A.de Saint-Exupery - Günlük Notlar.pdf
-
Upload
murat-tutuk -
Category
Documents
-
view
54 -
download
17
Transcript of A.de Saint-Exupery - Günlük Notlar.pdf
A. de Saint-ExupéryGünlük Notlar
/¿A£ l ï î 'C c è S C ï ¿>C C 4 <2- 0 6 ?
TÜRKÇESI : CEYDA ESKİN
YankıYayınları
Saint E\ıi|iery'nin ölümünden sonra basılan «Günlük Notlar» mdan seçmeler yapıp hasırladık bıı kitabı.
Yankı Yayınları
DE SAINT - EXUPERY
T ü rk cesi:
CEYDA ESKİN
YANKI YAYINLARI
Dizgi : Gül Matbaası Baskı : Karde* Matbaası İ s t a n b u l — 1 9 7 5
TÖRE VE SİYASET ÜZERİNE
— s —
Demokrasi; istatistik olasılıklar, antropi’nin (*) artm ası, otoritenin, kuvvetin dağılma sınırına dek kesimlere ayrılması yönünde ilerler. Ve insanın görünürde kurtarılmasını sağlar. Ama yalnızca görünürde. Bireyin kurtarılmasından başka bir şey değildir bu yol. Çünkü onda îıısaıı yitiverir.
Demokratik girişimler akılcılığa dayanır. Çünkü cansız olanla ilgili bilimlerde antropinin bu ilerleyişi kaçınılmazdır. Ama yaşamla ilgili olanlarda değil.
Zaman zaman dilin önceden ona evet demediği, özgür kılmadığı, gerçekleşmesine yetki vermediği bir devrime tanık oluruz. (Savaştan daha Kabul olunmaz ne vardır ussal bakımdan? Dünyayı ondan arıtm ak için Kabul Olunmaz ı gereği gibi bulup açığa çıkarmanın yeter olduğuna inandığı vakit, Alain bunu iyice anlamış bulunuyordu.) Bununla beraber, arasıra, antropinin gelişmesine karşı dikilen bir adam çıkıverir ortaya. Ve yaşama karşı, istatistiğe karşı molekülleri yeniden kura’’, insanı yeniden silfihlaııdırır ve potansiyelleri yeniden dengeler.
insanlık hamurundan pek az şey alınmışsa; gerçek dram başlar işte.
Yapısının gücü gereği yaşamı engellenenin, içinde yaşanması gereken koşulları geri çevirip, insan kişiliğini yadsımak zoruııluğunda kalması aynı biçimde dram atiktir.
(*) Antropi, maddenin giderek artan bir düzensizlik durum uyla açığa vurulan enerjisel değer yitiriminin (değişim inin) ve bu değer yitirirnini dile getiren matematiksel fonksiyonun bilim sel adıdır. (Çev. notu).
— 9 —
Yaşamın anlamını değiştiren şu oyunla başlamalı işer «Burada ele verilmez. Burada dayanışılır. Burada susulur.» Ve bu evin havası baştan aşağı değişikliğe uğrayı- verecektir. Ona umut bağlamakta hiç bir ütopya yoktur.
Bovuna bir seçi yapıyorsunuz. Bense yadsıyorum onu. Çünkü ilerleme fırsatlarını yok ediyorsunuz (sizden daha nıarksçı olmayan sol da sizin durumunuzda). Aynı zamanda soylu ve bayağı olma olanağını yadsıyorsunuz bu komünist şefe. Ya da daha doğrusu onda tu tarlı davranmayan iki kişi ayırdedeceksiniz bana. Ama eğitimsel bir görüş biçimidir bu. Çünkü gerçekte aynı davranışta ve aynı anda, ama değişik bakış açılarına göredir bu kişilerin soylu ya da bayağı oluşu. Ve bu ikilemleri kabul edersem, belki de haksız bir seçiden sıyrılmış olacağım.
İnsanı yanlarından yalnız biri üzerinden yargılama konusundaki bu yabansı alışkanlıkları yok mu...
Kalem tartışması, ekşimiş ilişkileri daha da ekşitmekten başka bir işe yaramaz, çünkü herkes kendi soyluluğuna inanır. Çoğumuz algılamaya değgin yolların çeşitliliği sezgisine sahip değilizdir. (Oysa pek yalın bir sezgi ürünüdür bu).
Ben, kahvehanelerde kağıt oynayıp, ister oyun üzerine, ister başka konularda öfke, hoşnutsuzluk, dinsel
— 10 —
eğilim ve benzeri duygularım dile getirenleri, onları anlarım.
Öylesine temelsiz imgeleri dışarı yansıtan kinleri ne tiksinç...
Onlarla aynı partiden olduğum halde, beni başka bir partiden sandıkları vakit uğradığım kiıı ve haksızlıklardan ötürüdür onların dostluğunu istemeyişim. Her zaman kara çalmaya hazır, ne denli de aşağılıktırlar. Bir temiz sopa haklar onları.
Alışılagelmiş bayağılıkla başlayıp «ekimlerle bağbo- zumlarını» içeren Marseillııise ile aşka gelen şaşılacak radyo yayımı
Oysa Marseillaise her şeyden önce tüm şeflere karşı ayak takımının kinini içerir. O rtaklaşa bir coşkunlukla ki bizde söz konusu değildir artık bu. Ayrıca Ülkemde birilerine veriştirildi mi, kimden söz edildiği bilinmez çoğu kez. Seçim söylevinde olduğu gibi. Bu ülke kötürüm- leşmiştir, ancak tek bir kalıtı yeniden gözden geçirerek düzeltmekten başka bir şey gelmez elinden.
Cumhurbaşkanı alığın biri: yetersizlik böyle tanrılaştırılır ancak. Bununla beraber, gurur duymakta oııun yanma konuk kabul edilen kimse. Her zamankinden daha bir yoğunlukla değersiz kılmakta insanı görev. Oy vermenin verimli erdemine inanıldığı gibi inanılmakta görevlere.
Rivière, «elverişli durumlardan yararlanma» konu
sundaki Alman yönelimine bıyık altından güledursun: hiç bir şeye yönelmediğimiz vakit hangi elverişli durum lardan yararlanabiliriz ki? Gelgit, görünüşte elverişli durumlardan oluşur. Evet. Ama ay çekimi olmasaydı, elverişli durum lar neye yarardı ki? Hangi yönetim düzeni olursa olsun, hiç bir şey, hiç bir şeye yönelmedi mi; hiç bir şey yayılıp oturmaz, hiç bir şey gelişim göstermez, hiç bir şey kurulmaz. E tik hayata eğilimden yoksunuz.
İnsanlar mı? İstediğiniz kadar: gözleyiniz, hava postası makina uzmanlarım. Yöneldiğimizde daha bir usta- yızdır elverişli durumlardan yararlanm akta, ortaya çıkan yolları kullanmakta. Ama ne önemi vardır kavşak merkezlerinde yerleşmiş bulunmanın ,eğer hiç ilerleme isteği duyulmuyorsa ?
İnsandan, evet dediği yasaların değerini değil, yaratıcı gücünü sorarım.
Yapı çürüklüğü: «Düşünceler» ve «programlar» insandan daha değerli tutulm akta. (Falan çukulatayı eskidikçe ağardığı için satınalan ve başlıklarının bilimselliği nedeniyle önce Paris-Soir okuyan kimsece yapılan seçi. hangi düşünce ve değerlendirmeye dayanır!)
Her şeyden önce yu rttaş ... evet... ama yurttaş ne anlama gelir? Ya o, evrenselliği yürekten dileyen kimse ise?
— 11 —
Düşüncelerle değil, ama insan tipiyle tanımlamalı.
— 12 —
Başkan konusunda önemli yanılgı: gücüne dayanarak isteyen kimse... kendisine gerekseme duyulan kimse... Hayır. Başkan her şeyden önce başkalarına gerekseme duyan kimsedir. Eğer- hiç başkan yoksa, size de gerek yok artık demektir, anarşistler!
Kurumların değeri insanların değerince - toplumun değeri, ona anlamım veren binlerce özel girişimin değerince - ve bir ulusun isteminin değeri bireysel istemlerin değerince olduğunu bütünüyle unuttunuz.
Bir taşı gözleyiniz: her molekül aşağı doğru çekime katılır - ama kendi yeteneğince. Ve böyleee taş durumunu sürdürür. Alıkonulmadığı her kez kendi yönünü tu ta r hemen.
Kendimize bir başkan aram ak; kendi kendimizi aramaktır. Bir başkan, sonsuzca başkalarına gerekseme duyan kimsedir. Ve bize gerekseme duyulmasını istemekteyiz. Burada hiç kimse bizi gereksememekte. H izm etlerimizi sunmak için türlü merasimlere katlanmaktayız. Bir başkan, kabulüne sunduğumuz yardımı bizden rica ederek isteyen, bizi kendine çeken kimsedir.
Kendilerinden çok şey istendiği vakit nasıl sevindiklerini gözleyiniz insanların, Merıııoz.
Yücelik ilkin - ve her zaman - kendi dışında yer alan bir erekten doğar (Hava postası): insan kendi içine kapatılır kapatılmaz yoksullaşır. Kendine hizmet eden olur.
İlkin bireysel yaşamı hiçlemeyi öğütleyen sosyalizm, dışardaki herhangi bir şeye karşı özveriyi öğütleyen faşizmden daha az coşturur insanı. (Ve bu herhangi bir şeyin adı ne olursa olsun.) Simgenin miti simgenin kendisinden daha önemlidir. Sözgelimi, vatan kavramı hiç te boş değildir, dinsel resimlerdeki Tanrı da öyledir. Faşizmin çekiciliğini yadsımak yararsız; tarihsel bir belirtidir o.
Karşılıksız özveri yoluyladır ki insanlar birbirine ulaşır. «Karşılıksız» sözcüğüyle veren yanımızın beklemeyen oluşunu dile getirmek isterim. Armağanları, sunulan kam ve yaşamı kabul eden put tüm insanlar oluverir.
Ve küçük Fransız demokrat kentsoylusu korkunç bir yalnızlık içindedir.
— 14 —
Yığının seçkin topluluk karşısında önceliği mi? Asla. Maddenin, yaşam standardının, ruh karşısında önceliği mi? Asla. Mantığın belirli bir insancıl usa aykırılığa önceliği mi? Asla. Kiliseleri yakan ve soylular sınıfının onuruna saldıran kimselerin sosyalist öğretisinde zincirlenme mi? Asla. Hem hangi aydın Fransız komünisti bu görüş açılarını savunma atılganlığını gösterebilir ki?
Çünkü İspanya, sanat zenginliklerini yakarak ve m anastırların kapalı evrenini boşaltarak, bir an için bile olsa uygarlık karşısında alıklığa öncelik tanım ıştır ister istemez. Ve hiç bir sitemde bulunmayacağım yığınlara, ama pisliğin yayılmasına göz yumanlar, onlar anlasın isterim kusurlarını. Çiinkü o pislik, uygarlıkta kesinti oluşturmak için olağanüstü bir biçimde sızıp yayılabiliyorsa; öğretim adına olanlar örneğince, daha az ilgi çeken girişimler yoluyla, onarımı olanaksız gerilikleri gerçekleştirmek için neler yapmaz ki?
Dinin yerini tutmak (Dinin yerine başka bir şey koymak) anlamsız bir söz değildir.
Ayııı kavram lar zenginliğini sürüklemek için ne öngördünüz? Siyasal eğitiminiz her şeyden önce ödevlerden değil, ama istek ve kinden oluşmuş. Raslantı sonucu mülkleri elinde bulundurup, tinsel yeteneklere de sahip olanlara karşı da (sınıf kavramının ayırıcı gücünün kötülüğü sonucu) kinlisiniz. Kolay anlaşılır bir kavramın keskin çizgisi ayırmalı onları birbirinden.
Zavallı Vautel, demokrasisinde yalnız sağduyulu ve
— 15 —
töresel insanla yetinmekle özgür insanın yıkımına çalışmaktadır. Uygarlıkların, dinlerin ve benzeri kurumlanıl yetiştirmeye yöneldikleri insanı ve bu insanın niteliklerinin hiç birini kavramaksızın. (Haktan yanalığı, evrenselliği kapsamak üzere). Ne Mozart’a olan sevgi, ne herhangi bir sevgi ve ne de Tanrı ve insana olan sevgi yalnız sağduyuyla yaşanamaz. Vautel, insanda bu tinsel ü s ty apıyı gördüğü her zaman, peşine düşer onun. Ve daha adını koyamadığı bu yanı ile onu gerçek insan sayar ve insanı bir sindirim kanalıyla bir üretim aygıtı sanır. Her türlü uygarlık dışında bir olasılıkla lahanayı severim ya da sevmem. Kraliçeyken ya da bir buluşma evindeyken gelmiş olmasına göre çekiciliği değişiveren kadın konusunda bile şimdiden başarısızlığa uğram aktadır bu görüş biçimi. Ve işte özellikle bu çekicilik ayrımlarıdır onun gözünden kaçan.
Nereye yöneltiyorsunuz beni, siz ki tinsel olanın üstyapısının önemini hiç sezmediğinize göre insanın beslenerek ve üreyerek varlığını sürdürdüğüne inanmaktasınız? Tasarılarınız değil (beğeniyorum onları), bilgisizliğiniz- dir beni ürküten. Siz de içmekteydiniz sizi insan yapan bir kaynaktan. Ama sizi insan yapanın o kaynak olduğunu bilmediğiniz için (çok daha az önemli kazançlardan ötürü) kurutm ak üzeresiniz onu.
