyordu ama toplantılarına davet ediliyordum. Fırsat bulursam katılıyordum. Bir gün Akif (Emre) aradı. Ben muhtemelen Hasan Aycın’ın ofisinde Kayıtlar Dergisi’yle uğraşıyorum. Akif ve bir iki arkadaş daha, bir sebebe binaen 60’lılar grubundan çekilme ihtiyacı hissetmişler. Bir iki cümlelik bir açıklama da yazmışlar. Akif telefonda bana metni okuyacak. Dedim ki, “Okumana gerek yok. Sen imzaladıysan benim de imzamı koy oraya.” Ben bugün bile 60’lılardan niye ayrıldığımızı bilmiyorum. Merak da etmiyorum. Akif hakkındaki kanaatim böyledir. Hep böyle olmuştur. Sabah damadım İbrahim (Bilir) mesajla verdi haberini. Mesajın ilk cümlesi çarptı gözüme, kalp krizi geçirmiş. Acaba hangi hastanede? Hemen gitmem lazım. Açtım mesajı. Eyvaaah! Akif gitmiş! Ara sıra, bilhassa iş ilişkilerinde, kendisine uymayacak bir durumla karşılaşma ihtimali belirdiğinde (iş sahibine değil, dertleştiği dostlarına) “Çeker giderim” dediğini hatırlarım Akif’in. Zaman zaman, öyle, “çekip gitmiş”liği vardır. Sanki, ahvalimize baktı da “çekip gitti” Akif. Hatıralar sökün etti. Taa ne zaman. 40 yıl olmuş mudur? Fatih’te bir evde oturuyordu. O evde bir akşam misafir olmuştum. Sonraları temasımız daha çok oldu. İstanbul’a geldiğimde Mavera’nın Cağaloğlu’ndaki ofisine uğruyordum Akif’i görmeğe. Sonra İnsan Yayınları’nın editörlüğünü yaptı. Orada da daima görüşüyorduk. Sonra, biraz da benim isteğimle, Yeni Şafak’ın kuruluşuna katıldı. Birkaç yıl beraber çalıştık. Bir süre Yeni Şafak’ın Yayın Yönetmenliği’ni de yaptı. Nasıl biriydi Akif? Düzgün bir adamdı. İstikamet sahibi. İlkeli. Mü’min. Akif’le ilgili hüsnü şahadetim, (farz-ı muhal) kendim için yapabileceğim şahadetten daha kavidir. Daima doğru yerde durdu. Daima doğru bildiğini yaptı. Müstağni bir adamdı Akif.

Page 6: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Sen onun yaptığını beğenmeyecekmişsin. Beğenmezsen beğenme, oralı olmazdı. Yeter ki yaptığı doğru olsun. Hiçbir mevsimlik rüzgara kapılmadı. İnternette şurada burada haşa, ne figüranlık yaptı ne artistlik ne ucuz yiğitlik! Birisine yaranmak, birisinin gözüne girmek, harcıalem bir işin peşine düşmek ona göre değildi. Şunu da eklemesem olmaz: Ne o devlete yanaştı ne devlet ona. Sıkıcı bir adam profili mi çizdim? Hayır, sıkıcı değildi. Onunla birlikteyken bir şeyler öğrenirsiniz. İyi okurdu. Sorsan, “kim entelektüel” diye belki binlerce kifayetsiz parmak kaldırır. Akif, zihni dünyaya da açık olan, donanımlı, parmakla gösterilecek bir adamımızdı. Onun yanında bir şeyler öğrenmekle kalmazsınız. Doğru, düzgün, yalpalamayan, mayışmayan bir adam nasıl olur, onu da görürsünüz. Güzel işler yaptı. Dikkatleri, hassasiyetleri bize özgüydü. Endülüs belgeseli zannediyorum ilklerdendir. Balkanlarla ilgili de güzel bir belgesel çalışması vardı. Elimdeki kitabın arka kapağında Aliya İzetbegoviç’le birlikte fotoğrafları var. Akif’in saçı, sakalı, o zaman simsiyah. Geçenlerde Mevlüt Ceylan bırakmıştı masama. (Interviews, Alija Izetbegovic.) Kitaptaki röportajlar, Akif’in röportajları. Yeni bir büro tutmuşlar Gayrettepe’de. Akif, “Haberiyyat”ı yönetiyormuş orada. Mustafa Karaalioğlu ile Mehmet Ocaktan acı haberi alınca gitmişler Haberiyyat’ın bürosuna. Yeni Şafak’ın sahibi Ahmet Albayrak’la Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül de oraya koşmuş. Allah razı olsun hepsinden. Çok yaralandım. Bana çok ağır geldi. Son zamanlarda fazla görüşemedik. İki ay kadar önce aramıştım. Özlediğimi söylemek için. Biraz havadan sudan konuştuk. “Görüşelim” dedik fakat takvimlerimizi uyduramadık. Akif, dün ofise geldikten bir süre sonra çay istemiş. Çayını getirmişler. Sonra, toplantıya çağırmak için odasına girmişler. Galiba çayını içemeden ruhunu teslim etmiş. Gitmiş... Böyle bir şey işte hayat, ibret alabilirsek. Eğilip bükülmeye, insan kılığından çıkmaya değmez. Bir mü’min olarak gıpta edilecek bir sîreti vardı Akif Emre’nin. Allahu Te’ala ona umduğundan ziyadesini versin. Eşine, çocuklarına güç, kuvvet, sabır versin.

Neden bu kadar erken be Akif Mehmet OCAKTAN / Karar

Değerli dostum, kardeşim Akif Emre’yi dün kaybettik. Haberi alır almaz içimden “neden bu kadar erken be Akif” diye mırıldandım. Henüz altmış yaşındaydı, eminim ki fikir hayatımıza, entelektüel dünyamıza değerli katkılar sağlayacaktı. Ama ne yapalım ki bu dünyadaki vadesi bu kadarmış… Mehmet Efe, Akif Emre, Yusuf Ziya Cömert, Mehmet Ocaktan, Sabri Yılmaz, Hakan Albayrak ve Mustafa Karaalioğlu. Hayatla ölüm arasında o kadar ince bir çizgi var ki, çizgiyi ne zaman geçtiğimizin farkına bile varmıyoruz. Akif Emre gibi güzel insanları kaybettiğimizde hüznün ötesinde müthiş bir endişeye kapılıyorum. Biliyorum ki hepimiz vademiz dolduğunda bu dünyadan göç edeceğiz, buna iman ediyoruz. Ama ne yapayım ki her düzgün insanın ölümüyle birlikte dünyanın biraz daha eksildiği ve hayatın her gün biraz daha ıssızlaştığı gibi bir hisse kapılıyorum, canım yanıyor. Neden güzel insanlar bu kadar erken gider bilmem ki...

Page 7: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

1995 yılında Mustafa Karaalioğlu, Yusuf Ziya Cömert, Hakan Albayrak, Ekrem Baki ve İbrahim Kiras’la birlikte Yeni Şafak gazetesini kurma girişimlerine başladığımızda Akif Emre de bize katılmış ve uzun bir yolculuğa çıkmıştık. Akif Emre gerek fikri mücadelesinde gerekse hayatı yaşama ve yorumlama noktasında hiçbir zaman zikzaklar çizmedi, istikametini hiç bozmadı. Bir davası, çağdaş dünyanın zalimliğine karşı hep bir öfkesi vardı. Bütün fikri ve entelektüel faaliyetlerini Türkiye ve dünya Müslümanlarının sorunları istikametinde yoğunlaştırdı. İslam düşüncesi çerçevesinde şekillendirdiği çalışmalarını yaparken hiçbir zaman dönemsel siyasi rüzgarlara ve makam heveslerine itibar etmedi. Gazetedeki günlük yazılarını bile her zaman fikri bir temele oturtmaya özen gösterdi. Tanış olduğumuz bütün yıllar boyunca O’nu şenlikli bir dünya hayali kurarken değil, fikri anlamda zihnini hep Müslümanların sorunlarına odaklayan biri olarak hatırlıyorum. En son “Haberiyat” adıyla bir internet sitesi kurarak yeni bir fikri platform oluşturmuştu. Dün Gayrettepe’deki bürosunda yeni çalışmalar yaparken bu dünyaya veda etti. Henüz naaşı yan odadayken bütün dostlarıyla oradaydık. Günlük faaliyetlerini not ettiği defteri ve kalemi masasının üzerinde duruyordu. Üç dört madde yazmış ve devamını yazmaya ömrü yetmemişti. Odasındaki büyük tahtada da hazırlayacakları dosyaların isimleri yazılıydı. Hemen telefonumla çalışma yapılacak dosyaların yazılı olduğu tahtanın resmini çektim. İşte o çalışmalar: -Küresel siyaset -İslami hareketler -Siyaset/toplum -Filistin -Jeoekonomi -Jeokültür -Jeostrateji -AB -İslamafobi İşte Akif Emre bu... Rahmet diliyorum kardeşim, Allah mekânını cennet eylesin

Üzgünüz İbrahim Tenekeci / Yeni Şafak

Yeni yazımı bitirmiştim ki kıymetli büyüğümüz Akif Emre'nin vefat haberi geldi. Sessizlik ve mukadderat.

Kendisiyle yirmi yıl evvel tanışmıştım. İlk kez geçtiğim bir yol gibiydi. Son temasımız on gün önce oldu. 'Daha sık

görüşelim' temennisiyle ayrıldık.

Akif ağabeyle herhangi bir mesaimiz yahut yolculuğumuz olmadı. O yazıyordu, biz okuyorduk. Geziyordu, takip

ediyorduk.

Pazartesiyi salıya bağlayan gece, Mevâkıf'ı okuyup bitirmiştim. Abdülcebbâr an-Nifferî'nin sonsuz eseri.

Arapça'dan tercüme eden Nurullah Koltaş. (Büyüyen Ay Yayınları.)

Kitabın ilk sayfasından: “Az sayıda kişi, asıl vatanımızdan hayli uzaktaki bu gurbet hayatını anlamlı kılmaya

yönelik birtakım arayışlar içine girmiştir ve hâlihazırda girmektedir.”

Bu insanlardan biri de Akif Emre miydi? Kudüs'ten Üsküp'e kadar birçok İslâm beldesine yolculuk etmesi, bu

arayışın durakları mıydı? İnsan bazen kendisini görmeye gider. Böyle bir şey miydi? Evet, hepsi.

Daima dünyanın uzağında durdu. İmkânların ve fırsatların dışında yaşadı. “Kanaat, izzetin cevheridir.”

Tanışalı yirmi yıl olmuş. Dönüp bakıyorum: Yirmi yıl boyunca bizi üzmeyen, öldürmeyen kaldı mı? Akif ağabeyin

derin ve engin yüreği belli ki daha fazla dayanamamış. Son fotoğraflarından biri masamın üstünde. Derdi ve

davası olan bir insanın siması. Cihan Aktaş'ın kitabının ismiyle söyleyelim: Acı Çekmiş Yüzünde.

Hep alan, hiç vermeyen insanların arasında yaşıyoruz. Onların çağındayız. Akif Emre, evvela güven veriyordu.

Vefatıyla birlikte bir kez daha anladık. Makul olursan, makbul olursun.

Tekrar Mevâkıf'a dönmek isterim. Kitap yetmiş yedi duraktan oluşuyor, yolculuk bu şekilde ilerliyor. Edeb,

teselli, basiret, nûr, sekîne, âriflerin kalbi durağı gibi.

Page 8: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Beşinci durak: Benim Vaktim Geldi Durağı. Dördüncü cümle: “Sende imha edilemeyen bir şey vardır.”

Mütercim, Mevâkıf için şöyle diyor: “Yalın olmakla birlikte ancak Tilimsânî gibi şarihlerin açıklamalarıyla

anlaşılabilir hikmetler ihtiva etmektedir.” (Sayfa 10.)

Tilimsânî, kulda imha edilmeyen şeyi, Hakk'ın kuldaki payı olarak açıklıyor. (Sayfa 40.)

Yirmi yıldır tanıdığımı düşündüğüm bir insana işte buradan bakıyorum. Bu payın yüksek olduğunu

düşünüyorum.

Mekânı cennet, makamı âli olsun.

'Bir insanın doğruluğunu güç ile olan ilişkisi belirler' Deniz Baran | Haberiyat

“İyi ki geldin geçen hafta.” dedi gözü yaşlara boğulmuş ablamız. Dünya Bülteni’ndeyken her ziyaretimde Akif (Emre) abiyle bana çaylar, kahveler ikram eden ablanın elinden çay içmek –neredeyse bir yıllık bir aranın ardından- bu sefer Haberiyat’ın ofisinde nasip olmuştu. “Seni gördüğüne çok sevinmişti, iyi ki gelmişsin” diye ekledi biraz daha gözyaşı dökerek. O an idrak ettim Akif abinin vefatını da gözlerim doldu… “Haklısın abla, iyi ki gelmişim.” dedim. Zira Akif Emre’yi son görüşüm oldu o ziyaret… Eğer gitmeseydim, aylardır konuşup da görüşememiş olmanın kahrını da yaşıyor olacaktım…

**** Ani vefat haberinin ardından birbirine taban tabana zıt onlarca farklı insanın hayırla, iyilikle yad ettiği; derin üzüntü mesajları paylaştığı bir mütefekkirden, mahalledeki hemen herkesin ve hatta “mahalleden dahi olmayanların” kutup yıldızı olarak gördüğü birinden bahsediyorsak madem, eminim ki onun hakkında yazıp çizen çok olacaktır. Fakat o yazılıp çizileceklerin hepsinden öte ben de daha yeni yeni idrak etmeye başladığım kaybımıza dair içimden geçenleri yazmak istiyorum. Çünkü ben, Akif Emre’nin “son öğrencilerinden” biriydim. Hukuk fakültesi 3. sınıf öğrencisiyken bana kıymet verip basın dünyasına adım atmamı sağlayan iki büyüğüm vardır, işte birisi Akif Emre’dir. Yıllarca yazılarını okuduğum bir “bilge”yle ilk oturuşum hâlâ aklımda. Onun bana yapacağı iş teklifinden ziyade aklımdaki “derin soruların” kaçını bu konuşmaya sıkıştırırım da Akif Emre’yi böyle karşımda yakalamışken ondan istifade ederimin peşindeydim. Ancak ne yazık ki o fazla konuşmayı sevmiyordu. O günden bu yana 2 yıl geçti. Ben ise bu arada onun sessizliğinden, sessiz kaldığı yerlerden bir şeyler öğrenmem gerektiğini, sustuğu zaman bir şeyler anlatmaya başladığını öğrendim. Belki de çok sık görüşemiyorduk ama ben onun öğrencisi oldum. Onunla oturduğum zaman anlattıklarını dinlemenin yanında sessiz kaldıklarını görmeyi becerebildiğim andan itibaren çok şey öğrendim. Belki de çok sık görüşmüyorduk ama en kritik kararlarımı almazdan evvel onun yanında soluğu alıyordum. Kendisi farkında mıydı bilmiyorum, ailemden sonra en büyük akıl hocalarımdan biriydi. Sadece karar almak için değil, vicdanım veya düşüncelerim beni gerçekten çok sıkıştırdığında da onun yanına giderdim. Misal, şu an çalıştığım gazeteye başlarken basın dünyasına ilk ciddi adımı atmak üzereydim ve aklımdaki bin bir türlü soruyla yine ona gidip öyle karar vermiştim. Fazlaca sorulara boğulmamı, kafamda gelecek ihtimallerini bu kadar kurgulamamı da yadırgardı zaten… Bu, ondan öğrendiğim büyük bir ders oldu sonradan: Geleceğe dair bu kadar fazla kurgu yapmak insani bir şey değil. “Git” dedi, “İşlerden bir iş yapacaksın, öyle gör. Senin kendi sınırların bellidir, hududun geçilince hissedersin. O zaman da gereğini yaparsın, yapmalısın. Bu kadar kafana takma…” Bir gazeteci yazmış ya Twitter’da, “o kutup yıldızı gibiydi, ona bakıp ne kadar savrulduğunuzu görebilirdiniz” diye… Benim için gerçekten de öyleydi. Hatta itiraf edeyim, kutup yıldızından da öte sanki onun yanında gidince vicdanım rahatlayacak gibi hissediyordum. Belki de çok sık görüşemiyorduk, zaten son bir yılda biraz sessizliğe gömülmüştü. Görüşelim diyor fakat daha sonra kendisi mesajlara cevap vermiyordu.

