ADALET VE KALKINMA PARTİSİ: TÜRKİYE’DE EKONOMİ VE...
Transcript of ADALET VE KALKINMA PARTİSİ: TÜRKİYE’DE EKONOMİ VE...
i
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ
(SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ:
TÜRKİYE’DE EKONOMİ VE SİYASETİN DÖNÜ�ÜMÜ
Doktora Tezi
Christos Teazis
Ankara-2010
ii
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ
(SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ:
TÜRKİYE’DE EKONOMİ VE SİYASETİN DÖNÜ�ÜMÜ
Doktora Tezi
Christos Teazis
Tez Danışmanı
Prof.Dr.Mehmet Ali AĞAOĞULLARI
Ankara-2010
iii
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ
(SİYASET BİLİMİ) ANABİLİM DALI
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ:
TÜRKİYE’DE EKONOMİ VE SİYASETİN DÖNÜ�ÜMÜ
Doktora Tezi
Tez Danışmanı :
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
.................................................................... ........................................
.................................................................... ........................................
.................................................................... ........................................
.................................................................... .........................................
.................................................................... .........................................
.................................................................... .........................................
Tez Sınavı Tarihi ..................................
i
ÖNSÖZ-TE�EKKÜR
Türkiye’ye eğitim için geldiğim 1999 yılından bu yana bir yabancı
olarak gözlemlediğim, kimi zaman da şaşkınlık ve hayretle seyrettiğim Türk
Siyasi Hayatı ve yaşamı hakkında edindiğim bilgi ve deneyimler sayesinde
master ve nihayetinde doktora çalışmamı sona erdirmiş bulunuyorum. Benim
doktora çalışmamın sonuna gelmiş olmam Renkli Türk Siyasi Hayatı’na olan
merak ve ilgimin tabiki sonu olmayacak. Tüm bu deneyim ve birikimle Türkiye
hakkında daha nice çalışmalar yapacağımı ümit ediyorum.
2001 senesinde başlayan ve askerlik döneminde ara verdiğim
doktora çalışmam içinde yaşadığım tüm güzellik, mutluluk ve birikim
süresince benim için çok özel acı kayıplarda yaşadım.Tüm master sürecim
boyunca bana rehberlik eden ve bunun sonucunda beni doktora çalışmam
için yüreklendiren, aynı şekilde doktora çalışmamın başında da bana
rehberlik ve bu uzun yolculuğun başında eşlik eden danışmam Hocam
Yavuz Sabuncu’nun kaybı beni derinden etkilemiştir. Çıktığım yolda bana ilk
ışığı tutup çıkacağım uzun yolculuğun ilk adımlarını atmamamda rehberlik
etmiştir. Kendisini burada sizin değişinizle ‘Rahmetle anıyor’ ve çok
teşekkür ediyorum.
Bu arada askerlik görevimi yerine getirdikten sonra bu yolculuğun
ikinci kısmı Sevgili Hocam <ennur Özdemir ile devam etti. <ennur Hoca’nın
bana açmış olduğu bu yeni ufuk ile olaylara çok yönlü bakmaya ve daha
derin analizlere gitmeye başladığımı hissettim. Doğru bildiğinden hiç ödün
vermeyen ve doğru bildiğini dosdoğru söyleyen Hocam! Sen çok sağ ol!
Defalarca, bıkmadan, usanmadan yaptığı eleştiri ve düzeltmeleri ile
çalışmamın en son şeklini birlikte oluşturduğumuz, danışmanım ve değerli
Hocam Mehmet Ali Ağaoğulları’na samimi yardımları için çok teşekkür
ederim. Ayrıca tez jüri üyeleri, Ömür Sezgin, Can Hamamcı, Merih Öden, ve
Raşit Kaya’ya yaptıkları eleştiriler ile bakış açımı zenginleştirdikleri için ayrıca
teşekkür ederim.
ii
Kendisi benimle benzer deneyimleri geçiren ama benden hem yaşça
ama daha çok düşünce anlamında daha büyük! olan sevgili dostum, hayat
rehberim, gerektiğinde hocam, gerektiğinde ağabeyim, can insanım Amir
Ahmad Fekri’ye tüm destek, dostluk ve sevgisi için teşekkür ederim.
Teşekkür ederim Emir HocamB Doktoramın son döneminde hayatıma giren,
ama kalıcı olacağına inandığım Sevgili Hicran Yavuz’a bana güvenip bu son
basamaklarda eşlik ettiği için teşekkür ederim.
Dostlukları ile bana vatan hasreti çektirmeyen, ailem gibi benimseyip
sevdiğim sevgili dostlarım Anber Yıldız ve İsmail Safi’ye bana gösterdikleri
dostluk ve insan sevgisi için teşekkür eder, aynı zamanda oluşan fikirlerimi
kendileriyle tartışma zemini yaratarak fikirlerimin olgunlaşmasına yardımcı
oldukları için çok teşekkür ederim.
Tüm eğlenme ve gülmelerimize rağmen kendisiyle yaptığım tüm
bilimsel tartışmalarda keskinliklerimize rağmen, dost elinin her zaman
üstümde olduğuna inandığım arkadaşım, dostum Gökhan Erdem’e de
teşekkür ederim. Her zaman hayata gülerek bakalım dostum!
Mülkiyeli ruhunu birlikte taşıdığım, tüm uyum ve alışma süremde
benim yanımda olan sevgili dostlarım Taşansu Türker, Elif Bayar, Selen
Özcan ve Elvira Borombaeva’ya teşekkür ederim. Ayrıca yaptığı kahveler
kadar sohbetleri ile de mülkiyenin ayrılmaz parçası olan Recep Amca ve
Sulhi ‘ye her şey için teşekkür ederim.
Bana akademik hayatın yaşamın tümünü oluşturmadığını, olayları
kavramak için yaşamı da kavramamı, her şeyden önce yaptığım işi sevmemi,
bilgiye saygı duymayı öğreten, akademik hayatın en üst kesiminde
olmalarına rağmen, araştırmanın ve bilginin sonsuz olduğunu bana yaşantı
ve çalışmalarıyla gösteren, rehberlik edip beni bu yaşama özendiren Sevgili
Hocalarım Hasan Köni ve İlber Ortaylı! Sizlere ne kadar teşekkür etsem
azdır.
Bana yabancı bir ülke ve yabancı bir eğitim sistemi içinde olmama
rağmen hiç yabancılık hissettirmeden, özveri ile bana yol gösterip mülkiyeli
olma gururunu taşıtan İlhan Uzgel, Çağrı Erhan, Cem Eroğul’a da tüm
yardımlarından dolayı teşekkür ederim.
iii
Araştırmalarımda bana kaynaklarını ve gönlünü sonsuz açan
Meclis kütüphanesi Müdür Yardımcısı Tuncer Yılmaz’ a sonsuz teşekkür
ederim. Ayrıca eski Kütüphane Müdürleri Ali Rıza ve İsmet Bayür , şimdiki
Müdür Erol Yılmaz ve Kütüphanede görev yapan sevgili dostlarım Necmettin
Alan, Ayfer Balkesen, Ertan Çevik, İhsan Güler, Engin Keleş, Mahmut Zuşen,
Aydın Tekin, Ziya Kutluoğlu, Serap Artuk ve Nafız Ertürk’e, bana tüm
kaynaklarını cömertçe açan bir diğer kurum olan Milli Kütüphane’de görev
yapan Meral Arıkan’a. Ayrıca Devlet Planlama Teşkilatı’ndan dostum sayın
Metin Duruya gösterdiği kolaylık ve yardımlarından dolayı teşekkür ederim.İlk
geldiğim günler Türkçe öğrenimi ile başlayan, daha sonra ise fikir alanında
konuşup tartıştığım, Türkçemin gelişimine yardımcı olan sevgili Hocam Erdal
Elgin’e. Yazdığım tez üzerine yaptığımız sohbetlerle, beni konuların daha
derinine inip, araştırma gerekliliğini hissettirip, beni geliştiren Hocam Hüseyin
Dağ’a. Dostlukları ile yanımda olan ve araştırdığım konulardaki kaynaklara
kolayca ulaşmamı sağlayan Sevgili Ercan Demirci, Selim Cerrah, Halim
Altunkal, Ulvi Saran, İsmail Hacıfettahoğlu, Yasin Aktay ve Önder Kara’ya
teşekkürü bir borç bilirim. Bazı siyasi fikir ayrılıklarına rağmen rahatça
konuşup, dostça tartıştığım, fikirlerine saygı duyduğum, her zaman arkamda
olup beni destekleyen, sevgili dostum Bekir Berat Özipek’e. SETA Vakfı
eski Müdürü Sayın İbrahim Kalın’a bana vermiş olduğu maddi ve manevi
desteği ve dostluğundan dolayı en içten teşekkürlerimi sunarım. Tüm
yoğunluklarına rağmen zaman ayırıp beni araştırdığım konularda aydınlatan
Sayın Bahri Zengin, Sayın Mehmet Bekaroğlu ve Sayın İsmail Kahraman’a.
Tıkandığım noktalarda ufuklarımı açmayı sağlayan, dostluk ve sohbetini
benden hiç eksik etmeyen Sevgili dostum Gıyasettin Karatepe’ye. Çeşitli
kereler görüştüğüm, yaptığım mülakatlarla beni yazılı kaynaklarda
ulaşamıyacağım bilgileri edinmemi sağlayan ama isimlerinin geçmesini
arzulamayan herkese sonsuz teşekkür ederim. Türkiye’ye geldiğim ve
kendisiyle tanıştığım günden bu yana her türlü bilgi kaynağı ve dostlukla
bana yardımcı olan Tesav Başkanı Sevgili Erol Tuncer’e. Doktora
çalışmamda büyük bir dostluk örneği göstererek kaynaklara ulaşmamı
kolaylaştıran Ahmet Ertürk, Cavidan Tali ve Hayriye <engül’e. FOMGED
iv
adına, bana maddi ve samimi desteklerinden dolayı Sevgili Mustafa
Kavasoğlu ve Cengiz Durak’a. Bana bir anne şefkati ile yardımcı olup beni
seven, kollayan, her zaman, her konuda yanımda olan Elmas Güler ve Ayşe
Keyf’e çok teşekkür ederim. Türkiye’de kaldığım sürece yardımlarından
dolayı Meral Medrese, ve Murat Yıldız’a çok teşekkür ederim. Ali Kuluhan,
Saffet Hakkı Tarı, Ali Güneş, Mehmet Çakır, Hasan ve İbrahim Kuluhan’a
tüm yardım ve desteklerinden dolayı teşekkürü borç bilirim.
Bana bu ülkede kalıp, eğitimimi ve çalışmalarımı devam ettirebilmek
için uzun süre maddi destekte bulunan, maddi yetersizlikler yüzünden
çalışmak zorunda kalmadan yoğun çalışmama imkan veren Onasis Vakfı’na.
Yunanistan Kilisesi ‘nin Kutsal Sinod’una bana vermiş olduğu maddi
ve duygusal, manevi destekten dolayı minnet duygularımı belirtmek isterim.
Ayrıca Aleksandrupoli Metropoliti Anthimos ve Seres Mitropoliti Theologos, p.
Stefanos Avramidis, p. Prokopios Petridis’e maneviyatımı güçlendirdikleri
için teşekkürlerimi sunarım. Kadim dostum Smaragdi Karagiorga’ya ayrıca
teşekkür ederim tüm dostluk ve desteği için.
Yunanistan’da olmasına rağmen oradan bana inanılmaz bir moral
desteği ve azim aşılayan sevgili arkadaşım, kardeş kadar yakın ,can dostum
Kobotheklas Vasilios’a. Yunanistan’da Türkçe öğrenirken başlayan eş
zamanlı maceramız onunla Türkiye’de de devam etti. Geçirdiğimiz yaşam ve
eğitim zorluklarında beni en iyi anlayan ve destek olan sevgili kardeşim,
arkadaşım Maria Ververidu’ya her şey için teşekkür ederim.
Yunanistan Ankara eski Büyük Elçileri Ioanis Koradis ve Mihalis
Hristidis, Büyükelçi Hristodulos Lazaris, ve Diplomat Maria
Papakonstantinu’ya bana vermiş oldukları güven ve destekleri için teşekkür
ediyorum. Bilimsel alanda ilk profesyonel ortamı birlikte paylaştığım dostum
Yorgos Tsutsos’a ve bu ortamı bize sağlayan değerli bilim insanı Sayın
Vasilis Hristidis’e destekleri ve güvenlerinden dolayı çok teşekkür ediyor,
dostluk ve çalışmalarımızın devamını temenni ediyorum. Sinapı Ailesi’nin
bana olan inancı, dostluk ve sevgilerinden dolayı. Kısa dönem içinde olsa
birlikte çalıştığım, çalışırken kendilerinden çok şey öğrendiğim dostlarım
v
Costas Ferris ve Thesia Panayiotou’a minnet ve teşekkürlerimi bir borç
bilirim.
Yunanistan’dan Türkiye’ye her zaman dostluk ve sevgi dalgalarıyla,
beni burada hiç yalnız bırakmayan sevgili Tziola ailesi, varlıkları ile bana güç
verdiler. Tüm aile fertlerine çok teşekkür ederim.
Türkiye benim için ilk bürokrasi kaosu ile başladı. Can Hamamcı ve
Merih Öden bu maceranın başlamadan bitmesini önleyerek bana bu
geçirdiğim on seneyi bahşettiler. İdareciliğin aynı zamanda insan ilişkileri de
olduğunun en güzel kanıtları! Her türlü sıkıntım ve sevincimi ilk paylaştığım
sevgili büyüklerim. Hep hayatımda var olun!
Türkiye’de başlayan maceramın biricik müsebbibi sevgili amcam
Efthimios Papadopulos ! Ne yöne gideceğini bilmeyen, ama içinde var olan
korkunç öğrenme isteği ve enerjisi taşıyan bu genç insanın kılavuzu! Ufkumu
bu kadar genişletip, beni bu uçsuz bucaksız bilgi denizine attığın için bilmem
ne demeli!
Ve geldi sıra beni sevgileriyle bencilce dizlerinin dibinde tutmayarak,
maceramda bana her türlü maddi manevi desteği veren, tüm özlemlerine,
hasretlerine rağmen sabreden, sebat eden, tek beklentilerinin benim başarım
ve mutluluğum olduğunu bildiğim, hayatımın en önemli insanları, sevgili
ailem! Sizin desteğiniz ve sevginiz olmadan bu süreci bitirmem mümkün
olmazdı. Sağ olun! Hep benimle olun!
Bu birbirinden değerli insanların dışında şu anda ismini yazmayı
unuttuğum, ama bana yardımcı olan herkese sonsuz minnetlerimi sunarım.
Christos Teazis
Ankara, 2010.
vi
IÇINDEKILER
ÖNSÖZ-TE�EKKÜR ...................................................................................... i
IÇINDEKILER ............................................................................................... vi
KISALTMALAR ............................................................................................. x
GİRİ� ............................................................................................................. 1
I. BÖLÜM
GEÇMİ�TEN GÜNÜMÜZE BİR HAREKET VE İDEOLOJİNİN SERÜVENİ
A. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İdeolojik ve Siyasi Kökenleri ...................... 6
1. Osmanlılarda Devlet-Din Anlayışı .................................................... 6
2. Osmanlı İdaresinde Yerellik ............................................................. 8
3. Batı’nın, Osmanlı’dan "Talep"leri ................................................... 10
4. "Dört Akım"ın Ortaya Çıkması ....................................................... 11
B. Adalet ve Kalkınma Partisinin Demokrat-Muhafazakâr anlayışının temeli:
İkinci Grup. .............................................................................................. 14
C. Cumhuriyet Yıllarında İslami Hareket ...................................................... 20
1. İslami Hareketin Batı’ya Eklemlenmesinin Başlangıcı:
Marshall Planı ............................................................................... 21
1.1. Demokrat Parti Döneminde “İslami Hareket”in Konumu .. 24
1.2. 1960’lı Yıllarda “İslami Hareket” ve Milli Görüşe Giden
Yol ................................................................................... 25
1.2.1. 60’lı Yılların Temel Özellikleri ............................. 25
1.2.2. İslami Hareket – 27 Mayıs İlişkisi ....................... 26
2. Milli Görüş ..................................................................................... 28
2.1. Milli Sözcüğünün Etimolojisi ............................................. 28
vii
2.2. Milli Görüş’ün "Düşünsel" Arkaplanı ................................. 30
2.3. Erbakan’ın Görüşleri ........................................................ 32
3. Millî Nizam Partisi’nden Refah Partisi’ne ....................................... 39
3.1. Milli Nizam Partisi (MNP) ................................................. 39
3.1.1. Milli Selamet Partisi (MSP) ................................. 42
3.1.2. Refah Partisi’nden Saadet Partisi’ne .................. 43
3.1.2.1. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Siyaset
Sahnesine Çıkışı ................................................ 46
3.1.2.1.1. 28 <ubat Kararları ................... 46
3.1.3 İslami Hareketin Penceresinden 28 <ubat........... 48
3.2. Gelenekçilik-Yenilikçik Arasında Adalet ve Kalkınma
Parti ........................................................................................ 51
3.2.1. İslami Harekette Yenilikçiliğin Evrimleşmesi ....... 55
3.2.2. Yenilikçiler ve Erbakan Faktörü .......................... 58
II. BÖLÜM
EKONOMİNİN DÖNÜ�ÜMÜ: TÜRKİYE’DE KAPİTALİZMİN
DERİNLE�MESİ
1. OSMANLI’NIN ÇÖKÜ<Ü: MÜSLIM-GAYRI MÜSLIM KUTUPLA<MASI .. 64
1.1 Emperyalizm kıskacındaki Osmanlı ............................................. 64
1.2. Türk Devletinin Resmî Ekonomik Görüşü: Devletçilik ................. 70
2.1. Anadolu Sermayesinin Tarihsel ve Felsefi Temeli:
Gümüşhanevi Ekolü ................................................................ 74
2.2. Cumhuriyet Yıllarında Anadolu Sermayesi ...................... 76
2.2.1. Demokrat Parti Döneminde ................................ 78
viii
2.2.2. 1960’lı-1970’li Yıllarda, Anadolu Sermayesi ....... 80
3. 24 OCAK KARARLARI VE NEO-LİBERALİZM ........................................ 84
3.1. Özal Döneminde Anadolu Sermayesinin Konumu ...................... 85
3.2. 90’lı Yıllarda Anadolu Sermayesinin Konumu ............................. 87
3.2.1. Anadolu’nun Sermayesinin Yükselişini Belirleyen Etkenler
................................................................................................ 87
3.2.2. 28 <ubat ve Anadolu Sermayesi ................................... 90
3.3. Adalet ve Kalkınma Partisi: "Kapitalistleşme"ye Doğru ............... 92
III. BÖLÜM
SİYASİ DÖNÜ�ÜM VE AK PARTİ: MODERNLE�ME, SÖYLEM VE
İDEOLOJİ
1. MODERNLE<ME-BATILILA<MA PROJESİ OLARAK TÜRKİYE
CUMHURİYETİ ............................................................................................ 96
2. MODERNLE<MENİN MAHİYETİ ............................................................. 96
2.1. Türkiye’de Modernleşme-Batılılaşma ......................................... 99
2.2. Laiklik Sorunsalı ....................................................................... 102
3. TÜRK SİYASAL SİSTEMİNİN DÖNÜ<ÜMÜ .......................................... 114
3.1. Merkeziyetçilik .......................................................................... 114
3.1.1. 12 Eylül: Dönüşüm Yolunda ........................................ 117
3.1.1.1. "Yeni- Sağ" Anlayışı ..................................... 117
3.1.1.2. Parti Programlarında Türk Siyasi Sistemin
Dönüşümü .................................................................. 121
3.2. Dönüşümü Anayasalardan İzlemek .......................................... 123
ix
3.2.1. 1924 Anayasası’ndan 1982 Anayasasına Kadar Yapılan
Değişiklikler ........................................................................... 123
3.2.2. 1980 Sonrası Anayasa Değişiklikleri ........................... 128
4. AK PARTİ VE MUHAFAZAKAR-DEMOKRAT SÖYLEMİ ...................... 131
4.1. Milli Görüş-Merkez Sağ Farklılıklar ve Benzerlilikleri ................ 131
4.1.1. Cumhurbaşkanının Halk Tarafından Seçilmesi Söylemi
.............................................................................................. 132
4.1.2. İkinci Grubun Zihniyetinin çıkış yolu: İsimler. .............. 133
4.1.3. Millet-Hizmet Vurgusu ................................................. 138
4.2. Demokrat Muhafazakârlık Anlayışı ........................................... 140
4.2.1. Türk Siyasi Sisteminde Demokrat-Muhafazakarlığın
Serüveni ................................................................................ 141
4.2.2. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Demokrat-Muhafazakârlık
Açılımı ................................................................................... 142
SONUÇ ...................................................................................................... 145
KAYNAKÇA .............................................................................................. 151
ÖZET ......................................................................................................... 171
ABSTRACT ............................................................................................... 173
x
KISALTMALAR
RP Refah Partisi
DYP Doğru Yol Partisi
MNP Milli Nizam Partisi
MSP Milli Selamet Partisi
ANAP Anavatan Partisi
MKP Milli Kalkınma Partisi
AB Avrupa Birliği
AET Avrupa Ekonomi Topluluğu
a.g.e Adı Geçen Eser
a.g.m. Adı Geçen Makale
a.g.yylt Adı Geçen Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi
a.g.ydt Adı Geçen Yayınlanmamış Doktora Tezi.
FP Fazilet Partisi
SP Saadet Partisi
1
GİRİ�
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan arta kalan Anadolu
toprakları üzerinde kurulan bir “doğulu toplum”dur. Bu "doğulu toplum" -Batılı
olmayan toplum- ile Batılı toplumlar arasında temel bir fark görülmektedir.
Sosyal bilimler alanındaki yaygın iddiaya göre Batılı toplumlarda,
modernleşme, iç dinamiklerle gerçekleştirilirken; yani "hareketli toplum"
niteliği belirleyici iken,1 Batılı olmayan toplumlarda, modernleşme, Batı
toplumlarının müdahalesiyle ve tepeden aşağıya doğru gerçekleştirilir.2
Marx, Doğulu toplumları, kapalı toplumlar olarak nitelendirir, Doğulu toplumu,
‘sınıfsız toplum’ olarak, halklarını da, sosyal değişimi yaratacak bir zeminden
yoksun olarak tanımlar: "Asya’nın tarihi yoktur, en azından bilinen bir tarihi"
tarih diye bildiğimiz şey, imparatorluklarını birbiri ardında, dirençsiz ve
değişmeyen toplumların pasif temellerinde kurmuş olan zorbaların tarihinden
başka bir şey değildir."3 Weber ise," "Doğu tipi toplumlarda, rasyonel ve
rekabete dayalı işleyişe sahip piyasa tipi kapitalizm değil, devlet kapitalizmi
türünden farklı modeller çıkacağı yönündedir"".4 Bu çerçevede, yukarıda
ifade edilen iddia bağlamında, Doğulu toplumlar ancak dışsal faktörlerin
etkisiyle dönüşebilirler. Ancak, her ne kadar dışsal faktörlerin etkisi ve önemi
göz ardı edilemezse de özellikle modernist paradigmanın inişe geçtiği
günümüzde farklı sosyo-kültürel bağlamların içsel özelliklerine yoğunlaşmak
da özel bir önem taşır. Bu çerçevede Osmanlı İmparatorluğu’nun “güçlü
1 Levent Köker, Modernleşme Kemalizm ve Demokrasi, 9. Baskı, İletişim yayınları, İstanbul 2005, s. 51. 2 Köker, a.g.e, s. 51. 3 Marx Karl, The Communist Manifesto 1848, Çev. Samuel Moore, New York, 1978, Penguin, s. 81. 4 Göçek Fatma, Burjuvazinin Yükselişi, İmparatorluğun Çöküşü: Osmanlı Batılılaşması ve Toplumsal Değişme, (Çev. İbrahim Yıldız), Ayraç Yayınları, 1999, Ankara, s. 41.
2
devlet” geleneği mirasına sahip olan Türkiye’de, herhangi bir sosyo-politik
dönüşüm, ancak ve ancak devletin eliyle gerçekleştirilebilirdi. 1980
sonrasında Türkiye, küresel konjonktürün Neo-liberalizm akımının da
etkisinde kalarak sosyo-politik, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik yapısında
önemli değişiklikler geçirmiştir. Bunun sonucunda "yeni”likçi5 bir paradigma
ortaya çıkmıştır. Bu yeni paradigma, Türk siyasi literatüründe, “Yeni Sağ”
olarak irdelenmiş, ele alınmıştır. Bu paradigmanın Türk toplumuna uyarlama
ve yerleştirilmesini üstlenen devletin etkinliği, 1980 sonrası Anayasa
değişikliklerinden anlaşılmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, söz konusu uluslararası
konjonktürlerdeki dönüşüm ve değişimlere bağlı olarak, ulus devletlerin
kuruluş sürecinde gerçekleşmiştir. Nitekim, bu tarihten sonra Cumhuriyet’in
yaşadığı belli başlı dönüşümler, Batı eksenli olarak gerçekleşmiş ve
dönüşümler genel itibarıyla T.C. Anayasalarında ve yeni Cumhuriyet’in resmî
söylemlerinde kendisini ortaya koymuştur: “laiklik”, “Batılılaşma”, “çağdaş
medeniyetler düzeyine ulaşmak” gibi... Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti’nde, 5
Kasım 2002 yılına dek yaşanan tüm sosyo-kültürel, sosyo-politik ve sosyo-
ekonomik gelişmeler ve değişimler, Türkiye’de yukarıda belirtilen amaçları
hayata geçirmeye ve prensiplere dönüştürmeye dönük tepeden inmeci
siyasal girişimler olarak nitelendirilebilir. Her ne kadar bu uzun siyasal süreç
içerisinde, laiklik karşıtı bazı siyasal hareketlilikler yaşandı ise de, 5 Kasım
2002 genel seçimlerine kadar ana eksen merkezin resmi ideolojiye sadakati
yönünde olmuştur. Bu tarihte Milli Görüş ve kapatılan Fazilet Partisi’nden
5 28 Şubat süreci sonrası İslami Hareket partilerindeki, “yenilikçi” söylemin, “Yeni” –“Neo” anlayışından hareketle Adalet ve Kalkınma Partisi söylemine dek uzandığı açıkça izlenebilir.
3
(FP) türetilen, dinsel eğilimiyle laiklik anlayışına yakın durmayan Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin aldığı oy oranıyla (%42 oy oranı ve 370 milletvekiliyle
ezici çoğunluğa sahip olmuştur) merkeze oturması Türkiye siyasi yaşamında
taşları yerinden oynatan bir etki ortaya koymuştur.
Adalet ve Kalkınma Partisi6 özelinde derinleşmeyi amaçlayan bu
çalışmanın yanıtlarını araştırmayı amaçladığı sorular ve araştırmanın
sorunsalı şöyledir:
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin merkeze oturmasında içsel
dinamiklerin ve tarihsel sürekliliklerin belirleyiciliğinin ne denli etkili
olduğunun araştırılması.
Bu nedenle çalışmanın ilk aşamasında, Adalet ve Kalkınma Partisi’nden
geriye giderek Parti’nin tarihsel kökleri tespit edilmeye çalışılmıştır. İlk önce,
Fazilet Partisi’ndeki "ayrışma" dönemi incelendi. Fakat Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin köklerinin bu denli yüzeyde yatmadığı görüldü. Refah Partisi’nin,
Milli Selamet Partisi’nin ve Milli Nizam Partisi’nin ideolojisini oluşturan Milli
Görüş çizgisini mercek altına almak şarttı. Milli Görüş ideolojisinin en temel
özelliğinin Cumhuriyet’in temel felsefesine ve kurumlarına karşı geliştirilen
söylemlerinde yattığını tespit ettim. Bundan dolayı, araştırmamı 1.
BMM’sinde yer alan 2. Gruba dek geri götürmek durumunda kaldım. Zira,
Cumhuriyet’in kurucu zihniyetiyle ona karşı geliştirilen muhalif zihniyet
billurlaşmış şekilde ilk önce 1. BMM’sinde görülebiliyordu.
6 Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tüzüğündeki 3. maddesine göre Parti’nin kısaltılmış adı "AK Parti" şeklindedir. Bu nedenle tezimde bu adlandırmayı kullanacağım.
4
Bu çerçevede, AHRAR fırkasından başlayan ve Birinci Büyük Millet
Meclisi’nin içinde oluşan II. Grup’ta billurlaşan muhalif zihniyet üzerinde
yoğunlaşılacaktır. Adalet ve Kalkınma Partisi’yle bağlantısı görüldüğü ölçüde
Serbest Cumhuriyet Fırkası, Terakkiperver Fırkası, Demokrat Parti, Adalet
Partisi (özellikle 60’lı yılların Adalet Partisi’nin söylemine bakıldığında, bu
söylemlerin Erbakan’ınki ile ve sonrada Adalet ve Kalkınma Partisi’ninki ile
büyük ölçüde örtüştüğünü görebiliyoruz), ANAP (Turgut Özal dönemi) ve
Milli Görüş temeli üzerine kurulmuş olan MNP, MSP, REFAH, FAZİLET ve
SAADET Partisi’ne de göndermelerde bulunacaktır. Böylece, oluşturuşan
resmi ideolojiye karşıt kesimlerin oylarının neden bu partiler etrafında
yoğunlaştığı anlamlandırılmaya çalışılacaktır.
Sonuç olarak, bu tez araştırmasında, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
temel özellikleri ve günümüzde gösterdiği seçim başarısı tarihsel yöntem
içinde anlamlandırılacaktır. Literatür ve dergi/gazete taramalarıyla
desteklenen çalışma, AK Partili ve Milli Görüş taraftarı kimi kişilerle yapılan
derinlemesine mülakatlarla zenginleştirilmiştir. Az sayıda olmakla birlikte bu
derinlemesine mülakatlar, tamamen serbest bir şekilde notlar alarak
gerçekleştirilmiş olup uzun saatler süren bir niteliğe sahiptir. Tezin yazımında
yansıtılmamakla birlikte bu derinlemesine mülakatlar dışında çok sayıda AK
Partili veya sempatizanı kişinin görüş ve düşüncelerinden de yararlanılmıştır.
Çalışmanın öncelikli amacı, yukarıda da belirtildiği gibi Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin ideolojik kaynaklarını bulup bu köklerin günümüzdeki
yansımalarına ışık tutabilmektir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oluşum
sürecini irdelerken göreceğiz ki bu süreçte Adalet ve Kalkınma Partisi
5
ideolojisini oluşturan muhafazakâr demokrat anlayış, Türk siyasi tarihindeki
Cumhuriyet karşıtı (Cumhuriyet’in resmi ideolojisi anlamında) zihniyetle
temsil edilir. Bu zihniyet 1980 sonrasında iç ve özellikle dış dengelerin
canlandırdığı siyasal ve kültürel ortamdan yaralanarak 2002 yılında Adalet ve
Kalkınma Partisi eliyle iktidara gelmiş ve iktidarını güçlendirecek sosyo-
ekonomik, sosyo-politik dönüşümleri gerçekleştirmeye girişmiştir.
Çalışmanın birinci bölümünün önemli bir kısmı, Milli Görüş ideolojisinin
irdelenmesine ayrılmıştır. Erbakan’a karşı iç muhalefetin talepleri ve
tartışmalar, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oluşum sürecine ışık tutacaktır.
2. bölümde sosyo-ekonomik dönüşümlerden söz edilecektir. Çünkü
dönüşümün ilk emareleri, genel olarak, ekonomide görülüyor. Zaten
ekonomiden sonra siyasetin dönüşümü doğal bir süreç olarak gerçekleşir.
Bu sosyo-ekonomik dönüşümün önderliğini, Anadolu sermayesi üstlenmiştir.