Daha iyisine sahip olmadıkça geleneksel yapılarıma bağlı kalırım. Ve işte budur gerçekten, olumlunun tutuculuğu. Onu da bilmemektesiniz, siz ki, çıkar’m insanları yönelttiğine inanıyorsunuz; daima geçerli ve gördüğümüz gibi de yanlış bile sayılamayacak bir formül. Geçerli ama katkısız.
Pek doğaldır türüm ü, insanlık imgemi sürdürmemin
— 16 —
çıkarım a oluşu! Bu yaşayaduruş içgüdüsüne çıkar adı verilebüirse de, hiç olmazsa insanlığın da çıkarı sayılır belki.
Daha elverişli bir eşya, daha iyi bir araba, daha temiz bir hava sunuyorsunuz bana... Ama onlarda hangi insan barınacak?
î(: & r
Yabansı bir biçimde bağlı kılııımışızdır nesnelere, bu, gördüğümüz eğitim gereği böyle olmuştur kuşkusuz. Bu konuda barbarız bizler. Bu konuda birçok barbar -bellisizce sezmekteyiz bunu- uygarlaşmış gibi görünür bize.
Bu konuda dinsel gerileme, tinsel dünyamızı yoksullaştıran bir yıkımdır.
Normal eğitime ,bir de olağanüstü tanıtm a yayınını oluşturan eğitim ekleniverir. Kâr üzerine kurulu bir sanayi -eğitim yoluyle- insanlar için «chewing-gum» değil, «ehewing-gum>:-lar için insanlar yaratm aya yönelir. Böy- lece otomobil için otomobil değerini yaratm a zorunluğun- daıı, imgeler ve karoser karşılaştırmalarıyla yalnız barlarda canlandırılan 1926’lann alık küçük jigolosu doğmuştur. Böylece filimden evrenin en hayranlığa değer in- sansal ham urunda değersiz ve alıkların alığı ünlü sinema
— 18 —
yıldızları doğmuştur. Bu düşüncesiz hayvanlar ki, canlarının sıkıldığını bile sanmanı, daha doğmamışlardır çünkü. ('*)
Bir dinin, tohumlarıyle ateşe vereceği alan.
İnsanla nesne, insanla insan arasında iğrenç ilişkiler yanyana.
Ancak erek kendisini aşar aşmaz, yücelir bu ilişkiler de.
Sertillanges bilgiciliği: Tanrı’ya İnanın Kaynakları’ıı- da, Peder Sertillanges insanları inananlar ve inanmayanlar diye ayırır. İnananlar alayına karşı dikilmiş inanmayanlar ordusu imgesi doğuverir bundan hemen. Ve bir dine aykırı bayağı ambarcı sövgüsüyle bir budalaca biyolojik manyak savı aynı ordunun generalleri, Lam ark’ı ya da Poincare’yi değerden düşürür. Savaş için elverişli, ama evrende düzen yaratm ak için etkisiz bu kategorilerin sal. önerimi bile daha şimdiden i başarısızlığa uğrattı sorunu) yanlış bir yorum getirdi soruna. Gerçekte yalnız inanan insanlar ve inanmayan insanlar vardır; fakat etkili b ir sınır ayırmaz bu iki grubu, sınırın her iki yanında bu iki gruptan insanlar yer almaktadır.
Peder Sertillanges, bizi söverek nasıl kendinize çeiî- mek istiyorsunuz? İlk hamlede azarlanan çocuklarmışız- casıııa davranarak, nasıl inandırmak istiyorsunuz bizi?
(*) Kale, XXVI. bölüm, sayfa 105: -Bak, dedi babam, esne- yem iyor bile artık. İnsanlardan bekleyişin acısına dek her şeyden vazgeçm iştir o.»
— 19 —
Kurumunuzun doruğundan kurumlulukla suçlam aklasınız bizi saygınlığımızı meydana getirenden ötürü. Kurulululuk ve ahlâksızlıkla. Bilgilerimizin koşullarının ortaçağdan bu yana değiştiğini bilmiyor musunuz kuzum?
Bilimsel girişimde kendisine değerli görünen bir kuramı kurtarm ak ereğiyle onu olguların ve tarihin sıkı bir eleştirisine sunmayı kabul etmeyen kimseyi korkak saydığımızı bilmiyor musunuz kuzum? Namuslu olmasını biliriz, acı çeksek bile. Efsanevî olanı gerçek olandan ve belgeyi varsayımdan her zaman ayııdetmeyi yol yöntem olarak kabul etmişizdir biz. P asteur’ün hasılalarını bizimle beraber yadsıdınız. Ve hemen yaşamımızın yalnız rahatlıklarını değil, ama anlamını da ilgilendiren, tüm eylemlerimizi ve içten devinimlerimizi biçimleyecek şeyler düzeninde. Hâlâ hakikate hizmet etmeye ve m asallarla büyülenmiş kalmaya aynı zamanda istekli, kilisenizin eşiğinde sıkıntı içinde duraksadığımızda, gürlüyorsunuz bize.
Kanıtlarınız mı, nemize gerek onlar? Hıristiyanlıkça kurulmuş -ve biliyoruz ki- hıristiyanlık için varız. Biliyoruz ki Taıırı’yı gereksinmelerimizde, görünüşte kendiliğinden oluşmuş ahlâkımızda, kendi üzerimizde, evrenin üzerinde bulacağız. Ve sizin düşüncenizi çözümlerken, eğer görme yeteneği taşıyorsak, onu yöneten kavramları bulacağımızı pekâlâ biliriz. Ve hakikat diyoruz buna. Evet, ama kendi dışımızda değil, içimizde hakikat. Tanrı bir hakikati dile getirir; ama belki de bizce yaratılm ış bir hakikati.
Kaygılarımızda- yatıştırılması gereken, Peder Sertil- langes. Onlar kötülüğe eğilimlerimizin değil, soyluluğumuzun kendisinin yemişidir. Tinsel baskı hiç tedirgin et-
— 20 —
nıez bizi, olanca istemimizle çağırırız onu, güçlü varlıklar yoğurmak için katı yasalar gerektiğini iyi biliriz. Bir Tanrı icat edilmesi, katı yasalara boyun eğmemiz bakımından bize yardımcı olurdu. Adanmış ödüllerden ötürü değil o denli -çünkü birincisi, bizim için tek değeri olanı yücelmektir- ama seviyle vermek için, kendisinden yoksun bulunduğumuz ]>ut’u zorunlu sungularımızla ululamak için. Pek erken, daha sığınmaya gerek duyulan çağda Tanrı’dan yoksun bırakılmış yapayalnız küçük oğlan çocukları olarak yaşam için savaşmak zorunluğuyla karşı karşıyayız.
Olağanüstü olana bunca önem verdiğinize göre, onu bize tek başına ileten tanıklıklara niçin hiç önem vermediğinizi bize açıklamanız gerekirdi. Yazarları bilinmeyen ve aralarından hiç biri İsa’nın sağlığında yaşamış bulunmayan belgelere dayanarak dirilişe inanmak niçin zorunlu olsun.
Mademki bu gerçekliğin kendisi kilisenizin kilit taşıdır; başka her yerde, düşünceye saygı duyan bir insana yaraşm az saydığımız ve basımlarınızda açığa vurulduğunda sizi de bizim kadar öfkelendiren «savı kanıtsama»nın niçin Kilisenizde ansızın alçak gönüllükle uysallıktan varlık kazanmış bir yükselişe dönüştüğünü açıklamanız gerekirdi. «İncillerin seçiminin doğruluğu kesindir; çünkü onu yöneten din bilginleri kurulları yanılmaz idiler». Yanılmaz idiler. İncillerin Tanrısı adma buyurucu olmalarından ötürü. Ve o Tanrı da bu seçimin doğruluğunun kesinliği ölçüsünde tam tlanm ıştır ancak.
Yra tanrısal düzendeki bir belgeyi en azından insan güçsüzlükleriyle lekeleyen çelişmelere ne dersiniz? Ya kötü nivetle ve Isa’yı peygamberlerin geleceğini bildirdikleri
— 21 —
kimseyle, sonradan uygun düşürmeye çalışan metiıı ak tarımlarına ne dersiniz?
Ya kilisenin birbirini izleyen tavır değiştirmelerine ne dersiniz? Nasıl yanıtlayacağınızı iyi bilirim. Çelişik olumlamalar alacak ve onların ortaklaşa ölçülerini arayacaksınız. Buna «doğma» deyip, soracaksınız bana: «Bu olumlamaların bu evrenin düzeninde birbirlerine uygun düşmeleri hayranlığa değer değil midir?» diye. Bu işlemi önceden olanaklı bilen dalga uzunluklarım tanıtlam ak ereğiyle evreni usavurmalarla düzenleyen zırva kimselerce her gün başarılı kılındığını gören bense kaygılı kalm akta haklıyım.
Hiç kimseyi iııandıramıyacağımı çok iyi biliyorum; çünkü gerçek ya da yanılgı diye bir şey söz konusu değildir hiç.
Şu andan başlayarak bilimsel alandaki göreceliğin tinsel alanı kapsayacak biçimde genişletilmesi çok önemlidir belki. Ve her şeyden önce insan zihninin girişimlerinin özünden ayrımlı olmaları için hiç bir neden göremiyorum.
Bilimsel kuramım bir anlatma yolundan başka bir şey değildir. Eğer doğa apaçıklıklarını bir okuma kitabı örneğince iyice kanıtlanmış bir biçimde gözümün önüne serseydi; Bâbil’de gözlemin bövlesi gizemlerin üstesinden gelmemiş olması pek yabansı olurdu.
Sınıra dayanınca: Evreni yaratan Tanrı mıdır öyleyse? deyip susmalı mıyız.
Tanıklık yoluyla kanıttan, görgü tanıklarınca tanıtlamadan, bize oııca söz ettikten sonra bu tanıklığın kesin bilimlerle tarihsel eleştiri ışığında yetersizliği ortaya ç.ı-
— 22 —
kıverdiğinde, şaşırdığımızı ve uzaklaştığımızı gören kato- liğin yakınması niye? Bizler değiliz bu kaygan alan üstünde dinimizi kuran.
Dinsel çatışkılar: Tarihsel eleştiriye bunca değer verdiğim günümüzde ona ilişmemeye gönlüm yatmalı. Sözlü geleneği yadsıdığım günümüzde boyun eğmeliyim ona. Hıristiyanlığın belirli bir iyeliğin tutucu savunma öğesi bulunduğu günümüzde İncille uzlaştırmalıyım onu. Bu evrenin çözümlenmesinin beni doğaüstü’nden bezdirdiği günümüzde çözümlemenin sözkonusu olmadığı bir çağdan olan kimseye inan beslemeliyim. Bilimin onca istemli gerileme durumuna yeğinlikle saldırdığı günümüzde, inançlarımda hiç bir tedirginlik duymaksızın yaşamalıyım onları birbiri ardı sıra. Nedeıı sözcüğünün anlamı konusunda kuşku duyulan günümüzde İlk Neden’in anlamını olduğu gibi korumalıyım. Erekçiliğin etkisizliğini açığa vurmuş bulunduğu günümüzde erekçi kalmam gerek.
Evet, ama ötedenberi iletilmiş kavramların değeri vardır valnızca. O kavram lardan yoksun, ne olabilirdim ki? Onİardır işte kayra adını verebileceğim, insanın to-hıımlasması diyebileceğim.
Ama Hıristiyanlık Rcma evreninde hiç bir şeye karşı çıkmamaktaydı. Bu gün o. düşüncemin kendilerine bağlı kalma hakkına sahip olduğum bölümleriyle çatışmaya girmektedir. Dinsel değerlere bağlı kalma hakkına da sahibim. Ama evrene uzlaşıra getirememekle. Roma evre
— 23 —
nine sundukları o apaçık bütünü artık gösteremediklerinden ötürü yerinmek te hakkımdır.
Bağlantılı bir anlatma yoluna sahip değilim artık.
?/•
Tanrı’nın var olmayışının ne önemi bulunabilir benim için: Tanrı insanı tanrısallıkla zenginleştirir.
Tanrı. Oyunun kuralı bireyin özgür alanında yer almaz kamçılayıcı bir biçimde: ama onun dışında, bir başka deyimle Tanrı’dan yoksun alanda. Yani her şeyde ve hiç bir şeyde. Aynı zamanda erişilmez ve saltık olanın yetkin simgesel dayanağıdır tanrı.
Yaşamın anlamı sorununu erekçi olmaksızın ele almak güçtür elbette. Dinsel açıklamanın yararını yitirdiy- sem. değerlerini bir başka alana aktarmalıyım hiç olmazsa; çünkü gerekli ve verimlidir onlar. Eğer insan yaşamı kendisini bir ereğe yönelten hiç bir anlam taşımıyorsa, elden geldiğince iyi yaşamaya indirgenir kişioğlunun dileği -ama kendinde hiç bir şey hazırlamaksızın, yıllarım birer birer tüketen acımasız briç oyuncusuyla yetmemem; besin yedekliğiyle örtünüp kapanmış bu böcekte hiç in- sansal olmayan bir yan vardır. İnsanoğlu başka yerde aramalı, çaba göstermeli, çıkış yolu bulmalıdır; Perpig- nan’da birlikte yemek yediğim ve göreviyle ilgili denklemlerle «poker d’as» dışında hiç bir şey bilmeyen X’in küçük mühendisinde bir şeyler eksik kalmıştır.
— 24 —
Mutlu sanabilir kendisini, öylece yeğleyebilir kendisini; gerçekten insanca bir etkinliğe eslik eden (bir ere« olmaktan çıktığından, zenginlik duygusundan başka bir şey olmayan) gerçek mutluluktan yoksundur, açık denizin tadını hiç bilmez o.
