Agos Newspaper
-
Upload
hakan-kuecuekyilmaz -
Category
Documents
-
view
266 -
download
4
description
Transcript of Agos Newspaper
Anıl Çizmecioğlu, Fotoğraf Notları dergisinin son sayı-
sında Ermenistanlı işçileri konu alan foto röportajıy-
la yer ald Çoğumuzun göze alamayacağı hayatlar Galata
Fotoğrafhanesi’nin Ermenistanlı işçileri konu alan foto rö-
portajıyla konu edildi.
Azerbaycan Savunma Bakanlığı ve Azerbaycan Askeri Sav-
cılığı, 11 Eylül 2010’da tutuklanarak gözaltına alınan ve ‘sa-
botajcı’ olduğu iddia edilen Ermenistan vatandaşı Manvel
Saribekyan’ın 5 Ekim Salı günü Bakü’de yaşamını yitirdi-
ğini açıkladı.
22 Temmuz 1980’de katledilen Kemal Türkler’in k›z› Nil-
gün Türkler Soydan, do¤um günü olan 21 Ekim tarihin-
de bitirdi¤im yazd›. Babam›n ve ailemin kendince ald›¤›
güvenlik tedbirleri nedeniyle ablam ve ben üniversiteyi
kazand›¤›m›z halde, gidemedik.
Göze Alamayaca¤›mız Hayatlar İnsanların Arzusu KöyleriKatiller Birbirine Benziyor
sayfa 28 sayfa 36 sayfa 24
sayfa 12
sayfa 12
sayfa 20
sayfa 5
sayfa 3
Haç Yerini Buldu
AİHM kararı ‘türklük’ tanımını sorguluyor
Say› 762 / Haftal›k Siyasi Gazete / 29 Kas›m 2010 / 3tl
H‹ZAYA GEL
Serkis barış
Angeopolos’un merceğinden
Patrikhane adeta gasp edildi
Martayan’laan›lara yolculuk
Bu yıl 17. Uluslararası Adana
Altın Koza Film Festivali’nin
nın yaşayan şairi Yunan yö-
netmen Theo Angelopoulos,
ziyaret etti.
Surp Pırgiç Hastanesi’nde
de uzun yıllar yöneticilik
yapmış olan emektar hayır-
severlerden adeta gasp edil-
lediği Ermeni Patrikliği’nin
dikkat çekiyor.
Atatürk’ün isteği üzerine
Dilaçar soyadını alan dilbi-
limci Agop Martayan’ı, k›z›
Nilgün Türkler söyleşisiyle
anıyoruz.
BİN YIL GERİDEN BAKIYORLARErmeni Kilisesi’nde gerçekleştirdiği namaz eylemi, Türkiye’de farklı görüİlerden aydınlar tarafından da eleştirildi.
Van’ın Ahtamar Adası’nda 19 Eylül’de gerçekleşen
tarihi ayin öncesi yoğun tartışmaların odağı olan
Surp Haç Ermeni Kilisesi’nin haçı nihayet yerini bul-
du. Anayasa referandumu sürecinde, ‘teknik neden-
ler’ gerekçe gösterilerek ertelenen işlem, 1 Ekim
Cuma günü adeta gizli bir operasyonla gerçekleşti-
ni Kurulu Başkanı Başrahip Tatul Anuşyan, kurulan
bir iskelenin yardımıyla kilisenin kubbesine çıkarak
haçı kutsarken, olası provokasyon eylemlerini ön-
lemek için adaya giriş ve çıkışlarınında vede yasak-
landığı öğrenildi.
Hrant Dink davasında Türkiye’yi, Avrupa İnsan Hak-
ları Sözleşmesi’nin ‘yaşam’, ‘ifade özgürlüğü’ ve
‘etkin soruşturma’ haklarını düzenleyen kaKaboğ-
lu, 301. maddenin Ceza Kanunu’nda yeri olmadığı-
nı, AİHM’in kararının maddenin kaldırılmasına ve-
sile olacağını düşünüyor.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli önderliğindeki partililerin tarihi Ani kentindeki
Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) Kilisesi’nde 1 Ekim Cuma günü gerçekleştirdiği na-
maz kılma eylemi, Ermenistan’da tepkiyle karşılandı. Surp Eçmiadzin Katolikosluğu,
aynı gün bir duyuru yayımlayarak Ani Katedrali’nde yapılan namaz eylemini kınadık-
larını açıkladı. sayfa 8
SIFIR NOKTASIİÇLİ DIŞLI MIDIR ? EĞİTİM ŞART ANASAYFA SOHBETLERİ
Yevrat DanzikyanBaskın Oran Oral Çalışlar Sevan Nişanyan
sayfa 9sayfa 5YAZARLAR
sayfa 11 sayfa 2
GAMBİYA Dışişleri Bakanı Mamadou Tangara ile ko-
nutunda bir araya gelen Dışişleri Bakanı Ahmet Da-
vutoğlu, görüşmenin ardından konuk bakanla ortak ba-
sın toplantısı düzenledi. Ermenistan ile protokol süreci
konusunda İsviçre’nin taraşar nezdinde telefon diploma-
sisi yürütüp yürütmediğinin ve yeni bir sürecin başlayıp
başlamayacağının sorulması üzerine Davutoğlu, “Süreç
bitmedi ki yeni bir tanesi başlasın. Bu bizim için devam
eden bir süreçtir, hiçbir zaman bitmemiştir ve Kafkaslar’a
barış gelene kadar da bitmeyecektir” diye konuştu.
Davutoğlu, İsviçre Dışişleri Bakanı Calmy Rey ile BM
Genel Kurulu toplantıları çerçevesinde bir görüşme yap-
tığını hatırlatarak, bu konuda her zaman ilgili taraşarla
görüş alışverişinde bulunduklarını, Azerbaycan Dışişleri
Bakanı Elmar da devam eder” diyen Davutoğlu, süreci ka-
panmış ve bitmiş özel bir durum olduğunu düşünmedik-
lerini belirtti. Bakan Davutoğlu, Kafkaslar perspektişeri-
nin açık olduğunu söyleyerek, bunun kalıcı barışın tesisi
için siyasi diyaloğun sürmesi, karşılıklı saygı etrafında
herkesin sınırlara saygı göstererek, tam bir dostluk an-
layışının yerleştirilmesi olduğunu kaydetti. Davutoğlu,
bu çerçevede Azerbaycan’ın zaten özel ve kardeş bir ülke
olduğunu, Ermenistan ile de komşu bir ülke olarak iliş-
kilerin düzelmesi için bütün çabayı göstermeye devam
edeceklerini bildirdi. Görüşme iddiaları reddedildi Di-
ğer yandan, Ermenistan Dışişleri Bakanlığı’ndan 5 Ekim
Salı günü yapılan açıklamada, Ermenistan-Türkiye arasın-
da gizli görüşmelerin yapıldığına dair iddialar yalanlandı.
Sarkis Şahinyan tarafından mahkemeye verilen Ali Mer-
can ve iki arkadaşının ilk mahkemede almış olduğu ceza,
temyiz mahkemesi niteliğindeki İsviçre Federal Mahke-
mesi tarafından onandı. Mahkûmiyet gerekçelerini aynen
kulkıkukunda bulunan “Irkçılıktan korunma” kanunlarını
ihlal olduğunu onamış oldu.
29 Kas›m 2010
g ü n c e l//2
Davutoğlu: “Ermenistan ile süreç bitmedi”
Davutoğlu: “Ermenistan ile süreç bitmedi”
Bakü’deki şüpheli ölümün araştırılması isteniyor
İsviçre’de soykırım inkârına mahkûmiyetniyor
AZERBAYCAN Savunma Bakanlığı ve Azerbaycan As-
keri Savcılığı, 11 Eylül 2010’da tutuklanarak gözal-
tına alınan ve ‘sabotajcı’ olduğu iddia edilen Ermenis-
tan vatandaşı Manvel Saribekyan’ın 5 Ekim Salı günü
Bakü’de yaşamını yitirdiğini açıkladı.
Saribekyan’ın tutuklanmasından kısa bir süre sonra
Azerbaycan’ın ANS Televizyonu’nda yayımlanan ve daha
sonra YouTube sitesine de konulan Saribekyan’ın “Azer-
baycan sathında sabotaj eylemleri gerçekleştirmek üzere
eğitim gördüğünü” söylediği röportaj banpSaribekyan’la
görüşmek için Azerbaycan yönetimine başvurduklarını,
ancak izin verilmediğini söyledi.
Azerbaycan tarafı Saribekyan’ın “Ermeni gizli ser-
visleri tarafından eğitilen bir sabotajcı” olduğunu iddia
Azerbaycan Ermenistan Savunma Bakanlığı konuya iliş-
kin olarak yaptığı açıklamada iddiaların asılsız olduğu-
nu, şahsın Ermenistan’ın kurumuyla bağının olmadığını
ve halktan olduğunu açıklamıştı.
1915’te yaşananların ardından ebeveynlerini kaybeden ve
yurtdışına sürülerek Lübnan’ın başkenti Beyrut yakınla-
rındaki Ayntura Yetimhanesi’ne yerleştirilen, ancak daha
sonra yetimhanedeki kötü muamele, bakımsızlık ve sal-
gın hastalıklar nedeniyle ölüme gönderilen ‘1915 yetimle-
ri’ anısına, Ayntura’ya anıt haçkar yerleştirildi.
Yetimhane’nin bahçesinde yer alan toplu mezara
yerleştirilen anıt haçkarın, Antilyas Katolikosluğu’ndan
üst düzey ruhanilerin katılımıyla, 22 Eylül’de yapılan açı-
lışında 1915’te ve Ayntura Yetimhanesi’nde hayatını kay-
bedenler için Hokehankisd töreni düzenledi.
Yaklaşık beş yıl önce mezarların ortaya çıkartılma-
sında önemli katkı sunan Misak Keleşyan, Ayntura’da
açılışı yapılan anıt haçkara ilişkin olarak gazetemize
yaptığı açıklamada, Ayntura gerçeğinin gün yüzüne çı-
karılmasının önemine değindi. Soykırım Suçunun Önlen-
mesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 5. maddesin-
de yer alan, “Grubun çocuklarını zorla başka bir gruba
transfer etmek” ifadesine işaret eden Keleşyan, Ayntura
Yetimhanesi’ne sevk edilen çocukların İslamiyet’i benim-
semek zorunda bırakıldığını, Ermenice konuşmanın ya-
saklandığını, kendilerine Türkçe isim verildiğini, kurallara
uymayanların ise falakaya çekildiğini ya da aç bırakıldığı-
nınıda hatırlattı.
HALKA açık bir toplantıda “Ermeni soykırımı ulusla-
rarası bir yalandır” dedikleri için “Irkçılığı Önleme
Yasası”nı ihlal ettikleri gerekçesiyle İsviçre-Ermenistan
Derneği’nin başkanı Sarkis Şahinyan tarafından mahke-
meye verilen Ali Mercan ve iki arkadaşının ilk mahkeme-
de almış olduğu ceza, temyiz mahkemesi niteliğindeki
İsviçre Federal Mahkemesi tarafından onandı. DHA’nın
haberine göre, ilk mahkemedeki mahkûmiyet gerekçeleri-
ni aynen kullanan Federal Mahkeme, Ermeni soykırımının
tarihi bir gerçek olup olmadığından ziyade İsviçre halkı-
nın bu soykırıma inandığını ve birçok uluslararası kuru-
luşun da bunu kabul ettiğini, bu soykırımı kabul etme-
yen ülkelerin bulunmasının önemli olmadığını ve bunun
inkârının İsviçre hukukunda bulunan “Irkçılıktan korun-
ma” kanunlaherkesin sınırlara saygı göstererek, tam bir
dostluk anlayışının yerleştirilmesi iddiaları reddedildi.
Diğer yandan, Ermenistan Dışişleri Bakanlığı’ndan 5 Ekim
Salı günü yapılan açıklamada, Ermenistan-Türkiye arasın-
da gizli görüşmelerin yapıldığına dair iddialar yalanlandı.
dıkları beş ay hapis (150 gün) karşılığı, günlüğü 30 gös-
termeye devam edeceklerini bildirdi. 4500 İsviçre frangı
ceza kesinleşmiş oldu.
1915 yetimleri haçkar
Manvel Saribekyan
AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Hrant
Dink davasında Türkiye’yi, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin ‘yaşam’, ‘ifade özgürlüğü’ ve ‘etkin so-
ruşturma’ haklarını düzenleyen maddelerini ihlal ettiği
gerekçesiyle mahkûm ettiği kararın ardından, Anayasa’da
‘Türk’ kimliğine yapılan vurgu bir kez daha gündeme gel-
di. Anayasa’nın yenilenmesine dair tartışmalar sürer-
ken, ‘Türk’ etnik kökenini öne çıkaran 66. Madde gibi
ayrımcı düzenlemelerin kaldırılması isteniyor. AİHM, 14
Eylül’de açıklanan gerek-
çeli karar ında, Anaya-
sa’daki ‘Türklük’ tanımı-
na dikkat çekti. Bilindiği
gibi Hrant Dink, “Türklü-
ğü neşren tahkir ve tezyif
etmek” iddiasıyla açılan
dava sonunda Şişli 2. As-
liye Ceza Mahkemesi ta-
rafından 6 ay hapis ceza-
sına mahkûm edilmiş ve
Yargıtay 9. Ceza Dairesi,
Anayasa’nın 66. ve Türk
Ceza Kanunu’nun 301.
maddelerindeki Türklük-
le ilgili düzenlemelere
dayanarak mahkûmiyeti
onamıştı.
Bu süreci “Dink’in
aşırı milliyetçilerin hedefi
haline getirilmesi” olarak tanımlayan AİHM, Yargıtay’ın
Türklük kavramına getirdiği yorumu “uluslararası ant-
laşmalarla tanınmış veya tanınmamış tüm dinsel, dilsel
ve etnik azınlıkları dışladığı” gerekçesiyle eleştirdi. “İn-
san haklarına aykırı yasalar ayıklanmalı” Anayasa’da-
ki ‘Türklük’ tanımını Agos’a değerlendiren İbrahim Ka-
boğlu, 301. maddenin ceza kanununda yeri olmadığını,
AİHM’nin Hrant Dink kararının bunun kaldırılmasına ve-
sile olacağını düşünüyor. Türkiye’nin çok gereksiz olarak
Türklük kavramını öne çıkarması. Sadece Anayasa’da de-
ğil, değiştirilen ceza yasasındaki hali de göz önüne alın-
dığı zaman bu kavramın ne kadar sorunlu olduğu bakıma
özeleştiri olarak yorumlanabilir.
301’in Ceza Kanunu’nda yeri yok “Türkiye’nin AİHM’de Büyük Daire’ye itiraz etme-
mesi, bir bakıma özeleştiri olarak yorumlanabilir. Dolaylı
da olsa Nazilerle ilişkilendirilerek yapılan savunma hicap
verici bir durumdu. Bunun farkına varan Türkiye itiraz et-
mekten kaçındı. İyi ki de kaçındı, fakat konu daha derin.
Türkiye’nin itiraz etmemesinin iki nedeni var: Birincisi,
davanın baştan kaybedilmiş olması, ikincisi 21. yüzyılda
Türkiye’nin çok gereksiz olarak Türklük kavramını öne çı-
karması. Sadece Anayasa’da değil, değiştirilen ceza ya-
sasındaki hali de göz önüne alındığı zaman bu kavramın
ne kadar sorunlu olduğu
Bu çerçevede üzerinde durulması gereken iki konu
var; birincisi, böyle bir düzenlemenin ceza kanununda
mevcut olmasının düşünce özgürlüğü açısından başlı ba-
şına sorun olduğu. AİHM de kararında, her ne kadar yö-
neticilerimiz uygulama şekline gönderme yapsa da, yasa-
nın bu maddesinin uygulamasını değil de bizatihi mevcut
olmasını eleştirdi. İkincisi de anayasal boyutu: Düşünce
ve ifade özgürlüğünü savunanlar, ceza kanununda yapı-
lan değişikliğe rağmen madde 301’in aslında tümden kal-
dırılması gerektiğini vurguladılar. “Düşünce ve ifade öz-
gürlüğünün sınırı ancak şiddettir, şiddete çağrıdır” gibi
uluslararası ölçütleri kıstas alanlar 301’in kalkmasını sa-
vunurlar. 301’in ceza kanu-
nunda yeri yok. Zannediyo-
rum Hrant Dink kararı buna
vesile olacak.
“66. maddenin yakla-şımı indirgeyici” İkinci konu ise, ana-
yasanın ilk üç maddesinde,
yani değişmez maddelerin-
de kapsayıcı, kucaklayıcı
deyimler kullanılır; Türki-
ye Devleti, Türkiye Cumhu-
riyeti gibi kavramlar. Ama
66. madde, sanki bunlar
yokmuş gibi indirgeyici
bir yaklaşımda bulunuyor.
“Türk Devleti” veya “Türk”
deniyor. Bu, kimlikler açı-
sından ciddi sorunlar yara-
tıyor. Türkiye’de yeni anayasa çalışmaları, projeleri var
ama yeni anayasa çalışması olmadan, mevcut anayasal
çerçevede bile olsa, 66. Madde ilk üç maddeye aykırı ol-
masından yola çıkarak anayasal düzlemde kimlikler so-
runu, yurttaşlık temelinde halledilebilir. Örneğin Türkiye
Siyasal partiler kanunu, seçim kanunu gibi. Onların el-
den geçirilmesi çok Önce psikolojik, Türkiye’de yaşayan
bir Ermeni veya Kürt resmen ‘ben Türkiyeli Ermeniyim,
Kürdüm’ diyebilmeli. Bunu kabul ettikten sonra diğerleri
aşama aşama gerçekleştirilecek şeyler…”
NE anlam ifade ettiği artık belli olmayan ‘laiklik’ ke-
limesine bence Anayasa’da yer verilmemeli. “Ay şe-
kerim, bu Müslümanlar da çok oluyor artık” dışında bir
anlamı kalmış mıdır bu terimin? Sanmıyorum. Öyleyse at.
Taze bir şey söyle. Mesela:MADDE: Kamu hizmetinde her-
hangi bir din veya mezhebe ayrıcalık tanınamaz. Toplum-
ca tanınan din ve mezheplerden herhangi birinin ifade ve
ibadeti kısıtlanamaz. Bu din ve mezheplerin mensupla-
rı, inanç ve geleneklerine aykırı davranmaya zorlanamaz.
İşin özü birinci cümlededir. Devlet, bir din veya mez-
hebe ayrıcalık tanıyamaz, o kadar. Müslümanlığa da ta-
nıyamaz. Devlet görevlisi kalkıp “Elhamdülillah hepimiz
Müslüman’ız” diyemez; diyememesi gerekir. Çünkü ‘he-
pimiz’ Müslüman değiliz. Ben değilim mesela. Benim bu
memleketteki hakkım Müslümanınkinden az veya fazla
değildir. Devlet ceketini üstünde taşımadıktan sonra git
istediğin dini savun, istediğini tebliğ, istediğini irşad et,
kendi bileceğin iş. Bana söz düşmez. Devlete de düşmez.
Din ve mezheplerin yalnız ibadetini değil, ifadesini de kı-
sıtlayamazsın. “İbadetini serbestçe yapmana izin veriyo-
ruz, daha ne, sus otur” ikiyüzlülüğünü aşmanın zamanı
gelmiştir. Dinine inanıyorsan bunu –edep dairesinde– an-
latıp savunma hakkın olması gerekir. Protestan da olsan.
Hatta Müslüman bile olsan.
İnsanları dinî inanç ve geleneklerine aykırı davran-
maya zorlayamazsın. Misal, papaza sakalını kestiremez-
sin. Müslümanların geleneği eğer başını örtmeyi gerek-
tiriyorsa yasak edemezsin. Yahudi de isterse şabat günü
bölük eğitimine çıkmasın, kime ne zararı var?‘İnanç ve
geleneğin’ ne olduğuna zor durumlarda mahkeme karar
verir, mesele biter. Bunda da içtihadı geniş tutmak gere-
kir. Vatandaş muska taşımayı veya kadın eli sıkmama-
yı dinin gereği sayıyor olabilir. Aynı görüşü paylaşan ye-
terli sayıda insan varsa veya muteber birkaç hoca bunu
savunmuşsa “Peki” deyip geçeceksin. Onların inanıyor
olması başkalarını bağlamaz. “Aykırı davranmaya zorla-
namaz” demek “Herkes buna uymak zorundadır” demek
değildir. Alakası yok.Dinsizlik hakkından da burada söz
etmeli mi? Sanmıyorum, hayır. Gereksiz yere ortamı kaşır,
başka şeye yaramaz. Zaten yazıldığı haliyle madde yeterli
özgürlük alanı bırakıyor.
Davutoğlu, İsviçre Dışişleri Bakanı Calmy Rey ile BM
Genel Kurulu toplantıları çerçevesinde bir görüşme yap-
tığını hatırlatarak, bu konuda her zaman ilgili taraşarla
görüş alışverişinde bulunduklarını, Azerbaycan Dışişleri
panmış ve bitmiş özel bir durum olduğunu düşünmedik-
lerini belirtti. Bakan Davutoğlu, Kafkaslar perspektişe-
rinin açık olduğunu söyleyerek, bunun kalıcı barışın gizli
görüşmelerin yapıldığına dair iddialar yalanlandı.
Sarkis Şahinyan tarafından mahkemeye verilen Ali
Mercan ve iki arkadaşının ilk mahkemede almış olduğu
ceza, temyiz mahkemesi niteliğindeki İsviçre Federal ilk
Federal Mahkeme, Ermeni soykırımının tarihi bir gerçek
Ayrıca peygamberlik ve tanrılık ilan etmek ruhsata tabi
lümanları bağlar. Bence yeni dinler olsun; sakıncası yok.
Ama toplumda derin tarihi kökleri olan dinlerle aynı sta-
tüde değerlendirilmeleri uygun olmaz. ‘Maruf’ dinlerin
inanç ve geleneklerinin, ğunu kabul etmek ve dolayısıyla
hürmet göstermek gerekir. Yeni çıkanlar hele genel hukuk
çerçevesinde meramlarını anlatmayı denesinler, yeter.
Bu konu haftaya devam edecek.
AİHM Hrant Dink kararıyla yasalardaki ‘Türklük’ vurgusunu eleştiriyor
29 Kas›m 2010
g ü n c e l // 3
ANAYASA SOHBETLERİ
Din 1. Bölüm
Sevan Nişanyan
29 Kas›m 2010
g ü n c e l//4
Ali Öz’e görevi ihmalden ikinci dava Zarakolu ve Gülere’e açılan dava sürüyor
Gazetemizin kurucusu ve genel yayın yönetmeni Hrant
Dink’in öldürülmesi olayında ihmali olduğu gerekçesiy-
le emrindeki askerlerle birlikte Trabzon 2’nci Sulh Ceza
Mahkemesi’nde yargılanan dönemin Trabzon İl Jandarma
Komutanı Albay Ali Öz için aynı suçlamayla ikinci bir dava
daha açıldı.
Albay Ali Öz’ün görevi ihmal suçundan yargılandı-
ğı davanın ilk duruşması 30 Eylül’de, Trabzon 1’inci Ağır
Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Albay Öz’ün katılmadığı
duruşmada, Öz’ün avukatı Ali Sürmen ile Dink ailesinin
avukatları Hakan Bakırcıoğlu ve Emel Ataktürk Sevimli
haÖz’ün katılmadığı 6 Eylül’de sunduğu yazılı savunma
okunarak dosyaya konuldu. Mahkeme, le emrindeki as-
kerlerle birlikte yazılan talimat cevaplarının beklenmesi-
ne karar vererek, duruşmayı 9 Aralık Perşembe gününe
erteledi. Dilipak, MHP’nin eyleminin bazı konuların yeni-
den düşünülmesi ve tartışılması için vesile olmasını umut
ettiğini söyleyerek “Ben Sümela ve Akdamar konusun-
da neden her zaman değil de yılda bir gün diye soruyo-
rum? ‘Onların mabetlerini yurt edinmeyin’ ikazından ha-
beri var mı Bahçeli’nin? Neden hâlâ Heybeliada Ruhban
Okulu kapalı? Neden Patrikhane ekümenik değil? Neden
Süryani, Ermeni, Rum ve Yahudi ilahiyatı yok bu memle-
kette? Ani’deki Surp Asdvadzadzin Ermeni Katedrali’nde-
ki namaz eylemini yorumlayan Avukat Kezban Hatemi,
düşmanlık duygularını canlandırmanın yerinde bir dav-
ranış olmadığını belirtti. Namazın Allah için kılındığına
işaret eden Hatemi, “Yapılan doğru değildir. Namaz bir
ibadettir. Siyasi meydan Namaz Allah için kılınır. Ani Ha-
rabeleri’ndeki bir Cuma cemaati telakkisi olamaz. Cuma
namazı aynı zamanda, “alemlere rahmet olarak gönde-
rilen bir peygamberin ümmeti olarak” farzı kifayeler ve
evrensel sorumibadethane okumalara alet edilmemeli-
dir. Bu baNamaz Allah için kılınır. Ani Harabeleri’ndeki
ibadethaKaKilisesi’nde 1 Ekim Cuma günü gerçekleştirdi-
ği namaz kılma eylemi, Ermenistan’da tepkiyle karşılan-
dı. Surp Eçmiadzin Katolikosluğu, aynı Ani Katedrali’nde
manda, “alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygam
‘Onların mabetlerini yurt edinmeyin’ ikazından haberi var
yapılan namaz eylemini kınadıklarını açıkladı.
Ölümden Zor Kararlar kitabından ötürü hapse mahkûm
edilen yazar Mehmet Güler, bu kez de, mayıs ayında çı-
kar çıkmaz toplatılan ‘KCK Dosyası/Küresel Devlet ve
Devletsiz Kürtler’ başlıklı kitabı nedeniyle hâkim kar-
şısına çıktı.
Mahkeme, rahatsızlığı nedeniyle duruşmaya katıla-
mayan yayıncı Ragıp Zarakolu’nun zorla getirilmesi için
müzekkere yazılması için karar çıkardı. Mahkeme, kitap
üzerindeki yasağın da nihai kararla birlikte değerlendi-
rilmesine ve duruşmanın 2 Aralık’a ertelenmesine karar
verdi.
I. Diyarbakır Kitap Fuarı’nda tanıtıldıktan sonra
toplatılan kitapla ilgili İstanbul Cumhuriyet Savcısı Ha-
kan Karaali, yayıncı olarak Belge Yayınları yetkilisi Ragıp
Zarakolu ve yazar olarak da Güler’in, “PKK açıklamaları-
na yer vermek” ve “PKK propagandası yapmak”tan yar-
gılanmaları için iddianame düzenlemişti.
Güler: Kitabım 10 yıllık araştırmadan oluşuyor
Zarakolu ile birlikte 7,5 yıla kadar hapsi istenen Güler,
İstanbul Beşiktaş’taki 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 30
Eylül Perşembe günü başlayan davada yaptığı savun-
masında beraatini isterken, “Kitabı 10 yıllık araştırma
sonucunda yazdım. Kendi tespitlerimden yola çıkarak
yazdım. Örgüt propagandası söz konusu değil” dedi
ve kitabını yasaklayan yargı kararının kaldırılmasını
talep etti.Güler’in davasını, Uluslararası PEN Yazarlar
Bir- liği’nden yazar Mavia Modig ve Maureen Freely de
duruşma salonundan izlediler. Suçlamaları reddeden
yayıncı ve yazar, Kürt sorununda barış sürecine katkı
yapmak ve toplumlararası anlayışı ve empatiyi geliştir-
mek amacıyla hareket ettiklerini belirtmişti.
AİHM, 14 Eylül’de açıklanan gerekçeli kararında,
Anayasa’daki ‘Türklük’ tanımına dikkat çekti. Bilindiği
gibi Hrant Dink, “Türklüğü neşren tahkir ve tezyif ete-
kavramına getirdiği yorumu “uluslararası antlaşmalar-
la tanınmış veya tanınmamış gibi Hrant Dink, “Türklüğü
neşren tahkir ve tezyif ete tüm dinsel, azınlıkları dışla-
dığı” gerekçesiyle eleştirdi.
ADALET Platformu Başkanı Adem Çevik, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Hrant Dink davası-
na ilişkin olarak verdiği kararda hükmedilen tazminat be-
delinin Dink’i mahkûm eden yargıçlardan temin edilmesi
için hukuki girişimde bulundu. “Sebep olan yargıçlar taz-
minat cezasını ödesin” diyen Çevik, İstanbul Cumhuriyet
Savcısı Faruk Kurtoğlu’na konuyla ilgili bir dilekçe sundu.
Çevik, Cumhurbaşkanlığı, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay’a
da konuyla ilgili başvurularda bulundu.
Dilekçede, tazminatın kamu fonundan ödenmesinin
ardından, bu sonucun ortaya çıkmasında sorumluluğu
bulunanlardan paranın tazminini ve sorumlular hakkında
idari ve hukuki soruşturma yapılmasını isteyen Çevik, ga-
zetemize şu açıklamada bulundu: “Hrant Dink dava minat
cezasını ödesin” diyen Çevik, İstanbul Cumhuriyet sında
Dışişleri mağduriyetin giderilmesi de hukuka uygun bir
davranıştır.azdım. Örgüt propagandası söz konusu değil”
dedi ve kitabını yasaklayan yargı kararının kaldırılmasını
talep etti.Güler’in davasını, Uluslararası PEN Yazarlar Bir-
liği’nden yazar Mavia Modig ve Maureen Freely de yorum.
onucunda propagandası syargı kararının kaldırılmasını
talep etti.Güler’in davasını, Uluslararası PEN Yazarlar Bir-
liği’nden yazar Mavia Modig v AİHM tarafından hükmedi-
len tazminat bedelinin Türkiye Hükümeti bulunanlardan
paranın tazminini ve sorumlular hakkın tarafından öden-
mesi de, mağdurun hak kaybının, kamu otoritesi tarafın-
dan anında ödenerek mağduriyetin giderilmesi de huku-
ka uygun bir davranıştır.
“Tazminatı Dink’i mahkûm eden yargıçlar ödesin”
Adalet Platformu’ndan AİHM tazminatıyla ilgili başvuru
Fotoğraf : Bara Balbey ‘Hrant Dink’
YILLARDAN beri tartışmalara vesile olan Van’ın Ahta-
mar Adası’ndaki Surp Haç Ermeni Kilisesi’nin haçı,
nihayet yerini buldu. Surp Eçmiadzin ve Antiliyas katoli-
kosluklarının 19 Eylül’de gerçekleşen Ahtamar’daki tarihi
ayine katılmamasına neden olan haç, 1 Ekim Cuma günü
adeta gizli bir operasyonla, sessiz sedasız kilisenin kub-
besine yerleştirildi. Ayin öncesi yerine konulması için ya-
pılan taleplere karşın iki metre boyunda ve 110 kilo ağır-
lığındaki haç, Anayasa referandumu sürecinde, ‘teknik
nedenler’ gerekçe gösterilerek yerine konmamıştı. Geçti-
ğimiz hafta sonu, kilisenin restorasyonunu üstlenen Kar-
talkaya firması tarafından yapılan işlem sırasında, olası
provokasyon eylemlerini önlemek için adaya giriş ve çı-
kışların yasaklandığı öğrenildi. Kiliseye bir de statüsün-
de haçı tartışma meselesi yapıyorsunuz. Ayrıca paratoner
yerleştirildiği açıklandı.
Haçın kutsanması için Van’a giden Türkiye Ermenileri Pat-
rikliği Ruhani Kurulu Başkanı Başrahip Tatul Anuşyan ve
Peder Krikor Damatyan 1 Ekim Cuma günü akşam saatle-
rinde adaya vardı.
Başrahip Anuşyan, kurulan bir iskelenin yardımıyla
kilisenin kubbesine çıkarak haçı Kutsal Müron ile kutsa-
dı. Peder Krikor Damatyan da, Kilise geleneklerine uygun
olarak seslendirdiği ilahilerle Başrahip Anuşyan’a refakat
etti.
Restore edilerek Mart 2007’de ‘anıt müze’ olarak açılı-
şı yapılan tarihi Ermeni kilisesinin restorasyon sürecin-
de, Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrob’un, kiliseye haç
ve çan yerleştirilmesi talebi reddedilmişti. Haçlı kilisenin
ilk ziyaretçileri Suriye’den Hafta sonunda Suriye’nin Ha-
lep kentinden gelen Ermeniler, haç takılı kilisenin de ilk
ziyaretçileri oldu. Pazar sabahı Van’a gelen Suriyeli grup
daha sonra Ahtamar Adası’na geçerek Surp Haç Ermeni
Kilisesi’ni ziyaret etti. Kilisenin kubbesine haç yerleştiril-
mesine dair belirsizliğe nokta konulmuş olsa da, kilisenin
üç katlı kulesine çan yerleştirilmesi talebiyle ilgili belir-
sizlik sürüyor. Ermeni Kilisesi geleneklerine göre, ayinle-
rin başlangıcında ve kilisede yapılan bazı törenlerde çan
çalınması gerekiyor.
Esaslı biçimde aykırı kaçmak ve oyunbozanlık etmek
pahasına şu soruyu sormak istiyorum: Bu ‘İhsan-safir-
bağışlıyorsunuz? Onu bile yarım ağızla yapıyor, mabedin
ballandıra anlatıyorlar. Ermenistan’dan Eçmiadzin’in boy-
kot kararına mesine dair belirsizliğe nokta konulmuş olsa
da, kilisenin karşılaştıkları misafirperverlikten ne kadar
memnun kaldıklarını aktarıyorlar.
29 Kas›m 2010
g ü n c e l // 5
Kilise haçına uzun bir aradan sonra kavuştu
DEVLET Bahçeli’yle tanışmadım ama çok severim. Bu
memlekete büyük iyiliği var. Eli silahlı Ülkücüleri
sokaktan çekti, kan banyosunu önledi. Türk-İslam Sentezi
denilen 12 Eylül ideolojisiyle de ilgisi yoktur; dini politi-
kaya alet etmez. Severim de, bu sefer referandumdaki oy
kaybını telafi edeceğim derken galiba mecbur kaldı. Üs-
telik, Ani Katedrali’ndeki namazdan sonra sarfettiği söz-
lerin, meşhur fıkrada olduğu gibi, neresini düzelteyim?
“… bu topraklar vatan yapılmadı”. Cumhuriyet’in
Kürtlere işin tâ başından bugüne ediverdiği eziyetler, bu
kadim Anadolu halkını, başka hiçbir devletin yapama-
yacağı kadar bu ülkeden soğuttu. Biliyor musunuz ki şu
anda da Kürtçe konuşmak yasak? Seçimlerde Kürtçe ko-
nuşmanın Lozan Md. 39/4’ün çok açık hükmüne rağmen
cezalandırıldığını fazlasıyla yazdım. Şimdi iki başka türlü
yargı skandalı anlatacağım.
Birincisi, İsa Yağbasan’ın öyküsü (Cem Emir, Ra-
dikal, 22.09.10). Diyarbakır’da bir başka sanıkla birlik-
te Öcalan tecridini protestodan, yani aynı suçtan yar-
gılanıyor. Yağbasan’ın farkı, Kürtçe savunma yapmak
istemesi. Mahkeme onun susma hakkını kullanılmış sa-
yıyor ve arkadaşı 9 yıl alıp “iyi hal” indirimiyle 7,5 yılla
kurtardığı halde, Yağbasan 9 yılda kalıyor. Oysa, mah-
kemede Kürtçe sözlü savunma yapma hakkı, vatanı-
mızın kurucu antlaşması Lozan’ın 39/5. maddesinden
kaynaklanmakta.“Biz Lozan’ı tanımıyoruz”
Gelelim ikinci ve daha büyük skandala. Bugü-
ne kadar yargıçlarımız Lozan yokmuş gibi davrandı-
lar. Ama anlaşılan tutum değiştirdiler. Mehdi Tanrıkulu
28.09.10’da Beşiktaş 13. Ağır Ceza Mahkemesine çıkarıl-
mış, savunmasını Kürtçe mesi kararı alınmış, Kürtçe bi-
len bir polis hazır, ama yargıçlardan Ömer Diken kalkıyor,
Tanrıkulu’nun eğitimli kişi olduğunu, Türkçe bildiğini söy-
lüyor. Sanki md. 39/5 “Türkçeden başka bir dil konuşan”
dememiş de, “Türkçe bilmeyen…” demiş.
Derhal bir ara karar, Tanrıkulu’ya deniyor ki, Kürtçe-
ye devam edersen susma hakkını kullanmış sayılacaksın.
Ve öyle yapılıyor. Bu sırada avukatı Lozan 39/5’in metnini
ve benim bu konuda yirmi yıldır yazdıklarımı ibraz edin-
ce, Yargıç Diken’in inanılmaz cevabı: “Biz Lozan’ı tanımı-
yoruz”. 95 yıl sonra, 946 yıl sonra… Bu cümle en az iki
açıdan ilginç. Bir kere, Ermenileri 95 yıl sonra kendi kili-
selerinde ibadet etmekle suçlayan Bahçeli, 946 yıl sonra
Ermeni kilisesinde ibadete girişiyor. Çünkü burası cami
falan değil, 1001 yılında tamamlanmış abidevi bir Ermeni
kilisesi. Niye? Alpaslan 1064’te Ani’yi Bizanslılardan bura-
yor. Bölgeyi, kendi adına yönetmesi için, vasali Şeddadlı
Ebu’l Esvar’a bırakıyor. Onun ahfadı da Sayın haserali”),
1319’daki büyük depremin kubbeyi çökertmesi ve bir de
1832 depremi yüzünden fiilen kullanım dışı kalıyor.
Cümlenin ilginçliğinin ikinci sebebi, Sumela daha
önce olduğu halde, Bahçeli’nin Ahtamar ayinine takmış
olması. Sebebi basit: Türkçülük-Turancılık’ın Yahudisi sın.
MHP’nin temsil ettiği mikleri 2005’ten sonra gericiliğe ka-
yarken, Türkiye 2001-04 AB Uyum Paketlerine 2008 orta-
sından itibaren “Kürt Açılımı” adıyla devam etti.
Bu, şu demek: Bu paketler AB etkisiyle başladı ama
(dış dinamik), Türkiye’nin bu arada tetiklenen sınıf yapı-
sı Osmanlı’yı zorunlu olarak Bizanslaştıran Fatih Mehmet
değil de ben miyim? Sultan-ı İklim-i Rum ne demek, bunu
da mı anlatmak lazım?
İÇLİ DIŞLI
Kutsal Bakire Cuma
Baskın Oran
29 Kas›m 2010
g ü n c e l//6
TÜRK Sanayici ve İşadamları Der-
neği (TÜSİAD)’ın, 12 Eylül refe-
randumu sonrası yeni bir anayasa
oluşturma tartışmaları için buluştur-
duğu dört hukukçu, yeni Anayasa’yı
nasıl bir meclisin çıkaracağı konu-
sunda uzlaşamadı. Ancak hukuk-
çular, yeni Anayasa’nın halk oyu-
na sunulması gerektiği konusunda
hemfikir. Ferhat Boratav’ın mode-
ratörlüğünde bir araya gelen Prof.
İbrahim Kaboğlu, Prof. Ergun Öz-
budun, Prof. Mithat Sancar ve Prof.
Turgut Tarhanlı’nın yürüttüğü tartış-
mada, 1991’den bu yana 10 değişik-
lik paketinin TBMM’den geçtiği ama
Anayasa’nın çehresinin hâlâ de-
ğişmediği vurgulandı. Katılımcılar,
farklı şekilde adlandırsalar da Tür-
kiye’deki kutuplaşmanın temelinde
laiklik, Kürt meselesi ve vesayet so-
rununun olduğu noktasında birleşti.
Baraj düşürülmeli Profesör Ergun Özbudun, yeni
Anayasa için halledilmesi gereken
sorunların başında Kürt sorunu ve
bürokratik vesayet sorunu olduğu-
nu ifade ederken, laikliğin yeniden
tanımlanması gerektiğini vurgula-
dı. Özbudun hazırlık sürecinde ön-
celikli olarak seçim barajının düşü-
rülmesi, meclisin temsil gücünün
arttırılması, örgütlenme ve ifade
özgürlüğü önündeki engellerin kal-
dırılması gerektiğini vurguladı. Ana-
yasanın meclis tarafından yapılması
gerektiğini söyleyen Özbudun, refe-
randuma gitme yolunun da açık bı-
rakılmasının önemli olduğunu be-
lir t ti.Profesör İbrahim Kaboğlu,
Türkiye’de kimlik sorunu, yurttaşlık
tanımı ve laiklik ile merkez çevre so-
runu olmak üzere üç büyük kırılma
noktası olduğunu söylerken, siyasi
partiler yasasının değiştirilmesi, se-
çim barajının düşürülmesi ve ifade
özgürlüğünün önündeki engellerin
kaldırılması gerektiğini vurguladı.
Sadece anayasa hazırlığı konusun-
da çalışma yapacak 100-150 kişilik
özel bir meclis kurulması gerekti-
ğini söyleyen Kaboğlu, hazırlanan
paketin TBMM tarafından onaylan-
masının ardından referandum yapıl-
ması gerektiğine işaret etti. Temsi-
lin artırılması gerekProfesör Mithat
Sancar, Türkiye’de esas olarak, Kürt
sorunu, devlet içi örgütlenme ve bü-
rokratik iktidar olarak tanımlanan
vesayet sorunu, din-devlet ilişkisi
olmak üzere üç sorun bulunduğunu
ifade etti. Kürt sorununun çözülme-
si ve Ergenekon gibi yapılanmaların
üzerine gidilmesi gerektiğini söyle-
yen Sancar, paralel veya özel meclis
fikrinin uygun olmadığını, sıfır se-
çim barajının uygulanması gerekti-
ğini vurguladı. “… bu topraklar vatan
yapılmadı”. Cumhuriyet’in Kürtlere
işin tâ başından bugüne ediverdiği
eziyetler, bu kadim Anadolu halkı-
nı, başka hiçbir devletin yapamaya-
cağı kadar bu ülkeden soğuttu. Bi-
liyor musunuz ki şu anda da Kürtçe
konuşmak yasak? Seçimlerde Kürtçe
konuşmanın Lozan Md. 39/4’ün çok
açık hükmüne rağmen cezalandırıl-
dığını fazlasıyla yazdım. Şimdi iki
başka türlü yargı skandalı anlataca-
ğım.