Page 9: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Ben onunla çalıştım çalışalı da mesajlara cevap verme konusunda iyi olmamıştı zaten… Tekrar tekrar dürtmek gerekirdi kendisinden cevap alabilmek için. Bir de yalnız mıydı son bir yılda sanki… Bilmiyorum, içimde öyle bir his var. Şimdilerde herkes onu yad ediyor, Allah razı olsun, aksi hayırsızlık ve vefasızlık olurdu. Ama o, Haberiyat’ı açana kadar son bir yılda hep “bakacağız, bulacağız bir iş” diyordu. Sanki dosdoğru oluşu onu yalnız mı bırakıyordu… Bilmiyorum, içimde öyle bir his var… Gerçi onun yalnız kalmak gibi de bir derdi yoktu. Tek önemsediği şey istikamet üzere, dosdoğru olmaktı. Dertsiz olmak gibi bir derdi de yoktu ki bu yüzden dosdoğruydu belki… Doğrusu benim gördüğüm, beni karşısına alıp bir şeyler anlatan Akif abi (ne ilginçtir ben ona hiç abi de demedim, Akif Bey demeyi ne zaman bıraksam acaba diye düşünüyordum ama bu yazıya kısmetmiş) genelde tepkili, öfkeli ve açıkçası karamsar biriydi. Son yıllarda içine düştüğümüz hâl, onun ağzından iyimser bir şeyler duymamı güçleştiriyordu. Şimdilerde çok paylaşılan “Çürüme de umut da hep olacak” yazısının yayımlandığı sabah bu yazıyı şevkle okuyup “bugün tam da ihtiyacım olan yazı buydu” notuyla paylaşırken de esasen onun ağzından böyle bir iyimserliği duymak beni mutlu etmişti. Zaten o yazıdan birkaç gün önce odasında beni ağırlarken de daha önce görmediğim kadar neşeli ve şendi. Böylesi iyiydi, o karamsar ve tepkiliyken ben öyle olmadığımda kendimi dünyaya dalıp da kandırıyormuşum gibi hissediyordum…

**** Ne diyorduk? Onun yalnız kalmak gibi de bir derdi yoktu… Beni gördüğünde de asıl derdini dile getirmişti: İnsan yetiştirmek. Yetiştirdiği insanların birçoğu dönüp arkasına bakmayacak olsa dahi insan yetiştirmek. Birkaç insanın aklına bir tohum düşürse, birkaç insan ait olduğu toprakların derdini dert edinmeyi öğretebilse, birkaç insana bu modern dünyanın aldatmacalarına nasıl bir perspektifle bakabileceğini gösterse yeterdi onun için. Karşısında durmak istediği tüm ezberlerin ve illüzyonların en önemli payandalarından biri olan basın dünyasında cılız dahi olsa diri tutmak istediği soluğun adresi olacaktı Haberiyat da… O yüzden neşeliydi ve umutluydu belki. Daha yeni açtıkları güzel ofislerinde istediği çizgiyi tutturabilecek bir haber-analiz sitesini yönetiyor olmanın heyecanı vardı sanki içinde. İçine düştüğümüz kalitesizlikten kendini tefrik edecek bir mecrayı yönetecek olmanın heyecanı… Bilmiyorum bu işe kalkışırken yanında, arkasında kaç kişi, kaç eski ahbabı vardı. Ama son kuşak öğrencileri olarak biz yanındaydık, o istediği anda onun yanında olmak bizim için şerefti çünkü. “Deniz, daha önce beraber çalışırken yaptığın katkıları yapmanı bekleriz.” demişti evvelsi gün yerde yatan bedenine son kez baktığım ofisinde. “Gördüğünüz gibi epey yoğunum ama tek tük dahi olsa ben elimden geleni yapacağım, memnun olurum.” demiştim ben de. Elimde beğeneceğini düşündüğüm bir çeviri vardı, hemen yolladım ve tam tahmin ettiğim gibi çok memnun olmuştu. Siteye koydu hemen. Ona söylemedim, upuzun bir yazı hazırlıyordum Haberiyat’a vermek için, 20 sayfaya varmıştı. Ona kendimi geliştirdiğimi gösterecektim belki Dünya Bülteni’nde o ayrıldıktan sonra yazdığım yazıları takip etmemiştir diye. Sürpriz yapacaktım, “bu çocuk tek tük dese bile katkı yapıyor, ne çalışkan çocuk” desin diye… Gösteremedim abi. Affet, daha bitmemişti. Belki ağzından o övgüyü duyamadım ama bunu da kasten sessiz kaldığın yerlerden biri olarak kabul ediyorum. Ben, bana söylediğin son şeyi hatırlayacağım o hâlde: “Bir insanın doğruluğunu güç ile olan ilişkisi belirler.” Bilmiyorum senin kadar dosdoğru olabilecek miyim ama… Bunu hep aklımda tutacağım. Rabbim sana rahmet eylesin. Huzur içinde yat.

Şiir gibi yaşadı şiir gibi öldü

HASANALİ YILDIRIM

21 yıllık çalışma arkadaşı Hasanali Yıldırım, Türk basınının bilge kalemi Akif Emre’nin ardından yazıyor...

Edebiyat, düşünce, yazma kudreti başka bir şeymiş, bir dostun arkasından sıcağı sıcağına yazmak daha başka.

Hele Âkif Emre gibi insanın kalbini avuçlayabilen bir ağabeyin arkasından. O yüzden kendimi çağrışımlara

emanet etmek makamındayım.

Page 10: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

İlk aklıma gelen husus: Ben Fethi Gemuhluoğlu’nu tanımadım. Fakat hakkında yazdığım bir portre vesilesiyle

Fethi Gemuhluoğlu’nu anma etkinliklerinin bazılarına davet edilmiştim. O toplantılarda gözlemlediğim bir husus

vardı: Onu tanıyanlar, üç aşağı-beş yukarı öyle bir hususiyetinden bahsediyorlardı ki Fethi Gemuhluoğlu’nun,

dile getirilişi belki yavan ama o kişilerin anlatışlarına yansıyan öyle bir his sarmalı vardı ki... söze geldiğinde

küçülen. Belki de muhatapları tarafından lâyığınca anlaşılamayan... O yüzden yavanmış gibi görünen... Âkif

Emre’nin vefatını öğrendiğimde kavradım bu hakikati: Ağabeylik makamı. Fethi Gemuhluoğlu’ndan

bahsederken o insanların anlattığı şey buymuş. Ve o makamdan mahrumiyet.

Düne nispetle bugün daha derin hissediyorum bu mahrumiyeti: Artık benim bir ağabeyim yok. Yazıyor muyum,

ağlıyor muyum? Gözlerime inen o söz dinlemez tuzlu mayi yüzünden klavyedeki harfleri seçememek.

Beni büyüten anneannem, yıllar yılı baba yerine koyduğum dayım, ardından teyzem... Ve hatta annem...

Aramızda hiçbir kan bağı bulunmamasına rağmen, bir “eloğlu”nu kaybetmenin ıstırabı, bütün bu acılarla nasıl

da yarışabiliyor?

Evet Âkif Ağabey artık yok. Yok!

Nazımı çekecek, bir yandan şımarmama müsaade edecek, bir yandan da beni çaktırmadan hiza ve istikamete

çekecek... Yirmi yılı aşkın bir süredir benim için endişelenecek, onu üzmemek için kendime çeki-düzen

vereceğim; insan olamaya, Müslüman olmaya biraz daha gayret edeceğim modelim yok artık. Âkif Ağabey’im

yok. Aradığında hangi hâl üzereysem, kendiliğinden onu terk edip Âkif Abi’yle konuştuğumun şuuruna

bürünmek. Yok artık, yok.

Ve o çay âlemlerimiz. Onu tanıyanların çıkmayacağını umduğumuz mekânları tercih ederdik. Sohbet bölünmesin

diye.

Kahveyi pek sevmezdi. Biliyorum, sırf beni üzmemek için zaman zaman özel usûllerle demlenmiş kahve içerdi.

Sigarama da çıt çıkarmazdı. Sigaraya zorunlu ara verdikten sonra anlayacaktım, sıhhati elvermediği hâlde

gösterdiği bu hoşgörünün büyüklüğünü. Aslında boğazını nasıl da tahriş ettiğini dumanın. Nasıl unutulur böylesi

bir diğergâmlık?

Rabbim, ne sabırdı o!

Niçin Şiir? Nasıl bir Şiir?

Bir şiiri daha kaybettik.

Niçin şiir? Evet, unuttuk biz; en takdir edilesi başarıyla unutturdular bize ama hem millet olarak hem de ümmet

olarak bizim en üstün vasfımız, şiiriyetimiz değil miydi? Handiyse bütün oryantalistlerin ağız birliği etmişçesine

dile getirdikleri başka bir husus: Analitik düşünce Batı’nın malıdır, şiir ise Doğu’nun. Hatırlayınız lütfen, bütün

tanıdıklarının “El-Emin” dedikleri Efendimiz, muhataplarının bazılarının kabul etmekte zorlandığı kelâmı

nakletmeye başladığında O’na şair dememişler miydi?

Sizin de zaman zaman aklınıza şuna benzer bir karşılaştırma gelmiş midir bilmem: 14 asır değil de Efendimiz

zamanımızda yaşasaydı nasıl birine benzerdi acaba? İnsan bu; tahayyül etmeden duramıyor. Benim için bu

sorunun cevabı “Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.” mısraındaki şiiriyeti kavramaktan uzak nasipsizlerin

yerden yere vurduğu şair Mehmet Akif...

Akif’in din anlayışından farklı kabulleriniz olabilir, siyasi tercihlerindeki yanılgılarından dolayı onu tahfife

yeltenmenizi de handiyse kabullenebilirim. Döneminin neredeyse bütün aydınları gibi moderniteye, bilime ve

teknolojiye yüklediği anlam ve değer yüzünden de Akif’i eleştirmek mümkün elbette. Peki ya ahlâkı?

Efendimiz’in yüce ahlâkının günümüzdeki versiyonu diyebileceğimiz o abideyi? Ruhunda zerre vicdan muhafaza

edebilmiş herkesin kalbini titretmesi zorunlu husus asıl budur Akif’te. Kurtuluş Savaşı’na desteği, milletvekilliği,

meal gayreti, siyasi ve bütün öbür türlü mücadeleleri, o emsalsiz abidenin ardından anılmak durumunda.

Page 11: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

İKİ AKİF’İN ORTAK NOKTALARI

İsmiyle müsemma nadirattan... Akif... Bir işte sebat ve devamlılık gösteren. Fakat aynı zamanda, yukarıda

yeterince anlatamadığımı bildiğim Mehmet Akif’in, ismiyle de müsemma. Ve ahlâkıyla… Aynı zamanda

Efendimiz’in yüce ahlâkıyla elbette. Belki de bu ruh ikizliği Âkif Emre’yi bugün Mehmet Akif’e kapı komşusu

kılmakta.

Şiir dedim, evet. İnsanımızın çoğu gibi ilk gençlik yıllarında karaladığı muhtemel dizeler hariç, bilebildiğimiz

kadarıyla Âkif Emre’nin görünür plânda şiirle ilişiği olmadı. Ama mısrayı bercestelerle örülü bir şiir kıvamında

yaşadı. Çünkü iyi bir şiir, hangi şiir anlayışına göre inşad edilirse edilsin, ilkin şiirin kurallarına, ilkelerine uymak

durumunda. Uymak... Uyum göstermek... Ardından da o şiirin kurallarını, pek de belli etmeden yenilemek.

Mümkünse. Ve aynı zamanda şiire uymayan ne kadar cezbedici şiirimsi varsa tümünden kaçınmak.

Şiir gibi yaşadı Akif Emre çünkü Yüce Şiir’in bütün emir ve yasaklarına uymaya her daim özen gösterdi.

Çirkinleşmeden, kabalaşmadan hatta. Bununla birlikte ucuz şiir için fevkalâde cezbedici yolları her daim dışladı.

Bu söylediğimi başarmak öylesine muhal ki zamanımızda. Düşünün, ülkenin en tepesindeki insanları yakinen

tanıyacaksınız; resmi, yarı resmi ve hususi birçok teklif ve davet alacaksınız ama şiiriyetinizi bozmamak için

tümünü elinizin tersiyle reddedeceksiniz. Defalarca, defalarca şahidim. Kimileri için mütevazı yaşantı ancak bir

zorunluluk. Ama Âkif Emre için bir yaşama anlayışıydı. Bile-isteye tercih edilmiş muhalif bir şiir tavrı.

Başka bir ifadeyle her has şiir gibi kendi şiiriyetini gizlemeyi tercih etti.

KENDİ ÖLÜM İLÂNINI VERMEK

Sanal âlemde ve köşe-bucakta Âkif Emre için yazılanlar bana Refik Halid’in tavrını hatırlattı:

Refik Halid Karay, erbabı için malûm sebeplerle sürgüne gönderilir. 150’liklerden. Yazılarında zaten epeyce

yerden yere vurduğu yozlaşmış intelijansiyamızın sefaletini bir de beherinin yüzüne çalmak için, tam da ona

yaraşır bir hinlik yapar sürgündeyken. İstanbul gazetelerine kendi vefat ilânını verir. İlânı okuyan bütün sahte

dostları, vaktiyle arkasından kuyusunu kazanlar, kalemini kıskananlar yattıkları pusudan bir bir çıkarak “Üstad

şöyle büyük adamdı.”, “Hayır efendim, ne alâkası var; merhum üstad asıl böyle büyük adamdı.” diye birbirleriyle

bilmem ne yarışına girerler. O da vakti saati geldiğinde, arkasından goygoyculuk yapan tiplerin, “Sen benim

hakkımda şu, şu, şu alçaklığı yapmamış mıydın?” diye tek tek yüzlerine vurur mürailiklerini.