Kutsal cuma günleri: Özveri günleri... Ben daha önce evrenseli, seviyi, özveriyi severim. Özveri yaşam bakımından ilgilendirir beni sadece.
Tanrı kavramı (ama ödül değil) ne denli de kolaylaştırm akta bu özveriyi.
Ve ödülden söz edilmesin bana. Kardeş kardeşi kurtarm ak için zindana gittiğinde, din olmaksızın da onun bu eyleme girişeceği açıkça kavranabilir. Açığa vurulmuş sevisinin ödülü yeterlidir onun için. Ama bu sevimli kardeş başarısızlığa uğrayabilir. O zaman Tanrı nasıl da kolaylaştırm akta bu girişimi! Bu karanlık devinimi nasıl da aydınlık ve istenilir kılmakta! (Ama bu sevi bile tanrısal olanın simgesinden başka bir şey değildi.)
Hoşlantısından vazgeçmesini çocuktan istemek için bir destek bulmaya gerek vardır. Eğer istemini eritmekten söz edilirse, kurumun tohumları atılmış olur ona. Yoksula bağıştan söz edilirse, bu, sendika üyesince yapılan bir ödentiden başka bir anlam taşımaz belki de. Fakat özveri için özveri... Bir oluşturma anlamı taşım aktadır elbette ki, ama Tanrı kavramı olmaksızın hangi yoldan onunla tohumlanmalı çocuk?
Otoriteyi T an n ’dan başka bir kaynaktan türetm e güçlüğünden yılgıya düşmüş bulunuyorum. Tohum yukardan ekilir.
Neye lâyık oldukları hakkmdaki yargınız değildir önemli olan. Ne olmalarını istediğinizi bilmektir. Büyük yanılgı buradaydı.
— 25 —
Yalnız insan töresinin karşılaştığı güçlük. Eğer o yalnız ise başvuracağı kaynak da yoktur. Tanrı’nm ya da yargılayan bir yakınının görevi....
Öyle olunca, liyakat ve ödül kavramının tehlikeliliği çıkıvermekte ortaya.
Çocukluk çağı, başa yenen darbeler, din. özveri, bu küçük hayvandan, sertlikle, bir insan çıkarmaya yönelik onca eylem. Bir André Breton oluşturmak için, hiç bir şey André Breton’un kendilerine öfke duyduğu ailesinden daha etkili değildir.
Yalnız özverinin değeri vardır, ama seri üretim nesnesine değil, s tandart kamyon için özveride bulunulamaz. Bir porselen fincan için, ya da giderek bir zenci maskesi için yapılabilir o ancak, belki de insanın bedenini ateşle saran gerçeküstü bir nesne için.
O ekmeğe duyulan açlık.. Melekler ekmeğine. Coş- kulandırıcı olaıı hiç te gerçeğin kendisi değildir belki, ama Mit’in aşırı etkililiğiyle ezgili bir coşkunluk alır beni.
İnsanın içinde ışık mı ?Evet, hem de pek belirgin. V'j X’in jigololariyle geçirdiği can sıkıcı, anlamsız geceler, dönüşün giriş olanağı verdiği o evrenin değerini karşılayamaz hiç.
Hep ayııı m it... Vazgeç, el çek, acılara salm, savaş, susuzluğun çöllerini aş, pınarları geri çevir. Ve kendindeki ben’in açılıp gelişmesine ulaştıracağım seni.
— 26 —
Bu bildiriye karşı gelen sen, ne yaptığını nasıl önceden bilebilirsin? Kendinden çıkabilecek olanı bilmemektesin. Kendini hem sürekli, hem temel, hem de dayanaklı saym aktasın: yalnızca algılamakta olduğun duyguların senin için olanaklı bulunduğunu sanm aktasın; kendinde taşıdığın insanın t dinlendiğine inanmaktasın, ama bu mistik birleşim sende nasıl bir ateşten kuşun, katlanmış kanallarını açıverir, bilmemektesin. Bu im paratorluk dünyası yasaklanm ıştır sana.
İnsanın günün birinde her şeyden vazgeçebilmesi ve sonra yine ten isteklerine dönebilmesi nereden gelmektedir? İnsanın apaçık ikiliği. Ve yine o durumda nasıl yaratm amış olabilirdi şeytanı?
Yeniden kazandırın bize, der insanlar her şeyden önce, yeniden kazandırın bize ölümsüzlüğü. Öylesine yılgıya düşmekteyiz ki, elindeliğin... bir oyundan başka bir şey olmayan o dansın açığa çıkarılışından... Yeniden kazandırın inançlarımızı bize: aile şenlikleritıinki, yıldöniimle- rinki, heyecanla dikmiş olduğum ve oğlumca yetiştirilecek zeytin ağacımnki olsun isterse; kapsadığımızı ve kendimizden öte sürüp gideni kazandırın bize yeniden. Ölümlü bir bedeni değerli taşlara dönüştürme özgürlüğünü ta nıyın bize...
Sende sevmiş okluklarımdan hiç biri özdeksel anlaın taşımamakta. Dudakların, evet, arııa biçimler evreninden olan gülümseyişi oluşturdukça. Bedeninin kitlesini değil.
— 27 —
ama onun uyumunu. Fiziksel ya da kimyasal olanla ta nımlanabilir hiç bir şeyi, ama katkısız matematiğe ve değersiz geometriye vurulabileni. Tinsel olmayan bir anlam taşıyan hiç bir şeyi.
İnsanoğlunun tanrısallığı. Müzikhol dansözlerinin sunulmasında yığılı tüm göz kamaştırıcı parlaklıklar: o a ltın, o bedenler, o gülümseyişler, o göğüsler, o bitki bolluğu, o çağlayanlar ve o aynalar... ..................
...Sonra, ortaya çıkıverip her şeyi ezen çirkin yüzüP o w ell’in.
* ❖
Tanrıca insanlara verilmiş ve onların bu denli kötü kullandıkları tanrısal anlatm a yolu. Bir ışık ham urundan yoğurulmuş o küçük kızı kurtarm ak isterdim, ama belirsizce ışık veren bir çamurdan ne yapılabilir ki?
Birey tarafından hor görülüyor, toplum tarafından hor görülüyor — N e ! — sizin tarafınızdan da mı hor görülüyor Tanrım. .
İnsanlar. Onların oldukları değil ama olabilecekleri uğrunda vermeli canını.
S.ye yanıt. «Hiç inanmadınız mı ?Öyleyse, ne yitirdiğinizi bilmiyorsunuz. Çünkü tohumlanma sisteme girme koşuluyla kendini gösterir ancak. Bundan ötürü bir bir anlamı vardır eleştirmeci düşünüşten el çekmenin:
— 28 —
deneyiniz ilkiıı, salt değer verilebilecek nasıl bir insanın sizde doğacağım görmek için.»
İnsanı kurmak için yaratılır imparatorluk.
André Gide denemiş olmaksızın yargılamakta. Oysa bir kavram sal sistem kurduğu insanla değer kazanır ancak, beriki öylesine içseldir ki ayrımına varılmaz çoğun. Bir esenlik duygusu, bir belirsiz paganizm adına, X’in geceleri adına.
Dinin gerekliliği. Amerika, bir dinsel devimin sürükleyeceği bir kavram ca tohumlanma gereksinimindedir. Kavrayışı sağlamanın ve kanı değiştirtmenin ne olduğunu anladım.
Bu açıdan bakılınca: tüm bu tohumları artık kabul etmeyen insan üzerinde hangi oluş gerçekleştirilebilir yeniden Rusya’da...
«Diıı adamı kötüdür» der Gide; bu olumlama tümüyle anlamdan yoksundur. «Ortaçağın insan tipi kötüdür...» denmeliydi; (ve ben severdim onu dinsel haftasıyle, kırsal yollarıyle), ya da yine: «Bu insan tipi çelişik bir renge bürünmüştür» demek gerekirdi.
Dans payı aranmalı yaşamda, h a tta kent yaşamında bile. Rambouillet avlanmaları, donatmalar, dinsel törenlerin usul ve sırasına göre takvim yılı, kutsal kitaba ilişkin anılar uyarınca Saiııt-lazare’da trenlerin deviniminin, değişikliğe uğratılması.
Görülmez yurt, tek y u r t: kırsal yolların çizdiği bu yüzü F ransa’nın... Devrimler, bir başka yüz yaratacak mısınız bana?
Görülebilir kent var: görülemez kent var. Kırsal yolların tinsel değerlere saygılarıyle çizdikleri bıı yüz var. İnsan yaşamının tasarılarına olanak veren o köy yaşantısından yoksunuz. Çünkü bizler kentte yalın eğlenceler yaşamaktayız; ve sevi zencilerde olduğundan daha az ilgilidir çocukla.
Her birimizin tüm iyiliğini alıp, bir İlâhi oluşturacağım ondan.
% #
Sevil kenti sokaklarında gezdirilen Meryem Ana. Moskova sokaklarında gezdirilen Stalin: estetik ayrımı, der Levy... Bundan başka...
Dinlerin yüceliği, etkililiği, ulaşılacak tinsel insan imgesini kurduktan sonra devrimsel sorunlarını ortaya koymalarındadır. Bu insan bir kez yaratıldı mı, diledi- ğince düzene koyuversin kendi dünyasını.
Marksçı devrimler, bu düzenlemenin yarattığı insanı hesaba katm adan düzenlemeye koyulurlar evreni. (N esnenin tanrısallığı).
Ben hiç te ulu bulmam bunu : Samanyolu, Samanyolu-
— 29 —
— 30 —
nun büyük suskunluğu, milyonlarca yıl sonra «emekçi sınıfın tarihsel görevine» ulaşmak için. Bir başka aşama sırası sözkonusu burada pekâlâ.
«Emekçi sınıfın tarihsel görevi», ne anlama gelmektedir? Bu erekçiliği hiç doğru bulmuyorum.
İnsan adına saldırılmakta bazı ilkelere, ama insan kendisini biçimlendiren ilkelerden ötürü böyi°dir. Ve yine her kurtuluş yıkıcıdır.
Kurduğu insan adına hıristiyanlığı yıkmak (anarşistin kamusal kıyıcılık savaşı) ve kurduğu insanı kurtarm ak istediler: ama işte o insandır ilk önce yıkmış oldukları.
% & &
Sol yanlısıdır; halk yığınlarını sevdiği için. Öteki; onları sevmediği için. Sol yanlısıdır; namuslu ve değerli işçi yere tükürme hakkına sahip olduğu için - ya da bir mendil taşıma hakkına sahip olduğu için.
Sol yanlışıyım; halk yığınlarını sevmediğim için. Onları severek sol yanlısı olsaydım (bir başka deyişle bu durumda onları yeğleyerek, çünkü ayrıcalıklıların zararına onlara hizmet etmek söz konusudur) onları böylelikle daha soylu oluşturan yaşam koşullarıyle (yoksulluk, özveri, haksızlık) savaşm aktan sakınırdım, bilmediğim bir insan konusunda tasarım da bulunmayı (tokluk, bencil ra hatlık. kentsoylu sindirim:) kesin olarak reddettiğim için; tanıdığım ya da dilediğim insanın ululanmasını tasarlayabilirim ancak. (Mutluluk zaten tüketilen nesnelerden ileri gelmez. Ve aldatılması kolaydır (budaladır) o kimse ki dostluğu nesneyle olan verimsiz ilişkiyle değişir. Eğer
— 32 —
bodrumunuz ya da çatı katınız, ey anarşistler, böylesi bir insanlık bitki örtüsü üretiyor ve böylesi bir zekâ ve yürek coşkunluğunu elverişli kılıyorsa, keşişin hücresini kurtarır gibi kurtaralım bodrumla çatı arasını; aydınlık güzel yapılara, sıkıntısız yaşama ve haktan yanalığa karşı.
Ama tinsel uygarlık düzleminden başka düzlemler de vardır; ve belirli bir yaşam standardının düşünsel yaşama hizmet ettiğini düşünmeye de hakkım vardır (Descartes, şöyle der: «Hiç geçim kaygısına düşmemiş bulunma mutluluğundan yararlandım ...»).
Marx, insan konusunda Pascal’dan daha az bilgi sahibiydi. Sol yanlılar, sağ yanlılar. Pascal karınca yuvasının işleyişi konusunda daha az "bilgi sahibiydi, ama karınca yuvası insanı hiç te ilgilendirmez.
Pascal’m insanı (sağ); Descartes’m insanı (sol). Birincinin gerçek öyküsünü yazmaya kalıyor iş. Kavramlar öyküsünü.
Gezilerinizden, her zamankinden daha kendini dağıta rak dönen sizler. büyük antikonformistler (yerleşmiş töre düşm anları): D escartes...
* * *
Eğer (her sermaye temsilcisinin bir toplum tabakası rolü oynadığı) kapitalist yapı insana olumlu yönde katkıda bulunuyorsa, onun apaçıkça ağır basmasında ve eği
— 33
tim görevini sürdürmesinde hiç bir sakınca görmüyorum, insanın çıkarı kendisininkine karşı geldiğinde dokunucu bir anlama bürünür o ancak. O zaman basın vc parlamentonun parayla elde edilirliği öfkemi uyandırır. Ama ikincil sorunlardır bunlar. Eğer sermayenin çıkarı, ulusun - yani insanın - çıkarı olmaktan çıkmışsa, o zaman yerini bir başka yapıya bıraksın.