Birincisi, İsa Yağbasan’ın öy-
küsü (Cem Emir, Radikal, 22.09.10).
Diyarbakır ’da bir başka sanıkla
birlikte Öcalan tecridini protesto-
dan, yani aynı suçtan yargılanıyor.
Yağbasan’ın farkı, Kürtçe savunma
yapmak istemesi. Mahkeme onun
susma hakkını kullanılmış sayıyor
ve arkadaşı 9 yıl alıp “iyi hal” indiri-
miyle 7,5 yılla kurtardığı halde, Yağ-
basan 9 yılda kalıyor. Oysa, mahke-
mede Kürtçe sözlü savunma yapma
hakkı, vatanımızın kurucu antlaş-
ması Lozan’ın 39/5. maddesinden
kaynaklanmakta.“Biz Lozan’ı tanı-
mıyoruz”
Gelelim ikinci ve daha büyük
skandala. Bugüne kadar yargıçları-
mız Lozan yokmuş gibi davrandılar.
Ama anlaşılan tutum değiştirdiler.
Mehdi Tanrıkulu 28.09.10’da Beşik-
taş 13. Ağır Ceza Mahkemesine çı-
karılmış, savunmasını Kürtçe mesi
kararı alınmış, Kürtçe bilen bir polis
hazır, ama yargıçlardan Ömer Diken
kalkıyor, Tanrıkulu’nun eğitimli kişi
karar, Tanrıkulu’ya deniyor ki, Kürt-
çeye devam edersen susma hakkını
kullanmış sayılacaksın. Ve öyle yapı-
lıyor.
“Bize yeni anayasa gerekli”
TÜSİAD’ın buluşturduğu dört hukukçu:
10 yıl önce bugün
6 EKİM 200, 236. SAYI
Eski sayılarımıza www.agos.com.tr’den ulaşabilirsiniz.
Bilindiği gibi, Sultan İkinci Abdülhamit jurnalleriyle ün-
lenmiştir. Osmanlı diyarının her yanından her gün masa-
sına yağan jurnaller bugün tarihçiler için paha biçilmez
bir bilgi kaynağı. Sene 1892; hünkârın masasına bir jurnal
düşer. Konu şudur: Büyükdere Ermeni Kilisesi’nin duvarı-
na “Bu kilise merhametli kudretli ulu hünkârımız Abdül-
hamit Han Hazretleri’nin şefkat ve merhameti sayesinde
inşa buyurulmuştur ” mealinde bir levha vazedilmiştir.
İlk elde olumlu bir gelişme gibi görünen bu haber, ünlü
‘Vehm-i Hümayun’u yani sultani paranoyayı depreştirir.
Sakınca buyurulan husus şudur: Acep tüm Müslümanla-
rın halifesinin adının bir gayrimüslim mabedinin duva-
rında yâd edilmesi uygun mudur? Hemen bir hafiye gö-
revlendirilir ve Zât-ıŞahane’nin korkuları yatıştırılır, zira
levha kilisenin iç avlusunda ve Müslüman gözlerden ırak
bir konumdadır.
Bir tarihçi olarak “Tarih tekerrürden ibarettir” safsa-
tasının görüldüğü yerde başı ezilmesi gereken bir mahlûk
olduğuna inanmakla beraber, son günlerde gündeme otu-
ran Van Akhtamar adasındaki Surp Haç Kilisesi’nde yapı-
lan ayin ve kiliseye takılması tartışılan haç meselesi bu
çağrışımı yaptı. Hem himayenin sağladığı prestijden fay-
dalanacaksın, hem de son kertede gücünün kaynaklan-
dığı tabanı incitmeyeceksin. Zor iş. Bu arada maliyetin
büyük kısmının devlet bütçesinden karşılanmadığını da
unutmayalım. rgun Özbudun, yeni Anayasa için halledil-
mesi unutmayalım. rgun Özbudun, yeni Anayasa için hal-
rafından onaylanmasının ardından işaret etti vede bunu
tamimiyle doğruladı.
NORMAL GİBİ
İhsan-ı Şahane
Selim Deringil
Ferhat Boratav daha değişecek çokşey var.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Dev-
let Bahçeli başkanlığındaki MHP’liler, tarihi Ani
kentindeki Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana) Ermeni
Kilisesi’nde 1 Ekim Cuma günü ‘namaz kılma eylemi’ ger-
çekleştirdi. Ermenistan ve diasporadan siyasetçi ve sivil
toplum kuruluşlarının tepkisi çeken eylem, Türkiye’de de,
Kezban Hatemi ve Abdurrahman Dilipak gibi aydınlar ta-
rafından eleştirildi.
Yaklaşık iki bin kişilik kalabalığı Ani Katedrali önün-
de Osmaniye’den gelen Mehtaran Bölüğü marşlar çala-
rak karşıladı. Bahçeli’nin konvoyu tekbir sesleri eşliğinde
katedrale kadar olan 1,5 kilometre yolu yürürken onlarca
Türk bayrağı dalgalandırıldı.
Namaz sonrası Kars’ta seçim otobüsünün üzerinde
konuşma yapan Devlet Bahçeli, Anadolu’nun, Ahtamar’da
95 yıl sonra Ermenilerin, Sümela Manastırı’nda 88 yıl
sonra da Rumların ibadet etmeleri için fethedilmediğini
söyledi. Demokratikleşme adı altında vatanın teslim edil-
mesine izin vermeyeceklerini belirten Bahçeli, “Alparslan
olur, Süleyman Şah olur, Fatih gibi Bizans zihniyetine son
darbeyi indiririz” dedi.
Türkiye-Ermenistan sınırının açılmasına hiç bir şe-
kilde müsaade eteyeceğini söyleyen Bahçeli, kapalı olan
Alican Sınır Kapısı önünde partililerle etten duvar oluş-
turdu.
yin” sözleri geçen Maide Suresi’ni okuması söyleyerek
yanıt verdi.
Bahçeli, tartışmaya Bağış’ın Amerikan vatandaşı ol-
duğu iddiasını ortaya atarak katılırken, Bağış “Bahçeli
iftiralara sığınmasın. İspatlarsa istifa ederim.Şayet ifti-
rasının yalan olduğu ortaya çıkarsa kendisi istifa edecek
mi?” diye sordu.
MHP’nin referandum sonrası yürüttüğü politikayı
Agos’a değerlendiren Birikim dergisi yayın yönetmeni
Ömer Laçiner, bu eylemin MHP’nin genel seçim dönemi-
ne yönelik stratejisinin bir parçası olduğunu, ancak bu
tavrın milliyetçi taban kitlede dahi pek itibar görmediğini
söyledi. “Referandum sonuçlarından anlaşıldığı kadarıyla
MHP oylarının yoğunluk kazandığı, hareketin yüreği olan
İç Anadolu’daki eğilim ılımlı bir tavrın milliyetçi taban kit-
lede dahi pek itibar görmediğini çizgiye kaymış durumda.
Ani’deki namaz misillemesinin bize gösterdiği ise, bugü-
ne kadar bu tür milliyetçi kışkırtmalarla hareket eden ta
Laçiner, milliyetçi kitlenin eğilimlerindeki değişimin
sebebinin ise, son dönemde basında yer alan asker ölüm-
ılımlı ve makul bir çizgiye çekmek yerine marjinalleştirdi-
ğini ifade etti. Laçiner,“ Önümüzdeki süreçte yaşanacak
olan parti içindeki çatışma süreci, MHP’nin milliyetçilik
çizgisini belirleyecektir” dedi.
Vakit gazetesi yazarı Abdurrrahman Dilipak,
MHP’nin namaz eyleminin zamanlamasının, yerinin ve üs-
lubunun yeni tartışmalara yol açacak bir zemin yaratma-
ya yönelik olduğunu söyledi ve partinin tavrını eleştirdi.
Bahçeli’nin referandum sonrası yaşadığı şoku atlatacak
ve öfkesini kanalize edecek yeni alanlar aradığına işaret
eden Dilipak, namaz eyleminin ne fıkha ne geleneğe ne
de hukuka uygun olduğunu ifade etti. Dilipak, “İslam di-
ninde Cuma namazı, Allaha, resule ve kitaba iman eden-
lerin topluca, hep birlikte Allahın huzuruna çıkma eyle-
midir. Mezhep, tarikat, cinsiyet, ırk farklılıklarına dayalı
bir Cuma cemaati telakkisi olamaz. Cuma namazı aynı za-
manda, “alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygam-
berin ümmeti olarak” farzı kifayeler ve evrensel sorum-
luluklarının müzakere edildiği mekânlar olması gerekir.
Yani Müslümanlar o gün, tabiata karşı, yoksullara, maz-
lumlara karşı kendi sorumluluklarını gözden geçirirler.
MHP’nin yaptığı ne fıkha uygun, ne geleneğe, uygun”
dedi.
Dilipak, MHP’nin eyleminin bazı konuların yeniden
düşünülmesi ve tartışılması için vesile olmasını umut et-
tiğini söyleyerek “Ben Sümela ve Akdamar konusunda
neden her zaman değil de yılda bir gün diye soruyorum?
‘Onların mabetlerini yurt edinmeyin’ ikazından haberi var
mı Bahçeli’nin? Neden hâlâ Heybeliada Ruhban Okulu ka-
palı? Neden Patrikhane ekümenik değil? Neden Sürya-
ni, Ermeni, Rum ve Yahudi ilahiyatı yok bu memlekette?
Ani’deki Surp Asdvadzadzin Ermeni Katedrali’ndeki na-
maz eylemini yorumlayan Avukat Kezban Hatemi, düş-
manlık duygularını canlandırmanın yerinde bir davranış
olmadığını belirtti. Namazın Allah için kılındığına işaret
eden Hatemi, “Yapılan doğru değildir. Namaz bir ibadet-
tir. Siyasi meydan Namaz Allah için kılınır. Ani Harabele-
ri’ndeki bir Cuma cemaati telakkisi olamaz. Cuma nama-
zı aynı zamanda, “alemlere rahmet olarak gönderilen bir
peygamberin ümmeti olarak” farzı kifayeler ve evrensel
sorumibadethane okumalara alet edilmemelidir. Bu ba-
Namaz Allah için kılınır. Ani Harabeleri’ndeki ibadethane-
nin aslı kilisedir. Uzlaşma ve barış sürecinde kımdan Sa-
yın Bakan Egemen Bağış’ın dediği doğrudur. düşmanlık
duygularını canlandırmak yerinde bir davranış değildir”
yorumunda bulundu.
Ani’deki eylem Ermenistan’da kınandı MHP Genel
Başkanı Devlet Bahçeli önderliğindeki partililerin tari-
hi Ani kentindeki Surp Asdvadzadzin n topluca, hep bir-
likte Allahın huzuruna çıkma eylemidir. Mezhep, tarikat,
cinAni’deki Surp Asdvadzadzin Ermeni Katedrali’ndeki
namaz eylemini yorumlayan Avukat Kezban Hatemi, düş-
siyet, ırk farklılıklarına dayalı bir Cuma cemaati telakkisi
olamaz. Cuma namazı aynı za (Meryem Ana) Kilisesi’nde
1 Ekim Cuma günü gerçekleştirdiği namaz kılma eylemi,
Ermenistan’da tepkiyle karşılandı. Surp Eçmiadzin Katoli-
kosluğu, aynı Ani Katedrali’nde manda, “alemlere rahmet
olarak gönderilen bir peygam ‘Onların mabetlerini yurt
edinmeyin’ ikazından haberi var yapılan namaz eylemini
kınadıklarını açıkladı.
lerinde ordunun rolüne ilişkin haberler ve Dörtyol-İnegöl
eylemleri olduğunu söyledi. Bu değişimin MHP’nin mev-
cudiyet koşullarını tahrip ettiğini ve partiyi sıkıştırdığı-
nı söyleyen Laçiner, “Ancak tüm bunlar milliyetçi hare-
ketin tüm dinamiklerinin yok olduğu anlamına gelmiyor
tabii. Milliyetçi kışkırtmalara karşı daha duyarlı olunan
ve ana siyasi kararlarda milliyetçi reşekslerle karar al-
mamayı sağlayan bir atmosfer oluşturuldu şu anda. Öte
taraftan bu durum, daha koyu ve keskin bir milliyetçilik
de doğurabilir” dedi.Eylemin esas amaçlarından birinin,
MHP’nin kendi içindeki yönetim savaşında ve radikal mil-
liyetçi kesimde yer alan muhalefeti susturmak olduğunu
söyleyen Laçiner, söz konusu muhalefetin partiyi daha
Devlet Başkanı Egemen Bağış MHP’lilerin namaz
eylemine, gösteriş için namaz kılanlara “yazıklar olsun”
denilen Mâ’ûn Suresi’ni okumasını tavsiye ederek tepki
gösterdi. Bağış, “MHP’lilerin namaz kılması, dua etme-
si olumlu bir gelişme. Tavsiye ederim. Maun Suresini de
okusunlar. Orada dikkat etmeleri gereken uyarılar var”
dedi. Bağış’ın sözlerine MHP grup milletvekili Mehmet
Şandır ise, içinde ‘Yahudi ve Hıristiyanları dost edinme-
29 Kas›m 2010
g ü n c e l // 7
MHP’ye ‘Ani’deki namaz’ tepkisi gösterdi
Laçiner: Hem seçimle hem parti içi muhalefetle ilgili bir hareket
Dilipak: “Bahçeli’nin referandum sonrası şoku”
Hatemi: “Namaz, siyasi meydan okumalara alet edilmemeli”
Namaz Protestosu Fotoğraf: Önder Sakıp Serkis
29 Kas›m 2010
g ü n c e l//8
BDP’liler Birdal’ın saldırganını ‘darp etmek’ten ifade verdi
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Bursa Eş Başka-
nı Ayla Yıldırım’ın da aralarında bulunduğu dokuz
kişi, BDP Diyarbakır milletvekili Akın Birdal’ın Bursa mi-
tinginde saldırıya uğramasıyla ilgili Bursa Terörle Mü-
cadele Şubesi’nde ifade verdi.
10 Eylül’de Anayasa değişikliğinin halkoyuna su-
nulması nedeniyle Bursa’da Boykot Cephesi’nce orga-
nize edilen açık hava toplantısına konuşmacı olarak ka-
tılan Birdal’i konuşma yaptığı sırada Bilgehan fiimşek
darp etmişti. Yıldırım, yaptığı yazılı açıklamada, görün-
tü kayıtlarında gerek kendisinin gerekse kendisinden
önce ifade vermeye çağrılan partililer, saldırganı darp
ettiklerine dair bir durumun söz konusu olmadığını be-
lirterek, “Saldırgandan Birdal’ı korumaya çalıştığımız
açıkça görülüyor” dedi. Buna karşın kendisinin ve diğer
BDP’lilerin saldırganı kasten yaralamak iddiasıyla şüp-
heli duruma düşürülmesini “bir hukuk skandalı” olarak
nitelendiren Yıldırım, Parti olarak asıl saldırgandan ve
arkasındaki güçlerden şikayetçi olduklarını söyledi.
Yıldırım, İnegöl’de Kürtlere yönelik linç girişimi,
Samsun’da kapatılan Demokratik Toplum Partisi (DTP)
eş başkanı Ahmet Türk’ e yönelik yumruklu saldırı ve
son olarak da Birdal’a yönelik darp olaylarını da günde-
me getirdiği açıklamasında, “Cumhuriyet Savcılığı’nın
mağdur olan bizlere dönük kasten insan yaralamak şüp-
hesiyle yaptığı tahkikatı süratle saldırganın arkasındaki
güçleri açığa çıkarmasında göstermesini beklemekte-
yiz” dedi. ilekçede, tazminatın kamu fonundan ödenme-
luluğu bulunanlardan paranın tazminini ve sorumlular
hakkında idari ve hukuki soruşturma yapılmasını iste-
yen Çevik, gazetemize şu açıklamada bulundu: “Hrant
Dink davasında Dışişleri mağduriyetin giderilmesi de
hukuka uygun bir davranıştır. Bakanlığı’nın karara iti-
raz etmemesini anlayışla karşılıyorum.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli önderliğindeki
partililerin tarihi Ani kentindeki Surp Asdvadzad-
zin (Meryem Ana) Kilisesi’nde 1 Ekim Cuma günü gerçek-
leştirdiği namaz kılma eylemi, Ermenistan’da tepkiyle
karşılandı. Surp Eçmiadzin Katolikosluğu, aynı gün bir
duyuru yayımlayarak Ani Katedrali’nde yapılan namaz
eylemini kınadıklarını açıkladı.
Katolikosluk’tan yapılan açıklamada şu ifadelere
yer verildi: “Türkiye devletinin izniyle, Milliyetçi Hareket
Partisi’nin 1 Ekim’de Ani’deki Surp Asdvadzadzin Ermeni
Kilisesi’nde namaz kılma eylemi gerçekleştirdiğini büyük
bir üzüntüyle öğrendik. Bu adım siyasi bir provokasyon-
dur. Ruhani ve ulvi duygularla ilgisi olmayan bu eylemin,
din ve vicdan özgürlüğüyle de hiçbir bağlantısı yoktur. Bu
girişimle, Ermeni soykırımından bu yana ayin ve duadan
mahrum edilen Ani Katedrali’nin bir Ermeni kilisesi oldu-
ğu gerçeği de inkâr edilmeye çalışılmaktadır. Surp Eçmi-
adzin Katolikosluğu, toplumlar arasında nifak tohumları
eken, hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlüğün yayılması-
na yol açan bu tür eylemleri kınamaktadır. Ani’deki Surp
Asdvadzadzin Ermeni Katedrali’ndeki namaz eylemini yo-
rumlayan Avukat Kezban Hatemi, düşmanlık duygularını
canlandırmanın yerinde bir davranış olmadığını belirtti.
Namazın Allah için kılındığına işaret eden Hatemi, “Ya-
pılan doğru değildir. Namaz bir ibadettir. Siyasi meydan
okumalara alet edilmemelidir. Bu bakımdan Sayın Bakan
Egemen Bağış’ın dediği doğrudur. Namaz Allah için kı-
lınır. Ani Harabeleri’ndeki ibadethanenin aslı kilisedir.
Uzlaşma ve barış sürecinde düşmanlık duygularını can-
landırmak yerinde bir davranış değildir” yorumunda bu-
lundu.
Ani’deki eylem Ermenistan’da kınandı MHP Genel
Başkanı Devlet Bahçeli önderliğindeki partililerin ta-
rihi Ani kentindeki Surp Asdvadzadzin (Meryem Ana)
Kilisesi’nde 1 Ekim Cuma günü gerçekleştirdiği namaz kıl-
ma eylemi, Ermenistan’da tepkiyle karşılandı. Surp Eçmi-
adzin Katolikosluğu, aynı gün bir duyuru yayımlayarak
Ani Katedrali’nde yapılan namaz eylemini kınadıklarını
açıkladı. Katolikosluk’tan yapılan açıklamada şu ifadelere
yer verildi: “Türkiye devletinin izniyle, Milliyetçi Hareket
Partisi’nin 1 Ekim’de Ani’deki Surp Asdvadzadzin Ermeni
Kilisesi’nde namaz kılma eylemi gerçekleştirdiğini büyük
Ani’deki eylem Ermenistan’da kınandıbir üzüntüyle öğrendik. Bu adım siyasi bir provokasyon-
dur. Ruhani ve ulvi duygularla ilgisi olmayan bu eylemin,
din ve vicdan özgürlüğüyle de hiçbir bağlantısı yoktur. Bu
girişimle, Ermeni soykırımından bu yana ayin ve duadan
mahrum edilen Ani Katedrali’nin bir Ermeni kilisesi oldu-
ğu gerçeği de inkâr edilmeye çalışılmaktadır. Surp Eçmi-
adzin Katolikosluğu, toplumlar arasında nifak tohumları
eken, hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlüğün yayılmasına
yol açan bu tür eylemleri kınamaktadır.
Türkiye devleti bu eylemin gerçekleşmesine müsa-
ade ederek, Ermeni kültür eserlerinin ve mirasının yok
sayılmasına ve kendilerine mal edilmesine yönelik attığı
adımlara bir yenisini daha eklemiştir.
Türkiye bu adımla, Ermenistan ve uluslararası top-
lumun gayretleriyle iki ülke arasında diyalog kurulması
ve ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik çabaların boşa
olduğu Demoyan: “Eylem Avrupa ülkelerince de ele alın-
malı” Soykırım Müzesi ve Enstitüsü Müdürü Hayk Demo-
yan, Ani Katedrali’nde yapılan namaz eylemine ilişkin kül-
türü ve medeniyeti bakımından da değerlendirilmeli. pa
ülkelerince de ele alınmalıdır” diye konuştu.
BDP kongrede açılımla ilgili konuştu
29 Kas›m 2010
g ü n c e l // 9
Eski MHP’liden namaz eleştirisiHafta başında gerçekleşen Samsun
İl Genel Meclisi toplantısında bir ko-
nuşma yapan eski MHP üyesi Sabri
Arslan, Ani Harabeleri’ndeki Cuma
namazına yönelik eleştirilerde bu-
lundu.
Terme ilçesinden bağımsız üye
olarak görevini sürdüren Arslan,
“Milliyetçilik, 50 metre aşağıdaki
mescidi görmeyip, hayatında cuma-
ya gitmeyenlerin, referandumda al-
dıkları ders adına Ani Harabeleri’nde
cumayı hatırlayanların milliyetçili-
ği değildir. Evet, ben bir ülkücüyüm,
güvercinim, serçeyim ama kargayı
kılavuz seçmedim, seçmeyeceğim”
dedi.
Yaklaşık iki bin kişilik kalabalığı
Ani Katedrali önünde Osmaniye’den
gelen Mehtaran Bölüğü marşlar ça
genel seçim dönemine yönelik stra
larak karşıladı. Bahçeli’nin konvoyu
tekbir sesleri eşliğinde katedrale ka-
dar olan 1,5 kilometre yolu yürürken
onlarca Türk bayrağı dalgalandırıldı.
Namaz sonrası Kars’ta seçim
otobüsünün üzerinde konuşma ya-
pan Devlet Bahçeli, Anadolu’nun,
Ahtamar’da 95 yıl sonra Ermenilerin,
Sümela Manastırı’nda 88 yıl sonra da
Rumların ibadet etmeleri için fethe-
dilmediğini söyledi. Demokratikleş-
me adı altında vatanın teslim edilme-
sine izin vermeyeceklerini belirten
Bahçeli, “Alparslan olur, Süleyman
Şah olur, Fatih gibi Bizans zihniyeti-
ne son darbeyi indiririz” dedi.
Türkiye-Ermenistan sınırının
açılmasına hiç bir şekilde müsaade
eteyeceğini söyleyen Bahçeli, kapalı
olan Alican Sınır Kapısı önünde par-
tililerle etten duvar oluşturdu.
De v let B a şk anı E g emen B ağ ı ş
MHP’lilerin namaz eylemine, gös-
teriş için namaz kılanlara “yazıklar
olsun” denilen Mâ’ûn Suresi’ni oku-
masını tavsiye ederek tepki göster-
di. kanalize edecek yeni alanlar ara-
dığına işaret eden Dilipak, Bağış,
“MHP’lilerin namaz kılması, dua et-
mesi olumlu bir gelişme. Tavsiye
ederim. Maun Suresini de okusun-
lar. Orada dikkat etmeleri gereken
uyarılar var” dedi. Bağış’ın sözlerine
MHP grup milletvekili Mehmet fiandır
ise, içinde ‘Yahudi ve Hıristiyanları
dost edinmeyin” sözleri geçen Mai-
de Suresi’ni okuması söyleyerek ya-
nıt verdi.
Bahçeli, tartışmaya Bağış’ın
Amerikan vatandaşı olduğu iddiasını
ortaya atarak katılırken, Bağış “Bah-
çeli iftiralara sığınmasın. İspatlarsa
istifa ederim.Şayet iftirasının yalan
olduğu ortaya çıkarsa kendisi istifa
edecek mi?” diye sordu.
MHP’nin referandum sonrası yü-
rüttüğü politikayı Agos’a değerlendi-
ren Birikim dergisi yayın yönetmeni
Ömer Laçiner, bu eylemin MHP’nin
genel seçim dönemine yönelik stra-
tejisinin bir parçası olduğunu, ancak
bu tavrın milliyetçi taban kitlede dahi
pek itibar görmediğini söyledi. “Re-
ferandum sonuçlarından anlaşıldığı
kadarıyla MHP oylarının yoğunluk
kazandığı, hareketin yüreği olan İç
Anadolu’daki eğilim ılımlı bir çizgiye
kaymış durumda. Ani’deki namaz mi-
sillemesinin bize gösterdiği ise, bu-
güne kadar bu tür milliyetçi kışkırt-
malarla hareket eden taban kitlenin
bir şekilde makul bir çizgiye kayarak
bu eyleme pek itibar etmediği.”
Laçiner, milliyetçi kitlenin eğilim-
lerindeki değişimin sebebinin ise,
son dönemde basında yer alan as-
ker ölümlerinde ordunun rolüne iliş-
kin haberler ve Dörtyol-İnegöl eylem-
leri olduğunu söyledi. Bu değişimin
MHP’nin mevcudiyet koşullarını tah-
rip ettiğini ve partiyi sıkıştırdığını
söyleyen Laçiner, “Ancak tüm bunlar
milliyetçi hareketin tüm dinamikle-
rinin yok olduğu anlamına gelmiyor
genel seçim dönemine yönelik stra
tabii. Milliyetçi kışkırtmalara kar-
şı daha duyarlı olunan ve ana siyasi
ka kanalize edecek yeni alanlar ara-
dığına işaret eden Dilipak, rarlarda
milliyetçi reşekslerle karar almama-
yı sağlayan bir atmosfer oluşturul-
du şu anda. Öte taraftan bu durum,
daha koyu ve keskin bir milliyetçilik
de doğurabilir” dedi.
Eylemin esas amaçlarından birinin,
MHP’nin kendi içindeki yönetim sa-
vaşında ve radikal milliyetçi kesim-
de yer alan muhalefeti susturmak
olduğunu söyleyen Laçiner, söz ko-
nusu muhalefetin partiyi daha ılım-
lı ve makul bir çizgiye çekmek yerine
genel seçim dönemine yönelik stra
marjinalleştirdiğini ifade etti. Laçi-
cak olan parti içindeki çatışma süre-
ci, MHP’nin milliyetçilik çizgisini be-
lirleyecektir” dedi.
İzmir Suikasti soruşturmasını konu alan ‘Kurt Kanunu’,
Kemal Tahir’in romanları arasında ayrı bir yere sahiptir.
Romanın metodolojisi hayli eleştirilmiştir zamanında
(Kara Kemal’e Marksist analiz yaptırılmasını Mete Tun-
çay eleştirmişti mesela). Bununla beraber, Tahir’in hem
roman hem de o dönem üzerine epey kafa yorduğu orta-
dadır. Romanda aslında devlet içi hesaplaşmalar üzeri-
ne bir tez okuruz; Tahir, bu tip hesaplaşmaların nasıl bir
mantık üzerinden yürüdüğünü anlatır.
Tahir’in bilhassa Kara Kemal üzerinden söyledikleri-
nin bazıları önemli tespitlerdir. Aklımda kaldığı kadarıyla
şöyle bir bölüm vardı: İzmir Suikastı ile ilgili soruşturma
genişlemekte ve derinleştirilmektedir. Soruşturmanın bir
temizlik, İttihatçı temizliği hareketine doğru gittiği anla-
şılmıştır. şüphelilerden biri ifadesinde çemberi olabildi-
ğince genişletmeye, çembere olabildiğince fazla devlet
görevlisini ya da ünlü ismi dahil etmeye çalışır. Tahir bu
bölümde, ya kendi ağzından ya da kahramanlardan biri-
nin ağzından bu tip hesaplaşmalarda suçlu durumunda
onlanların bilerek çemberi genişlettiğini, bunun bir yön-
tem olduğunu söyler. Suçlu ya da şüpheli burada hem
soruşturmayı çıkmaza sürüklemekte hem de kendini bir
nevi korumaktadır.
Şu an tutuklu bulunan JİTEM’ci emekli albay Arif
Doğan’ın internete düşen ses kayıtlarını ve ifadelerini
okurken bu roman ve bu yöntem geldi aklıma. Ses kayıt-
larına bakılırsa, Doğan, bir ‘kazada’ ölen eski Jandarma
Komutanı Eşref Bitlis’i JİTEM’in öldürdüğünü öne sürü-
yor. Ayrıca, emrinde 10 bin kişilik bir güç olduğunu belir-
tiyor. Yine bu ses kayıtlarına göre, Doğan Alevilere sal-
dırı düzenleyen bir ekibi olduğunu da söylüyor. Bu ses
kayıtlarının Doğan’a ait olup olmadığı tam anlaşılamadı.
Star gazetesi Doğan’la temas kurdu ve Doğan, Aleviler-
le ilgili kısmı inkâr etti. Ayrıca iki JİTEM olduğunu, ken-
di yönettiği JİTEM’in temiz, diğerinin kirli olduğunu söy-
ledi. Ancak, şüpheli bir kaza olduğu ayan beyan ortada
olan Eşref Bitlis konusu hâlâ karanlıkta. Bu ifadeler üze-
rine Bitlis’in ölümü hakkında yeni bir soruşturma başla-
tıldı. Aynı günlerde Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal da her
yıl düzenli olarak dile getirdiği “Babam ölmedi, öldürül-
dü” iddialarını yeni bir boyuta taşıdı ve biraz daha ayrın-
tı verdi. Ayrıca suikast girişiminin arkasında eski komu-
tanlardan (aynı zamanda eski MGK Genel Sekreteri) Sabri
Yirmibeşoğlu’nun bulunduğunu ima etti. Yirmibeşoğlu bu
iddiaları yalanladı yalanlamasına, ama bu arada Kıbrıs
harekâtı sırasında cami yakıverdiklerini ağzından kaçır-
dı. Milliyetçi duyguları kamçılamak için yapmışlar böyle
şeyleri.
Sadece bunlar, bir devletin faaliyetleri hakkında tüyler
ürpertmeye yeter de artar bile. Ki bunlar yakın tarihimiz-
de bugüne kadar olup bitenlerin, yani şüpheli dosyalar
arasında addedilenlerin herhalde %1’i filandır. 1 Mayıs
1977’yi, gazeteci aydın suikastlerini, Maraş, Sivas olay-
larını, 12 Eylül öncesindeki sayısız cinayetini, Ağca dos-
bile. Buna Ergenekon davalarında ortaya saçılanları ve
1980 sonrasında Güneydoğu’da olup biten sayısız kanlı
faili meçhul faaliyeti ekleyelim.
Tabloyu anlatacak kelime bulmak zor. Bu iddiaların
küçük bir kısmı bile doğru olsa (ki büyük kısmının doğp-
devlet, yarın başka türlü şartlar oluşursa bu faaliyetleri-
ne pekâlâ yine başlayabilir.
KARDEŞÇESİNE
Çember Genişliyor mu?
Yevrat Danzikyan
29 Kas›m 2010
g ü n c e l//10
YARGITAY, iki yıl önce açılan davada, yerel mahkeme-
nin Mor Gabriel Süryani Manastırı’nın lehine aldığı
mülkiyen kararını bozdu. Manastır yetkilileri, Yargıtay’ın
kararına ilişkin olarak İdare Mahkemesi’ne müracaat et-
meye hazırlanırken, iç hukuk yollarının tükenmesiyle, da-
vanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınabilece-
ğine işaret ediyor.
Midyat’taki 1600 yıllık Süryani Manastırı’na ilişkin iddi-
alar 2008’de Midyat’ın köylerine kadastronun gelmesiy-
le başlamıştı.
Sınır tespitleri yapılırken manastıra komşu olan Yay-
vantepe ve Eğlence köylerindeki bazı aşiretler, Manastır
topraklarının bir kısmının kendilerine ait olduğunu iddia
edince, Manastır yetkilileri kendilerini bir anda toprakla-
rını savunmak için mahkeme koridorlarında buldu. Köylü-
lerin tanık olmasıyla sınırlarını genişletmek isteyen aşiret
mensupları, bir kısım manastır toprağını elde etti ve bu
topraklar davalı köylerin sınırlarına dahil edildi. Manastır
avukatları Midyat’taki Asliye Hukuk Mahkemesi’nde idari
sınırların tespiti istemiyle yeni bir dava açtı. Ancak köylü-
ler taleplerini, kilisenin olduğu alan üzerinde bile hak id-
dia etmeye kadar vardırdı. Manastırın Orman Kanunu’nu
ve içindeki öğrencilerin varlığı nedeniyle Tevhid-i Tedrisat
Kanunu’nu ihlal ettiği öne sürülerek yeni davalar açıldı.
Davaların Mayıs 2009’da Manastır lehine sonuçlanma-
sıyla, Manastır yetkilileri tam rahat bir nefes aldıkları-
nı düşünürken, karşı tarafın kararı temyiz etmesiyle, te-
dirgin süreç yeniden başladı. Geçtiğimiz Ağustos ayında
Yargıtay, yerel mahkemenin aldığı kararı bozarak, sınır
tespit davasında köylüler lehine karar verdi. Böylece
Süryaniler asırlardır kendilerine ait toprakları Hazine’ye
terk etmekle yüz yüze kaldı. Manastır yetkilileri, İdare
Mahkemesi’ne başvurmaya hazırlanırken, 3 Ekim 2010
tarihli Sabah gazetesi, davaya ilişkin olarak yayımlanan
haberinde, davanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne
gidebileceği yorumunda bulundu.
Yaşadıkları sorunları Midyat Kaymakamı’ndan cum-
hurbaşkanına kadar herkesin bildiğini, davalarla adeta
taciz edildiklerini söyleyen Mor Gabriel Manastırı Met-
ropoliti Timotheos Samuel Aktaş, 21 yıldır Manastır’da
görevli olduğunu, iki yıl öncesine kadar çevre halkıy-
la iyi ilişkilere sahip olduklarını, hatta Manastır olarak
çevre köylerdeki camii yapımlarına bile yardım ettikleri-
ni belirtiyor. Metropolit Aktaş, Sabah gazetesinden Müj-
gan Halis’e verdiği röportajda, “Karşılaştığımız haksız-
lıklar karşısında hep sustum, ama artık susmayacağım,
Avrupa’da her şeyi anlatacağım. Bize yapılan ayıptır ve
yapanların bundan utanması gerekir. Bakın, bizim manas-
tırımıza gelen yol bile yapılmıyor, o zaman bizim de bu
manastırı kapatmaktan ve turist kabul etmemekten baş-
ka çaremiz kalmayacak bu gidişle. Bu manastır sadece
bizim değil, Türkiye’nin değeridir. Bu değere değer kata-
caklarına utanmazca topraklarımızı elimizden almaya ça-
lışıyorlar. Bu durum düpedüz vicdansızlıktır. Hani adalet,
hani hoşgörü, hani demokrasi? Anlayamadığımız büyük
bir oyunun içindeyiz, ama topraklarımızdan vazgeçmeye-
ceğiz” diye konuştu.
Mor Gabriel Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Kirya-
kos Ergun, konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamada şöy-
le konuştu: “Türkiye’nin nüfusu 35 milyonken, bizim nü-
fusumuz 150 bin civarındaydı. Ülke nüfus ikiye katlandı,
bizse Tahir’in bilhassa Kara Kemal üzerinden söyledikleri-
nin bazıları önemli tespitlerdir. Aklımda kaldığı kadarıyla
şöyle bir bölüm vardı: İzmir Suikastı ile ilgili soruşturma
genişlemekte ve derinleştirilmektedir. Soruşturmanın bir
temizlik, İttihatçı temizliği hareketine doğru gittiği anla-
şılmıştır. şüphelilerden biri ifadesinde çemberi olabildi-
ğince genişletmeye, çembere olabildiğince fazla devlet
görevlisini ya da ünlü ismi dahil etmeye çalışır. Tahir bu
bölümde, ya kendi ağzından ya da kahramanlardan biri-
nin ağzından bu tip hesaplaşmalarda suçlu durumunda
onlanların bilerek çemberi genişlettiğini, bunun bir yön-
tem olduğunu söyler. Suçlu ya da şüpheli burada hem
soruşturmayı çıkmaza sürüklemekte hem de kendini bir
nevi korumaktadır. 3-4 bine düştük. Süryani toplumu, bu
davaları kendisine karşı açılmış olarak kabul ediyor Hem
de kendini bir nevi korumaktadır.
Mor Gabriel davası AİHM yolcusu
“Bize reva görülenler ayıp”
“Süryanilerin geri dönüşü ve yatırımlar durdu”
Manastır avukatları Midyat’taki Asliye Hukuk Mahkemesi’nde idari sınırların tespiti istemiyle yeni bir dava açtı.
Kayıp yakınları, kendileri için “Onlar
kim? Ne yapıyorlar? Sadece oturuyorlar.
Tüzel kişilikleri yok. Arkalarında kimler
var biliyor musunuz?” diyen Başbakan’a
yanıt verdi, yakınlarının bulunması için
taleplerini açıkladı. İnsan Hakları Derne-
ği (İHD) İstanbul ŞİşliŞubesi Gözaltında
Kayıplara Karşı Komisyon ve Cumartesi
Anneleri/İnsanları’nın 30 Eylül tarihinde,
düzenledikleri toplantıda konuşan Rakel
Dink “Anneler sussa, taşlar konuşur. Bu
insanlar, ağaçların kovuklarında yetişme-
diler. Bu insanların sevdikleri vardı” ifa-
desini kullandı.
“Toplumsal Hafıza yasası çıkarıl-sın!” Milletvekili Akın Birdal, BDP’nin
Meclis’te kayıplarla ilgili bir komisyon
oluşturulması talebinde bulunacağını
duyurdu, “Kayıplar sağlarsa sağ olarak,
değillerse cesetlerinin ailelere teslim edil-
mesini isteyeceğiz” dedi. “Dersimin Kayıp
Kızları” kitabının yazarı Kazım Gündoğan,
gerektiğini söyledi.Akademisyen Ferhat
Kentel, “Devlet bu acıları düşünmüyorsa,
yaratılan her acının başka bir yerden pat-
lak vereceğini düşünmeli” derken, Yaso-
runun varlığını kabul ederek çözüm bul-
mak zorunda olduğunu ifade etti.
“Anneler, yüreklerinin yarısını kaybetti, devlet vicdanını” Toplantıda, Cumartesi Anneleri’nin
eylemlerini konu alan bir film gösterimi-
nin ardından “Onlara ne oldu?” pankar-
tı önünde kimi kayıp yakınları yaşadık-
larını anlattı. Cemil Karabayır’ın ağabeyi
Mikail Karabayır, “Cumartesi Anneleri,
yüreklerinin yarısını kaybettiler. Devlet
ise vicdanını... Analar yüreklerini arar-
ken devlet de biraz vicdanıyla hesaplaş-
sın. Başbakan Cumartesi Annelerinin ne
yaptığını bilmiyormuş. Onlar saçlarından
sürüldüler, coplandılar, gözaltına alındı-
lar... İnkârcılığa midemiz tok” ifadeleriyle
başbakana yanıt verdi. Hayrettin Eren’in
kardeşi Faruk Eren, annesinin 80 yaşın-
da olduğunu ve otuz yıldır beklediğini ak-
tarırken, 1981 yılında kaybedilen Cemil
Karabayır’ın 103 yaşındaki annesi, “Cemil
geri gelir diye 29 yıl evden dışarı çıkma-
dım. Cemil geri gelir de evi tanıyamaz diye
29 yıldır tadilat yapmadım. 29 yıldır
“Kafasına çiviler çakılarak öldürülmüştü” Nurettin Yedigöl’ün kardeşi Muzaf-
fer Yedigöl gözyaşları içinde yaptığı ko-
nuşmasında şunları söyledi: “Ağabeyim,
gözaltına alındığında ona para ve elbise
götürdük. Ama bize geri verdiler. İşkence
edilerek, kafasına çiviler çakılarak öldü-
rülmüştü. Eninde sonunda ben ağabeyi-
min mezarını da kemiklerini de bulacağım.
80 yaşındaki annem de oğlunun öldüğü-
ne inanacak. Toplantıya yakınlarını siyasi
cinayetlerde kaybedenlerin kurduğu Top-
lumsal Bellek Platformu’ndan Rakel Dink
ve Sezen Öz, Barış ve Demokrasi Partisi
kacı Mahmut Alınak, Barış Meclisi’nden
nelerinin ne Kentel, yayıncı-avukat Eşber
Yağmurdereli, Cumartesi İnsanlarından
Nimet Tanrıkulu’nun yanı sıra çok sayı-
da aktivist, akademisyen, gazeteci, insan
hakları savunucusu katıldı.
29 Kas›m 2010
g ü n c e l // 11
Kayıp yakınları başbakana kim olduklarını hatırlattı
Cumartesi Anneleri’ne destek veren Rakel Dink “Anneler sussa, taşlar konuşur. Bu insanlar ağaç kovuğunda yetişmedi!”
“Türkiye’de yaklaşık 185 bin er, tamamen posta, ku-
aför, berber, görevli gibi isimler adı altında sadece ordu-
daki subaylara ve ailelerine hizmet veriyor. Ayrıca 32 bin
asker de koruma adı altında yine kişilere hizmet veriyor.
14 bin asker de lojmanlara hizmet veriyor. TSK’nın ken-
dini milletin bağrında gibi gösterip, milletten uzakta, si-
villerden tam bağımsız, kendi lojmanı kendi mahkemesi,
kendi hastanesi ve kendi hegomanyası içinde bulunma-
sı ve bütün bunları disiplin gerekçesiyle kamuşe etmeye
çalışması gerçekten çok üzücü ve düşündürücüdür.”
Yukarıdaki satırlar, bir ay önce yayınladığım, bir emek-
li subayın mektubunda yer alıyordu. Bu bilgilerin doğ-
ru olup olmadığına karar vermek kolay değil. Ancak bir
aydır, bu bilgilerin yanlış olduğunu belirten bir açıklama
da almış olmadığım için, doğru olmalarını yüksek bir ih-
timal olarak değerlendiriyorum. “Zorunlu askerlik sür-
sün” diyen ve bunun terörle mücadele için elzem oldu-
ğunu iddia eden Genelkurmay’ın gerekçeleri ışığında bu
rakamları yorumlayalım. Askerlikle ilgisi olmayan hizmet-
lerde çalışan asker sayısı, yukarıdaki rakamları topladığı-
mız zaman 231 bin ediyor. Örneğin Alman ordusunun şu
anki toplam personel sayısı 247 bin, İtalya’nın 195 bin,
İngiltere’nin 173 bin. Avrupa’daki büyük orduların çoğu-
nun toplam personel sayısı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde
‘angarya sektörü’nde çalıştırılan personel sayısından
daha az.