Anadolu sermayesinin yüklendiği misyonu daha iyi anlatabilmek için, felsefi
ve siyasi kökleri tespit edilip tarihsel gelişimi ele alınmıştır.
3. bölüm, "muhalif akım"ın temsil ettiği ilkelerin, bir paradigmanın
omurgasını nasıl oluşturmaya başladığı ile ilgilidir. Bu yeni paradigmanın ilk
belirtilerini, Anayasa değişikliklerinde ve siyasi partilerin programlarında çok
net görebiliriz. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin "toplumsal merkez" söylemiyle,
bu yeni paradigmanın belirleyici özelliği oluşturulmuştur. Bunu merkez sağ-
milli görüş arasındaki benzerlikler ve farklılıklarda ele alacağız. Bu olgulara
dayanarak, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı sürecinde, Türk siyasi
sisteminin alacağı yeni biçimler hakkında öngörüde bulunmaya çalışacağız.
6
I. BÖLÜM
GEÇMİ�TEN GÜNÜMÜZE BİR HAREKET VE İDEOLOJİNİN
SERÜVENİ
A. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İdeolojik ve Siyasi
Kökenleri
Osmanlı döneminin omurgasını oluşturan dinî ve sosyal yapılar kısaca
açıklanacak; daha sonra bu yapıların nasıl bir "zihniyet"e dönüştüğü ve ilk
olarak kendisini 1. Büyük Millet Meclis’inde (BMM) gösteren 2. Grup’tan
günümüzün Adalet ve Kalkınma Parti ideolojisine kadarki serüveni ele
alınacaktır.
1. Osmanlılarda Devlet-Din Anlayışı
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yaşamındaki değişimleri
anlamlandırmada başvurulabilecek temel içsel dinamik olarak güçlü devlet
geleneği7 kabul edilir. 8 Osmanlı devlet örgütlenmesinin tarımsal alanları da
askerî amaçlar yönünde biçimlendirmesi, sulama kanallarının, yolların
açılması, korunması, Asya tipi toplum modeli içinde düşünülürse, bu yapının
hem İslam devletleri modeline hem de Türklerin Asya’dan getirdikleri
geleneğe uygun düştüğü görülür. Bu çerçevede fertler her şeyi devletten
beklerdi. Toplumun beslenmesi, hatta refah standardının yükseltilmesi
devletin vazifesi olarak görülürdü9. Zaten "En kötü devlet, devletsizlikten
daha iyi" diye kabul edilirdi: "Devlet-i ebed muddet" şarttı. Toplumsal ve
7 Ayrıca Bakınız: Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, İngilizceden çeviren: Nalan Soyarık, Doğu Batı Yayınları, Haziran 2006, s. 48. 8 Prof. Dr. Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği, 3. Baskı 2004, Milli Eğitimi Yayınları, s. 116. 9 Mehmet Doğan, a.g.e, s. 31.
7
siyasi düzenin sarsılmaması lazımdı ve bu sebeple devlet başkanına itaat
zorunluydu. Bu anlayış bir "istikrar" kaynağı idi. Bu özelliklerin kısaca
Osmanlıların devlet anlayışını özetlediğini söyleyebiliriz.
Osmanlı devletinin temel taşı din olmuştur. Bu çerçevede Osmanlı
yönetici sınıfı geleneklere10 ve dine dayanarak, gerektiğinde bu kurumları
kullanarak kontrolü sağlıyordu11. Sorumsuz ve mutlak yetkileri olan Padişah
Kur’an’dan kaynaklanan yükümlülükleri yerine getirmekle de mükellefti.
Devletin bütün erkleri onun yetkisi altındaydı12 ve Padişah, Allah’ın temsilcisi
olarak görülüyordu.
Osmanlı devleti sadece din ve bürokrasi eliyle değil, bütün
kurumlarıyla dengeyi sağlıyordu. Bu kurumlardan herhangi biri, dengeyi
bozar gibi olduğunda, diğer kurum ve unsurlar harekete geçiyor ve dengenin
bozulmasını önlüyordu. Osmanlı anlayışını bu konuda "Din- ü devlet, mülkü
millet" cümlesinde özetlememiz mümkündür. Bütün kurumlar bir "daire-i adl"
içinde, yerleri ile ve işlevleri belirtilerek gösterilmiş, hepsinin temelinde
"akça"nın da kaynağı olarak reayanın emeği konmuş ve bu emeğin adaletle
değerlendirilmesi temel ilke sayılmıştır. Bu bir tür devlet-millet kaynaşmasına
karşılık geliyordu.
Böylece, tarihsel devamlılık çerçevesinde değerlendirildiğinde yeni
Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde yatan modernleşme ve laiklik
doğrultusunda benimsenen akılcılık ve pozitivizm gibi parametreler, Batı’dan
farklı olarak alt yapıya yerleşmemiş sadece kurumsal düzeyde gerçekleşmiş
10 Metin Heper, a.g.e, s. 57. 11 Metin Heper, a.g.e, s.60. 12 Stanley Lane-Pool, The Story of Turkey, G. P. Putnam’s sons, New York 1893, s. 324.
8
oldu. Devlet-millet ikinci evresine de böylece girilmiş oldu. Bu husus
konumuz açısından büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü devlet-millet
kaynaşması şiarı, Erbakan’ın sıklıkla işlediği bir politik argüman olup, Adalet
ve Kalkınma Partisi de bu söylemi sadece sürdürmekle kalmamış, devlet-
millet uyuşmazlığını ortadan kaldırmak için çaba göstermiş ve göstermeye
de devam etmektedir.
2. Osmanlı İdaresinde Yerellik
Osmanlı idari yapısında yerellik unsurunun büyük bir rol oynadığı
açıktır. Osmanlı’nın yerellik anlayışını iki eksende açıklayabiliriz. Birincisi,
yerellik anlayışının göçebe zihniyetiyle olan etkileşiminden doğan bir
sonuçtur: İnsanlar bir yerde yerleştikleri zaman aidiyet duygusu ortaya çıkar
ve artık bu yerle ilgili "benim toprağım", "benim vatanım", "memleketim" gibi
terimler günlük kullanımdaki yerini alır. İkincisi ise, Osmanlı döneminde, her
ne kadar halkın ezici çoğunluğu Müslüman ise de, farklı inançlardan ve çok
kültürlülükten oluşan bir sistem söz konusuydu. Onun için Osmanlı
idaresinde merkeziyetçilik hakim olsa da, iç barışı toplumsal barışı sağlamak
adına yerel-bölgesel özelliklerin göz önünde bulundurulmasına büyük önem
veriliyordu. Başka bir deyişle Osmanlı’da, her kanun, belirli bir vilayet için ve
o vilayetin sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve sosyo-politik ihtiyaçlarına göre
çıkartılıyordu. Bu anlayışla, bir yandan toplumsal barış sağlanıp yerel halk
rahatlatılırken, öbür yandan devletin gücü, her vilayetin yönetici kadrosuyla
net bir şekilde hissettiriliyordu. Osmanlının hukuk sisteminde örf kavramına
geniş yer verilmesi de, bu anlayışın sonucudur.
9
Etimolojik olarak bakacak olursak, "milli" kelimesinin kökü
incelendiğinde yerellik anlamına da geldiği görülmektedir13. Bu husus,
konumuz açısından büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü milli kelimesinin
devlet kavramıyla da ilintisi vardır ve Osmanlı’da devlet her şeyden
üstündür14.
Avrupa ulus-devlet sürecine girince bunun iktisadi, sosyal ve siyasi
alanlarda getirdiği yeni anlayışların Osmanlı İmparatorluğu’nu etkilememesi
mümkün değildi ve Tanzimat15 fermanıyla birlikte Osmanlının devlet felsefesi
kademe kademe bırakılmaya başlandı ve ulus-devlet olarak Türkiye
Cumhuriyeti kuruldu. Ancak devletin güçlü ve otoriter "baba" rolü ortadan
kalkmadı. Yukarıdaki açıklamalar boyunca yapılan atıflarda da görüleceği gibi
Türk siyaset bilimi literatüründe tarihsel devamlılık prensibi çerçevesinde bu
anlayışın Cumhuriyet döneminde de hakim olduğunu ileri süren çalışmalar
çoğunluktadır. Buna göre, "kutsal devlet" anlayışı, Cumhuriyet döneminde
de sürdürüldü.
13 Ayrıntılı olarak Milli Görüş kısmına bakınız. 14 O dönemin belgelerine bakılırsa görülüyor ki, Sultan hem Hakan, hem Padişah, hem Kaiser, hem Halife olarak hitap ediliyordu. Yani Hakan, Türk geleneğini, Padişah İran kültürünü, Kaiser Rum kültürünü ve Halife İslam dinini sembolize eden ünvanlardır. En iyi örnek aşağıdaki belgede görebiliyoruz: "…vâsıl-ı devlet-i ebediye ve nâil-i sa’âdet-i sermediyye oldukları müsellem-i ebrâr-i zevil itibar ve cezm-kerde-i ihyar-ı ulul ebşar-ı olmağın halen dergah-ı sipehri vâsıl-ı devlet-i ebediyye ve nâil-i sa'âdet-i sermediyye oldukları müsellem-i ebrâr-ı zevi'l-itibâr ve cezm-kerde-i ih-yar-ı ulü'l-ebşâr olmağın hâlen dergah-ı sipehri iştibâhî merci'i salâtin-i cihân ve der-adâlet-penâhî mülâz-i havâkin-i zaman olan hurşid-i burc-u evc-i iktidar, dürr-i deryâ-yı yehluku mâ yeşâu ve yehtar, lücce-i bahr-i muhit-i avâtıf-ı ğumâm-ı feyz-i amm-i avârif-i halef-i efâhim-i selâtin-i selef âfitâb-ı kubâb-ı felek-i celâlet ve şeref-i sultanü'l-müşerrifîn ve hakanü'l-mukarrebîn hâdimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn, bâsıt-ı emn u emân, nâ-şir-i adl u ihsan şevket penâh-i azamet-i destgâh-ı zıll-ı ilâhi şehriyâr-i cemucâh es-sultanü'l-a'zam ve'l-hakanü'l-mu'azzam mâlik-i rikabü'l-umem sultanü'l-Arab ve'l-Acem es-sultan ibni's-sultanü's-sultan ABDULHAMİD HAN ibni's-sultanü'l-merhumu'l-mebur ed-dâricu ilâ medârici rahmeti Rabbihi'l-Ğafur el-Ğazi Sultan Ahmed Han-ı Sâlis edamallahu Teâlâ eyyâme devletehu ilâ nihayetiz-zaman…". 637 nolu defteri, Sultan l. Abdülhamid Han Vakfına ait Muharrem 1195 tarihli vakfiyeden. 15 Tanzimat reformculuğu belirleyen üç temel dinamikten söz edilebilir; 1. Reformları uygulama sorumluluğu ve yükümlülüğü altında olan Osmanlı bürokrasisi, 2. Bu reformları tasarlayan ve kabul edilip uygulaması için sürekli baskı yapan Batılı büyük devletlerin hükümetleri ve diplomatları ve 3. Bu reformların yöneldiği sosyal tabanı oluşturan Müslüman, Hıristyan ve Yahudi milletleri.
10
3. Batı’nın, Osmanlı’dan "Talep"leri
Tanzimat Fermanı ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu batılılaşma
sürecine girdi. Bu çerçevede batılı modern devlet modeli tüm kural ve
kurumlarıyla içselleştirilmeye çalışıldı. Birincisi, tarım toplumundan
endüstriyel topluma, kapalı ekonomiden pazar ekonomisine geçiştir. İkincisi,
Avrupa’nın aydınlanma projesi doğrultusunda, rasyonalizm ve ilerleme
kavramlarının öne çıkarılıp vurgulanmasıdır. Ayrıca liberalizm, sosyalizm gibi
kavramların Osmanlı aydınlarının dil ve düşünce dünyasına girmesini de Batı
modernizminin ürünü olarak değerlendirmemiz gerekiyor.
Modernliğin öbür yüzü Batı egemenliğinin tahakkümünü içermektedir.
Bu çerçevede Avrupalı büyük devletlerin Osmanlı’ya müdahaleleri üç
noktada yoğunluk kazanmaktadır:
a. Batılı büyük devletler Osmanlı yasalarını ve devlet aygıtını
Batının yeni ekonomik sisteminin gereklerine uyacak biçimde değiştirmeye
çalışıyorlardı. Bu yolda baskılar en çok İngiltere’den geliyordu. 1838 Ticaret
Anlaşması, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve Batı’dan aktarılan birçok
yeni yasa, bu yoldaki gelişmelerin ürünleriydi.
b. Büyük Devletler, Osmanlı yönetimindeki Hıristiyan halklara
yakın görünmek istiyorlardı. Bunun için her devlet kendi kilisesine yakın
gördüğü ya da kolayca kazanabileceğini düşündüğü uluslar üzerinde
çalışıyordu. Sözgelimi Fransızlar daha çok Ermenileri kendi taraflarına
çekmeye çalışıyorlardı. Ruslar, Ortodoks ve Ermenileri kendi kiliselerine
yakın sayıyor, İngilizler ise bir süre Yahudileri Protestan yapmaya çalıştıktan
11
sonra Amerikalılarla işbirliği içinde Doğu Anadolu’daki Ermeniler arasında
Protestanlığı yaymaya çalışıyorlardı.
c. En somut ve kesin müdahale biçimi ise doğrudan doğruya
askerî alanda yapılan müdahalelerdir. Büyük Devletlerin her biri Osmanlı’da
gerçekleştirilecek askeri yeniliklerin mimarı olmak için birbirleriyle rekabet
halindeydiler. Bu aynı zamanda Boğazlara ve oradan sıcak denizlere inmek
çabasındaki Ruslara karşı Avrupa ittifakının önemli doğrultularından biri
olarak görülüyordu.
Uluslararası düzlemde durum böyle şekillenirken, iç siyasetteki
gelişmelere biraz yakından bakmakta fayda var.
4. "Dört Akım"ın Ortaya Çıkması
Osmanlı yöneticileri, henüz 1774 Küçük Kaynarca Antlaşmasından
sonra eski düzenin çürümeye yol açacak boyutlara ulaştığının farkındaydılar.
Bu, Batı’ya giderek artan bağımlılık demekti. Onun için bütün çabalar, “Bu
devleti nasıl kurtarabiliriz?” sorusuna odaklanmıştı. Bu çerçevede bu soruya
yanıt olarak ortaya çıkmış olan Osmanlıcılık, Batıcılık, Türkçülük ve İslamcılık
akımları çerçevesinde Batıcılar’a “Batı’yı kabul edelim; ama devlet bizim
olsun” anlayışı hakimdi. Temel soru da, devleti çöküş noktasına getirenin ne
olduğu idi. Osmanlıcılar, batılılaşmayı temsil eden reformlarla millet sistemini
aşan bir eşitlikle sorunların aşılabileceğini ileri sürerken, Batıcılar her
bakımdan batıya benzemek gerektiğini ileri sürüyorlardı. Türkçüler ise, tarihin
çöküş dönemi atlanarak ve Türk kökenler vurgulanmak suretiyle yeniden
yazılmasından yanaydılar. İslamcılık ise, çöküşü İslam’ın gerçek özünden
12
kopmuş olmakla açıklıyor ve köklere dönüşü, gerçek İslam’a dönüşü salık
veriyorlardı. (Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyet’inin, bu akımların kimi
özelliklerinin bir sentezi olduğunu söyleyebiliriz.)
Bu süreçte mağlubiyet psikolojisi hakim olduğundan Osmanlıcılık
hemen hemen bütünüyle tasfiye edildi. Bunun yerine İslam’ın siyasi işlevi,16
yani İslamcılık akımı daha çok ivme kazanmaya başladı. Bir başka ifadeyle
“Avrupalıların üstesinden gelebilmemiz için tek izlenecek yol İslamdır.”
düşüncesi bu gruba egemendi:
a. İslam, mani-i terakki değildir; tersine ilerlemeyi, gelişmeyi emreden
bir dindir,
b. Öyleyse, İslam ülkelerindeki gerileyiş ve çöküşün nedenlerini
İslam’ın düşünce ve inanç sistemlerinde değil, Müslümanların gerçek
İslam’dan uzaklaşmalarında aramak gerekir17.
İslamcılık Akımı, 1839 Tanzimat Fermanı ile başlayan Batılılaşma
hareketine ve bunun sonucu olarak, İslami kuralların toplumsal hayatın dışına
itilmesi sürecine karşı bir hareket ve ideolojidir. İslamı ve kurallarını koruma
amacıyla ortaya çıkan, daha sonraları ise Batılı güçlerin İslam coğrafyasını
işgal hareketlerine karşı toplumsal, silahlı kurtuluş savaşlarını organize eden
oluşumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha sonraları bu, günümüzdeki
16 "Siyasal İslam" teriminin büyük ölçüde isabetsiz olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü İslam dininin kendisi siyasi bir karakter taşır ve siyasal İslam denilerek, İslamın kültürel, ekonomik, hatta insanlararası ilişkiler boyutundan mahrum kalınıyor. Onun için çalışmamızda İslam’ın hangi boyutundan söz edersek, onun altına çizmeye çalışacağız. Mesela İslam’ın siyasi eğilimi/boyutu ya da İslam’ın iktisadi boyutu veya İslam’ın kültürel boyutu gibi….
13
anlamıyla "İslami Hareket"18 denilen ideolojilerin de kökenini oluşturdu. Fakat
“İslami hareket” denildiğinde ne kastediyoruz ve bunu devlet geleneği
içerisinde nasıl anlamlandırabiliriz? “İslami Hareket” ile ilgili şöyle bir tanım
yapabiliriz: İslam dininin bütün kurum ve kuralarıyla bir bütün olarak toplumun
bütününde; hukuki, siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel alanlarda egemen
olması için organize olmuş yapıların tamamına, “İslami hareket” denir. Bir
başka ifadeyle, İslam’ın bir hayat nizamı olduğunu kabul edip, bu nizamın
hayatın bütün aşamalarında uygulanması gerektiğine inanan ve bunun
mücadelesini veren oluşumdur. Bazıları için ise İslami Hareket,
""hakimiyette ve önderlikte bir inkılap olmasıdır; Allah’a ve talimatlarına karşı gelen ve bu yüzden insanlığın bütün rahatsızlıklarının sorumlusu olan bir önderlik, yerini adaletli, Allah’a inanan ve ilahi emirlere boyun eğen bir önderliğe bırakmak zorundadır""19.
Ve bunu başarabilmek için,
""hutbeler ve vaazlar irad etmek, insanları Allah’ın emirlerini dinlemeye ve ona ibadet etmeye teşvik etmek yeterli değildir. Bundan ziyade ahlaklı ve adil insanların birbirlerini araştırıp bulmaları ve toplumu fesattan kurtarabilmek için yeterli kolektif gücü toplamaya çalışmaları icab20eder."
Yani toplumun İslamileştirilmesinden21 söz edebiliriz. Bu amaç,
"tebliğ" ve "irşad" görevleriyle yetinmemekte, örgütlenme ve örgütlü hareket
görevlerini de Müslümanlara yüklemektedir. Bu amacın Türkiye’deki
18 Aslında “İslam inancının” çok eskilere dayandığını söyleyebiliriz. Bu inanca göre ilahi mesaj Hz Ademle başlamış, birçok peygamberle birer evreden geçerek Hz Muhammed’le tamamlanmıştır. Kur’an’a göre Hz Adem müslümandır ve onunla birlikte başlıyor bu süreç. 19 Ebu’l Âlâ El-mevdudi, İslami Hareketin Dinamikleri, İstanbul, Nehir Yayınları, 1986, s. 13. 20 Ebu’l Âlâ El-mevdudi, a.g.e, s. 14. 21 “İslami hareket”in temel amacının toplumun İslamileştirmesi olduğu Erbakan’ın ifadelerinde yer alıyordu. Örneğin bu, İslami harekete yakın olan Bugün gazetesinde sıkça vurgulanıyordu. Ayrıca Mehmet Şevket Eygi, İslami Kalkınma Hareketi, Bugün Gazetesi, 20 Haziran 1969.
14
karşılığını "dindar" ya da "dinsel" tanımlarında da bulabiliriz. Ama bu
tanımlardan önce İslamcılık, köktendincilik terimlerinin tanımını yapmamız
gerekiyor. Batılı literatüre göre İslamcılık, İslam’ın toplumsal projesini
savunmaktır; yani, toplumda şeriat kanunlarının hakim hale gelmesini
savunmaktır. Bu projeyi savunan kişiye de "İslamcı" denir. Buradan “dindar”ın
tanımına geçecek olursak: Dindar kişi, devletin koyduğu kurallar
çerçevesinde, İslam inançlarını, kültürünü yaşayan, yaşatan kişidir. Türkiye
gibi, Sünni devlet geleneği kuvvetli olan ülkeler, büyük ölçüde “Devlet için
İslam şarttır ve İslam için devlet şarttır.” şiarını benimserler.
Çalışmanın buraya kadar ki kısmında, Osmanlı devlet geleneğini ve bu
çerçevede dinî ve idari yapıları kısaca açıklamaya çalıştık. Bunlar, konumuz
açısından büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü bu yapılar,1. BMM’ye
taşınmış ve buradaki tartışmalar içinde billurlaşmıştır. Bu yapılar, 2. Grup’ta
karşılığını bulmuştur ve Cumhuriyet döneminde de Adalet ve Kalkınma
Parti’de bambaşka bir çerçevede karşılığını buluncaya değin süre giden bir
zihniyete dönüşmüştür.
B. Adalet ve Kalkınma Partisinin Demokrat-Muhafazakâr
anlayışının temeli: İkinci Grup.
23 Nisan 1920 tarihinde gerçekleştirilen 1. BMM’nin açılışı ve O’nun
bünyesinde yaşanmış olan rejim tartışmaları22, Türk siyasi hayatında,
günümüze kadar sürüp giden önemli bir yer tutmaktadır. Bu tartışmalar 1.
BMM’sinde iki grup arasında olmuştur; birinci grup Atatürk’ün fikirlerine sahip
22 Ömür Sezgin, Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasi Rejim Sorunu, 2. Baskı, Ankara, İmge kitabevi, Kasım 2005, s. 58.
15
çıkanlar ve sonraları Cumhuriyet Halk Partisi’nin çekirdeğini oluşturacak
olanlardır. İkinci grup ise Atatürk’ün fikirlerine karşı gelen muhaliflerden23
oluşmaktadır. İkinci grubun temel özelliği, hilafet makamının kaldırılmasına
karşı olmasıydı.24 Fahir Giritlioğlu, ikinci grubun özelliklerini şöyle
özetlemektedir:
"1923 tarihli Anayasaya rağmen: 16 Ocak 1921 tarihinde yeni bir Anayasanın
yapılmış olmasına karşıydılar. Ankara’daki siyasi otoritenin Anadolu’da
geçici olarak ve sadece Millî Müdafaa için bir hükümet kurmasını istiyorlardı.
Ayrıca, bu hükümetin, İstanbul hükümet kanunlarını tatbik etmesini
istiyorlardı. Ve en önemlisi: Milli misak’ın tesisinden sonra, hükümetten
çekilmeyi lüzumlu bir husus olarak ileri sürüyorlardı. Bunun mânası ise:
Anadoluda, ihtilalcı davranışlara açıkça karşı olduklarıydı. Cumhuriyetin
ifadesi mânasına gelen Anyasadaki (Hakimiyetin kayıtsız ve şartsız millet
aittir) tarzındaki hükmüne karşıydılar. Sosyal görüş bakımından, gelenekçi ve
mukaddesatçı, Siyasi görüş bakımından Tanzimat nizamcısıydılar"25.
Belirtilmesi gereken bir husus da ikinci grubun üyelerinin tek bir görüş
etrafında toplanmıyor olmalarıydı. Ama Mecliste tartışma odağı olan heyet-i
vekilenin görev ve sorumlulukları, Meclis üstünlüğü, Başkumandanlık
kanunu’yla başkumandana verilen olağanüstü yetkiler, Vekil seçimlerinde
aday gösterilmesi, Meclis Başkanlık Divanı’nın tarafsızlığı, İstiklal
23 Tevfik Çavdar, Birinci Meclis ve İkinci Grup, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Nisan 1991, S. 130, s. 5. 24 Sezgin, a.g.e, s. 88. 25 Fahir Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin Mevkii, Ankara, Ayyıldız matbaası, 1965, s. 47.
16
Mahkemeleri ve Temel hak ve özgürlükler konularında sergilemiş oldukları
ortak tutumlar etrafında ikinci grubu oluşturan bir zihniyetten söz edebiliriz.
Bu çalışmada ben ikinci grubun zihniyeti ile AK Parti’ninkinin büyük bir ölçüde
örtüştüğünü ve bu anlamda bir süreklilik arz ettiğini ileri süreceğim. Bu savı
detaylandırabilmek için, iki önemli nokta üzerinde durmamız gerekiyor:
a. İkinci grup üyelerinin, ekonomik anlayış konusunda liberal ve
"evrensel" düşündüklerini söyleyebiliriz. Örneğin grup üyesi olan Celalettin
Arif Bey, Ereğli Bölgesi’ndeki maden yataklarının işletme hakkını İtalyan
şirketi olan "Terni Company"26ye verilmesini önermiştir. Ayrıca "Chester
Ayrıcalığı" ve onun yarattığı tartışmalardan, iki ayrı çizgi çok net
görülebiliyor: İkinci gruba göre, adı geçen İtalyan ve Amerikan şirketleri ile
işbirliği yapıldığı takdirde ülke, dünya pazar ekonomisi içinde aktif bir rol
oynayıp millet refaha kavuşacaktır. Buna karşın birinci gruba bu türlü
faaliyetlerin ülke menfaatlerine zarar vereceği kanısı hakimdir.27 Birinci
grubun bu “ulusalcı ve devletçi” anlayışının sıkı bir şekilde 1980’e kadar
sürdürüldüğü ileri sürülebilir. 1980 sonrasında ise adım adım devletçilikten
uzaklaşılarak neo-liberalizmin ekonomiye getirdiği yeni anlayışa uyum
sağlanmaya çalışılmış ve bu politikalar Adalet ve Kalkınma Parti’si
döneminde doruk noktasına ulaşmıştır.
b. İkinci grup üyelerinin önemle değindikleri bir diğer konu da insan
hak ve özgürlükleri ile demokrasidir. Yukarıda belirttiğimiz gibi 2. grup üyeleri
26 Yahya Sezai Tezel, Birinci Büyük Millet Meclisinde Yabancı Sermaye Sorunu: Bir Örnek Olayı, SBF Dergisi, 1970,C. 25, S. 1, s. 242. 27 Ayrıntılar için bkz. A.g.m, s. 239-251, Yahya Sezai Tezel, Birinci Büyük Millet Meclisi Anti- Emperyalist miydi? Chester Ayrıcalığı, SBF Dergisi, 1970, Cilt 25, S: 4, s. 287-318.
17
tek bir siyasi görüş etrafında toplanmıyorlardı ama Mecliste yer alan
tartışmalarda takındıkları ortak tutum, pek bir dağınık görünüm vermiyordu.
Örneğin, onaylanmış Masuniye-i Sahşiye yasasına göre, insan hak ve
özgürlükleri "her yönüyle güvence altına alındığı gibi bu hakların ihlali halinde
savcıların doğrudan kamu davası açabilecekleri de kabul edilmiştir".28 Yasa
kabul edildikten sonra mecliste "Yaşasın Hürriyet" sloganları atılmıştır.29
İkinci grubun üyeleri arasında insan hak ve özgürlükleri konusuna en çok
önem veren ve bu konunun üzerine giden Hüseyin Avni Ulaş’tı. Hüseyin Avni
Ulaş ikinci grubun ideologlarındandı ve hatta ikinci grubun programını
hazırlayan kişi de odur. Özellikle ikinci grubun ikinci programı30 bu konu
bakımından önem taşımaktadır. Programda kişi hak ve özgürlükleri konusu
hayli yer tutmaktadır. Hüseyin Avni Ulaş’ın hazırlamış olduğu programın 4.
maddesine göre herkesin kişisel ve medeni özgürlüklerini her türlü saldırıya
karşı güvence altına alınması öngörülüyor ve 5. maddede de inanç özgürlüğü
savunuluyordu.31 Hüseyin Avni Ulaş’ın hazırlamış olduğu programdan
anlaşılıyor ki, ikinci grup, bir muhalif grub olarak din ve vicdan hüriyeti
üzerinde önemle durmuştur. Zaten Hüseyin Avni’ye göre, demokrasi kavramı
"din" ve "iman" kelimelerini çağrıştırıyordu.32 Demokrasi, Ulaş’a göre, "her
şeyden evvel insanlığın kendinde ilahi aydınlığa inanmasından ibaret bir
28 Tevfik Çavdar, a.g.m, s. 5. 29 Tevfik Çavdar, a.g..m, s. 5. 30 Sabanci Üniversitesi, Birinci Meclis, Ed: Doç. Dr. Cemil Koçak, İstanbul, Promat Matbaacılık, 1998, Ahmet Demirel, Birinci ve İkinci Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grupları, s. 127. 31 Ahmet Demirel, a.g..m, 128. 32 Nurettin Topçu, Hüseyin Avni ve Türk Demokrasisi, Bizim Türkiye dergisi, 24 Mart 1948, S. 4, s. 12.
18
iman hamlesi ve insanlık içinde ferdiyetleri inkişaf ettiren örnek bir hareket
idealidir".33
Bir başka ifadeyle, Hüseyin Avni Ulaş’ın tasavvur ettiği demokrasi
içeriği din zeminlidir veya Ömür Sezgin’in belirttiği gibi "Meclis içindeki
muhalefeti genel olarak toplumdaki egemen dinsel ideolojinin siyasi
düzeydeki yansıması"34 olan bir serbest piyasa ekonomisi modelini
savunuyordu. Yani bir nevi Adalet ve Kalkınma Partisi’ninkine benzer bir
“demokrat-muhafazakâr” anlayış sergiliyordu. Geleneklere bağlı bir
kapitalistleşme özlemi olarak özetlenebilecek bir ortak noktadır bu. Ayrıca
İkinci grup üyelerine demokrasi kahramanı özelliği yakıştırılıyordu.35
Bu "demokrası kahramanı" vasfını, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
da, 23 Nisan 2004’te yaptığı konuşmasındada 1. BMM’de yer alanların "millî
kahraman" değil, "demokrasi kahramanları" olduğunu belirterek kullanmış ve
şunları söylemiştir:
"Demokrasi bir güven rejimidir. Millete ve milletin tercihlerine güven duyulmasını gerektirir. Millete güvenmeyen, aslında kendisine güvenmiyordur. Kendisi için en doğru olanı, yine milletin kendisi belirlemelidir. Milletin sağduyusuna itimat etmek, demokratik bir idare için zorunludur. Halka tepeden bakmak, halkın görüşlerini, taleplerini, beklentilerini dikkate almadan politika üretmek, günümüz demokrasi anlayışı açısından imkansız hale gelmiştir. Bizler, 84 yıl önce tesis edilen bu milli çatı altında, ilk Meclis'ten aldığımız irade ve ruhla, demokrasinin çağdaş ve evrensel değerlerini savunmaya devam edeceğiz. Bu mukaddes emaneti layıkıyla koruyarak gelecek kuşaklara taşıyacağız. Dünya durdukça o ilk İstiklal Meclisi'nin ruhunu içimizde yaşatacağız"36.
33 Nurettin Topçu, a.g.m, s. 11. 34 Sezgin, a.g.e, s. 135. 35 Cahid Okurer, Karakter Kahramanı: Hüseyin Avni, Hareket dergisi, Nisan 1948, S. 14, s. 8. 36 Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın 24 Nisan 2004 Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı vesilesiyle, konuşmadan. Kaynak: http://www.akparti.org.tr/basbakan-erdogan-ilk-meclisten-aldigimiz-irade-ve-ruhla-d_2505.html.