Öfkelendirici olan: ülkenin, uygarlıkların kalıtını (ki dilemeye değer olabiliri temsil eden belirli bir yüzünün (belirli bir etkinlikler yapısının ya da bağlantısının - bulunacak sözcük) korunması, bu etkinliklerin ürünlerinden tek başlarına yararlanan ayrıcalıklıların (zaten tek başlarına da değil) korunmasıyle raslaşır görünmesidir; ama uygarlık nesnenin yaratılmasındadır, yazgısında değil.
Komünist kesim belki de sosyalist kesimden daha, fazla taşım aktadır yücelik düşüncesini. İnana gerekseme dııyan insanın ona yönelmesi bunun içindir işte.
Mademki Rusya’da kültür ve iktidara katılmayı hiç. b ir şey engellememekte, halk ya da yığın, geri kalanı gibi, en az gelişmiş, en az kültürlü, en az incelmiş - ve özellikle ayıklarıma araya girdiği için bu niteliklere erişmeye en az. yatkın - insaıısal kategori olarak tanımlanır orada.
öyleyse, halkın istemi, yığının istem ve iktidarı, öz- değin ruha bir kabul edilemez üstünlüğünden başka ne anlama gelir?
Yalnız... burada halk belki de var olan en üstün değer olarak tanımlanmakta.
Halk, evet, belki de.. Ama yığın! Bourget’deki o ağzı bozuk kadını hiç bir zaman unutamayacağım.
— 35 —
«Halk istemini sonuna dek izlemek»... Utanç verici yanılgı buradadır. Halk için hemen hemen aşağılatıcı. olan istemlerinin gerçekleştirilmesini değil, yetiştirilmeyi, kavramayı yeğ tu ta r o.
Aranıp taranacak yolları seçenler, laboratuvar işçileri değildir.
Elbette ki yetkili kişiler bütünün öğesi olduklarınca yığının da öğesidirler, Ve çıkarları da. yığın insanlar anlamına geldiği ölçüde, yığının çıkardandır. Ama yönergelerini astlarından mı, üstlerinden mi almayı yeğlerler? Anlak ve bilgi tarafından mı, çoğunluk tarafından mı yöneltilmeyi veğlerler? Tek sorun budur işte.
«İyi tiran»; bir m it’ten başka bir şey değildir. Çünkü onu zorunlu oiarak iyi yaratacak bir ayıklanma biçimini bize öngördürebilecek hiç bir belirti bulunmamaktadır. Ve bizi hoşnut edebilen tek yoldur bu: ancak bir topluluğun üstün öğeleri öngörüp hazırlayabileceği için başkalarının mutluluğunu, belirli bir haktan yanalığı, vb... Bir * İyi tiran» Mitinin var oluşundan ötürüdür, Sovyetler Birliğinde rençperlerle seyislerin bilginleri katletmemesi.
Zira onlar tümüyle hazırdırlar öldürmeye. Hiç bir şeye sahip olmayan ya da elinde pek az şeyi bulunan kimse saltık olarak anıktır yağmacılığa. Eğer ona; «Seni, içinde bulunduğun sınıfa yerleştiren kendi budalalığındır» denirse, kendi payına düşmeyen bir zekâya karşı yeni bir kin nedeni daha yaratılmış olur onda. Ne adına hayranlık besleyebilirdi ki?
— 3 6 -
lyi tiranın boyunduruğu altında hayranlık duymak
tadır o.
Saygınlık sorunu. Hiç saygınlık görmeyen insan öldü riir. Bu. özgül olarak insaıısaldır.
Gide’iıı halk yığınlarınca karşılanışında güzellik olduğunca can sıkıcılık da vardır. Eğitim görmemiş insanların bu, son olanaklarına dek çekinceye koyma, kullanma ve yararlanm a gereksinimleri.
Birev yönetimivle yığın yönetimi arasında bir yeğleme olanağı varsa./, yığın yönetiminin - ki kuçuk taşra kenti bunun örneğini sunmakta bana- yone m e n ezicisi ve en haksızı olduğu kanısındayım.
Eğer birey yığını baskı altında tutmamalıysa, yığın da bireyi ezmemelidir.
Her şey, Tual tarafından olduğunca, duygusal savunmaya değgin bir seçinısel düzlemde tartışılm aktadır, «hayranlığa değer halk»... Bense, acı çekenlerle paylaşanların genellikle mutlu bencillerden daha aşırıca iyiliksever olmaları dışında bir anlam veremiyorum buna. Oysa devrimimin ereği halkı mutlu olmaya yöneltmek olduğundan soylu kişıve, bilgine ve insanlık düzeyine yükseltmiş olacağım halka, en ilkel bir toplumu, bir başka deyiş
— 37 —
le, bu rezilce zevk ve eğlence düşkünleriyle yoksullar top- lumunu ne de olsa yeğleyemem.
Çünkü, ne aradığını iyi biliyorum Malraux’nun; dokunaklılık. Ve unutm akta gençlik yıllarının sonuçsuz girişimlerini; yücelik duygularından, kendisine tek solunuma elverişli görünen bu iklimden başkasına değer vermemek için .düzmeciliğe karşı savaşmakta. Kentsoylu bencilliğe karşı savaş. Basmakalıphğa karşı savaş. Yoksulluğa karşı cömertçe öfkelenme. Kilit taşını Tanrı’da yi- tirmişliğinden kendini tanım lam akta güçlük çeken yeraltı gömütlükleri Hıristiyanlığının onda tüm olarak sürüklediği her şey. Çünkü bu çelişmeyi Kilise ya da İncil peygamberleriyle kurtarm ak, toplumunu kurarken erekleriyle çelişken sonuçlar hazırlayan bir anarşist devimle kurtarm aktan daha kolaydı kuşkusuz. _
Her şey, anarşinin bir dönüşüm durumundan başka bir şey olmadığını ortaya koymakta. W.nin S.nin oğluna beslediği bu kin. Ama, eğer sorunlarını çözümlemiş ve adalete erişmişse, dilemeye değer insan görünecek olan W. değil midir? Onun sevdiği; acımasının, haksızlığa karşı savaşın, en güçsüze olan sevisinin uygulanma alanı bulmasıdır. Bir kan dökücülük, haksızlık ve güçsüzleri sömüren b ir dünya gerektir ona.
:!< sfc sfc
Erek araçları haklı kılar. Evet, ama araçlar erekle çelişkiye düşmediğinde. İnsana (ya da insanda güzel ola
— 38 —
na) savgıvı sağlamak amacıyle bir sol devrimi gerçekleştirm ek mi, peki; ama kara çalma, saygınlığı kırma ve insana ya da insanda güzel olana saygısızlığı dile getiren şaııtai voluvle değil.
Eşitlik üzerine düşünceler. Doğal düzende yeri yoktu r onun. En güçlü ve en zeki hayvan egemenliğini sürdürür. En güçlü insan da, en zeki insan da sürdürür üstünlüğünü. H ıristiyanlıktan (her insan Tanrının imgesidir). ondan bir süre sonra filozoflardan varlık kazanan eşitlik yeniden bulgulanmış bir gerçek değil, bir kavramdır Geçmiş bir uygarlıkça içerilmiş olmayıp, sonradan gelenin çıkış noktası, insanın bir çeşit tinsel arm ağanla tohumlanmasıdır o. (En çok bir nedenden ötürü doğruduı . Çoğunluk bireyden daha güçlüdür. Bu fiziksel bir olgudur, ama kör gücün tanrılaştırılm ası nedenine dayanmaz bu kavramın tinsel bir tohum niteliğini taşıması; tersine kör gücü ılımlaştırmasmdan ötürüdür.
Her şeyden önce şuna dikkat edelim ki, eğeı o, biıe yin yığınlar üzerindeki gücünü (büyük sanayici) dunlaştırm ak ereğiyle araya giriyorsa, yığınlar özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz elden geldiğince çabuk onların birey üzerindeki kör gücünü ılımlaştırmalıdır.Yığınlar Bethelot- yıı giyotine gönderirken, eşitlikten söz edilemez.
Anarşist Garcia Olivera’nın düşüncesi kabul edilemez: «Hiç bir neden yotur. der o, büyük bir ressamın dok işçisinden daha iyi koşullar içinde yaşamını sürdürmesi
— 39 —
için; eğer o. daha iyi resim çiziyorsa, daha iyi bir gözün kalıtçısı olduğundandır bu. Hiç bir değerlilik göstermez o, bu konuda » Din tasarlanm adan, ııasıl değerlilik tasarlanabilir? Ressam daha iyi resim çizer, bu bir olgudur. Hayvansal bir toplulukta aslan hayvanların en güçlüsü- dür. Ve egemenliğini sürdürür; Bu da bir olgudur. Bizim toplulumuzda güç ya da beceriklilikten başka kriterler girer araya; zira, tinsel bir im paratorlukta yaşam aktayız ve ozan da bir sermaye sayılır. Ama ozan yığının hizmetinde; niçin? Ve niçin yığın ozanın hizmetinde değil? İnsansal tonlumun ılımlı olması ve öbür ozanların da doğabilmesi için ozanın gücünün dunlaştırılması gerektiğinden. Ama bir ozanın hiç bir değerliliği olmadığı için değil.
Bu bakış açısı, faşizmin bakış açısı olabilir. Ama faşizm kapalı bir ekonomi üzerine uygarlığını kurar. Sentezini gerçekleştirmeyi hiç bilmemiştir o. Bireyin saygınlığını ve haklarını savunmak amacıyle Ford’un budalalığım savunmuştur.
İnsansal saygınlık... Uşakla derebeyi arasındaki o aşılmaz uçurumla karıştırm aktalar onu... Soyut bir anlama büründüğünde, hizmet etmek onur kırıcı olmaktan çıkar... -çıkar ama vine de insanlığa sığmaz.
Î-: #
Kimilerine saygıya evet demek, öbürlerinin -yayılma güçlerinin içinde- ölümüne evet demek anlamına gelir. (Tarladaki yabancı otlar melezleşmez, başkasının yerine gelir. Zaten melezleşme iyi otu soysuzlaştırır.)
Ne de olsa birinden biri ölüyor. İtalyan halkını mı, Habeşistan halkım mı. hangisini kurtarm ak gerek gezegenimiz üzerinde ?
«Sömürgeleştirmen mi, sömürgeleştirmemen mi?»: Bu değil sorun; ama, «sömürgeleştirildiğine göre (beyaz ırkın yayılması... tinsel görev...) .. meli mi...»
Ve burada yarar kavramı girer araya. Çünkü yarar, bu tinsel görevle çehşm ektedir...
Aritmetik, uygulama alanı bulmaz bu konuda. Yüz bin kişinin acı çekmesi, bir tek insanın acısından daha korkunç değildir. Onur savıyla çoğalmaz. Yanıbaşımızda ağlayan çocuğun acısını, boğulan yüz bin Çinli’ninkinden daha derinden duyan bizler. iyi biliriz bu gerçeği.
Hak duygusu insanına bağlıdır: eşitliğinki - kurtçukları hoşnut eder o ancak.
Adil olmak değildir söz konusu olan; ama insanı yaratm ak.
Adalete aykırılık hal ve koşullarda bulunmaz.
Haksızlık; o forsalar gözeticisidir ki, kendisinden belki 011 kat daha soylu tutuklusuııu hor görür. Onuruna sataşılmış Marie-Antoinette’tir o.
İncitmek, bir başka deyişle haksız olunmak istendiğinde iyi bilinir ki; hasının soyluluğuna varlık veren nokta yerilecektir özellikle.
Ben. Gareia Olivera’nın görüş biçimiyle ilgilenmem, hiç. «Daha iyi bir görüme sahibolaıı kimsenin madenciden daha iyi yaşaması adalete uygun mudur?» Adaleti nasıl tanımlayacağımı bilemiyorum. Tek sorun şudur: «Yaratımı ve tinsel yaşamı en çok hangi yapı elverişli kılacaktır?» Görevleri değişeceğim o halde, diyeceğim ki, adalet...
Adalet ya da bir söze bağlılık üzerine kurulu onur konusunda da aynı gözlem geçerlidir. Onursuzluk; hep değişmektedir. Yaşam aktır o. Ölüler için değeri vardır onurun. bugün katkısız onur yanlılarının hepsi onurları uyarınca yaşamaya çalışmakta ve birbirlerine de kin beslemekte; demek ki onur açığa vurulamaz olmuştur artık.
:{< :jc
— 41 —
Tüm kurşuna dizme tasarılanyle tedirgin etmekteler beni. Kurşuna dizmek yararsızdır; çünkü dinler inan de- ğiştirtmelidir. Eğe,” inansızları kurşuna dizersem, neyle kurarım H ır i s t iy a n l ığ ı? Sonra, bir insanın değerliliği öylesine gösterdiği evrimdedir ki... Onun ne olduğunu başka türlü bilmem ben.
Brasillach’ın *, radyo söylevimi onca az yükleyen lirik dil ya da dokunaklılığa değgin düşük dozdan ötürü - bir beğeni kusuruymuşçasına - beni suçlayan makalesini okuduğumda, gelecek bozgunu seziverdim. Zira gerek bu lirik dil, gerekse bu dokunaklılık bir Nazi’ce açığa vu-
(*) Saint Exupery'nin m etinlerini lirik atılımlarından ötürü her zaman eleştirmiştir.
Brasillac, Saint Exupery'nin G iraudouxnun isteği üzerine «Dröle de guerre» günlerinde (Yabansı savaş anlam ına gelen ve cephede hüküm süren yatışıklık nedeniyle 1939 - 1945 savaşına, ilk evresinde verilen ad> radyodan yaptığı ilk çağrıyı da k ınamıştı.