Öte yandan elbette herkes kendine göre anlatacak Âkif Emre’yi. Elbette herkes bu hakka sahip. Yıllarca

tiksindiği şarlatanlar, yalancılar, sahtekârlar, ikbaltaparlar, mürailer dışında tabii.

“Büyük adamdı.”

“Büyük düşünürdü.”

“Yeri doldurulamaz.”

Hâlbuki biz Namık Kemal’i de Necip Fazıl’ı da Peyami Safa’yı da aşmadık mı? Elbette onun yerini doldurmaya

hazır nice isim kuyruğa girecek. O yüzden, önümüzdeki bir-iki hafta içinde böylesi yazılarla bol bol karşılaşmaya

hazır olmalıyız. Birçoğu bir-iki hafta sonra onu unutmak ve unutturmak için kaleme alınan bu yazılar da yazılmak

durumunda elbette. Göğe çıkarırken o yüceltmenin içine kendi vicdan azabının kefaretini koymak için bu şart

galiba.

YAPMADIKLARIYLA BÜYÜMEK

Öte yandan onun hakkında yazılanların bir kısmı zaten ortada hakikatler: Âkif Emre başta uluslararası ilişkiler

olmak üzere siyasi yazılar yazan biri. Değerlendirmeleri her daim merak edilen... Mazlum İslâm coğrafyasının

kıyıda-köşede kalmış seslerini gündeme getiren, kimselerin bilmediği, modası geçtiği için ilgilenmediği isimlerle,

kurumlarla, kuruluşlarla, örgütlerle ilgili ayrıntılı tahlil ve tasvirler... Ve beheri edebi lezzet taşıyan gezi yazıları.

Benim en çok sevdiğim yazıları.

Page 12: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Özellikle de Filistin ve Keşmir meselesindeki tavrı ve makuliyeti ısrarla vurgulanmak durumunda.

Yıllar boyunca bunca değişik alanda yazdığı hâlde asla kalemini küçültmeyen, taviz vermeyen, gevşemeyen; ona,

buna, şuna prim vermeyen, kimse için yazmayan bir yazar. Röportajları, hazırladığı belgeseller, İslâm sanatı

eserleriyle ilgili ayrıntılı bilgiler, yorumlar...

Fakat bence Âkif Emre bütün bu sayılıp dökülenlerden çok daha yüce biriydi. Vakti-zamanı geldiğinde İslâmcılık

görüntüsü vermenin numunesi sayıldığı için, birçok kişinin yaptığının tersine, asla sakalını kesmedi meselâ. Asıl

Âkif Emre bu bence. Duruşundan, o şiir kıvamındaki ilkelerinden hiç taviz vermedi. “Değiştim ama gelişerek

değiştim.” sahtekârlığından da, o tür sahtekârlardan da uzak kalmayı tercih etti. Ve yalnız.

O yüzden doğru bir Âkif Emre portresi, onun yaptıklarından çok; yapmadıklarına, yapmayı reddettiklerine

yaslanmak durumunda.

KADİFE VE DEMİR TEZADI

21. yüzyılda, üstelik onca iktidar, bunca ikbal fırsatı varken bunların hepsini ayak altına almak ne demek, bilir

misiniz? Gevşememek. Dejenere olmadan dimdik, abide bir şahsiyet olarak kalmak. Gençlerin diliyle rol model

olmak. Galiba ben en çok, Mehmet Akif’te görenlerin şahitlik ettiği, Efendimiz’in o emsalsiz ahlâkının

kırıntılarının muadilini gözlemlediğim için seviyorum Âkif Ağabey’i. (“Seviyordum.” diyemiyorum işte.)

Belki de bu tavizsizlik onu başkalarına biraz sert mizaçlı gösterirdi. Frenklerin pedagoji için bir kabulleri var:

Kadife eldiven içinde demir yumruk. Âkif Emre aslında bunun tam zıddı bir karakterdeydi: Demir eldiven içinde

kadife yumruk. Dışarıdan bakanlar ondaki o demir eldiveni görürdü; hâlbuki bir biçimiyle yanına-yakınına

bağdaş kurabilenler, ondaki o dışyüz sertliğinin nasıl bir ruhu peçelediğini ancak farkedebilirlerdi. Bir şiir, evet.

Tâbiinin büyüklerinden Hasan Basri Hazretleri’nin sözü: “Siz sahabeyi görseydiniz ‘Bunlar deli mi ne?’ derdiniz.

Onlar da sizi görseydi ‘Bunlar da Müslüman mı?’ derlerdi”

İşte bu mânâda deliliğine şahitlik ederim Âkif Ağabey’imin.

ÖLÜM

Hakan ALBAYRAK / Karar 25.05.2017

Masasında çay, poğaça. Havada besmele. Üç günlük dünyanın o günkü gündemini yazıyordu bir kâğıda…

Azrail aleyhisselam aniden çıkageldi, “Gidiyoruz Akif Emre” dedi.

Rahman’ın rahmeti üzerine olsun.

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.

Onu sevdiğimi söylemiş miydim ona? Hatırlamıyorum.

Nezihliğine gıpta ettiğimi söylemiş miydim? Söylememiştim.

Kaç senedir görüşmüyorduk zaten. Niye ki?

Bir yakınım, bir dostum öldüğünde böyle pişmanlıklar içinde debelenip dururum.

Sonra durulurum.

Debelenmek iyi değildir herhalde ama büsbütün durulmak da iyi değil.

Unutmamak lazım.

Kıssadan hisseyi bir kenara atıp gitmemek lazım.

Sevdiğini söylemek lazım sevdiklerine.

Hele bir ukde varsa arada, onu kaldırmak lazım.

Helalleşmeden gitmemek, göndermemek lazım bu dünyadan.

Page 13: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Bu dünya…

Hepi topu “bu dünya” işte.

Gene de kanıyoruz.

Uyuyoruz.

Uymayı, uyumayı bize hoş gösteriyor nefsimiz.

Uyuşuk şuurumuzda nasıl da aklanıyor fenalıklar.

Ölünce uyanacağız.

Halbuki ölünce uyanacağımızı öğrendiğiniz andan itibaren uyanık olmalı değil miyiz?

Yakınımızdaki her ölüm bir uyarı atışı gibidir.

AKİF EMRE

Nihal Bengisu KARACA / Habertürk 25.05.2017

DÜNYA ve ülke Müslümanlarının çektiği acılara bakıp kalbi kırılmış, İslami hareketlerde çare aramış herkes,

yolculuğunun bir eşiğinde onun ismiyle karşılaşmıştır. Çünkü İnsan Yayınları ile tanışmıştır, Küre Yayınları, İz

Yayınları, Yöneliş ve Bilim Sanat Vakfı ile. Hiç olmadı Aliya İzzetbegoviç’le yaptığı görüşmeye denk gelmiştir.

Balkanlar’dan Filistin’e, Endülüs’ten Afrika’ya kadar Müslüman coğrafyada yaptığı medeniyet taramasından

elde ettiği bulgularla şaşkınlığa düşülmüştür. Bu karşılaşmanın dostluğa dönüştüğü insanlardansanız, onun nasıl

gıpta edilesi bir bütünlüğü olduğunu, nasıl bir onur savaşı verdiğini anlama şansına da sahip olmuşsunuz

demektir.

En büyük mutluluğu Afrika’nın en uzak köşelerinde İslam medeniyetinin ayak izlerini bulmak olan bir adamla

arkadaş olmak sahiden şanstır.

Endülüs’ün din değiştirmeye zorlanan Müslümanlarının bugün “Morisko” diye adlandırıldığını, İslam-

Hıristiyanlık karması bir din üzere yaşadıklarını uzun uzun dinleyebileceğiniz kaç kişi vardır? Ahlak, vicdan, şeref,

onur gibi kavramları tabela değeri gibi değil, bedeli ödenmiş bir kazanım olarak kuşanan kaç kişi var?

Onur savaşı, evet. Onur, prensipleri çıkarların önünde tutabilmeyi gerektiriyor. Yola çıkarken iktisap ettiklerinizi

yolculuk esnasında da korumayı. Düşünceleri, fikirleri, tarz-ı hayatı seçerken tavizsiz olmayı... Takdir edersiniz ki

böyle bir yaşam, pragmatizmin, şartlara uygun hareket etmenin, fırsatları değerlendirmenin yanından

geçmediği için başlı başına savaş ilanı. Sonuç her koşulda kendin kalabilmenin, eğilip bükülmemenin

mümkünlüğüne dair kapı gibi bir rol model. Ne kadar uzağa savrulduğunu, ne kadar doğru olduğunu kendisine

bakarak tartabileceğin, yön tayini yapabileceğin bir yıldız. Ancak insanların gerçek yıldızlarla sorunu var.

Kıymetlerini ancak sönerken anlıyorlar.

DEĞERLİ YALNIZLIK

Ölüm haberini duyduğumda, “İşte şimdi bittik” duygusuyla baş başa kalmam bundan olsa gerek. Çünkü böyle

insanlar sadece gitmiş olmuyor, onlardan geride kapkara bir sema kalıyor. Ağabeydi Akif Emre. Ama abi-kardeş

ilişkisinin doğasıyla gelen hiyerarşiden hoşlanmaz, eşit ilişki kurmaya önem verirdi. İnsanlara değer verirdi, ama

standartları da vardı.

Mütevazıydı, ama inandığı gibi yaşayan, yaşadığı gibi inananların sahip olduğu güce sahipti: Yargılama hakkına.

Dolayısıyla, biraz korkulurdu ondan. Yargılayacağından değil, böyle bir şey yapmaya kalksa, haklı olacağından.

Sadece varlığıyla bile insanlara neyi kaybettiklerini hatırlatabiliyordu çünkü.

Belki de bu yüzden, bugün çok iyi yerlerde olan kudretli kimselerde dolaylı ya da dolaysız katkısı olmasına

rağmen, yalnızdı. Ama değerli bir yalnızlıktı bu.

Bugünün iktidar bloğuna sonradan eklenmiş olanlar bilmez, kendi propagandasından başka hiçbir sesten

hazzetmeyen siyasetin geldiği evrede gözünü açanların da bilmeyeceği kesin. Ama Akif Emre, onyıllarca baskı

altında tutulmuş İslami düşünüş ve yaşayış geleneğinin “özgürleştirilmeye değer” olduğunu “hatırlatma”

mücadelesinin öncülerindendi. Bunun anlamı herkeste bir parça emeği olduğu gerçeğidir. Ancak son dönemi bu

gerçekle mütenasip bir huzur içinde geçmedi.

Page 14: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Şimdi bakıyorum sosyal medyaya; kimse onun yalnızlığını üstüne alınmıyor, sıcak patates oldu bu ölümün

çağrışımları. Kimse tutmak istemiyor. Sahici ve hakiki bir üzüntü var, çünkü “adam” sahici. Ancak itiraf edilmesi

gerekir ki, bu üzüntünün bir kısmı vicdan azabı. Keşke layıkıyla yüzleşilebilse. Zira on yıl sonra bu ülkede hâlâ

hakiki Müslüman diye bir şey olacaksa, bu devlet gücüyle olmayacak, sesi gür çıkan ama ayrıcalık, ihale,

komisyon peşinde koşan parti yandaşları sayesinde olmayacak, yahut dini bozarak onu spiritüel bir akım haline

getirmeye çalışanlarla da olmayacak. Akif Emre gibi bazen anlaşılması zor olan ama hayatıyla inancı uyum içinde

olan, duygularıyla düşüncelerini senkronize edebilmiş, ilkeler konusundaki tavizsiz, merhamette cömert bir

ahlaki duruşu yaşatabilen örnekler sayesinde olacak.

Âkif Emre için

Süleyman Seyfi ÖĞÜN / Yeni Şafak 25.05.2017

Akif Emre'yi kaybettik. Yeni Şafak'tan bir komşuluğumuz vardı. Ama görüşmek, tanışmak bir türlü nasip olmadı.

Lâkin yazılarını kaçırmamaya çalışır, dikkâtle okurdum. Üzerinde düşünülmeye değer, öğretici, kavratıcı yazılardı

Emre'nin yazıları. Hayâtı da kendisini yakından tanıyanlardan işittiğim kadarıyla “sessiz”, “gösterişsiz”,

“mütevâzî” bir hayâttı . Hani, “temiz bir Müslümân hayatı” derler ya, öyle…

Siyâsal çalkantıları tâkip eden; lâkin ona kapılmayan bir etki hissedilirdi yazılarında. Âkif Emre'yi ilgilendiren

daha “derin” meseleler vardı. Bunu bir çırpıda “medeniyet” meselesi olarak vasıflandırmak mümkündür.

Doğrusu; “medeniyet” vurgusu beni hayli ürküten bir vurgudur. Üzerinde son derecede hesapsız

spekülasyonların yapılabildiği, abartılı bir kavram olarak gözükmüştür bu kavram bana. Genellikle de bu

spekülasyonlar taşkın, “mutantan” bir üslûpla yapılır. Bir tür süper ego doğurmaktır amacı. Hoş; bu

spekülasyonları yapanların pek çoğu da , yerlere göklere koyamadıkları “medeniyet” örüntülerinin

muhtevâsından bîhaberdir ya…Her neyse…Bu tarz medeniyet spekülasyonlarıyla karşılaştığımda hep Abdullah

Laroui'nin “Yaralı Bilinç” kitabında yazdıkları gelir aklıma..Kişisel nam ve hesâbıma tercih ettiğim ve kullandığım

kavram “kültür”dür.

Medeniyet kavramının bendeki ürkütücü çağrışımı biraz da Ziyâ Gökalp başta olmak üzere Türkiye'de etkileri

çok derin olan sosyolojizmdir. Bu sosyolojizmin “medeniyet” telâkkisi de hayli pozitivist unsurlarla yüklüdür. Bu

hâliyle de hayli kaba gelir bana. Medeniyet kavramının , yine beni sıklıkla rahatsız eden kurumsal, siyâsal

açılımlarından ayrıca bahsetmeyeceğim..

Eğer medeniyet tartışılacaksa, bunun doğrudan doğruya insan-eşya, insan-tabiat ve insan- insan ilişkilerine

dayandırılmasının daha doğru olacağını düşünmüşümdür hep. İşte Akif Emre'nin yazılarında dikkatimi çeken de

bu olmuştur. Emek yüklü, sessizce yürüttüğü çalışmalarında Akif Emre'de dikkât çeken de buydu. İnsansız,

psikolojist ve sosyolojist bir medeniyet kabalamasının çok dışındaydı yazdıkları. O'nun ölçüleri kaynağını

doğrudan hayâttan alıyordu. En çok dikkât ettiği insan-tabiat, çevre, insan-eşya ve nihâyet insan-insan

ilişkileriydi. Hayâta saygı hep odağındaydı. Ama hepsinden mühimi, yâni yaşamak kadar “yaşatmaya” verdiği

öncelikti. Hâsılı O'nun medeniyet telâkkisi çok canlı ve çok ufuklu bir telâkkiydi..