19
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ise, 1. BMM’yi, Türkiye’nin en
demokratik meclisi olarak değerlendirdi37. Bu konuşmadan anlaşılan odur ki,
demokrasi Türk siyasi tarihinde hep bu zihniyetçe temsil edilmiştir. Tabii ki
din konusunda ve bu bağlamda nasıl bir yönetim biçimi istediklerine dair
olarak da 2. grubu referans göstererek kendi konumlarını belirlemeleri, bu
temsilcilerin demokrasi anlayışlarını yeterince açıklamaktadır.
Bilindiği gibi, ikinci grup bir sonraki mecliste dağıtılmıştır. Ama Fahir
Giritlioğlu’nun yazdığı gibi, "ikinci grubun ruhu"38 sürdürüldü. Onun
"sürdülülmesini sağlayan" Hüseyin Avni Ulaş oldu. Çünkü Terakkiperver
Fırkasının programını hazırlayanlardan biri Ulaş’tı.39 Esas önemlisi de çok
partili hayatın ilk partisi olan Milli Kalkınma Partisi’nin programı da Hüseyin
Avni Ulaş tarafından hazırlanmıştı.40
Sonuç olarak, tezimiz bakımından, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
köklerine doğru gidildiğinde, partinin "Milli Görüş, Demokrat Parti, daha da
derinlere gidildiğinde ikinci gruba dayandığı görülmektedir. Cumhuriyet
yıllarında "dağılmış görüntüsü veren" ikinci grubun bu zihniyeti, bir "muhalif
akım"41 olarak, daha sonraki yıllarda, ağırlıkla İslami hareketin bünyesi
içinde yer alıp Cumhuriyet yıllarında geçici olarak durdurulmuştur ve bir
"dağılma" sürecine girmiştir. Bu "muhalif” zihniyetin toparlanma sürecine
37 Hüseyin Çelik’in 23 Kasım 2005 tarihinde, 4. Dönemindeki AKP Siyaset Akademisindeki konuşmasından. 38 Giritlioğlu, a.g.e, s. 50. 39 Lütfü Bornovalı, Hüseyin Avni Siyasi ve Ahlakı Şahsiyeti, Hareket Dergisi, Şubat 1949, S. 24, s. 11. 40 Lüfü Bornovalı, Partiler Karşısında Hüseyin Avni, Hareket Dergisi, Mayis 1948, S. 15, s. 9. 41 Trabzon, 2 Grubun "muhalefet merkez"i olarak adlandırılıyordu. Kadır Mısıroğlu, Ali Şükrü Bey: Trabzon Meb’usu Şehid-i Muazzez, Sebil Dergisi, 10 Şubat 1978, S. 111, s. 11. Ayrıntılar için ayrıca bakınız: İsmail Akbal, Milli Mücadele Döneminde Trabzon’da Muhalefet, 1. Baskı, Trabzon, Eylül 2008. Özellikle 6. Bölüme bakınız.
20
girmesi, sanıldığının aksine Demokrat Parti dönemine değil, aslında Marshall
Planı’nın kabul edilip yürürlüğe girdiği tarihe denk düşer. Bu tarihte
Türkiye’nin demokratikleşme sürecine girmesinin temelleri atılır. Buna paralel
olarak İslami hareketin de yavaş yavaş bir toparlanma sürecine girdiğini
görürüz. Bu sürecin tohumları Cumhuriyet Halk Partisi döneminde atılmıştır.
C. Cumhuriyet Yıllarında İslami Hareket
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, İslami hareket kenara itilmiştir ama
asla yok edilmemiştir. Bu noktada belirtilmesi gereken bir başka husus var.
İslami hareketin yandaşları asla devleti devirmek anlayışı içerisinde
değildiler. Esas gayeleri ulus-devletin getirdiği laik ve pozitivist anlayış ve
uygulamalara karşı tedbirler geliştirmekti. Oysa yaşanan gerçek başkaydı:
Artık din, toplumun her alanında söz sahibi olmayacaktı; dinî alan, kurulan
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kontrolünde ve yönetiminde bulunacaktı.42
Ancak, laiklik prensibi çerçevesinde, ulus-devlette dinin rolünün özel alanla
sınırlanması ve Diyanet dahil kontrol altında tutulması da gerekiyordu43.
Bu esnada hayata geçirilen çok partili sistem ile birlikte İslami
hareketteki dağılmışlık yavaş yavaş toparlanma belirtileri göstermeye
başlamıştır. Onu toparlanmaya yönelten etkenleri, özellikle o dönemin büyük
ölçüde dış dinamiklerinde aramak gerekir.
42 Richard Tapper, Çağdaş Türkiye’de İslam:Din Siyaset, Edebiyat ve Laik Devlet, Çev Özden Arıkan, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1993, s. 8. 43 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev Fatih Taşar, İstanbul, Rey Yayıncılık, 1993, s. 408.
21
1. İslami Hareketin Batı’ya Eklemlenmesinin Başlangıcı: Marshall
Planı
İkinci Dünya savaşından sonra Marshall Planı, Amerikan Hükümet’i
tarafından verilen mali yardımın ideolojik ve fikrî çerçevesini belirler. Bu mali
yardımın amacı, hem Türkiye’yi komünizm tehlikesinden korumak, hem de
olası bir Sovyet saldırısına karşı, Türkiye’nin askeri güç kabiliyetini maximum
seviyeye getirmektir.44 Türkiye, Marshall Planı’nın kabul edilişiyle birlikte,
Demokratikleşme yani "Amerikalılaşma" sürecine girmiştir ve çok partili
hayata geçişin sinyali de bu yıllarda verilmiştir. Bu süreç, İsmet İnönü’nün 12
Temmuz beyannamesiyle resmileştirilmiştir45. Marshall Planı, sadece askeri
alanı ve dış politika alanını değil, kültürel alanı da kapsıyordu46. Yani bir
"Amerikan tipi insan yaratılmaya çalışılıyordu. Sorgulamayan, tüketen,
sadece kendini düşünen, değerleri, ümitleri olmayan insan tipi yozlaşmayı ve
uzun vadede toplumda dejenerasyonu yaratmıştır"47. Bu sürecin ilk emareleri
Cumhuriyet Halk Partisi’nde görülüp Demokrat Parti döneminde hız
kazanmıştır48. Toplumdaki radikal değişimin ilk belirtileri 1941 yılında ortaya
çıkar: 2. Dünya savaşına katılma ihtimale karşı, silahlı kuvvetlere askeri
vaizlerin girmesine izin verilir.49 27 Ocak 1947 tarihinde ise okul dışı din
eğitimi kabul edilir. Ayrıca 1948’de hacca gidenlere mali yardımda
44 Ayın Tarihi, Mart 1947, S. 160, s. 161-162. 45 Çok partili hayata geçiş süreci başladığında, dini gruplar "Ateist Halk Partisi’nden" kurtuluş günü ilan etmişlerdir. (Muhammed Feroze, Laiklikte Aşırılılık ve Ilımlılık Türkiye’de İslam ve Laiklik, İstanbul, İnsan Yayınları, 1995, s. 37). İslami harekettekilerin bu anlayışı yani laik kesimin ateistlikle eş değer tutulması, günümüzde de sürdürülmektedir. 46 Çetin Yetkin, Karşı Devrim (1945-1950), 4. Baskı, Antalya, Yeniden Anadolu ve Rumeli Mudafa-ı Hukuk Yayınları, 2006, s. 357. 47 Ulaş Altun, Marshall Yardımı ve Türkiye, Yayınlanmamış Yüksek Lisans tezi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 2007, s. 124-125. 48 Ulaş Altun, a.g.ylt, s. 125. 49 Doğan Duman, Demokrasi Sürecinde Türkiye’de İslamcılık, 1. Baskı, İzmir, Dokuz Eylül Yayınları, Ağustos 1997, s. 26.
22
bulunulmuştur. 25 Kasım 1949’da, okullarda seçmeli ders olarak din dersi
okutulmaya başlanmıştır. Haziran 1949’da Ankara’da İlahiyat Fakültesi’nin
kurulması kararlaştırılır. 1950’de İmam Hatip Kursları okullara dönüştürülür.50
Ayrıca tekke ve zaviyelerle ilgili düzenlemeler, 141. 142. ve 162. maddelerle
ilgili düzenlemeler, radyoda dinî neşriyat meselesi, Türkçe Kur’an meselesi
gibi Cumhuriyet Halk Partisinin tavır ve tutum değişikliği, Tekin <eker’in
yayınlanmamış yüksek lisans tezinde ifade ettiği gibi "" CHP de Atatürk ve
devrimlerini bir kenara bırakacak kadar Türkiye’yi ılımlı bir din anlayışıyla
yönetmeyi seçip Türkiye’de bir "dinselleştirme hareketini" başlatacak kadar
demokratik bir kimliğe bürünmüştür"51.
Türkiye’de çok partili hayatın başlaması ve onu izleyen Marshall
Planı’nın getirdikleriyle birlikte başlayan demokratikleşme ("Amerikalılaşma")
sürecinin, İslami hareketin palazlanmasına neden olduğunu söyleyebiliriz.
<emsettin Günaltay, Türkiye’nin, Marshall Planı’yla hem demokratik, hem
iktisadi yönden kalkınacağını T.B.M.M’deki konuşmasında önemle
vurgulamıştı52. Çok partili dönemde Demokrat Parti çatısı altında sesini
duyurmaya başlayan İslami kesimler Marshal Planı’nın ardından varlıklarını
daha da pekiştirdiler. Yani Marshall Planı, İslami hareketin "demokrasi"
şemsiyesi altında güçlenmesine neden oldu. Bu "demokrat",
"demokratikleşme", "demokrasi" gibi kavramlar Türk siyasi hayatı boyunca
her zaman İslami Hareketin ve 80 sonrası Kürtlerin benimsediği kavramlar
50 Hürriyet Konyar, Çok Partili Hayata Geçiş Sürecinde, CHP’nin Laiklik Politikasındaki Değişim, Tarih ve Toplum, Mayış 1994, S. 125, s. 295. 51 Tekin Şeker, Demokrat Parti Dönemi Din Politikaları (1950-1954), yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Dumplupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Kütahya 2006, s. 80. Ayrıca bakınız: Rıza Zelyut, Siyaset ve Din, İstanbul, Yön Yayıncılık, 1996. 52 T.B.M.M Tutanak Dergisi, 8. Dönem, Cilt: 15, 3. Toplantı, Birleşim: 36, 24 Ocak 1949, Oturum: 1, s. 202. (Konuşmasının tüm metninin 198-202 sayfalar arasında).
23
olmuştur. Bu hareketler bu kavramlar etrafında toplanmışlardır53. Bu
çerçevede demokratlık kavramı, muhafazakârlığa ve İslamcılığa
eklemlenmiş,54 veya Türk sağ siyasetiyle entegre olmuştur. Güçlendikçe de
taleplerini daha dolaysız yollardan ifade etmeye başlamışlardı. Bunu kabul
etmeyen İslamcı oluşumlar da vardı. Örneğin, Ticani Tarikatı’nın mensupları
meclise girip ezan okumuşlardı55. Bu olayın tahlili kanımızca, şunu
gösteriyor: İslami harekettekilerin çoğunluğunun amacı, devlete karşı bir
silahlı direniş olmadan, devlette hâkim hâle gelmek ve onun felsefesini
değiştirip dönüştürmekti. Onun için Marshall Planı’nın verdiği fırsattan
yararlanarak bu politikayı, Batı’ya paralel olarak hareket ederek, sürdürmeye
çalışmışlardır. Zaten Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2004 yılında Dışişleri
Bakanı sıfatıyla Adalet ve Kalkınma Partisi’nin siyaset akademisindeki
konuşmasında, Türkiye’de "sessiz devrim” gerçekleştirdiklerini ifade etmişti.
İslami hareket, Tanzimat döneminde geleneksel değerlere ve
Osmanlıcılık’a dayanırken, Cumhuriyet yıllarında Batı’nın ürettiği kavramlara
endeksli hareket etmeye başladı. Yani, İslami hareket kendi sahasından
çıkıp Batı sahasında oynamaya başladı.56 Ama her şeye karşın İslami
Hareket, Demokrat Parti döneminde kendisini ancak kısmen ifade
edebilmiştir.
53 Bu noktada belirtilmesi gereken bir hususa daha değinmemiz lazım. Daha önce belirttiğimiz gibi demokrasi kelimesi Müslümanlar ve 1980 sonrasında Kürtler tarafından benimsenirken rejime muhalif olmayanlar Türk demokrasisi ve Cumhuriyet taraftarlığı söylemine sarıldılar. 54 Ayrıntılar için bakınız: Yasin Aktay, İslamcıdaki Muhafazakar Bakiye, Modern Türkiye’de Siyasi Düsünce- Muhafazakarlık, edt: Ahmet Çiğdem, C. 5, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003, s. 346-360. 55 Hak-Yol Vakfının Ankara eski başkanı olan Giyasettin Karatepe’yle, 10.07.2009 tarihinde mülakattan. Ayrıca bakınız Mustafa Tekin, Ticanilik, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık, C. 6, 1. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004, s. 262. 56 Giyasettin Karatepeyle, 10.07.2009 tarihinde mülakattan. Ayrıca bakınız Sami Adil, İslami Hareket ve Parti, İslami Hareket (Aylık Gazete), 20 Temmuz 1979, s. 3.
24
1.1. Demokrat Parti Döneminde “İslami Hareket”in Konumu
1946 yılında, çok partili hayata geçiş dönemine girildiğinde, CHP’nin
din konusundaki tutumunun kısmen bir yumuşama eğilimine girdiğini
yukarıda belirtmiştik. Bu eğilim, Demokrat Parti döneminde daha çok
pekiştirildi. Halkın dinî duyguları okşanarak bir taraftan İslami Hareket’in
ateşinin söndürülüp, devlete, sisteme entegre olmasına çalışıldı, diğer
taraftan da Müslüman halkın gözünde "devletin kutsallığı" anlayışının
pekiştirilmesi amaçlandı. Çok partili hayata geçiş sürecinin yarattığı liberal
ortam ve dine karşı baskıların azalması tarikatlara serbest bir alan
yaratmıştır57. Bu hususta siyasi planda atılan adımlar şöyle özetlenebilir: İlk
ve belki de en önemli adım, ezanın tekrar Arapça okunması (1950 yılında)
olmuştur. Halkın bu adım karşısındaki memnuniyeti çok büyük oldu.58 Daha
sonra, radyoda Kur’an okutulması (1950), İlkokullarda din derslerinin
programa konulması (1950), 1925 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerin
Kapatılmasına Dair Kanunun 1. Maddesi’nin değiştirilerek 19 türbenin
açılmasına izin verilmesi59, İmam Hatip okullarının tekrar açılması (1951),
141. ve 142. maddelerin değiştirilmesi (1951), 163. maddenin tartışılması
(1951), ortaokullara din derslerinin tekrar konulması (1953)60 gibi adımlar
bunu izledi. DP’nin din konusunda gerçekleştirdiği bu açılımların sonucu
olarak, “İslami Hareket” için bir çıkış yolu ortaya çıkmış ve Müslümanlar
57 M. Emin Yaşar, Mehmed Zahid Kotku, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul 2004, s. 328. 58 Nuray Mert, Merkez Sağın Kısa Tarihi, 2. Baskı, İstanbul, Selis Kitaplar, Kasım 2007, s. 20. 59 Prof. Dr. Neşet Çağatay, Türkiye’de Gerici Eylemler (1923’den bu yana), A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1972, s. 42. 60 Öbür olayların alıntısı Tekin Şeker’ın tezindendir.
25
"demokrat" kimliği altında örgütlenmeyi giderek daha fazla benimsemeye
başlamışlardır.
1.2. 1960’lı Yıllarda “İslami Hareket” ve Milli Görüşe Giden Yol
60’lı yıllardaki İslami Hareketin temel özellikleri ve Milli Görüşü
hazırlayan koşullar irdelenecektir. Fakat bunları incelemeden önce 60’lı
yılların temel özelliklerine kısaca bakmakta fayda var:
1.2.1. 60’lı Yılların Temel Özellikleri
60’lı yılların temel özelliğini belirleyen olay, 27 Mayıs askerî
müdahalesi ve onun yarattığı 61 Anayasası’dır. 1961 Anayasası, kişi hak
özgürlükleri alanında özgürlükçü bir ortam yarattı. Bunun sonucunda gerek
çeşitli partilerin ortaya çıkması, gerekse sendikaların güçlenmesine olanak
tanınmasından dolayı çoğulcu bir siyasi ortam oluşmuştur. 1960 öncesine
göre çok çeşitli siyasal ideolojilere sahip siyasi partiler kurulmuştur.
Bunlardan özellikle sosyalist partilerin kurulması Türk siyasi hayatı için yeni
bir evre oluşturmuştur. Türkiye İşçi Parti’sinin kurulması, sol görüşlerin
gelişmesini ve örgütlenmesini sağlamıştır61. Bu, konumuz açısından büyük
bir önem taşımaktadır; çünkü sol hareketin güçlenmesi karşısında, sağ
cepheyi temsil eden milliyetçi ve dinî akımlar62 da güçlenmiştir.
60’lı yıllar böyle şekillenirken, “İslami hareket”in durumu nasıldı?
61 Emre Kongar, 21. Yüzyılda Türkiye, 23. Basım, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1999, s. 179. 62 Bunu o dönemde “İslami hareketi” temsil eden Bugün gazetesinin sayfalarında çok net görebiliriz: 60’lı yıllarda o gazetenin sayfalarında hem milliyetçiler hem de çeşitli dini akımlara mensup kişiler komünizme karşı köşe yazıları yazdılar.
26
1.2.2. İslami Hareket – 27 Mayıs İlişkisi
27 Mayıs askeri müdahalesi, konumuz açısından büyük bir önem
taşımaktadır. Çünkü İslami hareket, hemen hemen her askeri müdahaleden
sonra, sistemle uyum sağlıyordu..63 Duman’ın ifade ettiği gibi,
""27 Mayıs yönetimi, tek parti dönemindeki militan laiklik politikasına dönmeyi düşünmek yerine, devlet denetiminde ve değişime direnmeyecek bir İslam anlayışının oluşturulmasına çalıştı. Tek parti döneminde olduğu gibi, İslam’ı, bazı yasal düzenlemeler ve yasaklarla reformize etmektense, aşağıdan yukarıya doğru bir reform düşünüldü64."
Öyleyse neden o zaman DP devrildi? Bu nedenler arasında, DP’nin
devrimden uzak kalması ve yarattığı İslam’ı canlandırma ve devrimlere karşı
sergilediği tutum gelir. Ama Ali Bulaç’a göre bunun biricik nedeni, "DP çatısı
altında gittikçe büyüyen İslami muhalefete karşı65" oluştur. Yani "Milli Birlik
Komitesin’deki çoğunluk, muhafazakâr çıkar gruplarının ve siyasi partilerin
elinden İslam’ı alarak devletin millî bir aracına dönüştürmek istiyordu. Bu
yüzden, bir yandan Türk devriminin ilkelerine karşı çıkıp İslam şeraitini
savunanlar, "gerici çevreler" olarak nitelendirilip, bunlara asla taviz
verilemeyeceği belirtilirken, öte yandan da "Vicdan hürriyetininin hazinesi
olan mukaddes dinimizin irticai ve siyasi cereyanlara alet edilmeden saf ve
lekesiz kalması Milli Birlik Komitesinin en büyük emelidir. Vatandaşlarımızın
dini inanç ve ibadetlerine, ne kanunla ne de güçle karışılamaz"66 deniyordu.
Yani 27 Mayıs yönetimi, İslam’a ılımlı yaklaşacak, fakat DP dönemindeki din
63 09/10/2009 tarihinde İsmail Kahraman’la mülakattan. 64 Duman, a.g.e, s. 56. 65 Ali Bulaç, İslam Dünyasında Düşünce Sorunları, 4. Baskı, İstanbul, 1993, s. 75. 66 Duman, a.g.e, s. 53-54.
27
istismarına kesinlikle izin verilmeyecekti67. Cemal Gürsel’in konuşmalarda
İslam’a gönderme yaptığını görüyoruz68. Örneğin,
"Malatya’da, halktan ekonomik durumu düzeltmek için çaba harcamalarını isterken "İslam, çalışmamızı ve mükemmele ulaşmamızı emreder" demiş, Erzurum’da şunları söylemiştir: "Geriliğimizden dini sorumlu tutanlar yanılıyorlar. Hayır, geriliğimizin nedeni dinimiz değil, dinimizi bize yanlış tanıtanlardır. İslam, dünyadaki en kutsal, en yapıcı, en dinamik ve en güçlü dindir" Fakat yüzyıllarca İslam bize kötü ve yanlış açıklanmıştır. Dünya milletlerinin gerisinde olmamızın nedeni budur69".
Bunun bir başka göstergesi de, imam-hatip okullarının sayısındaki
artıştır.70 Din derneklerinin sayısı da 1965 yılında Adalet Partisi iktidardayken
oldukça artmış görülmektedir71. 27 Mayıs askeri müdahalesi, İslami Hareketi
daha çok güçlendirmiş; buna paralel olarak kapitalistleşme süreci hız
kazanmıştır.72 Böylece, demokratikleşme süreci daha çok “İslami hareket”ten
yana işleyişini sürdürmüştür. Ama aynı zamanda “İslami hareket” bu
dönemde partileşme sürecine girmiş ve Necmettin Erbakan’ın liderliğinde
Milli Görüş ideolojisi Türk siyasi hayatında günümüze değin süren bir etki
yaratmıştır. Milli Görüş ideolojisinin Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
ideolojisinin şekillenmesinde de büyük bir rol oynadığını söyleyebiliriz.
67 Duman, a.g.e, s. 54. 68 Kenan Evren’in öncülüğünü yapmış olduğunu savunuyor. Duman, a.g.e, 54. 69 Duman, a.g.e, 54. 70 J. M. Laundau, Türkiye’de sağ ve sol akımlar, Çev: Erdinç Baykal, 2. Baskı, Ankara 1979, s. 250-251. 71 Ahmet Yücekök, Türkiye’de Örgütlenmiş Dinin Sosyo-Ekonomik Tabanı (1946-1968), Ankara 1971, s. 97. 72 Duman, a.g.e, s. 59.
28
2. Milli Görüş
Milli görüş, bir ideoloji ve hareket olarak her yönüyle irdelenmeye
çalışılacaktır.
2.1. Milli Sözcüğünün Etimolojisi
Türkiye’deki İslamcı gruplar ya da İslam’ın siyaset eğilimiyle kendilerini
şu ya da bu şekilde ilişkilendirmiş topluluklar arasında, diyebiliriz ki kuramsal
dayanakları, dayandığı toplumsal ve sosyo-ekonomik zemin ve nihayet
gerçekleştirdiği örgütsel zemin bakımından en güçlü ve yaygın grubu milli
görüş yandaşları oluşturmaktadır.
Milli Görüş ideolojisini incelemeden önce Milli sıfatına etimolojik açıdan
bakmakta fayda var. Millet73 kelimesinin kökü, "milla" sözcüğünden türemiş
olup "kutsallık atfedilmiş bir kitaba inanarak bir araya gelmiş insanların
oluşturduğu topluluk" anlamına gelmektedir74 ve daha çok dinî içerikli bir
sözcüktür. Osmanlı İmparatorluğunda milla kökünden gelen millet kelimesi,
dini cemaat anlamına gelmekte ve Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki
azınlıkları, etnik kökenleri bakımından değil, dinleri yönünden ayırmaktadır.
Bunu o dönemin tapularında da görebiliriz. Arapçada eş anlamlı din kelimesi
Aramca ve İbranicede hukuk anlamına gelmektedir75. İslami
73 Millet kelimesi bilindiği gibi dini anlamı haricinde, 18. Yüzyılda Fransa’dan başlayan ulus-devlet oluşumu bağlamında ‘ulus’ kavramına karşılık olarak kullanılmaya başlamıştır. Yüklenen bu anlamıyla ‘millet’, bireylerinin çıkarlarının çatışmadığı bir birlik olarak tanımlanır ve milli iradeyi temsil eder (Erdoğan Teziç, 100 Soruda Siyasi Partiler, Divan Matbaası, Ocak 1976, s. 22-24.) Erbakan’ın tabiriyle ise, İslamileştirerek, devlet-millet kaynaşmasının sağlanmasıdır ve aynı söylemi Adalet ve Kalkınma Parti’de de görürüz. Millet kelimesinin dini anlam ile ilgili olarak bakınız: Ali Bulaç, Hadis’te "Millet"- 1, 1400 Hicret: Cemaat’ten Devlete, ty, S: 14, s. 5. Ve Ali Bulaç, Hadis’te "Millet"- 2, 1400 Hicret: Cemaat’ten Devlete, ty, S: 15, s. 5. 74 Bernard Lewis,İslam’ın Siyasal Söylemi, Çev Ünsal Oskay, Ankara, Phoenix Yayınevi, Mayıs 2007 s. 57. 75Bernard Lewis, a.g.e, s.49.
29
anlamlandırmalarında var olma, yaradılış, topraktan yaradılış ve ölü, /toprağa
dönüşmek ‘’Hak’’tır. Daha doğrusu, ‘somut’a dair her şey ‘’Hak’’tır. Hukuk ise
Hak olan fenomenler arasındaki ilişki anlamına gelmekte, ‘’Hak’’
sözcüğünden türetilmektedir. Yani insanın bastığı toprakta aynı zamanda
hukuku da var. "Hak"76 Farsçada veya "AAk" Kürtçe’de toprak anlamına gelir.
Farsçada "khak" olarak geçer, ayrıca Aramiceye dek gidildiğinde Xaq,
Pehleviçe’de Xaq, orta Farsça’da Xak, toprak insanın yaradılış gerçeği,
dünya ve yeryüzü mülk ve varlığa sebebiyet veren Xak, Xaq, Hax, Haq
genişçe bir kültür ve gelenek ortamı içerisinde ‘’toprak’’ anlamına
gelmektedir. Arapçaya Aramice’den geçtiği kabul edilir.
Bu terimlerin açıklanmasının ardından Milli Görüş’ün dinî görüşe denk
düştüğünü söyleyebiliriz. Prof. Dr Fehmi Yavuz’un, Yankı dergisine verdiği
mülakatta "Milli Selamet Partisi’nin laiklik ilkesi karşısındaki tutumunu nasıl
buluyorsunuz?" sorusuna, cevabı ilginçtir:
"MSP’nin liderlerinin ve sözcülerinin her fırsatta kullandığı «millî» sözcüğünü hiç çekinmeden «dinî» sözcüğüyle değiştirebilirsiniz. Adındaki «milli» sözcüğünü bile MNP’den beri «dinî» olarak görmek mümkündür. «Dini» sözcüğünü kullanmak yasalara aykırı düştüğü için kendi deyimleri ile «suret-i haktan» görünerek «hile-i ser’iyye» yoluna saparak «millî» sözcüğünü bol bol kullanıyorlar"77.
Zaten Prof. Dr Fehmi Yavuz’un belirttiği gibi İslami Harekettekiler 40’lı
yılların ortasından itibaren Türk sağ yelpazesiyle entegre olmaya başladılar.
76 http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=hak&ayn=tam. 77 Sadık Albayrak, s. 118.
30
2.2. Milli Görüş’ün "Düşünsel" Arkaplanı
Milli Görüş (Dinsel Görüş) Türklerin düşünsel dünyasını okşayan, ifade
eden, temsil eden bir görüş, bir tarz duygusu uyandırmaktadır. Bunun
köklerini Osmanlıların Anadolu’ya yerleştikleri devrede aramamız lazım.
Çünkü, bu dönemde Anadolu’nun, siyasal anlamda, İslamlaşması
gerçekleşti, Osmanlılar dev dalgalar halinde Anadolu’ya girdiler ve böylece
Türklerin Fetih zihniyeti kurumsallaşmış oldu. Fetih zihniyetini açıklayabilmek
için, kanımızca, iki noktayı belirtmemiz lazım. Birincisi göçebe geleneğinden
gelen yerleşim tarzı yani bir yer kendisine ait olmasa da oraya gidip
yerleşme, burası benimdir diyebilme zihniyetidir. İkincisi ise göçebeliğin
savaşçı geleneğinin İslamlaşmasıyla Gazâ geleneğinin ortaya çıkmasıdır.
İnsan, Allah katında değerli bir varlıktır ve sorgusuz sualsız cennete girmenin
yolu, Allah adına savaşmak yani, cihat ederek şehit olmaktır. Allah adına
ölen kişiye şehit denir ve o kişi cennetlik sayılır ve savaştan sağ çıkmayı
başaran kişiye ise gazi denir. Cihad kelimesinin iki anlamı var. Birincisi Allah
uğruna kâfirlele savaşmak ve onların memleketini İslam yurdu (Darül İslam)
hâline getirmek (Allah için yapılacak en mühim vazife budur)78. İkinci anlamı
ile cihad kelimesi ceht kökünden türemiştir ve çabalamak anlamına gelir. Bu
anlamda cihad, insanın kötülüğe karşı verdiği iç savaştır. Bu zihniyet
Türklerin bilinç altında yerleşti ve bu değerlerin benimsenmesinin ardından
Osmanlı’dan başlayan ve günümüze kadar süren Devlet baba- kutsal devlet
anlayışı yerleşti.
78 Cihat kelimesi Kuran’da birçok ayette yer alıyor: Bakara Süresi, 190. ve 193. Ayet, Al-i İmran Süresi, 157. Ayet, Enfal Süresi, 15. ve 16. Ayet.
31
Osmanlı döneminde cihada zemin hazırlayan askerî birliğe Akıncılar
denirdi. Esas ordu taaruza geçmeden önce düşman topraklarına girip ortalığı
darmadağın ederek korku, panik ve bir psikolojik çöküntü yaratıyorlardı.
Milli Görüş adıyla bilinen bu düşüncenin temellerinden bir tanesi İslam-
Türk değerlerlerinin, İslami değerlerin ağırlıklı, egemen olduğu bir devlet
düzeni kurma amacıydı. Başka bir deyişle, İslamcılara göre, Milli Görüş-
dinsel görüş ile toplumun harcı ve devletin omurgası, İslam’a dayalı olacaktır.
Erbakan, Milli Görüşü söyle tanımlanmaktadır: "Milletimizin tarihi, an’anevi ve
bütün manevi değerlerine saygılı olan görüş, milli görüştür."79 Yani,
Erbakan’ın amacı "Müslüman ruhunu canlandırmak ve bin yıllık tarihin,
Türklüğün değil, İslam’ın tarihi olduğunu her fırsatta hatırlatmakdır"80. Bir
başka deyişle Erbakan inanıyordu ki, Sultan Fatih’in İstanbul’u fethettiği
günlerin ruhuna dönmek lazımdır. Bu canlandırılamazsa millet istediği hedefe
erişemeyecektir.81 Belirtilmesi gereken bir husus daha var. Erbakan sıkça
vurguluyor ki, Batı medeniyeti de başarısını İslam’a borçludur. Yani İslam’ın
Batı’ya göre üstünlüğünden söz edilebilir. Erbakan, Avrupa’nın maddi
ilimlerdeki üstünlüğünün kaynağının İslam olduğunu savunuyor. Çünkü
Avrupa ortaçağda ilim konusunda geriydi ve ancak Haçlı seferlerinden dolayı
bir ilerleme kaydetti. 18. ve 19. yüzyıl İslam âlimlerinde ise, mağlubiyet
psikolojisi hakimdi82.