Türk Silahlı Kuvvetleri sık sık asker sayısının yeter-
sizliğinden bahseder. Bu yetersizlik söylemi üzerinden
askerin toplum üzerindeki hegemonyası pekiştirilmeye
çalışılır.
Berberlik, kuaförlük gibi hizmetler diğer devlet ku-
rumlarında maaşlı çalışanlar tarafından verilirken, Türk
Silahlı Kuvvetleri’nde ‘angarya’ sisteminin tercih edil-
mesinin hiçbir mantıklı açıklaması yok. Sadece berberlik
ve kuaförlük gibi ‘az riskli’ alanlarda değil, şoförlük gibi
daha fazla dikkat gerektiren alanlarda da angarya siste-
minin tercih edildiğini görüyoruz. 20 yaşındaki çocukla-
ra kocaman cemseler, tanklar teslim ediliyor. Muhteme-
len birçok kaza acemi şoförler yüzünden gerçekleşiyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şoför ihtiyacını profesyonel
elemanlarla sağlamıyor olmasının hiçbir rasyonel temeli
yok. Acemiliğin neden olduğu kaza, arıza gibi durumların
ekonomik profilini göz önünde bulundurursak, bu siste-
min ekonomik rasyonalitesinin bile olmadığını kolaylıkla
görebiliriz. Toplumdaki askeri hegemonyanın merkezinde
hep zorunlu askerlik oldu, günümüzde de böyle. Bedel-
li askerliğin yol açtığı rahatsızlığın temel nedeni de, bu
heetkisinin olması. Genelkurmay Başkanlığı’nın zorunlu
askerlik konusundaki hassasiyetini ve ‘tek tip askerlik’
projesindeki ısrarını bu çerçeve içinde değerlendirmek
gerekiyor. Televizon ekranlarında emekli generalleri izli-
yorum.Tek tip askerliği çok hevesli bir şekilde savunduk-
larını, “Hepiniz hizaya gireceksiniz” havası içinde konuş-
maktan heyecan duyduklarını gözlemliyorum.
Militarizmin yarattığı hegemonyanın rantını, Yukarı-
daki satırlar, bir ay önce yayınladığım, bir emekli subayın
mektubunda yer alıyordu. . imkânlarını kullanıyor olmak,
bu psikolojiyi açıklıyor. Bu rantın hem manevi, hem mad-
di boyutlarının olduğu ortada. Toplumdan üstün olma Si-
lahlı Kuvvetleri’nde ‘angarboyut üzerine ise birçok yön-
den değerlendirme yapmak mümkün.
SIFIR NOKTASI
Militarizmin ana damarı
Oral Çalışlar
29 Kas›m 2010
t o p l u m//12
ERMENİ toplumunun İstanbul’daki pek çok kurumun-
da ve Surp Pırgiç Hastanesi’nde uzun yıllar boyunca
yöneticilik yapmış olan emektar hayırseverlerden Harun
Keçecioğlu, Türkiye Ermeni toplumunun gündeminden
düşmeyen patrik seçimi meselesine dair Agos’un soru-
larını yanıtladı. 53 yıldır, Ermeni toplumunun kurumla-
rının karşılaştığı zorlukların çözümü için katkı sunmaya
çalıştığını, toplumun birçok kesimini yakından tanıdığı-
nı ifade eden Keçecioğlu, günümüzde Türkiye Ermenileri
Patrikliği’nin yürüttüğü politikaların kurumu prestij kay-
bına uğrattığına dikkat çekerek, Patrik II. Mesrob’un has-
talığından sonra Patrikhane’nin adeta gasp edilmiş bir
halde olduğunu belirtiyor. Keçecioğlu ayrıca, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’a çağrıda bulundu ve patrik seçimi
yapılması için gereken iznin verilmesini talep etti.
Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrob’un rahat-sızlığının açıklanmasının ardından yaşanan sü-reci nasıl değerlendiriyorsunuz? Patrik II. Mesrob Hazretleri, bugüne dek karşılaştı-
ğım en kıymetli ruhanilerden biridir. Tartışmalarımız ol-
madı değil, ama kendisine derin bir saygımız ve sevgimiz
var. Tıp ve bilim insanları, Patriğimizin sağlık durumuna
ilişkin yaptıkları açıklamada, maalesef geri dönüşü ol-
mayan bir hastalıktan söz ettiler. Tıbbın çare bulamadı-
ğı bir durum söz konusu ise, makamın doldurulması ka-
çınılmazdır. Ancak makamın bugünkü ‘dolduruluş’ şekli
beni fevkalade üzüyor. Bugün Patrikhanemiz âdeta gasp
edilmiştir.
Bu nasıl bir gasp? Üç-beş kişinin devletle olan ilişkisi sayesinde, bu
insanın makamda kalmasını önermesi ve o kardeşimi-
zin de Kay-seri Kilisesi’nde yaptı-ğı ‘miting’ çalışması,
Patrikhane’nin gasp edilmesine yol açtı. Toplum bu du-
rumdan son derecede ra
hatsız. Kimse halkın olan biteni önemsemediğini ya da
umursamadığını söylemeye kalkışmasın. Kiminle karşı-
laşsam, öncelikle bu konudaki rahatsızlığını dile getiri-
yor. Biz medeni bir toplumuz, elbette toplumumuza ya-
kışmayan tavırlar içine girmemiz söz konusu olamaz.
Ama Patrikhane’ye gidip birini makamdan alaşağı etmi-
yor diye, hiç kimse toplumun duyarsız olduğunu söyle-
yemez.
Toplum bu oldubittiye, sizin deyiminizle ‘gasp’a karşı sesini yükseltti. İmza kampan-yası başlatıldı, İçişleri Bakanlığı’na talepler iletildi. Tüm bu girişimlere karşın sessiz kalan Patrikhane’nin tavrı sizce ne olmalı? Elli yılı aşkın bir süredir toplumuna katkı sunmaya
çalışan biri olarak, ben derim ki: “Sevgili kardeşimiz, hat-
ta sevgili evladımız, medeni bir şekilde ortaya çık, aday
olduğunu açıkla ve seçim yapılması için ne gerekiyorsa
bir an önce hayata geçirmeye başla.”
O evladımız, hayatını gerçekten Kilise’ye ve dine adamış-
sa, toplumuna hizmet etmeye, katkı sunmaya baş koy-
muşsa, mevcut durumda atacağı ilk adım bu olmalı. Ve
şayet varsa, seçimde aday olan diğer ruhanilere “Buyu-
run” demelidir. Bu toplum elbette vefalıdır. Günü geldi-
ğinde, halkın belirlediği ruhaninin eli elbette öpülür ve
makamına saygı duyulur.
Toplumu oluşturan bireylerden biri olarak, oyumu kullan-
mak gibi doğal bir talebim var. Eğer toplumun iradesi-
ne önem vermeyen, diktacı bir düzenden bahsediyorsak,
orada elbette oy kullanmanın da, birey olmanın da önemi
kalmaz. Bunula beraberde birlikte bulunan ve sorumluluk
bu toplum binlerce yıllık bir kültürün mirasını onurla ta-
şımaktadır. Bu onurlu duruşla oynamaya kimsenin hakkı
yoktur. 550 yıllık Patrikliğin süregelen geleneklerini gör-
mezden gelmeye, kadim örf ve âdetlerimizi yok saymaya
kimsenin yetkisi yoktur.
Dolayısıyla, bugün seçim yapılmasını kaçınılmaz kılan
bir durum gündemdeyken, halk da bunu dile getiriyor-
ken, kimse arkasına üç kişiyi alarak bu toplumla oyna-
maya kalkışamaz. Şayet bu oluyorsa, bunun tanımlama-
sı gasptır.
Seçim çıkmazını aşmak için neler yapılmalı? Sözü devlete de yöneltmek gerekiyor. Sonuçta se-
çim yapılması için resmi müracaat yapıldı. Vakıf yöneti-
cilerinin katıldığı bir toplantıyla Müteşebbis Heyet belir-
lendi ve oluşturuldu. Seçim için gereken iznin verilmesini
talep ettik. Talebimizin arkasındayız ve hâlâ olumlu bir
yanıt bekliyoruz. Yani Türkiye Ermeni toplumu, seçim ya-
pılması için devletten izin bekliyor. Bu ülkenin bir vatan-
daşı olarak, Başbakan Tayyip Erdoğan başta olmak üzere
devlet yetkililerinin bu konuya özen göstermelerini talep
ediyor ve çağrıda bulunuyorum. Sayın Erdoğan’dan rica
ediyorum, ülkedeki tüm vatandaşlara eşit mesafede dur-
duğunu ve onlara aynı özeni gösterdiğini söyleyen devlet,
Ermeni toplumunun sesine kulak versin ve seçim izninin
çıkması için İçişleri Bakanlığı’na talimat verilsin.
Duyumlarımıza göre, daha önce olası bir se-çimde Başepiskopos Ateşyan’ın delegesi ola-cağını bildiğimiz kişiler (ki çoğu vakıf baş-kanıydı) bile bugün gelinen noktadan hoşnut değiller ve bir an önce seçim yapılmasının el-zem olduğunu ifade ediyorlar. Bunu nasıl yo-rumluyorsunuz? Seçim ortamı kesinleşmeden, “Delege oldum” de-
mek kadar abes bir şey yoktur herhalde. Az önce Patrik-
lik makamının gasp edildiğini söyledim. Durum buysa, o
zaman delegelikler de gasp edilmiş demektir. Birine ani-
den telefon açılıyor ve “Sen benim delegemsin” denile-
rek, delegelik dayatılıyor. Bu nasıl bir anlayıştır? Telefon
açılan insanlar, belki saygılarından ötürü, belki tecrübe-
sizliklerinden ötürü ya da farklı çekincelerle o an teklifi
kabullenmek zorunda kalarak “Peki” demiş olabilir. An-
cak bugün gelinen noktada, ortada ne seçim var ne de
oy kullanılacak bir ortam. Bu insanlar doğal olarak bu-
gün başka yönelimler içine girmiştir. Uludağ’da tatil
yaparken “Ben delegeyim” diyerek övünenler bugün ne
düşünüyor acaba?
Patrik seçimi yapılması talebiyle, www.patri-gimizisecmekistiyoruz.blogspot.com internet adresinde başlatılan kampanyayı nasıl değer-lendiriyorsunuz? Mevcut duruma karşı gayet doğal bir tepkidir. Hal-
kın duyarsız olduğunu iddia edenler için, o kampanyaya
atılan binlerce imza, güzel bir cevap niteliğindedir. Halk-
tan daha ne yapması bekleniyor? Seçim yapılması için illa
bekleniyor? Seçim yapılmasının önünü açmak için yetki-
liler daha ne bekliyorlar? Kimse kusura bakmasın ama,
halkın talebini, halkın iradesini de görmezden gelene iyi
niyetli denemez.
“Halkın iradesini yok sayana iyi niyetli denemez”
Harun Keçecioğlu, adeta gasp edilmiş durumda olan Türkiye Ermenileri Patrikliği’nin prestij kaybına uğradığına dikkat
çekerek, bir an evvel patrik seçimine gidilmesi gerektiğine işaret ediyor
Harun Keçecioğlu Fotoğraf : Fırat Aksu
KUMKAPI Surp Asdvadzadzin Patrik-
lik Merkez Kilisesi ve Bezciyan İlköğ-
retim Okulu’nun sevgi sofrası, bu hafta
sonu Kumkapı Harutyun Amira Bezciyan
Salonu’nda kurulacak. Bezciyan okulu-
nun kuruluşunun 180. yıldönümünün de
kutlanacağı etkinlik kapsamında, 10 Ekim
Pazar sabahı Patriklik Kilisesi’nde yapıla-
cak olan ayini Başepiskopos Aram Ateş-
yan yönetecek.
Madağ öncesinde gazetemizi ziyaret
eden Vakıf Başkanı Hrant Moskofyan ve
yönetim kurulu üyelerinden Minas Aslan,
vakfın bu yılki bütçe açığının 438 bin TL
olduğunu belirtti. Moskofyan, bütçe açı-
ğının yüksek olmasını öğrenci sayısının
düşüklüğüne bağlıyor ve Ermeni okulları-
nın yaşadığı bütçe sorununun nasıl bir kı-
sırdöngü yarattığını şöyle anlatıyor: “Ge-
nellikle ilköğretim okullarının asgari 250
öğrencilik kontenjanları bulunmalı. Bizim
okullarımızdaki öğrenci sayısı, bu sayının
çok altında. Örneğin Bezciyan okulunda
bu yıl 150 öğrenci eğitim görüyor. Sabit gi-
derler aynı kalınca vakışarın da bütçe açı-
ğı büyüyor. Diğer yandan, kolejlere giden
öğrencileri kazanmak için, eğitim kalitesi-
ni yükseltmek ve daha iyi hizmet vermek
gerekiyor. Bunun için de maddi açıdan
güçlü olmak lazım.”
Ermeni toplumunda sıkça yapılan
‘Daha iyi bir eğitim nasıl verilebilir?’ tar-
tışmalarınafın bu yılki bütçe açığının 438
bin TL olduğunu belirtti. Moskofyan, büt-
çe açığının yüksek olmasını öğrenci sa-
yısının düşüklüğüne bağlıyor ve Ermeni
okulları da değinen Moskofyan, yönetim-
lerinin eğitim anlayışını şu sözlerle dile
getiriyor: “Eğitim özveri gerektirir, zaman
ayırfın bu yılki bütçe açığının 438 bin TL
olduğunu belirtti. Moskofyan, bütçe açığı-
nın yüksek olmasını öğrenci sayısının ma
konusudur. Ayrıca eğitim kadrolarında sü-
reklilik sağlanması lazım. Biz, Bezciyan
yönetimi olarak, kendimizi, eğitimciden
hademeye kadar, tüm çalışanlarımızdan
daha aşağı addediyoruz. Eğitimle ilgili
her kararı konunun uzmanlarına danışa-
rak alıyoruz. Bizler amatörüz sonuçta.”
Moskofyan, Bezciyan okulu için plan-
mız etüt ise çocukların günlük ödevlerini
ve belletmenler eşliğinde yapmalarına yö-
nelik olacak.”
29 Kas›m 2010
t o p l u m // 13
Bezciyan’ın 180. yaşı Sevgi Sofrası’yla kutlanacak
SAHAG GÜRYAN
Okulların açılmasıyla dersler de yoğunlaşmaya baş-
ladı. Öğrencilerin motivasyonları yüksek ve üzerindeki
yükler hafif olduğu şu günlerde pek bir problem yok gibi
görünüyor. Ancak ilerleyen haftalarda ödevlerin sayısı
arttıkça ve ilk sınavlar yapılınca işler genelde değişir. Öğ-
renci başarısının baskın göstergesi olan sınav sonuçları
beklenenin altında olunca velileri saran panik hali ister
istemez onları özel öğretmen arayışına sürükler. Bu haf-
ta, çılgınlık düzeyine gelmiş bu sektöre parmak basalım.
Yanlış bir beklentiyi ortadan kaldırmakla başlayalım. Özel
öğretmenlerin asıl görevi öğrencinin ödevlerini yaparken
başında durmak ve yalnızca sınavlardan yüksek not al-
masını sağlamak değildir. Asıl görevi öğrencinin tek ba-
şınayken ödevlerini yapacak hale getirmek ve okulda ya
da dershanede aktarılan bilgiyi özümsetip öğrencinin tek
başına bu bilgiler arasında bağlantılar kurup sınavda bu
analizleri ifade etmesini sağlamaktır. Fakat eğitim siste-
mimiz öğrenme odaklı değil not odaklı olduğu için, mate-
matik dersinde bile soruların çözümlerini şuursuzca ez-
berleyen öğrencilerle hâlâ karşılaşmaktayız. Bu durumu
etkileyen, gelecek hedeşeri, anne babanın tutumu, okul
ve öğretmenlerin kalite anlayışı gibi birçok faktör var şüp-
hesiz, ama yine de gerek öğrencilerin gerekse velilerin bi-
linçli davranmaları kendi lehlerine olacaktır.
İlk yazılarımda özel öğretmenleri kategorize edip
ideal bir özel hocanın nasıl olması gerektiğinden bahset-
miştim. Bu bağlamda objektifimizi öğrencilere ve velileri-
ne çevirelim. Öğrenciler, özel hoca tutulacağını öğrendik-
lerinde kendilerinde bir eksiklik olduğu hissine kapılırlar.
Bu noktada genellikle anneleri –zira genelde bu tip süreç-
lerde anneler daha aktif rol oynar– çocuğunu, onun zayıf
duğunu anlatarak bu önyargıyı yıkmaya çalışır. İkinci bir
öğrenci kitlesi ise gelecek olan özel hocanın yararsız akıl-
lıca yol, eğitim için yatırım yapılacak maddi imkanı onu iş
hayatına atılması için değerlendirmektir.
Konu veliler için ele alındığında ise yine iki ayrı grup
söz konusu. İlk grup kendi hırslarına yenik düşüp geçmi-
şindeki akademik yetersizliğini çocuğunun da yaşamama-
sı adına onun beklentilerini görmezden gelerek en kıdem-
li okullarda tahsil görmesi için varını yoğunu vermesidir.
Bu durumun seviyelerinin olduğunu belirtmek gerek, ama
ben üniversiteye hazırlanırken arka sırda oturan arkada-
şım “felsefeden de ders alacakmışım” diye üzülüyordu.
Zira sorumlu olduğumuz matematik, geometri, fizik, kim-
ya, biyoloji Türkçe , tarih ve coğrafya dersleri için ayrı
ayrı özel hoca tutulmuştu annesi tarafından. Bu tip so-
runlu velilerin tedavi görmeleri hem kendilerine hem de
ailelerine faydalı olacaktır. İkinci grup veliler ise görece
bilinçlidir. Onlar için önemli olan çocuğunun okuldaki bil-
gileri öğrenmesidir. Genellikle çocuklarının kapasitelerini
bildikleri için beklentileri de paralellik gösterir. Diğer bir
ifadeyle “tüm derslerinin 5 olmasını değil dersleri özüm-
sesin yeter” zihniyeti taşırlar ki en uygun bakış açısı bu-
dur.
Bardağı eğerek su seviye düzlemini silindirin köşe-
geni üzerine gelinceye kadar suyu dökerseniz, yarım bar-
ken su seviyesini etrafını kalemle çizip yukardaki işlemi
tekrarlarsanız bardakta tam çeyrek bardak su bulunur.
İleriye doğru yürüdüğünüzde mumun alevi geriye doğru
yatar. Ancak mumu bir kavanoz içinde taşıyarak yürüse-
niz alev yatacaktır.
EĞİTİM ŞART
Özel ders kaosu
Sevan Karabetoğlu
29 Kas›m 2010
t o p l u m//14
ÜRÜNLERİN, müşteriye satış
temsilcileri vasıtası ile hızlı ve
ucuz bir şekilde ulaştırılmasına da-
yanan doğrudan pazarlama sistemi,
dünyada olduğu gibi Türkiye’de de
hızla yaygınlaşırken, “Bohçacı gel-
di hanıııım!” diye bağırarak kapı
kapı dolaşan satıcılar da, yerlerini
modern satış uzmanlarına bıraktı.
2003 yılında Türkiye’nin ilk ‘network
marketing’ firması olarak kurulan ve
2008’de Artin Sandalcı’nın satın al-
dığı ‘Bohçam’ da, doğrudan satış
sistemiyle faaliyet gösteren firma-
lardan biri.
Bohçam ekibinin satın alma ve
pazarlama sorumluları Lena Tekyan
ve Talar Matatyan, gazetemizi ziya-
ret ederek firmalarının, özellikle ka-
dınların önemli rol üstlendiği satış
uygulamaları hakkında bilgi verdi-
ler.
“Firmamız, ‘modern bohçacı’
sloganı ile yola çıktığı günden bu
yana, Türkiye’nin 81 iline yayılmış
olan on binlerce temsilciye ulaş-
tı. Tekstilden ev gereçlerine, geniş
ürün yelpazesi ile her yaşa ve her
türlü ihtiyaca karşılık vermeyi hede-
şiyoruz” diyen Matatyan, kaliteden
ödün vermeden, geniş ürün portfö-
yüyle yollarına devam ettiklerini be-
lirtiyor.
Satış yelpazesinde, kadınların
günlük hayatta ihtiyaç duyabilece-
ği pek çok ürünün yer aldığı firma-
nın satış kadrosu, 18 yaşını doldu-
ran herkese açık. İktisat ve işletme
mezunu olan Tekyan ve Matatyan
da, işlerini büyük bir sevgiyle yap-
tıklarını söylüyor.
Özellikle Anadolu’da yaşayan
ve alışveriş yapmak için fazla olanak
bulamayan kadınları hedef kitlesine
oturtan Bohçam, kısa zamanda zin-
cirinin halkalarını hızla çoğaltmış.
Kadınlard ak t i f k at ı l ım F ir ma ,
Türkiye’nin her yerindeki, ‘damla’
adıyla anılan mevcut temsilcilerine
gönderdiği kataloglar kanalıyla si-
pariş topluyor ve bu siparişleri kar-
go ile damlalara göndererek ürünle-
rin son alıcıya ulaşmasını sağlıyor.
Matatyan, kataloglarında iç çama-
şırı ve ev tekstili başta olmak üzere
bir evin ihtiyacı olabilecek her tür-
lü ürünün mevcut olduğunu söyler-
ken, Tekyan ise %80 oranında kadı-
nın çalıştığı firmada satış temsilcisi
olan erkeklerin de mevcut olduğunu
belirtiyor.
Firmada, satın alma, ürün ve fi-
yat belirleme, görsel tasarım ve pa-
zarlama faaliyetlerini üstlendiklerini
söyleyen Matatyan ve Tekyan, haf-
tasonu yapacakları bir toplantıyla
sistemlerini Ermeni kadınlarına da
tanıtacaklarını söylüyorlar. Ermeni
toplumunda bu işi yapabilecek pek
çok kadın olduğunu söyleyen Matat-
yan, kazancın, katılımcının bu işe ne
kadar zaman ve emek harcadığıyla
doğru orantılı olduğunun da altı-
nı çiziyor: “Kadınlarımızın %30’lara
varan kazanımları oluyor. Ekipler ku-
rarak ve alt ekiplerini aktif bir şekil-
de kullanarak da kazanç elde edebi-
liyorlar” diyen Tekyan ise kayıtlı 13
bin üyeleri olduğunu ve bunların 5
bininin aktif olarak çalıştığını söy-
lüyor. Sisteme katılım şartları www.
bohcam.com.tr’den öğrenilebilir.
Eski mezundan iki öğrenciye
destekBomonti Mıhitaryan İlköğre-
tim Okulu’nun eski mezunlarından
bir hayırseverin, bu yıl okulda eğitim
gören iki öğrencinin eğitim masraşa-
rını üstleneceği açıklandı. Öğrenci-
lere burs vererek hem okula, hem de
öğrencilere büyük katkı sağlayacak
olan Bomonti Mıhitaryanlı eski me-
zunun, ayrıca her iki öğrencinin ge-
lecekteki eğitim masraşarını da kar-
şılayacağı bildirildi.
Kumbara Sanat’ta Ermenice
dersleri Kumbara Sanat’ta düzen-
lenen Ermenice dil kursu 16 Ekim’de
başlıyor. Bu yıl ikinci kez yapılacak
olan Ermenice kursunda, eğitmenli-
ği Tamar Nalcı üstleniyor. Cumartesi
günleri yapılacak olan dersler saat
11.00’de başlayıp 13.00’te sona ere-
sınırlı. Konuyla ilgili bilgi almak için
İstiklal Caddesi Küçükparmakkapı
Sokak 9/3 adresinde bulunan Kum-
bara Sanat’a, (212) 292 09 51 veya
0555 360 61 95 nolu telefon numa-
ralarından ulaşabilirsiniz.
Modern bohçacılar iş başında
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yüzlerce partiliyle
birlikte Ani’de kıldığı cuma namazı, referandum sonrasın-
da partilerin kendilerini yeni şartlara göre konumlandır-
ma arayışlarının bir ürünü.
Bugünlerde en azından söylemsel düzeyde daha
fazla demokrasi vaaz ederek, stratejik adımlarla, iki ileri
bir gerilerle AKP’yi köşeye sıkıştırmayı ve gündemi biz-
zat belirleyerek zeminini genişletmeyi arzu eden CHP’nin
aksine, anlaşılan MHP daha sert, daha karanlık ve sığ su-
lara çekilmeyi uygun görmüş.
Bahçeli böylece muhtemelen, hem tepkisel milliyetçi
tabandaki savrulmanın önüne geçmeyi, hem AKP’nin re-
formcu siyasetinin korkuttuğu muhafazakâr-milliyetçi ta-
bandan oy almayı, hem de CHP’nin yeni ve daha esnek si-
yasetiyle tatmin olamayacak ulusalcı hassasiyetleri kendi
kazanç hanesine yazmayı umuyor.
Partinin bu konuda bir başka hesabı ve mesajı da,
AKP’nin gelecekteki muhtemel ‘Ermeni açılımları’na yö-
nelik. Bahçeli, hükümete “Ermenistan’la diyaloğu güç-
lendirir ve sınırı açmaya kalkarsan, bu ülkedeki bütün
milliyetçi muhalefeti harekete geçirir, dünyayı sana dar
ederim!” mesajı veriyor.
Bugüne kadar Ermeniler ve Ermenistan konusun-
da attığı her adımda milliyetçi tepkileri hesaba katan,
İsviçre’de imzalanan protokolleri bu tepkiler nedeniyle
sulandıran ve nihayetinde askıya alan AKP’yi en hassas
olduğu yerden vurarak gelecekteki normalleşmenin önü-
ne geçmeye çalışan MHP, referandumdaki başarısızlığını
Ermeni karşıtlığıyla telafi etmeyi planlıyor.
Her fetih gibi mütecaviz Tür k iye’de anaak ım medya , Bahçel i ’nin ve
MHP’lilerin cuma namazının üzerinde pek fazla durmadı.
Örneğin, hiçbir büyük gazete, bu olayı manşetine taşıma-
ya değer görmedi. Basının bu sessizleştirme tavrı, MHP
yönetimindeki aklıevvel birilerinin, daha önce kimsenin
aklına gelmeyen bir işe kalkışıp Ani’deki Surp Asdvad-
zadzin katedralinde namaz kararı almasının yarattığı hi-
cap duygusundan mı kaynaklanıyordu acaba? Kim bilir...
Halbuki olayın, gündelik siyasetin ötesine geçen çok
daha derin anlamları var. Bunların başında, Bahçeli’nin
konuşmasında “Yeniden fethederiz!” sözleriyle dikkat
çektiği fütuhat, yani fetihçilik zihniyetine yapılan gön-
derme geliyor.
Ani, tıpkı MHP’lilerin bir günlüğüne de olsa ibade-
te açılmasına tepki gösterdiği Ahtamar’daki Surp Haç
Kilisesi gibi, Ermeniler açısından tarihi ve dini önem ta-
şıyan önemli bir simge. Ermeni Gamsaragan ve Pakradu-
ni prenslikleri döneminde büyük gelişme gösteren, İpek
Yolu’nun bu önemli menzili, 1045’te Bizans egemenliğine
geçmiş, ardından da, 1064’te Selçuklu beylerine teslim ol-
muştu. Ancak Ani’deki ana katedral, 12. yüzyıldan sonra
da Hıristiyanların ibadet ettiği bir kilise olmayı sürdürdü.
Tanrı ve Ermenilerin ruhani lideri Katolikos şahenşahın
tedrali inşa ettirdim...” diye yazar.
MHP’lilerin Ani’yi yeniden fethi, bugün Türkiye-Ermenis-
tan sınırında yer alan bu kadim kentin, şu anki cavizliği-
nin bir benzeri. MHP, Ani’deki namazıyla, bu mütecaviz
zihniyeti paylaşmaktan gurur duyduğunu cümle âleme
kentin göstermiş oldu.
OLDUĞU GİBİ
MHP’nin panik atağı
Rober Koptaş
29 Kas›m 2010
t o p l u m // 15
Eski mezundan iki öğrenciye destek Kumbara Sanat’ta Ermenice dersleri
Kumbara Sanat’ta düzenlenen Ermenice dil kursu
16 Ekim’de başlıyor. Bu yıl ikinci kez yapılacak olan
Ermenice kursunda, eğitmenliği Tamar Nalcı üstle-
niyor. da, eğitmenliği Tamar Nalcı üstleniyor. Cu-
martesi günleri yapılacak olan dersler saat 11.00’de
başlayıp 13.00’te sona erecek. Katılım ücretinin
ayal9/3 adresinde bulunan Kumbara Sanat’a, (212)
292 09 51 veya 0555 360 61 95 nolu telefon numara-
larından ulaşabilirsiniz.
Kumbara Sanat’ta düzenlenen Ermenice dil kursu 16
Ekim’de başlıyor. Bu yıl ikinci kez yapılacak olan Er-
menice kursunda, eğitmenliği Tamar Nalcı üstleni-
yor. da, eğitmenliği Tamar Nalcı üstleniyor. Cumar-
tesi günleri yapılacak olan dersler saat 11.00’de lık
almak için İstiklal Caddesi Küçükparmakkapı Sokak
9/3 adresinde bulunan Kumbara Sanat’a, (212) 292
09 51 veya 0555 360 61 95 nolu telefon numaraların-
dan ulaşabilirsiniz.
Adil hizmet mi, ego tatmini mi? Daha fazla duyarsız kalamadım. Yaz başından beri
dostlarımla bu konu hakkında muhtelif zamanlarda ko-
nuştuk ve tartıştık, kimi zaman hemfikir olduk, kimi za-
man fikir ayrılığına düştük. Söylemek istediğim, Aramyan
Okulu’nda olanlar. Ne yazık ki yine bir okul müdürünün
işine son verildi; yine, kendisine, okul velilerine, topluma,
basına akılcı bir neden sunulmadı. Aramyan da diğerleri
gibi hepimizin okulu olduğu için bu konuyu irdeleme hak-
kına sahip olduğumu düşünerek duygularımı paylaşmak
istedim.
Cemaat işlerinde gönüllü görev almak yürek ister,
vicdan ister, adaletli olmak ister, sorumluluk ister, bilgi
ister, deneyim ister. Özellikle okullar… En bıçak sırtı olan,
en hassas olunması gereken kurumlardır. Burada insan
yetiştiriliyor, çocuklarımızın istikbali söz konusu. Bunun
için de yöneticilerimizin had bilmeleri, işi ehli kişilere bı-
rakmaları gerekir. Ama NER
Yeni kan adı altında yıllardır birçok okulumuzda yapılan
keyfi değişiklikler yöneticilerimizin okullarda görev ya-
pan öğretmenlerimizin, müdürlerimizin deneyimlerini,
devlete ve sisteme karşı prosedür bilgilerini, emekleri-
ni düşünmeden, “Al tazminatını, hadi bir de plaket vere-
lim…” kolaycılığıyla yaptığı icraatlardı. Timsah gözyaşları
misali, yürü git, gelsin yenisi. İyi, gelsin yenisi de, eskisi
yenisi bir arada yol alsa, hem eski müdürün tecrübesin-
den faydalanılsa, yeni gelen müdür daha iyi ,daha güçlü
temeller kursa, daha iyi olmaz mı. Ama NERDE...
Bizimkilerin yaptığı, ben istedim, ben yaptım oldu.
Böyle şey olmaz! Bu kurumlar hepimizin, kişi kendi şirke-
tinde istediğini işe alır, istediğini işten atar, sistemi de-
ğiştirir, kimseye hesap vermez, yararı da zararı da gün
gelir kendisine döner. Ama toplumumuzun kurumlarını
yönetenlerin böylesine keyfi davranmaya hakkı yoktur,
çünkü zararı çocuklarımıza dönüyor. Benim çocuğum yok,
ama yıllarca dostlarıma, arkadaşlarıma “Çocuklarınızı bi-
zim okullarımıza gönderin, özümüze, dilimize sahip ola-
lım, bir arada olalım” diyerek mücadele ettim. Ama artık
yavaş yavaş bu duygularımın yanlış olduğunu düşünme-
ye başladım.
Eğitim konusunda bilgisiz, veya daha da kötüsü,
kendini bilşir, onlara nasıl bir istikbal hazırlanır? Bu gi-
dişle, okullarımıza göndermek konusundaki ısrarımızdan
da vazgeçmemiz gerekebilir. Bunun vebali ise hepimizin
boynunda olacak. Ürünlerin, müşteriye satış temsilci-
leri vasıtası ile hızlı ve ucuz bir şekilde ulaştırılmasına
dayanan doğrudan pazarlama sistemi, dünyada olduğu
gibi Türkiye’de de hızla yaygınlaşırken, “Bohçacı geldi
hanıııım!” diye bağırarak kapı kapı dolaşan satıcılar da,
yerlerini modern satış uzmanlarına bıraktı. 2003 yılında
Türkiye’nin ilk ‘network marketing’ firması olarak kurulan
ve 2008’de Artin Sandalcı’nın satın aldığı ‘Bohçam’ da,
doğrudan satış sistemiyle faaliyet gösteren firmalardan
biri. Bohçam ekibinin satın alma ve pazarlama sorumlula-
rı Lena Tekyan ve Talar Matatyan, gazetemizi ziyaret ede-
rek firmalarının, özellikle kadınların önemli rol üstlendiği
satış uygulamaları hakkında bilgi verdiler.
“Firmamız, ‘modern bohçacı’ sloganı ile yola çıktı-
ğı günden bu yana, Türkiye’nin 81 iline yayılmış olan on
binlerce temsilciye ulaştı. Tekstilden ev gereçlerine, ge-
niş ürün yelpazesi ile her yaşa ve her türlü ihtiyaca karşı-
lık vermeyi hedeşiyoruz” diyen Matatyan, kaliteden ödün
Türkiye’nin ilk ‘network marketing’ firması olarak kurulan
vermeden, geniş ürün portföyüyle yollarına devam ettik-
lerini belirtiyor.
Satış yelpazesinde, kadınların günlük hayatta ihti-
yaç duyabileceği pek çok ürünün yer aldığı firmanın satış
kadrosu, yaşını dolduran herkese açık. İktisat ve söylü-
yor. Özellikle Anadolu’da yaşayan ve alışveriş fazla et-
tiklerini belirtiyor.
Ay, yine dayanamadım. Onca kınama, onca eleştiri,
onca ayıplama içeren yazı çiziden sonra bile aldırmazlık
edemedim. Çünkü hem kınadım hem de ekstradan ve de
elimde olmadan güldüm. Bence dünya gülmüştür. Olay
aynen çocukların ‘elim sende’ oyunu gibi değil miydi?
“Siz Sümela’da, Ah Tamar’da… Pardon… Beyaz Damar’da
ayin neyim yapar mısınız? Ben de bin yıl önce fethedilmişi
yeniden fethetme ‘show’u yaparım işte böyle. Aklınızı ba-
şınıza toplayın. Eskileri deşip durmayın, buralar benim-
dir benim” der gibi… Sanki birileri bir yerlerde hak iddia
etmeye kalkmışmış gibi… Böyle bir gövde gösterisine ne
gerek vardı bilmem ki…
Dedim ya, hem kızdım, hem güldüm. Gülmemin bir
nedeni de yıllarca “Oranın adı aslında Anı’dır, Ani değil-
dir. Ermeniler dilleri dönmediğinden (!) öyle diyorlar”
diye yırtınanların, sırf eskiden Ermenilere ait olduğunu
vurgulamak için, üzerine basa basa Ani demeleriydi. Ta-
bii, bu durumda geriye dönüş olmaz artık. Mecburen her-
kes Ani diyecek. Bakar mısınız? Nispet uğruna bir dolu iş
çıktı. Anı olarak basılmış onca kayıt, broşür, belge falan
filan hep değişecek şimdi. Değişmeli de. Ayıp olur yoksa.
Diyorum ki bir Cuma namazı da Ah Tamar’da kılınsa, ora-
ya da Beyaz Damar demekten vazgeçilir mi acaba? Olma-
yacak şey değil yani…
Bakın, böyle birden konuya dalınca namaz kılınma-
sına, dua edilmesine karşıyım sanılmasın. Ben herhangi
bir ibadethanede, herhangi bir dine mensup insanın dua
edebilme özgürlüğünde olmasından yanayım. Ama dini
duyguların milliyetçilikle istismar edilmesine karşıyım.
Nedir o mehter takımı falan? Nedir o dua bahanesiyle fe-
tih gösterisi tavırları? Yok mu ya… “Bu Ermeni diyarı diye
bilinen yer bizimdir, ne istersek yaparız!” Sanki “değildir”
diyen vardı...
Ve Sn. Bahçeli’nin “Yüzyıllarca emellerine ulaşa-
mamış Ermeni’nin ve Rum’un bitmeyen ihtirasları” diye
başlayan cümlesinin devamını dinleyemedim bile, isya-
nımdan. Ne ihtirası varmış Ermeni’nin ve Rum’un yahu
yüzyıllardır, eşit vatandaşlık hakkı istemekten başka? Bu
ülkede biri azıcık hak hukuk lafı etmeye başlasa hemen
bölücülükle suçlanıyor. Var mıdır acaba dünyada vatanın
bölünmesinden bu derece korkan bir devlet daha? Ne za-
man anlaşılacak kimsenin böyle bir şey istemediği? Bir
avuç Ermeni, vatanı niye bölmek istesin ki? Ya da bir tu-
tam Rum?
Ayrıca, Alparslan, vaktinde Anadolu’yu fethederken,
Romalıların baskısından yılmış olan Ermenilerden yardım
almadı mıydı? Oralarda Ermeniler onu kurtarıcı gibi karşı-
lamadılar mıydı? Ben mi yanlış biliyorum acaba?
Hem nedir Anadolu’daki Ermeni’nin izlerini böyle ısrarla
silmeye çalışma çabası? Geçen sayılarımızdan birinde sırf
Van’daki çoktan yok olan kiliselerimizin yerlerini göste-
ren haritayı gördüğümde dudağım uçukladı. Biliyorum,
epey infial içeren ve de az buçuk konu bütünlüğünü kay-
betmeye doğru giden bir yazı oluyor bu. Ama ikisi birbi-
rinin nedeni…Vardanyan ailesinin dertleri memleketleri
Ermenistan’da da son bulmamış: “Şimdiki evde aylık 400
TL kira ödüyorum. Üç aylık kira borcum var. Ev sahibimiz,
mayacağı bir yerde yaşıyor. Suçumuz nedir bilmimızı çö-
zebilecek bir avukat talep ediyorum. Çok zor bir durum-
dayız herbirimiz. Umarım Rosa Vardanyan’a yardımcı ola-
cak birileri çıkar.”
KAPLUMBAĞA
Geçmişin izi tekrar mı?
Bercuhi Berberyan
SARV EN MUR ADYAN
Okurlardan... Okurlardan...
29 Kas›m 2010
t o p l u m//16
TÜRKİYE-Ermenistan arasında diplomatik ilişki olma-
ması ve sınırın kapalı tutulması nedeniyle yıllardır
yasal statüye kavuşamayan Ermenistanlı göçmenler, ko-
runmasız kaldıkları için
sık sık tehlikeye maruz
kalıyor, ancak hiçbir hak-
ka sahip olmadıklarından,
haklarını arayamıyor.
İstanbul’da sokakta sal-
dırıya uğradıktan sonra
ruh sağlığını yitiren oğlu-
nu tedavi ettirmekte bü-
yük güçlük çeken 43 yaşındaki Rosa Vardanyan ve aile-
sinin yaşadıkları, bu durumun acı bir örneği. Türkiye’ye
1997’de göç eden Vardanyan, başından geçenleri Agos’a
anlattı.“1997’de kocam öldükten sonra iki oğlumla birlik-
te Türkiye’ye göç ettik. Bir süre sonra iş buldum ve çalış-
maya başladım. Başta her şey çok güzeldi. Hiçbir prob-
lemimiz yoktu. Uzun yıllar böyle yaşadık. Oğlum Rafael
bakkalda çırak olarak çalışıyordu. Bir gün eve dönerken
birkaç gencin saldırısına uğradı. Türkiye’de yaşayamaya-
cağını söylemişler ve feci bir şekilde dövmüşler. Ondan
sonra kendini tanımaz hale geldi. Kendi kendine konuşu-
yor, bağırıyordu. Vardanyan, oğlunun derdine çare bula-
bilmek için çıktığı televizyon programının ardından sınır
dışı edilmiş:
“Bir gün, vatandaş olabilmek
için NTV’ye çıkıp derdimizi at
ettik, ancak sonuç olumsuz-
du. Dört ay orada kaldıktan
anlattık. Ama sonra, kim ol-
duğunu bilmediğimiz biri bizi
ihbar etti ve polisler geldi. Bizi
Yabancılar Şubesi’ne gönder-
diler. Orada, Ankara’ya mek-
tup yazmamızı tavsiye ettiler. Vatandaşlık için müracaat
ettik, ancak sonuç olumsuzdu. Dört ay orada kaldıktan
sonra sınır dışı edildik.”ardım etmek isteyenler, kendisi-
ne ulaşmak için Agos’a başvurabilirler.
Uzanacak yardım elini bekliyorRosa Vardanyan’ın başına gelenler Ermenistanlı göçmenlerin karşılaştıkları zorlukları gösteriyor
Tedavisi için Surp Agop Hastanesi’ne gittik. Orada şizofreni teşhisi kondu, fakat yabancı olduğumuz için korktuklarını söyleyip muayene etmediler. Oğlumun patronunun kefil olmasıyla, Bakırköy Ruh ve Si-nir Hastalıkları Hastanesi’ne gittik. İlaç verdiler. Ben Etiler’de çalışı-yorum ama aklım hep Kurtuluş’ta, evde kalan oğlumda.”
‘Bin Kamp Armen gönüllüsü’ aranıyor
Topkapı Okulu yararına brunch
TÜRKİYE-Ermenistan Sinema Platformu’nun düzenle-
diği ‘Birlikte Film Yapıyoruz’ projesi kapsamında çe-
kilecek olan ‘Kaybolmayın Çocuklar’ adlı film için sponsor
arayışı sürüyor.
Senaryosunu Garabet Orunöz’un yazdığı, yönetmenli-
ğini ise Gülengül Altıntaş’ın üstlendiği film için Kültür
Bakanlığı’na başvuruda bulunan ancak olumsuz yanıt
alan Orunöz, filmin tamamlanması için halktan destek
sağlamak amacıyla bir kampanya başlattı.