Bu dünyâya bir Müslümân olarak gelmenin; bu din ile şereflenmenin şuuruna varan o ince edebiyat hissedilirdi

yazılarında. Bakışı bir öz algı şişmesi değil; tam tersine hep “öteki”ni kollayan bir bakıştı. Kanonik târih bize

gösteriyor ki her din kendi hukûkunu şöyle veyâ böyle inşâ etmiştir. Ama Âkif Emre 'nin ehemmiyet verdiği bu

değildi sâdece. O'nu heyecanlandıran başkasının veyâ kendisinden olmayanın hukûkunu da inşâ eden yegâne

dînin İslâmiyet olduğunu kavramak ve bu kavrayışla kendisini; modern dünyânın yıkıntıları arasında bu hukûkun

somut târihsel izlerini sürmeye adamaktı.. Dikkâtini Mare Nostrum'un iki yakasında; ilki İspanya; digeri ise

Balkanlar'da odaklamıştı.

Balkanlar ve Endülüs İspanya'sının Müslümanlaştırılmasını bâsit bir muzafferiyet, ötekini alt etme ve kendisine

tâbî kılma olarak görmedi. Bununla boş bir gurûra kapılmadı. Tam tersine işin içindeki inceliği; yâni “kendisinden

olmayanı da yaşatmak” ve onlarla işbirliği gösterme kapasitesi olarak değerlendirdi. Âkif Emre'nin modernlik

eleştirileri de İslâmiyet'in taşıyıcısı olduğu bu kapasitenin geriletilmesi ve bunun yerini alabilecek hiçbir şeyin

konulamamasıydı. Coğrâfî olarak uzaklıklarına rağmen kronolojik olarak biri diğerine çok yakın olan ve eşleşen

Page 15: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

bu iki tecrübe; yâni İspanya'nın Müslümanlaşması ve Balkanların Müslümanlaşması parçalı ve ayırımcı modern

dünyânın hâkim güçlerini çok rahatsız etti. Sonunda da yapacaklarını yaptılar.

Ha demokrasi diyeceksiniz ..Evet tamam da, şu sorunun cevâbını da verelim isterseniz: Nasıl oluyor da modern

dünyânın bütün iletişimsel donanımına sâhip; gelişmiş en ileri demokrasi laboratuarlarından birisi olan Belçika

gibi küçücük bir memlekette yaşayan Valonlar ile Flâmanlar birbirlerinden bu kadar kopuk yaşıyor; birbirlerinin

suratlarına bile bakmıyor? Ve nasıl oluyor da asırlar evvel çok farklı inanışlara mensup insanlar berâber

yaşamanın nimetlerini tadabiliyor?

Âkif Emre işte bu damara tutunarak yaşadı; düşündü ve yazdı.. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum.

Kalanlarına da sabır ve metânet.. Allah O'na Cennetinde bir Endülüs Köşkü ihsân eder inşaallah…

Geride kalan Akifler Kemal ÖZTÜRK / Yeni Şafak 25.05.2017

Akif Emre'nin ölümü neden bu kadar sarstı hepimizi? Onu yakından tanıyan ya da tanımayan, herkesin derinden

bir hüzün yaşadığına şahit olduk. Sosyal medyada binlerce, on binlerce insan onun için dertli mesajlar attı,

hayırla andı ve derinlerden kopup gelen acısını dile getirdi.

Neden?

Sanırım, Akif Emre'nin yalnızlığı ve yalnız olarak hayata veda etmesi hepimizi çok sarstı.

Dik duran, hakikati bulunduğu her ortamda söyleyen, yazan ve anlatan bir insan yalnızlığı göze almak

zorundadır. Akif Ağabey de bunu göze aldı.

Yaşarken ölmüş gibiydi aslında. Köşede, kuytuda ve gölgede kalmaya mahkum edildi. Şimdi o yalnız odasında,

tek başına otururken, aniden ve sessizce, bu kirli dünyada göçüp gitmesi hepimizi perişan etti.

Belki de yaşarken, ona gösteremediğimiz hürmet, ilgi, saygı, kıymet nedeniyle pişmanlığın hüznünü yaşıyoruz.

Belki de ona yapılan haksızlığa, adaletsizliğe ortak olduğumuz için bu denli perişanız.

İki gün geriye gidin ve o yaşarken ne yaptığınızı düşünün. O'nu tanıyanlar olarak ne yaptığınızı bir hatırlayın.

Sanki yokmuş ve sanki ölmüş gibi onu hiç aklımıza getirmedik değil mi?

Nasıl geçiniyor, ne yiyor, ne içiyor, ne iş yapıyor, durumu nasıl? Bir elin parmakları kadar insan bu soruyu sordu

ve ona ulaştı sadece. Geri kalanlarımız ise o ölmüş gibi davrandı.

İşte bu yüzden, içimizi kanatan vicdanımızın sızısı bizi sarsıyor ve uyutmuyor.

Bir de onunla birlikte, o eski güzel günlerimizin de öldüğünü hissettik sanki.

İdealleri peşinde koşan insanların, kutlu bir davanın masum günlerini onunla birlikte sanki mezara defnettik.

Onun yazısında söylediği, “çürümüşlük ve tükenmişlik” gerçeğini hatırladık yeniden ve o eski günlerimizin

öldüğünü birden anladık. Tıpkı, Akif Emre'nin aslında var olduğunu, birden ölümüyle hatırladığımız gibi.

Belki de bu ölüm bizi kendimize getirir umudundayız. Akif Ağabey'in dediği, “hayata anlam katan, kendi

özümüzü hatırlatan bir ses, bir tebessüm, dokunduğu yerde bereketi yeşerten bir el mutlaka olacaktır”

temennisi gerçekleşir onun ölümüyle.

Akif Emre bir karakteri, bir insan tipini temsil eder. Söyleyecek sözü, dik duruşu, karakteri olan, hakikatin

peşinden giden insanların sembolüdür. Her yerde hakikati söylediği ve yazdığı için yalnızlaşır bu insanlar. Tek

başlarına kalsalar da hakikati haykırmaktan vazgeçmezler yine de.

İşte buna münevver namusu denir. Buna hakikatli adam denir. Buna fikr-i namus sahibi insan denir. Buna dava

adamı denir.

Akif Emre, bunun en kıymetli temsilcisiydi. Şimdi o yaşarken hiçbirimizin yüzüne söylemediği bu gerçeği ve ona

olan saygımızı buralarda ifade ediyoruz. Ne fayda!

Ancak ben biliyorum, geride Akif Emre gibi yaşayan başka insanlar var.

Maalesef ki sayıları çok az kaldı.

Akif ağabey şöyle diyor: “Ölenlerin ardından güzelleme yapmakla bir örnekliği hayata, geleceğe taşımak farklı

şeyler. Bize masallar değil yaşayan örnekler lazım; geleceğe taşıyalım ki, yaşayan dava adamları çoğalsın.”

Yaşayan dava adamları var hala çok şükür.

Sözü, özü bir, derdi olan, fikri olan, hakikatin peşinden giden insanlarımız var.

Page 16: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Sanırım birkaç gün sonra Akif ağabeyin sızısı kalmayacak içimizde. Dünyanın telaşına, karmaşasında ve kişisel

kavgalarımıza geri döneceğiz. Çirkin, çürümüş ve vicdanını kaybetmiş bir dünyaya yeniden döneceğiz.

O zaman bunu hatırlayalım. Akif Emre'den esirgediğimiz ve şimdi pişman olduğumuz hakkaniyeti, onlar

yaşarken sahibine teslim edelim.

Onlar yaşarken hakkını vermek, onlar yaşarken kıymetini bilmek, onlar yaşarken sözünü dinlemek, onlar

yaşarken hürmet etmek Akif ağabeyin de istediği şeydir.

Dünyada gözü olanı değil, insanlık için sözü olanları bulmalıyız.

Hesabı olanı değil, derdi olanı bilmeliyiz.

Eğilip büküleni değil, haksızlık karşısında dimdik duranı seçmeliyiz.

Ortalıkta şefaat dileneni değil, kuytulukta kavga vereni görmeliyiz.

İhsanın pişinde olanı değil, izanı olanı bulmalıyız.

Her daim hakkı söyleyen, her daim Hakk'a tapan insanlarımız var.

Onları da kaybetmeden, pişman olmadan, hayıflanmadan geride kalan Akifleri görmeliyiz.

Bunu başkasından beklemeyin. Siz yapın.

Arayın onları, ziyaret edin, yazılarını okuyun, sözünü dinleyin, elini tutun.

Ona öldükten sonra söyleyeceklerinizi yaşarken söyleyin.

Ona öldükten sonra vereceğiniz kıymeti, yaşarken teslim edin.

Sayıları çok az kaldı.

Onlara dava adamı deniyor.

Yaşarken hakkını verin bu kıymetlerin.

Arif

Aydın ÜNAL / Yeni Şafak 25.05.2017

Kendi kendime “hiç 'arifimiz' kaldı mı?” diye sorduğumda aklıma gelen ilk isimdi Akif Emre…

Akif Emre bir “entelektüel” değildi, bir “aydın” da değildi; bir münevverin ise çok çok ötesindeydi. Akif Emre, bir

“arif”ti.

Bir entelektüel kadar bilgiliydi, bir aydın kadar yerliydi; ancak Akif Emre, bilgisini, donanımını, sarsılmaz bir ahlak

ve maneviyat temeli üzerine inşa etmişti.

Çizgisi çok netti. O çizgiden hiç çıkmadı. Yalpalamadı. Rüzgara göre yön değiştirmedi. Eğilmedi, bükülmedi,

kırılmadı.

Popülizm hastalığına, şöhret tuzağına kaptırmadı kendisini. Televizyonun, sosyal medyanın cazibesine kapılıp

izlenmek, takip edilmek adına kendisi olmaktan çıkmadı.

İstese, mutlaka çok para kazanabilirdi. Belediyelerin, derneklerin, vakıfların, grupların, cemaatlerin suyuna

gidip, onların hoşlanacağı sözler söyleyip, onların kapısında proje kovalayıp refah içinde bir hayat sürebilirdi.

Fikrin ve fikrinin namusunu en başından en sonuna kadar sımsıkı muhafaza etti.

Kalemini, gücün, şöhretin ve paranın tasallutuna teslim etmedi.

Giderken, rahmet-i Rahman'a vasıl olurken, arkasında ibretlik bir kare bıraktı: Bir bardak su, yarım bardak çay ve

yarısı yenmiş bir poğaça.

İki gündür hakkında yazılanlara bakıyorum da; çok az kimseye arkasından böyle konuşulmak nasip olur.

Yaşarken olduğu gibi, vefatından sonra da bir tek kem söze, bir tek olumsuz cümleye muhatap olmadı.

Bir ahlak abidesiydi. Güzel insandı. Hem mütefekkir, hem de ahlaklı olunabileceğini bütün ümmete, bütün

dünyaya gösteren bir erdem timsaliydi.

Akif Emre'nin yüreği İslam coğrafyasının aynasıydı. Kudüs'ü onun sayesinde hiç hatırımızdan çıkarmadık;

Saraybosna'yı onunla tanıdık; Endülüs'ten Açe'ye, Müslümanların sızısını onun sayesinde yüreğimizde hissettik.

Son yıllarda artık çok zor yazıyordu Akif Emre. Cümlelerinden, kelimelerinden, sıkıntısını anlamak, daraldığını

hissetmek mümkündü. Kimseyi kırmamaya, üzmemeye çabalıyordu. Öfkesini bastırıyordu. Son derece nazik bir

biçimde, anlaşılır şekilde uyarılar yapıyordu. Çürüme, yozlaşma, çölleşme tehlikesini ısrarla, hiç vazgeçmeden

Page 17: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

vurguluyordu. Bağırmadığı için sesi duyulmuyordu. “Sesim illa duyulsun” kaygısı içinde de değildi. Bir arif gibi

kalbiyle konuşuyor, kalplere hitap ediyor, söylediklerini sadece gönül gözü açık olanlar işitebiliyordu.

Artık çok imkânımız var: Gazetelerimiz, televizyonlarımız, yayınevlerimiz, STK'larımız, özgürlüklerimiz,

belediyelerimiz, iktidarımız, paramız var. Hatta entelektüellerimiz, aydınlarımız da var. Ama ariflerimiz gittikçe

azalıyor.

Ufkumuzu aydınlatan yıldızlar birer birer sönüyor.

Her türlü fırsatı, her imkânı, ihtiyacından fazlasını elinin tersiyle itip, kimseye borçlanmadan, minnet etmeden,

kalemine ahlak ve inanç hokkasından başka hiçbir yerden mürekkep çekmeden, eğilmeden, bükülmeden yazan

ve söyleyen münevver, mütefekkir ve ariflerimiz hızla eksiliyor.

Yine de umudunu hiç yitirmedi Akif Emre… “Müslüman umutsuz olamaz” şiarıyla daima umut aşıladı.

O umuttur ki, arkasında, Yeni Şafak gibi sarsılmaz bir irfan kalesi, asırlarca okunacak kitaplar, yazılar bıraktı.

Bir de “arif duruşunu” miras bıraktı Akif Emre… Ahlaklı, dürüst, namuslu mütefekkir ve münevver tavrını bir

numune olarak miras bıraktı.

Yaklaşan Ramazan hürmetine inşallah mekânı Cennet olsun Akif Emre'nin. Ailesinin, sevenlerinin, Yeni Şafak'ın,

elbette, bir “arif”ini daha öyle mahzun Hakk'a uğurlayan milletin ve ümmetin başı sağ olsun.

Bilvesile, Ramazan-ı Şerifimiz mübarek olsun.

O garip tecelli

Gökhan ÖZCAN / Yeni Şafak 25.05.2017

Garip bir tecellidir; Mayıs 'anma' mevsimi denilecek düzeyde bir veda ayı da. Ne çok isim bu ay hayata veda

etti…. Birer birer toprağa verilen isimlerin bir anda ne büyük boşluk bıraktıkları ancak onlar yolculuğa çıktıktan

sonra hissediliyor” diye yazmış Akif Emre 7 Mayıs 2013'teki yazısında.

Evet ne garip tecelli; ne kadar da Akif Emre'nin vedasının ardından yazılabilecek cümleler bunlar! Özellikle

gidenlerin geride bıraktıkları doldurulamaz boşlukla ilgili ifadeleri…

Evet, Akif Emre'yi de kaybettik işte bir Mayıs günü aniden ve geride bıraktığı boşluk orada öylece duracak belli

ki. 'Bir Akif gider bin Akif gelir' diyecek durumda değiliz; maalesef dolmuyor, doldurulamıyor Akif Emre gibi

'insan'ların yeri.