79 Sadık Albayrak, Türk Siyasi Hayatında MSP Olayı, İstanbul, Araştırma yayınları, t.y, s. 82. 80 Tanju S, Tepedeki Dört Adam, İstanbul, yy, 1978, s.112. 81 Prof. Dr Necmettin Erbakan, Milli Ruhu canlandırmak, Milli Gazete, 9 Mart 1973. 82 Maarif-İç Barış-Herkese Refah-Anahtar ve Milli Görüş Temel Görüş, s.10-11
32
2.3. Erbakan’ın Görüşleri
Yukarıda söz ettiğimiz bu değerlerin egemen olduğu devlet ve toplum
düzeninde 90 yıla yakın süredir savsaklanan manevî eğitimi gerçekleştirmek
ve bununla eşgüdümlü olarak ağır sanayi hamlesini başlatarak Türkiye’yi,
kendi iç dinamikleri doğrultusunda kalkındırmak amaçlanmaktaydı. Amaç
yeniden Büyük Türkiye’yi kurmak, ileri bir sanayi ülkesi hâline getirmektir.
Erbakan’a göre "sanayileşmenin amacı, daha çok tüketim malları sanayine
dönük, nispeten geri üretim teknolojileri kullanan, genellikle küçük üretim
birimlerinden kurulu Türk sanayisinde yapısal bir değişikliği ifade etmektedir".
Yani "fabrika kuran fabrika", "makine yapan makine"83. Erbakan’ın
ekonomideki felsefesi "ürettiğin kadar tüketeceksin ve hiç kimsenin parasını
yemeyeceksin. Helal para kazanacaksın"dır. 84 Bu temel düşüncelerin dış
politikaya yansıması öncelikle NATO ve o dönemin Avrupa Ekonomi
Topluluğu (AET) karşısındaki "Milli duruş"tur. Bu doğrultuda, NATO’yla
ilişkiler karşılıklı menfaatler çerçevesinde yeniden gözden geçirilecek ve
müslüman ülkelerle bir ortak pazar oluşturulacaktır.
Milli Görüş hareketi 26 Ocak 1971’de siyasal bir parti kimliğiyle ve Milli
Nizam partisi (MNP) adıyla Türk siyaset sahnesine girmiştir. Gerek MNP,
gerek Saadet Partisi (SP), gerekse Fazilet Partisi’nin (FP), hem siyasal
programları, hem de siyasal söylemlerine bakıldığında, belirledikleri
hedeflerle sosyolojik anlamda bir sınıf hareketi olmanın bütün özelliklerini
taşıdıkları görülmektedir. Yerli burjuvazi içindeki ticaret ve orta ölçekli
83 Devlet Bakanı ve Başbakan yardımcısı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Ağır Sanayi, 26 Temmuz 1976, ty, s.6. 84 Ruşen Çakır, Milli Görüş Hareketi, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, C. 6, 2004, s. 562
33
sanayiyle uğraşan toplumsal kesimlerin, kısaca söylersek Anadolu
sermayesinin sözcülüğüne soyunan bu hareketin temel ideolojisi Milli
Görüş’tür. Milli Görüş’ün sosyo-ekonomik tabanı, ekonomiden pay alamayan
kesimden oluşmaktadır. Milli Görüş’ün ekonomik temellerini bu sosyo-
ekonomik tabanda aramak gerekir85.
Aynı görüşleri İslami harekete yakın yazarlar da paylaşmaktadır.
MSP’nin, taban olarak "küçük burjuvazi"ye ya da "Anadolu burjuvazisi"ne
dayandığını, "gelir dağılımından gerekli payı alamayan kesimlerin, hatta
yığınların ezikliklerini giderdikleri" bir parti olduğunu vurgularlar.86
Manevi kalkınma projesinden, ağır sanayi-milli sanayi87 hamlesine
kadar birçok alanda yön ve strateji belirleyen Milli Görüş’ün mimarı olan
Necmettin Erbakan’ın kitaplarında, bu görüşün temelleri şöyle
özetlenmektedir:
Kapitalistler, hem liberal hem sosyalist hem de komünist olabiliyorlar.
Bunların hepsi "kuvveti üstün tutan", "Batı taklitçisi" ve faizci kuruluşlardır.
Aralarında bir fark görülmemektedir. Siyonizm ve emperyalizm, kapitalizm ve
komünizm de birer araç olarak kullanılmaktadır88. Milli Görüş’ü ise, taklitçi
olmayan, maddi ve manevi değerlerin tahribine yol açmayıp gelişmesini
sağlayan "hakkı üstün tutan" olarak adlandırıyor. Bu zihniyet Müslüman-Türk
değerleriyle örtüştüğü için Milli Görüş olarak adlandırılmaktadır89. Milli Görüş
85 Prof. Dr Alparslan Işıklı, Milli Görüşün temelleri, İktisad Dergisi, Aralık 1996, S. 362, s 78-80. 86 Ali Mehmedoğlu MSP’nin Tabanını Tesbitte Yanlışlık, Düşünce dergisi, s.21 87 Sanayi Davamız, Milli Gazete, 22 Haziran 1973. 88 Prof. Dr Necmettin Erbakan,Türkiye’nin Temel meseleri ve Çözümleri, Ankara, yy, Temmuz 1991, s.21 89 A.g.e. s.6.
34
hâkim olunca "aldatma düzeni" yerine "adil devlet" kurulacaktır90. Taklitçi bir
düzenin kaçınılmaz akıbeti dört aşamada gerçekleşir. Birinci aşama maddi
ve manevi değerler yönünden yoksullaşarak geri kalmaktır. İkinci aşama,
hem ekonomik hem kültürel yönden sömürülme aşamasıdır. Üçüncü aşama,
her yönden bağımlı duruma düşme ve bağımsızlığı kaybetme aşamasıdır.
Dördüncü aşama ise toplumun kendisine biçim ve ruh veren bütün
değerlerine yabancılaşarak özbenliğini kaybetme aşamasıdır"91.
Milli Görüş, faizi, haksız vergiyi, karşılıksız para basmayı, kambiyoyu,
toplumsal ve ekonomik yapının mikropları olarak görmektedir. Bu mikroplar
toplumsal yapıyı içten içe kemirerek hem maddi sefalet hem de ahlaki
çöküntüye yol açmaktadır. Bu nedenle adil ekonomik düzende faiz, vergi ve
fon yasaları bulunmayacak ve darphanede karşılıksız para basılarak milletin
hakkına el uzatılmayacak92.
Milli Görüş, NATO’yla ve kapitalist Batı dünyasıyla yapılan
antlaşmaların tümünün gözden geçirilmesi gerektiğini söylemekteydi.
Sözgelimi, NATO çerçevesindeki anlaşmalar, fedakârlığı ve maddi külfeti tek
taraflı olarak daima bizden bekleyen birçok maddeyi içermekteydi. Bu
nedenle bu anlaşmalar hızla gözden geçirilmeli ve bir yandan da Müslüman
ülkeler arasında bir Birleşmiş Milletler örgütü kurulurken bir yandan
Müslüman ülkeler savunma ve işbirliği örgütü gerçekleştirilmelidir. Ekonomik
planda ise Müslüman ülkeler arasında bir ortak pazar ve ortak para birimi
90 A.g.e, s.11. 91 A.g.e, s.13. 92 A.g.e. s 23-24.
35
gerçekleştirilmelidir.93 Bütün bu hamleler manevi alanda yapılacak bir
hamleyle tamamlanabilir. Bunun için de Müslüman ülkelerle kültür işbirliği
kurulmalıdır94.
Erbakan’ın siyasi ajandasında önemli yer tutan bir başka söylem de,
devlet-millet kaynaşmasıdır. Konumuz açısından önemli; çünkü millet
iradesinin özenle vurgulanması sadece Adalet ve Kalkınma Partisi’nin değil,
sağ partilerin de ideolojisinin temelini oluşturmaktadır. Erbakan’a göre
"Anayasa’nın bir ilkesi olarak hâkimiyet millete ait ise, millet kendi kendini
yönetmeli ve milletin istediği olmalıdır. Halbuki tatbikatta güdümlü demokrasi
yürütülmektedir ve güdümlü demokrasi, gerçek demokrasi değildir".
Erbakan’a göre taklitçiler: "Bu millete hürriyet verilmez. Çünkü bu milletin ne
yapacağı belli olmaz, fırsat verirsen gericilik yapar" düşüncesine sahiptir.95
Devlet-millet kaynaşmasını, iç barışın temel şartı olarak gören Erbakan şöyle
devam etmektedir: "Millet, benim ne güzel devletim var diye yürekten severek
söylemelidir. Bunun için Milli Selamet Partisi (MSP) devlet reisini doğrudan
doğruya millete seçtirecektir. Reisicumhuru millet seçecek",96 ve "devlet
idarecileri, halkın hizmetkârı olduğunu bilecek. Millet-devlet kaynaşmasında
bu temel esasların yerleşmesi şarttır".97
Erbakan’ın söylemlerinde esas yer tutan, Cumhurbaşkanının, halk
tarafından seçilmesi ve referandumdur. Referandum önemlidir; Çünkü İslam
göre, "demokrasi sağlanıyor", "kararlar halkın insiyatifine bırakılırsa birlik ve
93 A.g.e, s 32.33.34. 94 A.g.e, s 35. 95 A.g.e s.42 96 Prof. Dr Necmettin Erbakan, Maarif-İç Barış-Herkese Refah-Anahtar ve Milli Görüş Temel Görüş, t.y, s. 39. 97 A.g.e s. 40.
36
beraberlik sağlanıyor ve buhrandan çıkış yolu oluyor"98 MSP’nin ilk başkanı
Süleyman Arif Emre’nin vurguladığı gibi "Hakimiyet kayıtsız şartsız
milletindir" prensibi kuvveden fiile çıkarılacaktı99. 3. Bölümde ayrıntılı olarak
ele alınacağı gibi referandumun gerçekleşebilmesi için tek dereceli seçim
sistemiyle Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi şarttır. Süleyman Arif
Emre "Türkiye’de başkanlık sistemine gidilmesi"100 gerektiğini açıkça ifade
etmiştir. Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Hüsamettin Akmumcu ve Hüseyin
Abbas, yazdıkları ortak makalede şunları belirtiyorlar: Erbakan, Cumhuriyet’i,
siyasi karakter bakımından iki döneme ayırıyor. Birincisi "tek tabiriyle
birbirinden farklı parti devresi"nden ibaret ve Erbakan’a göre, esas mühim
olan ikincisi, görünüşte "çok partili devre" ama temel hak ve inanç
özgürlüklerinden yoksun bir dönem olduğu için, kargaşaya ve buhranlara
sebep oluyor; bu " tek zihniyet demokrasisi" olarak adlandırılıyor. 12 Mart
muhtırası bunların sonucudur ve artık "hakiki ve samimi demokrasi"ye geçme
ihtiyacı duyulmaktadır. Kimse fikir ve inançlarından dolayı suçlanamaz ve
medeni görüşlerle bağdaşması mümkün olmayan her türlü antidemokratik
"tahakküm", "cebrî şiddet ve anarşik tecavüz hareketleri" kesinlikle yasaktır.
"Hürriyet ve Refah; ama herkese" sloganı bu çerçevede üretilmiştir. Fakat
bunların gerçekleştirilebilmesi için iki önemli değişiklikten söz ediyor: İlki,
Anayasa’da mânâ ve ruh itibariyle mevcut olan esasların aksine hattâ çok
kere tam tersine tatbik edilmemesi için önemli noktalara zaruri açıklıkların
getirilmesi ve ikincisi, Anayasa’nın mânâ, ruh ve temel esaslarına uymayan
98 Hasan Aksay, Halk Oylaması, Milli Gazete, 31 Ocak 1973. 99 Referandum Hakkı Tanınmalı, Milli Gazete, 31 Ocak 1973. 100 Referandum Hakkı Tanınmalı, Milli Gazete, 31 Ocak 1973.
37
anti demokratik kısımların, Anayasa’nın mânâ, ruh ve temel esaslarına
intibakını sağlamak için lüzumlu ve faydalı düzeltmelerin yapılması:
1. Başkanlık sistemine geçiş; tıpkı Amerika ve Fransa’nın hukuk
sistemine benzer şekilde düzenlenmelidir. Başkanlık sistemiyle, tıkanma
noktasına gelen milletin maddi ve manevi potansiyeli yükselecek ve bütün
antidemokratik düzenlemeler kaldırılacaktır.
2. Referandum imkânı; millete, ülkenin önemli konuları hakkında,
referandum yoluyla sorulması durumunda, Devlet-Millet kaynaşması
gerçekleşmiş olacaktır.
3. Seçim enflasyonunun önlenmesi; Türkiye’de sık sık seçim
yapılması hem milletin bünyesini zedeliyor, hem de ülkeyi istikrarsızlığa
sürüklüyor.
4. Düşünce ve İnanç Hak ve Hürriyetleri sınırlarının açıklığa
kavuşturulması ve devletin millilik vasfının korunması; Erbakan’a göre bu
hürriyetlerin açıklıklarını kapatmadan demokrasi olamaz; olsa da güdümlü
demokrasi olur. Batı’da olduğu gibi Türkiye’de de İnsan Hakları Evrensel
Beyanamesi’nin ilkelerinin benimsenmesi lazım. O’na göre, Anayasa’da
devletin vasıfları arasında sayılan milli, demokratik, laik ve sosyal devlet
nitelikleri, uygulamada hiç kullanılmadı. Bunların gerçek anlamlarıyla
uygulamaya sokulması gerekir.
5. Siyasi hürriyetlerin teminat altına alınması; Anayasa mahkemesi
ve siyasi partiler kanunu antidemokratik olarak nitelendiriliyor ve bunların
üstesinden gelinebilmesi için siyasi partiler kanunundaki açıklıklarının telafi
38
edilmesi gerekir, deniyor. Anayasa mahkemesi, ancak insan hakları
beyannamesinin ilkeleri benimsendikten sonra daha demokratik bir yapıya
kavuşabilecektir.
6. Mahkemelerin, kanunlar hakkında, yaptikları yorumların hukuki
denetimi101. Erbakan, bu mahkemelerin keyfiyetinin ancak ve ancak Anayasa
değişikliğiyle durdurabileceğini ve toplumun gerçek demokrasiye ulaşacağını
savunuyordu.
Erbakan, Anayasa ile ilgili görüşlerini şöyle ifade ediyor: "Adil
düzende, Anayasa herkese insan hakkı tanıyacaktır. Anayasa hem insan
haklarını koruyacak hem de devletin zulüm yapmasını önleyecek şekilde
siyasi gücün sınırlarını ve hangi adil esaslara riayet edeceğini belirtecektir."
Kuvveti değil, hakkı üstün tutan bir Anayasa, yani saadet nizamı
kurulacaktır"102.
Bu hususta en tartışmalı konu olan laiklik103 hususunda Erbakan’ın
görüşleri şöyledir:
"Laiklik demek herkesin düşünce hürriyetine vicdan hürriyetine, ibadet hürriyetine sahip olması demektir. Kimsenin kimseye inancından dolayı tahakküm yapmaması demektir. Halbuki maalesef bugün memleketimizde tatbikat bu kelimenin tam tersine yürüyor. İnanan insanlara zulüm yapılıyor. İnanmayan insanlar, inananlara tahakküm ederek, laikliği onlar çiğniyorlar. İnanan insanlar da insan hakkına sahip olmak için elbette hakkını isteyecek, alacaklardır"104. Yani laikliğin böyle bir şekilde uygulanması insan hak ve özgürlükleri açısından kabul edilebilir değildir. Bu durum engellemeden demokratik rejimin mevcut olması mümkün değildir.”105
101 Prof. Dr. Necmettin Erbakan-Hüsamettin Akmumcu-Hüseyin Abbas, 8eden Halk Oylaması, Milli Gazete, 6, 7, 8 /04/ 1973. 102 Türkiye’nin meseleri ve çözümleri, s.47. 103 Laiklik konusunda ayrıntılı bir şekilde 3. Bölümde ele alınacaktır. 104 Türkiye’nin meseleri ve çözümleri, a.g.e, s.50. 105 Sadık Albayrak, a.g.e, s.82-83.
39
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan yardımcısı Nihat Ergün,
daha ılımlı ifade kullanarak "din-devlet ilişkisinde, birbirlerine saygının esas
olması ve herkesin kendi sınırları içinde hareket etmesi gerektiğini"106
savunmuştur.
Son dönemde "laiklik karşıtı eylemlerin odak noktası" haline geldiği
iddiasıyla Adalet ve Kalkınma Partisi’ne açılan kapatma davası da bu
bakımdan Parti’nin görüşünün Milli Görüş çizgisinden uzaklaşmadığının bir
göstergesi olarak alınabilir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iddiası, kendilerinin
laikliğe bakışlarının farklı olduğu yönündedir ve Parti son tartışmalarda
AB’nin genişlemeden sorumlu başkanı Rehn’in ortaya attığı "Türkiye
demokratik laikliği benimsemelidir" sözüyle de bu bakışa uluslararası
düzeyde destek sağlama noktasına gelmiştir. Görülüyor ki; Erbakan’ın Milli
Görüş ideolojisi, kendi kurduğu partilerin temel ideolojisini oluşturmuştur.
3. Millî Nizam Partisi’nden Refah Partisi’ne
Milli görüş temeli olan Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah
Partisi, Fazilet Partisi ve Saadet Partisinin tarihçeleri incelenecektir. Bu
partilerin ideolojisi, Milli Görüş’e, dinsel görüşe dayanmaktadır. Konumuz
açısından değerlendirilmesi gereken olaylar, ilgili kısımlarda ele alınacaktır.
3.1. Milli Nizam Partisi (MNP)
1960’tan sonra DP’nin yerine kurulan Adalet Partisi (AP), “İslami
hareket” için bir "sığınak" oldu ve bu hareketin üyeleri siyasi yaşamlarını bu
106 7 Aralık 2005, AKP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Ergün’ün AKP akademisinde yaptığı konuşmasından.
40
partinin çatısı altında sürdürdüler107. “İslami Hareket”in "bağımsızlaşma"sına
neden olan iki olaydan söz edebiliriz:
a. Okullarda talebelerin namaz kıldığı mescitlerin kapatılması,
vaizlerin konuşmalarına müdahale edimesi, dışarıdan vaizlerin
sesini duyan kişiler, laikliğe aykırı konuşmalar yapılıyor diye
savcılıklara başvuruyorlardı""108. Ve bu tip olaylar din-laiklik
eksenli tartışmaları daha da şiddetlendiriyordu. Bunlara bir tepki
olarak İstanbul’da "toplu namaz"109 kılınmaya başlandı.
b. Erbakan ve Odalar Birliği meselesi. 1966 yılında Erbakan Türkiye
Odalar birliği başkanlığına getirildi ve küçük esnafın temsilcisi olarak
görülmeye başlandı110. Fakat bu kuruluş, büyük sanayinin çıkarlarıyla ters
düştüğünde, Erbakan, Odalar Birliği başkanlığından zorla uzaklaştırılmıştır.
Erbakan bu çatışmanın perde arkasında masonların olduğunu söylüyordu111.
Bu olaylardan sonra Erbakan, Adalet Partisinden ayrılıp Konya’da bağımsız
milletvekili aday oldu. O dönemin "bağımsızlık hareketi"ni Bahri Zengin şöyle
tanımlıyor:
"Aradan sekiz yıl geçtikten sonra, halkın kendi değerlerine, tarihlerine ve inançlarına sahip çıkan ve bunu yaşanabilir hale getirmek için yeni bir mücadelenin başlatılması gerekiyordu. İşte bu yeni mücadele, önce Bağımsızlar Hareketi olarak, daha sonra da yeni kurulan MNP ile başlatıldı. Tabii devletten ve devletin uygulamış olduğu ideolojiden en
107 Şevket Eygi Bugün gazetesindeki bazı köşe yazılarında AP’nin İslamcıları temsil ettiğini yazıyordu. Fakat Necmettin Erbakan’ın Odalar Birliğinden zorla ayrılışından sonra aynı gazete Adalet Partisi’nin masonluğa ve kapitalizme hizmet ettiğini yazmaya başladı. 108 Sadık Albayrak, a.g.e, s. 51. 109 Sadık Albayrak, s. a.g.e, 52. Ayrıca "toplu namaz" konusunda o dönemin Bugün gazetede geniş yer alıyordu. 110 Ali Yaşar Sarıbay, Milli 8izam Partisinin Kuruluşu ve Programının İçeriği, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, C.6, 2004, s. 576. 111 Odalar Birliği ele geçirmek için MASO8LAR her çareye başvuruyor, Bugün gazetesi, 7 Ağustos 1969, Haber.
41
çok mağdur olan, zulme uğrayan kesim inançlı kesim olduğu için, bu kesim ister istemez MNP’nin çekirdeğini oluşturdu". " MNP ve MSP hareketleri de aslında, rejim itibariyle halkımızın, devletin kendi değerlerine karşı yapmış olduğu baskı uygulamalara karşı, bir özgürleşme talebinden başka bir şey değildir. MNP’den sonra kurulan MSP’nin yöneticileri de milletin hakkını ön planda tuttuğu için en fazla mağdur olan, hakları çiğnenen kesimin de dindar kesim olmasından dolayı seçmeninin dindarlardan oluşması, sadece dindarların haklarını koruyormuş gibi bir görüntü verdi"112.
Bu koşullar altında, MNP, 26 Ocak 1970 tarihinde, Türk siyasi
hayatındaki yerini almıştır. Parti’nin ilk kuruluş toplantısında Erbakan,
MNP’nin milli ruhu ve özbenliği tekrar diriltileceğini113 söylemiştir. Zaten
partinin ilk teşkilatının Malazgirt’te kurulması, tarihin canlandırılmasının bir
göstergesidir114. Partinin programında, temel alınan konulardan bir tanesi,
laiklik anlayışıdır. "Laiklik konusunda partimizin ölçüsü, bu müesseseyi din
aleyhtarlığı şeklinde bir tatbikata döken her nevi anlayışa karşı olmak
şeklinde ifade edilebilir"115. Kısaca söylersek Sadık Albayrak’ın ifade ettiği
gibi "MNP, dinsel bir ideolojiyi demokratik bir ortamda yürütmek istiyordu"116.
23 Ocak 1971 tarihinde MNP’nin 1. Büyük Kongresi yapıldı. Kongre’de
Erbakan, iktidara geldikten sonra yapmak istedikleri icraatları anlattı: Gerekli
Anayasa değişiklikleri gerçekleştirildikten sonra, "Reisicumhurluk ve 112 Yavuz Selim, Yol Ayrımı, 1. Baskı, Ankara, Hiler Yayınları, Eylül 2002, s. 57-58. Bu noktada belirtilmesi gereken bir husus var. "Bağımsız" kelimesi “İslami Hareket” bakımında büyük bir anlam ifade etmektedir. Devletin felsefesine karşı ayrı bir duruş sergilemek Bahri Zengin’in ifadesine göre "ayrı bir felsefe". Ayrıca hukuki olarak herhangi bir partiye ait olmaksızın seçimlere girmek anlamına da geliyor. ( 21 Ağustos Bahri Zenginle yaptığımız mülakattan). Bahri Zengin devam ederek bağımsızın içeriğini tanımlıyor: "Bağımsız Hareketi"yle gelişen bir siyasi çizgi var. Bu siyasi çizginin dışındaki bütün partilere bakın. Bunların temel dayanakları İttihat ve Terakkidir. Özleri itibariyle devletçidir, ırkçıdır ve ateisttir, Yani ateokrasizmdir. Teokrasi, dinin devletleşmesidir; ateokrasi, dinsizliğin devletleşmesidir. Yani dinin kamusal alandan dışlanmasıdır". Selim, a.g.e, s. 66. Bağımsız kelimesine benzer anlamı MÜSİAD’ın açılımındaki "müstakil" kelimesinde de buluyoruz. 113 M8P’nin kuruluş toplantısı, Bugün Gazetesi, 9 Şubat 1970, s. 1 ve 7. 114 M8P’nin ilk teşkilatı Malazgirt ilçesinde kuruldu, Bugün Gazetesi, 12 Şubat 1970, s. 1. 115 Milli 8izam, Bugün Gazetesi, 28/01/ 1970, s.1 ve 7. Parti’nin programı için ayıca bakınız: Bugün Gazetesi 29/01/1970. 116 Sadık Albayrak, a.g.e, s. 68.
42
Başbakanlık tek şahısta birleşecek, başkanlık sistemi getirilecektir"117.
Parti’nin hayatı uzun süre sürmemiştir, çünkü 20 mayıs 1971 tarihinde,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında belirtilen laiklik ilkesine aykırı
davranışlarından dolayı, Anayasa Mahkemesince kapatılmıştır118. Parti
kapatıldıktan sonra Erbakan İsviçre’ye gitmiştir. Erbakan dönünce yeni parti
kurmak için hazırlıkları başlattı ve kısa bir süre sonra Milli Selamet Partisi
kuruldu.
3.1.1. Milli Selamet Partisi (MSP)
11 Ekim 1972 tarihinde Milli Selamet Partisi kurulmuştur. Geçici olarak
yeni kurulan partinin genel başkanlığına Süleyman Arif Emre getirilmiştir.
Parti kurulur kurulmaz hemen seçim hazırlıklarına başlamıştır. Örneğin 1.
Büyük kongresinde 42 ilde ve 300’e yakın ilçede teşkilatlanmıştır119. Benzer
çalışmalar 1. Olağanüstü Büyük Kongre’de yapılmıştır. Erbakan partiye 1973
Mayıs ayında katıldı ve 20 Ekim 1973 tarihinde Partinin genel başkanı oldu.
14 Ekim 1973 seçimlerinde 1.2 milyon oy alarak (%11,8), 48 milletvekili ve 3
senatörlük kazandı. Fakat hükümet kurulamayınca, uzun süre siyasi
istikrasızlık yaşandı. Bu kriz, 26 Ocak 1974 tarihinde CHP-MSP ortaklığı120
ile sonuçlandı. Fakat, kurulan koalisyon hem “İslami Hareket” içinde hem de
sosyal demokrat tabanda hoşnutsuzluğa yol açtı121. Bu koalisyonun fırtınalı
117 Ayrıntılar için bakınız: Mason ve Kızıllar DEVLET işinden atılacak, Bugün gazetesi, 25 Ocak 1971. 118 Esas Sayisi: 1971/1 (Parti Kapatılması), Karar Sayısı: 1971/1, Karar Günü: 20/05/1971. 119 Ali Yaşar Sarıbay, Ali Yaşar Sarıbay, Türkiye’de Modernleşme Din ve Parti Politikası: "MSP örnek olayı", Alan yayıncılık, s. 109. 120 Din işlerinden sorumlu devlet bakanlığı, içişleri, adalet, ticaret, gıda tarım hayvancılık, sanayi teknoloji bakanlıklar Erbakan’a verilmiştir. CHP-MSP koalisyon protokol için bakınız: CHP-MSP koalisyon protokolünün tam metni, Bugün gazetesi, 26 Ocak 1974, 27 Ocak 1974 ve 28 Ocak 1974 tarihlerinde. 121 Duman, a.g.e, s. 86.
43
geçtiği söylenebilir. Genel af konusu, Milli Eğitim bakanı Mustafa Üstündağ
meselesi122, "Güzel İstanbul heykel" meselesi, Kıbrıs sorunu, kadrolaşma,
ahlak derslerinin içeriği ve kimler tarafından okutulacağı, tartışma ve
hoşnutsuzluk yaratan temel meselelerdi. Bu tartışmalar, iki parti arasındaki
gerginliği sürekli tırmandırıp 18 Eylül 1974 tarihinde CHP-MSP
koalisyonunun son bulmasına neden oldu. Sonra Sadi Irmak hükümeti
kuruldu. Fakat güvenoyu alamayınca yeni bir hükümet arayışına girildi. Bu
sefer sağ partiler arasında "Milliyetçi Cephe" olarak adlandırılan AP-MSP-
MHP-CGP koalisyonu kuruldu. 1977 seçimlerinde MSP oylarında gerileme
oldu ve 11,8’den 8,56’ya düştü. Seçimlerinden sonra 2. MC hükümeti
kuruluyor. Milli Selamet Partisi "anahtar" partisi rolünü üstlenmiştir. O
dönemde siyaset sahnesindeki uzlaşmazlık ve istikrarsızlık, sokaklara,
alanlara, hayatın bütün alanlarına sağ-sol kavgası biçiminde yansıtılmış ve
yaratılan kanlı kaos ortamıyla 12 Eylül askeri müdahalesine zemin
hazırlanmıştır.
3.1.2. Refah Partisi’nden Saadet Partisi’ne
12 Eylül müdahalesiyle, siyasi partiler kapatılmıştır. Ancak 1983
yılında partileşmeye yeniden izin verilmiş ve bu dönemde Milli Selamet
Partisi’nin devamı olan Refah Partisi kurulmuştur. Partinin başına Ahmet
Tekdal getirildi. Refah Partisi, 25 Mart 1984 tarihinde belediye seçimlerine
122 Bu iki konu Nakşibendi tarikatı ile Erbakan arasındaki kavganın ana nedeni olmuştu. Mustafa Üstündağ konusunda, Nakşibendi tarikatının şeyhi Mehmed Zahid Kotku, din karşıtı olduğu gerekçesiyle, milli eğitim bakanı olmaması için Erbakan’ı tavır koymaya davet etti. Erbakan, Mehmed Zahid Kotku’ın bu talebini, Üstündağ’ın annesi ve babası dindar diye geri çevirdi. Nakşibendilerle Erbakan’ın tartıştığı bir başka konu af konusuydu. Mehmed Zahid Kotku, afla bütün solcular dışarıda olacaklar diye itiraz etti. Serbest bırakılanların arasında "bizimkiler" de olacak gerekçesiyle Mehmed Zahid Kotku’un bu talebi de geri çevrildi. (Gıyasettin Karatepe’yle 10 Temmuz 2009 tarihinde, yaptığım mülakattan). Erbakan ve Nakşibendiler arasındaki tartışmalar daha derin boyutta ve fırtınalı geçmiştir.
44
katılıp % 4,76 oy alarak Urfa ve Van belediyelerini kazandı. 1987 yılında
siyaset yasağı kaldırılan, Erbakan 11 Ekim 1987 tarihinde Refah Partisinin
genel başkanı seçildi. Refah Partisi, 1987 yılında yapılan erken genel
seçimlere katıldı ve %7,16 oy aldı. Fakat %10 barajını aşamayınca Meclise
giremedi. Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi ve Islahatçı Demokrat
Partisi ile ittifak kurarak 20 Ekim 1991 erken genel seçimlerine katıldı. Bu
seçimlerde Refah Partisi %16,9 oy oranıyla TBMM’ye 62 milletvekili ile girdi.
Ama esas sıçramayı 1994 yerel seçimlerinde yapıp Ankara ve İstanbul
belediyelerini kazandı. 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde %21.38 oy oranıyla
1. Parti konumuna geldi. Uzun görüşmelerden sonra, dönüşümlü başbakanlık
formülüyle RP-DYP koalisyonu kuruldu. 8 Temmuz 1996’da bu koalisyon
TBMM’de 265 ret ve 1 çekimsere karşı 278 kabul ile güvenoyu almıştır. Yeni
kurulan kabinede Erbakan başbakan, Tansu Çiller ise başbakan yardımcısı
ve dışişleri bakanı olmuştur. Hükümet kurulduktan sonra, fırtınalı bir dönem
başladı ve bu dönem 28 <ubat kararlarıyla noktalandı.
Olaylar şöyle gelişti: Taksime Camii projesi, Refahyol-medya gerginliği
ve cezaevi olayları, adli yılın açılış töreninde yaşananlar, Erbakan’ın Libya
gezisi ve darbe söylentileri, İslam <urası, Susurluk skandalı, 10 Kasım’da
toplumun tepkisi, basını susturma çabaları, Yüksek Askeri <ura’nın (YA<)
uyarısı, İran Cumhurbaşkanı’nın Türkiye ziyareti, Başbakanlık’ta tarikat
liderlerine verilen iftar yemeği, komutanların hükümeti uyarma kararı ve
"aydınlık" eylemi, Kudüs gecesi ve tank sesleri123. Bu olayların sonucunda,
123 Olayların ayrıntılı anlatım i için bakınız: Nilüfer Öztürk, 28 Şubat’a Giden Yolda Türk Basını, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Siyaset Bilimi Bölümü, Yayınlanmamıış yüksek lisans tezi, Ankara 2006, s. 52-85.