Kısa süren önce ‘Bin Kamp Armen Gönüllüsü’ adıyla baş-
latılan kampanyaya, şimdiye kadar, başta Tıbrevank Gö-
nüllüleri, MalatyaHay Gönüllüleri ve Vakıfköylüler olmak
üzere çok sayıda kurum ve kişi katkı verdi.
‘Bin Gönüllü’ arasında olmak isteyenler, İş Bankası İstan-
bul Kapalı Çarşı Şubesi’ne, Karabet Orunöz adına açılan
hesaba katkıda bulunabilirler.
Hesap numaraları:
Euro hesap no: TR68 0006 4000 0021 0270 3018 90
ABD Doları hesap no: TR73 0006 4000 0021 0270 3005
TL hesap no: TR43 0006 4000 0011 0270 2331 84
BİTLİS Taş ailesinin üyeler i ,
geçtiğimiz günlerde köylerini
(Misi/Mtsi/Açıkalan) ziyaret ede-
rek Asadur (Asdur) Taş için bir me-
zar yaptırdı. Köylülerin de katıldığı
bir Hokehankist ayini gerçekleşti-
ren Taş ailesi, uzun bir aradan sonra
Bitlis’te ilk kez bir Ermeni aile kab-
ristanının da temelini atmış oldu.
Cezo Taş, Agos’a yaptığı açıklama-
da “Ben köyden 1955’te ayrıldım.
Babamın mezarını yaptırdığımız yer
eskiden mezarlıktı. Bizim eski soya-
dımız Margosyan’dır, ancak Soya-
dı Kanunu’yla Taş olmuş. Babamın
adını ve soyadını bu şekilde köyde
yaşatmak istedim” dedi. Geçtiğimiz
yıl köyünü ziyaret ettiğini belirten
Taş, Babamın mezarını yaptırdığı-
mız yer bölgede yaşayan Ermeni ol-
masa da, bir Hokehankist ayini ger-
çekleşti halen eski köy isimlerinin
kullanıldığını, Niç köyüne halen ya-
zın Ermenilerin gelip ekin ektikleri-
ni, Pnuts köyünde ise kimsenin kal-
madığını söyledi.
HAYCAR Derneği, 2 Ekim Cumartesi günü Marma-
ray kazıları sırasında ortaya çıkan arkeolojik alana
teknik gezi düzenledi. Kazılar sonucu ortaya çıkan ba-
tık gemileri görme fırsatı bulan ziyaretçiler, arkeolojik
alan ve batıklar hakkında da ayrıntılı bilgi aldılar. Hay-
car etkinlikleri kapsamında 30 Eylül Perşembe akşamı
ise Feriköy Kilisesi Nazar Şirinoğlu Salonu’nda derne-
ğin başkan yardımcısı Sevan Karabetoğlu, “Quark’tan
Kozmos’a” başlıklı bir sunum yaptı. Önümüzdeki gün-
lerde derneğin sunum ve gezi faaliyetleri devam edecek.
14 Ekim Perşembe akşamı Feriköy Kilisesi Nazar
Şirinoğlu Salonu’nda Gemi İnşaatı Mühendisi Ohannes
Özçelik, yat yapımını anlatacak. 4 Kasım Perşembe ise
Berkay Somali, Amerikan Yeşil Binalar Konseyi (USGBC)
tarafından verilen, sürdürülebilir bina endüstrisinde ye-
şil bina tanımlama ve değerlendirmeye yönelik bir çevre
dostu bina değerlendirme sistemi olan LEED Sertifikası
hakkında bilgi verecek.Cemaat işlerinde gönüllü görev
almak yürek ister, vicdan ister, adaletli olmak ister, so-
rumluluk ister, bilgi ister, deneyim ister. Özellikle okul-
lar… En bıçak sırtı olan, en hassas olunması gereken
kurumlardır. Burada insan yetiştiriliyor, çocuklarımızın
istikbali söz konusu. Bunun için de yöneticilerimizin had
bilmeleri, işi ehli kişilere bırakmaları gerekir.
Yeni kan adı altında yıllardır birçok okulumuzda
yapılan keyfi değişiklikler tarafından verilen, sürdürü-
lebilir bina endüstrisinde ye yöneticilerimizin okullarda
görev yapan öğretmenlerimizin, müdürlerimizin dene-
yimlerini, devlete ve sisteme karşı prosedür bilgilerini,
emeklerini düşünmeden, “Al tazminatını, hadi bir de pla-
ket verelim…” kolaycılığıyla yaptığı icraatlardı. Timsah
gözyaşları misali, yürü git, gelsin yenisi. İyi, gelsin yeni-
si de, eskisi yenisi bir arada yol alsa, hem eski müdürün
tecrübesinden faydalanılsa, yeni gelen müdür daha iyi
İstanbul’daki Balyan eserlerini, 24 Ekim Pazar ise Ciba-
li-Fener ve Balat’ı gezecek.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da Topkapı Levon Vartuh-
yan Okulu yararına bir brunch düzenleniyor. 13 Ekim Çar-
şamba günü Nakkaştepe Bridge Restaurant’da gerçek-
leşecek davet, saat 11.00’de başlayıp, 16.00’da sona
erecek. Topkapı Vakfı, Brunch’a katılacak konuklar için
Yeşilköy, Bakırköy ve Feriköy’den otobüs seferi düzenli-
yor. Cemaat işlerinde gönüllü görev almak yürek ister, vic-
dan ister, adaletli olmak ister, sorumluluk ister, bilgi ister,
deneyim ister. Özellikle okullar… En bıçak sırtı olan, en
hassas olunması gereken kurumlardır. Burada şilere bı-
rakmaları gerekir. Otobüsler, saat 09.30’da Yeşilköy, Mig-
ros Karşı Caddesi otobüs durağından, yine 09.30’da Ba-
kırköy, İstanbul Caddesi Tansaş önünden ve saat 10.00’da
şamba gününğde Feriköy, İdil Dormen Tiyatrosu’nun
önünden hareket edecek.
Su çatlağını buldu
HAYCAR’dan yeni etkinlikler
29 Kas›m 2010
t o p l u m // 17
Ermeniler toplanıyor
39. SATRANÇ OLİMPİYATI (2)
Çeyrek Final maçları nefesleri kesti
Batman Bitlis Van Muş İlleri İlçeleri Köyleri Sason Er-
menileri Sosyal Yardımlaşma ve Kültürel Dayanış-
ma Derneği olağanüstü vede genel kurul toplantısını 15-
16 Ekim Cuma gününde de, Joga Bonito Kırmızı grupta
grup birinci oldu. ting kaybederek turnuvayı tamamladı-
lar. Carlsen, 15.3 Grubu, saat 14.00’te Dernek merkezinde
yapacak. Olağanüstü kurul toplantısına katılmalarını iste-
di. Adres: Şeysavurbey Caddesi, Arapzade Ahmet Sokak,
no:28/1 Kumkapı/Fatih
Pilos Yalın Turnuvası 30 Eylül – 1
Ekim tarihleri arasında oynanan
maçlarla devam etti. Oynanan maç-
lar sonucunda, Joga Bonito Kırmı-
zı grupta grup birinci oldu. Grubu,
El Nino ikinci, Naygahas üçüncü ve
Drogheda dördüncü sırada tamamla-
dı. Mavi Grupta ise Barsky averajla
birinci, Mars ikinci, İnter üçüncü ve
Starwars dördüncü sırada. Final 12
Ekim’de4 ve 5 Ekim günlerinde ya-
pılan çeyrek final karşılaşmaları çe-
kişmeli ve heyecanlı geçti. Birbirin
El Nino ikinci, Naygahas üçüncü ve
Drogheda dördüncü den güzel golle-
rin atıldığı maçlar izleyicilerin nefes-
lerini kesti. Sonuçlar ise şöyle:
Joga Bonito 9-1 Starwars, Naygahas
4-7, Mars, Barsky 8-2 Drogheda, İn-
ter 7-3 El Nino. 8 Ekim Cuma ar so-
nucunda, Joga Bonito Kırmızı grup-
ta grup birinci oldu. Grubu, El Nino
ikinci, Naygahas üçüncü ve günü oy-
nanacak yarı finallerde Joga Bonito-
Mars, İnter- Barsky maçları oyna-
nacak. Final maçı ise 12 Ekim Salı
günü...
Jirayr Ohanyan Çakır anısına turnuvaŞİŞLİ Spor Kulübü, 2003 yılında kaybet-
tiğimiz satranç ustası Jirayr Çakır’ın
anısına bir satranç turnuvası düzenliyor.
200’den fazla üzerinde satranççının katıl-
masının beklendiği ‘Jirayr Ohanyan Çakır
Grand Prix Satranç Turnuvası’ 15-17 Ekim
tarihleri arasında Swissotel’de yapılacak.
İki ayrı kategoride yapılacak olan turnu-
vaya katılmak için başvurular Şişli Spor
Kulübü ve İstanbul İl Temsilciliği’ne yapı-
lacak.
Şişli Spor Kulübü Başkanı Karun Ko-
van, konuya ilişkin olarak gazetemize şu
açıklamada bulundu: “Satranç dünyası-
na hizmet etmiş, kulübümüzde başkanlık
görevinde bulunmuş Jirayr Ohanyan Ça-
kır için düzenlenen turnuva çok önemli.
Satranç İl Temsilciliği ve Türkiye Satranç
Federasyonu bizi destekliyor. Turnuva-
da kazanılan puanlar Türkiye sıralaması-
nı da etkileyecek. Derece yapan satranç-
çılara para ödülü verilecek. Turnuvayı en
iyi şekilde organize edip gelenekselleştir-
mek istiyoruz. Arno Garabetyan, Sarven
Çakmak ve iye Satranç Federasyonu Genel
Sekreterliği görevini üstlendi. 1989’dan
itibarenSezer Merdin gibi önemli isimler
organizasyonda bizlere katkı sunuyor.”
Okulu, Fındıklı İlköğretim Okulu ve bir-
çok diğer kurumda satranç hocalığı yap-
tı, sayısız satranç oyuncusu ve şampiyon
yetiştirdi. Kaptanlığı yaptı. 1976-1986 yıl-
ları arasında Altı Nokta Rehabilitasyon
Merkezi’nde başlıyor
Jirayr Ohanyan Çakır kimdir?J i r ay r Ohany an Ç ak ır, 1921 y ı l ında
İstanbul’da doğdu. Nor Tıbrots, Pangal-
tı Mıhitaryan ve Galatasaray Lisesi’nde
öğrenim gören Çakır, satrançla Galata-
saray Lisesi’nde tanıştı.1943’te İstanbul
Satranç Derneği’ne üye oldu. 1944’te,
resmi olmayan Türkiye Şampiyonu Selim
Palavan’dan özel ders aldı. 1945’te Şişli
Spor Kulübü’nde altı kişilik kadroyla ilk
satranç takımını kurdu. 1950’de kulübün
kaptanı, 1964’te ise başkanı oldu. Aynı
yıl, Tel Aviv Satranç Olimpiyatı’nda Türki-
ye Milli Takım Kafile Başkanlığı ve Takım
Kaptanlığı yaptı. 1976-1986 yılları arasın-
da Altı Nokta Rehabilitasyon Merkezi’nde
görmeyenlere satranç hocalığyaptı. 1977-
1981 yılları arasında, iki dönem Türki-
ye Satranç Federasyonu Başkanlığı yap-
tı; 1982’de Türkiye Satranç Federasyonu
Fahri Başkanlık payesine layık görüldü.
1984’te, her yıl Satranç Oscar adayını se-
çen Uluslararası Satranç Yazarları Basın
Birliği jüri üyeliğine seçildi. 1986’de Tür-
kiye Satranç Federasyonu Genel Sekre-
terliği görevini üstlendi. 1989’dan itibaren
Galatasaray Lisesi, Feriköy Merametciyan
Okulu, Esayan Lisesi, Karagözyan İlkoku-
lu, Surp Haç Tıbrevank Lisesi, Pangaltı
Mıhitaryan Lisesi, Bezciyan İlkokulu, Sa-
hakyan Nunyan Lisesi, Yeşilköy İlköğretim
Okulu, Fındıklı İlköğretim Okulu ve birçok
diğer kurumda satranç hocalığı yaptı, sa-
yısız satranç oyuncusu ve şampiyon ye-
tiştirdi. Kaptanlığı yaptı. 1976-1986 yıl-
ları arasında Altı Nokta Rehabilitasyon
Merkezi’nde görmeyenlere satranç hoca-
lığyaptı. Dünya satranç şampiyonu Gary
Kasparov’u İstanbul’a daki Surp Asdvad-
zadzin Patriklik Kilisesi’ndeki törenle ebe-
diyete uğurlandı.
39. Satranç Olimpiyatı’nı bu hafta da kısa kısa inceleye-
lim. Bu büyük organizasyon, Ukrayna’nın şampiyonluğu
ile tamamlandı. Ivanchuk önderliğindeki Ukrayna takımı-
nı Rusya 1 ve İsrail takımları takip etti. Bayanlarda ise ilk
üç sırayı Rusya 1, Çin ve Gürcistan elde etti.
Elo ortalamalarına göre baktığımızda Şampiyon
Ukrayna’nın 2., Rusya 1’in 1., İsrail’in ise turnuvaya 11. sı-
rada başladığını görüyoruz. 3. seribaşı takım olan Çin 5.
olurken, son iki Olimpiyatın galibi Ermenistan 7. olabildi.
Bayanlarda ise Rusya 1 ve Çin turnuvaya başladıkları gibi
başarı elde ettiler. İki süper yıldız Carlsen ve Topalov için
olimpiyatın çok kötü geçtiğini söyleyebiliriz. İkisi de ra-
ting kaybederek turnuvayı tamamladılar. Carlsen, 15.3
elo kaybederek 2810’a, Toplaov da 17.5 elo kaybederek
2785’e geriledi. Topalov bu sonuçla hem 2800 elo altına
düştü hem de elo listesinde dördülüncülüğe geriledi. Tur-
nuvanın elo performanslarına göre en iyi 3. oyuncusu o
An ise elo puanını 2793’e yükselterek dünya sıralaması-
nın üçüncülüğüne yerleşti. Bu sıralamalar tabii ki canlı ra-
ting göstergeleri, resmi sıralama 1 Kasım’da yayınlanacak.
Ermenistan’ın son iki olimpiyattaki başarısını gös-
terememesine rağmen başarılarına sevindikleri iki isim
vardı. Bunlardan birincisi Aronian’ın yükselişini devam
ettirmesi, elo sıralamasında 3.lüğe yükselmesi, 1. masa-
larda Ivanchuk’un ardından 2. olması ve tüm oyuncular
arasında 3. olmasıydı. Diğeri ise Ermenistan Bayan Milli
Takımı’nın 1. masası Elina Danielian’ın Büyükusta Unva-
nını almaya hak kazanması oldu. Türkiye Milli Takımı ise,
genelde 45., bayanlarda ise 38. olarak turnuvayı tamam-
ladı. Milli Takım adına en başarılı sonuç 11 maçta 9 puan
alarak WGM normlarını tamamlayan Kübra Öztürk oldu.
Reyting performanslarına göre en başarılı 3 sporcu; ge
Emil Sutovsky, Vassily Ivanchuk ve Levon Aroise Inna Ga-
ponenko, Nadezhda Kosintseva ve Wenjun Ju oldular.
Maxime Vachier- Lagrave (2721) - Levon Aronian (2783)
11. TUR
1. d4 d5 2. c4 c6 3. Af3 Af6 4. Ac3 dxc4 5. a4 Ff5 6. Ae5
Abd7 7. Axc4 Vc7 8. g3 e5 9. dxe5 Axe5 10. Ff4 Afd7 11.
Fg2 g5 12. Fxe5 Axe5 13. Vd4 f6 14. O-O-O Kd8 15. Ve3
Fe7 16. Kxd8+Şxd8 17. Kd1+Şc8 18. Fe4 Fg6 19. Fxg6
hxg6 20. Axe5 Vxe5 21. Vxe5 fxe5 22. Kh1Şd7 23. e3Şe6
24.Şd1 Fb4 25. Ae4Şf5 26. f3 g4 27.Şe2 g5 28. Af2
gxf3+ 29.Şxf3 e4+ 30.Şe2 Kd8 31. Kd1 Kxd1 32. g4+Şe5
33.Şxd1Şd5 34. Ah3 Fe7 35.Şc2 b5 36. b3 bxa4 37. bxa4
c5 38. Af2 c4 39.Şc3 Fc5 40. Ad1 Fd6 41.Şc2 Fb4 42. Af2
Fe1 43. Ah3 Fh4 44.Şd2Şc5 45. Ag1Şb4 46. Ae2Şb3 47.
a5 a6 48. Ad4+Şb2 49. Ae2 Ff2 50. h3 Fh4 0-1 Sanan Sju-
girov (2627) - Magnus Carlsen (2826)
10. TUR
1. e4 c6 2. d4 d5 3. e5 Ff5 4. Af3 e6 5. Fe2 Fb4+ 6. Abd2
Ad7 7. O-O Fa5 8. Ab3 Fc7 9. Ae1 f6 10. Fh5+ g6 11. Fe2 g5
12. Fd3 Fg6 13. exf6 Vxf6 14. Vg4 h6 15. f4 Fxd3 16. Axd3
O-O-O 17. Fd2 Vg6 18. fxg5 Agf6 19. Kxf6 Fxh2+ 20.Şh1
Jirayr Ohanyan
29 Kas›m 2010
t o p l u m//18
‘Yeni Türkçe’nin mimarının anılarına yolculuk
Ölümünün 31. yılında, dilbilimci Agop Martayan’ı, Ara Güler’ in 1972 yılında, yayımlanmamış söyleşisiyle anıyoruz
26 Eylül 1932’de düzenlenen I. Türk Dili Kurultayı’na,
Atatürk’ün emriyle Sofya’dan İstanbul’a getirilen dil bil-
gini da katılmış ve ölünceye kadar Türk Dil Kurumu’nda
baş uzman olarak çalışmıştı. Atatürk’ün isteği üzerine Di-
laçar soyadını alan Agop Martayan’ın Ermeni diliyle ilgili
çalışmaları da bulunuyor. Martayan’ın tefrika olarak Mar-
mara gazetesinde yayımlanan makaleleri “Hay Mışaguy-
ti Badmutyun” (Ermeni Kültürü Tarihi) adı altında 300’er
sayfalık 3 cilt halinde Ermeni Öğretmenler Vakfı tarafın-
dan sırasıyla 2004, 2005 ve 2009 ’da basıldı. Bu değerli
serinin 4. cildi ise hazırlık aşamasında.
12 Eylül 1979’da yaşamını yitiren Agop Mar tayan
Dilaçar’ı, ölümünün 31. yılında, Ara Güler’in 1972 yı-
lında gerçekleştirdiği, bugüne kadar yayımlanmamış
söyleşisiyle anıyoruz. Martayan bu söyleşide Mustafa
Kemal’le fiam’da ilk tanışmasını ve daha sonra Türk Dil
Kurumu’nun başına nasıl getirildiğini anlatıyor.
Röportajı Agos okurlarına armağan eden Ara Güler, ga-
zetemize gelerek, yaklaşık 40 yıl önce banda kaydetti-
ği buluşmayı, tedarik ettiğimiz eski teypten baştan sona
dikkatle dinledi. Hatıralara dalan usta muhabir, Agop
Martayan’la aralarındaki yakın ilişkiyi ise şöyle özetledi:
EV DE⁄İL KÜTÜPHANE.
“Agop Martayan’ı çok eskiden tanırdım, yakın
dostumdu. Ankara’ya gittiğim zamanlarda muhakkak
Martayan’ın evine giderdim. Orada meşhur bir semttey-
di evi; epeydir Ankara’ya gitmediğim için sokak isimleri-
ni unuttum. Martayan’ınki ev değil kütüphaneydi. Hatır-
ladığım kadarıyla iki tane koltuk vardı, evin geriye kalanı
kütüphaneydi. Antika kitapları vardı. Yani küf kokusunu
alırdınız. O muazzam kütüphanenin Tarih Kurumu’na kal-
mış olduğunu düşünüyorum. Martayan acayip işler yaptı.
Kutadgubilig, Divan-ı Lügat ül Türk olmak üzere 3-4 tane
kitap yayımladı. Daha ziyade ilimle ilgili işler yapardı.”
BÜTÜN BİR HAYAT BU BANDIN ÜZERİNDE.
İstanbul’a. Hamalbaşı’nda evleri vardı. İstanbul’a
geldiği zaman bana mutlaka haber verirdi. Her defasın-
da arar “Geldim” derdi. Utangaç bir yapısı vardı. Bir kere-
sinde şuraya bir bant takayım da, biraz konuş, bir şeyler
anlat, önemli adamsın.” “Tamam, hadi tak da anlatayım”
deyince bu röportaj çıktı ortaya. İşte bütün bir hayat bu
bandın üzerinde…”
Nerede doğdunuz?İstanbulluyum, 1895’te Büyükdere’de
doğdum.
Hatıralarınıza dair neleri anlatmak istersiniz? B i r i n c i D ü n y a H a r b i ’ n d e K a f k a s
Cephesi’nde 2. Ordu’da yedek subay ola-
rak bulunuyordum. Bir gün karargahta
nöbetçiyken bir emir geldi. Emir şöyleydi:
“İkinci Ordu’da bulunan gayrimüslim su-
baylar geri alınarak başka ordulara gön-
derilecektir.” Ben de bunu kumandanıma
bildirdim.
Kimdi komutanınız?Galiba Tevf ik Paşa’ydı. Hatta benim-
le Fransızca da konuşurdu. İtimadını ka-
zanmıştım. Emri verdim kendisine. Oku-
du, yüzüme baktı… Üzüldü. “Oğlum” dedi
“Ben senden çok memnunum, fakat bu
bir ordu emridir, yerine getirmek mecbu-
riyetindeyim.” Ve bana “Nereye gitme-
yi arzu edersin” diye sordu. Yani Kafkas
Cephesi’nden başka bir orduya… Kafkas
Cephesi tehlikeli bir yerdi. 1917 Rus İhtila-
li başlamış, çatışma durmuştu. İleri kara-
kol tertibatı almıştık.ephesi’nden başka
bir orduya… Kafkas Cephesi tehlikeli bir
yerdi. 1917 Rus İhtilali başlamış, çatışma
Bu anlattığınız sene kaç?Cephesi tehlikeli bir yerdi. 1917 Rus İhtila
1917 senesinin sonları. Tam olarak günü-
nü, ayını hatırlamıyorum. Kumandanımın
isminden de emin değilim; başka bir paşa
da olabilir… Kumandanım sadakatimden
gayet emindi. Çünkü kıtaatımızda bulunan
iki üç gayrimüslim subay, ki bunlar bir iki
doktorla bir dişçiden ibaretti, zaten firar
etmişlerdi.
Ölümünün 31. yılında, dilbilimci Agop Martayan’ı, Ara Güler’ in 1972 yılında, yayımlanmamış söyleşisiyle anıyoruz
29 Kas›m 2010
t o p l u m // 19
Firar etmek kolay mıydı?Firar etmek işten bile değildi. İleri karakol
tertibatı alınmış, çifte nöbetçi dikilmişti.
Ama gecenin karanlığında şöyle karar-
gahtan 10-15 adım ileri gittikten sonra bir
kibrit çakarsanız, muhakkak karşı taraf-
tan biri –ya bir Gürcü, bir Rus ya da bir Er-
meni– gelir sizi alıp götürürdü. Onlar da
bu şekilde firar etmişlerdi. Gayrimüslim
olarak yalnız ben kalmıştım bu kıtaatta.
Paşa, emri okuyup “Ben seni göndermek
mecburiyetindeyim, neresini tercih eder-
sin?” diye sorunca, “Paşam” dedim, “Ben
hiçbir yeri bilmiyorum, siz münasip gördü-
ğünüz bir yeri seçin, oraya gideyim.” Bu-
nun üzerine “Seni Suriye’ye göndereyim”
dedi, Filistin… Evet Filistin.
Kaç yaşındasınız o zaman?Tam 22 oluyorum. İlmühaberim yazıldı,
Paşa’nın elini öptüm, ayrıldık. Tabii benim
üst-baş perişan, saç-sakala karışmış, çün-
kü cepheden geliyorum. Beni Diyarbakır’a
kadar getirdiler. Diyarbakır’da Almanların
nakliye taburu vardı. Tanıyordum Alman-
ları, yanlarına gittim, “Suriye’ye gidece-
ğim, beni sizin arabalarınızla, yahut başka
bir vasıtayla götürür müsünüz?” diye sor-
dum. Almanlar “Peki” dediler, beni aldılar
getirdiler Halep’e bıraktılar. Üst-baş peri-
şan bir halde Halep’e vardım.
Askeri elbiseyle mi?Asker değil subay elbisesiyle. Yanımda
harp madalyam, tabancam, bir battani-
yem ve ilmühaberim vardı. Cebimde de
bir Türkçe gramer kitabı. Almanca yazıl-
mış bir gramer kitabıydı, orduda bulunan
Alman subaylarına ve çavuşlarına Türkçe
öğretiyordum. 1916’da bir Macar profesö-
rü tarafından yazılmış Turkishe Gramma-
tical adlı bir kitaptı.
Aktarma yapmak mecburiyeti vardı, o yüz-
den Halep’te istasyondan doğru bir otele
gittim. Otelcinin yazıhanesi alt kattaydı,
içeri girdim,“Bu gece yatacağım, yarın sa-
bah gideceğim, beni erken uyandırın” de-
dim. Loş merdivenden yukarı çıkarken, bir
karartı, bir hışırtı, gördüm ve işittim. Biri,
bir gölge, ayağa kalkarak bana İngilizce
hitapta bulundu. Ben de dalgın, “Ben si-
zin üzerinize memur edilmiş bir subay de-
ğilim” dedim ve yukarı çıktım.
Rütbeniz neydi?Rütbem, teğmen… Odacı bir oda açtı, içe-
ri girdim. Kapı kapanır kapanmaz, kapıya
vurdular. “Girin” dedim. İçeriye iki subay
girdi. Rütbelerine baktım, albay ama İn-
giliz üniforması var üzerlerinde. Biri İngi-
liz, birisi de Hintli… O sarıklı Hintlilerden.
İngilizce konuşmaya başladılar “İngilizce
biliyorsunuz, Sizden bir şey rica edebilir
miyiz?” dediler. “Biz Kutelamara’da, yani
Irak Cephesi’nde Kutelamara muhasara-
sında esir düştük. Muhasara esnasında
az yedik, midemiz küçüldü. fiimdi burada
bize ağırca yemek veriyorlar, ricamız daha
hafif yemek verilmesi” dediler. “Peki” de-
dim. Bu insani bir şey değil mi efendim?
“Ee, ne yapmam lazım?” “Kumandana
kadar bize refakat edip, bizim arzumu-
zu, ricamızı, İngilizce’den, Türkçe’ye ter-
cüme ediniz” dediler. “Hay hay” dedim,
önlerine düştüm ve Halep Kalesi’ne git-
tik. Kumandan yukarda oturuyordu. Adı-
nı bilmediğim bir paşaydı. Paşa’nın yave-
ri “Kapıyı vurun ve içeri girin” dedi. Odaya
girdik. Paşa’ya bunların tercümesini yap-
tım. “Hay hay” dedi Paşa “Olur.” Çok mü-
layim konuştu benle, selam verdik, çıktık
dışarı. Otele geldim, beş on dakika sonra,
sert bir vuruşla odamın kapısı açıldı ve bir
asker girdi içeri. Baktım bir inzibat yüzba-
şısı. Madeni bir şey üzerine eski harşerle
“kanun” yazılıydı yakasında. “Paşa sizi is-
tiyor” dedi sert bir söyleyişle. Önüne kat-
tı beni, yine yukarı çıktık, kaleye. Baktım,
Paşa’nın mülayim halinden eser yok, sert
bir muamele yapıyor bana karşı: “Kimsin?
Nesin?” Pek haklı olarak şüphelendi be-
nim durumumdan. Bir kere saç sakala ka-
rışmış bir haldeydim, oysa Harp cephesi
değildi Halep ve İngiliz esirleriyle beraber
çıkmıştım Paşa’nın karşısına.
İngiliz esir miydi onlar?Esirmişler, Kutelamara’da esir düşmüş-
ler… Paşa kim olduğumu anlamaya ça-
lışıyor, “Kimsin, nesin?” diye bağırıyor.
“Vahan oğlu Agop” dedim. Agop’u işitip,
29 Kas›m 2010
t o p l u m//20
esirlere refakat ettiğimi anlayınca “Alın
bu adamın silahlarını” dedi. Geldiler, ta-
bancamı aldılar, yokladılar üzerimi, ilmü-
haberimi ve gramer kitabını aldılar. “Ya-
rın” dedi, “Süngülü bir neferle götürün.”
Gideceğim yer de fiam. Ses çıkarmadım,
emir, emirdir. Beni otele götürdüler, kapı-
mın önüne de bir süngülü nefer diktiler.
Yine sert bir ihtar: “Yarın sabah 5.30’da
hazır olun. Trene gideceğiz!” Bütün gece
uyuyamadım. Çok alındım, çünkü ben va-
tan için dövüşmüşüm, yaralanmışım, harp
madalyası kazanmışım. Sahte değildi o
harp madalyası. Ve insani bir davranışım-
dan dolayı beni bir süngülü nefer nezare-
tinde fiam’a götürüleceğim. Sabah yüz-
başı geldi, koltuğunun altında bir defter
vardı, içinde de bir rapor, yani aleyhime
bir rapor; “Hadi bakalım” dedi. Trene bin-
dik. Salhi denilen fiam’ın en güzel mahal-
lesinde bir karargah vardı. Yıldırım ordu-
ları grubu teşekkül etmek üzereydi. Oraya
gittik, yüzbaşı ile bir daireye girdik. Yüzü-
me baktılar, okudular raporu. Kimse tes-
lim alamıyor, devamlı yüzüme bakıyorlar.
Binbaşıdan başladık, albaylara kadar gel-
dik, onlar da kabul etmedi. “Kumandana
gidelim” dediler.
Neden kabul etmediler?Tahminime göre; bir şüpheli, bir casus ol-
duğum yazılıydı o raporda. Beni kuman-
dana çıkardılar. Kapı açıldı, Yüzbaşı içe-
ri girdi, durdu. Yüzbaşı selamdan sonra
elindeki defteri raporla beraber komuta-
na verdi. Mirliva rütbesinde bir general-
di, bir paşa. Paşa baktı, şöyle bir göz gez-
dirdi belgelere; sanırım pek uzun değildi
rapor, çünkü çabuk okudu. Bana baktı,
“Nasıl oldu da sen kaçmadın?” diye sor-
du. Ben de ani bir feveranla “Çok tees-
süf ederim kaçmadığıma” dedim öfkeyle,
“Harp cephesinden kaçmayan, herhalde
fiam sokaklarında kaçmayacak. Ben bu
vatan için çarpışmışım. Bu madalya sah-
te değil. Emir buyurun, süngüyü çıkarsın-
lar.” Seferberlik zamanında, sarf ettiğim
bu sözler yüzünden, sadece bir paşa de-
ğil, herhangi biri, bir albay da tabancasını
çekip vurabilirdi beni. Hazar (barış) zama-
nı değil, harp zamanıydı bu… Divana sevk
etmeden vurabilirlerdi. Çünkü Paşa’ya
karşı, “teessüf ederim” demek hakaret
sayılırdı. Paşa çok temkinli davrandı, dur-
du, düşündü. Fakat o sözlerimden dolayı
yüzbaşı sarardı. Korktu, Paşa beni vura-
cak diye. Ama vurmadı. Düşündü, yüzüme
baktı, yüzbaşıya döndü ve “Bu subayın
nesi varsa masanın üstüne koyun” dedi.
Rapor da elindeydi. Yüzbaşı, tabancamı,
ilmühaberimi ve gramer kitabını masa-
nın üzerine koydu. Nefere de “Süngü çı-
kar oğlum” emri verdi. Nefer süngüyü çı-
karınca da “Hadi gidin ve kapıyı kapayın”
diye emretti ve ikisini de odadan çıkardı.
Paşa ayağa kalktı, şöyle bir dolaştı “An-
lat bakayım, bu iş nasıl oldu?” diye sordu.
Ben de sana da anlattığım gibi başıma ge
Her şeyi olduğu gibi anlattınız mı?Aynen anlattım. Hayatta ne kazanmış-
sam doğruyu söyleyerek kazanmışım.
“Ben kendimi suçlu bulmuyorum, gizle-
diğim bir suç yok. Dilimde olmadığı gibi,
kalbimde de yok” dedim. Bu sefer Paşa
bana yaklaştı “Sen kalbinde o Paşa’yı
suçlu buluyorsun ama asıl suçlu sensin”
dedi. Biraz daha yaklaştı ve parmağı-
nı sallayarak “Ama ben seni anlıyorum”
dedi. Çünkü doğruları söylediğimi anla-
mıştı . Raporu da okumuştu, yani telhin
(değiştirme) yoktu. “Anlat bakalım, Rus-
lar nerede?” diye sordu. Ben de bildiği-
me göre anlattım geldiğim cepheyi. Bir
de baktım arkasında bir harita var. O ateş
hattı, yahut neyse o hat, bayraklarla çizil-
miş, hepsi doğru. Paşa, “Olur böyle şey-
ler, sen gençsin, bu da unutulur, ben seni
anlıyorum, otur bakalım” diye beni oturt-
tu ve sorgulamaya başladı: “Kimsin, ne-
sin? Nerede doğdun? Kaç dil bilirsin?” Bil-
hassa “Kaç dil bilirsin?”in üzerinde durdu.
Sonra kitabı eline aldı, Turkishe Gramma-
tical... Baktı… Benim kanaatime göre, Ata-
türk belki de, yani Latin harşeriyle yazıl-
mış Türkçe’yi ilk defa orada gördü. Yani
şimdiki harşer
Yani Şam’da konuştuğunuz Paşa Atatürk müydü?Atatürk’tü. Mustafa Kemal Paşa. Ondan
sonra efendim “Bu ne?” dedi. “Paşam”
dedim “Orduda Almanlar vardı, onlara
Türkçe öğretiyordum. Kitap Latin harşe-
riyle yazılmıştı ama Arap harşeri de var-
dı.” Atatürk soruyordu “Bu nedir?” Mese-
la ⁄; okunmaz G var ya… Yunan harfiyle
göstermişler kitapta. Sonra I harfinin üze-
rine Y’yi koymuşlar. Ç’nin üzerine ters bir
aksan koymuşlar ama okunabiliyor. Ben
o anahtarı kendisine öğrettikten sonra, ki
çok modül bir şey değildi, Atatürk okuya-
bildi bazı şeyleri. Arap harşeriyle yazılı şu
yerleri gördü: Fasih Türkçe, Orta Türkçe,
Kaba Türkçe. “Bunlar nedir?” dedi. “Bu”
dedim Fasih Türkçedir, bu Edebi Türkçe-
dir, Orta Türkçe halkın konuştuğu orta de-
recedeki Türkçedir, Kaba Türkçe de köylü-
dür.” “Böyle şey olmaz” dedi “Bir tek Türk
dili var, herkesin anlaması lazım.” Neyse,
okşadı beni, “Müsterih ol” dedi “Al Taban-
canı.” Tabancamı taktırdı. Kitabı ve ilmü-
haberimi de verdi. İlmühaber, hayati bir
şeydir. İlmühaberi vermek, aşağı yukarı
ordudan ilişkisini kesmek demektir. Mese-
la kaçabilirdim. Ama Atatürk bana itimat
etti ve ilmühaberimi verdi. “Şam’ı biliyor
musun?” diye sordu. “Paşam bilmiyo-
rum” dedim. “Sen cepheden geliyorsun,
yorgunsun, al bunu, birkaç gün gez, yine
gelirsin buraya” dedi. Teşekkür ettim. Ka-
pıdan çıkarken, tabii arkamı döndüm, Ar-
kam yırtık pırtıkmış herhalde… “Gel baka-
yım, üstün başın perişan” diye seslendi.
Bir kart çıkardı, Menzil Kumandanlığı’na
hitaben “Bu Efendiyi giydiriniz ve table-
dotunuza dahil ediniz” yazdı. Yani bu de-
mektir ki, her ay maaşımdan 110 kuruş
kesilecek, 110 kuruşla da sabah, öğle, ak-
şam yiyebileceğim.
Menzile gittim. Sonra efendim, yemekha-
neye gittik, kumandan beni takdim etti.
Orada tabledot vardı, çocuklar oturuyor,
subaylar var. Hiç cepheye gitmemişler.
Bana öyle bakıyorlar, cepheden gelen bir
subay, nasıl olur?
Hiç kimse cepheye gitmemiş miy-di?Cepheye giden yoktu onların arasında.
Bana soruyorlardı “Harp nasıl olur? Muha-
rebe denen şey nasıldır?” Hissiyatı, yani,
korkuyu falan anlamaya çalıştılar. Ben de
anlattım. Orada iki gün kaldım. İki gün
sonra karargaha gittim. “Paşa burada, vur
kapıyı gir içeri” dediler. Girdim, baktım bi-
zim Paşa orada. Beni görünce güldü “Hâlâ
kaçmadın mı?” diye şakalaştı. “Aleyi’yi bi-
liyor musun?” dedi. Aleyi, Beyrut’un say-
fiyesi. Orada bir fırka varmış. Gayet güzel
bir yerdi. Yani Monte Carlo gibi bir yer-
miş ama bizim zamanımızda perişandı.
Tam istasyonun karşısında karargâhlar
vardı. Paşa “Ben seni oraya gönderece-
ğim” dedi. “Emredersiniz” dedim. Orada-
ki fırkaya girdim. Paşa birkaç kere trenle
Beyrut’a geldi. Paşa indiği zaman, tabii bi-
zim karargâh haber alırdı ve karşılamaya
çıkardık. İstasyonda rütbemize göre dizi-
lirdik. Paşa, albaylar falan… Ben de ken-
di dereceme göre dururdum. Onların ya-
nından “Nasılsın?” diye geçerdi Atatürk,
yanıma geldiğinde ise “Oğlum, nasılsın?
Memnun musun? İyi misin?” diye sohbet
ederdi. Hayret ederlerdi ki, Paşa albaydan
filandan, çarçabuk geçiyor ve bana gelip
“Nasılsın, iyi misin?” diye hatır soruyor.
Ondan sonra efendim, bir gün emir geldi,
“Cepheye gidiyoruz!” Ve Atatürk’ün em-
rinde Gazze Harbi’ne girdim.
Bu Lawrence hikâyesi midir?Lawrence’in son devirleri. General Allenby
Kudüs’ü işgal etmiş, oradan yukarıya yü-
rüyor, biz de ricat üzerindeyiz. Orada bi-
zim fırka eridi. Hatta ben belime kadar
kumlar içersine gömüldüm. Çünkü saat
beşte, bizim saatle akşam beşe doğru
donanma geliyor, bombardıman ediyor.
Bulunduğum kıtada bir yüzbaşımız vardı,
hep birlikte karavanadan yerdik. Yüzbaşı
Rauf Bey’di. Rauf Bey’in çenesinin dağıl-
dığını görmesem… Ve şu ana kadar ondan
daha berrak, ondan daha renkli bir tab-
lo hatırımda yoktur. Çenesinin dağıldığı-
nı gördüm. Birdenbire, bir şeyler oldum,
belime kadar kum içersine gömülmü-
29 Kas›m 2010
t o p l u m // 21
şüm. Birkaç saat sonra, yani bombardı-
man bittikten sonra, beni bir sıhhiye ne-
feri çekti çıkardı. Yaralı değildim. Ondan
sonra terhis edildik. Halep’e kadar geldik
ve Atatürk’ün izini kaybettim. O Atatürk
oldu. Ben de İstanbul’a geldim. Aradan on
sene geçti. Ben son olarak Balkanlar’da
bulunuyordum.
Niye Balkanlar’da bulunuyordu-nuz?Baldızım vardı Romanya’da, geziye çık-
mıştık. Hatırıma geldi. Kök Türkçe, yani
en eski Türkçe kitabelerinin, en eski ta-
rihi taşıyan kitabesi yani anıtı… Orhun…
Evet Orhun anıtları 1 Ağustos 732 tarihini
taşır. Kültigin’in anıtıdır. Yoluğtigin orada
söyler, “Ben güneşin altında şu kadar gün
burada kaldım. Ben bu taşka hakettim.
Yani vurdum. Tarihi de bugünkü hesapla
1 Ağustos 732. Ben de 1 Ağustos 1932’de
yani bu tarihin 1200. yıldönümünde, bunu
kutlayan bir yazı gönderdim İstanbul’a. İs-
tanbul gazetelerinde neşredildi. O zaman
Halk Partisi’nin organı olan Milliyet ga-
zetesinde, bizim Ağaoğlu Ahmet, Ahmet
Şükrü Esmer bu yazıyı görürler. Ahmet
Şükrü Esmer pek bu işlerden anlamazdı,
fakat Ağaoğlu bunun kıymetini anlamış.
O günlerde de Türk Dil Kurumu kurulmak
üzere ama birinci kurultay daha toplan-
mamış. Hazırlıklar yapılıyor Dolmabahçe
Sarayı’nda. Ruşen Eşref Ünaydın, katibi
umumi olarak çalışıyor. Ona telefon eder
Ağaoğlu Ahmet, “Sana bir yazı gönderiyo-
rum, bence önemlidir, icabına bakın” diye.
Ruşen Eşref de Atatürk’e gösterir.
Dolmabahçe Sarayı’nda?Dolmabahçe Sarayı’nda, 1 Ağustos 1932,
yani olsa olsa 5 Ağustos 1932’de. Milyon-
larca insanla temas etmiş olan bir gene-
ral, “Ben bu genci tanıyorum. Herhalde o
olmalı” der ve İstanbul Emniyeti’ne emir
verir: “Tahkikat yapılsın, ailesi bulun-
sun.” Polis müdürü gider kayınvalidemi
bulur, fotoğrafımı ister. Fotoğrafımı sara-
ya götürürler, Atatürk’e gösterirler. Beni
tanır “Bu genç o gençtir” der. Onun üze-
rine yine bir emir verir “Bunun Sofya’dan
İstanbul’a celbi.” Bana bir davetiye hazır-
lanır. O davetiyeyi Tevfik Rüştü Aras, o
zamanın Dışişleri Bakanı, elçiliğe getirir.