Her bulunduğu yerin hakkını veren, zamanın estirdiği cereyanlara kapılarak eğilip bükülenlerden, kıyılarımıza

vuran dalgalarla kafası karışanlardan değildi Akif Emre. Netti, berraktı, vakur ve sabırlıydı. Ne olduğunu, ne

olacağını bilemeyeceğiniz, duruşuna itimat edemeyeceğiniz yeni model insanlardan değildi.

İnce işçiydi, bıkmadan usanmadan bir kimlik olarak taşıdığı köklü hissiyatı yazarak, üreterek, eser vererek hem

yaşadı hem yaşattı. Akif Emre dendiğinde herkesin aklına belirgin bir portre geliyor olması bu duruşun, bu

istikrarın, bu berraklığın eseridir. Ardından söylenenlerin hep aynı kavramlarla kurulan cümleler olması da asla

tesadüf değil. Yakından tanıyan, uzaktan tanıyan, yazdıklarından tanıyan farklı kimlik ve tavırlardan insanlar

onun için hep aynı kelimelere müracaat ettiler: 'Ahlaklıydı' dediler mesela, 'vicdan sahibiydi' dediler, “Elif gibi

dimdikti” dediler, 'dosdoğruydu' dediler. Elbet bir hikmet vardı bunda; bir karar birliği, bir icma değildir de nedir

bu! Allah'ın bir kuluna diğer kullarının şahitliği değildir de nedir bu! Daha musalla başına gitmeden, daha İmam

efendi sormadan, cemaatin hep bir ağızdan 'iyi biliriz' demesinden başka nedir bu!

Biz böyleyiz, vadesi dolup gidenin ardından esirgemiyoruz muhabbetimizi. Keşke yaşarken de daha fazla kıymet

bilir olabilsek... Daha iyi bakmalıydık Akif Emre'ye, daha çok duyabilmeliydik söylediklerini, yazdıklarını...

Dostları biliyor neyi kastettiğimi; yaptıklarının çok daha fazlasını yapmayı istiyordu ve yapabilirdi. Bu imkânı

çoğu zaman esirgedik ondan. Bu kadar kalsın, uzatmayalım bu uzatılmaya müsait bahsi!

Page 18: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Akif Emre dünyadaki hikâyesini tamamladı ve asıl hikâyeye geçti. Ardında onun insanlığına, Müslümanlığına,

davasına sadakatine, vakur duruşuna, güzel adamlığına, samimiyetine, tevazuuna ve tükenmeyen gayretine

gönül rahatlığıyla şahitlik edebileceğimiz güzel hatıralar bıraktı.

Hepimizi bekleyen akıbet aynı; geldik, yaşadık ve vademizi doldurup göçeceğiz. Ama ardımızda bu kadar berrak,

bu kadar nezih ve bu kadar güzel bir hikâye bırakabilecek miyiz, asıl mesele bu!

İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.

Sen neden öyle değilsin Waldo?

Mehmet ŞEKER / Yeni Şafak 26.05.2017

Akif Emre… Yazdım, kaldım.

Fotoğrafına bakıyorum.

O uzaklara bakıyor.

Her zamanki gibi.

Objektife bakmayı pek sevmezdi.

Hep uzaklara bakardı, uzakları düşünürdü.

Sen neden öyle değilsin Waldo?

Haber Merkezi Yeni Şafak

Akif Emre'yi yazmak zor.

Böyle birden bire kaybetmişken…

Hepimiz biliyoruz bir gün son nefesimizi vereceğimizi de o gün çok ileride sanıyoruz.

Daha yapacak çok işimiz var çünkü.

Planlarımız var.

Her ölümün bizim için bir ibret olduğunu anlamak, yüksek bir idrak ister.

Akif isminin anlamına bakmakta fayda var.

“İbadet eden, i'tikafa giren… Bir şeyde sebat eden… Direnen."

Ne kadar isabetli.

Emre'nin karşılığı ise “âşık, müptelâ… Tutkun... Kardeş... Arkadaş."

Birleştirince çıkan, Akif Emre'nin kişiliğidir.

Bir gün önce son yazısını yazmış.

Page 19: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Kim bilirdi?

Başkaları yazısını okurken, o emaneti teslim etmiş.

Kimseye yük olmadan, hastalık çekmeden.

Böylesine temiz ayrılmak, herkese nasip olmaz.

Aniden kaybetmek sevenlerine zor.

O güzel yere gitti.

Güzel yaşamıştı.

Kimseyle kötü bir hatırası yoktu.

İnançlı, sapasağlam, dürüst.

İyilerden demek yetmez, en iyilerdendi.

Eleştirdikleri bile hakkını teslim eder daima.

Bu seneki Ramazan'da ne çok sevdiğimiz aramızda değil.

Akif Ağabeyimize de aziz şehitlerimize de bu seneki Ramazan'da oruç tutmak nasip olmayacakmış.

Çok özleyeceğiz.

Güzel hatıralarımızda teselli arayacağız.

Beraber güldüğümüz, üzüldüğümüz, mücadele ettiğimiz günleri yâd edeceğiz.

Böyle böyle kendi sıramızı bekleyeceğiz.

Hiç şüphe yok, o gün de gelecek.

Gittiğimiz yerde onlarla buluşursak ne âlâ.

Bosna deyince Akif Emre akla gelir.

Kudüs deyince, Açe deyince…

Bütün Müslüman coğrafya, onun sevdasıydı.

Çok seyahat etmeyi severdi.

Son seyahati en güzeli oldu.

Akif Emre kimsenin arkasından konuşmazdı.

Şimdi biz onun ne kadar iyi bir insan olduğunu, nasıl temiz yaşadığını anlatma durumundayız.

Evet, öyleydi.

Page 20: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Nadir bulunanlardan.

Onun kadar dosdoğru yaşayana kolay kolay rastlanmaz.

Hepimiz biliyoruz, farkındayız.

Fakat bir durup kendimize de bakmamız gerek.

Ya biri sorarsa: “Sen neden öyle değilsin Waldo?"

İstediğimiz kadar “Benim adım Waldo değil" diyelim.

Taş yerini bulmuştur…

Kimse kıvırmasın, kimse kaytarmasın. Ve hiç kimse gücenmesin.

Şapkayı önüne koyup ister iki dakika, isterse bir ömür düşünsün.

Akif Emre’ye rahmet

Ömer LEKESİZ / 26.05.2017

Ani vefat haberleri bir bıçak gibi kesiverirler hayatın akışını; bir elmayı ikiye bölercesine gündelik seyri iki bölerken, varlık ve yokluk, beka ve fena, dünya ve ahiret gerçeklikleri arasından inanç ile şüphenin kısa süreli bir çelişkini üretirler.

Şeyh San'an Tepesi'nden Tiflis'i seyrederken, Akif Emre'nin ani vefat haberini aldığımda, ben de bu duruma maruz kaldım; aynı bölünmeye ve aynı çelişkiye...

Haber, kavram, çelişki dediğimiz nedir ki, hepsinin bir ayetlik canı var. “Biz zaten Allah'a kulluk için varız, elbette O'na döneceğiz" der demez hepsini bitiririz. Ama ecel bıçağının acısı kolay bitmez çünkü o fıtratımıza bitişiktir; acı bizim içindir ve hatta bizi insan kılan şeylerin ilkidir.

Bundan olmalı ki, Endülüs'ün, Filistin'in, Balkanlar'ın, Afganistan'ın... kısaca yitirilmiş beldelerin yollarına düşmeden önce, kapısını çalarak mahzun coğrafyanın ilk dersini aldığım Akif Emre'nin vefat haberini yine böyle bir beldede öğrenmiş olmayı kaderin bir cilvesi sayarak kendi içimde makulleştirmeye çalışsam da bunu başaramadım. Çünkü Akif Emre yitirilmiş beldelerin benim kuşağımdaki ilk iz sürücüsü olmanın ötesine geçip, adını benim zihnimde oralarla bütünleştirivermişti.

Bundan böyle ne zaman Granada desem Akif Emre demiş olacaktım; ne zaman Kudüs desem Akif Emre'nin sanki Beytü'l-Makdis'e giden bir dehlizi daha geride bırakıyormuşçasına aydınlanan yüzünü görecektim.

Bu açıdan Akif Emre, örselenerek eprimeye uğratılmış coğrafi hafızamızın son zaman tamircisiydi. “Bismillah" diyen bir dili bulmak için gezdiği Kurtuba köylerini, “Ruhunu arayan Balkan Tekkeleri"ne o bağladı; Kırım sorunundan Arap Baharı'na, devrimini kaybeden İran'dan, ayrılıkçılarla barışan Malezya'ya o hat açtı.

Yitirilmiş beldeleri dikkatlerimize, hafızalarımıza yeniden kazandırırken, kendi yaşadığı zamanı ve şartları doğru anlamanın ve anlatmanın çabası içinde oldu hep Akif Emre.

Bu konuda oluşturduğu özel dilin ilkelerinden de hiç taviz vermedi. Şahısları değil olayları ve olguları ele aldı; kendi zamanının içinde durarak, belirsiz geleceği klişe hükümlerle manipüle etmeye yeltenmedi; hüküm cümleleri kurmaktan kaçınarak sözünü İslami vasatın içinden söylemeye çalıştı.

Page 21: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Bu bahsi net bir hülasa ile bağlamamıza, İbrahim Karagül'ün şu sözleri yeterli gelecektir: Akif Emre “(S)ağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, 'eyvallah'ı olmayan, omurgalı, onurlu bir 'adam'dı."

Böyleydi Akif Emre. O adam gibi adam olan bir İslamcıydı.

Onun için yukarıdan beri söylediklerimden, naklettiklerimden müreffeh ve mutlu bir Akif Emre sureti ürettiğimi zannedenler, yanılırlar.

Çünkü o bu değerlere, seçkinliğe, yetkinliğe kolay sahip olmadı. Belki bunlar kolay olsaydı, Akif Emre'de şu anlattığımız Akif Emre olamazdı.

Zorlukları kendi şartları ve ağırlıkları içinde eritmeye çalışarak, ferdi sıkıntılarını faş etmeyerek, özel sorunlarına birincil önem yüklemeyerek dava yürüyüşünü sürdürdü Akif Emre.

Onunla birlikte çalışmış olanlardan birkaçının yazısından fark ettim bunu asıl. O yazılarda sözlerini “Akif Emre ile şunu kurduk, o şu görevi üstlendi, çok çok başarılı işler yaptı" şeklinde bağlayanların, tam da o bağladıkları noktada başlardı Akif'in zorlukları. Niye normal bir refah dairesinin dışına itilmişti Akif Emre, neden aylar, yıllar süren işsizliklere mahkûm edilmişti? Bunun cevabını vermesi gerekenlerin suskunluğu, sorunun sorulacağı noktada başlıyordu.

Akif Emre, varlığı içine sinmeyen ekiplerle çalışmadığı gibi, çalışma ortamını ve çalışılan konuyu kendi bilgileri, deneyimleri doğrultusunda hak ettiği şekilde tanzim etmekten de kaçınmazdı.

Hal böyle olunca patronlarla ya da kendini patron sananlarla çatışması kaçınılmaz olur ve güzel niyetlerin, önemli işlerin zarar görmemesi adına geriye çekilmek de hep ona düşerdi.

Bu manada Akif Emre, ne patron çantasını ne de o çantanın içindeki proje dosyalarını taşıyacak denli muti bir eleman olmadı. Dolayısıyla siyasette ve sermayede etkili, yetkili kişilerle arasında varlığından memnun kaldığı bir mesafe oluşmuş oldu. Bu mesafe aynı zamandan onun müdanasızlığı, boyun bükmezliği, eyvallah etmezliği demekti.

Kaldı ki, örneksiz bir fiil veya tavır da değildi onunkisi.

Akif Emre'nin yalnızlığında Mehmet Akif'in, Elmalılı Hamdi Yazır'ın, Gönenli Mehmet Efendi'nin... ve daha birçok mümtaz İslamcının yalnızlığından bir pay vardı.

Rabbimiz'in rahmeti üzerine olsun.

Akif Emre, Ramazan ve ölüm Yasin AKTAY / Yeni Şafak 27.05.2017

İşte ömrümüzden bir belirlenmiş vakit daha geçti ve bir Ramazan ayı daha bütün ihtişamıyla gelip hayatımızın

orta yerine sökün etti. Onunla birlikte Hilal, oruç, sahur, davul, iftar, imsakiye, teravih, Kur'an tilaveti, fitre,

zekat, infak ile birlikte bir anda zenginiyle, fakiriyle, doğulusuyla batılısıyla, Güneylisiyle Kuzeylisiyle, Arabıyla

Türküyle, yaşlısıyla genciyle, kadınıyla erkeğiyle bütün bir ümmet birbiriyle aynı dünyanın insanları haline

geliveriyor, aynı ruh ve mana iklimini teneffüs etmeye başlıyor.

Sorsalar çok iyi bildiğimizi söyleyeceğiz ama işte dünya gaileleri arasında unutuveriyoruz, yaşadığımız dünyaya

da zamana da, hatta kendi bedenimize de bırakın hakim olmayı, sahip olmadığımızı da..

Ramazan tam da kuruluvermiş olduğumuz dünyaya çok da fazla alışmamamız gerektiğini her yıl önceden

belirlenmiş vaktinde gelip yeterince hatırlatmıyor mu?

Page 22: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

“11 ayın sultanı" olarak isimlendirilen Ramazan, zaman üzerinde, hayat ve memat üzerinde hatta kendi

bedenimiz üzerinde mutlak varlığın tartışılmaz saltanatını okur bize.

Dünya gaileleri dağıtır bizi. Birliğimizi gevşetir, bütünlüğümüzü sulandırır. Hele şehrin herkesi bir kenara atan,

birbirine bigane kılan, farklılaştırıcı, ayrıştırıcı işbölümü ve koşuşturmacası insanı kendi benliğine, bireyselliğine

kapatıyor.

Modern dönemde buna bir de herkesin narsizmini kışkırtan, bireysel özgüvenlerini patlatan hümanizmini

kattığınızda, insanın kendini ölümün, ahiretin olmadığı bir alemde yaşıyor zannına kaptırması işten bile değil.

Oysa ölüm de var ahiret de var ve dünyamızın gaileleri bize bunu unutturur. O gailelere kaptırdıkça kendimizi

kendi felaketimize doğru yol alırız. Dünyada bizden başkalarına karşı da bir sorumluluğumuzun olduğu gerçeğini

hatırlamayız bile. Kendi zindanımızın karanlığına kapanırız. Üstelik onu nefsimiz bize bir saray gibi gösterir.

Orada oyalanır dururuz.

Allah'tan Ramazan var. O'ndan bir rahmet olarak…

Ramazan, biz lakayt kalsak bile, çoğu kez bizim lakaytlığımızı bile aşarak bize ulaşır. Ondan kaçış yok. Her yıl gelir

ve bizi o karanlık benlik zindanımızdan, ebedi ve gerçek zannettiğimiz aslında fani ve bir oyun ve eğlenceden

ibaret olan hayatın gailesinden kurtulup yükselmeye çağırır. Bunu o kadar güçlü bir şekilde yapar ki, o sese

ancak gözlerini, kulaklarını, vicdanını kapatarak gafil kalmak mümkün.