— 43 —
rulmus bulunsaydı, ne ona -ne de bana gülünç görünürdü. Bizdeyse, köklü bir inancadan yoksundur. Nasıl ölebilirdim, «Yaşasın Fransa» diye bağırarak? Yüksekten atıp tu tan ve çağdışı görünürdüm. Ama beriki ölebilir. «Heil Hitler» diye bağırarak.
Önsel görüş açılarına ya da seçme işlemlere varlık vermekteyseler de bağlantısız ve tanıtlananıaz kavram laıa değgin yetkin örnekler. B.de M.: «Subay olununca, verilen buyruk yerine getirilir ve susulur.» Ve ^.ye öfkelenir.-...: «Kişi onuru kurtarm a sözü verdi mi. donanmasını bile batırır.» Ve öfkelenir.
Saflık, berikini kendi adaletinin gerekleri uyarınca mahkûm etmekte değildir. Ama öfkelenmekte. Çocuksu bir oyun söz konusudur burada Bu havlamalardan hoşlanmam. En güçlüsü ol; haklı olursun, der onlar. Hepsi bu kadar.
Eğer her ikisi de tum turaklı üsluba sahipse, Brasıl- lac konusunda yukarda açıkladığım nedenden ötürüdür bu: liriklikleri inancadan yoksundur: yeterince âdil bir inanca, çelişkin dilek yönelişlerini uzlaştırabilirdi, çünkü burada her biri, belirli bir onur payından vazgeçmeyi kabul etmektedir. Her biri de sağgörüsünün bağlanmasına rıza gösterip ; «Bilmek istemiyorum...» demekte ve M. de apaçık olan bu geri çevirme, C. için de doğrudur. Avnı biçimde, Katolik de İncillerin eleştirisini-bilmemek istemektedir. Bu iki gözü bağlı kişiden korkunç körebeler düellosu varlık kazanır. Ve hangi amaca vönelirler, söyler misiniz lütfen?
— 44 —
Adalet, bir uygarlıkta belirli bir insan tipini sürdüren kuralların tümüdür.
Adaletsizlikle hoş göremediğim nokta, şu ya da bu ayine bağlı kalınm adık değildir. Bir eylemin kendisine göre haksız sayılacağı bir ayin bulunur her zaman. Adaletsizlikte bana dokunan; bu anlatm a yolıı dramıdır. İnsancıl bildirişimler dramı.
Falan adamın, komşusunun ayağına bastı diye, o davranışa indirgenmesindedir haksızlık; belki de incelikle, çekingenlikle yoğrulmuş bulunduğu halde... Filanca ruh soyluluğu nedeniyle bir kez «Yaşasın Cumhuriyet» yazm ıştır iyine soyluluk nedeniyle tersini de yazmış olabilirdi) ve hasımları için bu sözcükten başka bir anlam taşımaz. Adaletsizlik, insanı cebirsel simgelere indirgeyerek değerleri yok eden «Zincire vurulmuş kaz»dır da. Pogrom'dur (*)• Eşler arası dramdır o, çoğun.
Bir insanı tutsaklıkta tutm ak (yaşlı hizmetkârın küçük dramına, yukardan da olsa, eğinildiği, kendisine anlayış gösterildiği derebeylik konutu) ortodoks ve sapkın mezhepli diye bu insansal bölünmelerden yüz kat hafif bir haksızlık savılır.
Yeniden kazandırın bize, insanın Evrenselliğini.V.’nin, tanrıbilimsel düşünüş girişimlerini m askara
lığa döken bu makalesinden hoşlanmıyorum - ne de Ser- tillanges’ın inansızların budalalığı konusundaki sayfala
(*) Yahudi'lere karşı girişilen devim i dile getiren rusça sözcük. (Çev. notu).
— 45 —
rından. Bu kalem tartışm ası doğal olarak verimsizdir, denebilir. Saltık bir yasa uyarınca yönetmeliyim kendimi: Her zaman hasmın düşüncesinin en yüksek kesitini hu düşünce sadece açığa vurulmuş bulunmayıp (bir deli de açığa vurabilir), anlaşılmışsa; bunun az çok kusurlu da olsa, evrensel bir şeyin, valin b ir şeyin, öyle olunca gerçeğe uygun bir şeyin imgesini içermekliğinden ileri geldiği olgusunu hesaba katarak— dile getirmek.
& îfc
Breton, gizi görünürde bilmecelerle karıştırm akta.
Eğer bir gizim varsa, saklarım onu. Eğer hayret uyandırmak istiyorsam, eğer kurumluysam, eger içsel yaşam ve gurur yoksunluğundan ötürü çevremde y a ra ttığım etkilere göre kendimi değerlendiriyorsam, o zaman zahmetli bir küçük bilmece uydurur ve onu açıklayıp böbürlenirim.
İnsanda kendinin hoşnut kılınmasından daha gizemli hiç bir şey yoktur. Kendi rolüne, önemliliğine, başarılarına duyduğu o gönül yakınlığı. Kendisine saygılar sunulan budala kimdir? Sadece dış olaylarla beslenebileceği halde, niçin tüm dikkati içsel olaylarca çelinmekte?
Mistik mi, elbette, ama ikilem: Ölmek için ölmek mi. insanlar için ölmek mi istiyorsunuz? Yaşamınız bir an
— 46 —
lam taşımaksızın yaşamak istemiyorsunuz; kuşkusuz, ama briçin anlamı yeterli midir sizin için? Sizce ulusal b ir mistiğin varlığından bile söz edilemez, çünkü ulusa göz dağı verdirtiyorsunuz. Ona en büyük güçle karşı gelecek olanı (Hitler, Mussolini) korumaktasınız oyununuz gereği. •
Bu bilinçsiz, partilerden yana olma isteğinden sakınınız... soysuzlaşma oldukları için. Kendi ölüm nedeni olacak H ıtler’i bu sıfatla korum aktadır Fransız yurtseveri.
İ ta ly a - im paratorluk. İnsanı belki yücelten bu oyunu kabul edebilirdim, eğer o iperitle oynanmasaydı.
Dinsel tohumlanma olmaksızın, biç bir güç ve şanta j payı taşımayan insansal ilişkiler nasıl kurulabilirdi? Yüzyılda bir olsa da. Hıristiyanlığın süregelen yemişi Milletler Meclisi bile?
:Şs Şs i 'f i
Kendisine uğraş edindiğini besler kişioğlu. Dolaylı girişim diye bir şey yoktur. Erekle araç arasındaki ayrım, sadece iş işten geçtikten sonra geçerli bir eğitimsel ayrımdır. Tarihten bir zaman dilimi ele aldığımda; son durumdan önce gelene araç derim. Ama bir başka biçimde dilimleyebilirdim tarihi; ereğim de tasarlanmış bulunabilirdi onun içinde.
Evrenin önce tasarlanması gerekliliğine inanırız.
Diyebilirim ki; insanın oluşumu, rolü, anlamı konusunda benim düşündüğümü düşünen bir Italyan Katoliğ'iyle bağımızı ayıran yalnızca ses farklarımızdır. Biı yeryüzü bölüııümünce belirlenen kimseden daha yakındır o bana. Yurt, tinsel bir ortak kalıttır.
iki yüzlülük; çoğu kez kendini tanımlamayı bile bilemeyen bir utanmadan başka bir şey değildiı.
Bir yurtseverlikte bazı uygarlık değerlerinin korunmasını pek doğal bulurum. Sözü geçen değerler dış ülkelerce olduğundan daha çok iç evrimce tehlikeye düşürülmüş bulunduklarında; onları kurtarm ak ereğiyle dış ülkelerle bağlaşılması tümüyle tutarlıdır. Yaygın olmakla birlikte tanımlanması güç bir bencillik üzerine dayail yurtseverlik bir anlamsızlıktır.
Eğer komünist, falanca X. ..'in emeğinin karşılığı sermayece ödenmekteyse; o hem kapitalist uygarlıktan yararlanm akta, hem de ihanet etmektedir ona. Eğer emeğinin karşılığı Sovyetlerce ödenmekteyse, satın alınmıştır O. Böyle düşünür konformistler (törelere körü körüne bağlı kalanlar). Onun yaşama hakkına sahip olmadığı sonucu çıkarılabilir mi bundan?
Eğer beratlar, berat işletmesinden daha az gelir sağlıyorsa; zekânın tüccarlarca sömürülmesi anlamına ge-
— 47 —
leeek yerde, yönetimin türetim i ödüllendirdiği ve en az- rak dehanın yöneticinin dehası olduğu anlamına gelmez mi bu durum?
İnsan ne denli daha fazla kendisiyse, o denli daha yücedir. Uğraşısına karşı tutku duyup, ağaç kesicilerinin İlâhilerini okuyan oduncunun, iğrenmeyle (*), iskambil oyununu kendine boş vakit uğraşı ve yaşam anlamı edinen oduncudan daha yüce oluşu bir doğruyu dile getirir. Bununla birlikte Fransız biyoloji bilginini Amerikalı iş adamına yeğlerim. İnsansal aşama sırasında bence niçin daha yüksek bir katta bulunduğunu ilkin taııımla- maksızın. Ama meslek tutkusu girmez araya. Çünkü iş adamı, satranç oyuncusu örneğince, bilanço stratejilerince tümüyle tutkulandırılmış ve coşturulmuş olabilir. Gözlemlediğimde bilmezlik edemiyeceğim; biyoloji bilgininde çok daha zengin bir özdeğin tutkulandırılmışlığıdır. Ve Mozart dinlemesinden ötürü sitem etmeyeceğim ona, tam tersine. Her şey birleşir, tüm ilişkiler bilgiye hizmet eder (belki de kırsal yaşantının hizmeti dokunmuştur Newton’a I, ve Mozart da biyolojiye yardım edebilir.' E lden geldiğince kendi olunmalıdır; ama kendi önsel bir biçimde sınırlandırılmış değildir. Eğer gökbilimci odunculuğa koyulursa, yıldızların görünümü karşısında coşkuya kapılmasını anlar ve bu iki insansal durum arasında hiç bir ayrım yapmam (Oduncununkiyle gökbilimcininki). Oduncu —yalınca— daha engin görünür bana. Daha insan. Böylece, eğer o, dua etmek ya da sevmek, ya da şarabı ta tm ak gibi ağaç kesimini hiç etkilemeyen yaşantı-
— 48 —
Cs ) Sözcük okunamadı.
lan tanıyorsa; daha bir zengin insandır, kesim sırasında onun ağaçların kesimi hizmetine sunduğu. Bir beyefendi olmuştur artık o.
Faşist görüş biçimi: Niçin oduncuya gökbilimi öğretiyorsunuz? Gerçekte berikinin ona gereksinimi yoktur, ama bir başka insan varlık kazanacaktır.
❖
Yeryüzünde ulusçuluk sorunu iki düzlem üzerinde tanımlanabilir.
Bu kimselerce yeniden gözden geçirilen tutumsal (ekonomik) sistem her şeyden önce, her ülkenin —tanım gereği— dışardan aldığından daha fazla çalışma saati dışarı satm asını öngörmektedir ki bu da apaçıkça olanaksızdır. Bu temel çatışkıdan değişik çelişmeler ve sistem kesilmeleri çıkar ortaya. Hoş karşılanmayacak gümrüksel yönetmelik düzenlemelerine eğilim, ulusal duyguları çileden çıkarır. Gerçekleştirilen bu sınırlamalar sonucu; iki ayrımlı ulus kavramı yeryüzü kabuğu üzerinde karşı karşıya getirilmiş olur.
Fransa, İngiltere ve A.B.D. gibi, kendileri için bir ülke: şimdiden tamamlanmış bir yurtluk sayılan ve beslediği nüfusun kendi doğal zenginliklerine uygulanması gerekliliğini gösteren uluslarda: Bu nüfus yüzölçümüne değil, ama tarımsal, ha tta sanayiye değgin olanaklara bağlı olmalıdır ki. bu son durum gerçekleştiğinde ürünlerini değişebilecektir de. Bir ülke, nüfusuna fazla sun
— 49 —
— 50 —
ması sıfatıyle zengin - az sunması sıfatıvle yoksul diye nitelendirilir. Kendiliğinde zengin ya da yoksul bir ülke kavramı hiç bir anlam taşımaz. Kendiliğinde güçlü ya da güçsüz oluşundan söz edilebilir mi ? Elbette ki evet.
İtalya, Almanya ya da Japonya gibi henüz İngiliz ülke kavramına hiç katılmamış bulunan misvoıılu ülkeler; yüklendikleri nüfus, tarım sal potansiyellerle tarım sal değişimler toplamını aştığı için yoksuldurlar. Buna karşı, bu insan aşkınlığını kısmaya vönelmeyip, çocuk öğütlerler. Bir im paratorluk kurmak, bir uygarlık yaymak, sonuç olarak savaşmak için çocuklara gerek duyulduğundan. Hiç bir dinsel kökene dayanmaz bu davranış; zira İngiltere Almanya’dan daha dindar bir ülkedir. Bu davranış, kökenini bir misyon kavramından alır: «Panger- m ancıhkr5) , Bir Sarı ırk Doğusu. Roma İmparatorluğu». Sömürgeleştirecekleri ülkelere yerleştirmek ereğiyle çocuk sayılarını artıran bövlesi uluslar elbette ki daha sonra yeni ülkelere sahip olma gereksinimindedirler. Öyle olunca, ülküsel birlik hiç bir vakit tamamlanmışlığa eriş- meyecektir. Çünkü A -f- a ülkelerinde aynı misyon kavramı tohum layacaktır insanları. Pek yakında A - f a - f b... ye gerek duyacaklardır. Bir başka deyişle, hâsılı tüm yeryüzü yuvarlığına. Bir yanılgıya düşmüşlük nedeniyle değildir haksızlıkları bu kez de. Bu konuda yaşam yasalarını izlediklerini ve evreni ayıklanmaya bağımlı kıldıklarını ileri sürebilirler. Salt yücelik düşüncesinin insana —ve evrenselliğe olan bu vönsemeye— enginlik verdiğini ileri sürebilirler. Yalnızca kendisi olmaya indirgenmiş; aşlığı ve kulübesiyle yetinen: kendisine düşen düşünce
D ) Alman ırkı birliğini savunan siyasal sistem. (Çev. notu).