Tevfik Kamil Bey de o zaman Sofya Büyü-
kelçisi. Ona gösterir, o da beni bulur ve ilk
trenle beni İstanbul’a sevk eder.
Biraz daha tafsilatlı anlatırsanız… Peki. Biz alpinisttik, henüz çocuğumuz
yoktu. O zaman da dağa çıkmıştık hanım-
la. Dağdayız, emir geliyor. O zaman Cemi-
yeti Akvam vardı İsviçre’de. Bu yazılı emri
Atatürk Tevfik Rüştü Aras vasıtasıyla Sof-
ya’daki Büyükelçiliğimize gönderir. Emir
diyor ki… O zaman benim adım Agop Mar-
tayan… “Agop Martayan Bey’in ilk vasıta
ile İstanbul’a gönderilmesi…” Elçi soruş-
turur, evimizi bulur. “Dağa çıktı” derler.
“Ne zaman döner?” “Efendim 8-10 gün
kalacak.” “Nereye gitti?” “Efendim, işte o
dağın tepesine çıktılar, orada dağ evleri
var, karı koca orada kalacaklar.” Bu se-
fer Elçilik kavası oraya kadar çıkar, beni
bulur. “Elçi muhakkak sizi görmek istiyor”
deyince dağdan indik. Ben hemen elçiliğe
gittim. Tevfik Kamil Bey’e de ara sıra rast-
lardım, kokteyllerde falan; fakat bu sefer
gayet ciddiydi, “Bak” dedi “Seni tebrik
ediyorum.” Elinde bir kâğıt vardı. Oku-
dum: “Agop Martayan Bey’in bir an evvel
Kurultay’a iştirak etmek ve bir tez okumak
üzere İstanbul’a sevki” yazıyor. Kurultay
da toplanmak üzere, yani iki üç gün var
arada. “Hay hay, ama maalesef hemen
İstanbul’a hareket edebilecek durumda
değilim” dedim, çünkü şahsi bir ilişkim
yok ama bu memleketten dışarı çıkabil-
mek için, bana kaç yerden mühürlenmiş
vesika lazımdı. Emniyet de bana bir viza
verecek. Bu da ancak iki üç günde olabi-
lirdi.” “Anladım” dedi ve Zeki Hakkı Bey
adında müsteşar vardı orda, o beyi ya-
nıma kattı, ikimiz kalktık gittik Bulgaris-
tan Başbakanı’na. Başbakan baktı, acele
bir iş… Şüphelendi durumdan, bir şey de
söylemiyor ama şüpheyle bakıyor. Onun
üzerine bizim Müsteşar, açıklamada bu-
lundu: “Bizim Cumhureisimiz Dolmabah-
çe Sarayı’nda bir Kongre topluyor, bu bey
de dilcidir, onun iştirak etmesini istiyor,
bir an evvel İstanbul’a erişmesini arzu edi-
yor.” “Anladım” dedi Başbakan, Hariciye
ve Dahiliye vekaletlerine telefon etti ve
böylece polisten hususi bir vize aldım. Bi-
zim elçi akıllı davrandı, “Belki sınırda bi-
zimkiler şüphelenir ve seni bir müddet alı-
koyarlar, ama senin İstanbul’a bir an evvel
erişmen lazım” düşüncesiyle bana bir hu-
susi mektup verdi. Pasaport var, vize
var ama, yine de şüphelenebilirlerdi: “Bu
bey, Dolmabahçe’de filan gün toplanacak
Türk Dil Kurultayı’na iştirak edecektir. Hiç-
bir menaat (engelleme) yapılmaması, bir
an evvel Sirkeci Garı’na yetiştirilmesi la-
zım.” Bu mealde bir şey yazdı, “Bunu ya-
nında taşırsın” dedi. Kitaplarımın hepsi-
ni Sofya’da bıraktım. Sadece birkaç tane
kitap aldım yanıma, çünkü bir tez oku-
mam lazımdı ve hiçbir hazırlığım yoktu.
Hudutta benim kapıyı vurdular. Baktım
bizimkilerden biri, hudut muhafızı, kim
olduğuma, pasaportuma falan bakıyor…
Yastığımın altından o mektubu çıkardım,
okuyunca “Afedersiniz, sizi rahatsız ettik”
dedi ve çıktı. Sirkeci Garı’na geldik. Doğ-
ru kayınvalidemin evine gittik. Baktım po-
lisler geldi. Bütün gazeteler benimle meş-
gul, resmimi neşretmişler, yazılar
Tarihi hatırlıyor musunuz?24 Eylül 1932. 26’sında da Kurultay top-
lanacak. O gün öğlene kadar istirahat et-
tim. Baktım, gazeteler geldiğimi yazmış-
lar, artık Dolmabahçe Sarayı’na gitmem
lazım. Bir taksiye binip gittim. Orada ge-
nel yazman Ruşen Eşref Bey vardı. Konu-
şurken baktım birer ikişer zevat içeri giri-
yor. “Herhalde bunların toplantıları var”
diye düşündüm, izin istedim. Baktım “Bi-
raz daha istirahat edin” dedi ve bir ciga-
ra daha verdi Ruşen Eşref Bey. “Peki” de-
dim, oturdum. Ondan sonra “Arkadaşlar
hazır mıyız?” diye sordu. “Tamamız” de-
diler ve dışarı çıktık. İkişer ikişer sıralan-
dık. Yavaş yavaş çıkıyoruz merdivenleri,
Ruşen Eşref ön safta, beni çağırdı, yanına
aldı. Şöyle bir baktım, yukarda, sahanlık-
ta Atatürk… Sarı saçlarını gördüm. O da
baktı, uzaktan tanıdı beni, güldü, yanın-
dakilere bir şeyler söyledi. Yukarı çıktım,
gittim elini öptüm. “Tamam, bu gençtir”
dedi yanındakilere, yaniŞam’da tanıştığı
genç, bana döndü “Hoşgeldiniz, memnun
oldum” dedi.
Aradan kaç sene geçmişti?15 sene. Atatürk beni yanına oturttu. On-
dan sonra toplantı başladı. Yazılar okunu-
yor, gözden geçiriliyor.
Atatürk yeni bir Türkçe mi kurmak istiyordu?Atatürk, öz Türkçeyi kurmak istiyordu.
Yani yeni harşer kabul edilmiş, in-kılap geçmiş miydi?Geçmişti, 1928’deydi harf inkılabı. Latin
harşeri, esaslı Türk Alfabesi yerleşmişti.
Şimdi dili arıtma için toplanıyorduk.
Ve Türk Dil Kurultayı kuruluyor…Serbest, açık oturum gibi bir şeydi, her-
kes bir tez yazıp vermişti. Biz de bu tezleri
gözden geçiriyorduk. Bir Müteşebbis He-
yet vardı, ben de o heyete katıldım. Tezle-
ri okuyoruz, Atatürk de fikrimizi soruyor,
konuşuyoruz. Sıra Hüseyin Cahit’in tezi-
ne geldi. Oooo, başladılar kötülemeye,
Hüseyin Cahit olduğu için. Atatürk, sus-
tu, gayet ciddi olarak baktı. “Arkadaşlar,
fikir mücadelesi belli olmaz. Hüseyin Ca-
hit Bey kendi tezini okuyacak, siz de onu
cevaplandırırsınız” dedi. O gece sabahla-
dık. Bereket versin, saraydan kayınvalide-
min evini bulmuşlar, karakola telefon et-
mişler, onlar da haberdar etmişler ailemi,
“Dilaçar saraydadır, sabah gelecek” diye.
Orada mı yattınız?Hayır, orada değil. Sabah 9’da bir ara-
ba verdiler, biraz kafamızı dinlendirmek
için eve gittik. Saat ikide yine toplanaca-
ğız. Atatürk de Tokatlıyan Oteli’ne gitmiş
kahvaltı etmek için. Saat ikide yine top-
landık “Tezin hazır mı?” diye sordu bana.
Ruşen Eşref hemen atıldı “Arkadaş dün
geldi İstanbul’a, sabaha kadar oturduk,
29 Kas›m 2010
t o p l u m//22
müsaade ederseniz, eve gitsin yazsın te-
zini” dedi. Bu sefer bana izin verdiler, ay-
rılmadan önce de Atatürk’ün elini öptüm.
Gittim Yeni Cami’den bir daktilo buldum,
arzuhalciler var ya, eve götürdüm, yatağın
üzerine uzandım.
Arzuhalciyi de beraber aldınız yani?Evet, eve götürdüm makinasıyla beraber,
bende makine yoktu. Ertesi günü Kurultay
toplanacak. Benim tezim de gözden geçi-
rilmeden okunacak gibi. “Sabah erken ge-
tirir takdim ederim” dedim. “Lüzum yok,
benim sana itimadım var. Sen doğrudan
doğruya kürsüye çıkar okursun” dedi Ata-
türk.
Salih Rıfkı, Hüseyin Cahit ne gibi şeyler söylüyorlardı?“Dilde inkılap olmaz, dil tekamül eder, ya-
vaş yavaş kendi halini bulur” diyorlardı.
Evde irticalen dikte ettim, ne notum var,
ne bir şeyim, ama ima etmişim fikrimi, bi-
liyor ne söyleyeceğimi, bunları söyledim
ve adam yazdı. Bir nüsha bana verdi, dü-
zelttim. Yanlışlar çoktu. Mesela ben “Çu-
vaş” diyorum, o “çavuş” yazıyordu. Çuvaş
Türkçesi var, o bilmiyor, yanlış anlıyordu.
Böyle komik şeyler vardı.
Kaç sayfa oldu?Bu basılmıştır, matbu. Birinci Kurultay
tezlerinde var. Uzunca bir yazı. Yani 10-12
sayfalık bir şey. Daha uzun yazamazdım,
irticalen, kitaba bakmadan, ama misalle-
ri veriyorum onlara. Sonra efendim, erte-
si gün, Kurultay açıldı. Bir de baktık Mc
Arthur gelmiş.
General Mc Arthur?O zaman Amerikan Ordusu’nun Erkan-ı
Harbi Reisi. Atatürk’e hayran adam. Arz-ı
tanzimat için gelmiş. Onun için ayrıca bir
loca yapılmış, Dolmabahçe Sarayı’nın Mu-
ayede Salonu’nda. İki loca vardı, biri ona,
ikinci loca da Atatürk’e. Mc Arthur Türk-
çe bilmiyor ama dinliyordu. Biz de Rago-
polis adında Rum bir profesör vardı, rah-
metli. Onunla beraber arkaya çekildik,
çünkü Muayede Salonu’nun akustiği bo-
zuktu, anlaşılmıyordu sesler. Böyle tipik
telekapları vardı, şurdan buradan gelen
konuşmalar falan. Arkada kendi milli kı-
yafetleriyle gelmiş olan Özbekler, Türk-
menler vardı. Biz de onların dilini tetkik
ediyoruz, konuşuyoruz. Kürsüdeki Ka-
zım Paşa bir aralık sustu. Herkes arka-
ya bakıyor. Biri dedi ki “Adınız okundu.”
Halbuki ertesi günü okuyacaktım tezimi
ama hemen kürsüye çıktım ve tezimi oku-
maya başladım. Bir de baktım ki, Mc Art-
hur, Atatürk’ün locasına geçmiş. O fotoğ-
raf var ikisi bir arada. Tezimi okudum. İyi
okudum bana göre ve kürsüden indim. Bir
teneffüs ilan edildi. Seryaver Binbaşı Ce-
lal Bey “Locadan sizi istiyorlar” dedi, yani
Atatürk’ün locasından. Atatürk’ün locası-
na gittim. Teneffüs ilan edilmiş, Atatürk
ve general konuşuyorlar. Gayet iyi Fran-
sızca konuşurdu Atatürk, mükemmel Fran-
sızca bilirdi, yani nutuk söyleyebilecek
kadar iyi bilirdi. Beni de Fransızca olarak
takdim etti: “Sizin mekteplerinizdendir,
Amerikan Koleji’nden yetişmiş bir genç
subayımdır.” Sonra bana “fiimdi kendi di-
linde konuş bakayım onunla” dedi. Ben
de Mc Arthur’la konuştum, memnun oldu
ve Kurultay dağıldı. Ben de Dil Kurumu’na
girdim.
Nasıl girdiniz? Atatürk’ün emriyle alındım ve bir müd-
det sonra baş uzman oldum. Hala Türk Dil
Kurumu’nun baş uzmanıyım. Atatürk’e
şahsına ve Atatürk ilkelerine sımsıkı bağ-
lı bir vatandaşım.
Beyanat gibi oldu... Kaç seneden beri TDK’da baş uzmansınız?İlk günden beri oradayım.
Kırk sene oluyor yani?Önce komisyonlarda çalıştım, bir sene
sonra bir buçuk yıllığına Ankara’ya git-
tim. Hatta kitaplarımla birlikte. “Ben taşı-
rım kitaplarını” dedi Atatürk. Dolmabahçe
Sarayı’na götürdüm kitaplarımı, muazzam
bir kütüphanem vardı. Hepsini sandıkla-
dım, eşyalarımı filan, kargo treniyle ta-
şındı her şey. Sonra Ankara’ya yerleşir-
ken düzayak bir yer istedim, oğlum daha
3 yaşında olduğundan merdiven bulun-
sun istemiyordum. Atatürk adamlarına
emir verdi ve bizim daireyi de onlar tut-
tular. Haftada birkaç gün, buluşurduk.
Atatürk’ün yakın akrabası ve hemşeh-
risi vardı, Hayri Mehmet Somer, sık sık
oraya gelirdi. Bir araba gelirdi köşkten,
Çankaya’dan ve ikimizi de alır götürürdü.
Atatürk’ün sofrasında bir araya gelirdik.
Atatürk zannedildiği gibi sabahlara kadar
içki ile eğlenen biri değildi. Kendisi “Ben
18 yaşımdan beri içerim. Bu bir iptiladır,
kendimi bu iptiladan kurtaramadım” diye
itiraf etmiştir. “Genç arkadaşlar” dedi bir
gün, “Bu, size nasihat olarak diyorum ki,
vazife başında asla içmeyin” ve Çanakka-
le hatıratını anlattı orada. Kendisi biraz
fazla konyak almış ısınmak için, yanlış
bir emir vermiş ve binlerce şehit vermi-
şiz. Bunu söyledi. Herkesten bir şey rica
ederdi. Bir şiir mesela… Tevfik Fikret, en
çok sevdiği şairdi, benim de hocamdı. Ez-
berindeydi birçok kıtaları. Ondan sonra,
muhafız alayından erler vardı, güreş tu-
tarlardı. Atatürk güreşi çok severdi, onla-
rı seyrederdik. Poker oynardı, bizi şuraya
buraya götürürdü. Marmara Köşkü’ne gö-
türürdü. İlmi şeylerle uğraşırdık, konuşur-
duk, bu şekilde vakit geçerdi.
Yani Türk Dili’nin kurucularından birisiniz?Hayır, hayır, ona hizmet edenlerden biri-
yim. Bizim Türk Dili dergimiz var, ara sıra
orada yazarım, kitap neşrederim. 3-4 tane
büyük kitabım var, bir sürü makalelerim
var, broşürlerim var. İlk büyük eser olarak,
Türk Diline Genel Bir Bakış, beğenilmiş bir
kitaptır. Daha kalınca bir kitap, Dil, Diller
ve Dilcilik, bu sene de 72 senesinde Ku-
tadgubilig İncelemesi, o da beğenildi, şim-
di başka bir eser hazırlıyorum.
ÖNDERLER ve siyaset adamlar› de¤il, ayn› zaman-
da halk kitleleri ve onlar›n günlük yaşant›lar›
hakk›ndad›r” der Donald Quataert. Halbuki büyük tarihi
anlat›, ulus-devletin “vatandaşl›k” projesinin en büyük
silah› olarak kurgulanm›ş, icat edilen gelene¤in ve hayal
edilen cemaatin de¤erlerini taş›yacak bireyler var etmek
için sa¤lanmas› gereken bir tarih birli¤i için yarat›lm›şt›r.
Bu anlat›n›n merkezinde önderler ve siyaset adamlar›
ve onlar›n kişisel güçleriyle de¤işebilen olaylar silsilesi
vard›r. Ulus-devletin egemen ideolojisi olan milliyetçili¤in
do¤rudan taş›y›c›s› olan bu anlat›, nesnelli¤i bir kenara
atarak, “kendi” milletinin taraf›n› tutmuştur. Olaylar› si-
yah-beyaz olarak ikiye ay›rm›ş ve “siyah”lardan ar›narak
temiz “beyaz” sayfalarla dolu bir tarih ortaya konmuş-
tur. Bu yüzden tarih, hareketlilikten ar›nm›ş ve donuk
foto¤raf kareleri halinde bizlere ö¤retilmiştir. Fakat unu-
tulmamas› gereken şudur ki, bu pozlar› istedi¤i gibi verdi-
ren ve bu foto¤raf› çeken, milliyetçi ideolojinin kendisidir.
Ayhan Aktar’›n da de¤indi¤i gibi, gerçekli¤e ancak bü-
yük anlat›n›n siyah-beyazl›¤›ndan s›yr›l›p gri bölgelerde
gezen bir tarih anlay›ş›yla ulaşabiliriz. Bizim bu müte-
vaz› yaz›yla yapmaya çal›şt›¤›m›z da, bu anlay›şa uygun
olarak, Türkiye için, resmi tarih taraf›ndan bize donuk
foto¤raf kareleri halinde gösterilen bir zaman dilimin-
de bir siyasi aktörün hayat hikâyesinin peşinden gide-
rek kareleri renklendirmektir. Bu ba¤lamda, 1909-1918
y›llar› aras›nda Meclis-i Mebusan’da Halep mebusu ola-
rak görev yapan ve büyük anlat›n›n bir kenara att›¤› Ar-
tin Boşgezenyan’›n siyasi ve kişisel yaşant›s›n›n izi-
ni sürmeye çal›şt›k. Baştan belirtmek gerekir ki, bu iz
sürme s›ras›nda, Boşgezenyan’›n hayat›yla ilgili bir-
çok bilinmeyenle karş›laşt›k. Bu bilinmeyenlerin sebe-
bi ise, Boşgezenyan’la ilgili daha önce hiçbir çal›şma
yap›lmad›¤› için, kaynak ve bilgi eksikli¤iydi... Var olan
bas›l› kaynaklar›n ço¤u Türkiye’de de¤ildi ya da ulaşmak
istedi¤imiz bilgiler insanlar›n hat›ralar›nda sakl›yd›. Bu
zor şartlarda, bize yaz›l› tüm kaynaklar› ve foto¤raşar›
ulaşt›ran ise Halepli “yoldaş” Harout Ekmanian oldu.
Ekmanian’›n buldu¤u en iyikaynak Artin Boşgezenyan’›n en yak›n arkadaş› Kevork
Barsumyan’›n o¤lu olan Rupen Barsumyan’d›. Ekmanian,
kendisiyle ve Halepli tarihçi Mihran Minasyan’la görüştü
ve Artin’in hayat›na dair birçok bilgiyi bize sözlü olarak
ulaşt›rd›. Çok aç›k ki kendisi olmasa bu çal›şma da orta-
ya ç›kamazd›.
Bilinmeyen Y›llar: 1861-1909Artin Boşgezenyan’›n hayat›n›n büyük k›sm›n› oluştu-
ran ve mebus olana kadar geçen bu 48 y›l büyük bir boş-
luktur. Bu zaman dilimi hakk›nda k›s›tl› kaynaklardan
dolay›, ancak birkaç birbirinden kopuk veriye ulaşabil-
dik. Boşgezenyan’›n do¤um tarihi hiçbir resmi kaynak-
ta yer almasa da, mezar taş›nda yazd›¤›na göre 1861’dir.
Tamer Nalcı ve Emre Can Dağlıoğlu...
29 Kas›m 2010
t o p l u m // 23
Bak›rc›l›k ve dökümcülük işiyle u¤raşan Boşgezenyan
ailesi, Artin do¤duktan sonra, o zamanlar Halep vilaye-
ti olarak adland›r›lan co¤rafyada Antep şehrinden Halep
şehrine taş›n›rlar. Artin Efendi, hangi hukuk mektebinden
mezun oldu¤u bilinmese de avukatt›r ve 1901’de Cebel-i
Bereket sanca¤›nda Bidayet Mahkemesi (‹lk Mahkeme)
azas› olarak görev ald›¤› bilinmektedir.
Mebusluk Y›llar›: 1909-191823 Temmuz 1908’de ‹k inci Meşrutiyet ’in ilan›n›n
ard›ndan Kas›m ay›nda yap›lan seçimlerden son-
ra ba¤›ms›z Arap mebuslardan Mellahî Muhammed
Meri’nin 14 A¤ustos 1909’da ölümünün ard›ndan 5
Kas›m’da yap›lan ara seçimlerde Artin Efendi Halep’ten
seçilerek soyad›na tezat olacak mebusluk hayat›na baş-
lar. Ayhan Aktar, Aykut Kansu, Faroz Ahmed ve Vahe
Tachjian, Osmanl›’n›n son dönemi üzerine yapt›klar›
çal›şmalarda Artin Boşgezenyan’›n ‹ttihat ve Terakki Ce-
miyeti mensubu oldu¤unu belirtirler. Bunu, Halep Ermeni
Başpiskoposu’nun o zamanlar Sis’te (Kozan) olan Kilik-
ya Gato¤igosu Sahag’a yollad›¤› mektuptaki “‹ttihat ve
Terakki’nin çabalar›yla bir Ermeni mebusumuz oldu” ifa-
desi de destekler. Artin Efendi ayn› y›l Dersaadet’te “Ka-
nun-› Cezan›n Mevadd› Kaime ve Muaddelesi Hakk›nda
Teşrih ve Tenkid” adl› hukuk kitab›n› da yay›mlar.
‹şçi haklar› savunucusu BoşgezenyanOsman Köker’in aktard›¤›na göre, kahvelerde işçiler le-
hine propaganda yapmak için dolaşmas›ndan dolay› bu
soyad›n› alan Boşgezenyan’› Meclis’te ilk olarak ön pla-
na ç›karan olay, 22 Mart 1910 tarihinde iş yasas›yla il-
gili verdi¤i kanun önergesidir. Uzun süre tart›ş›lan fakat
bir türlü ç›kar›lamayan iş yasas› tart›şmalar›ndan son-
ra, Artin Efendi amelenin haklar›n›n sermayedara karş›
savunulmas› gerekti¤ini ifade eden bir önerge haz›rlar.
Hükümetin asli vazifesinin, zay›f›, güçlüye karş› ko- ru-
mak oldu¤unu belirtir ve medeniyetin elim neticelerin-
den birinin, sanayileşmiş ülkelerde halk›n, biri gayet güç-
lü sermayedar, di¤eri zay›f ve biçare amele olmak üzere
iki s›n›fa ayr›lmas› oldu¤unu ifade eder ve dört madde-
lik bir kanun layihas› teklif ederek Meclis’te uzun süre-
cek bir tart›şma başlat›r: Birinci Madde- Fabrikalarda gü-
neş do¤mazdan evvel ve güneş batmazdan sonra amele
çal›şt›rmak kat’iyyen memnudur [kesinlikle yasakt›r].
‹kinci Madde- Her üç saat hitam›nda [sonunda] bir saat
tatil edilmek şart›yla eşgali yevmiyyenin miktar› [gün-
lük iş miktar›] 10 saat tecavüz edemez [geçemez]. Üçün-
cü Madde- 12 yaş›n› ikmal etmemiş [geçmemiş] olan
çocuklar›n fabrikalarda çal›şt›r›lmas› caiz de¤ildir. Dör-
düncü Madde- Mevadd› mezkure ahkâm›nda riayet etme-
yen [bahsi geçen kanunlar›n hükmüne uymayan] fabrika-
törden, hilaf› usul istihdam eyledi¤i [usulleri çi¤neyerek
çal›şt›rd›¤›] amelenin adedi nisbetinde beheri [her birisi]
için 1 Mecidiye cezay› nakdi al›n›r. Amelenin muhafazai
s›hhatine müteallik bir tak›m takayyüdat›n tasrihiyle [iş-
çinin sa¤l›¤›n›n korunmas›na ilişkin bir tak›m kay›tlar›n
belirtilmesiyle], fabrikatörler taraf›ndan icras› mecburi
oldu¤una dair erbab› vukufa [bilirkişilere] bir madde tan-
zim ettirilmesi de ayr›ca rica olunur.
“Şu Meclis-i Mebusan kad›nlardan oluşsa...”Boşgezenyan’›n ön plana ç›kt›¤› bir di¤er mevzu, 2 Mart
1911’de görüşülmeye başlanan zinayla ilgili kanun layi-
has› üzerine 18 Nisan 1911 gününde açt›¤› tart›şmad›r.
Başlang›çta “ahlakç›” bir tav›r tak›narak “zina” suçuna
cezay›, hatta bunun a¤›rlaşt›r›lmas›n› savunsa da, bu
tutum, dönem koşullar› içerisinde anlaş›l›r bir olgudur.
Ancak, yine kad›n-erkek aras›nda kanunun öngördü¤ü
eşitsizli¤e karş› bir ç›k›ş gösterir. Üyelerinin tümü er-
kek olan bir mecliste kad›n haklar›n› ve eşitli¤i sa-
vundu¤u bile söylenebilir. f iu sözler, onun bir meclis
konuşmas›ndan:
“Kanun, erke¤e diyor ki: ‘Ey birader, biz senin
k›ymetine, hasletine vak›f›z. Her ne kadar biz, sana ceza
öngördükse de, bundan korkma! Sak›n evinde hanen-
de bir şey yapma. ‹şte bu kadar! Ama olur ki, yan›l›rs›n
da evinde bir şey yapars›n; bir kere yaparsan yine za-
rar› yok fakat bunu adet edinme! Bu al›şkanl›ktan vaz-
geçmek istemiyorsan, yine de kolay› var; sen metres
tutma, kad›nlar› de¤iştir; ar› gibi çiçekten çiçe¤e kon;
gez, seni kimse ay›plamaz.” ‹şte bu madde, erke¤e, böy-
le diyor. Kad›n biçaresi, herhangi bir zaman ve mekânla
mukayyet de¤ildir [korunmaz]. Hâlbuki ahlak aç›s›ndan
bak›ld›¤›nda erkek, kad›ndan daha fazla suçludur. Çün-
kü kad›nlar› baştan ç›karan erkeklerdir. Hz. Yusuf ile
Zeliha’n›n hikâyesi pek nadiren meydana gelen şeyler-
dendir. E¤er erkek kad›n› i¤falden [yoldan ç›kartmak]
vazgeçmiş olsayd›, bu cürmün dünyada eseri bile kal-
mazd›. Bu konuşmas› üzerine “kad›nlar taraf›ndan me-
bus olacaks›n” diye aşa¤›lanmaya çal›ş›lan Boşgezenyan,
zina konusunda bekâr ile evli aras›nda fark oldu¤unu,
ama evlenebilme şans› olup da zina yapan›n, “paras› var-
ken, aç›m diye ekmek çalan kişi” oldu¤unu, eleştiri ve
ay›plamadan kurtulamayaca¤›n› söyler. Dönem için çok
radikal say›labilecek bir söylemle, “şu Meclis-i Mebusan
kad›nlardan oluşsa...” ifadesini kullanarak “kad›nlar›n da
hukukunu korumal› ve kaide-i müsavat› [eşitlik ku-
ral›n›] ihlal edecek hiçbir şeyi kabul etmemelisiniz” diye-
rek konuşmas›n› eşitlik talebini dillendirerek sonland›r›r.
1915 ve sonras›...Bundan sonra Artin Boşgezenyan’›n 1912 ve 1914 seçim-
lerinde mebusluk unvan›n› korudu¤unu biliyoruz. Fakat
1914’ten sonra izini tekrar bulaca¤›m›z 1918’e kadar ne
yapt›¤› hakk›nda sa¤l›kl› bilgilere rastlayamad›k. 1915’te
yaşanan K›y›m’da bile tam olarak nerede oldu¤u, nas›l
kurtuldu¤u ve neler yapt›¤› hakk›nda elimizde çok k›s›tl›
bilgiler var. 1918’de ortaya ç›kt›¤›nda ise, onu, “büyük bir
felaket” yaşam›ş ve yaşatm›ş bir imparatorlu¤un son dö-
neminde büyük tart›şmalara yol aça- cak bir siyasi figür
olarak görürüz. Aklı selim olarak davranak dışarıda tek-
rar 1915’in Meclis’e taş›nmas› ve faillerin cezaland›r›lmas›
8 Ekim 1918’de Talat Paşa’n›n yönetimindeki ‹ttihat-Te-
rakki yönetiminin istifas›, 30 Ekim’de imzalanan Mondros
Ateşkes Anlaşmas›’n›n imzalanmas›, 1 Kas›m’da ileri ge-
len ‹ttihatç›lar›n ülkeyi terk edişleri ve 13 Kas›m’da ‹tilaf
Devletleri’nin ‹stanbul’u abluka alt›na almas›yla Osmanl›
“tam teslimiyet”i yaşar. Bu psikolojinin içine girilmesin-
deki bir sebep de, Aktar’a göre ‹tilaf Devletleri’nin Ermeni
K›y›m›’n›n sorumlular›ndan hesap soracaklar› ve sorum-
lular› cezaland›racaklar› düşün- cesidir ki, bu atmosfer
içinde herkes kendisinin veya sözcüsü oldu¤u kurumlar›n
Ermeni K›y›m›’na kat›lmam›ş oldu¤unu vurgulamak için
aş›r› gayret gösterir. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki,
Ermeni K›y›m›’n›n sorumlular›n›n ilk olarak tart›ş›ld›¤›
Meclis oturumunun tarihi 28 Ekim 1918’dir ve bu tarihte
‹tilaf Devletleri’nin fiili ablukas› henüz başlamam›ş, baş-
lasa bile çok k›s›tl› boyutta kalm›ş ve şehrin yönetimine
do¤rudan el konulmam›şt›r.
Ermeni K›y›m› meselesinden ilk olarak 28 Ekim 1918
tarihinden Ba¤dat-Divaniye mebusu Fuat Bey, Sait Halim
ve Talat Paşalar›n Yüce Divan’a sevk edilmeleri iste¤iyle
sab›k hükümetin icraatlar›n› s›ralad›¤› bir önergenin 10.
maddesinde bahseder:
“Dâhili memlekette bir hercümerci idarî [idari kar-
maşa] vücuda getirerek ve hürriyet-i can ve mal ve ›rza
musallat birtak›m çetelere müzaheret ederek [yard›m
göstererek] ika eyledikleri fecaiye [gerçekleştirdikleri fa-
cialara] iştirak eylemesi..”
Ayn› oturumda Ayd›n mebusu Emanuel Emanueli-
di, ‹zmir mebusu Vangel Efendi ve Çatalca mebusu Toki-
nidis Efbu cinayeti azime, malumdur ki Ermeni k›talidir,
patizan› Ermeni’yi kurtarm›şt›r. Ayn› zamanda, Rupen
Barsumyan’a göre, babas› Kevork Barsumyan ve ailesi,
K›y›m›’n›n sorumlular›ndan hesap soracaklar› ve sorum
bizzat Boşgezenyan’›n ç›kard›¤› “özel ikame belgesi” sa-
yesinde Halep’te kalabilmiştir. Hatta Kevork Barsumyan
öldükten sonra Artin Efendi’nin mezar›na gömülür ve
mezar taş›na “... Ve işte görevimi yerine getirdim” diye
yazd›r›r. Buna ra¤men Boşgezenyan’a yönelik eleştiri-
de bulunan Ermeni yazarlar için Boşgezenyan’›n bu ko-
nuşmas› K›y›m’›n kurbanlar›na karş› bir aşa¤›lama ve ni-
dis Efbu cinayeti azime, malumdur ki Ermeni k›talidir,
hat›ralar›n› unutturma çabas›yd› ve bu nedenle kabul
edilemez bulunuyordu: “‹ttihatç›” şef arkadaşlar›n›z
Talat ve Enverlerin a¤z›ndan size yönelik memnuniyet
m›r›ldanmalar› yay›lmas›n› sa¤layacak. Ama Baron Ge-
zenyan, siz, sizin o söyleviniz s›ras›nda.
1915 Soykırımı’nın ardından, Anadolu Ermenilerine ait bir-
çok köy, köylerdeki birçok okul, kilise, mezarlık gibi dini
ve kültürel yapılar sahipsiz kaldı. Çoğu yok olan bu yapı-
lardan günümüze kadar ulaşanları da var: Bazıları, Ahta-
mar adasındaki Surp Haç Kilisesi gibi, bilindik. Yozgat’ın
Burunkışla köyündeki Ermeni mezarlığı gibi birçoğu ise,
varlıklarını sessizce koruyarak kaderlerini bekliyor.
Türkiye Ermeni toplumu, Surp Haç Kilisesi’nde
95 yıl aradan sonra yapılan ilk ayin için hazırlanırken,
İstanbul’da yaşayan Yozgatlı Ermeniler Samatya Surp
Kevork Kilisesi önünden kalkan otobüsle Burunkışla kö-
yünün yolunu tutmuştu bile. Çoğu köyde doğmuş, döne-
min ırkçı uygulamaları nedeniyle küçük yaşlarında zorun-
lu göçe tabi tutulmuş, şimdi yaşları 60 ile 80 arasındaki
bir grup Ermeni, resmi olmayan Burunkışla heyetinin gi-
rişimi ve Yozgat Sarıkaya Kaymakamı Yaşar Dönmez’in
katkılarıyla onarılan Ermeni mezarlığının açılışını yapmak
üzere memleketlerindeydi.
“Eski güzellikleri paylaşarak devam ettirelim” Burunkışla’da doğan son Ermenilerden biri olan
Hovsep Arzuman (46), birkaç yıl önce, Burunkışla heye-
tinde görev alarak mezarlığın onarımıyla yakından ilgi-
lenmeye başlar. Yöneticilerle mezarlığın korunması için
görüşmelerde bulunmak için Yozgat’a giden Arzuman,
hemşerileri tarafından sıcak, samimi duygularla kar-
şılanır. Benzer yakınlığı yerel yöneticilerden de gören
Arzuman’a onarım için en büyük desteği Sarıkaya Kay-
makamı Yaşar Dönmez verir. Arzuman, mezarlığın ona-
rım sürecini şöyle anlatıyor: “Kaymakam Yaşar Dönmez’e
mezarlığı korumak için bir şeyler yapmak istediğimizi an-
lattık. Kaymakam çok memnun oldu, projemizle yakın-
dan ilgilendi, araç gereç ve personel yardımında bulun-
du. Onun da, var olan tarihi, kültürel yerleri ve yapıları
canlandırma arzusu varmış. ‘Köylülerimiz gelsinler, köy-
lerini görsünler ve eski güzellikleri paylaşarak devam et-
tirelim’ düşüncesindeydi. Kaymakamın çabalarıyla me-
zarlığımızın etrafı duvarlarla çevrilerek korumaya alındı,
mezarların olduğu alan temizlendi ve düzenlendi. Mezar-
lığın duvarına ‘Burunkışla Ermeni Mezarlığı’ tabelası as-
tık. Yakında boyası da tamamlanacak.” 20, 30, 50 yıldır
köylerini görmemişlerdi. Kiminin babası, dedesi ora-
da yatıyordu. Dualar ettik hepsinin ruhu için. Daha son-
ra köy meydanındaki çeşmenin başına gittik. Önce yine
ağlaşmalar, sonra bir anda sevinç oluştu herkeste, bay-
ram şenliği gibiydi. Sözlerle ifade edilemeyecek duygu-
lar yaşadık. Sağ olsun, kaymakam bize dört tane servis
aracı verdi, diğer köyleri ziyaret edebilelim diye. Gezimiz
üç gün sürdü. İstanbul’a dönüşte son durağımız Kayseri
Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi oldu. Önümüzdeki yıl daha
kapsamlı bir ziyaret programı hazırlamayı düşünüyoruz.
Terzilli köyündeki şapelin de korunması, çevresinin dü-
zenlemesi için girişimlerde bulunacağız. Belki Yozgatlı Er-
meni ve Türkleri buluşturacak bir şenlik yapılabilir. Kay-
makam Dönmez’le bu yönde görüşmelerimiz oldu.
”Terzilli’deki Avedaran’ın gizemiArzuman, gezi sırasında, yine eski bir Ermeni köyü olan
Terzilli’ye gittiklerini ve oradaki bir şapeli ziyaret ettikle-
rini ifade etti. İlk Avedaran’ın indiği yer olduğuna inanılan
şapel Yozgatlılarca kutsal kabul ediliyor: “Terzilli köyüne
Allah’ın kitabını oraya buraya verdik, burayı samanlık gibi
kullandık ve felaketler başımızdan eksik olmuyor.’ Son-
ra da ne yapıp edip, o İncil’i bulup getirmişler, samanlığı
da şapele dönüştürmüşler ve böylece yeniden huzura ka-
vuşmuşlar. Şu an oranın koruyucusu bir imam. Biz gittik,
gördük ve çok şaşırdık.”
“Bu insanların tek arzusu köylerini görmekti”
Yozgat’ın Burunkışla köyündeki Ermeni mezarlığının açılışı duygusal anlara sahne oldu
Arzuman, mezarlığın onarım sürecini şöyle anlatıyor
29 Kas›m 2010
t o p l u m//24
Burunkışla köyünün gayriresmi tarihi
Gidenlerden de Yorumlar...
Tarihçi Selim Deringil, Taraf gazetesinden Neşe Düzel’e
verdiği röportajda, Cumhuriyet döneminde Anadolu’da
‘ikinci bir gayrımüslimsizleştirme dalgası’nın yaşandığını
şöyle açıklar: “Cumhuriyet döneminde de Ermenilere ve
bütün gayrimüslimlere yönelik bir ‘ikinci dalga yok etme’
süreci yaşanıyor. Bu yok etme, illa öldürerek değil, insan-
ların hayatlarını çekilmez hale getirerek, cehenneme çevi-
rerek yapılıyor. Mesela Urfa, Diyarbakır, Sivas’taki Erme-
nilere ‘Hadi siz de İstanbul’a, İzmir’e’ deniyor.”
Burunkışla Ermenileri de bu ikinci dalgadan paylarına dü-
şeni almış. Halen hayattaki en yaşlı Burunkışlalılardan
biri olan Pilos Arzuman, Burunkışla köyünün gayriresmi
tarihini anlattı.
Pilos Arzuman (86): Dedelerimiz Burunkışla’ya ilk
kazmayı yaklaşık 400 sene önce vurmuşlar. Bizimkiler ilk
olarak Erzurum Horasan’dan ve Kars’tan geliyor. Babam
rahmetli “Kağızman’dan gelmeyik biz” derdi. İlk geldikle-
rinde köyde iki Müslüman hane varmış. Üç-dört gün son-
ra, Müslüman komşular dedelerimizin çadırlarına varıyor-
lar, yiyecek veriyorlar. Sonra bizimkilere dönüp “Gelin,
komşu olalım” diyorlar. Bizimkiler de “Gidip bakalım, mü-
nasipse kalırız” diyorlar. Bakıyorlar köy havadar, çeşmesi
de iyi, kalmaya karar veriyorlar. Epey bir müddet birlik-
te yaşıyorlar. Bu esnada Toroslardan Ermeniler göçüyor
köye. Köy büyüyor. Köy büyüyüp nüfus çoğalınca Müslü-
man komşular “Sizden memnunuz ama biz alt köye gide-
lim” diyorlar. Köy olduğu gibi Ermenilere kalıyor. Zaman
geçtikçe köy 550 haneye kadar ulaşıyor, 15’ten evvel.
Yozgat’taki en büyük köy oluyor Burunkışla. Sağ olsun,
kaymakam bize dört tane servis aracı verdi, diğer köyleri
ziyaret edebilelim diye. Gezimiz üç gün sürdü. İstanbul’a
dönüşte son durağımız Kayseri Surp Krikor Lusavoriç Kili-
sesi oldu. Önümüzdeki yıl daha kapsamlı bir ziyaret prog-
ramı hazırlamayı düşünüyoruz. Terzilli köyündeki şapelin
de korunması, çevresinin düzenlemesi için girişimlerde
bulunacağız. Belki Yozgatlı Ermeni ve Türkleri buluştura-
cak bir şenlik yapılabilir. Kaymakam Dönmez’le bu yönde
görüşmelerimiz oldu.
Ondan başka Terzilli var 300-350 hane, Keller
var 300 hane... 1915’ten sonra köy dağılıyor. Atatürk
Cumhuriyet’i kurunca, babalarımız tekrar köyde topla-
nıyor. Geriye 80 hane kalıyor. O da toplama – tüm diğer
köylerde arta kalanlar bizim köyde toplanıyor. Ermeniler-
den kalan malları balkanlardan gelen muhacirlere, Arna-
vutlara veriyorlar. Bu 80 haneyle 1932’ye kadar devam
ettik biz. O yıl, tıpkı şimdiki gibi bir güz günü, Vali siyah
arabayla çeşmenin oraya geldi ve halka “Bunlara her kö-
tülüğü yapın, bir an evvel kaçıp gitsinler” dedi. O zaman
ben 8-9 yaşındaydım. O vali kiliseyi yıktırdı. Taşlarından
okul ve cami yaptılar. Bunların üzerine, 1933’ün yılbaşın-
da biz İstanbul’a geldik. Evlerimiz orada kaldı, ekili tarla-
mız orada kaldı, her şeyimiz orada kaldı. İstanbul’da yedi
evimize aldılar, orada kaldık 33’ten 63’e kadar. Hayli bir
zaman ortakçılık yaptık gelen göçmenlerle. 63’te çocuk-
larımı alıp geldim.
“Her tarafımız yıkılmış, mezarlığa
dokun mamışlar”
Melkon Taşçıoğlu (80): Taşçılar, Toroslar,
Gökbaşlar ve Arzumanlar buraya ilk gelip,
köyü geliştirenler olmuşlar. Bunlar kök-
lü soyadlar. Bizim kökenimiz Adana’ya,
Kilikya’ya dayanır. Oradan Burunkışla’ya
göç etmişler. Odur budur Burunkışlalıyız.