Ramazan tek başına bir uyarıcı, bir davetçi, bir elçidir. Bize ait zannettiğimiz hiçbir şeyin bize ait olmadığını,

dünyanın faniliğini ve eninde sonunda ölüp gideceğimizi bize hatırlatarak bu dünyayı bu hakikat ışığında

yaşamaya davet eder. Davet etmekle kalmayıp, göz ve kulak verirsek, bizi bu istikamette bir hayata hazırlar,

eğitir.

Bu dünyada başkalarının da var olduğunu ve bizim onlara karşı da sorumlu olduğumuzu öğretir.

Her birimize bir iradenin bahşedilmiş olduğunu ve bu dünyanın sınırları içinde bize tevdi edilmiş görevleri yerine

getirebilmek için bu iradenin fazlasıyla yetiyor olduğunu, oruçla bilincimize nakşeder.

Ölmeden önce ölmeyi öğretip, ölümü hayatın bir parçası olarak kabullenmeye hazırlar. Ölümü hayattan ayıran

her girişim insanın yeryüzündeki insana kulluğunun, zilletinin önünü açar. Hepimiz Allah'a aitiz ve hepimiz ona

döneceğiz. Oysa ölümün bilincine vakıf olanlar için dünya hayatı hiçbir kulun önünde eğilmeye, bir menfaat için

bin bir fırıldak çevirmeye değmez.

Hele rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümünden sadece birkaç saat önce dediği gibi “iki saniyesine hakim

olamadığımız bu dünya için fırıldaklar çevirmeye değmez". Merhum, bu sözleri ölüm gerçeğine vakıf olduğuna

dair bizi şahit tutmak üzere söylemişti.

***

Ramazan'a tam 3 gün kala değerli dostumuz, kardeşimiz Akif Emre'nin ölümünü yaşadık. Ölmeden önce ölmeyi

öğreten Ramazan'a onun ölümüyle vermiş olduğu dersle girmiş olduk. Akif Emre ile çok yakın bir mesaimiz

olmadı. Ama birbirimizi iyi okuduğumuzu biliyordum. Tanışıklığımız sanırım 25 yıl kadar önce bir kitap fuarında,

yeni çıkarmakta olduğumuz Tezkire dergisinin standını ziyaret etmesi üzerine, son görüşmemiz de bir ay önce,

Selçuk Üniversitesinden değerli dostumuz Prof. Köksal Alver'in vefat eden hanımının cenaze-taziyesinde

olmuştu.

25 Yıl önceki ilk görüşmemizde Tezkire'nin çıkışını izlediğini ve takdir ettiğini söylemişti. Sonraki sayılarına da

çok değerli katkılarda bulunmuştu.

Page 23: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Yeni Şafak'ta beraber yazarlığımız esnasında zaman zaman ortak tartışmalara girdik. Kimlik siyasetine karşılık

değerler siyasetine yaptığı uyarıcı vurguya tamamen katılmış ve İslamcılığın bir tür “Müslüman milliyetçiliği"

veya “Müslümancılığa" dönüşme tehlikesiyle ilgili tespitine hak vermiştim. O bu tehlikenin adını “bizden

olanların siyaseti" veya “klan siyaseti" olarak koymuştu ve, İslami değerleri gözeten adil bir siyaset yerine bir tür

Müslüman milliyetçiliğini (Müslümancılık) ikame etmenin, İslami siyasetten bir sapma olduğunu anlatmaya

çalışıyordu. Akif'in hayatına, davasına, mücadelesine, duruşuna, kalitesine dair onu daha yakından tanıyanlar

çok şeyler söyledi, söylenmeye devam edecek.

Ölümüyle, ölüm biçimiyle geride bıraktığı mirası çok daha anlamlı ve okunmaya, anlaşılmaya değer kıldı. Bu

miras hiç kuşkusuz, her bakımdan okunmaya, üzerinde durmaya, çalışılmaya, öğrenilmeye değer.

O, bu türden uyarılarını, eleştirel duruşunu ve mesafesini hiçbir zaman eksik etmediği halde, bu mesafeler

söylediklerine karşı kayıtsız kılacak türden mesafeler olmadı. Bir hesap gütmeden, eğilmeden, bükülmeden

yaptığı eleştirilerin gerçekten uyarıcı, hayrı hatırlatan, iyilik gözeten eleştiriler olduğundan kimsenin kuşkusu

yoktu, o yüzden duymazdan gelinecek türden değildi.

Ramazan ayının arefesindeki ölümüyle sadece kendi ölümünü yaşamadı, bize de kendi ölümümüzün ne kadar

yakın olduğunu hatırlatmayı ihmal etmemiş oldu. Allah Salihler zümresiyle, ebrar ile haşr etsin, mekanı cennet

olsun.

Kur'an'ın indirildiği, dolayısıyla aynı zamanda “Kur'an ayı" olan Ramazan ayınız, Kur'an'ın mana ve bereketiyle

dopdolu olsun, mübarek olsun.

Akif Emre’nin emaneti Leyla İPEKÇİ / Yeni Şafak 27.05.2017

Sevdiklerim göçünce hep sükut ederim. İnsan sevdiğini kendi mahrem sözcüklerine saklıyor. Ölümü üzerine kamuya açık bir diplomatik dil geliştiremiyor hemen. Bu sebeple de nadiren paylaşabiliyorum samimi hislerimi. En son Ayşe Şasa hanım göçtüğünde, ki gerek Akif Emre'nin gerekse benim çok sevdiğimiz bir yakınımızdı, hiçbir şey söyleyemedim. Ne arayan gazetecilere, ne söyleşi isteyenlere, ne de ekrana çağıranlara. Hiçbirine tek kelime etmek gelmedi içimden. Ama bu kez farklı oldu. Akif Emre'nin vefatını öğrendiğim andan beri etrafımdakilere onu anlatıyorum, ondan bahsediyorum, içimi dökmeye ihtiyaç duyuyorum. Buna yol açan, onun Kayseri'den can dostu Dursun Çiçek bey oldu biraz da. Daha yeni İstanbul'da bir araya gelmiştik ve Akif Emre Kayseri'de olduğu için, artık o dönünce birlikte iftar yaparız demiştik. Tivitır'da ölüm haberini görür görmez Dursun beyi aradım. Abi doğru mu derken... Ağlıyordu o. Ben de ağlıyormuşum. Hiçbir şey konuşamadık. İşte bu sebeple yazıyorum belki de şimdi. Birkaç yıldır Akif Emre'nin eşi Dürdane ablanın hazırladığı bereketli iftar sofrasına oturuyorduk hep birlikte. Şimdi Ramazan'ın ilk günü Akif Emre ve Ayşe Şasa hanımla birlikte Ayşe hanımın evinde yaptığımız son iftarı hatırladım. Bu yıl birlikte daha yalnızız.

*** Akif Emre'yle ilk uzun sohbetlerim birlikte gittiğimiz İran seyahatinde olmuştu. On yıl önce. Şimdi artık bir araya gelemeyecek onlarca kişiyle birlikte Şiraz, İsfahan, Hafız'ın kabri, Nakşı-ı Cihan meydanı, Kırk sütun sarayı derken, epey anı biriktirmiştik. İsfahan'da gittiğimiz Cuma'yı sonradan ne kadar uzun konuşmuş, anlamlandırmaya çalışmıştık. Dünya o zamandan beri defalarca değişti. Akif Emre'nin yorumları, gözlemleri hep güncel, hep ideolojik katkısız, hep sahici oldu. En son Berat gecesi Saraybosna'dayken mesaj attım ona. Meydandaki sebilden su iç dedi bana. Oradaydım, hemen içtim.

Page 24: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Saraybosna deyince aklımıza o geldiği gibi, Endülüs deyince, Moriskolar deyince de o gelirdi. Şehre papağanlar gelince eşim Semih “bak Akif'in papağanları" derdi. Erguvan deyince, Erciyes deyince... Kudüs'ten döndüğümde yazdıklarımı ilk paylaştığım kişilerden biriydi. Çünkü Kudüs deyince de uzun süre o geldi hep aklımıza. Evet İslam coğrafyası, işgaller, çatışmalar, savaşlar, Arap baharları derken Türkiye'nin sayısız iç meselesi esnasında hep dertleştik onunla. Cumhuriyet mitingleri, Pkk saldırıları, Ergenekon, Fetö, canlı bombalar, Gezi, 15 Temmuz... Bazen tek, bazen ailecek buluştuk konuştuk. Benimle paylaştığı bütün öngörüler olduğu gibi çıktı. Bunu ilk kez şimdi değil, ona da defalarca söylemişimdir. Şahitlerim dahi var. Olaylara tabiri caizse ayne'l yakin gözlüğüyle bakabilen vehimsiz vesvesesiz, takıntısız görebilir. Yani olduğu gibi. Akif Emre'yi bence çevresindeki diğer coşkulu dava arkadaşlarından ayıran en önemli özelliği serinkanlı ve olduğu gibi bakabilen biri olmasıydı. O sebeple baktığında bütününü görüyordu olayın.

*** Günlerdir Akif Emre'nin dik duruşundan bahsediyor onu sevenler. Davamızın ilk günleri diyorlar, idealist zamanlarımız diyorlar. Birlikte yola çıkmıştık diyorlar. Bunları okurken geldiğim laik sol çevredeki tecrübelerim geldi ister istemez gözümün önüne. 80 sonrası idealizmin yerini hayatın gerçekleri almaya başladığında liberalleşen, o zamanki tabirle reklamcı olan, sivilleşen, örgüt işlerinden uzaklaşan nice yakınımın değişim ve dönüşüm karşısındaki tutumlarını düşündüm. Birbirini değişmekle suçlayanlar, nedamet getirenler, kendini değiştirmeden dünyayı değiştirmeye kalkmanın anlamsızlığını haykıranlar, bunlara hiç takılmadan bildiğini okuyanlar vesaire. Hepsi gerçekti, hepsi kendince haklıydı. Biz de içinde bir yerlerdeydik. İktidar ile olan ilişki derken direkt devlet muhalifliği anlamına gelirdi bizler için adaletin asli tecellisi. Zımni bir önkabuldü bu. Ne kadar değişirseniz değişin, bu önkabul içinde geniş bir ittifak topluluğu olarak herkes bir aradaydı yine. İslam ümmetinin dertleriyle dertlenme üzerinden Akif Emre'nin mahallesinde de bir geniş ittifak kurulmuştur. Fakat içine girdikçe irili ufaklı onlarca farklılaşma, yüzlerce ayrışma vardır. AKP iktidarıyla birlikte bu ayrışmalar elbette daha alenileşti. İnsanların güçle ilişkisi belirginleşti, itibar edilen değerler gündelik hırslara rehin bırakıldı vesaire. Bizim için 'deja vu' oldu bir bakıma. Ama nihayetinde Allah'ın tekrarı yok. Pek çok açıdan benzese de, özünde farklı bir ayrışma bu mahallede gördüğüm. İşte Akif Emre'yle on küsur yıla yayılan dostluğumuz bu ayrışma kriterlerinin çok ötesindeydi.

*** Onun vefatıyla, onun dik duruşundan dem vuran eski dostlarının ne kadar değiştiğinin ikrarını gördüm. Deforme olmuşluğunu, güç ve mülk düşkünlüğünü, yol şaşırmışlığını, ilkelerin yitirmişliğini gördüler onun vefatıyla. Akif Emre işsiz kaldığında bile hak bulmadığı işleri yapmayarak, çıkar odaklı davetleri reddederek, kimsenin artı değerinden nemalanmayarak dosdoğru yaşadı. Bu yaşama biçimiyle onların dünyevi hırslarına ayna oldu. Bedeli ne kadar ağır olursa olsun, kimseye şikâyet etmedi. Ödün vermedi gerçeğinden. İşsiz kaldığında onu arayıp sormayanların cenazede ön safta gösterişe kalkışmalarını seyrederken biz, Nihal Bengisu Karaca şöyle dedi: “Belki birçok konuda ayrı düşüyorduk. Ama hayatımda el emin sıfatını kullanabileceğim tek kişiydi tanıdığım!" Evet, Akif Emre bundan böyle herkesin vicdan ölçüsü olacaktır. Bundan gayrı emanet mi olur ehline!

Akif Emre’nin ardından Müfit YÜKSEL / Yeni Şafak 27.05.2017

İnsan hayatı, dünyadaki ömür sermayesi ile mahdut. Bu sermaye tükendiğinde, ruh bedenden ayrılır, dünya hayatı ile tüm alakası kesilir ve Ahirete/ebedi âleme intikal eder. İnsanlar, tanıdıklarımız, dostlarımız, akraba ve taallukatımız bir bir önümüzden geçip, öbür dünyaya intikal ediyor. Ta ki, “Her Nefis Ölümü Tadıcıdır.“ (Al-i İmrân, 185) âyet-i kerimesinde buyurulan kaide mucebince sıra bize gelinceye değin.