45
28 <ubat sürecinde Erbakan istifa etti ve Haziran 1997’de Refahyol hükümeti
sona erdi. 21 Mayıs 1997’de Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, RP
iktidardayken, "Laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri" gerekçesiyle dava
açtı ve 16 Ocak 1998’de Parti Anayasa mahkemesi tarafından kapatıldı.
Daha sonra Refah Partisi’nin mirasçısı olarak Fazilet Partisi kuruldu.
Fazilet Partisi, İsmail Alptekin başkanlığında, Refah Partisi
kapatılmadan önce kuruldu. Refah Partisi kapatıldıktan sonra Refah
milletvekilleri Fazilet Partisine geçtiler ve 14 Mayıs 1998 tarihinde yapılan
kongrede Recai Kutan genel başkan seçildi. Bu kongreden sonra, parti içinde
tartışmalar çıktı ve parti, "yenilikçiler" ve "gelenekçiler" söylemi doğrultusunda
ikiye bölündü. Bu arada 2 Mayıs 1999 tarihinde İstanbul milletvekili Merve
Kavakçı türbanlı kıyafetiyle TBMM’ye girdi. Bu olayın ardından Cumhuriyet
Başsavcısı Vural Savaş kapatma davası açtı124. Bu arada "yenilikçiler"-
"gelenekçiler" söylemini benimseyenler arasındaki tartışmalar, daha belirgin
hale geldi ve 14 Mayıs 2000 yılında, Fazilet Partisinin 1. Kongresinde
gelenekçi kanadını temsil eden Recai Kutan karşısında, Yenilikçileri temsilen
Abdullah Gül adaylığını koydu. Abdullah Gül 521, Recai Kutan 633 oy aldı.
Kapatma kararı 22 Haziran 2001’de açıklandı ve Parti kapatıldı. Fazilet
Partisi kapatıldıktan sonra, 20 Temmuz 2001 tarihinde Saadet Partisi kuruldu
ve Recai Kutan partinin genel başkanı oldu. Bu Parti 2002 genel seçimlerinde
yüzde 2.5 oy oranıyla TBMM dışında kaldı. 11 Mayıs 2003'te yapılan 1
Olağan Kongre'de aday olmayan Recai Kutan'ın yerine Necmettin Erbakan
124 Vural Savaş’ın gerekçeleri şunlardı: Merve Kavakçı olayı, Fazilet’in Refah Partisi’nin devamı olması, Anayasa’nın 68. ve 69. maddelerinin ihlal edilmesi, partinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi.
46
genel başkanlığa seçildi. Ancak Aralık 2003'te Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı, Erbakan'ın kesinleşmiş hapis cezası nedeniyle Parti üyeliğinden
ayrılmasını istedi. Bunun üzerine Erbakan 30 Ocak 2004'te Parti üyeliğinden
ve genel başkanlıktan istifa etti. Yerine tekrar Recai Kutan getirildi. 2004
yerel seçimlerinde yüzde 4.77 oy oranıyla 63 belediye başkanlığı kazandı. 8
Nisan 2006'da yapılan 2. Büyük Olağan Kongre'de genel başkanlık görevini
vekâleten yürüten Kutan, bu göreve tekrar seçildi. Parti, 2007 seçimlerinde
yüzde 2.34 ile 2002'deki oy oranının bile altında kaldı. 29 Mart 2008'de
yapılan 3. Büyük Kongre'de Numan Kurtulmuş genel başkanlığa seçildi.
Bu alt başlık altında, Milli Görüş-Dinsel Görüş zeminindeki partilerin
tarihçesi kısaca verilmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oluşumuna götüren
olaylar ise bir sonraki kısımda irdelenecektir.
3.1.2.1. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Siyaset Sahnesine Çıkışı
Türk siyasi sahnesinde yaşanan dönüşümün yeni bir aşamanın
habercisi olan 28 <ubat’ın incelenmesi amaçlanmaktadır. Daha sonra Adalet
ve Kalkınma Partisi’nin kurulmasıyla sonuçlanan süreç irdelenecektir. 28
<ubat süreci, bütünüyle iç dinamikler kaynaklı bir süreç olmasına karşın,
örneğin Erbakan’ın Libya ziyareti gibi kimi dış politikadaki davranışlardan da
etkilenmiştir.
3.1.2.1.1. 28 �ubat Kararları
28 <ubat 1997’de alınan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarını şöyle
özetlemek mümkündür:
47
- Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli, Atatürk ilke ve inkılapları
doğrultusunda ve çağdaş bir demokratik sistem içinde çağdaş uygarlık
yolunda ilerlemektedir. Bu amacı güvence altına alan Anayasa’dan ve rejimin
temel ilkelerinden kesinlikle taviz verilemez.
- Cumhuriyetin demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin
sağlıklı bir biçimde hayata geçirilebilmesi için huzur, toplumsal güvenlik ve
barış öncelikli önem taşımaktadır.
- Rejimin düşmanlarının ve bölücü odakların laik-anti laik ayrımı,
devleti zaafa uğratmaktadır.
- Laiklik, demokratik rejimin ve toplumsal barışın güvencesi ve bir
yaşam tarzıdır.
- AB üyeliğini öncelikli hedef gören Türkiye, devletin laik ve
demokratik niteliklerini tartışmamalıdır. Bu tür tartışmalar devletin yurt
dışındaki imajını zedelemektedir. Buna yönelik kalkışımlar toplumda yeni
gerginliklere ve ardından yeni yaptırımlara neden olacaktır.
Bu kararlardan sonra irtica ile ilgili Batı Çalışma Grubu (BÇG) kuruldu.
Bu yapılanmanın amacı Türkiye genelinde irtica faaliyetlerini tespit ederek
rapor halinde Genel Kurmay Başkanlığı’na sunmaktı. Tümgeneral Erol
Özkasnak, o dönemde böyle bir şeye ihtiyaç duyulduğunu ve bir sonraki
hükümet döneminde bunun feshedilip Başbakanlık Takip ve İzleme
Kurumuna devredildiğini söylemiştir125. O dönemden itibaren irtica devletin
tehdit algılamasında hep birinci sırada yer aldı. 28 <ubat sürecini İslami
125 Sabah gazetesi, 2 Aralık 2006.
48
Harekette ve ona yakın çevreler ile bir kısım neo-liberal çevrelerde yarattığı
zincirleme tepkiler, AB sürecinin dayattığı dış koşullarla birlikte Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin oluşumunu hızlandıran bir zeminde gelişmiştir. 28 <ubat
sürecini, İslami Harekettekilerin nasıl yorumlandıklarına bakmakta fayda var:
3.1.3 İslami Hareketin Penceresinden 28 �ubat
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, MGK kararları, Türk devletinin kırmızı
çizgisi olan laiklik ilkesini güvence altına almayı amaçlayan, aynı zamanda
oluşmakta olan olası “Yeni” yaşam tarzına karşı bir bildiridir. “Yeni” yaşam
tarzını D. Mehmet Doğan şöyle ifade ediyor: "İçki içmede Avrupalı olalım.
Dine müdahalede Kemalist kalalım"" ""Benim hayat tarzım senin hayat
tarzındır, ben senin hayat tarzına uymayanların düşmanıyım, hatta onları yok
etmek için savaşıyorum" ve rejimin Batıya verdiği mesaj D. Mehmet Doğan’a
göre şudur: "Ben Türkiye’de senin hayat tarzının mücadelesini veriyorum,
öyleyse rejimime dokunma! Dokunursan benim hayat tarzım sorgulanır.
Alternatif hayat tarzı galip gelebilir. Çünkü az bedelle, toplumsal
dayanışmayla yaşanabilir bir tarzdır"126.
28 <ubat süreci, laik cumhuriyet’in prensiplerinden hareketle söz
konusu prensipleri savunan ve destekleyen; asker, sivil bürokrasi ile TÜSİAD
gibi kurum ve kuruluşların, İslami harekete karşı kullandığı son askerî
görünümlü tepki olarak değerlendirilebilir. O dönemin Fazilet Partisinin
126 D. Mehmet Doğan, Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu, 1. Baskı, Ebabil yayıncılık, Şubat 2007, s. 34.
49
milletvekili <evket Kazan, 28 <ubat sürecini "bize yapılan bir müdahale değil,
millete, halka yapılan bir müdahale" olarak değerlendirdi127.
Bazılarına göre ise 28 <ubat, toplumun merkezi ile çevresi arasındaki
mesafenin azalmasına neden olmuştur128. Ali Bulaç, 28 şubat sürecini "idari-
bürokratik merkezin çevre adını verdiği, aslında toplumsal merkeze karşı son
direnişi” olarak nitelendirmiştir. Yani merkez, (Osmanlı’dan bu yana iktidarı
koruyan seyfiye, ilmiye ve kalemiye; yani askerler, sivil bürokrasi, üniversite,
büyük sermaye, yargı, medya ve sanatçılar), 28 şubat’ta aşağıdan gelen
baskıya karşı son kez direndi129. Halkın duygularını tetikleyen başka bir
nokta da Susurluk meselesi olmuştu: Bankaların iflas ettirilip milyarlarca
doların yurtdışına havale edilmesi, Susurluk skandalı çalkantılarının sürmesi
sonunda merkezî dinamiklerin değeri halkın gözünden düşmeye başladı. Zira
irtica tehlikesine karşı yapıldığı ileri sürülen 28 <ubat’ın nedenlerinden biri de
Susurluk olayının "örtbas"130 edilmek istenmesidir. Susurluk skandalı ve
onun sonuçları, halkın temiz siyaset temiz toplum taleplerinin daha sık ve
ısrarlı biçimde telaffuz edilmesine neden olurken "aydınlık için bir dakika
karanlık eylemi"ne güç katmıştır.
Bu dönemde yerel üretim ağırlıklı bir ekonomiden finans ekonomisine
geçildiği, Türk ekonomisinin artık küresel sermayeyle eklemlendiği ileri
sürülebilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla başlamış olan modernleşme
127 28 Şubat Postmodern bir darbenin sosyal ve siyasal analizi, 1. Baskı, Birey yayıncılık, 2007, s. 199. Ayrıntılar için bakınız: Şevket Kazan, 10 yıl sonra 28 Şubat, Ekonomik ve Sosyal araştırma merkezi (ESAM) yayınları, Ankara 2 Mart 2005. 128 Diş Tortuları, Yeni şafak, 29/02/2008, köşe yazısı, isim yok. 129 Muhsin Öztürk, Türkiye Muhafazakarlaşmıyor, Aksiyon dergisi, , S. 707, 23/06/2008. (http://www.aksiyon.com.tr/dergiArsiv.do?yil=2008&sayi=707&sayiKn=707). 130 Umur Talu, Ampul Yandı, Sabah Gazetesi, 01/03/2007.
50
projesi ve onun temsil ettiği ekonomi anlayışı, 28 <ubat sürecinde, düşüşe
geçmiştir. Bazı yazarlar, bunu "tasfiye"131 olarak nitelendirmişlerdir.
İslami hareket bakımından, 28 <ubat süreci, çıkış yolu oldu; çünkü
İslami Hareket 1997 yılına kadar tıkanma noktasına gelmişti. İktidara tek
başına gelme noktasında bir parti, kitlesel olma özelliğini kısmen yitirmişti.
1994 yılındaki yerel seçimlerde başlayan yükselişin iktidar olmaya yetmediği
görülüyordu ve İslami hareket "içten bir değişim"e ihtiyaç duyuyordu.
Bülent Arınç’ın anlatımıyla bu süreç şöyle tasvir ediliyor:
"28 Subata dek, AB’ye düşmandım. Türkiye’nin AB üyeliğinden söz etmeyi vatana ihanet sayardım. Ancak bu bizim gözümüzü açan, adeta turnusol kağıdı gibi bir süreç oldu. Ben 1995te parlamentoya girdim. Bazı olayları bizzat yaşadım. Başkaları yatağında rahat yatarken, ben uyuyamıyordum. Gelişmeleri kendi içimizde değerlendirdik ve bir karara vardık. 28 Subat sürecinde yaşadıklarım, beni AB hedefine gitme konusunda ikna etti. Bu hedefe gitme gereğine inandım"132
Arınç devam ediyor, "Bizde farklı bir devlet anlayışı vardı; leviathan
(eski inançlardaki ejderha) çatık kaşlı, akla jandarma, polis getiren" Anladık ki kutsal devleti reddeden, bireyi daha çok koruyan, ona hizmet götüren anlayış gerekli. Önemli olan bireyin refahı huzurudur. Devlet bunu sağlayacaksa, bireyin hizmetindedir. AB hedefine böyle inandık. Özgür dünyada yer almak, böyle özetlenebilir"133.
Arınç’ın bu sözleri, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin demokrat-
muhafazakâr ideolojisinin özünü yansıtmaktadır.
28 <ubat’ın yanı sıra toplumsal dönüşümü tetikleyen unsurlardan bir
tanesi de Susurluk olayıdır. Bu, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni halkın gözünde 131 28 Şubat Postmodern bir darbenin sosyal ve siyasal analizi, a.g.e, s.39. 132 Arınç bu sözleri, 2005 yazında, "Kanal 7’de yayınlanan "İskele Sancak" programında söylemişti. Aktaran: Aslı Aydıntaşbaş, "28 Şubat hesaplaşması", Sabah Gazetesi, 01/03/2007. 133 Arınç’ın konuşmasının devamı için bkz. , Murat Yetkin, “Beni 28 Şubat AB’ci yaptı”, Radikal, 05/06/2005, Murat Yetkin.
51
meşrulaştıran olayların başında gelir. Onun sonucunda toplumsal muhalefet
oluşmuştur çünkü. Susurluk olayının patlak vermesiyle kutsal devlet-devlet
baba ve onun temsil ettiği kurumlar artık halkın gözünden düşmeye
başlamıştır. Halkın tepkisi "aydınlık için 1 dakika karanlık sloganıyla
ampullerin söndürülüp yakılması şeklinde oldu.
Bu amblemle ilgili İlgi çekici çok önemli bir hususu daha belirtmemiz
lazım: Parti kurulduğunda ampul amblemi yeni çıkmış gibi bir atmosfer
yaratıldı. Fakat işin ilginç tarafı ampul ambleminin 1989 ve 1994 yerel
seçimlerinde, Refah Parti’sinin "Seçtiklerini Denetle" (SD) projesinin amblemi
olarak ampul kullanılmış olmasıdır. Bu kampanyayı yürüten ve kampanyanın
mimarlarından olan Bahri Zengin’in, “Bu ampulün, Adalet ve Kalkınma
Parti’sininkiyle ne farkı var?” sorusuna verdiği cevap şöyledir: “Biz ampulün
enerjisini milletten alıp onu doğru yere takıyoruz. Ama Adalet ve Kalkınma
Partisi, ampulünün enerjisini Amerika’dan alıyor."134 Ampulün, hem Erbakan
hem de Erdoğan tarafından amblem olarak seçilmesi, ortak zihniyetin
sürekliliğinin bir göstergesi olarak düşünülebilir.
3.2. Gelenekçilik-Yenilikçik Arasında Adalet ve Kalkınma Parti
Türkiye’deki İslami partilere bakıldığında, bu partilerin gelenekçilikle
ve muhafazakarlıkla bütünleşen hareketlerin taşıyıcıları olarak son yıllarda
"yenilikçi hareket"ler olarak da tarih sahnesine çıktıkları görülür. Bu anlamda
Türk siyaset sahnesi gelenekçilikle yenilikçiliğin harmanlandığı durumlara
konu olmaktadır.
134 21 Ağustos 2009 tarihinde, Bahri Zengin’le yaptığımız mülakattan.
52
53
54
Buna en iyi örnek 2001 yılında "yenilikçi kanadı" temsil edenlerin
söyledikleridir; Cemil Çiçek: "BBeni yenilikçi olarak nitelendiriyorlar. Ben
geleneklere karşı mı çıkıyorum?...", Ali Coşkun: "BPartilerde lider sultası
dönemi geride kalmıştır. "One man show" dönemi kapandı. <imdi kadro
partisi beklentisi var. FP kazaya uğramazsa istediğimiz kadro partisidir", Salih
Kapusuz: "Bir anlamda hepimiz gelenekçiyiz, bir anlamda hepimiz
yenilikçiyiz. Değerlerimiz, kültürümüz konusunda gelenekçiyiz; bilim, teknoloji
ve çağı yakalamak açısından olaya bakarsanız yenilikçiyiz"135. Başka bir
deyişle, yenilikçilik ve gelenekçiliği sentezleyerek partiye kitlesellik özelliği
kazandırmaya çalışmışlardır. "Merkez Partisi" haline dönüşerek kendilerini
halk nezdinde meşrulaştırmaya çalışmışlardır. Ayrıca, özellikle yenilikçi
kanadı temsil edenler siyasi bir pragmatizm örneği göstererek uluslararası
sistemin değerleriyle de uyum sağlamaktadırlar. Mesela ANAP136 iktidara
geldiğinde dünya, neo-liberalizm dalgalarıyla çalkalanıyordu. Turgut Özal,
dünyaya uyum sağlayarak, 60’lı yıllarda başlayan girişimciliği (küçük ölçekli
esnaf) teşvik ederek, "merkez"e ait olmayan ve kısaca Anadolu sermayesi
dediğimiz yeni bir iktisadi gücün gelişmesine katkıda bulunmuştur. Bu güç
yıllar geçtikçe güç kazanmış ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ekonomik
direği olmuştur.
135 FP’de demokrasi yarışı, Yeni Şafak Gazetesi, 10/02/2000. 136 ANAP- Adalet ve Kalkınma Parti arasında bir benzerlilik daha var. Türk siyasi tarihinde bu iki parti kuruluşlarından kısa bir zamandan sonra tek başına iktidara taşındılar. ANAP’ın kuruluşu tarihi 20 Mayıs 1983 ve 6 Kasım 1983 tek başına iktidarda. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşu tarihi Ağustos 2001 ve 22 Kasım 2002 tek başına iktidarda.
55
3.2.1. İslami Harekette Yenilikçiliğin Evrimleşmesi
“İslami hareket” bakımında "yenilikçilik" anlayışı iki temel öğeden
oluşmaktadır. Birincisi, esas düşünceleri, yani Milli Görüşün ideolojisini
sürdürerek kitlesellik özelliği kazanmaktır. İkincisi, bunu başarabilmek üzere
girişilecek bir uluslararası çabada kendisini gösterir. Zaman içinde İslami
hareket uluslararası konjonktürle uyum sağlamanın şart olduğuna ikna olmuş
görünmektedir. Başka bir ifadeyle iktidara gelmek için kitleselleşmenin acil ve
kaçınılmaz olduğunu anlamışlardır. Mehmet Bekaroğlu’nun kitabında yazdığı
gibi "dünyanın gerçekleri"yle yüzleşmektir bu bir bakıma. Bu anlayış,
MNP’den bu yana parti içinde tartışma konusu olmuştur. Aslında kitlesellik
özelliği, o dönemin Nakşibendi tarikatının şeyhi Mehmed Zahid Kotku
tarafından vurgulanmış bir gerçekliktir137. Bu vurgu, Nakşibendilerle Erbakan
arasında anlaşmazlıklara neden olmuştur. Bu konudaki ilk kırılma ve
"yenilikçiliğin" ilk tohumları Milli Selamet Partisi’nde ortaya çıktı.
MSP’nin 15 Ekim 1978 tarihinde yapılan 4. Büyük Kongresi’nde
ortaya çıkarılan listeyle Erbakan’ın listesi delinir. CHP koalisyonundan
başlayıp Kongrede belirgin hale gelen "parti içi muhalefet"in ana mimarı
Korkut Özal’dır138. Kongrede Korkut Özal’ın "deneneni yeniden
denemeyin"139 sloganı, gençler arasında büyük yankı bulur. Gençlerin
arasında o dönemin İstanbul Gençlik Kolları Başkanı olan Recep Tayyip
Erdoğan140 da vardır. Özal’ın listesinde Bülent Arınç141 da yer almaktadır.
137 Gıyasettin Karatepe’yle, 10 Temmuz 2009 yaptığımız mülakattan. 138 Yılın Adamının Hikayesi, Yankı dergisi, 3-9 Ocak 1977, İç olaylar kısmında, S. 303, s. 5. 139 Kenan Akın, MSP Genel İdare Kurulu’nun yarısı değişti, Tercüman Gazetesi, 17 Ekim 1978. 140 Yavuz Donat, AKP’nin ekonometrik hesabı, Sabah Gazetesi, 11/08/2002. Ayrıca bakınız: Yavuz Selim, Yol Ayrımı, 1. Baskı, Ankara, Hiler Yayınları, Eylül 2002, s. 500.
56
Muhalefetin amacı Erbakan’ın koltuğuna oturmak değil, "revizyon"a gitmek ve
gerekli "yeni tavırları"142 benimsetmekti. "Biz Genel Başkan’a karşı değiliz.
Biz partiyi başarısızlığa götüren bir yönetime karşıyız"143. Bazılarına göre
"Korkut Özal hareketinin ilk aşaması Erbakan’ın çevresine yönelikti. Ancak
ikinci aşamada bizzat Genel Başkan’ın da hedef alınabileceğini
belirtiyorlardı"144. Anlaşılan Korkut Özal’ın isteği, Türkiye’deki bütün sağcı,
milliyetçi, muhafazakâr, hatta kimi sosyal demokrat kesimleri içine alabilecek
bir siyasi hareket oluşturabilmekti. Zaten Anavatan Partisi (ANAP)
kurulduğunda toplumun bütün kesimlerini kucaklamayı amaçlayan bir
sloganla ortaya çıkmıştı: 4 eğilimi birleştiren bir "toplumsal merkez"145 parti
olarak öne çıktı.
70’li yıllarda başlayan ve 2001 yılında, asıl meyvesini veren İslami
Hareket’ine içkin içsel çekişen karşıt eğilim, bu süreçte büyük önem taşımış;
bu durum, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oluşumuyla ilgili köklerin, 70li yıllara
dek uzandığını göstermektedir.146 Nitekim, Fazilet Partisinin "yenilikçi"
kanadını oluşturan kadrolarının, 70’li yıllarda da aynı anlayışı andıran bir
eğilim ve yaklaşım içinde bulundukları iddia edilebilir. Bu bağlamda
“süreklilik” ile kastedilen, ideolojik açıdan İslami hareketin amacının, toplum
genelinde İslami değerlerin hakim kılınmasıdır147.
141 Erbakan:«Anarşi AP zamanında çıktı», Milliyet Gazetesi, 16/10/1978. 142 Yavuz Donat, MSP’DE Korkut Özal olayı, Tercüman Gazetesi, 20/10/1978. 143 MSP: Erbakan’a uyarı, Yankı dergisi, 23-29 Ekim 1978, S. 197, s. 8. 144 MSP: Erbakan’a uyarı, a.g.d. s. 9. 145 1980 sonrası Türk siyasi literatüründe, “Merkez” kavramı “Devlet” anlamında kullanıldığı bağlamda geliştirilen “Yeni Sağ”, “Merkez Sağ” veya “Toplumsal Merkez” gibi kavramlar, belirli siyasal konum, durum ve egilimleri kavramsallaştırmada kullanılmaya konulmuştur. 146 Bkz. Hangisi yenilikçi?, Sadullah Özcan, Aksiyon dergisi, 04/08/2001, S. 348. (http://www.aksiyon.com.tr/dergiArsiv.do?yil=2001&sayi=348&sayiKn=348). 147 Erbakan’ın bu dönemdeki Toplumun İslamileştirmesinden sık sık bahsetmesi
57
Ruşen Çakır, gelenekçi-yenilikçi ayrımı konusunda şöyle bir tespitte
bulunuyor: "Gelenekçiler, ideolojik bir kadro partisi isterken, yenilikçiler
ideoloji omurgalı kitlesel bir parti istediler"148.
Mehmet Bekaroğlu’nun görüşüne göre, "28 <ubat bir kırılma
noktasıdır. İslami Hareket dünya konjonktürünün ve iç siyasetin etkisiyle
1990’lı yıllardan itibaren yükselişe geçti. Ama milli görüşün iktidara
gelmesiyle birlikte karşılaştıkları sorunlar da büyüdü ve Türkiye’yi yönetmek
konusunda ciddi zaafları olduğu ortaya çıktı. Gelenekçi-yenilikçi çatışması da
tam bu noktada başladı".149
Gelenekçilerin ve yenilikçilerin ortak özelliği, her iki tarafın da
"teşkilattan"150 yani, Akıncılardan veya Milli Türk Talebe Birliği’nden gelmiş
olmalarıydı. İslami hareketin öncüsü olmak iddiasındaki bir partiyi birleştiren
harç tüzük veya program değil, inanç ve amaçtır; yani "kutsal davaya hizmet
duygusu"dur. Onun için herkes bütün gücüyle, bu davanın olumlu
sonuçlanması için, her konuda fedakârlık yapmak durumundadır151. Zaten
Erbakan’a muhalif Korkut Özal, biraz önce belirttiğimiz gibi, Erbakan’ın
koltuğuna talip değildir; nitekim "MSP yönetiminde etkin olamazlarsa
partiden ayrılmayı düşünüp-düşünmedikleri" sorusuna şöyle cevap verir:
148 Rüşen Çakır, Milli Görüş hareketi, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul, C. 6, 2004, s.549. 149 http://netsiyaset.wordpress.com/2007/07/27/değişimi-erbakan-başlattı. 150 Rüşen Çakır, Görüş hareketi, 6. Cilt, İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004, s.550. 151 Dr Abdullah Manaz, a.g.e s. 478.
58
"MSP felsefesi ve temel hizmetler devam ettiği müddetçe, bizim için siyasette
hiçbir alternatif söz konusu değildir "152.
3.2.2. Yenilikçiler ve Erbakan Faktörü
Halk ve özellikle devlet, Erbakan’ın siyasi gidişatını ve yıllarca
kullandığı iddialı söylemi153 yakından tanımaktaydı. Onun için İslami
hareketin ihtiyaç duyduğu "yenilik rüzgârları" bizzat Erbakan’dan başlar. Aynı
görüşe, o dönemin gelenekçi kanadını temsil edenlerden Prof Dr. Mehmet
Bekaroğlu’nun da katıldığını onun şu sözlerinden anlıyoruz
""RP ve FP kapatıldıktan sonra şunlar oldu: Bir tane bakanla olsa bile hükümete ortak olalım, tekrar meşrutiyetimizi kazanalım, iktidar olabileceğimizi gösterelim. Bu tartışmalar yapılırken Erbakan’ın pragmatizmi devreye girdi ve köprüyü geçene kadar bazı şeylere "evet" denilebileceği söyledi. Hoca, en çok laik, demokrat, milliyetçi olduğunu söyledi. Abartılı bir şekilde suçlamaları reddetti, mahkemeye çok güvendi ve iltifat etti. Uluslararası dengeleri devreye sokmaya çalıştı. Bir anda AB’ci oldu ve kapatma davasını Avrupa’ya taşıdı. ABD’ye heyetler gönderilmeye başlandı. Yani bu değişimi Erbakan başlattı?"
Bekaroğlu’nun bu soruya cevabı şudur: "Evet, üstelik Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin yolunu bunları yaparak Erbakan açtı"154. Ayrıca Mehmet
Bekaroğlu, Erbakan’ın yaptıklarının Adalet ve Kalkınma Partisi’nin işine
yaradığını belirtmiştir155. Erbakan ileriki sayfalarda nedenleri yorumlanacak
olan siyasal bir manevrayla,156 "yenilikçi kanat"a destek vermekle Parti’de
büyük bir şaşkınlığa neden oldu157. Ayrıca, Erbakan söz konusu siyasal
152 Korkut Özal’ın MSP Genel Sekreter adayı olacağı bildiriliyor, Haber, Cumhuriyet, 20 Ekim 1978. 153 Ali Bayramoğlu 28 Şubat bir müdahalenin Güncesi, 2. Baskı 2001, Birey yayıncılık, s.66. 154 http://netsiyaset.wordpress.com/2007/07/27/değişimi-erbakan-başlattı/. 155 Mehmet Bekaroğlu ile 15 Temmuz 2009 tarihinde yaptığımız mülakattan. 156 Bu siyasal manevra Türk siyasi yaşamında “Takiye” olarak kavramsallaştırılmıştır. 157 Sadullah Özcan, Hangisi yenilikçi?, Aksiyon dergisi, 04/08/2001, S. 348. (http://www.aksiyon.com.tr/dergiArsiv.do?yil=2001&sayi=348&sayiKn=348).
59
manevranın devamında, Adalet ve Kalkınma Parti’sinin ideolojisinin nasıl
şekilleneceğine dair açıklamalarda da bulunmuştur. <öyle ki:
"Türk halkının % 99’u Müslüman’dır. İslami şekilde düşünmek ve yaşamak bu insanların doğal hakları olmalıdır. Nasıl Almanya’da "Hıristiyan demokratlar" varsa, Türkiye’de de "Müslüman Demokratlar vardır"158.
Ama esas şaşırtıcı olay Refah Partisi’nin 4. Büyük kongresinde
olmuştur. "RP’de Değişim" sloganı kongrede büyük ilgi görmüştür. Erbakan
"değişim" ve "muhalefetten iktidara geçme değişimdir"159 sloganlarıyla ortaya
çıkmıştır. Erbakan bu kongredeki konuşmasında devletin, ekonomide,
sağlıkta, eğitimde tekelciliği ortadan kaldırması gerektiğini; devletin müdahil
ve baskıcı olmaması gerektiğini; Refah Partisi’nin serbest piyasacı ve özel
sektörcü160 bir parti olduğunu vurguladı. Ayrıca, merkeziyetçi-bürokratik
sistemin tasfiye edilerek yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerektiğini
savundu161.
Erbakan’ın Kürt sorunu ile ilgili söyledikleri de ilgi çekicidir: Kürt
meselesini, Güneydoğu meselesinden ayırt ederken Kürt sorunun çözümü
için Kürtlere tabii haklarının verilmesi gerektiğini söylüyordu; ana dillerini
konuşma, ana dilleri ile eğitim-öğretim yapma ve medya’dan yararlanma
haklarının verilmesi gerektiğini savunuyordu. Tabi ki bunların
gerçekleşebilmesi ‘İslam kardeşliği’ temelinde olacaktı162. Bahri Zengin,
kendisiyle yaptığım mülakatta Refah Partisi’nin o dönemde bir dönüşüm
158 "Erbakan ile Mülakat", Focus Dergisi, Bonn, 15/01/1996, aktaran Dr. Abdullah Manaz, Dünya’da ve Türkiye’de Siyasal İslamcılık, İzmir, Ulusal Birlik İçin Düşünce-Eylem Vakfı, 1998, s. 388. 159 Sultan Kara- Fehmi Çalmuk, Baskı Devlet yerine hizmet devleti, Vakit Gazetesi, 11/10/1993, s. 1. 160 Vurgulamalar bize aittir. 161 Arif Calban, Refah Partisi 4. Büyük kongreyle yeni bir sayfa açıyor, Milli Gazete, 12/10/1993. 162 Arif Calban, a.g.ky. Önemli bir husus belirtilmesi lazım. Erbakan’ın Kürt sorusu hakkındaki görüşleri, Adalet ve Kalkınma Parti’sinin gerçekleşmiş olduğu Kürt açılımın ve onunla ilgili istenilen talepler ile büyük bir ölçütte örtüştüğünü görüyoruz.