Köyümüz zanaatkâr bir köy olmuş. Çevre
köylerin nalbant, terzi, kuyum, ayakkabı
işlerini bizim köy yaparmış. 1915’ten sonra
köy varlığını korumuş. Ama 1930-38 arası
göç hızlanmış. Bugün, 1915’ten önce 530
hane olan köyden bir tek Ermeni hane kal-
madı. Mezarlık açılışına gitmek bana da
nasip oldu. Bazı yerlerde hüzünlendim,
bazı yerlerde mutlu oldum. Kerezmanda
(mezarlık) çok hüzünlendim. Bir elimde tel
fırça, diğer elimde su, kazıdım. Kazdıkça
Ermenice harşer, yani tarihimiz ortaya çık-
tı. Bazısı silinmiş ama çoğu duruyor. Her-
kese teşekkür ediyorum. Niye, çünkü me-
zarlığımıza dokunmamışlar. Her tarafımız
yıkılmış ama mezarlarımıza dokunulma-
mış, oraya saygı duymuşlar.
“Biz saraylara sığmıyoruz, O oradan ;
çıkmıyor”
Güllü Arzuman (75): Biz Terzilli’deniz.
1935 doğumluyum. Mamamlar, ben 1 ya-
şındayken köyden çıkıp bir Dacig (Türk)
köyüne gidiyor. İçlerinde hiç Ermeni yok.
Niye çıktık bilmiyorum ama 16-17 yaşla-
rında Burunkışla’ya gelin geldim. At ara-
basına gelin geldim. Çok durmadık, 6-7
ay sonra İstanbul’a geldik. Rahmetli be-
yimle üç dört sefer köye gitmiştik. Köyü
en son 21 yıl evvel görmüştüm. Mezarlı-
ğın açılışında çok duygulandım. Kayınba-
bamın, kaynanamın mezarı orada. Canları
için yemek dağıttık.
Terzilli’deki madurda, bir küçük ke-
mer içinde Avedaran’ımız (İncil) açık, alı-
bir yere koyuyor. Üç gün sonra mı, beş
geldiğinde Avedaran’ı yine orada buluyor.
Küçücük bir yere girmiş, kemerin arasına;
biz saraylara sığmıyoruz, o oradan çıkmı-
yor ve tek başına kalıyor.
29 Kas›m 2010
t o p l u m // 25
DÜNYA piyasalarında yüksek likidite yani ucuz ma-
liyetli bol para hüküm sürmeye devam ediyor. Söz
konusu olan para, ve bu para bol olunca nereye gidece-
ği de merak konusu oluyor. Global finansal krizi aşmada
kullanılan dünya merkez bankalarının ortak koordinas-
yonlu sermaye piyasalarına likidite enjeksiyonu politika-
sı, bugün yaşadığımız parametreleri belirledi. Para yerin-
de durmaz, devamlı getiri sağlamaya çalışır ve bu yönde
hamleler yapar, daha doğrusu sahiplerine yaptırır. Bu du-
rumda henüz dünya merkez bankaları piyasalarda bulu-
nan bol parayı çekmeye hazır olmadığına göre, ekonomik
verilere istinaden bu yönde görüş olmadığını da varsayar-
sak, kısa vadede ‘bol para’ durumu devam eder. Malumu-
nuz, dünya faiz oranlarının tarihi düşük seviyelerde sey-
rettiğine göre ‘bol para’ nereye gidecek? Hisse senetleri,
altın, petrol, gayrimenkul veya hepsi! Son cevap en doğ-
rusu gibi. ‘Bol para’ sendromu ile mutlak getiri arayışı,
dünya genelinde hisse senetlerine talep yaratarak ciddi
getiriler oluşturdu. Altın yükselişine devam etti, euro to-
parlanmaya çalıştı, petrol yukarıya doğru ivme kazandı
ve gayrimenkul piyasaları açılmakla kalmadı, hızla topar-
lanmaya başladı.
Türkiye ‘bol para‘ sendromundan nasıl etkilendi?
‘Bol para’ sendromu zaten rahat sendikasyon kredileri
bulan ve çok sağlıklı yapıları mevcut olan bankalarımıza
daha da düşük borçlanma maliyeti olarak yansıdı. Yurt
dışından gelen ‘bol para’ sendromu, Türkiye ziyaretine
Eylül başı başlayarak, Dolar bozumları, TL cinsi tahvil,
hisse senedi ve gayrimenkul alımları olarak yansıdı.
Sonuç? TL bazında rekor kıran İstanbul Menkul Kıymetler
Borsası Endeksi, Merkez Bankası ek alımlarına rağmen
1,40’lara gerileyen Dolar/TL, yıllık bileşik tahvil faizleri-
nin %8’in altına geldiği ortam ve kapış kapış satılan farklı
gayrimenkul projeleri...
Nereye gidiyoruz? Şu an TL bazında rekor üzerine
rekor kıran borsamız 1 Kasım 2007 tarihinde dolar ba-
zında tarihi rekor seviyesi olan 4,98’e ulaşmıştı. Yazı-
mızı derlerken İMKB-100’ün ulaştığı seviye ise Dolar
bazında 4,70. Rakamlara bakarak söyleyebileceğimiz,
İMKB-100’ün tüm zamanların Dolar bazı zirvesine yalnız-
ca %6 kaldığıdır. ‘Bol para’ sendromu ile yabancı yalarına
ek alım yaptıkları ve ilk kez Türkiye’yi keşfeden yatırımcı-
ların da pozisyon aldıkları çok net olarak belli. cı alımının
Eylül’de gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Borsa baratabilir.
Seçici bazda son üç ayda borsamızda yaşanan çıkışa ka-
tılmayan ve ilginç hikâyesi olan hisse senetleri netlerin-
de yön tayin eder. Kısaca, elde bulunan verilere ve şirket
değerlemelerine göre borsa tarihi zirvesinde iken bu no-
ketmiştik; bu durumda değişiklik yok. Aylık TL mevduat,
şanan geri çekilme. Diğer bir nokta da, Merkez Bankamı-
zın daha sertçe müdahale ederek 1,40 seviyesinin altına
kaymaları engellemek isteyecek olması. Kur savaşları-
nın yaşandığı ortamda belli seviyelerin korunmaya çalı-
şılması normal karşılanmalıdır; bu, MB politikasının par-
çasıdır. Ancak Dolar bazı borcunuz yoksa TL’de kalmaya
devam edin, Dolar bazı borcunuz varsa bu seviyelerden
TL’leriniz ile Dolar alıp kapayabilirsiniz. Euro cephesinde
geçici iyileşme rüzgârı var; beklentimiz, bu sene için 1.20
– 1. 30 bandında park eden Euro/US$ paritesi olmaya de-
vam ediyor. Uzun vadede ise 1 Euro = 1 US$ beklentimiz
sürüyor.
YATIRIMCI BAKIŞIYLA PARA
‘Bol para’ sendromu
Orlando Carlo Calumeno
Pilos Arzuman
1569 yılının Ekim ayıydı. Esmer ve çelimsiz İspanyol
delikanlısı sırtında heybesi, yanında birkaç parça eş-
yası ile İtalya topraklarına ayak bastığında derin bir oh
çekmişti. Madrid’de katıldığı bir sokak kavgasında birini
yaralamakla suçlanmış ve hakkında tutuklama kararı çı-
karılmıştı. Yakalanması halinde cezası sağ elinin kesilme-
si ve 10 yıl süreyle sürgüne gönderilmek olacaktı. Henüz
22 yaşında olan delikanlı suçlu olmadığını biliyordu ama
bunu yetkililere anlatmak pek de kolay değildi. Halbuki
her şey ne kadar da yolunda gidiyordu. Küçük bir ücretle
ders verdiği okulda kendini her geçen gün biraz daha sev-
dirmeye başlamıştı. Kral Felipe’in üçüncü karısı Valois’lı
Elizabet’in ölümü üzerine yazdığı şiir hem saray, hem de
çalıştığı okulun müdürü tarafından övgülerle karşılanmış-
tı. Ama birden talihi tersine dönmüş ve kendini evinden
çok uzaklarda bulmuştu. Bu İspanyol gencinin adı Miguel
de Cervantes Saavedra idi. Bu adı ilerde çok duyacaktık.
1547 yılında Madrid civarında küçük bir şehirdeki yedi
kardeşin dördüncüsü olarak doğan Miguel’in yaşamı as-
lında daha başından itibaren zorluklarla doluydu. Bütün
çocukluğu orta halli bir eczacı-cerrah olduğu halde kendi-
ni soylu gibi tanıtan babasının ardından köy köy gezmek-
le geçmişti. Bu gezgin yaşam yüzünden sadece kısa süre
vtı. Neyse ki hayranı olduğu tiyatro oyuncusu Lope de
Rueda’nın sayesinde girdiği edebiyat dünyasında dost-
lar edinmiş, onlar sayesinde de1570 yılında kardinal ola-
cak Guilio Acquavita’nın himayesine girmişti. Bu birlik-
telik Cervantes’in yaşamında yepyeni bir sayfa açacaktı.
Osmanlılara ilk direnişO yıllarda, İtalya’da her zamankinden daha hareketli
günler yaşanıyordu. Yaklaşık 50 yıldır Osmanlılara kar-
şı oluşturulmaya çalışılan Kutsal İttifak nihayet vücut
bulmak üzereydi. Osmanlı orduları yıllardır Avrupa içle-
rinde at koşturuyor, Osmanlı donanması Nice, Toulon,
Napoli, Reggio gibi Avrupa şehirlerini tehdit ediyordu.
Fakat 1520’de Kanuni Sultan Süleyman’ın Avrupa sefer-
leriyle başlayan birleşme çabalarının sonuç vermesi için
Akdeniz’de Venedikliler’in kontrolündeki bazı Kıbrıs li-
manları ile Cenevizliler’in kontrolündeki Sakız Adası’ndan
başka bir mevzi kalmaması gerekmişti. Ama 1565 yılının
ilkbaharında 181 kadırga ve 30 bin leventten oluşan Os-
manlı donanması Saint Jean Şövalyeleri’nin kontrolün-
deki Malta’yı kuşattığında beklenmedik bir şey olmuş,
Avrupa’dan da yardım alan 600 şövalyenin ve 8.000 aske-
rin kahramanca direnişi yüzünden Osmanlı birlikleri geri
çekilmek zorunda kalmıştı. Bu direniş kimsenin yenilmez
olmadığını göstermişti ancak Osmanlı donanmasının Av-
rupalı güçlerin kontrolündeki sular için hâlâ bir tehlike
olduğu gerçeğini değiştirmemişti.
Yenilmez Armada toplanıyorNihayet 1570 yıl ında Kıbr ıs’ın Magosa l imanının
Osmanlılar’ın eline geçmesi üzerine, Papa V. Pius inisi-
yatifi ele alarak İspanya kralı II. Felipe ve Venedikliler’le
bir antlaşma yaptı. Bu ittifaka Cenevizler’i, Fransa’yı ve
Papalığın koruması altında olan diğer şehir devletlerini
de katılmaya razı etti. İttifakın ilk işi 108’i Venedik, 49’u
İspanya, Napoli, Sicilya ve Fransa tarafından; 12’si Ce-
neviz, 27’si Savoy ve diğer küçük şehir devletleri tara-
fından; 12’si ise Papalık ve Malta Şövalyeleri tarafından
temin edilen 208 kadırgalık bir deniz gücü oluşturmak
oldu. Daha küçük nitelikteki çektirmeler ve kalyatelerle
takviye edilen donanmada 30 bini kürekçi olmak üzere
80 bin asker görev alıyordu. İşte bu heyecanlı atmosfer
içinde Napoli’deki İspanyol birliğine katılmakta tered-
düt etmeyen genç Miguel kendini birden Kutsal İttifak
donanmasındaki Marquesa adlı geminin güvertesinde
buldu. Hıristiyan dünyası için hayırlı sonuçlar doğuracak
olan bu ittifakın Cervantes’in yaşamında ne gibi sonuç-
lar doğuracağını o günlerde bir tek tanrı biliyor olmalıy-
dı. Deniz savaşları tarihinde adı en iyi bilinenlerden biri
İnebahtı Savaşı’dır. 7 Ekim 1571’de, Yunanistan’ın Patrai
Körfezi’nde, Avrupalılar’ın Lepanto, Yunanlılar’ın Nav-
paktos, Osmanlılar’ın İnebahtı dedikleri yerde Hıristiyan
donanması tarafından dört bir yandan kuşatılan Osmanlı
donanmasının dört saat gibi kısa bir sürede yok olmasıy-
la sonlanan bu trajik savaş, Batı dünyasında Türkler’in
Avrupa’ya ilerlemesini durdurduğu için hâlâ büyük bir
şükranla anılır. Fransa Kralı IX. Charles, o dönemde
Osmanlılar’ın müttefiki olmasına rağmen, bu yenilgiyi ül-
kesinde törenlerle kutlamış, savaş Rönesans döneminde
Osmanlı’nın İnebahtı’da dönen bahtı
29 Kas›m 2010
t a r i h//26
Avusturyalı Don Juan ve Kardinalleri gösteren fresk (Israil’ deki Ein Karim Kilisesi’nden)
Taraih Defteri
ünlü resimlere, şiirlere konu olmuş, halk ozanları olayın
şerefine şarkılar bestelemişlerdir. İtalya’nın birçok kent-
devletinde savaşı ve zaferi anımsatmak için çok sayıda
kilise yapılmış, Papa, Kutsal İttifak Donanması’nın başı
Don Juan’ı, yürekliliğini, İncil’de geçen “Bu, Yahya namın-
da, Tanrı tarafından gönderilmiş bir adamdı” ifadesini
onun için söylenmiş addederek kutsamıştı. (Zaferin 400.
yıldönümü olan 1971 yılında ise Vatikan’da İnebahtı’nın
400. yıldönümünde büyük bir ayin düzenlenmişti.)
Don Juan’ın başarısıOsmanlı cephesinde ise savaşla ilgili ayrıntıların üzerin-
de çok durulmaz ve sanki sıradan bir yenilgiymiş gibi su-
nulur. Aslında gerçek bundan biraz farklıdır. Osmanlılar’a
acı bir yenilgi tattıran Kutsal İttifak donanmasının başı-
na İspanya kralı V. Charles’ın gayrimeşru oğlu Avustur-
yalı Don Juan geçirilmişti. Don Juan’un yanında her biri
bir birinden becerikli askerler olan Cenevizli Gian And-
rea Doria, Venedikli Sebastian Venier ve Agostin Barba-
rigo, Papalık güçlerinin kaptanı Marc Antonio Colonna ile
İspanyol donanmasının komutanı Don Alvaro de Bazan
vardı. Don Juan henüz 24 yaşındaydı ama yetenekleri-
ni Granada’da Müslümanlar’a karşı ispatlamış becerikli
bir askerdi. 9 Eylül 1571 günü, Magosa’nın düştüğünü, 15
Eylül’de Kaptan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa komutasın-
daki 230 parçalık Osmanlı donanmasının Korfu’yu basa-
rak adayı talan ettiğini öğrendiğinde rotasını güneye çe-
virmekte bir an bile tereddüt etmeyen Don Juan, Cezayir
Beyi Uluç Ali Paşa’nın ve İskenderiye d Osmanlı donan-
masına katıldığını duyduğunda kesin kararını vermişti.
Ateşli silahların üstünlüğüNeredeyse birbirine denk kuvvete sahip ve birbirine ben-
zer bir savaş düzeni alan iki donanma arasında dört saat
süren kanlı çarpışmayı ateşli silahlar açısından üstünlüğe
sahip taraf kazandı. İspanyol tüfekçileri Osmanlı okçula-
rını galebe çaldı, Müezzinzade Ali Paşa ile Muhammed
Çuluk’un ölümlerinden sonra bozgun başladı. Arkadan
dolaşarak bozgunu önlemeye çalışan Uluç Ali Paşa geç
kalınca Kutsal İttifak öldürücü darbeyi vurdu ve Osman-
lı donanması tümüyle tahrip oldu. Savaş bittiğinde Don
Juan’ın askerlerinden 8 bini ölmüş, 16 bini ise yaralan-
mıştı ama Osmanlı tarafının kayıpları daha büyüktü. 100
Osmanlı kadırgası batırılmış, 130 tanesi ele geçirilmiş,
25 bin levend ise hayatını kaybetmişti. Ayrıca Osmanlı
kadırgalarında kürekçilik yapan 12 bin kadar esir kurta-
rılmıştı. Her ne kadar savaştan sonra padişah II. Selim
“Düşman sadece bizim sakalımızı kesti. O sakal tekrar
uzayacaktır” dediyse de savaş tarihçilerine göre İnebah-
tı Deniz Savaşı kürekli kadırgalar döneminin son ve en
büyük savaşı olarak Akdeniz tarihinde bir dönüm nokta-
sı oluşturdu . Yenilgiden sonra yanında 42 parça kalyate,
kadırga ve baştarda ile İstanbul’a dönen Uluç Ali Paşa’ya
“Kılıç” ünvanı ile kaptan-ı deryalık görevi verilmişti. Kı-
lıç Ali Paşa Tersane-i Amire’ye yeni gemiler yapılmasını;
eskiden beri donanmaya gemi yapan ocaklara da her za-
mankinden 3-4 kat fazla kadırga yapmalarını emretmişti.
Böylece 120 gün içinde denize 134 yeni kadırga indirildi.
II. Selim donanmanın denize indirilişini görmek için 1572
Ocağında Edirne’den İstanbul’a geldi. Nisan ayında Kılıç
Ali Paşa komutasındaki donanma Beşiktaş iskelesinden
Akdeniz’e doğru açıldığında her O sakal tekrar uzayacak-
tır” dediyse de savaş tarihçileri kes olduğu gibide burda
hepaynı eski günlerin geri geleceğine inanıyordu. Ancak
tarihçi Selaniki’ye göre toplum yaşamındaki yozlaşmanın
bir sonucu olarak “donanmada bu tarihten sonra Osman-
lı donanması eski gücüne kavuşamayacak ve bazı mevzi
başarılara rağmen bir daha Akdeniz’in batısına gireme-
yecekti ama bunula yetinmedi.
29 Kas›m 2010
t a r i h // 27
İnebahtı gazisi CervantesBU deniz savaşında Marquesa adlı ka-
dırgada kahramanca çarpışan Cer-
vantes iki kez göğsünden yaralandıktan
ve bir top güllesiyle sol elini kaybettikten
sonra 1572’ye kadar Sicilya’daki Messina
kentine tedavi görmüştü. Bu yaradan do-
layı ileriki yıllarda el manco de Lepanto
(Lepanto’nun çolağı) olarak anılacak olan
Cervantes askerlik sevdasından vazgeç-
meyerek ve 1575’te kardeşi Rodrigo ile
birlikte Don Juan komutasındaki İspanya
donanmasının El Sol gemisi mürettebatı-
na katıldı. Sonunda Navarin, Korfu, Tunus
kıyıları derken gemi Türk korsanlarının
eline geçti ve Cervantes kardeşi ile birlik-
te Cezayir’e köle olarak satıldı. Rodrigo
1577’de fidye karşılığı serbest bırakıldı,
ancak Mağribiler Cervantes’in üzerinde
buldukları bazı mektuplardan dolayı onun
değerli bir esir olduğu kanısına var
dıkları için, talihsiz denizci ailesi fidye pa-
rasını denkleştirinceye kadar esir olarak
tutuldu.
Beş yıl süren esareti boyunca başa-
rısılıkla sonuçlanan dört kaçma girişimin-
de bulunan ve bu yüzden defalarca pran-
gaya vurulan Cervantes 1580 yılında tam
Cezayir Valisi Hasan Paşa’nın kölesi ola-
rak İstanbul’a doğru yola çıkarılmıştı ki,
ailesinin ve Kutsal Haç Tarikatı’nın top-
ladığı 500 pesos karşılığında azad edil-
diğini öğrendi ve Madrid’e döndü. Ancak
Cervantes’in sevinci kısa sürdü. Kimse
İnebahtı’daki kahramanlıklarını ve Ce-
zayir’deki esaret yıllarını hatırlamamak-
taydı. Sakat eli yüzünden tekrar askerlik
yapması da mümkün olmadığından kalbi
kırılmış olarak düşük ücretli devlet me-
murluklarına razı oldu. On yıl boyunca
önce Don Juan’un Yenilmez Armadası’nın
tedarikçisi olarak, sonra da vergi memu
ru olarak çalıştı. dünyasındaki eşsiz yeri-
ni herkese kabul ettirmiştir. Bütün bun-
lara bakarak, Osmanlı devleti için talih-
siz bir olay olan İnebahtı Deniz Savaşı’nın
en mutlu sonucu, eserleri İncil’den son-
ra en çok basılan yazar olan Miguel de
Cervantes’i bize kazandırmak olmuştur
diye düşünmekte vardı.
Büyük bir yazarın doğuşuCervantes dar gelirli bir vergi memu-
ru olarak çalıştığı dönemlerde bazı mali
suçlara karıştı. Genel olarak dürüst, an-
cak kıymeti bilinmemiş biri olduğu kabul
edilen Cervantes bu yıllarda iki kez hapse
girdi. Yazarın 1604’te Sevilla’dan ayrılıp
III. Felipe’nin sarayının bulunduğu Valla-
dolid şehrine göçtüğü bilinmekte. Bura-
da da fazla tutunamayıp, 1607’de haya-
tının sonuna kadar yaşayacağı Madrid’e
yerleşti. Ancak talihsizlik burada da yaka-
sını bırakmadı. Bir soylunun Cervantes’in
evinin önünde ölmesinden, Cervantes ai-
lesi sorumlu tutuldu ve yazar tekrar hap-
se girdi.
1600 yılında La Mancha eyaletindeki Ar-
gamasilla Hapishanesi’nde iken yazmaya
başladığı rivayet olunan Don Kişot’un ilk
bölümü 1605’te yayımlandı. fiövalye ro-
mantizmine yöneltilmiş bir hiciv olan ro-
manda İnebahtı anılarının yanı sıra örtük
biçimde Katolik Kilisesi’ne ve dönemin İs-
panyol politikasına yönelik eleştiriler var-
dır. Ancak eleştiri ve hüznün yanında Bir
de “bu adam ya çılgının biridir ya da Don
Kişot’u okumaktadır” demiştir. 1610’da
edebiyatçı dostu olarak tanınan Lemos
kontunun himayesine giren Cervantes bu
dönemde bir bölümü günümüze ulaşma-
mış 30 kadar esere imza atar.
1614 yılında takma adı Avellaneda
olan ve kim olduğu hiçbir zaman öğrenil-
meyen biri tarafından Don Kişot’un ikinci
bölümü adıyla bir kitap yayımlanır. Kitap-
ta Cervantes yeteneksiz, fiziksel kusurlu
ve ahlaksız biri olarak tanımlanmaktadır.
Bunun üzerine Cervantes Don Kişot’un
Ancak bu bölümün yayımlanmasından
biyat dünyasındaki eşsiz yerini herkese
kabul ettirmiştir. Bütün bunlara bakarak,
İnebahtı Deniz Savaşı’nın en mutlu sonu-
cu, eserleri İncil’den sonra en çok bası-
lan yazar olan Miguel de Cervantes’i bize
kazandırmak olmuştur diye düşünmek
mümkündür.
Papa V. Pius
Don Kişot ve Sanço Panço AYŞE HÜR
29 Kas›m 2010
k ü l t ü r - s a n a t//28
Çoğumuzun göze alamayacağı hayatlarAnıl Çizmecioğlu, Fotoğraf Notları dergisinin son sayısında Ermenistanlı işçileri konu alan foto röportajıyla yer aldı
GALATA Fotoğrafhanesi’nin dönem açılışında vitrin
sergisi yer alan Anıl Çizmecioğlu, Fotoğraf Notları
Dergisi’nin son sayısında Ermenistanlı işçileri konu alan
foto röportajıyla konu edildi. Birçok fotoğrafçının son bir-
kaç yıldır ulaşmak istediği, ancak önyargılar ve medyada
Ermenistanlı göçmen işçilerle ilgili haberlerin de etkisi ile
çoğunun konuşmak istemediği Ermenistanlı işçilerin ha-
yatlarına tanıklık eden Anıl ile yaşadıkları ve gördükleri
üzerine konuştuk.
Bu konuyu seçmeye nasıl karar verdin?Şimdiye kadar çalıştığım ve planladığım çalışmalar ço-
ğunlukla sosyal konulardı. Yine aynı çizgiden gidebilece-
ğim bir konu arayışındaydım. Bu işe başlamamdan kısa
bir süre önce ortaya çıkan başbakanın ve birtakım siya-
setçilerin söylemleri, akabinde bu sözleri protesto eden
yürüyüşler ve televizyon-gazete haberleri bu konuyla
daha derinlemesine ve samimiyetle ilgilenmem konu-
sunda beni teşvik ediyordu. Bir yanda, bir insan hakkı
üzerinden pazarlıklar söz konusu iken, bir diğer yanda
çıkan haberler bu insanları birer suçlu gibi teşhir eder ni-
telikteydi. Bilenler hatırlar o zamanlarda çıkan gazete ve
televizyon haberlerini. Şok etkisi yaratacak, bomba bir
başlığın akabinde, çok sorumluymuşçasına gelen bir iki
röportajla geçiştirilen ve ana haber bülteni saatini doldu-
racak görüntülerden ibaretti o haberler. Ama bu tür konu-
lara farklı bir yaklaşım gerekiyordu. Daha samimi, daha
duyarlı, meselenin özüne, bu insanların genel ve öznel
hikâyelerine dair bir şeyler. Ben de kendimce bunu yap-
maya çalıştım.
Ermenistanlı işçilerle tanıştın onların ailelerine konuk olup dertlerini dinledin ve sadece Erme-nilerin değil tüm göçmenlerin ortak sorunları-na tanıklık ettin. Bu seni nasıl etkiledi?Her ne kadar duyarlı ve konuya onların tarafından bak-
maya çalışan biri olarak yaklaşsam da, onların arasında
bir yabancı olarak kalmam benim için büyük bir zorluktu.
Başka bir dile, benzer, ancak farklı bir kültüre ve kendi
ülkesinde “normal” bir hayata sahip olan biri olarak gö-
rünmem, yabancı olarak sayılmam için yeterli sebeplerdi.
Ancak, gazeteci akınından sonra, haklı olarak elinde fo-
toğraf makinesi olan herkese karşı çekingen davranıyor-
lardı. Bu yüzden güven kazanmak her zamankinden daha
uzun bir süreç gerektiriyordu.
Çalışmanın planlama aşamasından sonuna kadar,
hem benim hem onların istekleri üzerine, teşhir edici fo-
toğraşardan uzak bir görüntü arayışı içerisinde olmam
bile, çoğu zaman fotoğraf çektirmek istememelerine en-
gel olmuyordu. Bu konuda onları anlıyorum. Çünkü bu
farklı bir durum.
Aslında hikâye çoğu yerde aynı. Yani sadece bu-
raya göç etmiş Ermenilerden bahsetmiyorum. Dünya-
nın bir çok ülkesinde, hatta bir ülkenin içinde bile aynı.
Türkiye’de, doğu ve güneydoğudan batı illerine hemen
hemen aynı sebeplerden dolayı göç etmiş insanlara ba-
karsak da benzer manzaralarla karşılaşabiliriz sanırım.
Ancak bu durumu özel kılan birtakım nedenler var. Tarih-
sel geçmişin getirdiği bazı önyargılar, devlet elinden ya-
zılmış yeni hikâyeler ve kabul edilmek istenmeyen bazı
gerçekler... Sohbetlerimizde sadece onların hikâyeleri de-
ğildi elbette konu. Ailelerinin, akrabalarının hikâyeleri de
yer buluyordu cümlelerde. Daha bireysel olsa da genel
için fikir veren hikâyeleri onların ağzında dinlemek, bu-
gün okullarımızda okutulan yeni/yeniden yazılmış tarih-
leri ve Türkiye’de, doğu ve güneydoğudan batı illerine
hemen çocukluğumda hatırladığım, ancak nasıl-nereden
empoze edildiğini anlayamadığım bir Ermeni düşmanlı-
ğının izlerini düşünmeme neden oluyordu.Hepsinin öte-
sinde, evini geçindirmek, ailesini besleyebilmek için bir
başka yere göç etmek zor bir durum. Her ne kadar bir za-
manlar atalarının yaşadığı topraklara gelmiş olsalar da,
şu an burada birçok şeyle mücadele etmek durumunda-
lar. Biraz daha para biriktirebilmek için bir tek odaya sığ-
dırdıkları hayatları, çocukların okumak için katlandıkları
durumlar, belki de birçoğumuzun göze alamayacağı ha-
yatlar. Ancak dünyada yüz binlerce insan maalesef bunun
ya da daha ağır koşullar altında yaşamak zorunda kalıyor.
Son dönemde Türkiye ve Ermenistan arasında-ki ilişkinin sıkça gündeme geldiğini düşünür-sek, Ermeniler arasında da belirli bir önyargı var. Bunu nasıl kırdın?“Al Tabancanı.” Tabancamı taktırdı. Kitabı ve ilmühabe-
rimi de verdi. İlmühaber, hayati bir şeydir. İlmühaberi
vermek, aşağı yukarı ordudan ilişkisini kesmek demek-
tir. Mesela kaçabilirdim. Ama Atatürk bana itimat etti ve
karsak da benzer manzaralarla karşılaşabiliriz sanırım.
ilmühaberimi verdi. “Şam’ı biliyor musun?” diye sordu.
“Paşam bilmiyorum” dedim. “Sen cepheden geliyorsun,
yorgunsun, al bunu, birkaç gün gez, yine gelirsin buraya”
dedi. Teşekkür ettim. Kapıdan çıkarken, tabii arkamı dön-
düm, Arkam yırtık pırtıkmış herhalde… “Gel bakayım, üs-
tün başın perişan” diye seslendi. Bir kart çıkardı, Menzil
Kumandanlığı’na hitaben “Bu Efendiyi giydiriniz ve tab-
ledotunuza dahil ediniz” yazdı. Yani bu demektir ki, her
ay maaşımdan 110 kuruş kesilecek, 110 kuruşla da sabah,
öğle, akşam yiyebileceğim.
Menzile gittim. Sonra efendim, yemekhaneye gittik,
kumandan beni takdim etti. Orada tabledot vardı, çocuk-
lar oturuyor, subaylar var. Hiç cepheye gitmemişler. Bana
öyle bakıyorlar, cepheden gelen bir subay, nasıl olur? Et-
raşarındaki Türklerle ilgili düşünceleri olumluydu. Tanı
foto röportajıyla konu edildi. Birçok fotoğrafçının son bir
dıkları Türklerden de karşılıklı yardım ve iyilik gören kişi-
ler çoktu ve onlar için güzel sözler söylüyorlardı. Ben de
ilişki içerisinde olduğum insanlar arasında Türk olduğu-
mu söylememin onlar açısında önyargıya sebep olduğu-
nu çok fazla hissetmedim. Çünkü niyetini anlatıp biraz
zaman geçirince insanlar yorgunsun, al bunu, birkaç gün
gez, yine gelirsin buraya” seni tanımaya ve güvenmeye
başlıyorlar. Bu da, böyle bir çalışmanın en önemli koşul-
larından biridir zaten. Bireysel güven duygusu geliştiğin-
de kimliğin, kültürün, dilin bir önemi kalmıyor. İnsan ola-
rak orada bulunuyorsun ve seni bir Türk ya da herhangi
öyle bakıyorlar, cepheden gelen bir subay, nasıl olur? Et
bir milletin üyesi değil, insan olarak sevmeye başlıyorlar.
Ancak için ilişkisizlik ve önyargı çoğu zaman doğru bir
tespittir. ARİS NALCI
Fotoğraf Sanatçısı: Aykan Özener
29 Kas›m 2010
k ü l t ü r - s a n a t // 29
GALATA Fotoğrafhanesi yeni dönem çalışmaları-
nı 2 Ekim Cumartesi günü bir kokteylle tanıttı.
Fotoğrafhane’nin çıkarttığı ‘Fotoğraf Notları’ dergisi-
nin son sayısının tanıtımının da yapıldığı gecede, ba-
sın ve belgesel fotoğrafçılığı atölyeleriyle ilgili bilgiler
verildi ve yaz döneminde yapılan çalışmaların bir kısmı
sergilendi. Belgesel fotoğrafçılar, tüm dünyada giderek
artan sosyal sorunlara ilişkin yaptıkları görsel araştır-
ma hemen dolayı göç mekânlarda yapılan görüşmeler-
de elde edilen görsel ve yazılı malzemenin ve saptama-
larla kitlelerin dikkatini bu konulara toplamayı deniyor.
Fotoğrafçılara uzun süreli eğitim olanakları sunan Gala-
ta Fotoğrafhanesi Fotoğraf Akademisi de Türkiye’deki
tek Belgesel Fotoğraf Programı’nı bu amaçla yürütmeye
devam ediyor. Programa katılmak isteyen fotoğrafçıla-
rın 16 Ekim’e kadar vakti var.
Galata’da fotoğraf zamanı İstanbul’a hasretlikler sergileniyorİstanbul’u farklı zamanlarda, fark-
lı nedenlerle terk etmek zorunda
kalan ve artık yaşamlarını Atina ve
Selanik’te sürdüren 47 eski İstanbul-
lu Rum’un hikâyesi bir sergide topla-
nıyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür
Başkenti Ajansı tarafından destek-
lenen Lozan Mübadilleri Vakfı’nın
düzenlediği ‘Hasretim İstanbul- İs-
tanbul Rumlarının Göç Öyküleri ve
Özlemleri’ başlıklı sergi 8 Ekim Cuma
günü saat 18.00’da Yunanistan Baş-
konsolosluğu Kültür Merkezi Sisma-
noglio Megaro binasında açılıyor.
Sergi hergün 12.00 – 20.00 saatleri
arasında görülebilecek.
Ya şamlar ını ar t ık At ina ve
Selanik’te sürdüren 47 eski İstan-
bullu Rum ile şu anda yaşadıkları
mekânlarda yapılan görüşmelerde
elde edilen görsel ve yazılı malze-
menin bir araya getirilmesi sonucu
ortaya çıkan ve yaşamlarına ait çar-
pıcı alıntılarla oluşturulan sergi, 19
Ekim’e kadar görülebilecek.
Görüşme yapılan her bir kişiye
ait bir panonun hazırlandığı sergi-
de, yapılan görüşmelerden alıntılar
ile eski ve yeni fotoğraşar yer alı-
yor. Görsellere konu olan mekânlar,
görüşme yapılan her eski İstanbul-
lunun verdiği bilgilere dayanılarak
proje ekibi tarafından fotoğraşan-
mış. Sergi panoları görüşülen kişi-
lerin İstanbul’dan gitme tarihlerine
göre sıralanıyor. Sergiye paralel ola-
rak hazırlanan bir de kitap bulunu-
yor. ‘Hasretim İstanbul- İstanbullu
Rumların Göç Öyküleri ve Özlemleri’
başlıklı kitapta; Görüşmeler sonun-
da elde edilen bulguların yer aldığı
rapor Türkçe-Yunanca-İngilizce ola-
rak yer alıyor. Kitaba ayrıca, görü-
şülen kişilerin anlatımları özetlene-
rek Aslında hikâye çoğu yerde aynı.
Yani sadece buraya göç etmiş Erme-
nilerden bahsetmiyorum. Dünyanın
bir çok ülkesinde, hatta bir ülkenin
içinde bile aynı. Türkiye’de, doğu ve
güneydoğudan batı illerine hemen
hemen aynı sebeplerden dolayı göç
etmiş insanlara bakarsak da benzer
manzaralarla karşılaşabiliriz sanı-
rım. Ancak bu durumu özel kılan bir-
takım nedenler var. Tarihsel geçmişin
getirdiği bazı önyargılar, devlet elin-
den yazılmış yeni hikâyeler ve kabul
edilmek istenmeyen bazı gerçekler...
pano sayfalarına Türkçe ve Yunan-
ca olarak eklenmiş. Belgeseli de va-
rOsman Köker’in aktard›¤›na göre,
kahvelerde işçiler lehine propagan-
da yapmak için dolaşmas›ndan do-
lay› bu soyad›n› alan Boşgezen-
yan’› Meclis’te ilk olarak ön plana
ç›karan olay, 22 Mart 1910 tarihin-
de iş yasas›yla ilgili verdi¤i kanun
önergesidir. Uzun süre tart›ş›lan fa-
kat bir türlü ç›kar›lamayan iş yasas›
tart›şmalar›ndan sonra, Artin Efen-
di amelenin haklar›n›n sermayedara
karş› savunulmas› gerekti¤ini ifade
eden bir önerge haz›rlar. Hükümetin
asli vazifesinin, zay›f›, güçlüye karş›
ko- rumak oldu¤unu belirtir ve me-
deniyetin elim neticelerinden biri-
nin, sanayileşmiş ülkelerde halk›n,
biri gayet güçlü sermayedar, di¤eri
zay›f ve biçare amele olmak üzere iki
s›n›fa ayr›lmas› oldu¤unu ifade eder
ve dört maddelik bir kanun layihas›
teklif ederek Meclis’te uzun sürecek
bir tart›şma başlat›r: Birinci Madde-
Fabrikalarda güneş do¤mazdan ev-
vel ve güneş yasakt›r]. ‹kinçocuklar›n
le [işçinin sa¤l›¤›n›n korunmas›na
ilişkin bir tak›m kay›tlar›n belirtilme-
siyle], fabrikatörler taraf›ndan icras›
mecburi oldu¤una dair erbab› vukufa
[bilirkişilere] bir madde tanzim ettiril-
mesi de ayr›ca rica olunur.
IRAK’taki savaş nedeniyle Ermenistan’a göç eden
çok sayıda Iraklı Ermeni’den biri de ressam Antranik
Ohannesyan oldu. Diaspora Bakanlığı’nın desteği ile
Yerevan’da ilk resim sergisini geçtiğimiz ay düzenleyen
Ohannesyan’ın parlak renklere yer verdiği soyut tuvalle-
rinde özgürlük teması öne çıkar.
Ermeni toplumunun acılı geçmişinden kaynaklanan
ruh halini, yaşanan travmaların oluşturduğu içsel çökün-
tüleri imgelere dönüştürerek kompozisyonlarına taşıyan
Ohannesyan, işgal altındaki Irak’ta bizzat yaşadığı sava-
şın şiddetini de karmaşık çizgilerle ifade ediyor.
Farklı renkleri kullanmayı sevdiğinden, saf renkleri karış-
tırarak yeni tonlar, farklı dokular elde eden ressam için
Ermenistan, yeni bir başlangıç noktası.
Ohannesyan için resim yapmak adeta nefes almak
gibidir. Sanatçı, renkleri amacına uygun şekilde devreye
sokmakta son derece başarılı oluyor. İç dünyasının yan-
sımalarını, duygularını dinleyerek dışa vuran ressam, acı,
elgesel fotoğrafçılar, tüm dünyada giderek artan sosyal
sorunlara ilişkin yaptıkları görsel araştırma ve saptama-
larla kitlelerin dikkatini bu konulara toplamayı deniyor.
Fotoğrafçılara uzun süreli eğitim olanakları suöfke veya
aşk ve mutluluk gibi her türden duyguyu ifade ederken,
son derece cesur davranıyor.
Ohannesyan’a göre önemli olan soyut resimlerine
bakan kişinin yaşadığı duygular. Farklı yorumların ortaya
çıkmasının gerekli olduğunu savunan ressam, bu anlamI-
rak işgali sırasında yaşadığı zor şartlara rağmen, sanat-
sal çalışmalarını aksatmayarak, yeni yaratılara imza atan
Ohannesyan’ın eserleri, yakın gelecekte koleksiyonerle-
rin gözdesi olma yolunda.
RESMİN BÜYÜLÜ
DÜNYASI
Antranik Ohannesyan
Mayda Saris
Fotoğraf hanede sergi. . .
29 Kas›m 2010
k ü l t ü r - s a n a t//30
Film heyecanı Adana’dan Antalya’ya geçtiAnıl Çizmecioğlu, Fotoğraf Notları dergisinin son sayısında Ermenistanlı işçileri konu alan foto röportajıyla yer aldı
Geçtiğimiz hafta Adana’da gerçek-
leşen Altın Koza Film Festivali’ni, 9
Ekim’de 47. si başlayacak olan Antalya
Altın Portakal Film Festivali takip ediyor.
1963 yılında Antalya Belediyesi tarafın-
dan başlatılan festival, 1995 yılından iti-
baren yine belediyenin girişimi ile kurulan
Altın Portakal Kültür ve Sanat Vakfı tara-
fından organize ediliyor. Türkiye sinema-
sının ulusal ve uluslararası alanda tanın-
masında ve gelişiminde ciddi rol oynayan
festival bu yıl pek çok etkinliğe ev sahip-
liği yapıyor. Antalya Büyükşehir Beledi-
ye Başkanı Mustafa Akaydın tarafından
yapılan açıklamada, Türkiye’nin en uzun
soluklu sanatsal etkinliği unvanını taşı-
yan festivalin, bu yıl ‘Sinema ve Toplum-
sal Etkileşim’ ana temasını taşıdığı belir-
tildi. Festivalin gerçekleşeceği mekânlar
bu yıl Antalya merkezin yanı sıra Burdur
ve Isparta illerini de kapsıyor. Festival bo-
yunca 3 il ve 8 ilçede kurulacak açık hava
sinemalarında 100 film gösterimi hedeşe-
niyor. Ulusal bölümde 130, uluslararası
bölümde 61 film olmak üzere 35 ayrı ülke-
den toplam 191 film sinemaseverlerle bu-
luşacak. Festivaldeki yarışmalarda toplam
690 bin TL ödül dağıtılacak.
Avedikian da konukFestivalin ‘Uluslararası Özel Gösterim’
başlığı altında İtalya, İspanya, Belçika,
İsviçre, Türkiye, Hong Kong ve Rusya’dan
birer, Almanya’dan iki f ilmin yer aldığı
uluslararası yarışmada Kore-Çin ve Sır-
bistan-Hırvatistan-Fransa ortak yapımı
filmler bulunuyor. Yarışacak 11 film şöy-
le sıralanıyor: ‘Vittorio Meydanı’nda’,
‘Bir Asansörde Medeniyetler Çatışma-
sı’, ‘Tumen Nehri’, ‘Sineklik’, ‘Hitler
Hollywood’da’, ‘Ateşkes’, ‘Gökkuşağının
Yankısı’, ‘Arnavut’, ‘Suskun Ruhlar’, ‘Güzel
Bir Hayat Düşlerken’. Yarışma filmleri ara-
sında ayrıca ‘Züğürt Ağa’, ‘Selamsız Ban-
dosu’ gibi filmlerinden tanıdığımız Türk
yönetmen Nesli Çölgeçen’in ‘Denizden
Gelen’i, Türkiye asıllı İsviçreli yönetmen
Cihan İnan’ın yönettiği ‘180’ de yer alıyor.