— 51 —
payını, evrensellikte gözü olmaksızın kabul eden insanın hoşnut bir insan olduğunu geçerli bir biçimde ileri sürebilirler.
Bir Ateş Haçı (*) yanlısı ya H itler'i ya da Musso- lini’yi koruduğu vakit; bir çıkar payı karışır elbet bu davranışa: yararlarının korunması yolunda iyi örneklerdir bunlar. Ama gördük ki; çıkar pek az şeyi korur. Ve korumasının yarar gözetmeyen bölümüyle, bu ulusçu kendisiyle çelişkin görünür ilkin. Vc gerçekte, eğer öncelikle gerçekleşmesini dilediği ulusunun yüceliğiyse; komşularımızda giderek kabaracak olan bu yayılma türünü engellemeye yönelmelidir. Yenici İtalya, yenik bir İtalya’dan çok daha güçlüdür Tunus saldırısı için. Onun Roma im paratorluğunu kurtarm ak ya da kurmak ereğiyle insanlar oluşturmaya vönelik eğilimini azaltacak olan - bu denli verimli olsa da - Habeşistan yengisi değildir. Böylece, iki soydangeçme düşman çıkıverecektir karşımıza.
Gerçek ulusçu, yalnızca yurduna karşı belirli bir sevi duyan insan değildir. O, her şeyden önce, belirli bir oyun oynayan insandır. Bir başka deyişle, kendisinde belirli bir insan tipini kurtarm aya çalışandır O: evrensel olmaya yöneleni. Yaşam için savaşmaya ve ayıklanmaya yöneleni. Bağlılığa (belirli bir biçimi), özveriye yöneleni. Kendi yüceliğini İmparatorlukla simgeleyip, kendisini bu İm paratorlukta duvanı. Belirli bir özsaygıyı kısacası. Ve bir oyun oynamak için iki kişi olunmak gerektir. Eğer komşu bu ovuna inanırsa: o insan da kurtarılm ış olur.
(*) I. — 1927 yılında yarbay La Rocque başkanlığında kurulmuş eski savaşçılar örgütü. Önceleri yalnızca savaş haçı sahiplerine açık bu aşırı sağcı örgüt giderek yayılıp, 6 Şubat 1934 olaylarında ağır basmıştır. (Çev. notu).
— 52 —
Evet, ama b ir insan tipi. Ve işte yine burada ne denli soylu olsa da bir kavram zaman aşımına uğramış bulunm aktadır; çünkü insanın yüceliği sanatta, bilimde, k itaplıklarda da toplanır. Oysa bu misyon kavramı korku verir ona; misyon yolu bundan böyle kırıp geçirici olduğu için. Oyunumun bedelini bir savaşla pek pahalıya öderim günümüzde. Ve peşin olarak, yarattığım ı ileri sürdüğüm insanı öldürürüm. Toplumsal örgüt gelişip, varlığına yeni öğeler kattığı için pek ortadadır buradaki çatışkı. Böy- ledir fizikçinin evreni; ölçülerini yetkinleştirdiğinde. B irbirini çelmeye başlayan verilere sahiptir o artık.
Ve yine burada yapabileceğim tek şey. bir secidir. Bana, haklı ya da haksız olduğumu tanıtlayabilecek hiç bir kanıt yoktur.
* * *
Tek insanca işlem —uzlaştırmak— ama bir yeni kavramsal sistem aracılığıyle uzlaşmazlık giderilebilir ancak-.
İspanya —Hepsini aynı çoban pelerini altında birleştirmekle yaralarını tım ar etme hevesi güdülmekte. Deliklerinden dışarı uğratılan tüm bu sıçanlar— C.üvene kavuşturulmalı.
Temelinde bir olağanüstü anlayışsızlık, bir uçsıız bucaksız olgular bilgisizliği yatmakla. Hiç bir faşist «Sons la sehlague des Nazıs» (*)’yi okumamıştır; ııç bir halk cephesi yanlısı <**) N ouvelliste’in Ispanya’daki pek korkunç kargaşalıklara değgin makalelerini okumamıştır.
(*) «Nazi’lerin falakası altında-. (Çev. notıı).(*«1 Militan olarak anlaşılm alı. (Çev. notu).
— 54 —
İnanılmaz derecede birbirini tanımazlık.
Ateş Haçı, Halk Cephesi. Bir hiç için değil, ama zaten tutarsız oluş biçimleri için dövüşmekteler kısacası.
Onlara —dile getirdiği bir politik görüş yüzünden Mermoz’un anısını kirletmek iğrenç bir şeydir— dediğimde; benden bu düşüncemi açıklamamı isterseniz, size verecek yanıtım bulunmayacaktır. Çünkü akla uygunluğun hiç yeri yoktur burada.
Bu konuda düşünce yürütmeyi reddediyorum. Bir seçi yapıyorum. Diyorum ki; «İnsanın, düşüncelerinin ötesinde saygı gördüğü bir uygarlık.» İşte benim uygarlığım. Bu aksiyomdan yola çıkıyor ve ona ulaşmıyorum İnsanlarda evrensel olandan taşıdıklarını arıyorum, içinde gezinebileceğim yüce bir im paratorluğa gereksinim duyuyorum çünkü.
Öfkeli bir tutumla söz ediyorlar dışarıya göçten. Bense uek anlamıyorum bu davranışı. Zira, eğer yurdumu koruyorsam, o bir uygarlığı, bazı kavram ları, bir dili, bir belirli insan tipini temsil ettiği içindir. Beni yurdumu kayırmaya götüren neden; insanları arasındaki ortak değerlerdir —şiveleri— değildir herhalde. Provans'lı- larla Breton’lar da Fransızdır.
— 55 —
Ama yurdumun bölündüğü varsayılırsa; içeriği bile değişmiş sözcükleri konuşmaktan başka benimle hiç bir ortak yanı kalmayan bir Fransıza oranla; benimle aynı dinle, aynı töreyle, aynı değerlerle yetişmiş bir yabancıyı kendime daha yakın bulmanı olanaklıdır. XX. Yüzyılın bu alık yurtseverliği gerçek değerlere dayanmayan bir takını rıılıımdan başka bir şey değildir artık. Bu da salt giysi rengi üzerine kurulu ve gerçek benzerlikleri önemsemez bir coşku anlamını taşır.
O, sol yanlısıdır; yığınları sevdiği için. Bense, onları sevmediğim için.
İnsanları severim ben.
ANLAK VE DİL ÖZERİNE
Kişi olarak bir dile sahip olmakla, nasıl bir rah a tlığa kavuşacaklarını anlatamam insanlara. Belirli bazı kavram lar arasında yer almakla, evrenin kendilerine ne denli aydınlık görünebileceğini anlatam am; yaşamlarını D escartes'taıı önce sürdürm üş bulunanlara.
Kendi niteliği gereği düzensizliğe inanm akta insanlar; Descartes’taıı önce doğal çelişmelere, doğal karışıklığa inanabildikleri gibi. Analitik denklemin bir bakış biçimi olduğunu bilmemekteler. Saçma nııı yasalarını elde etmeye, terimleri bağdaştırmaya çalışmaktalar; düzeninde saçmalığın yer almayacağı bir dil bulunabilecekken. Aynı olayın aynı zamanda hem saçma hem ussal, hem karışık hem anlaşılır, hem çelişkin hem de bağlantılı olduğunu bilmemekteler.
Toplumsal ve ekonomik bilimlerde insanı belirleyen bu kavram a yeteneksizliğini açıklamak ereğiyle şimdiye
— 60 —
dek onca malzeme toplayıp, onca m it oluşturdular ki; bu etkisiz görüş biçiminden güçlükle vazgeçebileceklerdir...
Gerçekten yabansı olurdu, insanın salt diliyle dış evreni kavrayıp, bağlantılı kılmasına karşılık, kendini ve kendi öz yaşamına değineni kavrayıp bağlantılı kılama- ması...
Y aratm aktan beni peşinen yılgıya düşüren: ne diyeceğimi bilmememdir, daha bir kesin olmak için, formüle edilmemiş evrenle bilinç arasında köprümü nasıl kuracağımı bilmememdir. Bir dil türetmeliyim kendime.
Bazılarından —onları yargılamak üzere— kendilerini ya da içine daldıkları yaşantıyı formüle etmeleri istenmekte. Ve işte belginlikle, düşünmenin en güç yaratıcı işlemi. Yaşamlarını sürdürürken gözleyiniz onları. Berikine bakınız, hastabakıcı ya da anne —ama dinlemeyiniz onu. Evreni kavrayacak kategori olarak, masasında gözüme ilişen o hafif dergiden yararlanır ve ondan öğrendikleriyle dünyada vardır o.
Bir ülke hiç de gazetecilerin ileri sürdüğü gibi politikacılarının kurbanı değildir. Evreni kavrama ve olayları düzenleme yeteneğine sahip bir kavram sal temelden yoksun bulunuşunun kurbanıdır o. Politikacıların da başkaları gibi bağımlı bulundukları bir dil sorunudur bu. Kavram kurmak politikacılara düşmez. Düşünürlerin işidir bu. Ancak onlar yönetir evreni.
Becerikli olunabilir, evet( belki, ama ancak bir dile bağımlı olarak becerikli olunur. Görünüşlere dayanılarak , becerikliliğin evreni yönettiği sanılır; gerçek yönetici dil olduğu halde.
«Karmaşıklığı kaldırdım», derdi Hitler. Doğrudur bu. Ari kavram karmaşıklığın önüne geçer. Bununla birlikte, yine de karmaşıklığın önüne sınıf kavramınuıki kadar kötü bir biçimde geçti. Ama, insan dünyaları onunla ilgili olarak kendilerini yetkince düzcnleyinceye değin, o, doğru görünmeyecektir zorunlu olarak insanlara. Emekçi, Marx’tan varlık kazanmıştır.
Hitlerci bağlantının Alman düşü için yeterli olması, bu düşün çok şey gerektirmediğini gösterir sadece. Bir başka deyimle, Almaıı’m bilinç aşamasında pek yüksek bir düzeye ulaşamamış bulunduğunu. Kaldı ki, öğretisinin özellikle bir sentezi andırdığı ölçüde inanç değişimi gerçekleştirebilmiş olduğunu, Hitler kendisi itiraf etmişti.
Bir dogma üzerine kurulu bulunmayan İtalyan devimine gelince, onun başarısının nedenleri daha da açıktır. Anarşi yayılıp dal budak salarken (zira Stalinci anlamda komünistlik söz konusu değildi hiç) bir yaııdaıı da kendi karşıtını kurm aktaydı: Düzene doğru yönseme. Bir anarşi ordusunun yanı sıra bir düzen ordusu da biçimlenmekteydi. Ve bir özdeş çatışmanın tek önermesi çözümü zorunlu kılar. Çünkü, askerî ve eşit tinsel ve özdek- sel güçteki savaşta; düzen mistiği üzerine Kurulu ordu, düzensizlik ordusuna üstün gelecektir. (Düzen bir y e tkinlik olduğu için.)
— 61 —
Yoksa faşizm, Stalinci bir komünistliği böylesine kolayca yengiye uğratm ış olamazdı (İspanya olayı).
Bir toplum iyi kurulmuş olduğu —ve dengelilik durumuna eriştiği— vakit, her şey bir devimsizlik içinde bulunduğundan, göze görünmez bir biçimde oluşur. Eğer falanca kuşlar sadece müzikle, renkle varlık kazanıyorlarsa, dengelilik durumunda olduklarından ¿öz ederim Ama onlarla beslenen çakırdoğan kuşunu kaldırıverin; tüm ekininizi kırıp geçirdiklerini görürsünüz. Yatışık denizin gücü de böyledir: Su bendini kaldırmaya göreyim...
İnsanın savaştan hoşlanabileceği yargısına varmakta güçlük çekeriz; ve ulusun biri savaşa koyulduğunda, bir Hitler çılgınlığı uydururuz. Sözcüklerdir yıkımı meydana getirmiş olan. Oysa tam tersine sözcükler başarılı kılmıştı mucizeyi. Süreklilik taşıyan güzel yapıların tan- rısınca yönetilmekteydik. Deniz kütlesini dengeler onlar.
Gerçekte, sözcükler unutulursa, doymazcasına obur ve sıkışık b ir düzende yaşayan insanlık türü, kalabalığı az ve yemyeşil ülkelere doğru iniverir. Bireyler kurban olur orada, am a evrene, ya da bilinçten yoksun yaşayan doğaya vız gelir bireyler. Ne de olsa, sözcüklerden ötürüdür, İtalya’nın Tunus’a saldırmayışı, İtalya'nın korkaklığı. Kendisine savaşı sevdirmeyen bir tinsel yapı (yaşama zevki) tarafından yönetilmektedir. Mussolini, bir sözcükler yengisi değildir. Ve zaten Alman saldırısında ilk kanımıza dokunan, bazı tinsel simgelerin hiç hesaba katılmamış bulunmasıdır. Hollanda olayının Almanya olayını dengelememesidir. Kanımıza dokunan bir dil çatırtısıdır.