60
yaşadığını söyledi. Parti bu dönemde sadece dindar kesimi değil, mağdur
edilen herkesi kucaklamayı amaçlamıştır. Yani, Refah Partisi "bütün
insanların hak ve hukukunu ve özgürlüklerini güvence altına almak için
mücadele eden ve dönüşümü yaşayan bir parti olarak sunulmuştur."163
Bu dönemde ayrıca Erbakan’ın kullandığı söylem nedeniyle parti’nin
kitlesellik özelliği kazanamadığı, Hasan Mezarcı tarafından Erbakan’a yönelik
bir eleştiri olarak dillendirilmektedir: "Seçim öncesinde yapılan anketlerde,
Refah’ın oylarının %30’un üzerinde olduğu kesindi. Erbakan, bilerek
isteyerek, kasten bunu geri çekti. Çünkü Erbakan misyonu budur. Misyonu
Müslümanları bölerek, rejime karşı İslami blok oluşturulmasını
engellemektir"164. Abramowitz "Refah Partisi büyüyebilir ama Erbakan
başından alınmalı" derken,165 kimileri de durumu Erbakan’ın karakterine
bağlıyordu. Örneğin Bülent Arınç bu konuda şunları söylüyor:
"Hoca’nın kişiliğini çözmek çok kolay bir şey değil. Hoca çok inançlı, çok azimli bir insan" İslami konularda çok hassas bir insan" Ama ben, işleri noktasında meseleye baktığımda, her insanda olabileceği gibi, çok yanlışlıklar ve hatalar görüyorum. Milli Nizam’dan başlayarak bu güne kadar geldiğimiz noktada, bu siyasi hareketin çok daha başarılı olabilecekken, çok başarılı olmadığını görüyorum. Onun çok başarılı olmasını istemeyen bazı düşüncelerin ve engellerin çıkartıldığını düşünüyorum" "Hoca kendi dünyasında yaşayan ve dünyanın bütün şartlarını, o dünyanın içerisinde varmış gibi kabul eden bir insan. Dış şartlar onu fazla ilgilendirmez""166.
163 Selim, a.g.e s. 58. 164 Hasan Mezarcı, Erbakan Müslümanları Böldü, Siyah Beyaz, 16.01.1996. Aktaran: Dr. Abdullah Manaz, a.g.e. s. 397. 165 Milli Gazete, 11 Ekim 1993, s. 1. 166 Yavuz Selim, a.g.e, s. 53.
61
Abdullah Gül ise şunları söylüyor: ""Erbakan Hoca’nın da,
arkadaşlarımızın da, partinin de yaptığı bir yanlış vardı bana göre; abartı dolu
benzetmeler yapılıyordu ki, bunlar fayda yerine zarar getiriyordu"."167.
Daha önce de söz edildiği gibi, Türkiye’de bütün İslami partilerin temel
amacı toplumda İslami değerlerin hakim kılınmasıdır. Bunu başarabilmek
için, önce toplumu kucaklayacak bir söylem geliştirip sonra da bu söylemi
uluslararası konjonktürün değerlerine uyarlamaları gerektiğini biliyorlardı.
Bu noktada, hareketin ideolojik ve fikri öncüsü olan Erbakan’ın iki
temel özelliğinden bahsedilmelidir: İlk olarak, dini ibadetlerle siyasi hayatı
içiçe geçirmesidir. Hareketin yenilikçi kanadına tabi kişilerin görüşlerine göre
bunun sonucu olarak İslami hareket bir türlü iktidara ulaşamıyor ve arzulanan
kitlesel söylem bir türlü gerçekleştirilemiyordu. Görüştüğüm Nakşibendi
taraftarı kişinin vurguladığına göre, Erbakan’ın öbür dini oluşumlarla (örneğin
Nakşibendi-Fethullah Gülen gibi) arasındaki temel kavga nedeni de buydu.
İkincisi ise, Erbakan’ın ekonomik sorunları “Milli Görüş” ışığında
çözmeye çalışmış olmasıdır. Fakat 90’lı yıllarda, Erbakan bu sorunları "milli"
anlayış çerçevesinde çözemeyeceğinin farkına varmıştır ve böylece parti bu
yıllarda söylemsel bir değişim/dönüşüm geçirmiştir. (Bu süreç, özellikle Refah
Partisi’nin 4. Büyük kongresi için belirgindir). Her ne kadar fikir kendisinden
çıksa da bu fikirlerin öncü sesi Erbakan olamıyordu, zira bütün bir siyasi
kariyeri boyunca savunduğu fikirleri ardında bırakmak kolay değildi.
Kanımızca, kendisinin dillendiremediği bu yeni iddiaları yetiştirdiği ‘öz
çocukları’nın dile getirmesini bekleyecekti. Nitekim öyle de oldu. Siyasi
167 Yavuz Selim, a.g.e. s. 74.
62
çocuklarına bu "dava"nın meşalesini devrettiğini söyleyebiliriz. Bir başka
ifadeyle, "dava"ya ulaşabilmek için farklı araçlar, söylemler kullanılacaktı. Bu
çerçevede, Adalet ve Kalkınma Partisi kurulduğunda Erbakan’dan bir kopuş
olmadığı inancına sahibiz. Kopukluk söz konusu olsaydı, o zaman, Adalet ve
Kalkınma Partililerin kullanmış oldukları söylemler Erbakaninkinden farklı
olması gerekirdi, ki öyle bir şey görmüyoruz. Tam tersine, Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin yaptıklarından, örneğin referandum, laiklik, Cumhurbaşkanının
halk tarafından seçilmesi konularındaki anlayışları Erbakan’ın 60’lı yıllardan
beri söyledikleriyle örtüşmektedir.
Fazilet Partisi’nde ortaya çıkan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de
çekirdeğini oluşturan "yenilikçi" kanat, kitlesellik ve uluslararası konjonktürle
uyum sağlama kriterlerini tamamen yerine getirmektedir. Neo-liberal
konjonktürün Türk siyasi hayatına kazandırdığı Özal, Yeni Sağ, yeni mali
anlayış, yeni vergilendirme sistemi ile özelleştirme gibi hususların yanı sıra,
İslami Kesim ve Hareketin içinde 70li yıllardan beri özlemi çekilen, fakat bir
türlü Gerçekleştirilemeyen “Yenilikçilik” anlayışı da Erbakan desteğinde ve
Erbakan’a rağmen, parti içi muhalefetin siyasal eğilimi olarak İslami siyasi
yaşamının vazgeçilmez söylemi düzeyine yükseltilmiştir. Tabii ki böylesi bir
yaklaşım büyük ölçüde “yenilikçi” kanadın kendisini Erbakan’dan bağımsızca
hareket ettiği savına sığınmasına yeterli zemini hazırlamış gibi
görünmektedir. Dolaysiyla, tezin başında ileri sürdüğüm "süreklilik" savının
bu düzeyde doğrulanmış olduğu söylenebilir. Bir başka ifadeyle "yenilikçilik",
eski siyasi yapılanma içerisinden, onu reddetmeden başlatılan siyasi
eğilimdir. Milli Görüş destekleyen kadro, yeni kadro ile birlikte toplumda
63
yükselen siyasal paradigmayi ve pragmatizmi benimseyip "yeni" duruşu
(yenilikçi görüşü) sergilemektedir.
64
II. BÖLÜM
EKONOMİNİN DÖNÜ�ÜMÜ: TÜRKİYE’DE KAPİTALİZMİN
DERİNLE�MESİ
1. OSMANLI’NIN ÇÖKÜ�Ü: MÜSLIM-GAYRI MÜSLIM
KUTUPLA�MASI168
1.1 Emperyalizm kıskacındaki Osmanlı
Türkiye’de kapitalizme girme süreci Tanzimat’la başlamıştır. O
dönemde devletin karar mekanizmalarında etkili olan İngilizlere karşı, tarım
ve küçük el sanatlarıyla geçinen halk katmanlarında bir tepki oluşmuştu.
Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun öngördüğü reformlarla birlikte Hıristiyanlar
Batı Anadolu’daki tarım alanına daha çok ilgi duymaya başladılar. Askerden
dönen Türkler köylerini, köy evlerini tanınmayacak durumda buluyorlardı. Her
yerde Türklerin yerini Hıristiyanlar alıyordu. Eskisi gibi kendi topraklarını
işlemek isteyen Türkler, tefecilerin eline düşüyor ve sonucunda toprağını
satmak zorunda kalıyorlardı. <anslarını başka alanlarda denemek
isteyenlerin topladıkları da yok pahasına satın alınıyordu. Böylece İzmir ve
çevresinde bütün topraklar Hıristiyanların eline geçtiği gibi, İzmir-Aydın
demiryolu yapıldıktan sonra İzmir çevresindeki bu değişim iç kısımlara doğru
genişlemeye başladı. Bütün bunların yöre halkında yarattığı tepkiler o yılların
İngiliz tutanaklarında ve yazışmalarında yer almıştır. Eşkiya yüzünden
köylülerin evlerinden çıkamayıp çiftliklerindeki işleri haftalarca aksattıkları
yolunda birçok rapor vardır. O kadar ki, İngiliz çiftliklerinde çalışan işçileri
168 Bir yandan Batılılaşma örnek alınıyor ama öte yandan Batı etkisiyle güçlenen gayri Müslim nüfusa karşı Müslümanlık kimliği etrafında halk örgütleniyordu. Savaşın ardından nüfus görece homojen bir Müslüman kimliği kazanınca ise laikleşme yönündeki politikalar devreye sokuldu. Çünkü modern sanayi toplumu laik bir hukuk ve yönetim anlayışını gerektiriyordu.
65
korumak için muhafızlar tutulduğu oluyordu. Bu durumda İngiliz Büyükelçiliği
Batı Anadolu’da toprak satın alan İngilizlerin kendilerini tehlikeye attığını
bildirmek zorunda kaldı (1881). Aynı yıl hükümet, o yöredeki bu tip olayları,
yani halk direnişini bastıramadığı için Aydın Valisini görevden aldı.
Sonuç olarak liberalizm de kapitalizm de Osmanlı İmparatorluğu’nun
sosyal yapısında meydana getirdiği etkilerle, halkın cemaatçi, dayanışmacı
ruhuyla, gelenekleriyle çatışma hâlinde olmuştur. Bu çelişki ve çatışmadan
ötürü Türk sermayeciler halkla ilişkilerinde Batılı anlamındaki liberal değerleri
değil, dinden ve törelerden gelen değerleri kullanmışlardır. Dolayısıyla
Türkiye’de muhafazakarlık, bu tarihsel toplumsal değerlerin muhafaza
edilmesi gerektiğine inanan insanlar tarafından değil, birtakım toplumsal
değerlerin kullanılması gerektiğine inananlar tarafından beslenmiştir. Bir
başka deyişle, 19. yüzyılın sonundan bugüne değin birçok dönemde
muhafazakarlık, politik, ideolojik ve ekonomik bakımdan belirli bir tutumun
ifade biçimi olarak ortaya çıkmıştır. Muhafazakârlık, dine, geleneğe, aileye
önem vermek, otoriteye saygı duymak gibi birkaç temel değere bağlı olarak
anlaşılmış ve açıklanmaya çalışılmıştır. Ne var ki söz konusu bu temel
değerler İslamcılık, Türkçülük gibi başka ideolojiler tarafından da
paylaşılmakta ve savunulmaktadır. Dolayısıyla sadece bu temel değerler
karşısında benimsenen tutumu ölçü kabul ederek muhafazakarlığı anlamak
ve tanımlamak mümkün değildir. Burada sorun muhafazakarlığın, liberalizm
gibi, sosyalizm gibi ilkeleri oldukça açık ve net biçimde ortaya konmuş
akımlar gibi bir akım olmayışıdır. Muhafazakarlığın böyle akımlarla
karşılaştırıldığında çok daha eklektik ve belirsiz bir yapısı vardır. Eğer
66
muhafazakarlık çoklarının zannettiği gibi sadece dine, geleneğe, aileye ve
benzeri temel değerlere bağlılıktan ibaret olsaydı Cumhuriyet döneminde
Kemalist, pozitivist, seçkinci kadroların dine ve geleneğe vurgu yapan bütün
akımları muhafazakarlık olarak algılamak gerekirdi.
Siyasi ve ideolojik kavramlar farklı dönemlerde farklı koşulları yaşayan
toplumlarda farklı anlamlar kazanmıştı. Bir başka deyişle Türkiye’deki temel
kavramları, Batı’ya endeksli olarak anlamlandırmak yanlış olur169. Türkiye’de
liberal düşüncenin doğuşu ile emperyalizmin Türkiye’ye girişinin eş zamanlı
olması ve Batılı kapitalizmin Türkiye’de bağımsız ve ulusal sermaye
birikimine olanak vermeyişi yeni devletin ideolojisini de belirlemiş ve liberal
anlayış, rejim tarafından tutucu diye nitelenmiştir. Dolayısıyla yansımasını
ulusal pazarlarda bulabilen bir ideolojinin gelişmesi Batılı kapitalizme karşı bir
bağımsızlık savaşı verilmesiyle paralel gelişmiştir. Çünkü yerel toplum
dinamikleri geleneksel değerlere bağlı kalmayı sürdürüyordu. Liberalizm ise
toplumsal dinamiklerin serbest bırakılmasına dayanır.
Türkiye’de liberal düşüncenin maddi temeli olan Batı kapitalizmi ve
onun ürettiği çarpık üretim ilişkileri üzerinde kısaca duralım. Burada "çarpık"
sıfatını kullanırken ülkenin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan ulusal bir
sermaye birikiminin ve onun sağlayacağı ulusal kapitalist ilişkilerin var
olmayışına vurgu yapmış oluyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu’nun serbest kapitalist ticarete açılmasının ilk
aşaması Doğu Akdeniz’de ve Batı Anadolu’da büyük bir etkinlik kazanan
169 Örneğin Osmanlı döneminde ve erken Cumhuriyet yıllarında liberalizm sadece teorik düzeyde kalmıştır. Kaynak: Taner Timur, Osmanlı Mirası, Geçiş Sürecinde Türkiye, Derleyenler: İrvin Cemil Schick, Ertuğrul Ahmet Tonak, 3. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul, Ocak 1998, s. 34.
67
"Levanten şirketler" eliyle başlamıştır. İstanbul, Halep, İzmir olmak üzere üç
önemli merkeze yayılmış olan Levanten şirketler, İngiltere’nin ve İngiliz
sömürgelerinin Osmanlı İmparatorluğu ile yaptığı bütün ticareti tekeline
almıştı. <irket üyesi olmayan tüccarların Doğu Akdeniz ile ticaret yapmaları
kesin olarak yasaklandığı gibi, üye tüccarların ticareti de şirket yönetim
kurulunca sıkı bir biçimde denetleniyordu. Böylece şirketler Osmanlı
İmparatorluğu ile ticaretini çok kârlı bir biçimde yürütüp geliştiriyordu. Bu
durum Batılı kapitalizm içinde çatışmalara neden olmakta gecikmedi.
Ticaretin hiçbir kısıtlamaya bağlı olmadan geliştirilmesini savunan İngiliz
sanayi burjuvazisi, Levanten şirketlerinin tekelci etkinliğinin kaldırılması ve
Osmanlı pazarlarının kendisini güçlenen herkese açık tutması
doğrultusundaki propagandaları yaygınlaştırıyordu. Sonuç olarak İngiltere’nin
Osmanlı topraklarında oluşturduğu eski yapılanmanın yeniden organize
edilmesi kaçınılmaz hâle geldi. İngiliz parlamentosunda liberal ticaret anlayışı
giderek ağırlık kazanmaya başlamıştı. Bir seçkinler kulübü olarak ortaya
çıkan Hristiyan görünümlü Türk tüccarları, bu isteklere boyun eğmek
zorundaydı. Levanten şirketlerin dağılması sonucunda ortaya çıkan boşluk,
pek çok İngiliz şirketi tarafından kısa sürede doldurulmuştur. Özellikle Aydın
demiryolunun yapılmasından sonra İzmir ve çevresinde toprak satın alan
İngiliz şirketlerinin sayısı çok büyük ölçüde artmıştır.
Batılı kapitalizmin daha ilk aşamasında bile Osmanlı ekonomisinin
İngiliz ekonomisine her yönden bağımlı hale geldiği kesindir. O kadar ki,
İngiliz ekonomisinin uğradığı her dönemsel bunalım büyük ölçüde Osmanlı
ekonomisine yansıyordu.
68
19. yüzyıl ortalarındaki kapitalizm aşamasında birbirlerine çok sıkı bir
biçimde bağlanmış olan emperyalist ülkelerde ortaya çıkan refah etkileri, geri
kalmış ülkelerde de hissediliyordu. Bu bağımlılık tarihsel anlamda daha geniş
kapsamlı (ekonomik, politik, ideolojik) bir bağımlılığı da beraberinde
getiriyordu. <öyle ki, tarihsel gelişim içinde Osmanlı’nın kapitalist ülkelere
olan bağımlılığının ekonomik anlamı, Batılı kapitalizmin Osmanlı’nın üretici
güçlerini kendi çıkarları değiştiğinde yeniden biçimlendirmeleri ve kendi
ekonomilerindeki özellikleri Osmanlı ekonomisine de yansıtmaları demekti.
Bu bağımlılığın siyasal yansımaları ise çok çeşitlilik göstermiştir. Örneğin
1870’li yıllarda Osmanlı’nın kendisine “elçi sultan” dediği Starford Conning
tarafından yönetildiği iddia edilmiştir. Bu dönemde İngiltere’ye değil
düşmanlık göstermek, İngilizlerin iyi niyetinden kuşkulananlar bile vatan haini
sayılabiliyordu170. Yüksek yöneticiler arasında İngiltere’ye bağlılık o ölçüdeydi
ki imzasını "İngiltereli" diye atan bir kabine üyesi Bakanlar Kurulu’nun
görüşmelerinin en gizli metinlerini bile düzenli olarak İngiliz Büyükelçisi’ne
aktarmakta sakınca görmüyor ve bu davranışına şu gerekçeyi gösteriyordu:
"Osmanlı Devleti’nin kendi çıkarlarını gerektiği gibi koruyabilmesi için
İngiltere, devlet sırları da dahil her şeyi bilmek zorunda"171.
Bütün bu gelişmelerin ve değişmelerin bir de halk kesimlerine nasıl
yansıdığına bakmak gerekir. Bu gelişmeler karşısında Batı Anadolu’da
topraklarını ve işlerini kaybeden insanların yol açtığı kendiliğinden halk
hareketleri ayrı bir inceleme konusu olabilecek önemdedir. İngiliz
170 Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, 4. Baskı, Yordam Kitabevi, İstanbul 2007, s. 72. 171 Orhan Kurmuş, a.g.e, s. 72.
69
konsolosluklarına ait belgelerde, eşkiya baskıları yüzünden köylülerin
evlerinden çıkamadıkları ve çiftliklerdeki işlevlerinin bazen haftalarca
aksadığı yolunda birçok bilgi vardır. Batı Anadolu’da baskınların iyice
yoğunlaştığı 1880 yılında çiftliklerinde çalışan işçileri korumak için 43 silahlı
muhafız tutulmuştur. Bu durumda İngiliz Büyükelçiliği Batı Anadolu’da toprak
satın alan İngilizlerin kendilerini tehlikeye sokacaklarını resmen bildirmek
ihtiyacını duydu. 1875 yılında Bergama’da kurulan modern çırçır fabrikasının
sebep olduğu ayaklanma, bu konuda bir başka ilginç örnektir. Elmasoğlu adlı
bir Rum’a ait olan bu fabrikanın kendilerini işsiz, aşsız bırakacağını anlayan
yerli dokumacılar bir taraftan hükümet konağını kuşatıp fabrikanın
kapatılmasını talep ederken, diğer bir grup başka bir fabrikayı temelinden
yıkmaya girişti. Fabrika tümüyle yıkıldığı ve hareket büyük boyutlara ulaştığı
için Balıkesir’den bir tabur asker getirildi. Ayaklanmayı örgütleyenler arasında
4 kadın da vardı. Yakalanarak 19’ar ay hapis cezasına çaptırılmışlardır.
Türkiye Cumhuriyet’nin kurulup ulus-devlet sürecine girilmesiyle
birlikte, yeni devletin kendine özgü bir ekonomik yapıya sahip olması
zorunluluğu belirdi. Bir başka deyişle millî ekonomiye gidilmesi gerekiyordu.
Böylece gayri Müslimlerin sahip oldukları iktisadi konumun yerine Türklerin
geçmesi gerekiyordu172 ve böylece Türkiye millî bir ekonomiye veya milli bir
iktisada kavuşmuş olacaktı. Bu ekonomik anlayış daha sonraları karşılığını
devletçilikte bulacaktı.
172 Korkut Boratav, 100 Soruda Türkiye’de Devletçilik, 1. Baskı, Yelken Matbaası, Mart 1974, s. 20.
70
1.2. Türk Devletinin Resmî Ekonomik Görüşü: Devletçilik
Devletçilik, Türk Devleti’nin resmî ilkesi olarak kurumsallaşan bir temel
prensip olarak ele alınacaktır. Korkut Boratav, devletçilik ilkesini şöyle
tanımlar: "Devletçilik bir iktisat siyaseti midir? Zaman zaman bu kavramın
liberalizmin karşıtı olarak kullanıldığına tanık olacağız. Böyle hâllerde
devletçilik bir iktisat siyaseti kavramı olan müdahalecilik ile esas olarak
eşanlamlı görülmektedir. Ancak biraz daha yakından bakıldığında, devletçilik
teriminin kapsamı içerisine, müdahaleciliğin özel bir biçiminin, belli ekonomik
faaliyet kollarında (devletleştirmeler veya tesislerin devletçe kurulması
yollarıyla gerçekleşen) devlet işletmeciliği halinde tezahür eden bir biçimin
girdiği anlaşılmaktadır. Farklı bir ifadeyle, devletçilik, genel olarak, devlet
işletmeciliğini de zorunlu bir unsur olarak içeren müdahaleci bir iktisat
politikası anlamında kullanılmıştır."
Mustafa Kemal Atatürk ise devletçiliği şöyle açıklar:
"Türkiye'nin uyguladığı devletçilik sistemi 19. yüzyıldan beri sosyalist
teorisyenlerin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem
değildir. Bu, Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye'ye özgü bir
sistemdir. Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve
kişisel faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir ulusun ve geniş bir ülkenin
bütün ihtiyaçlarını ve (bu uğurda) pek bir şey yapılmadığını göz önünde
tutarak, ülke ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti devleti,
Türk vatanında yüzyıllardan beri kişisel ve özel teşebbüslerle yapılmamış
71
olan şeyleri bir an önce yapmak istedi; ve kısa bir zamanda yapmayı başardı.
Bizim takip ettiğimiz bu yol görüldüğü gibi liberalizmden başka bir yoldur"173 .
Devlet, bütün ekonomik faaliyetlere bizzat önderlik edecek, karışacak
ve özel teşebbüsün önemi azalacaktır. Prensipte devlet girişimciliği, bireysel
girişimden üstün olacaktır174. Bu nedenlerle 5 <ubat 1937 tarihinde yapılan
Anayasa değişikliğine göre, Cumhuriyet Halk Fırkası programında yer alan
"altı ok"larından biri olan devletçilik, devletin temel niteliklerinden biri olarak
yerini almıştır.
Devletçilik ilkesinin üzerine oturduğu politik zemin neydi? Ya da yeni
kurulan Türk devletinde ekonomi kimlerin elinde olacaktı? Bu soruların
cevabını Atatürk şöyle verir:
"Bu anda, bundan önceki kurultayları Partimizi doğuran ilk Sivas
kurultayını –ki dış ve iç düşmanların süngüleri altında kurulmuştur-
hatırlamak, geçen 16 yılın bütün hadiselerini göz önüne getirmeyi
kolaylaştırır. Uçurum kenarında yıkık bir ülke" Türlü düşmanlarla kanlı
boğuşmalar... Yıllarca süren savaş... Ondan sonra, içeride ve dışarıda saygı
ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için
arasız devrimler"
Partimizin her kurultayı, denebilir ki, dönem başında toplanmıştır. Bu
kurultayımız ise, geniş ölçüde gelişim içinde bulunduğumuz günlerde
toplanmış oluyor. Akdeniz’i Karadeniz’e demirle bağladık. Anadolu’da özel
şirketler elindeki bütün yolları satın aldık. Geçen dört yılın başlıca işleri
173 http://tr.wikipedia.org/wiki/Devlet%C3%A7ilik. 174 Başvekil İsmet, Fırkamızın Devletçilik Vasfı, Kadro dergisi, 22 Teşrinevvel 1932, s. 4-6.
72
ekonomi alanında olmuştur. Birçok ülkeler acunsal buhran karşısında
sarsılmış ve umutsuzluğa düşmüşken, biz bu felaket önünde irkilmedik.
Yurdun ekonomisini yeni bir düzene yöneltmiş bulunuyoruz. Asrî ulusal tecimi
denkleştirerek, iç pazarı harekete getirerek kendimizi korumayı başardık. Asıl
önde tuttuğumuz iş, geniş bir endüstri programını gerçekleştirmeye başlamak
olmuştur. Görüyorsunuz ki, yepyeni bir güdümlü ekonomi düzeni kurmakla
uğraşıyoruz"175.
Atatürk’ün sözlerinden, ekonomideki öncülüğün Cumhuriyeti kuran
kadroya ait olduğu anlaşılmaktadır176. Bütün siyasi gücü elinde toplayan
kadroların ekonomik gücü de ellerinde toplamalarını olağan karşılamak
gerekir177.
Bunun nedeni, milli iktisat oluşturma çabalarının devletçi tedbirler
olmaksızın başarısızlığa uğramış olmasıdır. Gerek uluslararası düzeydeki
gelişmelerden alınan destek, gerekse ülkenin ekonomik altyapısının milli bir
ekonomi oluşturmaya elverişli olmayışı, ağırlığın devletçi uygulamalara
verilmesine neden oldu. Bu, bir tür karma ekonomi modeliydi.
1980 sonrasının liberal politikalarıyla birlikte, yaygın anlamıyla bir milli
ekonominin ortaya çıkmasına da tanıklık edildi. Bu süreçte, Türkiye, küçük
esnaf ve zanaatkar konumundaki Anadolu insanının dönüşümüne ve gerek
yerli gerekse uluslararası sermaye ile eklemlenerek modernleşmesine sahne
oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ekonomik dayanığını ‘Anadolu
175 Atatürkün, 1935 yılında CHP kurultayında yaptığı konuşmasından. Aktaran: Bilsay Kuruç, Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Birinci baskı, Ankara, Bilgi Yayınevi, Aralık 1987, s. 18-19. 176 Bilsay Kuruç, , a.g.e, s. 19. 177 Muzaffer Sencer, Türkiye’nin Yönetim Yapısı, Alan yayıncılık, t.y. s. 112.
73
Sermayesi’ veya ‘Anadolu Kaplanları’ olarak adlandırılan bu kesim
oluşturmaktadır.
2. ANADOLU SERMAYESİ
Çalışmamızın bu kısmında Anadolu sermayesinin ortaya çıkışı ve
olgunlaşma süreci irdelenmeye çalışılacaktır. Yeni bir orta sınıf hareketi
olarak da görülen Anadolu sermayesinin yeni bir etik ve yaşam tarzının da
olgunlaştırılmasında rol oynadığı ileri sürülmektedir.178 Gerek Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin ortaya çıkışında, gerekse günümüz Türkiyesi’nin iktisadi
yaşamında kritik bir rol oynayan Anadolu sermayesinin geçmişi ise oldukça
gerilere uzanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde yerli bir
burjuvazi yaratma çabaları Anadolu’daki etkinlikleri de kapsıyor ve İslam’ın
kapitalizmle bağdaşmaz göründüğü noktalarda ikisi arasında bağlantılar
kurulmaya çalışılıyordu179. Ancak, bu çabaların sonuç vermemesi neticesinde
devletçi seçenek öne çıktı ve bunun paralelinde küçük bir büyük
sermayedarlar grubu yaratıldı ise de, küçük ve orta ölçekli sermayeden
oluşan Anadolu sermayesi işlerini geleneksel zihniyetle yürütmeye devam
etti. Özellikle 80’li yıllar ve sonrasında sermayenin çeşitlenmesi süreci
yaşandı. Sermaye çeşitlenirken Anadolu sermayesi de modern kapitalist
ilişkilerin bir parçası haline geliyor ve bir zihniyet dönüşümü geçiriyordu180.
178 Şennur Özdemir, MÜSİAD: Anadolu Sermayesinin Dönüşümü ve Türk Modernleşmesinin Derinleşmesi, 1. Baskı, Ankara, Vadi Yayınları, Nisan 2006, s. 104-106, 250-254. 179 Zafer Toprak, Milli İktisat-Milli Burjuvazi, İstanbul, Numune Matbaacılık, Eylül 1995, s. 1-9. 180 Şennur Özdemir, a.g.e, s. 101-103.
74
2.1. Anadolu Sermayesinin Tarihsel ve Felsefi Temeli:
Gümüşhanevi Ekolü
Anadolu sermayesinin Osmanlı’dan kaynaklanan felsefi temeli,
Nakşibendi Tarikatının mensubu olan Ziyaüddin Gümüşhanevi’nin
düşüncelerinde bulunabilir. Gümüşhanevi’nin temsil ettiği düşünce tarzını
açıklamadan, Anadolu sermayesinin ne demek olduğunu ve 90’lı yılların
"millî" anlayışından, "serbest piyasa" anlayışına dönüştürülmesini
kavrayamayız.
Gümüşhanevi’nin esas amacı İslam temelli bir "milli sermaye"
kurmaktı181. Tanzimat Fermanı’yla gelişen olumsuz koşullar karşısında "milli
sermaye" modeli hayata geçirilmeye çalışıldı. Bilindiği gibi Osmanlı
İmparatorluğu’nun Batı sermayesiyle ilişkisi Tanzimat fermanıyla doruk
noktasına ulaşmış, Osmanlı İmparatorluğu artık adım adım Batı sermayesine
entegre olma sürecine girmişti. Gümüşhanevi, Batı ekonomisinin temel
dayanaklarından birinin bankalar, öbürünün de sigorta şirketleri olduğunu
görüyordu.182 Bankalar paranın, sigorta şirketleri de riskinin ticaretini
yapar.183 Banka sisteminin ayrılmaz parçası olan -Müslümanlarca haram
olarak nitelendirilen- faiz meselesinden dolayı, sayıları bir milyonu aşan
Gümüşhanevi’nin müritleri borçlanmış,184 bu nedenden dolayı da
Gümüşhanevi, hem bankaların gücünü kırabilmek için, hem müritlerini
kurtarmak için, hem de toplumu faizden kurtarabilmek için, bir yardımlaşma
181 Soner Yalçın, 8ot Defteri: Dünden Bugüne, İsim İsim Siyasal İslam’ın Gizli Kasaları, Hürriyet Gazetesi, 21/09/2008. 182 Ersin Gürdoğan, Görünmeyen Üniversitesi, 2. Baskı, İstanbul, İz yayıncılık, 1991, s.96. 183 Gürdoğan, a.g.e, s. 96. 184 Ubeydullah Gündüzalp, Gümüşhanevi Ziyaüddin Efendi Hazretleri, İslami Hareket, Aylık gazete, 20 Temmuz 1979, Yil: 2, S: 17, s. 12.
75
fonu (Karz-ı Hasen) kurmuştur.185 Yani faizsiz ve uzun vadeli borç.186 Bu
fonun amacı, ihtiyacı olan kişiye yardımcı olmaktır. Alınan yardım, daha
sonra, uygun şartlar içerisinde geri ödenecektir. Ayrıca, "yetenekli kişilere
ortaklık yoluyla sermaye sağlanacaktır."187 Böylece millî sermaye korunmuş
olacaktır.188 Anlaşılan Gümüşhanevi, iç üretime endeksli alternatif,
"bağımsız" bir ekonomi modeli sunuyordu189.