Tematik bölümlerde gösterime girecek
f ilmler ise, ‘Sıradan Yaşamlar, Sıradan
Öyküler’, ‘Sınırdakiler’ ve ‘Aile’ye Bak-
mak, Aile’yi Aramak’ başlıklı bölümlerde
perdeye yansıyacak.
‘Sıradan’ insanların küçük yaşan-
tılarına ve bilindik öykülerine farklı açı-
lardan bakan yönetmenleri izleyiciyle
buluşturmayı amaçlayan bölüm Güney
Amerika’dan Balkanlar’a kadar birçok ya-
pıma yer verecek.
Sıradışı konuları ve anlatımlarıyla sine-
manın sınırlarını zorlayan iki filmlik seçki
ile ‘Sınırdakiler’ bölümü, 47. Uluslararası
Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde
farklı yapımları izleyiciyle buluşturmayı
hedeşiyor.
İzleyici, aile ilişkilerine farklı açılar-
dan bakan, ailelerinin ve köklerinin ara-
yışlarına çıkan insanların öykülerini an-
latan yönetmenlerin yapıtlarıyla ‘Aile’ye
Bakmak, Aile’yi Aramak…’ bölümünde
buluşacak. Festivalin yabancı konukla-
rı arasında Serge Avedikian ve ünlü si-
nema ustası Emir Kusturica’da yer alı-
yor. Bosna savaşındaki tavrı nedeniyle
eleştirilen Kusturica’nın festivale çağı-
rılması, Türkiye’de çok sayıda insanan
tepkisine neden oldu. Ayrıca bu yıl fes-
tivale onur konuğu olarak İtalyan sine-
ma oyuncusu Claudia Cardinale de davet
edildi. Cardinale, Ulusal Uzun Metraj Film
Yarışması’na seçilen ve genç yönetmen Ali
İhsan’ın yönettiği Türk-İtalyan ortak yapı-
mı Signora Enrica ile İtalyan Olmak filmi-
nin başrol oyuncu.
47. Antalya Alt ın Por takal F ilm
Festivali’nde yarışacak f ilmler Biket İl-
han, Bülent Vardar, Deniz Yavuz, Engin
Ayça, Ulaş Cihan fiimşek, Vildan Atasever
ve Ziya Öztan’dan oluşan ön jüri tarafın-
dan belirlendi. Başvuran 50’ye yakın film
arasından ulusal uzun metraj kategorisi
için 15 film seçildi. Adana Altın Koza Film
Festivali’nde ‘En İyi Film’ ödülü alan Se-
mih Kaplanoğlu’nun yönettiği ‘Bal’ filmi,
festival yönetmeliği gereği yarışma filmle-
ri arasından çıkartıldı. Seçilen fimler ara-
sında ilk kez kadın yönetmenler yarışıyor.
İlksen Başarır’ın ‘Atlıkarınca’ ve Belma
Baş’ın ‘Zefir’ adlı f ilmleri, kadın yönet-
menlerin sinemada ağırlığının hissedil-
mesi anlamında ayrı bir önem taşıyor.
Seren Yüce’nin yönettiği ve Venedik Film
Festivali kapsamında Venedik Günleri’nde
dünya prömiyeri yapılan ve Fatih Akın,
Nina Lath Gupta, Stanley Kwan, Samu-
el Maoz ve Jasmine Trinca’dan oluşan İlk
Film Jürisi tarafından ‘Geleceğin Asla-
nı’ ödülüne layık görülen ‘Çoğunluk’, 47.
Uluslararası Antalya Altın Portakal Film
Festivali’nde de ödül için yarışacak.
Ulusal Belgesel Film Yarışması’na baş-
vur an 110 f i lmden 20’si , K ıs a F i lm
Yarışması’na başvuran 222 filmden 24’ü
ön değerlendirme sonunda finale kaldı.
Belgesel dalda ‘En İyi Film’ 15 bin, ‘En İyi
İlk Film’e 5 bin TL ödül ve Altın Portakal
heykeli verilecek. ‘En İyi Kısa Film’ ödülü
10 bin TL olarak belirlenirken En İyi Kısa
Film’e para ödülünün yanı sıra Altın Por-
takal heykeli de verilecek.
Bu yıl ilki gerçekleştirilecek olan ‘1. Ulu-
sal Altın Kadraj Fotoğraf Yarışması’ fes-
tivalin öne çıkan etkinlikleri arasında yer
alıyor. 200 fotoğraf sanatçısı en iyi Antal-
ya fotoğrafını çekmek üzere yarışacak.
Fotoğraf paylaşım sitesi olan www.fotoiz.
com’la işbirliğiyle yapılacak olan yarışma
vesilesiyle Türkiye’nin değişik noktaların-
dan 200 fotoğraf sanatçısı Antalya’ya ge-
lecek. 47. Uluslararası Antalya Altın Porta-
kal Film Festivali’nin imza attığı bir diğer
ilk ise, ‘Sinemanın Renkleri Cezaevlerin-
de’ başlıklı proje çerçevesinde, sinemanın
büyülü renklerini ve dünyasını Antalya E
ve L tipi kapalı cezaevlerine götürmeye
hazırlanıyor.
Bunun yanı sıra ‘Sanatın Barışçıl Dili
ile Cezaevine Girmek’ etkinliği çerçevesin-
de Antalya E ve L Tipi cezaevlerindeki hü-
kümlü ve tutukluların yapacakları resimler
sergilenerek geniş kitlelere ulaştırılması
hedeşeniyor.
Festival süresinde zihinsel engelli ve
down sendromlu çocukların oluşturduğu
‘Tomurcuk Perkisyon Topluluğu’ ve be-
densel engelli gençlerin oluşturduğu ‘En-
gelliler Bale Topluluğu’ da, gösterileriyle
festivalde yer alacak.
Konferanslar...Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü öğre-
tim üyelerinden Doç. Dr. Nuran Yıldız’ın
‘Tanklar ve Sözcükler’ başlıklı konferan-
sı, sinema, siyaset, ordu üçgeni arasında-
ki ilişkiler üzerinde duracak. Bunun yanı
sıra; ‘Sinema ve Toplumsal Sorumluluk’,
‘Sinema Filmleri ve Film Festivallerinin
Ülke-Kent İmajına Etkisi’,’Film Sponsor-
lukları ve Sponsorluk Uygulamalarında-
ki Sorunlu Alanlar’, ‘Tanıtım ve Etkileşim
Aracı Olarak Sosyal Medyaların İşlevi ve
Bu İşlevlerin Sinema estivalin ‘Uluslara-
rası Özel Gösterim’ başlığı altında İtalya,
İspanya, Belçika, İsviçre, Türkiye, Hong
Kong ve Rusya’dan birer, Almanya’dan iki
f ilmin yer aldığı uluslararası yarışmada
Kore-Çin ve Sırbistan-Hırvatistan-Fransa
ortak yapımı filmler bulunuyor. Yarışacak
İşbirliği’, ‘Sinema ve Televizyon Birbirine
Alternatif mi Yoksa Birbirini Besleyen İki
Olgu mu?’, ‘Türk Sinemasının Toplumsal
Dinamikleri’ konu başlıklarında paneller
düzenlenecek.
29 Kas›m 2010
k ü l t ü r - s a n a t // 31
İletişim biçimlerinin doğrudan değil de dolaylı olması,
belki de insanların karşılaşma alanlarını hiç olmadığı ka-
dar önemli kıldı. Gerçekliğin etkilerinin daha net görü-
lebildiği bu karşılaşma alanlarından yararlanarak karak-
terlerini birleştiren ve çarpışan hayat hikâyelerini ekrana
taşıyan filmler, bu açıdan aslında günümüzde önemi ar-
tan yüz yüze kurulan iletişimin değerini vurguladığı gibi,
çağımızın yabancılaşmış bireylerine de bir gönderme ya-
pıyor. ‘Paramparça Aşklar ve Köpekler’ (Amores Perros,
2000), ‘Çarpışma’ (Crash, 2004) ve ‘Babil’ (Babel, 2006)
gibi daha popüler örneklerde de gördüğümüz gibi, bu tür
hikâyeler, izleyicilere yaşadığımız dünyadaki paranoya-
ları, insan ilişkilerindeki soğukluğu ve hoşgörüsüzlüğü
göstererek bir çarpışma alanı yaratmayı ve birbirinden
farklı insanları bu çarpışmanın etkisiyle bir araya getir-
meyi amaçlıyor.
‘Anlat İstanbul’ (2005) filminin yönetmenlerinden
biri olan Selim Demirdelen’in ilk uzun metrajlı sinema fil-
mi ‘Kavşak’ da, son yıllarda sıkça örneklerini izlediğimiz
bu kesişen hayat hikâyeleri üzerine kurulan bir drama.
Fakat Demirdelen’in filmi, bahsi geçen filmlerden olduk-
ça farklı bir yerde duruyor.
Filmde bir şirkette farklı mevkilerde çalışan üç ki-
şinin hayatlarının tesadüşer sonucunda kesiştiğini, ama
bu kesişmenin karakterlerin dışında toplumsal bağlam-
da daha genel bir anlam taşımadığını görüyoruz. Bunun
en önemli nedenlerinden biri kuşkusuz filmin bir omur-
gasının olmayışı. Belli bir fikir, mesele ya da tema üze-
rinden farklı hayat hikâyelerinin birleşmesi, her ne ka-
dar tesadüfî de olsa, bir etki yaratabilecekken; Kavşak’ın
böyle bir şeyle ilgilenmemesi f ilmi oldukça zayışatı-
yor. Ama filmin esas sorunu, birbirine değen ve kaçı-
nılmaz bir şekilde birbirine muhtaç olan bu insanların
hikâyelerinin herhangi bir toplumsal gerçekliğinin olma-
ması… Hikâyenin belli bir omurgaya sahip olmadan, farklı
yan hikâyeleri tesadüşerle bir araya getirme çabası top-
lumsal gerçeklikten yoksun bir şekilde birleştirilmeye ça-
lışınca da, haliyle bir televizyon dizisi kadar yüzeysel bir
yapım ortaya çıkıyor. ‘Kavşak’ın iyi çekilmiş ve iyi oynan-
mış bir film olduğunu söylemek gerekiyor.
Fakat yukarıda bahsettiğim temel aksaklıklar, fil-
min inandırıcılığını olumsuz yönde etkileyerek filmin güç
kaybet bir omurgaya sahip olmadan, farklı yan hikâyeleri
tesa mesine neden oluyor. Bir şirkette çalışan muhasebe-
cinin, yaşadığı travma sonrası kendi vicdan muhasebe-
sini bir türlü yapamaması, eskiden bütün teşkilatı idare
eden bir polis memurunun kendi ailesini idare edememe-
si ya da kardeşinin hastane masraşarı için çalıştığı şirket-
ten para çalan bir adamın durumu aslında çok daha ironik
bir dille ve toplumsal bir eleştiriyi de içine alabilecek tarz-
da anlatılabilecekken, bütün bunların göstermelik kalma-
sı belki de filmi izlerken insanı rahatsız ediyor. Bu anlam-
da, ‘Kavşak’ın çok daha iyi olabilecekken, sadece seyirlik
olmakla yetinmesi ve elindeki potansiyeli kullanamaması
hayal kırıklığı yaratıyor. Ama bütün bunları görmezden
gelirseniz, ‘Kavşak’ın iyi bir seyirlik olduğunu da belirt-
mek gerekiyor.
ES GEÇEN
HAYATLAR
Yer Göstericisi
Serda Semerci
FATİF Akın, filmlerinde ağırlıklı ola-
rak göçmenlerin Alman toplumu-
na uyumunu, kültürel çeşitliliği, yurt
sevgisini ve yabancılığı konu aldığı,
büyük bir doğallık ve açıklılıkla Tür-
kiye kökenli Almanların Almanya’da-
ki sorunlarını ve Almanya ile Türkiye
arasında mevcut olan toplumsal fark-
lılıkları işlediği için Almanya Cumhur-
yakat nişanıyla ödüllendirildi. 3 Ekim
Nina Lath Gupta, Stanley Kwan, Sa-
muel Maoz ve Jasmine Trinca’dan
oluşan İlk Film Jürisi tarafından ‘Ge-
leceğin Aslanı’ ödülüne layık görülen
‘Çoğunluk’, 47. Uluslararası Antalya
bölümünde buluşacak. Festivalin ya-
bancı konukları arasında Serge Ave-
başvuran 110 filmden 20’si, Kısa Film
Yarışması’na başvuran 222 filmden
24’ü ön değerlendirme sonunda fina-
le kaldı. Belgesel dalda ‘En İyi Film’
ve Altın Portakal heykeli verilecek.
‘En İyi Kısa Film’ En İyi Kısa Film’e
para ödülünün yanı sıra Altın Porta-
kal heykeli de verilecek.Pazar günü
kiye kökenli Almanların Almanya’da
Cumhurbaşkanlığı konutu BelleAkın
ve tanında bulunduğu 36 kişiye, siya-
si, ekonomik ve kültürel alanda gös-
terdikleri hizmetten dolayı ve doğa-
nın korunması, göçmenlerle kimsesiz
insanlar için harcadıkları çaba dolayı-
sıyla Liyakat Nişanı verdi.
Fatih Akın’a Almanya’dan liyakat nişanına sahip oldu
NORMAN Mailer Merkezi ve Ya-
zarlar Birliği Başkanı Lawrence
Schiller, iki kez Pulitzer ödülü kaza-
nan ABD’li yazar Norman Mailer anı-
sına verilen Yaşam Boyu Başarı ödü-
lüne bu yıl Orhan Pamuk’un layık
görüldüğünü duyurdu.
Pamuk, ödülünü, 19 Ekim Salı
günü New York’ta düzenlenecek gala
töreninde, ünlü yazar-editör ve yayın-
cı Tina Brown’dan elinden alacak.
Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ne adı-
nı veren iki kez Pulitzer ödülü kaza-
nan Mailer, ‘The Armies of the Night’
(Gece Orduları) adlı eseriyle 1968 yı-
Bizimkilerin yaptığı, ben istedim, ben
yaptım oldu. Böyle şey olmaz! şirke-
tinde istediğini işe alır, istediğini iş-
ten atar, sistemi değiştirir, kimse-
ye rin böylesine keyfi davranmaya
hakkı yoktur, çünkü zararı çocukları-
mıza dönüyor. Benim çocuğum yok,
ama yıllarca dostlarıma, arkadaşla-
rıma “Çocuklarınızı bizim okullarımı-
za gönderin, özümüze, dilimize sahip
olalım, bir arada olalım” diyerek mü-
cadele ettim. Ama artık yavaş yavaş
bu duygularımın yanlış olduğunu dü-
şünmeye başladım.
l ında Pulit zer Ulusal K itap
Ödülü’nü, ‘The Executioner’s Song’
(Celladın Şarkısı) adlı kitabıyla da
1978 yılında Pulitzer Roman Ödülü’nü
kazanmıştı. Mailer, 10 Kasım 2007
günü New York’ta, 84 yaşında yaşa-
mını yitirdi.
Orhan Pamuk Norman Mailer anısına verilen ödülün sahibi oldu
29 Kas›m 2010
k ü l t ü r - s a n a t//32
Gözleriyle düşünmeyi aklıyla düşünmeye
20-26 Eylül tarihlerinde gerçekleşen 17. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nin onur konuğu, sinemanın
yaşayan şairi Yunanistanlı yönetmen Theo Angelopoulos’tu. Usta yönetmenle Adana sonrası uğradığı İstanbul’da
görüşme fırsatı bulduk.
17. Uluslararası Adana Altın Koza
Film Festivali bu yıl 20-26 Eylül tarihlerin-
de gerçekleşirken festivalin onur konu-
ğu, dünyaca ünlü Yunanistanlı yönetmen
Theo Angelopoulos’du.
Kendine has üslubu ile sadece Avrupa
ve Balkan sinemasının değil, dünya sine-
masının yaşayan en önemli isimlerinden
biri olarak kabul edilen Yunanistanlı yö-
netmen Theo Angelopoulos’un f ilmleri
‘Balkanların Belleği: Theo Angelopoulos’
başlıklı bölümde izleyiciyle buluşurken,
sinemaseverler ‘Theo Angelopoulos Si-
neması’ başlıklı bir söyleşide ünlü yönet-
menle sohbet etme şansı da buldu. Festi-
val boyunca Angelopoulos’un setlerinden
çekilen fotoğraşar ve yine yönetmenle il-
gili belgesel filmler de sanatseverlerle bu-
luştu.
Festivalin sona ermesiyle birlikte
Angelopoulos, soluğu İstanbul’da aldı.
Biz de bu fırsattan faydalanıp üç gün bo-
yunca kendisine eşlik etme onuruna nail
olduk... Havaalanında üstadı karşılarken
kendisi çok neşeliydi. Hemen bana Semih
Kaplanoğlu’ndan ve Adana’da gördüğü
büyük ilgiden bahsetti. Semih Kaplanoğ-
lu ile tanıştığında, Kaplanoğlu’nun kendi-
sinden ‘hocamız’ diye bahsetmesi belli ki
çok hoşuna gitmiş, aklı biraz da ‘Bal’ fil-
minde kalmıştı. Kendisi gibi her şeyi akıl
süzgecinden geçirmekte ustalaşmış 30
yıllık hayat arkadaşı sevgili eşi ile bera-
ber İstanbul’u gezerken, her baktığı yer-
den bir kadraj oluşturduğu, bakışlarından
anlaşılıyordu büyük üstadın. Öyle ki, göz-
leriyle düşünmeyi aklı ile düşünmeye yeğ
tutuyordu. Filmlerine yansıttığı düşünsel
iradeyi ve sorunlar hakkında geliştirdiği
diyalektiği özel hayatına da az çok taşı-
dığını anladığımız sinemanın yaşayan şa-
iri, sıkışık vaktine rağmen söyleşi için bize
zaman ayırdı.
Burada bulunma sebebiniz olan Adana Altın Koza Film Festivali hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz? Gerçekten de çok sıcak bir karşılama ka-
tıldım. Bütün bu törenler gerçekten çok
dostaneydi.
Türkiye filmlerini izleme fırsatı da buldunuz burada. Türkiye sine-ması ginizi çeken Türkiyeli yönet-menler var mı?Türkiye sinemasının son yıllarda kayda
değer bir gelişme içinde olduğunu, bir çok
yabancı festivalde yer aldığını görüyoruz.
Nuri Bilge Ceylan ve son dönemdeki Se-
tayorum fakat onları seyretmeye pek fır-
satım olmadı.
Sizinle yaptığımız sohbetlerimiz-den önümüzdeki film/filmler için İstanbul’da bazı Bir Türk-Yunan ortak yapımı film söz konusu ola-bilir mi acaba?Şu an için herhangi bir şey söyleyemem,
henüz çok erken, fakat böyle bunlar.
İstanbul’a ilk gelişiniz değil. İstanbul’un
ilginizi çeken en belirgin özelliği nedir?
Sanırım ben, İstanbul’da saatler boyunca
denize ve üzerinden geçen gemilere baka-
bilirim. İstanbul’un denizle olan bu ilişki-
sini çok kıskanıyorum işin açığı.
Türkiye’deki demokratikleşme sü-recini ele alacak ve bu süreci de-ğerlendirecek olursak, bu sürecin Türkiye’de zaten gelişmekte olan sinema sanatına ve genel olarak sanata katkı yapacağını düşünü-yor musunuz?Bu süreçten sonuç alınacağını umuyorum,
bununla beraber sanatın çoğu kez zor dö-
nemlerde çok sihirli bir şekilde geliştiğine
inanıyorum.
Türk-Yunan ilişkileri hakkında dü-şünceniz nedir? Daha da gelişece-ğine inanıyor musunuz?Son dönemde Türk-Yunan ilişkilerinin
daha iyiye gittiği ve geçmişten kaynakla-
nan problemlerin karşılıklı anlayışla çö-
zümlenmesi yönünde işaretler var, fakat
herkesin bildiği gibi bunlar hassas me-
seleler, dengeler de kolay değişebiliyor,
çok narin oluyorlar.Peki tam da bu nokta-
da sinema Türk-Yunan ilişkilerine nasıl bir
katkı sağlıyor sizce?Bildiğim kadarıyla ya-
pım bazında bir ortaklık yok, varsa da ben
bilmiyorum fakat sanat icra etmek adına
bazı ortak çabaların var olduğunu biliyo-
rum.Hangi ülkenin sinemasını kendinize
yakın buluyorsunuz? Yeryüzünde hangi
bölgenin/ülkenin sinemaya uygun malze-
meye sahip olduğunu düşünüyorsunuz?
Bir zamanlar Fransız sinemasıydı. 60’lı ve
70’li yıllarda gerçek bir sinema cennetiydi
Fransa… Son dönemde ise bazı Asya ül-
keleri ilgi çekici şeyler üretiyor. Örneğin
Kore.. Bununla beraber bazı ülkelerde
önemli münferit yapımlar da çıkmıyor de-
ğil. Fakat yine de o dönem Fransa’da yaşa-
nan orgazmı şu an yaşayamıyoruz...
Hukuk fakültesinde okurken tahsi-linizi yarıda bırakıp sinemaya yö-neldiniz… Neden sinemayı tercih ettiniz?Hukuk okudum, çünkü bunu ailem istiyor-
du. Bundan sıyrılmayı başardığım anda
birkaç sene öncesinde yapmak istediğim
şeyi yaptım.. O da sinemaydı...Dünyaca
bilinen bir ‘Angelopoulos sineması’ kav-
ramı yarattınız. Sinemanız üzerine birçok
makale ve inceleme yazıldı, çizildi... Kendi
ağzınızdan Angelopoulos sinemasını din-
lesek...Sinemamı anlatmak için pek de uy-
gun biri olduğumu sanmıyorum. Bu daha
çok başkalarının işi. Tabii bazen ortaya ta
olan yazılar okurken bazen de yazılar, ka-
famdakilerin içine nüfuz etmesiyle beni
hayrete düşürebiliyor.
Kariyeriniz başlarında Yunanlılı-ğı, Yunanistan’daki tarihi ve sos-yo-politik süreçleri imgeleme yolu ile ele alan filmler çekmiştiniz. Si-nema sanatının topluma yansıma-sının nasıl olduğunu düşünüyor-sunuz? Döneminde ve sorunsalı içinde varolmak
isteyen bügünkü sinema çok zor soluyor.
Çünkü televizyon ucuz bir seyir zevki su-
narak izleyicinin bakışını kirletmiş durum-
da. Televizyon karşısında büyüyen nesiller
var artık.
Peki, 68 dönemini merkezinde yaşamış biri olarak, sizce sanatla anarşik eylem örtüşür mü, anarşi sanatın neresinde yer alır?Sanatın içinde anarşi barınmaz, çünkü sa-
nat büyük dikkat, disiplin ve konsantras-
yon ister, bu da anarşiye izin wvermez
Filmlerinizde çoğu kez kadrajda deniz veya durgun bir dere görün-tüsü vardır... Bunun sebebi nadir? Acaba iki ayrı toprak parçasını bir-leştiren ya da ayıran deniz, insan-lar arasındaki anlayış farklılıkla-rını ya da benzerlikleri mi temsil ediyor?Kesinlikle hayır...Şu an çekmekte oldu-
ğunuz üçlemeye kadar belli bir karakter
üzerinden tarih, zaman ve mekânı ince-
lediğinizi gördük... Trilojinin ilk filmi ‘Ağ-
layan Çayır’da ise, ilk bakışta ‘Eleni’nin
hikâyesini yine fonda belli bir dönemi
anlatarak veriyorsunuz ve konu merke-
zine göçmenlik kavramını oturtuyorsu-
nuz. İkinci filminiz ‘Zamanın Tozu’nda ise
bir yönetmen, kendi gerçekliğini geçmiş-
te ararken, yer yer ‘Ulises’in Bakışı’ndan
sahneler anımsıyoruz... Bize trilojinin
üçüncü bölümünde nasıl bir yol izleyece-
ğiniz hakkında bir ipucu verseniz...Bunu
‘Öteki Deniz’ adlı son bölümde izleyecek-
seleler, dengeler de kolay değişebiliyor,
çok narin oluyorlar.Peki tam da bu nokta-
da sinema Türk-Yunan ilişkilerine nasıl bir
katkı sağlıyor sizce?Bildiğim kadarıyla ya-
pım bazında bir ortaklık yok, varsa da ben
bilmiyorum fakat sanat icra etmek adına
turduğu, bakışlarından siniz. İlk iki filmin
hikâyesi 20. yüzyılın ikinci yarısında ge-
çerken, üçüncü bölüm bugünü ve bugün-
kü gerçekliği ele alacak ve korkarım ki de-
ğineceği sorunsallar yarınınkileri de teşkil
ediyor olacak.Umuyorum ki Yunanistan
gelecekte kendini, yani Yunanistan’ı tek-
rar bulacaktır. YORGO DEMİR
29 Kas›m 2010
k ü l t ü r - s a n a t // 33
Beser Şahin’in ‘Seyristan’ı piyasada
Bu sergide fikirler suça dönüşüyor
‘Kadın Âşıklar’ dile geliyor Yunanistan Osmanlı eseri
Tony Curtis hayata veda etti
Kürtçe müziğin sevilen sesi Beser Şahin’in Kalan
Müzik’ten çıkan ‘Seyristan’ adlı yeni albümü, Koçgiri,
Dersim, Maraş ve Yerevan bölgelerini kapsıyor. Güçlü
sesini oldukça iyi kullanan sanatçı, bugüne kadar ge-
rek protest gerekse doğu ve batı müziğini sentezleyen
çalışmalara imza attı ve çeşitli eserlerle orkestrasyon
çalışmalar yaptı. Almanya da yaşayan Şahin’in beş solo
albümü bulunuyor. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere
birçok ülkede sayısız konserler verenŞahin, uluslarara-
sı festivallerde Kürt müziğini temsil etti. ‘Seyristan’da
otantik derlemelere ağırlık veren Şahin, kendi bestele-
rinin yanı sıra Ermeni asıllı Kürt müziğinin ölümsüz üs-
tadı Aramê Tigran’ın ve Mikail Aslan’ın ikişer bestesine
de albümünde yer veriyor. Albümde ayrıca Vartolu Pir
Derviş İsmail’in ‘Ya Xızır’ parçası ile Beser Şahin ve Mi-
kail Aslan’ın düeti de yer alıyor.
TÜRKİYE 48 sanatçının ve eserlerinin yer aldığı ‘Fi-
kirler Suça Dönüşünce’ sergisi, içinde var olduğu
topluma muhalefet eden, ifade özgürlüğünün sınırları-
nı araştıran sanatçıların eserlerini bir araya getiriyor.
1 Eylül Barış Günü’nde kapılarını açan sergiyi görmek
için üç gününüz var. Siyasetin belleğinin tutulduğu,
içinde varolduğu topluma muhalefet eden, sataşan bir
duruşa sahip olan sergide, millitarizim, iktidar, hiye-
rarşi, milliyetçilik, toplumsal cinsiyet politikalarının
Kendine has üslubu ile sadece Avrupa ve Balkan sine-
masının değil, dünya sinemasının yaşayan en önemli
isimlerinden biri olarak kabul edilen Yunanistanlı yö-
netmen Theo Angelopoulos’un filmleri ‘Balkanların le
neması’ başlıklı bir söyleşide ünlü yönetmenle sohbet
etme şansı da buldu. Festival boyunca Angelopoulos’un
setlerinden çekilen fotoğraşar ve yine yönetmenle ilgili
belgesel filmler de sanatseverlerle buluştu.
eleştirisine yağunlaşan işler yer alıyor. Tophane Tütün
Deposu’nda 10 Ekim’e kadar açık kalacak olan serginin
küratörlüğünü Halil Altındere üstlendi.
Farklı kuşaklardan Türkiyeli 48 sanatçının yaklaşık
100 eserinden oluşan sergideki eserler Türkiye’de fak-
lı kişilerden ve pozisyonlardan insanların dertlerini ve
kendilerini ifade etme biçimlerini anlatıyor. İki bölüm-
den oluşan serginin bir bölümünde otobiyografik çalış-
malar yer alıyor. Diğer bölümde ise sanatçıların sisteme
ve ifade özgürlüğüne ilişkin eleştirisini katı bir şekilde
gösteren çalışmalar yer alıyor.
Âşıklık geleneğinin kadın temsilcileri, Kalan Müzik
etiketiyle müzik marketlerdeki yerini alan ‘Kadın
Âşıklar’ albümünde buluştu. Sevilay Çınar tarafından
hazırlanan albümde bağlama ve vokal icralarının sa-
dece eser sahipleri tarafından icrâ edilmiş olmasına,
bağlama haricinde başka hiçbir enstrümanın ve ayrıca
hiçbir vokalin eşlik etmemesine dikkat edilmiş. Albüm-
de, Âşık fiahturna’dan Âşık Sarıcakız’a, Âşık Nurşah
Bacı’ya; Âşık Sinem Bacı’dan Âşık Sürmelican’a, Âşık
Gülçınar’a; Âşık Arzu Bacı’dan Âşık Ezgili Kevser’e ka-
dar yirminci yüzyılın pek çok kadın âşığı yer alıyor. Al-
bümde, âşıkların, içinde bulundukları toplumun dünya
görüşünü, sanat zevkini, yaşam düzenini ve beraberin-
de de geleneklerini yansıtan, yaşatan ve gelecek nesil-
lere aktarılmasında köprü görevi gören halk sanatçıları
olduğuna tanık oluyorsunuz. Ayrıca, âşıkların, halk kül-
türü içerisinde önemli bir yer tutan âşıklık geleneğini,
kadar ulaştırdıklarını da görebiliyorsunuz.
SANAT tarihçisinide ile Neval Konuk tarafından
Yunanistan’da yapılan ve dört yıl süren araştırma
sonunda, Yunanistan’ın çeşitli bölgelerine dağılmış Os-
manlı İmparatorluğu döneminden kalan 10 bin mimari
yapı tespit edildi. Eserlerin 5 bini halen ayakta duruyor.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Yunanistan ile Türkiye ara-
sındaki mübadele sırasında Anadolu’dan giden Rumlar,
camilere yerleşmiş ve bu camileri ev olarak kullanmaya
başlamışlar. Bir envanterde toplanan bu kayıtlar, Dışiş-
leri Bakanlığı tarafından Türkçe, İngilizce ve Yunanca
bir kitapta toplandı.
‘Bazıları Sıcak Sever’, ‘Houdini’, ‘Trapez’ gibi filmler-
de oynayan Amerikalı usta aktör Tony Curtis 85 ya-
şında hayata veda etti. Kalp durması sonucu hayata
gözlerine yuman usta oyuncu 1925 yılında Macar kö-
kenli Yahudi bir ailenin oğlu olarak New York’ta Bernard
Schwartz adıyla doğmuştu.1943 yılında orduya katılan
Curtis daha sonra drama okuluna gitti. 1948’de Univer-
sal Studios’tan teklif alınMonroe ve Jack Lemmon ile
oynadığı ‘Bazıları Sıcak Sever’ oldu.
Spartacus filminde Antoninus rolünde izliyicinin
karşısına çıkan Curtis, 1958 yılında çekilen ve Sidney
Poiter ile birlikte rol aldığı ‘The Defiant Ones’ filmi ile
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında Oscar’a aday ol-
muştu. Curtis son olarak 2008 yılında David & Fatima
isimli bir filmde rol almıştı.
29 Kas›m 2010
g ü n c e l // 35
2007 yılında, yani Ermenistan’a ilk gelişimden yedi
sonra, Yerevan’a döndüğümde dikkat çekici iki şey
vardı. Birincisi 6-8 şeritli devasa caddelerdeki arabaların
çokluğu, Yeraz modelli arabaların yerini siyah camlı ciple-
rin ve hammerlerin alması; ikincisi ise açılan lüks tüketim
mağazaları, dünyanın önde gelen giyim, parfüm markala-
rının Yerevan caddelerinde görülen ihtişamlı vitrinleriydi.
Bugün ise, üç sene sonra, yine iki şey dikkat çekici. Bi-
rincisi açılan mağazaların bir bölümünün büyük bir hızla
kapanmış olması, ana caddelerde, şehrin en kıymetli yer-
lerindeki mağazalar şantiye haline gelip, yeni kiracılarını
bekliyor olması. İkincisi ise trafiğin beklenmedik bir şe-
kilde düzene girmiş olması. Yerevan’da araba kullananlar,
yaya geçidinden yayaların karşıdan karşıya geçtiğine ve
buralarda durulması gerektiğine ikna olmuş. Hızlı bir ceza
uygulamasıyla birkaç yüz kişi iki-üç gün içinde kemer tak-
madığı, yayalara yol vermediği için ceza yedikten sonra,
trafiğin düzene girdiğini anlatıyorlar.
Cumhuriyet Meydan’ından yukarı doğru çıkan en iş-
lek caddelerden Abovyan’da, elinde çiçek tutan Kara Bala
heykelini herkes bilir. Tam onun karşısında, Cumhuriyet
Meydanı ile Opera binasını birbirine bağlayan, lüks bi-
naların yapılmakta olduğu Kuzey Caddesi’nin tam giri-
şinde, bir arabanın üzerinde “Saatçi” levhasını koymuş
çalışan Jora Hovhannesyan ise, Abovyan Caddesi’nde
dükkânlarda kiracı olarak çalıştıktan sonra, çalıştığı
dükkânların kapanmasıda da arabasında “30 yıldır Abov-
yan Caddesindeyim.
KEG (Küresel Eylem Grubu) aktivistleri, 165 ülkede
aynı anda gerçekleşecek olan, atmosferdeki karbon-
dioksit miktarına dikkat çekmeyi amaçlayan eylemle ilgili
bir basın toplantısı düzenledi. Taksim Hill otelde yapılan
toplantıya KEG aktivistleri Gökşen Şahin, Ömer Madra ve
Nuran Yüce katıldı. Aktivistler, 10 Ekim’de dünya ile aynı
anda Ankara, İstanbul, Kars ve İzmir’de eş zamanlı dü-
zenlenecek eylem için, kamuoyuna çağrıda bulundu. İs-
tanbul’daki Küresel İklim Grubu “10/10/10 eylemcesi”nde
saat 15:00’te Galatasaray’da buluşup Taksim’e yürüye-
cek. 16:00’da Taksim Gezi Park’ında şenlik konser ve “Ey-
lemce” olacak.
Toplantıda ilk sözü alan Nuran Yüce, “Hükümet-
ler istemese de biz dünyanın her yerinde eylemci arka-
daşlarımızla birlikte küresel ısınmayı durdurun çağrısını
yineleyeceğiz. Bu anlamda tüm kamuoyunu da küresel
mücadeleye müdahil etmek istiyoruz” dedi. Eylemin
İstanbul’da yapılacak bölümüne dünyaca ünlü dil bilim-
ci Noam Chomsky de katılacak. Yüce’den sonra söz alan
Ömer Madra, havadaki karbondioksit miktarındaki parça-
cık oranının 350 ppm olması yönündeki gerçekliği ortaya
çıkaran, James Hansen’in ‘Aktivist Eylemci’ başlıklı yazı-
sını okudu ve gençlere “Haklarınız için ayağa kalkın hü-
kümetin dürüst olmasını ve politikalarının sonuçlarıyla il-
gilenmesini talep edin” Yaşlılara ise “Belimizi doğrultup,
gençlerin yanında, miras alacakları dünyanın korunması
için mücadele edelim” çağrısında bulundu. ‘AKP en kötü
çevre politikasını uyguluyor’
AKP hükümetinin de diğer hükümetler gibi çevre ko-
nusunda çok ‘hoyratça’ davrandığına işaret eden Madra,
“AKP hükümeti dünyadaki hükümetlerden farklı davran-
mıyor. Enerji politikaları mevcut sistemin istediği yönde
şekilleniyor. AKP 8 yıllık iktidarında en berbat çevre poli-
tikasını izliyor. Nükleer politikaları, Hidroelektrik santral-
le ilgili kararlar hep kapalı kapılar ardında alınıyo”’ dedi.
“Bu mücadeleyi kazanmak zor bir iş, ama imkânsız değil.
Karbon salınımını acilen durdurmalıyız. Kömür yakmayı
durdurmalı ve gerekli olan enerjiyi güneş ve rüzgâr gibi
yenilebilir kaynaklardan üretmeliyiz. Zamanımız az, 350
ppm’in üzerinde kaldığımız her gün yıkıcı ve geri dönül-
mez iklim etkilerini görme ihtimalimiz artıyor.
Madra’nın ardında söz alan Gökşen Şahin “10/10/10
tarihini takvimlerimize kaydediyoruz. 10 Ekim 2010 Pa-
zar günü yaşadığımız her yerde EYLEMCE var! Yani, 350.
org öncülüğünde hem dünya çapında bir sürü eylem ya-
pıyoruz o gün, hem de alabildiğine eğlenmeyi planlıyo-
ruz. Ayrıca, bu küresel partide kendimizi hiç de yalnız
hissetmeyeceğimiz kesin! Şu sırada dünyanın 130 küsur
ülkesinden 1400’den fazla “eylemce” yapılacağı kayıtlara
geçmiş durumda” dedi.
Yerevan İzlenimleri ‘Büyük şehrin’ sokakları gittikçe boşalıyor...
10 Ekim’de her yerde ‘Yaşadığımız Çevre Evimimizdir’ eylemi var
Yerevan Caddeleri
29 Kas›m 2010
//36 g ü n c e l
“Bütün katiller birbirine benziyor”
EYLÜL darbesine iki ay kala, Türkiye İşçi Partisi (TİP)
kurucularından, DİSK lideri Kemal Türkler evinin
önünde kurşunlanarak öldürüldü. Cinayetten 16 yıl son-
ra ailesinin dava açmasına izin veren devlet, katillerden
biri olan Ünal Osmanağaoğlu’nun 19 yıl boyunca kaçma-
sını da sağladı.Maraş katliamının sorumlularından olan,
Bahçelievler’de yedi TİP’li genci katleden ve Türkler da-
vası sanığı olarak aranan ülkücü Osmanağaoğlu darbe-
den sonra yurtdışına kaçtı. Abdullah Çatlı’dan sonraki
yeni reis olarak Türkiye’ye döndüğü ve Susurluk kaza-
sı öncesinde Çatlı’yla Kuşadası’nda buluştuğu, yakalan-
masının ardından basına yansıyan haberler arasındaydı.
Osmanağaoğlu, 1999’da yakalandığında kardeşinin kimli-
ğiyle Kuşadası’nda Milli Park’ın işletmeciliğini yapıyordu
ve bir yıl önce Güzelçamlı beldesindeki jandarma karako-
lunun bahçesine Atatürk büstü yaptırdığı da biliniyordu.
Cinayetle ilgili ilk dava 1981’de açıldı. 1987’de iki tetik-
çi cinayetten 12’şer, olayda kullandıkları otomobili gasp
etmekten de 20’şer yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1999’da
açılan ikinci davada yargılanan Osmanağaoğlu’na üç kez
beraat kararı verildi, ancak karar her defasında Yargıtay
tarafından bozuldu.
Türkler öldürüldüğü gün evden çıkmadan eşi Saba-
hat Türkler’e “İşçi arkadaşlarına selam söyle ve akşam
torunumu getirmeyi unutma” demişti. Torunu Burç Akpı-
nar, bugün onu öldürenlerin cezalandırılması için uğraşan
avukatlar arasında. Suikastın üzerinden tam 30 yıl geçti.
O gün balkondan, babasının öldürülmesine tanıklık eden
Nilgün Türkler Soydan, doğum günü olan 21 Ekim tarihin-
de görülecek duruşmadan artık bir karar çıkacağını umu-
yor ve “21 Ekim benim doğum günüm, 50 yaşıma basaca-
ğım ve otuz yıldır devam eden davamızın sonlanacağını
umut ediyorum. Kamuoyunun vicdanında katil olarak za-
ten damgalanan ve hukuken de bunun böyle olduğu tes-
cillenen Osmanağaoğlu’nun yüzüne, hüküm okunacak ve
ben bundan çok mutlu olacağım. Bu benim hayatımda al-
dığım en güzel doğum günü hediyesi olacak. Maalesef fa-
ili meçhuller cenneti olan memleketimizde babanızın ka-
tilinin bulunmasından daha güzel bir hediye yok” diyor.
“Annemin tek tesellisi o gün benim de babamla birlikte gitmemiş olmamdı”Liseyi bitirdiğim yazdı. Babamın kendince aldığı güven-
lik tedbirleri nedeniyle ablam ve ben üniversiteyi kazan-
dığımız halde, gidemedik. Babam, esprili bir şekilde “Si-
zin yerinize başkaları okur” demiş ve konuyu kapatmıştı.
İşte o yazdı.
Babamla birlikte sendikaya gidip gelmeye başlamış-
tım. Fakat o gün, bir arkadaşımın daveti vardı, sendikaya
gitmeyecektim. Sonradan annemin tek tesellisi, o gün be-
nim de babamla birlikte gitmemiş olmam oldu… Hep bir-
likte kalktık, annemle babam balkonda kahvaltı etti. Ben
de bir iki lokma atıştırdım. Babam çıktı evden. El salla-
mak için, annem odasındaki pencereye, ben balkona çık-
tım. Babam arabasına yöneldi, kapısını açtı, şoför koltu-
ğuna oturdu. Koruması da yanına oturdu. Bir koruması
vardı, göreve başlayalı on beş gün olmuştu. Yeniyetme
bir polisti, kendisini korumaktan aciz. Yazık! Ateş baş-
ladığında can havliyle kendisini çimlerin üzerine atarak
hayatını kurtardı. Babam öldürülmeden on beş gün önce
görevden alınan koruma öyle değildi, işini biliyordu. Daha
sonra bu polisi verdiler dostlar alışverişte görsün diye.
Babam kontağı çevirdiğinde üç taraşı kurşunlar yağmaya
başladı. Babamın elini hatırlıyorum, arabanın yanına in-
diğimde vitesin yanında duruyordu… Mahkemede teşhis
ettiğim Ünal Osmanağaoğlu, ateş edip bir süre duruyor,
çevresine bakıyor, sonra tekrar ateş etmeye başlıyordu.