Page 25: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Salı günü öğleden önce, sosyal medyada “Akif Emre Hayatını Kaybetti” kaydını görünce birden bire, ani bir şokla dona kaldım. Bir anda kadim bir dostunuzun vefat haberi ile karşılaşıp sarsılıyorsunuz. 1976 yılıydı. O dönemde henüz Fatih-Gelenbevi ortaokulunda öğrenciydim. Rahmetli Ağabeyim Şehid Metin Yüksel, son derece enerji dolu, hareketli, karizmasıyla çevresini etkileyen bir hayatın içindeydi. Fatih Camii çevresindeki/külliyesindeki, ünlü Fatih Medreselerinin Sahn-ı Semân binaları Vakıflar Umum Müdürlüğünce Yüksek Tahsil Talebe Yurdu olarak kullanılmaktaydı. Soğuk savaş dönemi ideolojilerinin gençliği peşinden sürüklediği, bu yönde sağ-sol çatışmalarının zirvelere tırmandığı o yıllarda, “Vakıflar Yurdu” denilen yurtlarda daha ziyade Anadolu'nun çeşitli şehir ve kasabalarından gelmiş, muhafazakâr ve mütedeyyin öğrenciler kalırdı. Akdeniz tarafı medrese binalarında da Yıldız Mimarlık Mühendislik Akademisi öğrencileri neredeyse toplu bir şekilde bulunurdu. Bu yüzden de, bu öğrencilere “Yıldız Grubu“ denirdi. Bu öğrenciler, Akif Emre ve Mehmet Emre başta olmak üzere, İskender Paşa Cami-i Şerifinde Nakşibendiyye-Hâlidiyye usûlü üzere irşâd faaliyetinde bulunan, bir zamanlar Vilâyet/Bâb-ı Ali karşısındaki Gümüşhanevi Dergâhı meşâyihinden Tekirdağlı Mustafa Feyzî Efendi'nin (Vefatı: 1926) ecille-i hulefâsından Merhum Dağıstanî/Brusevi Şeyh Mehmed Zâhid (M. Zahid Kotku: Vefatı: 13 Kasım 1980) Efendi'nin terbiye/irşâd halkasına dahil olmuşlardı. Rahmetli Şehid ağabeyim, 75-76 yıllarında bu yurtta kalan öğrencilerden bir hayli arkadaş, çevre edinmişti. Bunların en başta gelenleri: Abdülvahhab Demirel, Ebubekir Doğan, Süleyman, Sıddık ve Mustafa Kara kardeşler, Mehmet Güney, Mehmet Çetiner, Akif Emre ve amcazâdesi Mehmet Emre'ydi. Ben de ağabeyim vasıtasıyla, daha ortaokul öğrencisiyken, hepsini o yıllarda tanımıştım. O yıllarda tanıdığımız bu insanların bir çoğu ile daha sonraki yıllarda da irtibatımız şu veya bu şekilde devam etti. Salı günü kaybettiğimiz Akif Emre ile yurt dışında bulunduğu yıllar dışında irtibatımız süregeldi. İstikâmet üzere olması ve entelektüel birikimi, literatüre hâkimiyeti, duruşu ve tevazusu ile tebarüz/temayüz etti. Bu hasletlerini vefatına kadar hiç mi hiç kaybetmedi. O yüzden, avami bir tabirle “gariban” olma hususiyetini hep korudu. İstikâmetinden şaşmadığı, kıvırmadığı ve tevazudan taviz vermediği için de neredeyse kalabalıklar içinde hep yalnız/tenha kaldı. Elinden nerdeyse hiç tutulmadı. Çoğu zaman birbirimize dert yanardık. İçimizi birbirimize dökerdik. İslâm Dünyasının birçok ülkesindeki sorunların bizzat adeta içindeydi. Endülüs/Mağrip, Bosna, Arnavutluk, Filistin, Yemen, Erbil-Süleymaniye, Hint Alt kıt'ası, Rohingya, Patani, Malezya/Endonezya'ya kadar uzanan büyük bir coğrafyayı kucaklıyordu zihni. Gazetecilik/yazarlık hayatında hep bu dertlerle dertlenip, başarılı bir şekilde yazıya döktü. Başarıya imza attığı belgeseller yaptı. Akabe Yayınları, İslâm Mecmuâsı, İnsan Yayınları, Bilim Sanat Vakfı-Küre/Klasik Yayınları, Kanal 7 gibi yayın kuruluşlarında editörlük/direktörlük yaptı. Yeni Şafak gazetesinin kuruluşunda yer aldığı gibi, bir dönem genel yayın yönetmenliği görevinde de bulundu. “Dünya Bülteni” haber-yorum sitesinde yayın yönetmenliği yaptı. 8 Mayıs'tan beri genel yayın yönetmenliğini üstlendiği Haberiyat sitesinin bürosunda Salı günü 60 yıllık hayatı noktalandı. Akif Emre, sahiciliğiyle yazılarında, acıları/trajedileri hep hissettirdi. Bilgisi/birikimi ve muhakemesinin yanı sıra meramını ifade kabiliyeti ile yazılarını süslerdi. Yazılarında İslam'ın, Fatiha ve Hûd suresinin emrettiği istikâmetten hiç sapma göstermedi. Yazılarında ağır başlılıktan da taviz vermedi. Bu yönlerinden dolayı, son yıllarda onun gazete yazılarını sosyal medyada sıkça paylaştığım olmuştur. Bölgemizin, coğrafyamızın, Müslümanların birçok sorunu ile ilgili bilgi ve değerelendirmelerimizi birbirimizle paylaşır dururduk. Zaman zaman da, Müslüman Dünyanın Balkanlar ve Kürt Sorunu gibi ana konularına ilişkin, Dünya Bülteni'nde Yuvarlak Masa Toplantıları düzenlerdik. Akif Emre gibi insanların sayısı maalesef artık hep azalma gösteriyor. Yerleri doldurulamıyor. Gittikçe ender bulunan hale geliyorlar. Son kırk yılın istikâmet üzere olan önemli bir şahidini, müstakim/bilge, kadim bir dostumuzu kaybetmenin derin acısı/üzüntüsü içindeyim. Allah (C.C) bizleri de son nefese kadar Sırât-ı Müstakim/İstikâmet üzere olanlardan eylesin. Cenâb-ı Allah (C.C) 'ın sonsuz rahmeti üzerine olsun. Mekânı cennet olsun. Onun ve tüm geçmişlerimizin ruhuna bir Fatiha ihsan edelim.

Page 26: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Üç Akif Emre: Ahlâk anıtı, dava adamı ve fikir adamı

Yusuf KAPLAN / Yeni Şafak 26.05.2017

Akif Emre, ölümüyle bize ders verdi, gitti bu dünyadan...

Hiçbir zaman makama, mevkiye, paraya, pula tenezzül etmedi.

Dünyayı, dünyanın ayartıcı nimetlerini elinin tersiyle itmekte bir ân bile tereddüt etmedi.

Çürüme ve bozulma zamanlarında, iyi bir Müslüman olarak yaşama mücadelesinin nasıl verilebileceğini, esen

rüzgârların, fırtınaların önünde savrulmadan nasıl dimdik durulabileceğini ve umut olunabileceğini bizzat kendi

hayatında gösterdi.

Siyasanın ve piyasanın peşinden koşturmadı, yalnızca hakikatin izini sürdü. Geçici olanın ayartısına kaptırmadı

kendisini; o yüzden istikametini yitirmedi; zorlu, yorucu ama ülkemizin, medeniyet coğrafyamızın ve insanlığın

ekmek kadar su kadar ihtiyacını hissettiği hakikatin yeniden hayatımız olması için nefes alıp.. verdi.

Allah (cc) rahmetiyle muamele etsin. Efendimizin (sav) Livaü'l-Hamd sancağı altında toplanmayı ihsan etsin.

AHLÂK ANITI, DAVA ADAMI VE FİKİR ADAMI

Üç Akif Emre vardı: Hem ahlâk anıtı hem dava adamı hem de fikir adamıydı Akif Emre.

Bu üç özelliği, kişiliğini, fikir ve zihin dünyasını şekillendiren kaynakların sağlamlığından kaynaklanıyordu.

Akif Emre, Mehmed Zahid Kotku Hazretleri'nin dergâhından yetişmişti. İskendepaşa'nın son kuşağındandı.

Derviş biriydi Akif. Dervişliği, oradan geliyordu.

Öte yandan fikrî olarak üstad Necip Fazıl'ın Büyük Doğu ocağından beslenmişti: Özellikle de Kayseri'de bu

ülkenin değeri bilinmeyen en parlak düşünürlerinden, üstadın dizinin dibinde yetişen Ali Biraderoğlu ve

çevresindeki halka, Akif Emre'ye, hem dava şuuru kazandırmış hem de fikir hayatının hayatiyetini hatırlatmıştı.

Akıncılar ve MTTB'de aktif görev alması, bu dava şuurunu pekiştirmişti.

Akif Emre'nin fikir hayatının derinleşmesi, fokur fokur kaynayan bir ruha dönüşmesi üstad Sezai Karakoç'la ve

Diriliş fikriyatıyla tanışmasıyla gerçek olmuştu.

Gerek Sezai Karakoç'un gerekse İsmet Özel'in her hâl ve şartta müstakim ve muhkem duruşları, Akif Emre'nin

hem ahlâkî duruşunu, hem fikrî konumunu hem de dava şuurunu taptaze ufuklara taşıdı, diri tuttu.

BU TOPRAKLARIN RUHU: YERLİLİK FİKRİ VE MEDENİYET BİLİNCİ

Türkiye, Akif Emre'den yararlanamadı. Siyasa'nın ve piyasa'nın peşinden koşturmaması, iktidardaki

arkadaşlarımızın Akif Emre'ye her zaman saygı duymalarına yol açtı ama onun gerek ahlâk anıtı özelliğinden

gerek dava adamı hasletlerinden gerekse fikir adamı kaygılarından uzak durmalarına yol açtı, ne yazık ki.

Akif Emre gibi müstakim insanların ölümüyle hatırlanması, bu ülkenin İslâmî kesimlerinin eziklik psikolojilerinin

ürünü. Bunu üzülerek söylüyorum ama gerçek bu.

Oysa “yerlilik" fikrini medeniyet bilinciyle lime lime işleyen fikir adamlarımızın başında geliyordu Akif Emre.

Akif Emre'nin yerlilik fikri, bir varoluş bilincine dayanıyordu: Bu topraklarda ekilen tohumların yeşerttiği ruhu,

iliklerine kadar yaşıyordu Akif Emre o yüzden.

Bu toprakların yeşerttiği ruhun sunduğu ümmet şuuru ve medeniyet ufku, onun hem bütün mazlum

Müslümanların dertleriyle bizzat hemdert, hemdost ve hemhâl olmasına, o yüzden Balkanlardan Moro'ya,

Patani'ye, Afganistan ve Pakistan'a kadar bizzat adım adım yolculuk yapmasına yol açtı hem de Endülüs

Müslümanlarının yaşadığı acıları iliklerine kadar yaşamasına, bu nedenle insanlığa bıraktıkları mirasın gün ışığına

çıkarılması çabasına soyunmasına imkân tanıdı.

Page 27: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

İslâmî siyaset erbabı, 40 yıldır fikir üreten, davasının izini süren, ahlâkı üzerinde titreyen Akif Emre'den de,

kuşakdaşlarının fikirlerinden de, onların üstadlarının fikirlerinden de yararlanamadı, ne yazık ki.

Oysa fikriyatsız tatbikat olmaz'dı. Fikriyat inşa edilecek, külliyat geliştirilecek ve ondan sonra medeniyet

yolculuğuna -emin adımlarla- soyunabilmek imkân dâhiline girebilecek'ti.

DOST...

Akif Emre'nin vefatı, en çok bizim gibi yakınlarını (Akif, bacanağımdı) ve yakından tanıyan dostlarını,

arkadaşlarını sarstı.

Takdir-i ilâhî elbette ama “erken" vefatı, hepimizde deprem etkisi yaptı.

Yüreğimiz yandı.

Vefatından itibaren bizleri yalnız bırakmayan, acımızı deriden, yürekten paylaşan Hüseyin Su Ağabey'e, Hasanali

Yıldırım kardeşime, Mustafa Şahin kardeşime, Semih Kaplanoğlu kardeşime, değerli eşi Leyla İpekçi kardeşime,

Cihan Aktaş kardeşime, Salih Tuna kardeşime, Cevat Özkaya Ağabey'ime, Suavi Kemal Yazgıç kardeşime,

Ebubekir Doğan kardeşime, Kemal Öztürk kardeşime, Kayseri'den koşup gelen Dursun Çiçek ve Yusuf Yerli

kardeşlerime ve Bosna'dan cenazeye yetişen Bosna'nın millî şairi Cemalettin Latiç kardeşime yürekten teşekkür

ediyorum.

İsimlerini zikredemediğim, taziye bildiren, cenazesine gelen, üzüntümüzü paylaşan bütün kardeşlerime de kalbî

şükranlarımı iletiyorum.

Burada Yeni Şafak'ı sahiplenmeye başladıkları andan bu yana bütün baskılara rağmen Akif'i sahiplenen Ahmet

Albayrak Ağabey'e ve Akif'in vefatı üzerine seferber olan İbrahim Karagül kardeşimin şahsında bütün Yeni Şafak

ve tvnet ekibine çok teşekkür ediyorum.

İbrahim Kalın kardeşim, kardeşliğini gösterdi yine.

Osman Ağırman kardeşimin hakkını ödeyemeyiz. O ne güzel dost, o ne güzel kardeş! Akif'i millî şairimiz Mehmet

Âkif'in yakınına defnettirmek çok güzel bir incelik.

Mehmet Güney Ağabey'in şahsında bütün birlikte yürüdüğü yürek ülkesinin çocuklarına da yürek dolusu

teşekkürler.

Akif'le biz ikiz kardeş gibiydik. Hayallerimiz, rüyalarımız, dünyalarımız birdi.

O yüzden bu yazıyı çok zor yazdım. Ellerim tuşlara gidip geldi, gidip geldi. Çok zorlandım.

Cenaze namazı ve defin işlemi sırasında da çok zorlandım. Yaşayan bilir. İbrahim Tenekeci, Sadettin Acar, Yusuf

Armağan, İsmail Kılıçarslan ve İsmail Doğu kardeşlerim destek verdiler. Sağolsunlar. İbrahim Tenekeci

kardeşimin ve yürek ülkesinin çocuğu Sibel Eraslan'ın kardeşliklerini, dostluklarını unutmam mümkün değil.

Allah (cc) kimseye böyle dayanması zor acılar yaşatmasın.

Akif Emre, ahlâk anıtı, dava adamı ve fikir adamı kişiliğiyle vefatıyla bize güzel bir ders verdi, bu dünyada

yaşayan bu dünyayı yaşamayan, ön alan, ön açan güzel bir insanın asıl vefatından sonra “yaşayacağını" gösterdi.

Öncüydü, önden gitti.

Yüzünde nur vardı. Allah (cc) rahmetini esirgemesin.

Bir Fatiha gönderirseniz...

Eyvallah.

Âkif

Kemal SAYAR / Serbestiyet 29.05.2017

Bu dünyadan gülün kokusunu izleyen bir adam geçti. Dünyanın rengine kanmayan, çerçöpe aldanmayan sahici

bir adam. Dertli bir adam, derdini sevmiş bir adam. Nasıl yaşarsak bu dünyada, öyle ölüyoruz. Etrafı gürültüye

vermeden yaşayan güzel bir insan, kimseyi ürkütmeden sessizce Rahmet’e gitti. Ardında gül kokusu ve anlamlı

bir hayat bırakarak. Ezberlenmiş sözlerden uzağa, verilmiş bir söze gitti.

Page 28: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Binlerce mil ötede, Türkiye’nin akşama karıştığı, seninse yeni bir sabaha uyandığın bir günde cep telefonuna

düşen mesaj, dostunun ölümünü haber veriyor. Usulca bir yaprak toprağa düşüyor, en zarif, en müstağni

süzülüşüyle düşüyor toprağa. Bıraktığı kavis onurlu bir hayatın haritasını çıkarıyor. Orası istiğna makamıdır, bir

çarh için feleğe temenna etmeyenleri, dünyaya eğilmeyenleri, el etek öpmeyenleri bıraktıkları o izden

tanıyabilirsiniz. Gündelik hayatta varlığa eza etmeyen bir gölge gibi dolaşsalar, sosyal medyada yüzbinler

tarafından izlenmeseler, isimleri gazete sayfalarını, suretleri insanların zihninde hiçbir derinlik yankısı vermeyen

tartışma programlarını süslemeseler dahi, onlar vardır. Küskün krallardır onlar. Bu toprağın soylularıdır. İlmek

ilmek ördükleri iyilikle, sahici dertleriyle, müstağni duruşlarıyla zaten toplumuna önderlik etmiş ve bu yolda

hakikatten gayrı kimseyi yoldaş bilmemişlerdir. Hakikatten başka hiçbir şeye sadakat duymayan adamlar,

kendilerine sadakatten başka hakikat bilmeyenler nezdinde pek makbul değildir. İkisi de birbirine sokulmaz.