Bu ekonomi modeli şu esaslara dayalı idi: <irketleşmenin
özendirilmesi, serbest ticaretin yaygınlaştırılması, özel teşebbüsün teşvik
edilmesi ve imalat sanayi modeli.190 İmalat sanayine geçebilmek için de, kritik
imalat modeli savunuldu. Bu modele göre;
Bir devlet kendi ayakları üzerinde durabilmek için silah ve kağıdı
kendisi üretebilmeliydi. Toplum ise ayakta durabilmek için gıda, tekstil, ilaç
üretebilme kapasitesine sahip olmalıydı.191 Mecbur kalmadıkça yabancı
ürünler alınmamalı, her türlü israftan kaçınmalı ve müsriflere yaklaşılmamalı,
her çeşit ilaç ve yabancı ülkelerden gelen - Müslümanların eliyle
yapılmayan- eşyalara yakın olunmamalı, Müslüman ülkelerin dışındaki
ülkelerden gelen yağ, şeker ve benzeri yiyeceklerle giyeceklerden uzak
durmalıydı.192
185 Gürdoğan, a.g.e, s. 96. Gündüzalp, a.g.m, s. 12. 186 Mehmed Şevket Eygi, Faizsiz Kredi, Bugün Gazetesi, 6 Ocak 1969, s. 7. 187 Gürdoğan, a.g.e, s. 96. 188 Soner Yalçin, 8ot Defteri: Dünden Bugüne, İşim İşim Siyasal İslam’ın Gizli Kasaları,Köse yazısı, Hürriyet gazetesi, 21/09/2008. 189 10.07.2009 tarihinde, Giyasettin Karatepe ile yaptığımız mülakattan. 190 10.07.2009 tarihinde, Giyasettin Karatepe ile yaptığımız mülakattan. 191 10.07.2009 tarihinde, Giyasettin Karatepe ile yaptığımız mülakattan. 192 Gürdoğan, a.g.e, s. 58-59.
76
Gümüşhanevi, tüketen bir toplum değil, üreten bir toplum fikrini
benimsemişti. Tabii ki bu modelin zemini ancak İslam dini olduğu takdirde
model başarıya ulaşabilirdi.193 Ayrıca Gümüşhanevi’nin bizzat kurduğu vakıf
kütüphanelerle, bilgi ve eylemin iç içe, birlikte büyümesine katkıda
bulunmuştur.194 Gümüşhanevi’ye göre vakıflar, toplumun en iyi
hizmetkarlarıdır.195 Bu ekolden gelen Esat Coşan, "kendi kültürümüze sahip
olmak ve Batı’nın pazarı olmaktan kurtulmak için, temel ihtiyaçlarımızı
karşılayacak bir sanayileşmenin ekonomik ve siyasi bağımsızlığın elde
edilmesinde önemli bir vasıta olduğuna" inanıyordu.196 Erbakan’ın savunduğu
milli görüşün (dinsel görüşün) inandığı ekonominin temelini oluşturan
anlayışın, Gümüşhanevi’nin "milli sermayesi" ile örtüştüğünü görüyoruz.
Gümüşhanevi’nin anlayışını, Mehmet Zahit Kotku ve onun halefi Esad
Coşan sürdürdüler. Örneğin Mehmet Zahid Kotku, memuriyetle uğraşmayın
diyor ve hep ticarete veya şirketleşmeye yönelmeyi teşvik ediyordu.197
Benzer anlayışı Sabahattin Zaim198 de savunuyordu.
2.2. Cumhuriyet Yıllarında Anadolu Sermayesi
Cumhuriyet döneminde hakim anlayış, daha önce açıklamış
olduğumuz üzere devletçilikti ve kalkınma davası, Cumhuriyeti kuran
kadronun elinde olmuştu. Bunun sonucu olarak çoğunlukla tüccar ve esnaf
193 10.07.2009 tarihinde, Giyasettin Karatepe ile yaptığımız mülakattan. 194 Gürdoğan, a.g.e, s. 96-97. 195 Gürdoğan, a.g.e, s. 97. 196 Gürdoğan, a.g.e, s. 98. 197 Mehmet Zahid Kotku, Tasavvufi Ahlak, 2. Kitap, 6. Baskı, İstanbul, Seha yayınları, 1991, s. 112-113. 198 Sabahattın Zaim, İslam-iktisat ilişkileri konusunda çok sayıda makale yazmıştı. Gümüşhanevi ile ilgili bakınız Prof. Dr. Sabahattın Zaim, Türkiye’nin Yirminci Yüzyıl Toplum/İktisat/Siyaset 1. Kitap, Toplum Kalkınmasında "Güzel İnsan" Örneği Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi Hazretleri, İstanbul, İşaret Yayınları, Ocak 2005, s. 22-31.
77
sınıfını oluşturan Müslümanlar, kalkınma davası dışında kalıp kendi ayakları
üzerinde durmaya çalıştılar. Türkiye çok partili hayata geçtiğinde, ilk kurulan
parti Milli Kalkınma Partisi’ydi. Bizim çalışmamız bakımından böyle bir
partinin kurulması büyük bir önem taşımaktadır; çünkü kurucu üyelerinden
biri olan Hüseyin Avni Ulaş aynı zamanda 2. Grup’un mimarlarından
biriydi.199 Milli Kalkınma Parti’sinin programı "sanayide ve ticarette serbest
rekabet ilkesini200 savunuyordu. Ama esas önemli nokta Parti’nin isim seçimi
idi. Bu isme dikkatle bakacak olursak, ekonomide hiçbir söz sahibi olmayan
kesimlerin bir "istek" ve "arzulanan bir durum"u ifade etmesiydi. Milli
Kalkınma Partisi’nin "milli" kelimesi, 1. bölümde izah ettiğimiz gibi, din
anlamına gelmektedir. Kalkınma kelimesi ise, bir durumun noksanlığını
açıklamaktadır. Yani ekonomiden Müslümanların pay alamadıklarını
göstermektedir.201 Ayrıca Demokrat Parti’nin ve Milli Kalkınma Partisi’nin
1946 yılındaki milletvekilli adayların mesleki durumlarına bakılacak olursa,
Cumhuriyet Partisi’ninkine göre, serbest meslek sahiplerinin ağırlıklı olarak
DP ve MKP’de yer aldıkları görülmektedir. Örneğin DP’de 43 kişidir, MKP’de
23 ve CHP’de ise ancak 2 kişidir.202 Anlaşılan Cumhuriyet yıllarında, Anadolu
sermayesi, bir "dağınıklık süreci" yaşamıştır. Fakat Türkiye, çok partili hayata
girdiğinde, Anadolu sermayesi de bir ölçüde "siyasi toparlanma" sürecine
girdi. Bir başka ifadeyle, Marshall Planı uygulanmaya başlandığında, Türkiye
199 Erol Tuncer, 1946 Secimleri, Tesav yayınları, Ankara 2008, s. 14. 200 Erol Tuncer, a.g.e, s. 26. 201 İsimler konusunda, ayrıntılı olarak 3. Bölümde ele alınacaktır. 202 Erol Tuncer, a.g.e, s. 82, 86-87.
78
demokratikleşme ya da liberalleşme203 sürecine girdiğinde, bu durum
Anadolu sermayesi için de bir çıkış noktası oldu.
2.2.1. Demokrat Parti Döneminde
1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte ithalat
ağırlıklı bir politika izlendiğinden dolayı,204 Gümüşhanevi’nin temsil ettiği
ekonomi anlayışına ters düşüldü. Buna rağmen Gümüşhanevi ekolünün
şeyhi Mehmed Zahid Kotku, “Gümüş Motor”205 fabrikasını kurdu. Gümüş
Motor fabrikasının kurulması, özel sektörün ağır sanayiye yönelik ilk
teşebbüsüydü206 ve çok ortaklı model üzerine kuruluydu.207 Esas amaç, millî
bir sanayi kurmaktı.208 Yaratılmaya çalışılan "millî sermaye" söylemi anti
Yahudi bir tonlamayı da içeriyordu.209
Fabrikanın Genel Müdürü Necmettin Erbakan’dı ve bu görevi 1956-
1963 yılları arasında yürüttü.210 1950’li yılların bizim konumuz açısından en
önemli olayı Gümüş Motorun kurulmasıdır. Fabrikanın ömrünün ne kadar
olduğu değil; esas önemli olan Anadolu sermayesinin ilk adımlarını atmış
olmasıdır.
203 Cem Eroğul, Demokrat Parti (Tarihi ve İdeolojisi), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Sevinç matbaası, Ankara 1970, s. 5. 204 Soner Yalçın, 8ot Defteri: Dünden Bugüne, İşim İşim Siyasal İslam’ın Gizli Kasaları, Hürriyet Gazetesi, 21/09/2008. 205 Gümüş kelimesi muhtemelen Gümüşhanevi adından mülhemdir. 206 Ersin Gürdoğan, a.g.e, s. 98. 207 10.07.2009 tarihinde, Giyasettin Karatepe ile yaptığımız mülakattan. 208 Soner Yalçın, 8ot Defteri: Dünden Bugüne, İsim İsim Siyasal İslam’ın Gizli Kasaları, Hürriyet Gazetesi, 21/09/2008. 209 M. Şahap Tan, Müslüman Anadolu Tüccarı, Bugün gazetesi, 27 Ocak 1968, s. 3. Ayrıca bakınız Yahudi Sömürüsüne Karşı, Müslüman Ülkelerle İşbirliği Yapalım, Bugün Gazetesi, 24 Nisan 1968, s. 5. 210 Necmettin Erbakan, Milli Görüş, Dergâh yayınları, İstanbul, t.y, s. 7.
79
2.2.2. Erbakan’ın Ekonomi Anlayışı
Erbakan’ın ekonomi anlayışı, konumuz bakımından büyük önem
taşımaktadır. 1. bölümde ifade ettiğimiz gibi, Refah Partisi’nin gerçekleştirmiş
olduğu 4. Büyük Kongre’deki Erbakan’ın konuşmasında, serbest piyasa ve
özel sektör terimlerini çok sık telaffuz etmeye başlaması, onun Gümüşhanevi
felsefesinden uzaklaştığının en belirgin göstergesidir. Erbakan, “Anadolu’nun
kalkınabilmesi için, işçilerin katılımıyla Bölgesel Kalkınma <irketleri kurulması
lazım” diyordu211. Tabii ki bu modelin başarıya ulaşabilmesi için, Erbakan’ın
tabirine göre, "devletçilik ufki olarak tatbik edilmeliydi".212 Ufki devletçilik
terimiyle Erbakan’ın ne demek isteğini şu sözler ortaya koyuyor: "Ufki
devletçilik, yani projesinin, alt yapısının, bütün devletçe yapılması icap ed en
her türlü imkanlar devlet tarafından getirilecek yukarıdan aşağıya doğru; fakat
sahibi olmak deyince, devlet sahibi olmayacak, o bölgenin sakinleri olacak.
Devletçilik yukarıdan aşağıya doğru tatbik edilecek. Sakuli tatbikten
maksadımız, aynı zamanda devletin sahip olmasıdır. Biz, ufki devletçilik ile
Anadolu’nun kalkınacağına inanıyoruz. Bundan dolayı da bölgesel
dengesizliğin giderilmesi için bu temel prensibin benimsenmesini şart
görüyoruz".213 Anlaşılan Necmettin Erbakan devletçiliğe, ilke olarak karşı
değil, sadece hakim olduğu felsefesine karşıdır. Bir başka ifadeyle
Erbakan’ın tutumunu belli bir noktaya kadar "millî" olarak değerlendirebiliriz.
O, bu anlayışın ağır sanayi hamlesiyle gerçekleşeceğini savunuyordu. Bu
211Necmettin Erbakan, a.g.e, s. 122. 212Necmettin Erbakan, a.g.e, s. 122. 213Necmettin Erbakan, a.g.e, s. 123.
80
söylem etrafındaki gayretler de 1960’lı ve 1970’lı yıllarda ivme kazanmaya
başlamıştır.
2.2.3. 1960’lı-1970’li Yıllarda, Anadolu Sermayesi
Yukarıda vurguladığımız gibi, devletin dışındaki ilk ağır sanayi
hamlesi, genel müdürlük görevini Necmettin Erbakan’ın yürüttüğü Gümüş
Motor fabrikasının kurulmasıyla başlatılmıştır. Erbakan bu görevi 1963 yılına
kadar yürütmüştür. Sonra 1966 yılı başında Türkiye Ticaret Odaları, Sanayi
Odaları ve Ticaret Borsaları Birliği Sanayi Dairesi Başkanlığını yapmış ve
1969 yılının Mayıs ayında Türkiye Odalar Birliği Başkanlığına getirilmiştir214.
Erbakan, o dönemin başbakanı Süleyman Demirel ile ihtilafa düşmüş ve
olaylı bir şekilde birliğinden ayrılmak zorunda kalmış ve Konya’dan bağımsız
milletvekili seçilip Milli Nizam Partisi’ni kurmuştur. Milli Nizam Partisi’nin
kurulmasıyla birlikte, Gümüşhanevi dergahı, siyasette adımlar atmaya ve
iktidara gelecek bir millî sermaye hamlesi projesini yürürlüğe koymaya
başlamıştır.215 Fakat bu parti kısa ömürlü olmuş ve Anayasa Mahkemesi
kararıyla kapatılmıştır. Kapatılmanın hemen ardından Erbakan İsviçre’ye
gitmiş ve orada inzivaya çekilmiştir. Bu süreçte kurulan şirketlerin üyeleri
arasında Milli Nizam Partisi’nin mensupları da vardı. Örneğin İPA Gıda ve
İhtiyaç Maddeleri Pazarlama Anonim <irketi’nin yönetim kuruluna katılanlar
arasında Hasan Tahsin Armutuçuoğlu, Mehmet <atoğlu, Orhan Batı,
Abdülkerim Doğru, Enver Muammer Özkan vardı. Bir diğer şirket olan Nidaş
Nizam Neşriyat ve Dağıtım <irketi’nin yönetim kuruluna katılanlar arasında
214 Necmettin Erbakan, a.g.e, s. 8. 215 Soner Yalçın, 8ot Defteri: Dünden Bugüne, İsim İsim Siyasal İslam’ın Gizli Kasaları, Hürriyet Gazetesi, 21/09/2008.
81
Hasan Aksay, Fehmi Cumalıoğlu, Hasan Tahsin Armutuçuoğlu, Mehmet
<atoğlu, Orhan Batı gibi isimler yer alıyordu.216 Ayrıca o dönemdeki bir diğer
önemli gelişme Anadolu Sermayesi’ni teşvik eden ilk İslamî günlük gazete
olan "Bugün Gazetesi"nin çıkarılmasıdır. Bugün gazetesinin önemini çok
büyüktür; çünkü İslamî sermayeyi teşvik ediyordu. Örneğin, gazetenin sahibi
Mehmet <evket Eygi, Helal Anonim <irketi kurulmasını teklif etti. Katılmak
isteyenlerde aranan koşullar muvaffak bir tacir olması, halen iyi bir işi
bulunması, Müslüman olması, az da olsa sermaye koyabilecek imkana sahip
bulunması, az konuşması, inatçı olmamasıyıdı.217 Bu şirketleşme Milli
Selamet Partisi döneminde de devam etmiştir. Örneğin Mila <irketi, Milsam
Basım Sanayii, EFİTA<, Elif Hayvancılık, Sürtaş, GİPA gibi şirketler. Bu
şirketlerin özelliği partiye üye kişilerin kurduğu şirketler olmaları ve bankalarla
çalışmamalarıydı. Bir başka ifadeyle bu şirketler, gayri resmi bankalar olarak
da işlev görüyorlardı. Milli Selamet Partisi iktidardayken, sanayi konusunda
önemli bazı adımlar atıldığını söyleyebiliriz. "Ağır Sanayi Anadolu Kalkınması
Mitingi" bu dönemde yapılmıştır.218 Malatya’da TEMSAN, MAKSAN
fabrikaları kurulmuştur.219 Kırşehir’de Lastik fabrikası,220 Amasya’da şeker
fabrikası,221 Bolu’da GERKONSAN fabrikası,222 Konya’da TÜMOSAN
fabrikası gibi Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde fabrikalar kurulmuştur.223 Genel
216 Soner Yalçın, Hangi Erbakan, 6. Baskı, İstanbul, Su yayınları, Haziran 1999, s.58-59. 217 Mehmet Şevket Eygi, Kurucular Buyursun, Bugün Gazetesi, 13 Nisan 1968, s. 1 ve 7. Son iki nitelik, ekonomik girişimlerle cemaat etkinliklerinin nasıl iç içe girdiğini göstermektedir. "Az konuşan" yani "ketum insan" isteniyor; cemaatin sırlarını açığa vurmayacak kişiler. Bu kişilerin aynı zamanda "inatçı" olmaması; yani mutî olması da istenmektedir. 218 Erbakan Diyor Ki…, MSP Gençlik Teşkilatı Yayınları, ty, s. 108. 219 Erbakan Diyor Ki…, a.g.e, s. 94. 220 Erbakan Diyor Ki…, a.g.e, s. 116. 221 Erbakan Diyor Ki…, a.g.e, s. 118. 222 Erbakan Diyor Ki…, a.g.e, s. 128. 223 Erbakan’ın Konuşması, MSP Gençlik Teşkilatı Yayınları, ty, s. 49.
82
olarak fabrikaların ürettikleri ürünlerin seçiminde, Gümüşhanevi’nin devlet ve
toplum kalkınma modelinden esinlenildiği görülür. Bu ağır sanayi hamlesi
projesinin hayata geçirilebilmesinde Devlet Planlanma Teşkilatı’nın (DPT)
önemi büyüktür. Çünkü Devlet Planlama Teşkilatı’nda çalışan üst
kademedekilerden bir kısmı Mehmet Zahid Kotku’nun müritlerinden
oluşuyordu. Örneğin Devlet Planlama Teşkilatı’nda Yabancı Sermaye Dairesi
Başkanı Muammer Dolmacı’nın yanı sıra, Rasim Özdenören, Akif İnan,
Erdem Beyazıt, Alaaddin Özdenören, Bahri Zengin, Hasan Seyithanoğlu,
İsmail Kıllıoğlu, Osman Sarı, Atasoy Müftüoğlu, Yusuf Yazar, Nabi Avcı ve
Ahmet Kot gibi isimler yer alıyordu.224 Gürdoğan, müritlerin özelliklerini şöyle
tanımlıyor: ""bilinen memur tipine kesinlikle uymaz, günün moda değerlerine
ve kurallarına aldırış etmezlerdi. Elden geldiğince Batı’dan bağımsız, tüketim
ekonomisinin tuzaklarına düşmeden, ülkenin gerçek ihtiyaçlarına dönük,
yapay tüketimi körüklemeyen bir ekonomi politikası geliştirilmeye
çalışılıyordu. Daha önemlisi bu ekip, Batı’nın etki alanından çıkmak için
Müslüman Ülkeler arasında işbirliği yapılmasının zorunluluğunu düşünüyor
ve yapılması gerekli ilk hamleleri gerçekleştirmeye gayret ediyordu.
Planlamada çoğunluk, Batı’nın dışında sağlıklı bir güç birliği oluşturmanın
temelde kültürel değerlere dayandığının da bilincindeydi. Bununla birlikte,
ulusal gücü aşan bazı alanlarda Müslüman ülkelerle ortak yatırımlara
gidilmeye çalışılıyordu. Ticaret ve sanayide işbirliğine gitmenin sağlıklı bir
birlik oluşturmada önemli bir başlangıç olabileceği düşünülüyordu. Önerilen
politikalarla Batı’nın ekonomik açıdan gelişmekte olan ülkeler için öngördüğü,
224 Gürdoğan, a.g.e, s. 32.
83
çağdaşlaşma ve modernleşme gibi değişik kavramlar arkasına saklanarak
benimsetmeye çalıştığı ekonomik ve sosyal yapının dışına çıkılmaya
çalışılıyordu"".225 Zaten o dönemde temel prensibi faizsiz çalışmak olan
"Dünya İslam Bankası" kurulmuştur. Bu banka iki önemli faaliyette
bulunuyordu: İktisadi yatırımlar ile içtimai yatırımlara katılmak.226 Bu kuruluş,
İslam dünyasının IMF’si gibi görülüyordu ve o dönemde Türkiye’de
TÜMOSAN şirketine yardım sağlamıştı.227
DPT’nın kritik isimlerinden biri olan ve sonrasında Başbakanlığa
seçilecek olan Turgut Özal ekonomi icraatıyla Türk ekonomik ve siyasi
yaşamına damgasını vurmuştur. Özal’ın amacı "Türk ekonomisini piyasa
ekonomisi haline dönüştürmek ve özel sektörün ekonomik faaliyetlerini
artırmaktı. Hele Anadolu’da toplanan bir sermayenin yatırıma dönüşmesi
karşısında çocuk gibi sevinirdi".228 Turgut Özal, Türkiye’nin, karma ekonomi
düzen içerisinde, hakimiyetin kayıtsız şartsız milletin olması ilkesine
dayanarak demokratik yollarla kalkınabileceğini düşünüyordu. Ve bu konuda
Devlet Planlanma Teşkilatı’nın rolü çok büyüktü.229 Turgut Özal bu hayalini,
225 Gürdoğan, a.g.e, s. 32-33. 226 Prof. Dr. Sabahattin Zaim, Dünya İslam Bankası, Sebil haftalık gazete, 30 Mart 1979, S. 169, s. 10. 227 Prof. Dr. Sabahattin Zaim, a.g.m, s. 10. Dünya İslam Bankası, faizsiz çalıştığı için, Batının bankacılık sistemine bir nevi meydan okuyordu. "…İktisadi yatırımlara ortak olarak katılır. Tıpkı bizim Sinai Kalkınma Bankası’nın yeni kurulan müesseselerde ortak oluşu gibi… Dünya İslam Bankası da kendisine takdim edilen proje içinde uygun gördüklerini, o ülke devletinin, hükümetinin de rızasını almak şartıyla ele alır, raporlarını inceler ve ona belli bir nisbette katılır. Böylece kredi şeklinde değil, sermaye ortaklığı şeklinde katılır; kâr ve zararına iştirak etmiş olur. İçtimai sahadaki yatırımlara ise karz-ı hasen biçiminde katılmış olur. Dolayısıyla kârlı yatırımlara katılmış olursa bu, tabii bankanın kaynağını geliştirmiş olacaktır. Bu bakımından tabii banka, son derecede dikkatli ve ihtiyatlı şekilde hareket etmektedir" 228 Hasan Celal Güzel, "Yeşil Sermaye"nin Serencamı, Radikal Gazetesi, 02/11/2006. 229 DPT Müsteşarı Özal: Hiçbir hükümetin politikasını müdafaa mecburiyetim yoktur, Bugün Gazetesi, 24 Nisan 1971, s. 8. "DPT, Üzerine düşen Görevini Yapmıştır", Bugün Gazetesi, 25 Nisan 1971, s. 6.
84
12 Eylül’ün verdiği imkanlardan faydalanarak, 24 Ocak kararlarıyla, hayata
geçirmeye başlamıştır.
3. 24 OCAK KARARLARI VE NEO-LİBERALİZM
Turgut Özal’ın ekonomide uygulamak istediği anlayış ve neo-
liberalizmin Türkiye’ye girmesi eş zamanlıdır. Bunun için iki temel gerekliliğin
sağlanması söz konusuydu. Birincisi, hukuksal, toplumsal, siyasal
pürüzlerden arınmış bir zemin ki bu 12 Eylül ile sağlanmıştır. İkincisi, bu
zemin üzerinde uygulanacak doğru kararların alınması (24 Ocak kararları).
24 Ocak kararlarının uygulanmasıyla birlikte Türkiye neo-liberalizm
dönemine girmiştir. Postmodernizm kitabının yazarı olan Ali Akay’a göre bu
dönemde neo-liberalizme paralel olarak postmodernizm dönemine de
girilmiştir230. Turgut Özal’ın dediğine göre: "Bizim uyguladığımız ekonomik
program, Başkan Reagan’ın programının aynısıdır. Aradaki tek fark bizim
uygulamaya ondan önce başlamış olmamızdır". Yani Türkiye’de
uygulanmaya çalışılan ekonomik model, Reganizmle tamamen
örtüşmektedir231. Bu akımın temel felsefesi, özel teşebbüse önem vermesidir.
Devletçilik ve millileştirme geri plana itilmiştir. Yani "özel iyidir, kamu kötü".232
24 Ocak kararlarına bakıldığında, uluslararası konjonktürün de mümkün
kıldığı bir ortamla birlikte, Türkiye yeni bir döneme girmiştir. Bu dönemde ithal
ikamesi yöntemi yerine, ihracata yönelik sanayileşme modeline geçilmiştir.
Faizin belirlenmesi devlet eliyle değil, piyasa tarafından yapılacak, yabancı
230 Ali Akay, Postmodernizm, 1. Baskı, İstanbul, L&M Yayınları, 2005, s. 12. 231 Fikret Başkaya, Devletçilikten 24 Ocak Kararlarna, 1. Baskı, Ankara, Birlik Yayınları, 1986, s. 205. 232 Andrew Heywood, Siyaset, 3. Bölümü çev Bekir Beraat Özipek, Ankara, Liberte Yayınları, Şubat 2006, s. 70.
85
sermayeyi özendirmek için önlemler alınacaktır.233 Böylece, 12 Eylül askerî
müdahalesiyle uygulamaya konulan 24 Ocak kararları ile Anadolu sermayesi
ivme kazanmaya başladı. Anadolu sermayesinin ivme kazanmasının mimarı
ve aktörü ise bilindiği gibi Turgut Özal’dı234.
3.1. Özal Döneminde Anadolu Sermayesinin Konumu
Yukarıda bahsedildiği gibi, 24 Ocak kararları, Türk ekonomisinde köklü
değişime neden olmuştur. Öncelikle ithal ikameci modelden, ihracata dayalı
modele geçilmiştir. Bir başka ifadeyle, "devlet merkezli ekonomik işleyişten
toplum ve piyasa merkezli bir işleyişe geçişin alt yapısı hazırlanmıştır".235
Nitekim, bu modele geçişle, tüketici eğilimlerin artacağının sinyalleri
verilmiştir.236 1980’li yıllarda İhracata dayalı ekonomi modeli uygulanmaya
başladığında, iki sorunla karşı karşıya kalındı. Birincisi, Türk ekonomisine
yön veren kurumların yeni ekonomi statüsüne intibak sağlaması gerekiyordu,
yani yapısal dönüşümler söz konusuydu; ikincisi iç tasarrufların yetersizliği ve
dış kaynak sorunuydu.237 Ne var ki, kalkınmayı hızlandıracak geniş sermaye
alanlarına gereksinim vardı. Bunun başarılabilmesi için, çoğunluğu oluşturan
dindar kesimin "yastık altında" sakladıkları parayı ekonomiye dahil etmesi
gerekiyordu. Onun için Özal döneminde, "faizsiz bankacılık" veya "İslamcı
bankacılık" modeli uygulanmaya başlandı. Özal’ın güvenoyu almadan ilk
imzaladığı kanun, faizsiz bankacılıktı.238 16 Aralık 1983 tarihinde çıkarılan
233 Osman Ulugay, 24 Ocak Deneyimi Üzerinde, Hil yayınları, 1984, s. 21. 234 Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, İstanbul, Gerçek yayınevi, 1995, s. 122. 235 Şennur Özdemir, a.g.e, s. 101. 236 Boratav, a.g.e, s. 123. 237 Selçuk Uğur Akalın, Türkiye’de Devlet Sermaye İşbirliğinin Ekonomi Politiği, İstanbul, Set yayınları, 2002, s. 88. 238 İlhan Selçuk, Dinci Bankacılık, Cumhuriyet gazetesi, 11/12/1999.
86
kararnameyle özel finans kurumlarına izin verildi ve Bankalar yasasının 96.
maddesiyle "bankalar kuruluna tanınan bankalar dışındaki mali kurumların"
faaliyet esaslarını düzenleme yetkisi kullanılarak yeni para odaklarının
temelleri atıldı.239 <öyle ki, Al Baraka Türk ve Faysal Finans 1984 yılında
kuruldu ve 1985 yılında faaliyete geçti. Kuveyt Türk, 1988 yılında kuruldu ve
1989 yılında faaliyete geçti; İhlas Finans Kurumu A<, 1991 yılında kuruldu ve
aynı yıl faaliyete geçti.240 Bu kurumların İslam hukukuna göre yönetildikleri
iddia ediliyordu. Bunların dışında o dönemin başbakanı Turgut Özal, o
günlerde şu düzenlemeleri yapmıştı:
"Kurulan kurumlar T.C yasalarından, bu yasalarla belirlenen mali
yükümlülüklerden muaf tutuldu,
Korkut Özal’ın İslam Kalkınma bankası danışmanı olmasının ardından
Arap-İslam sermayesinin, Türk şirketleriyle eşdeğer haklar elde etmesini
kolaylaştıran yasa değişiklikleri yapıldı,
İslam Konferans Örgütü’ne bağlı Ekonomi ve Ticari işbirliği komitesi
(İSEDAK) kararları doğrultusunda Türkiye’ye İslamî sermaye akışını
kolaylaştırmak için, İslam Kalkınma Bankasının vergi muafiyeti genişletildi.
Türk Bankaları, mevduatlarının yüzde 10-15’ini, Merkez Bankası’na
yatırma zorunluluğundayken, İslam bankalarının Merkez Bankası’na
mevduatlarının %10’unu geçmeyen yatırımlarda bulunması zorunlu tutuldu.
Dahası bu bankaların iştirak hesaplarının sadece %1’i Merkez Bankası’na
yatmaktaydı. Böylece Özal, faizle çalışan geleneksel bankacılığın yerleştiği
239 Özal Kurdu A8AP Yüceltti, Cumhuriyet gazetesi, 25/03/1998. 240 Özal Kurdu A8AP Yüceltti, Cumhuriyet gazetesi, 25/03/1998.
87
Türk bankalarının aleyhine, İslamî bankaların çıkarına uygun düzenlemeler
yapmış oldu,bu düzenlemelerle mevduat %118 arttı"241.
Özal’ın bu yasal çerçevesinden dolayı, Anadolu sermayesinin
uluslararası ekonomi sistemiyle ilk teması gerçekleşmiş oldu. Artık küçük
şirketler birleşme yoluyla, çok ortaklı şirketlere dönüşüp 1989 yılında büyük
holdingler durumuna geldiler. Onların arasında Konya’da kurulan
KOMBASSAN ve Yozgat’taki YİMPA< da vardır.242 Anadolu sermayesinin
omurgasını oluşturan kesim, yani esnaf, tüccar ile küçük ve orta ölçekli
işletmeler (KOBİ’ler)243, 80’li yıllarda Avrupa Birliği fonlarından destek
sağladılar244. Özal’ın tabiriyle "orta direk" olarak adlandırılan Anadolu
sermayesi, uluslararası konjonktürün yarattığı imkanlarından "faydalanarak"
palazlanmaya başladı.
3.2. 90’lı Yıllarda Anadolu Sermayesinin Konumu
90’lı yıllarda Anadolu sermayesinin "iktidara doğru" tırmanış süreci
irdelenecektir. Özellikle, yükselişi sağlayan etkenler ve siyasetteki duruşları
üzerinde durulacaktır.