— 63 —
Eğer insanlardan gelen ölümü kabul ettiren bir dil f Hitler) t üretebilirsem, doğaya karşı sayılmam. Doğa kabul eder onu. İnsan türünün eğilimlerinde bulur köklerini benim dilim.
önce budalaların karşısına çıkardığım paradoks eğlendiricidir kuşkusuz.
— Bir taşın niçin düştüğünü bilir misiniz?— Evet, yere doğru çekildiği için.— Çekilmek nedir?— Bir şeye yönsemek, bir şeye doğru yönelmektir.— İniş doğrultusu söz konusu olduğunda, bir şeye
doğru yönelmek ne anlama gelir?— Düşmek.— Bir taş düştüğü için mi düşer öyleyse?Ve siz kendinizden hoşnut musunuz?Nevvton’un ya da Einsteiıı’m düşünsel ilerleyiş yolu
nu çıkarırım budalaların karşısına. Ve bundan; kavramak, genel bir fenomene ulaşmaktır, sonucunu çıkarırım. Belki, ama —belirli b ir açıda— ne Newton, ne de Einstein budaladan daha iyi kavradıklarını ileri süremezler. Ger
— 65 —
çekte açığa çıkardıkları yapılardır sadece, ama hiç bir hakikate ulaşamamaktadırlar. Budala da açığa çıkara- bilmişti bu yapıları - hem de başlıcalarmı. Rengi ne olursa olsun. Ve... ııe olursa olsun. O da bağlamaktaydı bu taşın düşüşünü daha genel bir fenomene.
Yaratıcı işlem, yapı tipi değiştirme olanağına dayanır ki, bu da yaratıcının söz düzleminde sözcüklerin, kavramsal düzlemde kavramların aldatmasının kurbanı olmamasını gerektirir. Yalnız bağıntılar gerçektir. Ama her karmaşık örgüye değişik açılardan bakılabilir.
Kırmızı bilgisini soğuk bilgisinden ayırdetmiş bulunan ilkel insan, Newton ve Einstein’kıııkine benzer bir katkısız yaratıcı işlem gerçekleştirmiştir. Bir görüş açısı olgusundan başka bir şey olmayan bu ikiye ayırmavı kurarak dış evreni yalm laştırm ıştır o. Kurulduğu andan başlayarak bir gerçeği dile getirir ancak bu ikiye ayırma.
Ruh çözümü: Sözgelimi hoşuma gideni ya da bende hoşnutsuzluk doğuranı doğrudan doğruya bilmeme olanak yoktur; hoşuma giden ya da bende hoşnutsuzluk doğuran, bir imge olmayıp, bir yapıdır. Bir yapı, hiç bir vakit bir yapıdan başka bir biçimde düşünülemeyen (onur gibi) bir sözcük örneğince belirticidir. Berikini açığa çıkardığımua (ve formül biçiminde dile getirdiğimde), yapı olarak parçalarım onu belki. Ama, ne olursa olsun bir bilinç işlemi eklerim ona: oysa daha önce hasını görmezliğimden (formüle etmeyi bilmezliğimden ı nasıl a ra ya gireceğimi bilmemekteydim.
Bir yapıyı parçalam ak’tan söz ettiğimde, bir keyfe bağlı andırımın kullanımına doğru kayıveririm; ama böylesine komşu bir andırımın bir gerçek payı gizlemesi her zaman için olasıdır. (Ve bu da ard arda bağlanış nedeniyle belki) .
Kavramsal hakikat düzeninde bir nevroz iyileşmesi amaç alındığında, libido iblisten daha verimli bir kavram dır. Belirli bir tinsel iyileşme düzeninde iblis libido’dan yeğdir. Hakikatin kesitleri, sentezleridir sözcükler. Belirli nosyonları kendi aralarında bağdaştırırlar. Belirli bir düzen yaratırlar. Ve libido da iblisten daha fazla saltık anlam taşımaz. Temel kavram buradadır.
Dil her şeyi sürüklemekten ya da her şeyi içermekten uzaktır; adı konmamış ve sayıya vurulmazlığı kuşku götürmez yapılar bulunduğu için.
Bu açıdan bakılınca, ruhçözümü hiç kavranılmamaklığından zorlayıcı bu bütünlerden birinin bilinç yo- luyle salgınıdır.
Bir yapıyı parçalamak olmamalı amaç: işimiz onun adını koymak...
Ruhçözümü: Başlıca konusu, olup bitenlerin anlamının araştırılmasıdır. Bir düşün anlamı nedir? Ve bu pe
— 66 —
— 67 —
kâlâ da doğru gibi görünür. Bir davranışın anlamı nedir? Ya da bir ozanca imgenin? Ruhçözümü (belki de bunun pek bilincine varmış olmaksızın) bir ortak ölçü düşünü beslemektedir. (Birey —duygular ve davranışlar olarak— son derece yalındır; kompleks diye adlandırdığımız kıskançlık ve eliaçıklık karışımını dile getirmeye elverişli sıfatlara sahip olmayan dil karmaşık bir duruma sokm aktadır onu sadece). Öyle olunca, görünen simgeler ardında bu ortak ölçüyü bulmaya çalışırım.
Hem bilinçdışı'mn hem de cinsel’in itilimleri kuramını ele alıyorum şimdi. (Eğer birey tekse, öbürlerinde olduğunca cinsel düzlemde de bir simgesel yankılanmaya ulaşırım). Ama bir nedenin neliğiııi bilmemekteyim.
Ortamın psişizm üzerine etki yapmaması olanak dışıdır. Daha erken bir ayrılmaya bağıntılı olarak yazgıların birbirinden ayrımlılık göstermesinden uğranılan iti- limleriıı daha önce kayda geçmiş olup, raslantıya dayanmadıkları sonucu çıkarılamaz saltık olarak. Zira, aynı alan söz konusu değildir artık.
Yapışık ikizler olayında, koşut itilimin aynı elverişli durumdan ileri gelmemesi pek olasıdır.
insan. Her şey öznel ve psişizmle bağıntılıdır. Acı bununla birlikte görece olup, yaşanm akta olanı izleyecek aıım imgelenmesini gerekli kılar. Yumruk darbesi kurşun, beklenmedik elektrik boşalması acı vermez. Ama, onların anında geleceğe izdüşümü, koruma içgüdüsüdür acı veren. Böylece, boğuşmanın yeğinliği acı duymaz kılar.
Bazı psişik davranışlar da korum a yeteneğine sahiptir. Onursuzluğa karşı dikilen «joyeux»« *) nün direnişini özdeksel zorlamayla kırma yolu pek umut verici değildir. Çünkü, ilkin yitirecek hiç bir şeyi olmadığından, zindan onun için dinlenme anlamına gelir. Çünkü, kininde bir acı duyumsuzlaştırıcısı bulur o - onu açığa vurmak ereğiyle kendisini sakatlam ayı bile göze alabildiğine göre. Bununla birlikte, psişik yoldan kendisine ulaşılıp, kıskıvrak bağlanabilir: böylece,... üzerine üstünlük sağlamanın önemi çıkıverir ortaya. Herhangi bir psişik, kaba yanılgıya düşüldüğünde, tüm otorite yitiverir. Gizemli oyunun herhangi bir kuralında yanılgı bulunduğunda, işi maskaralığa dönüştürmek demeye gelir bu. A rtık hiç bir ceza yıkılan düzeni yeniden kuram ayacaktır. Çünkü bundan böyle, her ceza bir otorite anlatımı olarak değil, ama bir güçsüzlüğün açıklanması, bir acınacak öç güdümü olarak kabul edilecektir. Başkan, inanlının erdemi karşısında acınacak bir acı verenden başka bir şey olmayacaktır artık.
Ruhçözümüne her şeyden önce edeceğim sitem; her zaman kendisinden yararlanm am akla birlikte, beraberinde sürüklediği o gizli tutulan, biliııçli’ye karşı çıkan bilinçaltı nosyonudur. Ona göre, düşüncenin işlemleri bilinçaltında da aşağı yukarı özdeş biçimde, ama bir başkasınca. ipucu vermeyen gizemliliği içinde gerçekleştiri- lircesine oluşurlar. Biiinçaltımm kendince dile getirdiği
— 68 —
(«O Askeri argo dilinde Afrika- taburları denen Fransız birliklerinin erlerine verilen ve «neşeli» anlam ına gelen ad.
CÇev. notu).
— 69 —
herhangi bir şeyi ayıklar ve onu simgeye dönüştürürüm.Elbette ki abartm aktayım . Bir ruhçözümcii karşı
gelirdi bana. Ama ben düşünüyorum ki, bilinçaltı hiç bir biçimde bilinç’e karşı çıkamaz. Bilinçaltı bireye varlık veren yapılar bütünüdür. Bilinç bu yapılara söz kategorilerini ekler. Duygularımı ve düşündüklerimi simgelerle açığa vuruşum pek doğal bir biçimde olur. En büyük anlatını eğilimi yasası olarak yapıma en uygun düşen, onu eksiksiz biçimde anlatabilen simgeyi seçerim. Bulmacanın sözcüğünü, gerçek nedenini unutabilirim; ama tek gerçek olan yapıyı değil. Bu yapıyı, tarihsel gerçegi dışındaki imgelerle anlattığımda, ortaya çıkan itilim görünümü bundan ileri gelir. Çocukluk çağımın tüm öteki olaylarını unutabilirim: her şeyi unuturum , beni etkilemiş olanın dışındaki her şeyi. Eğer beni etkilemiş olanı anımsıyorsam, anımın bir yapıdan başkasını ışığa çıkarmaması pek olasıdır. Hiç bir şeyi geri çevirmediğimde tümüyle bir olguyu anımsamayı başaramıyorum; bilinç yolııyle yüksekten uçma davranışı bende, yapıdan gelenden daha az iz bıraktığı için.
Bir yapı, bir içsel zorunluluğu ifade eder - onunla ge- reçlenmiştir. Tüm simgelerde bu zorunluluk bulunacaktır. Simge, bir yapıyı görünür kılan giysidir.
Ruhçözümü: Duyduğunu formüle etmek ister insan Onu formüle etmediğinde, davranışlar türetir.
Makinecilik yoluvle evrim, belirli bir yamyle, insanlık için bir yıkımdır: insanı kavram uygarlığından uzaklaştırır.
Her zaman insan tipini kendisine kavramsal bir uygarlık oluşturma olanağını bulamayacağı çabuklukla değiştirir. Aslında aşamasız makinecilik ve teknik, yaratılması olanaklı insan tipini karınca sürüsüne değil, uygarlığa ulaştıracaktır.
Günümüzün insanı, mağara insanına göre biyolojiye ilişkin değil, kavramsal bir gelişimdir. Eğitim, öğretimden önce gelir: insanı kurar o.
Öğretim ve eğilim sorunu. Bir üçgenin açılarının toplamını ve buna benzer şeyleri bilmek insan olmak mıdır?
insan olmak, verimli kavram lar gömüsüyle tohumlanmış olmaktır: işte insansal ilişkileri belirleyen yeryüzü kabuğundaki bu oluştur en önemli oluş. İşte bunun için Mermoz dostlukları politik dostluklardan önce gelir. Duygusal devimleri belirlerler, tüm psişik yaşantıyı belki de. Mağara insaniyle Ingiliz centilmeni arasındaki aynını kurarlar.
Gerçekte uygulanan; hiç güç sarfetmeden öğretmek. Öğrenciye, kendisine bir üslup, bir ruh biçimleyecek yolu göstereceğimiz yerde, onu sıradanlığa hazırlayan bilgi yüküyle dolduruyor ve bunları da çağdaş marifetlermiş gibi ortaya koyuyoruz.
Tek eğitim yönü: üslup vermedir. Öğretin.de önemli olan, elde edilmiş bilgiler yükü değil, kavrama yetisi vermedir.
Tinsel sorunların bir öğesi olan bu temel sorun bir yana bırakılmakta günümüzde. Oysa üslup ruhun kendisidir. Ve ruh da. kendisine bir üslup dövüp işlemekle yaratılabilir ancak. (Köylünün bir üslubu vardır). Günümüzde öğretilmekte, ama eğitilmemekte. Artık acıyı bile çekmesini bilemeyen insan bir bulamaça dönüşmektedir («Bilince varmak, bir iislup edinmektir» de denebilir. 1
Üslupta girişim vardır ve işte o’dur eylem olan.
— 72 —
Bulgu diye bir şey yoktur belki. Bulgu açıklamayı, bağlamayı, düzene koymayı (tümdengelim düzenlemeye ve kavram lara göre bir belirli düzenlemeye doğru yönelir) dile getirir yalınca belki de. Ruhçözümünde; hiç bir şey bilinmez, zihinsel çağrışımlar çevrimi ortaya çıkarılmıştır sadece. Bir sürekli akım varlığı formüle edilmiştir sadece, ama akımın yönelişi bir gizem olarak kalmaktadır; bilimde dayanak, yöndür, işte o’dur yaratıcı eylem. Görünüme anlamın katılmasıdır o.
Bir bulgu bir kavramın yeğlenmesi olup, bir yöntem ve bir düşünme yolunun gelişimi sonucu bulunmaklığı nedeniyle hiç bir vakit <apaçık» değildir. O. varlığını verimliliğiyle haklı kılar ancak. (Yönteme karşı gelir.)
Çağdaş bilimin giderek artan karmaşıklığına ters düştüğüm zamanlar bilimin gitgide güçleştiğini sezmekteyim.
Oysa doğanın irdelenmesine girişildiği çağlarda, bugünkünden daha da güçtü bilim. O sıralarda konuşulan dile göre daha da çelişik ve karışıktı.