‘Eğer hahi selamet der kenarest.’ İnci mercanla dolu bir deniz de uzansa önünde, selamet arıyorsan, kenarda

dur. İyiliğin gizli soyluları, ruhunu rehin bırakmaktansa bir kenarda durmakta esenlik bulacaklardır.

Âkif’in hayatını buradan okuyabilirsiniz : Çoklarımızın ruhunun kirlendiği, sloganlara gönül indirdiğimiz bir ruhlar

panayırında o vicdanın ayak izlerini takip etti. Yolunu şaşırmış bir azizmiş gibi bakıyoruz şimdi ona, o kadar

beklenmedikti ki ölümü, öylesi bir hayata karşı o denli mahcup düştük ki, kelimelerimiz onun hayatına olan

uzaklığımızı gidersin istiyoruz. Yaşarken fark edilmeyen bir incelik ölümle açığa çıkıyor. Yaşarken görmezden

geldiğimiz bir cesaret, ölümle birlikte, gizlenemez bir hakikat olarak kendi günahlarımızı yüzümüze vuruyor. O

günahları görmemek için ‘yerlerde bir aziz’ yaratıyoruz sözcüklerimizle, hayır, çeyrek asırdır tanıdığım bu

adamın doğru düzgün bir insan olmak, hakikate ve hayallerine sadakat duymak dışında bir gayesi yoktu.

Kendine yabancılaşmamış, fıtratına sadık kalmış bir adamdı Âkif ve belki bugün bunca sevgiye mazhar olması da

o masumiyetin artık daha bir fark edilir hale gelmesindendir. Onun hayatına derindeki iç bütünlük diyebiliriz.

Kendisine dürüst ve Tanrı’yla arasındaki misaka sadık kalmayı başarmış bir insanın ruhu, iç bütünlüğüne

sahiptir. Böyle bir ruh uzaktan daima göz kamaştırır. İyi olan daima güçlüdür, son sözü söyler ve son taşı yerine

koyar. İç bütünlüğe sahip bir hayat iyi ve güzel bir hayattır ve tam da bitiş çizgisinde, yeni bir şeyleri başlatır.

Güzellik ve iyilik deveran eder, bitmek bilmez, dalgalar halinde bir ruhtan diğerine yayılarak kendisini yeniler. İç

bütünlüğün içine şu hasletleri katabiliriz: Sorumluluk, doğruluk, başı dik olmak, bozulmadan kalmak, dürüstlük,

ahlaki yükümlülük, süreklilik, vicdan, ihtiyat, iffet, saflık, tutarlılık, sevecenlik ve kutsallık. Dünyayı iyileştirmek

için, dünyanın derdini umursamak gerekir.

Bu satırları mahcubiyetle yazıyorum. Birkaç yıl öncesine dek aralıklarla buluştuğumuz, dertleşip çay içtiğimiz, bir

iki seferliğine de olsa evine misafir olduğum ama sonraki yıllarda sadece telefonla uzun sohbetler ettiğimiz,

çürüyen bir şeyler gördüğümüzde birbirimize dertlendiğimiz ve nihayet son bir yıl belki hiç görüşemediğim ama

bu dünyada onunla tanış olmaktan gönendiğim bir arkadaşıma duyduğum mahcubiyetle. Bazı karşılaşmalar için

Allah’a şükredersiniz, o insanı yolunuza çıkardığı ve size bir süreliğine yoldaş kıldığı için nimetin sahibine hamd

edersiniz. Âkif aynı dünyada, aynı şehirde olmakla huzur duyduğum insanlardan biriydi. İnsanın bir telefon açıp

da saatlerce aynı derdi bölüştüğü dostları ne kadar azdır. Ne ki son demlerde o hep eleştirip durduğum hayat

telaşesi yolumu kesti. Kaç sefer aklımdan geçirdim, bugün hiç çalışmayayım da Beşiktaş’a geçip Âkif’e

uğrayayım diye, bir kez nasip olmadı. Onun telefonu ve gönlü daima açıktı ama işte ben çok meşguldüm. İnsan

kendi içine yolculuk edemiyorsa, dostlarına da bir yol bulması zor. Eyvah ki eyvah.

Yazılarında gazete köşesini aşan bir derinlik arayışı vardı. Okuyucusunu eğiten, onu kolaycı şablon ve

polemiklerden uzak tutan, bir gayrete davet eden yazılar. Gezgin ruhu onu uzaklara nikahlamıştı : Fin amor,

uzaklara olan aşk. Aliya’dan bahsettiği her seferinde yüzü parlardı. Rical-i Gayb’dan o mübarek adam, Âkif’e özel

bir sevgi göstermiş, onunla uzun konuşmalar yapmış, bilgeliğin usturlabıyla karşısındaki yüreğin irtifaını fark

etmişti. Seyyid Hüseyin Nasr, bir gün Âkif onun dersi olan amfiye sessizce süzüldüğünde, şahin gözleriyle bu

dost gelişini fark ederek dersini durdurmuş ve bütün sınıfa sitayişle onu tanıtmıştı. Âkif iyi bir adamdı.

Yolumuz bir derdin önümüze serdiği patikalarda kesişti. Bir seferinde Kırım’a gittik birlikte, o yarenliğin tadı

damağımdadır. Kırım’ı konu ettiği bir yazısında beni dostluk payesiyle şereflendirdi. Bundan cesaret alarak,

Page 29: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Rahmi Kaya’nın şiiriyle seslenesim var ona : ‘Dostum demişsin/ ben de öyle diyorum/ kopya çekmeden yazamaz

mısın diyor biri/ aramızdaki güçlü protokolü bilmiyor besbelli’. Bu hukuku son dakikaya kadar gözetebilecek bir

iç bütünlüğüm olsaydı, yaram belki daha az acırdı. Güzel bir hayat güzel bir ölümle taçlanıyor ve arkada kalan

yarım yamalak hayatlar, giden sevdiğine kavuştuğuna göre, aslında kendinden bir parçayı yitirmenin yasını

tutuyor.

Bu dünyadan gülün kokusunu izleyen bir adam geçti. Dünyanın rengine kanmayan, çerçöpe aldanmayan sahici

bir adam. Dertli bir adam, derdini sevmiş bir adam. Nasıl yaşarsak bu dünyada, öyle ölüyoruz. Etrafı gürültüye

vermeden yaşayan güzel bir insan, kimseyi ürkütmeden sessizce Rahmet’e gitti. Ardında gül kokusu ve anlamlı

bir hayat bırakarak. Ezberlenmiş sözlerden uzağa, verilmiş bir söze gitti. Allah rahmet eylesin, menzilini

mübarek kılsın ve bu güzel ruhu, Adn cennetinde ağırlasın.

Erguvanların da ÜSTADI: Akif EMRE

Hakan ÇANDIR / Yeni Haber

Elbette erguvanlardan sonra benim de Üstadımdın sen; Akif ağabey;

Üstelik mevsimsizdi, bizim muhabbetimiz;

Sana olan ünsiyetimiz;

İçimizdeki erguvanları tutuşturup veda etmek var mı be Üstad;

Daha yeni yazmıştın üstelik “Erguvanlar da yanar” diye;

Her zaman ki gibi tam mevsiminde;

Boğazın o eşsiz güzelliğinde;

“Bu yıl 'erguvanlar yanmış'…

İstanbul'un narin ağacı erguvanın yanması ise başka bir mevsim olayı.

Erguvanın çiçeği baharı, yenilenmeyi, yeni bir başlangıcı hatırlatsa da ağacının naifliği de geçiciliği, faniliği

imgeler.

Ahşap konakların, evlerin yanı başında biraz da mahzun erguvan… Hayat veren rengiyle dünyaya taparlıktan

çok faniliğin estetiğini sergiler.

Hiç ölmeyecek gibi dünyaya meydan okuyan gücün servetin dışavurumu abidelerden çok geçiciliği, estetiği,

kanaati hatırlatır.

Geçiciliği hatırlatan güzellik ve onun unutulduğu bir dünya. Tevazu ve basitlikle yükselen bir medeniyetin

biçimlendirdiği hayat…

Sadece ahşap evler değil, erguvanlar da yanar. Erguvanları yanan bir Boğaziçi gökdelenlerin gölgesinde

durgun sudan başka nedir ki?

Yarınların dünyasına kapı açan bugünün tevazuudur.” Akif EMRE

Yaktın bizi be Üstad;

Kül ettin gönlümüzü;

Tam mevsiminde;

Erguvanların da yandığı ateşte;

O erguvanlar ki, mevsimi geldiğinde, 15 Temmuz Şehitler köprüsünden her geçtiğimde seni hatırlar,

“erguvanların da Üstadı” derdim, senden için.

Senin olmadığın bir hayatta yetim kaldılar artık;

Kim yazacak şimdi her mevsimi geldiğinde erguvanları;

Kim yazarsa yazsın;

Ki senden aldığımız kokuyu, yüreklere ferahlık veren esintiyi, iliklerimize kadar hissedebilecek miyiz?

İnşirah bulur mu ki bir daha, şehrin isyanından bunalan sadrımız!

Page 30: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

Yok, be Üstad;

Yaktın içimizdeki, yine kendi ellerinle diktiğin erguvanları;

Ve sanki onlarla ahitleşmiş gibi, bir erguvan mevsiminin esintisinde veda ettin bizlere;

Erguvanlar yetim;

Erguvanlar öksüz artık;

Gözlerim arş’a meftun, bekler bir inşikak;

Boğazın gerdanlığı erguvanlara her baktığımda seni görecek ve o esaslı kâdim duruşunu hatırlayacağım;

Sadrımda hissettiğim inşirahı, buruk bir acıya yutkunarak;

Sen bahsetmiştin umuttan;

Hani daha birkaç gün önceki yazında;

“Oysa hayat bulmak, yaşanmaya değer hayatı sunmak iddiasındaydık gençliğimizin o delişmen günlerinde. Bedenimiz fiziğimiz yaşlansa da içimizdeki o delişmen halimizle diri kalmayı başarmıştık. 'Seni öldürmeye gelen sende dirilsin diyen bir özgüvenin diriltici soluğuyla birbirimizin gönüllerini ferahlatıyor, yeşertiyorduk oysa. Ciğerlerimize çektiğimiz hava içten çökertiyor, dışarıya üflediğimiz soluk öldürücü bir zehir gibi solduruyor.” “Bir çıkış olmalı, yoksa bir sanrı uğruna ruhları bir sam yeli kasıp kavuracak. Polyanna mutluluğu oynamak ne kadar aptalca geliyorsa nihilist bir içe çöküşün karanlık sularında boğulmaya kendimizi, toplumu mahkûm etmek de o derece anlamsız, hatta saçma olacaktı.. Dokunduklarımızı çürüten, işittiklerimizden gördüklerimizden dolayı içimizi, dışımızı karartan her ne varsa ya da neyin var olduğunu düşünüyorsak, bize öyle gelen her ne varsa her şeyi tepetaklak edecek bir silkinişle ölü toprağını üstümüzden atmakla işe başlamalı mesela. Sahte bir hakikat sunan kurguyu sorgulamakla işe başlayabiliriz mesela. Her şeyi yeniden konuşma cesaretini takınarak.” “Ne ki sahte hakikatlerin kararttığı çevremizde, dört bir yanımızı kuşatan yalancı mutlulukların perdeleyemediği, hayata anlam katan, kendi özümüzü hatırlatan bir ses, bir tebessüm, dokunduğu yerde bereketi yeşerten bir el mutlaka olacaktır.” “YAZININ DA BİR KADERİ VARDIR” “Çürümeyen, umudu, yaşamayı, yaşamanın anlamını yitirmeyen, dokunduklarından, seslendiklerinden ötürü

bereketi beraberinde getiren inanmış yürekler var olduğunu bilmek umudun kendisidir..” Akif EMRE

Buydu tadı damağımda kalan bendeki son yazın;

Bize, insanlığımıza, derunimize dair;

Veda ettin sonra bizlere;

Kaderinin son yazısını yüreklerimize yazarak;

Buruk erguvan kokusuna sakladığın kelimelerinle;

Sözüm olsun be Üstad;

Mezarının başına bir erguvan da ben dikeceğim ve umudumu diri tutacağım her daim;

Bizleri kardeş kılan Rabbimin, cennetinde buluşturma vaadine…

Buraya kadar olan, senin pek bilinmeyen o naif ve edebi yönüne bir dokunma idi; içten ve derinden…

Kabul buyur be Üstad; yanında götür;

Takdim et Rabbime, bir iltica, hasret, muhabbet bahanesinde…

Page 31: Akif EMREye dair; 23 .05 - umranhareketi.com · isimlerden biriydi Akif Emre. Frenleri sağlam, sağa sola yalpalamayan, en kritik zamanlarda nerede durulacağını bilen, eyvallahı

****

Senin edebi yönünün yanı sıra bir de bilgeliğin, mütefekkirliğin vardı be Üstad;

Doksanlı yıllardan beri kesintisiz takip ettiğim o bilinç yüklü, ufuk açıcı, yol gösterici yazıların, bize mü’mince bir

bakışın, Muhammedi bir duruşun, âdemce bir tavrın, esaslı ve ihlâslı bir tasavvurun inşasında rehber

nitelikteydi.

Saysan üç-beş kişiyi geçmeyen ahsen/muhsin insanlar arsında sen başı çekerdin;

Hele ki benim için, Bilge Kral Aliya’dan sonra gelirdin;

Aliya yazılarının derinliğinde bulurdum seni, bilgeliğini;

Bu kıyaslamamı abartılı bulanlar olacaktır; olsun…

Eminim onlar seni tanısalardı, okusalardı yazılarını istikrarlı bir şekilde ve yapsalardı bir bilgenin fikri takibini,

mutlaka beni anlarlardı.

Senin hayata dair özlü dokunuşlarında, tasavvurumuzu Müslümanca inşa etmenin anahtarlarını bulurduk.

O anahtarlarla açardık, bulunduğumuz ortamın cennete çevirebileceğimiz kapılarını.

Bizim için hep yol gösterici olacak be Üstad;

Kanayan ümmet coğrafyasına ve insanlığa reçete olabilecek, ufuk açıcı, hayatı okuma biçimin…

Hesapsız, hiçbir çıkar gözetmeyen,

Hayatı okuması, hissi ve bağiden uzak insan;

Müslümanca duruşunu, samimiyetle besleyen;

Adalette kıstası Kuran olan;

Bilge Müteffekkir;

Müşahhas kişilik;

Bekle bizi de;

Elbet bir gün,

Sarp yokuşun, tozlu yollarından geçer;

Biz de geliriz;

Hızla çıktığımız şu dünya basamaklarından;

Gün gelir ağır ağır;

Biz de ineriz;

Rahmeti Rahman’a emanet ol Üstadım… öğrencin hakan çandır / vakit erguvan / 2017