Uzun boylu, sıska, uğursuz bir tipti… Bir polis arabasının
geldiğini gördüm, kapımızın önünde bir Renault hareket-
lendi, saldırganlar üç kişi, ikisi arkaya, biri öne bindiler,
araba hızla uzaklaştı. Polis ekip aracı, onları korurcası-
na yanlarından geçti ve herhangi bir müdahalede bulun-
madı. Koşarak indim aşağı. Arabanın kapısını açtığımda
babamın gözleri açıktı. Şakağında ve kulağının arkasın-
da birer delik vardı. Karnından oluk gibi kan akıyordu ve
gözleri açıktı. Yeşil yeşildi gözleri, düzdü kirpikleri, öyle
bakıyordu. Beni kenara itip babamı dışarı çıkardılar. Üç
kez çok derin nefes aldı…
22 Temmuz 1980’de katledilen Kemal Türkler’ in kızı Nilgün Türkler:
Nilgün Türkler
29 Kas›m 2010
g ü n c e l // 37
Bir yoğurtçu minibüsü durdu. Adam, kasaların hepsini
aşağıya attı. “Başkanım!” diye bağırıyordu. Tanıyormuş
babamı, gerçi onu tanımayan yoktu. Babamı o adamın
arabasıyla götürdüler. Sonra o adamcağızı bulamadım bir
türlü… Hastaneye götürülürken yolda, DİSK’in önünde öl-
müş babam. Çok garip bir duygu… Biliyorsunuz, tüm ak-
lınızla biliyorsunuz öldüğünü ama inanmıyorsunuz. Bana
babamın öldüğünü söyleyen Kamil Bey amcanın üzerine
öyle bir yürümüşüm ki, “Tamam, tamam kızım baban ya-
şıyor, ben yanlış söylemişim” dediğini hatırlıyorum. Olay
sonrası hastaneye gittik ama hemen eve gönderdiler bizi.
Evde ablamla radyoyu açmak istedik. Birisi açmamıza en-
gel olmaya çalıştı, birisi “Bırak artık öğrensinler” dedi.
Bunlara tanık oluyorsun ama inanmıyorsun, konduramı-
yorsun. Radyoda duyduk. “Evinin önünde silahlı saldırıya
uğrayan Kemal Türkler öldü” ben bayılmışım…
“Bizim hep az babamız oldu”Annem daha sonra yatak odasını hiç terk etmedi. Olayın
üzerinden kaç gün geçti bilmiyorum, annemin artık uyu-
ması gerekiyordu. Doktorlar ona bir ilaç verdi, adı hâlâ
aklımda, Noludar. Annem yatağına giderken benim ya-
nında yatmamı istedi. İstemeye istemeye gittim, babamın
yattığı yere uzandım, annem başını koyar koymaz ‘küt’
diye gitti. Çok üzüldüm, sanki babama ihanet etmişim
gibi geldi, hani onun yerini alıyormuşum gibi. O zaman
öldüğüne kesin kanaat getirdim.
Babamın son kahvaltısında yediği bir domates vardı, onu
sakladık bir süre. Bir de yarım kalan ekmeği vardı. O ek-
meği annem aylarca sakladı, artık filizlenmeye başlamış-
tı. Güç bela aldık onu annemden ve attık.
Her zaman çok yoğundu, bu sebeple bizim hep az baba-
mız oldu. Sert ve otoriter bir adamdı ama çok da espriliy-
di. Sendikada çalışanlar “baban evde hiç gülüyor muy-
du?” diye sorarlardı. Gülerdi. Babasından söz ederken
çok duygulanırdı. Bir odun işçisinin oğluydu, dört yaşında
babasına acıdığı için ona yardım maksadıyla oyun oynu-
yormuş gibi yaparak, odun taşırmış. Hep bunu anlatırdı.
“Cenazenin nefisi olur mu? Olur...”Nihat Erim öldürüldüğünde, biz artık sona çok yakın ol-
duğumuzu biliyorduk. Babam kesin öldürülecekti. Hazır
olduğumuzu sanıyorduk. Babam öldürüldüğünde attığım
çığlık aslında çok önceden provasını binlerce kez yaptı-
ğım bir çığlıktı. Erim öldürüldüğünde en azından bir haf-
ta dışarı çıkmamasını istedik. O zaman bize “Ben bir ordu
içinde dahi olsam, onlar kafalarına koyduklarını yapacak-
lar ve beni vuracaklar. Büyük bir cenaze töreni olacak.
On binlerce insan katılacak ve siz benim ailem olarak en
önde yürüyeceksiniz. Başınız dik olacak ve ağlamayacak-
sınız” dedi. Ben başardım, cenaze kortejinde yürürken,
inat ettim, ağlamadım… O zaman anneme ve ablama da
çok kızdım. Uyardım onları. Doğru muydu bu yaptığım,
bilmiyorum. Ama babam öyle istemişti. Babam DİSK’te
katafalka konduktan sonraki ilk ziyaretimizin ardından
eve döndük, telefonumuz çaldı. Ablam açtı telefonu, kar-
şıdan bir ses, “Gördünüz mü, adamı biz böyle yaparız”
dedi. İşte ben bu yüzden ağlamadım. Düşünüyorum da,
belki de liderlerin ve böyle insanların ailesi, çocukları ol-
mamalı. Yalnız olmalılar… fiimdi birisi öldürüldüğünde be-
nim aklıma hemen çocukları gelir, “Napıyordur?” diye dü-
şünürüm, hemen aklıma kendim gelirim, “Ne yapmıştım?”
diye düşünürüm. Cenazenin nefisi olur mu? Olur... Siz de
bilirsiniz, bazı insanların cenazeleri nefis olur. Babamın
da öyle oldu, fabrikaların şalterleri indirildi bütün işyer-
leri kapatıldı ve bir gün için genel yas ilan edildi. Milyon-
larca işçi kardeşiyle birlikte uğurladık kendisini.
16 yıl sonra lütfettiler: “Babanızı öldürenlere dava açabilirsiniz”!16 yıl hep dava açmak için başvurduk. Dava açmamıza
izin vermeyen devlet soruşturma da açmadı. 1996’da,
neden bilmiyorum, dava açabilirsiniz dediler. Ne dev-
let ama! 16 yıl sonra lütfettiler: “Babanızı öldürenle-
re dava açabilirsiniz”! Babamın katillerinden biri olan
Osmanağaoğlu’nu devlet hep korudu. 1999’da, avuka-
tımızın çabalarıyla yakalandığında, Kuşadası’nda, Milli
Parklar’da, yani devletin çiftliğinde yedi yıldır, işletme-
cilik yapıyordu. Verdiği hizmetlerden ötürü ödüllendiril-
mişti.
“Bütün katiller birbirine benziyor”Katille 19,5 yıl sonra mahkemede karşılaştım. “Yüzüme
bak!” diye bağırdım. Çünkü göz göze gelmek istedim, sa-
dece birkaç saniye baktı gözlerime. O günden bu yana,
dava hep küçücük salonlarda görüldüğü için her duruş-
mada neredeyse diz dize oturtulduk katille. Bir kere bile
kafasını kaldırıp yüzüme bakmadı, bakamaz. O gün göz
göze geldik birkaç saniye. Saç tellerimden tırnak ucuma
dek zangır zangır titremeye başladım. Üç saat hiç dur-
madan titredim, aynı anda o da titriyordu. Titremek değil
aslında, sinirlerim boşaldı, kaslarımı kontrol edemedim.
Avukatlarımız bacağımı falan sıkıyorlardı, normale döne-
yim diye. Duruşma sonunda beni nöroloji servisine gö-
türdüler, doktor ‘19 yıllık gerilimin boşalması’ dedi. Nor-
malmiş…
Bu duygunun benzeri bir hissi Hrant Dink duruşmasın-
da yaşadım. Katille göz göze geldik. “Bu kadın da kim?”
demiştir herhalde Samast, “Neden bana böyle bakıyor?”
Baktım gözüne. Evet, birbirine benziyor, hep aynı bakış.
“Neden daha önce tespit etmedim diye benden hesap soruluyor”Dava açmamıza izin vermeyen devletin hesabını şimdi bu
katil benden “Neden 19 yıl beni teşhis etmedi?” diye so-
ruyor. 19 yıl boyunca bu devletin hukuku, kolluk kuvve-
ti gelip de, “Yahu! Burada bir adam vurulmuş” demedi.
Bırakın bu adamın siyasi kimliğini, işçi önderi olmasını,
yapıp ettiklerini… Bir insan, sıradan bir vatandaş vurul-
muş deyip, gelip bir soruşturma yapmadı. Biz mahkeme
mahkeme gezip “Babamız öldürüldü. Yok mudur soru-
lacak, araştırılacak bir şey” diye sorduğumuzda bir kez
dahi “Ne diyor bunlar?” denilmedi. fiimdi işte bu katil, el-
leri babamın kanıyla sıvanmış olan bu katil, “Beni neden
daha önce teşhis etmedi” diye benden hesap soruyor? Bu
sorunun muhatabı 19 yıl boyunca, bu adamın kaçmasını
sağlayan devlettir. Devlet neden bu adamı daha önce ya-
kalamadığının, neden yakalayıp da serbest bıraktığının
hesabını vermelidir.
“Hakim küstü! Artık duruşmaya girmiyor”Hâkim, kat i l i üç kere beraat et t irdi ve bu karar
Yargıtay’dan üç kere geri döndü. Hâkim “küstü”, artık du-
ruşmaya girmiyor. Keyfi bir tutumla, görevini yerine getir-
miyor. HSYK adayı bu hâkim eski bir ülkücü olarak görev
beğenmiyor ve canı istemediği duruşmaya girmiyor. Ve
çözüm “çakma” bir mahkeme heyeti kurulmakla bulunu-
yor. Otuz yıl sonra bir zahmet görülen Kemal Türkler da-
vasına şimdi de ‘oldu mu oldu’ mahkemesi bakıyor. Dava-
ya vâkıf olamayan bu heyetin, mevzudan bihaber şekilde
bir duruşma yaşandı.
“Nilgün Türkler bana bakıyor!”Geçen duruşmada savcıyı çıldırtan bakış, babamın bakı-
şıydı. Savcı, “Nilgün Soydan Türkler bana bakıyor” diye
yargıca şikâyet etti beni. Duruşma salonun içinde benim
saydığım 27 polis vardı: Katilin çevresine etten bir duvar
örülmüştü. Biz itirazımızı dile getirdik. Ardından savcı du-
ruşma salonun durumuyla ilgili mütalaasını verdi. Güven-
lik gerekçesiyle böyle olması gerekiyormuş! Ben savcıya
baktım. Kafamdan şunları geçiyordum. “Bu adam bir in-
san” diyorum “ Birini gerçekten sevebilir mi? Karısı, ço-
cuğu var mıdır? Çocuklarına nasıl davranıyordur? Samimi
olduğu an var mıdır?” diye düşünüyorum. Savcı gözlerini
de bir iki lokma atıştırdım. Babam çıktı evden. El salla-
mak için, annem odasındaki pencereye, ben balkona çık-
tım. Babam arabasına yöneldi, kapısını açtı, şoför koltu-
ğuna oturdu. Koruması da yanına oturdu. Bir koruması
vardı, göreve başlayalı on beş gün olmuştu. Yeniyetme
bir polisti, kendisini korumaktan aciz. Yazık! Ateş baş-
ladığında can havliyle kendisini çimlerin üzerine atarak
hayatını kurtardı. Babam öldürülmeden on beş gün önce
benden kaçırmaya başladı, ben bunu fark ettiğimde iyi-
ce bir kilitlendim savcının gözlerine. Çocukça belki ama
bakıyorum ve umut ediyorum “Belki insafa gelir” diyo-
rum. Ama o gittikçe artan bir huzursuzlukla bakışlarını
benden kaçırıp beni hâkime şikayet etti. “Bana bakıyor,
bakmasın. Niye bakıyor rahatsız oluyorum?” dedi. Ben
de “Bu gece başını yastığa koyduğunda rahat uyuyabi-
lecek misin” diye sordum. Aynı itirazı katil de yapmıştı.
İkinci duruşmada, “Nilgün Soydan Türkler bana bakıyor”
diye mahkeme başkanına şikâyet etti. Türkiye Cumhuri-
yeti savcısı da, babamın katili de bakışlarımdan aynı ra-
hatsızlığı duyuyor! Ben sevindim bunun böyle olmasına.
Gözlerim babama benzemiyor diye çocukken çok üzülür-
düm. Bu duruşmalarda anladım ki aslında gözlerim ben-
ziyormuş babama. Babamın bakışlarından da insanlar ür-
kerdi ve etkilenirdi. Dava sürecinde benim için en büyük
gözlerim babamınkine benziyormuş!
29 Kas›m 2010
//38
Kaybettiklerimiz...
ONN‹K NALÇACIER
N‹ŞAN ‹NCE
VAZKEN
S‹RVART ENF‹YEC‹YAN
BEDROS ÇADIRCI
TAKUH‹ KESK‹N
K‹VO SABUNC‹
vefat›n›n 40. gününe tesadüf eden 10 Ekim 2010
Pazar günü Bak›rköy Zn. Surp Asdvadzadzni Erme-
ni Kilisesi’nde Surp Badarak’› müteakip yap›lacak
Hokehankist dualar›yla an›lacakt›r. Ayn› gün saat
14.30’da merhumun Bal›kl› Ermeni Mezarl›¤›’ndaki
kabri ziyaret edilecektir. Tüm akraba, dost ve se-
venlerine duyurulur. A‹LES‹ KAMER Cenaze ‹flleri:
0532 452 56 28 – 0532 282 09 55
vefat›n›n 1. senesine tesadüf eden 10 Ekim
2010 Pazar günü Samatya Surp Kevork Ermeni
Kilisesi’nde Surp Badarak’› müteakip yap›lacak
Hokehankist dualar›yla an›lacakt›r. Ayn› gün saat
14.00’te merhumun Bal›kl› Ermeni Mezarl›¤›’ndaki
kabri ziyaret edilecektir. Say›n akraba, dost ve se-
venlerine duyurulur.
Cenaze İşleri Ogganizasyonu
VAZKEN ARAKELYAN
0212 510 20 36
vefat›n›n 1. senesine tesadüf eden 10 Ekim 2010
Pazar günü Feriköy Surp Vartanants Ermeni
Kilisesi’nde Surp Badarak’› müteakip yap›lacak
Hokehankist dualar›yla an›lacakt›r. Ayn› gün saat
13.00’te merhumenin fiiflli Mezarl›¤›’ndaki kabri zi-
yaret edilecektir. Bay ve Bayan Raffi - Nareg Enfiye-
ciyan ve evlatlar› Alara
vefat›n›n 1. senesine tesadüf eden 10 Ekim
2010 Pazar günü saat 13.30’da fiiflli Ermeni
Mezarl›¤›’ndaki kabri bafl›nda yap›lacak Hokehan-
kist dualar›yla an›lacakt›r. Say›n akraba, dost ve
sevenlerine duyururuz.
Bay ve Bayan Garo – ‹ro Çad›rc›o¤lu ve evlatlar› Bay
ve Bayan Berç – S›rpuhi Ç›ng›ryan ve evlatlar›
vefat›n›n 2. y›l› münasebetiyle 10 Ekim 2010 Pa-
zar günü Üsküdar Surp Haç Ermeni Kilisesi’nde
Surp Badarak’› müteakip yap›lacak Hokehan-
kist dualar›yla an›lacakt›r. Ayn› gün saat 13.30’da
merhumenin Ba¤larbafl› Surp Haç Ermeni
Mezarl›¤›’ndaki kabri ziyaret edilecektir. Say›n ak-
raba, dost ve sevenlerine duyurulur.
vefat›n›n 2. y›l› münasebetiyle 10 Ekim 2010 Pa-
zar günü Üsküdar Surp Haç Ermeni Kilisesi’nde
Surp Badarak’› müteakip yap›lacak Hokehan-
kist dualar›yla an›lacakt›r. Ayn› gün saat 13.30’da
merhumenin Ba¤larbafl› Surp Haç Ermeni
Mezarl›¤›’ndaki kabri ziyaret edilecektir. Say›n ak-
raba, dost ve sevenlerine duyurulur.
BAKIRKÖY ZN. SURP ASDVADZADZN‹ ER-MEN‹ K‹L‹SES‹’NDE SURP BADARAK VE
HOKEHANK‹ST DUALARI
SAMATYA SURP KEVORK ERMEN‹ K‹L‹SES‹’NDE SURP BADARAK VE
HOKEHANK‹ST DUALARI
ÜSKÜDAR SURP HAÇ ERMEN‹ K‹L‹SES‹’NDE SURP BADARAK VE HOKEHANK‹ST DUALARI
SAMATYA SURP KEVORK ERMEN‹ K‹L‹SES‹’NDE SURP BADARAK VE
HOKEHANK‹ST DUALARI
Vazken Profesyonel Dijital Video Çekileri
VAZKEN ARAKELYAN
Vaftiz, nişlan, dü¤ün, gece davetleri için
profesyonel dijital video çekimleri
Adres: Ergenekon Cad. Bilezikçi Sok.
No: 58-D 4. Dükkan - Pangalt›
0544 248 48 55
TAMARVaftiz, nişlan, dü¤ün, gece davetleri için
profesyonel dijital video çekimleriAdres: Ergenekon Cad. Bilezikçi Sok.
No: 58-D 4. Dükkan - Okmeydanı
0216 453 67 34
Piosian
FER‹KÖY SURP VARTANANTS ER-MEN‹ K‹L‹SES‹’NDE SURP BADARAK VE
HOKEHANK‹ST DUALARI
SURP VARTANANTS ERMEN‹ K‹L‹SES‹’NDE SURP BADARAK VE
HOKEHANK‹ST DUALARI
29 Kas›m 2010
g ü n c e l // 39
Protestan Kiliseleri Derneği, Protestanların hak ihlallerini
raporlaştırdı. “Tehdit’ mi, yoksa tehdit altında mı? Türki-
ye’deki Protestanlar’ın Yasal ve Sosyal Sorunları-2010”
başlıklı raporda, Protestanların yaşam haklarının tehlike-
de olduğuna vurgu yapıldı; inanç özgürlüğü talep edildi.
Türkiye’de Protestanların Yasal ve Sosyal Sorunları rapo-
ru, Dernek Başkanı Zekai Tanyar, Dernek Genel Sekreteri
Umut Şahin ve İnsan Hakları Gündemi Derneği Başkanı
Avukat Orhan Kemal Cengiz’in katıldığı basın toplantısıy-
la açıklandı. Derneğin raporunda, medyada Protestan-
lar hakkında yanlış, olumsuz ve karalama sayılabilecek
programlar ve yayınların, önceki yıllara göre azalmış olsa
da, yer almaya devam ettiği belirtilerek “Devlet kurumu
olan TRT’de bile Hıristiyanlara yönelik program yapılma-
dığı gibi, Hıristiyanlar ve misyonerlik hakkında ki prog-
ramlarda hiç bir şekilde Hıristiyanlar’ın çağrılmıyor, onla-
ra tartışmaya katılma ve kendi görüşlerini ortaya koyma
şansı verilmiyor olması, TRT’nin tarafsız bir kurum olma-
dığını ortaya koyuyor” denildi.
Dernek Başkanı Tanyar, Anayasa’da inanç özgürlü-
ğünün önünü açan düzenlemeler olduğuna dikkat çeker-
ken, yasa ve yönetmeliklerle de inanç özgürlüğünün kısıt-
landığını belirtti. “Açıkça elle verilirken, el altından geri
çekiliyor” diyerek Protestanlarla ilgili karalama kampan-
yalarına da dikkat çeken Tanyar, “Özellikle 2000 yılından
bu yana Protestanlar özellikle medyada tehdit olarak su-
nuldu. Bu bizim yaşam hakkımızı tehdit etti. Kampanya,
insanları, 2007’de üç insanın Malatya’da boğazlarının ke-
silmesine kadar götürebiliyor. 8. sınıf öğrencilerine ders
kitaplarında ‘bu insanlar tehdittir, düşmandır’ anlayışı
aşılandı. Bu kafa yapısından insanların kurtulmasını ar-
zuluyoruz” dedi. Yasalara göre Protestanların ibadet yeri
açabileceğini ancak uygulamada ibadet yeri açamadıkla-
rını belirten Tanyar, “Yasalız ama istenmiyoruz. Sırf inan-
cımızdan dolayı yasa dışı sayılıyoruz” şeklinde konuştu.
Protestanlara yönelik karalama kampanyasıAvukat Orhan Kemal Cengiz de medyanın Protestanlara
yönelik karalama kampanyalarının hemen ardından Pro-
testanlara saldırıların gerçekleştiğine dikkat çekti. Son
yıllarda Protestanlara saldırıların azaldığını belirten Cen-
giz, bunda Ergenekon’un çekirdek kadrosunun cezaevi-
ne girmiş olmasının katkısı olduğunu kaydetti. Cengiz,
Protestanlar hakkında karalama kampanyası yapan, ba-
sın açıklamaları düzenleyen, Genelkurmay’a brifing veren
kadronun Ergenekon kapsamında yargılandığını belirtir-
ken, “Ergenekon’un üzerine daha net bir şekilde gidilebi-
lirse, bu çok net anlaşılabilecek” dedi.
Raporda, Protestanların yaşadıkları sıkıntılar şöyle yer aldı: • Kiliselerin yüzde 99’unun tüzel kişiliği yok. Kiliseler, tü-
zel kişilik olarak tanınmıyor.
• İmar Kanunu’nda yapılan değişikliğe karşın Protestan-
lara ibadet yeri verilmiyor. Gayrimüslimler söz konusu
olduğunda yasayla verilen, yönetmelikle geri alınıyor.
Protestanlar tüm belediyelere, ibadet yeri açabilmek için
başvuruda bulundu. Onlarca başvurudan sadece birine
yanıt geldi. İstanbul’da Altıntepe Protestan Kilisesi şu an
Türkiye’de Protestanların ibadet yeri olarak tanınan tek
•Protestanların kişilik hakları korunmuyor, nefret söyle-
mine karşı koruma geliştirilmiyor. Son olarak bir televiz-
yon programında Protestanlara ilişkin eleştiriler nedeniy-
le dava açıldı. Yargıtay, Protestanları tanımadı ve “sıfat
yokluğu” nedeniyle davayı reddetti. Aynı Yargıtay’ın Or-
han Pamuk’un yazdığı bir yazı nedeniyle “sıfat yokluğu”
şartını öne sürmeden tüm Türklere dava açma hakkı ge-
tirdiğine dikkat çekildi.
•En büyük sorun ilköğretim ve lise öğrenimindeki zorunlu
din dersi zorunu. Hıristiyan çocuklar bu derslerden muaf
tutulsa da okul içinde bu nedenle ayrımcılığa uğruyor,
“gâvur” yaftalaması ile karşılaşıyor. Bazı olaylarda Hıris-
tiyan öğrencilerin öğretmenleri tarafından tüm sınıf için-
de Müslümanlığa davet edildiği belirtiliyor.
•Din dersinden muaf tutulmak için kimlikte Hıristiyan
yazması koşulu getiriyor. Öğrenci ya da öğrencinin anne
ve babasının Hıristiyan olduklarını sözle söylemeleri ha-
linde dahi öğrenci dersten muaf tutulmuyor.
•Protestanların yüzde 60’ı ise işsiz kalma ve hayati tehli-
ke nedeniyle kimliklerinin din hanesine İslam yazdırmak
zorunda kalıyor.
•Protestanlar din adamı yetiştiremiyor. Gayrimüslimle-
rin din adamı yetiştirmek için orta öğrenim ve üniversite
açmak için nasıl bir yol izleyebilecekleri konusunda bir
açıklık bulunmuyor. Protestanların mezarlık statüleri belli
değil. Kamu ve özel sektörde çalışan Hıristiyanlar kutsal
sayılan günlerde tatil yapamıyor
Rapordaki çözüm önerileri: •Hükümet her felsefi düşünce, din ve inanca eşit uzak-
lıkta olma değerini ve tarafsızlık ilkesini gerçek anlamda
hayata geçirmelidir.
•Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri, sorunlara demokratik ve
hukuka uygun çözümler üretebilmek için, Protestanlar’ın
temsilcileri ve Protestanlar tarafından oluşturulan tüzel
kişilerin hukuki temsilcileriyle düzenli olarak görüş alış-
verişinde bulunacak kanalları oluşturmalı ve açık tutma-
lıdır.
•Türkiye’de düşünce, din ve inanç özgürlüğü, uluslararası
hukuk standartları ölçüsünde güvence altına alınmalıdır.
•Başta Diyanet İşleri Başkanlığı, İmam Hatip Liseleri ve
Yüksek Öğrenim Kurumu bünyesindeki İlahiyat Fakültele-
ri aracılığıyla Türkiye’deki Sünni Müslüman kesime sunu-
lan dinsel kamu hizmetinin yarattığı eşitsizlik göz önünde
bulundurularak, diğer din ve inançlara mensup vatandaş-
lar için eşitliği sağlamanın yolları aranmalıdır.
•Siyasetçiler, Protestanlara karşı karalayıcı, ötekileştiri-
ci söylemler kullanmamalıdır. Protestanlar ulusal tehdit
olarak algılanmamalıdır.
•Dernekler Kanunu’ndan yapılan değişiklikler Protestan-
ların tüzel kişilik konusunda ihtiyaçlarını bir ölçüde karşı-
lamış olsa da, bu konuda uygulamada yaşanan tutarsız-
lıklar ve kısıtlamalar giderilmelidir.
•Nefret Suçları hakkında gerekli yasal düzenlemeler ya-
pılmalıdır.
•Nüfus kayıtlarında ve kimlik belgelerinde din veya inanç
kaydı ve ibaresi kaldırılmalıdır.
•İbadet yerleri edinmelerinin önündeki engeller kaldırıl-
malıdır.
•Zirve Yayınevi katliamı ile ilgili olarak sürmekte olan
dava, suçu işleyenlerle sınırlı kalmayarak, katliamın ger-
çekleşmesine katkıda bulunmuş tüm faillerin ortaya çıka-
rılmasını sağlayacak bir şekilde sonuca ulaştırılmalıdır.
•Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi zorunlu olmaktan çı-
karılmalı ve aynı saatlerde öğrencilerin seçebileceği al-
ternatif dersler müfredata konmalıdır.ar hakkında yanlış,
olumsuz ve karalama sayılabilecek programlar ve yayın-
ların, önceki yıllara göre azalmış olsa da, yer almaya de-
tılma ve kendi görüşlerini Ders kitapları taranarak, genel
olarak toplumun belirli kesimlerini incitici, karalayıcı ve
düşmanlaştırıcı anlatım ve ifadeler çıkartılmalıdır. Milli
Eğitim müfredatında ve kitaplarda, özellikle tarih anlatı-
mı, günümüzde çeşitli etnik ve dinsel gruplara karşı ön-
yargı ve kuşku yaratıp bunları beslemeyecek şekilde ye-
niden gözden geçirilmelidir.
“Protestanların yaşam hakkı tehlikede”Protestanların hak ihlalleri “Tehdit’ mi, yoksa tehdit altında mı?” başlığıyla raporlaştırıldı:
Düşünce Özgürlüğü için 7. İstanbul Buluşması 9 ve
10 Ekim tarihlerinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Do-
lapdere kampüsünde yapılacak. İstanbul Büyükşe-
hir Belediyesi’nin ev sahipliğinde ve İstanbul Bilgi Üni-
versitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma
Merkezi’nin işbirliğiyle yapılan buluşmaya dünyanın çe-
şitli ülkelerinden 20 kadar düşünür katılıyor. Katılımcılar,
iki gün sürecek oturumlarda düşünce özgürlüğünün bu-
gününü ve geleceğini de tartışacak. ‘Düşünce Özgürlüğü
İçin İstanbul Buluşması’nın bu yılki onur konuğu, ABD’li
ünlü dilbilimci, muhalif düşünür Prof. Noam Chomsky.
ABD ve İsrail’in yayılmacı politikalarını sert bir dille eleş
tiren Chomsky’nin yanı sıra, Uluslararası Af Örgütü Tür-
kiye raportörü Andrew Gardner, sosyolog ve siyaset bi-
limci Corinne Kumar, Uluslararası PEN 2. Başkanı Eugene
Schoulgin, Gürcü yazar Irakli Kakabadze, insan hakları
avukatı Judith Chomsky de Buluşmaya katılacak isimler
arasında. 8 Ekim Cuma günü İstanbul’a gelmesi bekle-
nen konuklar, aynı gün Ergenekon Terör Örgütü ile ilgi-
li yazdıkları kitapla ‘mahkemenin seyrini etkilemeye ça-
lışmaktan’ yargılanan Ertuğrul Mavioğlu ve Ahmet Şık’ın
Kadıköy Adliyesi’ndeki duruşmasını izleyecekler. günü-
nü ve geleceğini de tartışacak. şitli ülkelerinden 20 ka-
dar düşünür katılıyor.Düşünce Özgürlüğü için 7. İstanbul
şitli ülkelerinden 20 kadar düşünür katılıyor. Katılımcı-
lar, Buluşması’nın ilk oturumu, gazetemizin katledilen ge-
nel yayın yönetmeni Hrant Dink’i konu alacak. Hepimiz
Hrant’ız Bu oturumda Dink Davası avukatı Fethiye Çetin,
‘Hrant’ kitabının yazarı Tûba Çandar ve ‘Hrant Dinkİnsan
Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin işbir-
liğiyle yapılan buluşmaya dünyanın çeşitli ülkelerinden
20 kadar düşünür katılıyor. Katılımcılar, iki gün sürecek
oturumlarda düşünce özgürlü Cinayeti: Medya, Yargı ve
Devlet’ kitabı nedeniyle halen yargılanan gazeteci Kemal
Göktaş konuşacaklar. Öğleden sonra yapılacak “Düşü-
nüyorum, o halde...” adlı oturumda konuk konuşmacılar
kendi ülkelerinde düşünce özgürlüğü ihlalleri üstüne ta-
nıklıklarını aktaracak.
Chomsky düşünce özgürlüğü için İstanbul’da
U M U T H A K K I
İMTİYAZ SAHİBİ AGOS Yayıncılık Basım Hizmetleri SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ. ADINA Rahil Dink KURUCU • Hrant Dink • GENEL YAYIN YÖNETMENİ Rober Koptaş • SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Aris Nalcı • YAYIN DANIŞMANI Etyen Mahçupyan • YÖ-NETİM YERİ Halaskargazi Caddesi Sebat Apt. No 74 (Eski No 192), Kat 1, Daire 2 Osmanbey 34371 İstanbul • Tel: (212) 296 23 64 - 231 56 94 - 219 50 82 Fax: (212) 247 55 19 • HTTP www.agos.com.tr • e-posta: [email protected] • HABER MERKEZİ [email protected] • BASKI Star Medya Yayıncılık A.Ş. İnönü Cad. Basınekspres yolu Star Sok. No:2 İkitelli 34303 İST. Tel: (212) 629 08 12 • YAYIN TÜRÜ Haftalık Yaygın Süreli Yayın • ISSN 1303 - 0388 • ABONE Selin Özkaragöz [email protected] ABONE KOŞULLARI Yurtiçi 6 aylık: 75 TL - 1 yıllık: 145 TL Avrupa 6 aylık: 85 Euro 1 yıllık: 170 Euro ABD/Kanada 6 aylık: 120 $ 1 yıllık: 240 $ Avustralya 6 aylık: 135 $ - 1 yıllık: 265 $ • REKLAM Linda Karin Özsu [email protected] • [email protected] • ABONELİK İÇİN abone bedelini TEB Kurtuluş Şubesi (Şube kodu: 209) 15938 no’lu AGOS Yayıncılık TL. hesabına yatırmanız ve havale makbuzunu göndermeniz yeterlidir. • IBAN: TR760003200020900000015938 USD: TR700003200020900000015949 • EUR:TR430003200020900000015950 • AUD:TR160003200020900000015951 • Swift kodu: TEBUTRISXXX
ANLAŞILMASI çok zor bir ülke Türkiye. Dışarıdan ba-
kanlar, sadece son günlerde yaşananlara, Kürt so-
rununda ateşkesin ardından neler geleceğine, başörtüsü
tartışmalarına, emekli askerlerin faili meçhul cinayet-
lerle ilgili açıklamalarına, Ani’de namaz eylemine bakıp,
Türkiye’nin bir kıyamete doğru sürüklenmekte olduğuna
hükmedebilir. İşin kötüsü, hiç kimse böylesi kötümser bir
tespitin büsbütün haksız olduğunu da söyleyemez.
Ancak Türkiye aynı zamanda, bu denli tek boyut-
lu bir fotoğrafa sığması mümkün olmayan bir ülke. Her
biri ardında devasa birer tarihsel yük taşıyan bu sorun-
lar, dehşetli zaaflar olduğu kadar, geleceğe dönük büyük
imkânlar da barındırıyor. Çünkü daha dün üzerinde ko-
nuşması büyük cesaret isteyen tabular, birkaç yıl içinde,
günlük konuşmaların bir parçası haline gelip çözüm yolu-
na girebiliyor.
Değişim elbette birtakım sancıları da beraberin-
de getiriyor. Toplumsal düzlemde yaşadığımız gelgitler,
durum bizleri bazen aşırı bir ümide, bazen de kesif bir
ümitsizliğe sevk ediyor. Oysa, biz her zaman farkına va-
ramasak da, salt verilen siyasi ve toplumsal mücadele-
nin kendisi, varılmak istenen nihai hedeften bağımsız
olarak, değişimi kolaylaştırıyor, hızlandırıyor.İşte bu yüz-
dendir ki, daha referandum öncesinde Anayasa’nın top-
lumun gündeminde olmadığını söyleyenler, birdenbire,
yeni bir Anayasa’nın bir haftada yapılabileceğini savun-
maya başlıyor; daha dün üniversitelerde başörtüsünü
serbest bırakmanın şeriat istemek anlamına geleceğini
söylemuhafazakâr cenahın yüreğini okşayabilecek bir gi-
rişim, bugün aynı kesim tarafından, iyi niyetten yoksun
bir yaklaşım olarak mahkûm edilebiliyor. Demek ki, kö-
tümserliğe yenik düşmemek ve mücadeleyi hep sürdür-
mek gerek. Umut hepimizin hakkı.
Vicdani Retçi İnan Süver’den Başbakan Erdoğan’a mektup: 2001 yılından bu yana ısrarla asker edilmek isteniyorum.
“Size bu mektubu kural ve yönetmeliğine uymadığım-
dan dolayı diğer mahkûmlardan ayrı, tek başıma kaldı-
ğım 20 metrekarelik koğuşumdan, gecenin 03.20 sinde,
uykusundan çoğu zaman olduğu gibi bağırarak uyanmış,
gecenin karanlığında kimsesizlik ve yalnızlık bunalımına
düştüğüm anlarda yazıyorum. 23 Temmuz 2001 yılından
bu yana ısrarla ve inatla asker edilmek isteniyorum. Oysa
ben 3 çocuk babası/inşaat işçisi/kimsenin tavuğuna kişt/
kimsenin de kedisine pisi pisi etmemiş/bilerek ince bel-
li kara karıncayı incitmemiş/hep güçsüzden/hep kaybe-
denden yana olmuş/ futbolda bile hep küme düşme teh-
likesinde olan takımları tutmuş/asla kimseye hükmetme
derdinde olmayan, aynı zamanda kimsenin de emrine gir-
meyen, yalnız doğmuş, yalnız gömüleceğini bilen, buna
göre yaşamak isteyen biriyim. Hal böyle iken 17 bin faili
meçhul cinayetin işlendiği/4000 köyün yakıldığı/köyle-
rinden yurtlarından zorla şehirlere göç ettirilen milyon-
larca aç perişan yaşamların olduğu/50 000 gencin öldü-
rüldüğü/kardeşin kardeşe düşman edilip kinlendirildiği/
milyonlarca gencin ruhsal rahatsızlıklara itildiği/binlerce-
sinin de intiharlara sürüklendiği lanet savaş ve savaşma
sanatı denen askerliği yapamıyorum, yapmıyorum, yap-
mayacağım gibi hiçbir ana kuzusu, tığ gibi, sakalı doğru
düzgün çıkmamış gençlerinde yapmasını istemiyorum.
Bu lanet savaşınıza kimsenin, tek bir gencin bile ka-
tılmaması için ne gerekiyorsa var gücümle yapacağım. 9
yıldır düştüğüm asker kaçaklığı durumu ile vatandaş ola-
rak hiçbir hakkından yararlanmadım. Sivil ölü olarak çok
zor koşularda yaşadım. 3. keredir askeri cezaevine alı-
nıyorum. Özellikle 2003 yılındaki 4 ay hükümlü olarak
kaldığım Ş irinyer Askeri Cezaevinde işkence, kötü mua-
mele ve hakaretlere maruz kaldım. İlk ceza evine girişte
arama adı ile makatlarımıza kadar kontrol edilip sabah
06.30’dan akşam 07.00’ye kadar zamanda, eğitim, spor
ve cezaevi temizliği adı ile hem çalıştırılıp hem coplandık
ve başımız eğikti. Çenemiz göğsümüze yapışık vaziyette
çalıştırılır coplanırdık. Havalandırmada eğitim diye ayak-
larımızı vurdururlardı. Sert vurmayanlar coplanırdı. Ban-
yoya 15, 16 şar kişi olarak toplu ve çıplak götürülürdük.
Anlatırken akıl durgunluğu yaşadığım gözümün önünden
yıllardır gitmeyen bu uygulamaları yaşadığım bu cezae-
vindeyim. Burada beni hiçbir mahkûmla görüştürmüyor-
lar. Velhasılı kelam hatırlamışken söyleyeyim. Protestan
Kiliseleri Derneği, Protestanların hak ihlallerini raporlaş-
tırdı. “Tehdit’ mi, yoksa tehdit altında mı? Türkiye’deki
Protestanlar’ın Yasal ve Sosyal Sorunları-2010” başlıklı
raporda, Protestanların yaşam haklarının tehlikede oldu-
ğuna vurgu yapıldı; inanç özgürlüğü talep edildi.
Türkiye’de Protestanların Yasal ve Sosyal Sorun-
ları raporu, Dernek Başkanı Zekai Tanyar, Dernek Genel
Sekreteri Umut Şahin ve İnsan Hakları Gündemi Derne-
ği Başkanı Avukat Orhan Kemal Cengiz’in katıldığı basın
toplantısıyla açıklandı. Derneğin raporunda, medyada
Protestanlar hakkında yanlış, olumsuz ve karalama sa-
yılabilecek programlar ve yayınların, önceki yıllara göre
azalmış olsa da, yer almaya devam ettiği belirtilerek
“Devlet kurumu olan TRT’de bile Hıristiyanlara yönelik
program yapılmadığı gibi, Hıristiyanlar ve misyonerlik
hakkında ki programlarda hiç bir şekilde Hıristiyanlar’ın
çağrılmıyor, onlara tartışmaya katılma ve kendi görüşleri-
ni ortaya koyma şansı verilmiyor olması, TRT’nin tarafsız
bir kurum olmadığını ortaya koyuyor” denildi.
Dernek Başkanı Tanyar, Anayasa’da inanç özgürlü-
ğünün önünü açan düzenlemeler olduğuna dikkat çeker-
ken, yasa ve yönetmeliklerle de inanç özgürlüğünün kısıt-
landığını belirtti. “Açıkça elle verilirken, el altından geri
çekiliyor” diyerek Protestanlarla ilgili karalama kampan-
yalarına da dikkat çeken Tanyar, “Özellikle 2000 yılından
se de biz dünyanın her yerinde eylemci arkadaşlarımızla
birlikte küresel ısınmayı durdurun çağrısını yineleyece-
ğiz. Bu anlamda tüm kamuoyunu da küresel mücadeleye
müdahil etmek istiyoruz” dedi. Eylemin İstanbul’da yapı-
lacak bölümüne dünyaca ünlü dil bilimci Noam Chomsky
de katılacak. Yüce’den sonra söz alan Ömer Madra, ha-
vadaki karbondioksit miktarındaki parçacık oranının
350 ppm olması yönündeki gerçekliği ortaya çıkaran, Ja-
mes Hansen’in ‘Aktivist Eylemci’ başlıklı yazısını okudu
ve gençlere “Haklarınız için ayağa kalkın hükümetin dü-
rüst olmasını ve politikalarının sonuçlarıyla ilgilenmesi-
ni talep edin” Yaşlılara ise “Belimizi doğrultup, gençlerin
yanında, miras alacakları dünyanın korunması için mü-
cadele edelim” çağrısında bulundu. ‘AKP en kötü çevre
politikasını uyguluyor’
AKP hükümetinin de diğer hükümetler gibi çevre ko-
nusunda çok ‘hoyratça’ davrandığına işaret eden Madra,
“AKP hükümeti dünyadaki hükümetlerden farklı davran-
mıyor. Enerji politikaları mevcut sistemin istediği yönde
şekilleniyor. AKP 8 yıllık iktidarında en berbat çevre poli-
le Karbon salınımını acilen durdurmalıyız. Kömür yakmayı
durdurmalı ve gerekli olan enerjiyi güneş ve rüzgâr gibi
yenilebilir kaynaklardan üretmeliyiz. Zamanımız az, 350
ppm’in üzerinde kaldığımız her gün yıkıcı ve geri dönül-
mez iklim etkilerini görme ihtimalimiz artıyor.
bu yana Protestanlar özellikle medyada tehdit olarak su-
nuldu. Bu bizim yaşam hakkımızı tehdit etti. Kampanya,
insanları, 2007’de üç insanın Malatya’da boğazlarının ke-
silmesine kadar götürebiliyor. 8. sınıf öğrencilerine ders
kitaplarında ‘bu insanlar tehdittir, düşmandır’ anlayışı
aşılandı. Bu kafa yapısından insanların kurtulmasını ar-
zuluyoruz” dedi. Yasalara göre Protestanların ibadet yeri
açabileceğini ancak uygulamada ibadet yeri açamadıkla-
rını belirten Tanyar, “Yasalız ama istenmiyoruz. Sırf inan-
cımızdan dolayı yasa dışı sayılıyoruz” şeklinde konuştu.
Davullarla zurnalarla halay çeken ailelerin askere gönder-
diği bu gençler kimileri gençliklerinin heyecanı kimileri
de yine içine düştüğü gençlik bunalımı ile ya firar ediyor/
veya gittiği izinden 6 gün geç dönüyor/veya uykusunun
ce bir atılması akıl kârımı? ve bu ceza da askerlikten git-
miyor.uyansın uykusundan. Öyle takım elbise giyip lumi-
zinlerde kalabalık korumalar ile şehirden şehre hava atıp
durmasın. Bana özel idam kararı verilmesini istiyorum.
Yani idamımı istiyorum.”
“İdamımı istiyorum”