Bir yeni dil gerekmekteydi .
Dolaşımın, çabuklıığuyle bir görevi gerçekleştirişi olgusu bulgulanmaz, tasarlanır sadece o.
Oysa kan dolaşımı bulgulanabilir. Ama burada «gözlemlenir» deyimini kullanmak söz konusu değil midir?
Sözgelişi, bir cinsel sorunlar anahtarı ya da, daha yalıncası, dili var mıdır? Bir başka deyimle, bulgu içe
— 73 —
riye doğru yoklama yoluyle mi, evvelce açığa çıkarılmış apaçıklıkların yeni kavram lar uyarınca yeniden kümelen- dirilmesi yoluyle mi gerçekleşir?
Hangi noktaya değin bir bilim sadece bir dil olma niteliğini taşır?
Gözlemlerimin kendileri ne ölçüde kavram lardan bağımsızdırlar?
Gözlemlediğimde ayırdederim. Başka tü rlü ayırdet- meyi düşünmüş olmazdım belki.
Sorun: Gözlem gerçeklerini ortaya çıkarmaya nasıl varılır (yukarda açıklaması yapılm ıştıı) ?
Bildirilerde değişmezlerin varlığından (yani yüzlerin) söz ederken aslında görebildiğinizden başka dış evrene ilişkin hiç bir şey bilmemektesiniz.
Kavramın bende varlık kazanmasını beklemekten başka yapacak hiç bir şeyim yok. Gidip onu arayacak bir başka araca sahip değilim, izlenmesi gerekli yolu göstermez o*ve bu onun yapısı gereğidir. Yeni dilde ansızın gerçekleşen edimler, bunların sonucu belirlenen daha engin bir genel açıklamadan başka bir şey değildir o.
Kavramlar söz konusu olunca, bir dilden ötekme uslamlama yoluyle geçemem.
Ülkeye ulaştıran, yelkenleri dolduran esimdir. Oysa esim ne ülkedir 11e de yelken.
— 74 —
Mantık insansal bir kavramdır. Bir neden bulduk mu. yetiniriz onunla; başka alanlarda bu oluşun aynı zamanda başka nedenlere uygun düşmeyeceğine inanmamızı olanaklı kılacak hiç bir ipucu bulunmadığı halde bile.
Akılcı bir açıklama, akılcı bir eleştiri, akılcı bir ta nıtlama, h a tta akılcı bir savunma bile kaleme almam olanak dışıdır - gerçek diye bir şey olmadığı için.
Sadece dilimi -evreni kavram aya daha yeterli olarak- önerebilirim. Görünüz, yargılayınız ve seçiniz...
İlk anda beni yadsımalarına karşın, gene de ışık tutan dile inan besler insanlar.
Akılcu olanla akılla dile getirilmeyenlerin arasındaki ilişkiler. Budıır gerçekte sorıııı.
Her kim ki çelişmeden çekinir ve mantıksal kalır, kendinde yaşamı öldürür (Her kim ki oluş tedirginliğinin üstesinden gelmenin acılı çabasını göstermez, doğurtucu olmayı geri çev irir); her kim ki kendini evrene -formüle edilemeyen evrene- bağlayan gizemli oluştan kaygı duyar; her kim ki formülden başka bir şeyin peşine düşmez, yalnızca formüle edilebilenden yararlanır: daha şimdiden ayrılmıştır yaşamdan o.
Acınacak saçmalık: Hiç anlamayan çocuklar -demek istediğim- yalnız onlar anlar.
Kişi kendini aşar aşmaz ulaştığı evrensel’dir - ve insanın yüceliği. Hiç bir soylu davranış bilmem ki akla uygun olan üzerine kurulsun.
— 75 —
«Konuşmada düzen gerek»: saçma bir deyimdir bu. Bir konuşma yapılır yapılmaz, düzene dönüşüverir. Bu düzen yoluyle başarı kazanmada ustalık bulduklarını sanırlar. Ve vaşamdaiı önce düzenden başlarlar işe.
Doğanın yasaları için de böyledir. Düzen her şeydenönce doğanın anlatımıdır.
Hakikat bulunmaz: yaratılır. Hakikat açıklıkla dile getirilendir (ve açıklığınız kavramsal verimlilikten doğar).
Gerçek yaratıcılık kavramsaldır. Bundan ötürü hiç bir zaman akılla açıklanamaz. Dile getirdiğiniz hakikat konusundaki düşüncelerini sorunuz insanlara; yetersiz olduğunu göreceksiniz. Sizin hakikatiniz varlıktaki yeri bakımından hakikat değildir henüz. Hakikat olması için onun gücünü yaratm aya yetkili olmanız, hepsine karşı güçlü olmanız gerekir.
Hakikat metinde değil, metinin topografyasında bulunur.
Hakikat, kanıtlanmış elan değil, varlığıyle etkili olandır. Yaratılarak var edilenler başlangıçta görünmeyenlerdir. İlkin reddedilir .daha sonra «zorunlu yapılara dönüştüklerinde görünürlüklerini yitirip, «apaçıklık» oluverirler.
— 76 —
îki karşıt erek, aynı zamanda insanda aynı insanı yaratabilip, gerçekleştiklerinde de onu düş kırıklığına uğratabilirler. Her anlamda, tüm evrimler ihanete uğrayacaklardır (ihanet derken, pişmanlık duyulacak bir biçim değişimini değil, yalınca, önceden bilinmeyen, belki de mutlu bir biçim değişimini belirtmek istiyorum. Kelli koşullardan hangi insanın varlık kazanacağını zihinsel uslamlama yoluyle kestirmek olanaksızdır : gelecek tasar- lanamaz).
Çelişmelerden kurtulmak için iki yöntem vardır. Birisi, hangisi olursa olsun yalın bir sistem türetip, onun hakikatinin karşıtına yanlış düşünce adını koymaya dayanır. Tanrıyla şeytanı açıkça tasarlayan bağnazın evrenidir bu. Stalinci ortodoksun evrenidir bu. Açıkça yöneltildiğine göre, bu evren aracısız eylemi elverişli kdar ve kolaylaştırır. Ama sapkın mezheplilerin katliamı sürüp gider ve bu sapkın mezhepliler de sayıya vurulamayacak kadar çoktur; önerilen otorite sayılacak değerdeki kitap her şeyden önce bağnazlıkla ve aynı derecede geçerli nedenlerden ötürü onların bağlı kaldıkları hakikatleri gösterememiştir çünkü. H er kez daha yüksek bir aşamadaki sentez yoluyle varılacak her tü rlü ilerleme olanağını yasaklam aktadır özellikle bu evren; çelişmeleri yasakladığı için. Bir savın karşısav üzerindeki başarısı sentez demek değildir.
Öteki yöntem, insan usu için hoş görülemez olsa bile çelişmeye yer vermeye dayanır. Özellikle hoş görülemez olduğu için. îki çelişik deneysel hakikati doğruluğa uy-
„unluk nedeniyle kabul eden insan usu, çelişkiyi hoş görmezliğinden ötürü birinden birini gen çevirmeksizin her iki hakikati aynı zamanda gösterecek bir dil bulmaya ça balar; kabul edilmiş bir çelişmeden doğan tedirginlik, karışıklık kuşku, düzensizlik bile kendi doğaları gereği verimli bulunup, bağnazın sevincinden daha yüce sevinçlere hazırlarlar: Bilincin yengisinin kine.
Deneysel hakikat adını gözlemlenen hakikate veririm. F ransa’nın askeri soyludur. Karşısındaki asker de öyledir. Bağlantılı kalmak ereğiyle hasım orduyu sadece bir yağmacılar, kandırılmışlar ya da budalalar güruhu saymaya zorunluca yöneltilmiş sistemleri reddederim. Yontucuların ya da ozanların - şu ya da bu koşullarda değil - belli koşullarda doğmaları olgusuna deneysel hakikat derim. Kurama var olanı açıklamak düşer, yaşamı açıklamak. Ondan önce var olmak değil. Yontucuları, yontuculara ayrılmış hir burslar sistemiyle yarattıklarını ileri sürenler ilgilendirmez beni. Bu, işin kuramsal yanıdır. Deneysel hakikat, katedraldir sözgelimi. Bana düşer onun anlamını açığa çıkarmak. Zorunlu olan, tüm görünümleri altında katedralin uygarlığı değildir belki. İlkin ve her şeyden önce çözümleme çalışması. Sonra bu çözümlemenin yemişlerine yönelik sentez.
Kuşkusuz bugün hiç bir sentez sağlanmış değildir bana.
— 77 —
«Ondan yana değil, ama ona karşı...» demişlerdi bir kez Gerçeküstücüler, o sıralar daha belirsizlik içinde bulunan ereğe dayanarak. Oysa benim düşündüğüm tam
karşıtıdır bunun. Yaratılmalıdır gerçek; bu sentez dışında, tüm eski oluşlar yanılgıya dönüşiiverir. Ve yeni kavram larla tohumlanmış eski insanlar bağ oluverirler.
Yürek kötülüğü salgını başgösterdiğinde, tiim askerler kurşuna mı dizilir? Hayır, değiştiriliverilirler sadecs.
Karşıma sentez embriyonları çıkarıp kolayca şaşırtmaktasınız beni. Yurdumun yıkımlarına dalga yayımcılarının! *) neden olduğunu bana tanıtlayacak beş ya da altı raslantı olaydan ötürü, kavganıza kararlı olarak karşıma çıkarsanız, beş dakika içinde ne ileri sürebilirim size? Haklı olan görüşünüze karşı hiç bir şey. Tüm bir eğitime girişmem ve size kavramınızın pek verimli olmadığım ya da daha verimlileri bulunduğunu göstermem gerekecek. Tartışmanın olanak vermediği uzunca bir işlem söz konusudur. Kanıtlarınızdan her biri çürütülemez kalacaktır. Hakikat yerel değildir. Ve bana, kendini öldürmeyi düşünen boğulduysa, bu, ırmağa doğru yönelen adımlardan ötürüdür, ya da komünistlik ilerliyorsa bu, Fransız gevşekliğinden ötürüdür demek hakkına sahip olacaksınız her zaman. Ama ben kendimi yeni bir gerçeğe ermiş bulmuyorum pek; bir yanın ilerleyişinin, nedeni ne olursa olsun. ötekinin gevşekliğinden ileri geldiği sanılacağım daha önce bilmekteydim çünkü.
(*) Dalga yayım cısı, Saint - Evupery’nin dilinde, kamuoyuna süreklice kendi içinde tutarlı, ama gerçeğe değgin hiç bir güvence taşımayan düşünceler ve sistemler yayan kimse anlamına gelir.
79 —
Simgesel hakikatten başkasına ulaşabilmem olanaksızdır. Ve benim dilimde, kavramlarımdır hakikat olan. Akılcı yoldan kaııdıramam düşmanımı, kanış değiştirtebilirim ona sadece. Hakikatin değil - hiç bir zaman apaçıklık içinde bulunmaz o - ama ondan doğabilecek daha üstün insanın ya da daha aydınlık doğanın apaçıklığını belginlikle gösteririm ona.
Düşünceyi eylemden ayırırlar, başkalarının eylemi düşten ayırması örneğince. Çözümlemeci ya da tarihçi çalışması yaparlar; ve böylece de yaşam girişimlerine katılmayı başaram azlar elbette.
Yaşamda, hiç bir zaman gerekli vakte sahip olma.:kişi.
Oluş zamanlarım ayrı ayrı düşündüğümde, nedeni j e
etkiyi ortaya çıkarırım.Yayılan zaman, tarihçinin zamanıdır. Kkleyen za
man, yaşamın zamanı. Ve hiç bir ortaklaşalık yoktur ikis. arasında, ama her birinden öbürü örneğince yararlana- bilinilmelidir.
N. Konuşması. Burada beni yanılgıya iten terim düzenidir; olaylardan önce gelen tarihsel yasalar bulunmadığı için. Bir ağaç doğar, gelişir, olgunluğa erişil ve ölür. Burada da yine bir oluş söz konusu olduğuna inanabil! rim.
— 80 —
Tarihi yeniden kurarak nedenler zincirini açığa çıkarabilirim elbette. Ama olaylar arası bu zorunlu bağlar, zihinsel, çağrışımlar düzeninde olduğundan daha açığa ■vurucu değildir.
iU ' Ot*?*. :
f CufAa e : 'eJ Lc e &
fJL 'î t & ’P fb i* - ß s0 C 4 /> O C O ı
’st* u UİZ<*s/?c.
H er zaman karşı olmak saçmadır. Olup bitenlerden her birinin kesin olarak bilançosu yapılıverse? Solcular, sağcılar, stalinciler, troçkiciler, anarşistler neleri hak bilip istemekte? Önerilen yollar hangi ereğe yönelmekte?
Demokrasi o mutsuz bireyi kurtarır. Gerçek batılı uygarlıksa, T an n ’mn haklarını korur, insanın haklarını değil, İnsanda T ann’nın haklarına ve Tanrı’ya saygı gösterilir, ondaki tanrı imgesine, ama bireye değil.
Stalinci — ya da n az is t— adalet; bir insanı toplum kuralınca yetersiz mi savıyor, onun varlığını kaldırıve- rir ortadan. Gemisini zarara uğratmış kılavuzun yazgısı budur. Batı adaleti; onu, dünyası, gemisinin durumu ya da akşam sofrasında bulunması adına salıverir. İnsanı ne tartm ayı ne de ölçmeyi bilir.
Öbürünün yanılgısı onu ölçebileceğini sanmasın- daydı.