3.2.1. Anadolu’nun Sermayesinin Yükselişini Belirleyen Etkenler
Milli Görüş geleneğinden beslenen Özal, iktidara geldiğinde, Türkiye’yi
sürükleyecek bir "orta direk" projesi inşa etmeye başladı. 1990’dan sonra,
241 Türkiye İslami Sermaye Kıskacında, Cumhuriyet gazetesi, 19/10/2005. 242 Miyase İlknur, Siyasal İslamın Para ile Dansı-4: Avrupa’daki Cemaatler, Cumhuriyet Gazetesi, 15/09/2008. 243 Özdemir, a.g.e, s. 103. 244 Avrupa Birliği fonları için ayrıntı bilgi için bakınız: Özlem Yonar, Avrupa Birliği 2004 Genişlemesinin KOBİLER Üzerindeki Olası Ekonomik Etkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Siyaset Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı Avrupa Birliği Yüksek Lisans Programı, Ankara 2006.
88
Özal iktidarının yarattığı yasal çerçeve ile, "teknolojinin ve makineleşmenin
verdiği imkanlardan faydalanılarak sınai üretimine girildi. Bu anlayış yurt
dışına da aktarılmaya başlandı. Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra,
başlayan bu süreç ivme kazandı. Anadolu sermayesi bu gelişme ile, Orta
Asya’ya açılmaya; fabrikalar kurmaya ve var olan fabrikaların alt yapılarını
düzenlemeye ve oluşturmaya başlamıştır. Ayrıca Çin’de de fabrika kurulmuş,
Anadolu sermayecilerin bu hareketliliğinin sonucunda da, kalite standartları
yükselmiştir. Malların serbest dolaşımı, aynı zamanda kültür dolaşımını da
beraberinde getiriyordu".245 <ennur Özdemir, uluslararası konjonktürü şöyle
açıklıyor: ""Bu gelişmeler hiç kuşku yok ki genelde İslam ülkelerinde özelde
Türkiye’deki İslami kesimde bir güven unsuru yaratmıştır. Bu güven unsuru
yeni bir İslami ekonomi yaratma veya kendilerine has bir ekonomik işleyişin
çağa uygun dinamiklerini yaratma konusundaki çabalara da öncülük
etmektedir. Bu çabalar başarıya ulaşsın veya ulaşmasın, bütün bunlar
modernite adına hareket eden ulusal ve uluslararası dinamikleri kaygıya
düşüren nedenlerdir"246.
1992 yılında Müstakil İşadamları Derneği (MÜSİAD) kuruldu.
Derneğin açılımında, "Müstakil" kelimesinin yer alması, Anadolu
sermayesinin, devletin ekonomi felsefesinden bağımsızlığını ifade ediyordu.
Artık Anadolu sermayesi veya Özal’ın kullandığı terime göre, orta direk,
sistematik bir şekilde örgütlenmeye başladı.
245 Yaptığım mülakattan, ama kişiler isim vermek istemediler. 246 Şennur Özdemir, Yeşil Sermaye Söylemi, Ekonomik Kurumlar ve Terimler Sözlüğü, Ankara, Özgür Üniversitesi Yayınları, 2007, s. 1358-1359.
89
Anadolu sermayesinin yükselişinde büyük katkı sağlayan olay 27 Mart
yerel seçimleridir. Küçük ve Orta Büyüklükteki İşletmeler (KOBİ)’lerin
desteğiyle Refah Partisi 28 büyük kentin belediye başkanlıklarını kazanmıştı.
Milli Nizam Partisi ile Milli Selamet Partisi’nin halefi olan Refah Partisi’nin
yerel seçimlerdeki başarısının arkasında yatan sebebin, büyük-küçük
sermaye ayrımı üzerinden gerçekleştiğini söyleyebiliriz.247
90’lı yıllarda Anadolu Sermayesi’nin yükselişinin bir başka nedeni de
ülke genelinde, hem Ticaret ve Sanayi Odalarının yönetim kurullarında
çoğunluğa hem de organize sanayi bölgelerinin yönetimlerinde söz sahibi
olmaya başlayıp, sanayi bölgelerinin alt yapısını hazırlamış olmasıdır.
Refah Partisi’nin getirdiği bir başka anlayış da imar konusundaydı.
Görüştüğüm kişilerin görüşlerine göre "27 Mart seçimlerinden önce, imar
işleri, toprak sahibi ve laik kişilerce yürütülüyordu. Toprak sahibi olan dindar
kesim, rüşvet alıp verme ilişkilerine de girmedikleri için248, imar işlerindeki
kazançtan mahrum kalıyorlardı. 27 Mart seçimlerden sonra, bir çok büyük
kent, Refah Partisi’nin eline geçince durum değişmeye başladı. Toprak sahibi
olan dindarlar, Refah’lı Belediye Başkanları ile iş yapmaya başladı; böylece
‘hem rüşvet verme zorunluluğu ortadan kalkmış, hem de helal yoldan kazanç
kapıları açılmış’ oldu. Bu nedenler, sonraki yıllarda güçlü ve gelişmekte olan
zengin sınıfı yarattı".
247 Özdemir, a.g.m, s. 1357 248 Yaptığım mülakattan, ama kişiler isim vermek istemediler.
90
Tabii ki Anadolu sermayesinin yurtiçi ve yurtdışındaki yükselişi,
ülkedeki rahatsızlığı arttırmaya başladı. Bu rahatsızlık en somut ifadesini 28
<ubat sürecinde buldu.
3.2.2. 28 �ubat ve Anadolu Sermayesi
Anadolu sermayesinin birinci ve temel özelliği devletten "müstakil"
olmaktır. Bu tabii ki, devletten bağımsız ekonomik faaliyet anlamına
geliyordu; yani "gayri resmi banka" (veresiye vermek, metotlarından bir
tanesi) işlevi görüyor; birbirleriyle faizsiz işlem yapıyorlardı. Bu kültürün insan
öğesi, ağırlıklı olarak cemaatlerin etkisi249altıda kalmıştı. Görüştüğüm
kişilerin görüşlerine göre, "Artık cemaatler halk üzerindeki etki ve ağırlığını
giderek artırıyordu. Bunu nasıl mı gerçekleştiriyorlardı? Sivil toplum
örgütlerinin içinde aktif bir rol oynamak ve mahalle örgütlenmeleriyle"250.
Anadolu sermayesinin yarattığı serbest mal dolaşımı beraberinde, yeni
bir kültür dünyasını da getirmiştir. Belli bir aile yapısı, giyim ve yaşam tarzı
konusunda öncü rol oynayan bu yeni yükselen sermaye grubu, siyasal
yaşamda başı çeken kişilerin yaşam tarzlarıyla paralel dünyalar yaratıyordu.
Bir başka ifadeyle, bu yeni kültürün "özel yaşam tarzı", "kamulaştırılmaya"
başlandı. Bu yeni yaşam tarzı, mevcut yaşam tarzınca bir tehdit olarak
algılandı. Bu, çok açık olarak 28 <ubat kararlarında şöyle yer almıştır:
"Türkiye’de laikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve
toplum huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu"251 kaleme
alınmıştır. 28 <ubat kararlarının akabinde, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK),
249 İslami Sermaye, Milliyet Gazetesi, 09/12/1999. 250 Yaptığım mülakattan, ama kişiler isim vermek istemediler. 251 İşte MGK’dan Çıkan Belge, Hürriyet Gazetesi, 01/03/1997. Vurgu bize aittir.
91
131 suç duyurusunda bulundu ve İslamî Holdinglere karşı bir mücadele
başlatıldı. Böylece Anadolu sermayesi tıkanma noktasına geldi. Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin kurulduğu günlerde, Anadolu sermayesi de tekrar
hareketlenmeye başladı. Erbakan’a destek veren holdingler, Erdoğan’a
destek vermeye başladılar. Destekleyenler arasında, YİMPA<,
KOMBASSAN, Kayserili HES Grubu’na bağlı Anadolu Finans, Asya
Finans252, Erbakan’a yakınlığıyla tanınan KALYON Grubu sahibi Hasan
Kalyoncu da vardı.253 Adalet ve Kalkınma Partisi 2002 yılında iktidara
ulaştığında Anadolu sermayesi, orta sınıf olarak, ekonomide söz sahibi
olmaya başladı. Bir başka ifadeyle, Özdemir’in belirttiği gibi Batılı anlamda bir
orta sınıf ortaya çıkıyordu.
28 <ubattan sonra, Anadolu sermayesi zor bir döneme girmişti. 2001
yılının Maliye Bakanı Kemal Derviş, ekonomik programını açıkladı. Bu
program esnafa, yabancı sermayeye ve özel sektöre teşvik paketini de
içeriyordu.254 Program sonunda şu noktalar vurgulanıyordu: "21. yüzyılda
güçlü ve saygın devlet olabilmek için üretken ve güçlü bir özel sektörün,
sağlıklı bir piyasa ekonomisi için de sosyal destek ve yasal denetleme
görevini yapan bir devletin önemi çok iyi anlaşılmıştır. Güçlü ekonomi, güven
içinde çalışan bir özel sektör, etkin bir devlet ve geniş bir toplumsal
dayanışma yaratacaktır. Özlemimiz, hedefimiz ve Türkiye’nin hak ettiği de
252 "Yeşil Sermaye" Erdoğan’ı Seçti, Cumhuriyet Gazetesi, 23/07/2001. 253 Sermaye de Yenilikçi, Sabah Gazetesi, 04/06/2001. 254http://www.belgenet.com/eko/yeniprogram_2001.html.
92
budur".255 Kemal Dervişin ekonomik paketi, hem devlet politikası haline geldi,
hem de Anadolu sermayesinin dirilişi için altın bir fırsat yarattı.
3.3. Adalet ve Kalkınma Partisi: "Kapitalistleşme"ye Doğru
Batılı toplumunun temel özellikleri, belirtildiği gibi, sınıflı toplum olma ve
dolayısıyla dönüşümlerini iç dinamiklerine dayalı olarak
gerçekleştirilebilmesidir. Doğulu toplumda ise, dönüşümler dış dinamiklerine
göre gerçekleştirilebilir. Bu temel varsayımdan hareket ederek Marx ve
Weber’in çalışmanın başlangıcında belirttiğimiz teorilerini sentezlemek
suretiyle Türkiye’nin giderek bir Batılı toplumu olma eğiliminde olduğunu
söyleyebiliriz. Marx’ın teorisine göre ekonomik güç hangi sınıfın elindeyse
siyasi güç de o sınıfın eline geçecektir. Yani Marx’ın terminolojisine göre,
altyapı üstyapıyı belirler ve sosyo-politik, sosyo-kültürel kurumlar, yeni sosyo-
ekonomik yapıya endekslidir. Althusser’in ifade ettiği gibi, üstyapıya ait
kurumlar devletin ideolojik aygıtlarını oluştururlar256. Bunu Anadolu
semayesinin gelişim sürecinden çok net anlayabiliriz. Özellikle 90’lı yıllarda
Anadolu sermayesinin güçlenmesinin ardından Adalet ve Kalkınma Partisi
siyasi iktidara taşınabildi. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin üzerinde oturduğu
ekonomik sınıf/güç Anadolu sermayesinin oluşturduğu yeni yükselen orta
sınıflardır.
Weber ise Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu kitabinda, ‘kapitalizm
ancak ve ancak protestantizmin kurallarıyla gelişebilir’ demektedir. Çünkü
255 http://www.belgenet.com/eko/yeniprogram_2001.html. 256 Luis Althousser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, 1. Baskı, İthaki yayınları, İstanbul 2003, s. 129-149.
93
Weber’e göre, her ekonomik organizasyonun bir ideolojiye ihtiyacı vardır.257
Bu anlayış, yani "bu mezhepler şekillenmkte olan modern kapitalizmin yeni
yükselmekte olan orta sınıflarını temsil ediyorlardı ve mezheplere üyelik
yukarıya doğru hareketliliğin önemli bir temelini sağlıyordu".258 Weber’in
felsefesinde önemli yer tutan çalışma etikti. Yani ahlakla donatılımış
girişimci(burjuva) sınıftı. Weber, bu bireyin, kapitalizmin koşullarına uygun bir
orta sınıf oluşturduğunu ileri sürüyor.259 Türkiye’de Weber-İslam ilişkisi
üzerine duran Sabri Ülgener’di. Protestantizmi sekülarizmle eş değer tutuyor
ve İslam’ın buna çok geç entegre olduğunu savunuyordu.260 Bu teorik
çerçeve, 80’lı yıllarda Türkiye’de neo-liberal politikaların kabul edilmesiyle,
ete kemiğe bürünmeye başlandı. Ve Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında,
Batı’da olduğu gibi yukarıdan aşağıya gelen bir orta sınıf varlığını
hisettirmeye başladı.
Bu noktada, Türkiye’deki İslami hareket ve kapitalizm arasında bir
etkileşim olduğunu söyleyebiliriz. Bir taraftan İslami hareket, kapitalizmin
ruhuna bürünüp kendi özelliklerini topluma yaymaya başarırken, öbür taraftan
kapitalist sistemin temel özelliği olan sermaye birikimi, ancak ve ancak
"İslami kılıf"ına bürünmek suretiyle genel ekonomik yapıyı kapitalist sistemle
bütünleştiriyordu. Adalet ve Kalkınma Partisi ise, bu sürecin garantörlüğünü
yapıyordu.
257 Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmın Ruhu, 1. Baskı, Hil yayınları, İstanbul 1985, s. 29-30. 258 Özdemir, a.g.e, s. 42. 259 Max Weber, Sosyoloji Yazıları, Hürriyet Vakfı yayınları, İstanbul, 1987, s. 239. 260 Sabri Ülgener, Dünü ve Bugünü ile Zihniyet ve Din, Der yayınları, İstanbul 1981, s. 9.
94
Bu sürecin belileryici unsur veya ileri modernliğin ekonomik yönden
özelliğinin, tüketim olgusu olduğunu söyleyebiliriz. Zira artan üretim, talep
eksikliğiyle birlikte stok fazlasına neden olmakta ve bu durum kapitalizmin
devresel krizlerinin ana nedenini oluşturmaktadır. Arz fazlası veri iken stokları
eritmenin tek yolu talebi canlandırmaktır. Bu nedenle sermayedarlar tüketimi
cazip hale getirmeye çalışmışlardır. Türkiye’de de artan pazar olanakları
eşliğinde çeşitlenen sermaye, tüketim artışını bir zorunluluk olarak üreticilerin
önüne koymaktadır. Cumhuriyet sonrası dönemde tüketim alışkanlıklarının
değişmesinde 50’li yıllar ayrı bir öneme sahip olmakla beraber (1954’de
Migros, 1956’da ise Gima kurulmuştur) asıl belirleyici dönem 80’li yıllar
olmuştur. Bu dönemde iç piyasa yabancı mal, hizmet ve yatırımcılara
açılmıştır. Asıl büyük ivme 90’ların sonundadır: 1998 yılında 2 bin 135 olan
alışveriş merkezi sayısı 10 yıl içinde yüzde 400 artış göstererek 8 bin 252
adede ulaşmıştır261.
Burada nitelendiği haliyle tüketici insan, homoeconomicus tipi insan
olarak maddi ihtiyaçların peşindedir.262 Bu anlayış Batı’da hakim bir
durumdayken Türkiye’deki durum biraz farklıydı. Daha önce de sıklıkla
vurgulandığı gibi, Cumhuriyet yıllarından başlayarak hakim olan ekonomi
felsefesi, girişimciliğe kapalı, bireye ve bireysel farklılıklara uzak duran bir
anlayıştı. Yani birey, devlet için vardı.263 Bu yapı, bireyci olmayan,
dayanışmacı cemaat insanı ile tüketici ve bireyci insan tipini karşı karşıya
261 Emrah, Cengiz, “Perakendecilikte Büyük Alışveriş Merkezleri ve Tüketicilerin Büyük Alışveriş Merkezleri ile İlgili Tutumlarını Tespit Etmeye Yönelik Bir Araştırma,” Cilt 2, Sayı 1, 2002, s.2 ve ayrıca bkz., http://haber.gazetevatan.com (23. Ocak 2010). 262 Özdemir, 2008, a.g.m, s. 1356. 263 Dictionary of Sociology, a.g.e, s. 391.
95
getirmiştir.264 Tüketici insan belirli bir gelire sahip ve modern anlamda birey
olma vasfı ortaya çıkmış insandır. Bu, belli toplum kesimlerinin cemaat
bağlarının zayıflamasını ve geleneksel toplum özelliklerinden sıyrılmasını da
beraberinde getirir. Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde belirtilen süreç
derinleşerek devam etmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde,
insanların tüketim eğilimlerindeki artış gözle görülebilen bir gerçekliktir.
Bu durum, Osmanlı’nın son dönemlerinden beri Batı kapitalizminin
ülkeye girişine direnen toplum kesimlerinin, ekonomiye dahil edilmesiyle,
Türkiye’de modernleşme ve kapitalizmin genişleyip derinleşmesi sonucunu
doğurmuştur.
264 Özdemir, 2008, a.g.m, s. 1355.
96
III. BÖLÜM
SİYASİ DÖNÜ�ÜM VE AK PARTİ: MODERNLE�ME, SÖYLEM VE
İDEOLOJİ
1. MODERNLE�ME-BATILILA�MA PROJESİ OLARAK TÜRKİYE
CUMHURİYETİ
Türkiye Cumhuriyeti’nin ya da Türk Devleti’nin düşünsel ve kurumsal
öğeleri ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin alternatif modernleşme söylemi ve
bu bağlamda, sadece Türk Devleti’nin değil, aynı zamanda Türk siyasi
sisteminin de nasıl biçimleneceğine ilişkin irdeleme yapılacaktır.
2. MODERNLE�MENİN MAHİYETİ
Batı’da modernizm çok boyutlu ve geniş içeriği olan bir kavram olarak
ortaya çıkmış ve ekonomi, siyaset, felsefe, edebiyat, sanat gibi hayatın her
alanında kendisine özgü anlamlar ve boyutlar kazanmıştı. Söz gelimi Batı’da
modernizm kavramı, felsefede hümanizmi, ekonomide liberalizmi, siyasette
laikliği, demokraside insan haklarını, edebiyatta ise önce romantizmi sonra
da realizmi içine alan, çok boyutlu ve karmaşık bir kavram olarak
tartışılmıştır. Modernizm, aynı zamanda aydınlama hareketiyle de yakından
ilişkilidir. 18, 19. ve 20. yüzyıllara damgasını vurmuş olan bu hareketin içinde
birçok önemli bilim adamı ve filozof yetişmiştir. İnsanın dinsel inanç ve
bağlılığa ilişkin görüşlerden, yaşam biçiminden kendisini kurtararak akıl ve
bilim yolluyla özgürleşmesi aydınlanma hareketinin temel vurgusu olmuştur.
Bunun da gerisinde Rönesans, Reform ve Hümanizm vardır.
Bu dönemin önde gelenlerinden Kant, aydınlanma konusunda akla
vurgu yapan büyük bir düşünürdür: "Aydınlanma için özgürlükten başka bir
97
şey gerekmez; bunun için gerekli olan özgürlük de özgürlüklerin en zararsız
olanıdır: Aklı kullanma özgürlüğü. Ne var ki bir yandan "düşünmeyin",
"aklınızı kullanmayın" diye bağırıldığını işitiyorum Subay, "Düşünme, eğitimi
yap"B Din adamı "Düşünme, inan" diyor265. Aydınlanma hareketi, insanın
"akla karşı beslediği bu güven ile, geleneklerin köleliğinden kurtulacağına,
kendi kaderini kendi elleriyle düzenleyeceğine, insanın özgürlük ve
mutluluğunun sürekli artacağına inanır"266.
Aydınlanma hareketinin bir başka özelliği, laik bir dünya görüşünü
kendisine temel alması bu görüşü yaşamın her alanında tutarlı olarak
gerçekleştirmeye çalışmasıdır. Böylece aydınlanmacılar Batı toplumlarının
ilahiyatçı temellerine karşı çıkarak dünyasal mutluluğun hümanist ve laik
anlayışını önermektedir.
Modern sözcüğü günlük dilde zihnimizde hep "yeni olan", "eskiden
uzaklaşmak" ve yakın "zamanlara ait", "eskiyi aşmak ve yeniye uymak" gibi
anlamlarla birlikte canlanır. Nitekim, sözcüğün Latince karşılığı olan
"modernus"267 ilk kez 5. yüzyılda Hıristiyan dünyasının Romalı ve Pagan
geçmişten farklılığını vurgulamak için kullanılmıştır. O günden bugüne de
içeriği sürekli değişerek, bu sözcük hep eskiden yeniye geçişi ifade etmek
amacıyla kullanılmıştır. Sanat ve edebiyat alanında bu terim bir anlamda
yeni bir anlayışı ortaya koymaktadır. Bu hareketin temelleri aynı olmakla
birlikte Batı Avrupa toplumlarının tarihsel koşullarına göre farklılıklar
265 Emmanuel Kant, Seçilmiş Yazılar, çev N. Bozkurt, İstanbul, Remzi Kitapevi, 1984, s. 15. 266 Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1985, s. 327. 267 Μπαµπινιώτης Γεώργιος, Λεξικό της Νεας Ελληνικής Γλώσσας, 2. Έκδοση, Αθήνα, Κέντρο Λεξικολογίας, 2002, σελ. 1120. (Babiniotis Giorgos, Çağdaş Yunanca Sözlüğü, 2 Baskı, Atina, Sözlük Merkezi, 2002, s. 1120).
98
göstermiştir. Bu hareketle birlikte akılcılık, hümanizm, insan hakları, laiklik,
demokrasi, özgürleşme, bilimsel düşünce, eşitlik gibi anlayışlar ortaya
çıkmıştır.
Böylesine çok boyutlu ve geniş kapsamlı bir kavram olan modernizmi
belirli bir alana sıkıştırmaktansa modernlik kavramının kapsadığı çok çeşitli
konuları belirli başlıklar altında toplamak daha doğru olacaktır.
1. Modernlik Batı toplumlarında endüstri devrimiyle iç içe yaşanan
köklü politik, toplumsal, ekonomik ve moral değerler dünyasının değişmesiyle
ortaya çıkan bir değişim sürecidir.
2. Bu süreçte oluşan modern paradigmanın temel ekseni akıl ve
bilimdir. Bu temel eksen, en güçlü ifadesini pozitivizmde bulmuştur.
3. a. Milliyetçilik ve Ferdiyetçilik: Küçük toplulukların, cemaatlerin
daha da küçülüp ufalanması, yani etkisizleşmesi.
b. Bireyin ve bireyciliğin önem kazanması, âdeta kutsanması
(liberalizm).
c. Geleneğin, kutsallığın, dogmaların azalan gücü (laiklik, pozitivizm).
d. Zaman bilincinin yükselişi (endüstrileşme-bilimsel teknik devrim).
Bu temel değişim alanları, modernizmin hayatın her alanını kapsayan
bir değişim süreci olduğunu göstermektedir. Bütün bunları tek bir cümleye
indirgeyecek olursak modernlik çağdaş Batı toplumlarında iki temel olgudan
kaynaklanmaktadır: Endüstriyel toplum ve Avrupa aydınlanma projesi.
99
2.1. Türkiye’de Modernleşme-Batılılaşma
Türkiye’nin yakıcı sorunlarının temelinde Tanzimat’tan bu yana
modernlikle ilgili algılayışların önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu bağlamda
modernlik algılamalarının yöneticiler, aydınlar ve siyasal akımlar tarafından
nasıl gerçekleştirildiği ve toplumun çeşitli kesimlerine nasıl sunulduğu büyük
bir önem taşımaktadır. Bu konuda Tanzimat yazarlarından Ahmet Mithat
Efendi’nin Auguste Comte ile mektuplaştığını düşünürsek, Osmanlı-Tanzimat
aydınlarının bu konuların ve sorunların hiç de uzağında olmadıklarını anlarız.
Buna karşın 21. yüzyılın ilk çeyreğinde dahi Türkiye modernizmiyle ilgili
olarak hala şu sorunlar aydınların gündemindedir: Modernlik, gelenekle,
dinle çatışır mı? Modernlik, din karşıtlığıyla özdeş midir? Modernlik,
Batılılaşmak mıdır, ilericilik midir? Modernlik, Batı’nın toplumsal değerlerinin
koşulsuz alınması anlamına mı gelir? Söz gelimi örtünmek, modernliğe
aykırıdır da açılmak modernlik midir?
Bu modernleşme projesinin Tanzimat döneminde Osmanlı aydınlarına
yansıması, yer yer liberalizm tartışmalarını içermekle birlikte, daha çok
eğitime ve ideolojik alanlara yönelik oldu. İşte modern etkinin İslami düşünce
ve siyasetle ilişkisi de bu noktada şekillenmektedir. Çünkü dinin dünya işlerini
düzenlemesi olgusuyla bilimsel düşüncenin ve gelişmenin çatışması
kaçınılmazdır. İslam dünyasında aydınlar, moderniteyi Batı sömürgeciğiyle iç
içe tanıdılar. İngiltere, Hindistan’ın büyük bir bölümünü sömürgeleştirirken,
Fransa 1798’de Mısır’ı, 1830’da Cezayir’i, 1881’de Tunus’u işgal etti. Böyle
bir ortamda İslam dünyası, Batı yayılmacılığını geri püskürtebilecek ve İslam’ı
yeniden diriltebilecek bir güç halinde birleşme amacına yöneldi. Pan-
100
İslamizm, modernizm etkisi altındaki Müslümanların yaratıp benimsedikleri
bir ülkü oldu. Özellikle Cemalettin Afgani ve ondan büyük bir ölçüde etkilenen
Muhammed Abduh, klasik rasyonalizm ile modern sosyo-politik düşünce
arasında bir sentez oluşturdu. Onların en çok uğraştıkları İslam ve modern
bilim sorunu, bir yandan çağın entelektüel hayatını, öbür yandan da İslam’ın
kültürel mirasını yeniden gözden geçirme ve değerlendirme olanağı
sağlamıştır. Bu çaba, Batı’nın İslam dünyasına meydan okuyuşunu aşmak
noktasında olduğu kadar, böyle bir mücadelede ayağa dolanan gelenek
engelini aşmak yolunda da yeni yöntemler bulmaya yönelmiştir.
Sonuç olarak İslamcı düşünce ve akımlar modernizme karşı çıkmakla
ona ayak uydurmaya çalışmak arasında gidip gelen bir sarkacın boşlukta
çizdiği gelgitlere benzeyen bir gelişme ve değişme süreci geçirmişlerdir. Bir
başka deyişle Türkiye’de modernlik, özgün tarihsel ve ekonomik koşulların bir
ürünü olarak ortaya çıkmamış; aydın ve yöneticilerin önderliğinde adım adım
geliştirilip uygulanan bir proje olmuştur. Modernliğin İslamcı, Türkçü ve Batıcı
yanlarının ortak paydası buydu. Bu ortak paydadan ötürü Türkiye’de
modernlik, bütün entelektüel kesimler tarafından bir toplum mühendisliği
olarak algılanmıştır. Yine bu algılamadan ötürü Türkiye’de modernizm her
zaman "seçkinci" bir niteliğe sahip olmuştur. Çünkü bu toplum mühendisliği,
modern düşünce ve kurumlar, belli bir aydın ve yönetici topluluğu aracılığıyla
topluma aktarılacaktır. Türkiye’nin modernleşme sürecindeki ekonomik,
toplumsal, siyasal pratikler şu temel yapıların bir arada işleyişi içinde
temellenmiştir: Milli Devlet, parlamenter sistem, devletçilik.
101
Kemalizm’in halkçılık ilkesi bile modernizmin seçkinci niteliği içinde
biçimlenmiştir. Öyle ki aydınlar ve halk kültürü de seçkinci bir bakışla
değerlendirilmiş; halkevleri ve benzeri kurumlar aracılığıyla halka rağmen
halkın kültürü geliştirilip yüceltilmeye çalışılmıştır. Aydından beklenen,
modernizmi hayata geçirecek bir toplum mühendisliğidir. İslamcıların
modernizm karşısındaki tepkilerinden en yaygın ve kalıcı olanı kendi özgün
tarihsel bağlamından soyutlanmış bir İslam anlayışına yönelmek olmuştur.
Niyazi Berkes bu yönelişi "hayali bir Müslümanlık"268 geliştirmek diye niteler.
Bu noktada Türkiye’nin modernleşme projesini köstekleyen bir
dinamikten söz edebiliriz:
Yüzyıllar boyunca bir imparatorluğun tebaası olarak yaşamış insanlar
için "bireysel kimlik" söz konusu olamazdı. Onlar ancak içinde yer aldıkları
tebaanın bir üyesi olarak toplumsal statülerini ve konumlarını
belirleyebilirlerdi. İmparatorluk kültürü içinde egemen sınıf ve zümrelerin
dinsel ideolojisi, aynı zamanda imparatorluğun egemen ideolojisidir. Hep
cemaatçi ilişkiler içinde yaşamış insanlara, bu ilişkilerin ve kültürün dışında
yeni bir kimlik kazandırmak kolay değildi. Cumhuriyet’li yıllar boyunca
yukarıdan aşağıya gerçekleştirilen modernleşmeci reformlarla bu geleneksel
kültürün üstesinden gelinmeye çalışıldı.
"Halk için, halka rağmen", "toplumsal mühendislik" şiarı Türkiye’deki
modernleşmenin özünü oluşturdu. Her ne kadar Batı modernizmini meşru
kılan unsur akıl ise de, Türkiye’de modernizm projesinin meşrulaştırıldığı
diğer bir faktör olarak din ağırlıklı yerini hep korudu. Türk modernleşmesini
268 Niyazi Berkes, Türk Düşüncesinde Batı Sorunu, Ankara, Bilgi Yayinevi, 1979, s. 217.
102
temsil eden kurumlar (asker-sivil bürokrasi ve siyasal partiler) her ne kadar
pozitivist bir yaklaşıma dayansa da, bir taraftan halktan kopukken, öbür
taraftan dinî, özellikle de Sünnî ağırlıklı söylemleri kullanmaktan geri
durmuyorlardı 269.
Üzerinde durulması ve açıklanması gereken bir nokta da şudur:
Tanzimat ile başlamış olan Türkiye modernleşmesinin siyasi sonuçlarından
en önemlisi devlet otoritesinin merkezileşmesi ve Türk siyasi sisteminin bu
eksende biçimlenmesidir. Bir başka deyişle Türk siyasi sisteminde adem-i
merkeziyetçilik, liberalizm ve açık bir şekilde İslam’ın siyasal eğilimine ağırlık
veren siyasi oluşumlar tasfiye edilmiş veya geçici olarak durdurulmuştur.
2.2. Laiklik Sorunsalı
Türk Siyasi Tarihi’nde siyasi partilerin laiklik tanımlaması aynı
zamanda o partinin rejime karşı tutumunu da belirliyordu. Laiklik ilkesi 5
<ubat 1937 tarihinde ve 2115 sayılı yasa ile Türkiye Cumhuriyeti’nin temel
nitelikleri arasında yer almıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935 yılında
yapmış olduğu 4. Büyük Kurultay’ında laiklik, "bütün kanunların tüzüklerin ve
usullerin yapılışında ve toplanışında en son ilim ve teknik esasları ile, çağın
ihtiyaçlarına uyulmasını prensip olarak kabul etmiştir. Din bir vicdan işi
olduğundan; parti, dini, dünya ve devlet işleri ile ve siyasetten ayrı tutmayı;
ulusumuzun çağdaş medeniyet yolunda ilerlemesi için, başlıca şartlardan
269 Burhanettin Duran, Cumhuriyet Dönemi İslamcılığı: İdeolojik Konumları, Dönüşümü ve Evreleri, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, İslamcılık, 1. Baskı, İletişim Yayınları, , C. 6, 2004 s. 130.
103
sayar."270 Bir başka ifadeyle laiklik, devletin "kırmızı çizgi"lerinden bir tanesi
olmuştur.
Burada Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararlara göre, laiklik
ilkesine, ne anlam yüklendiği açıklanmaya çalışılıp, Milli Nizam Partisi’nin,
Refah Partisi’nin, Fazilet Partisi’nin ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin,
Anayasa Mahkemesi’nce açılmış olan kapatma davaları kapsamında, laiklik
ilkesine yükledikleri anlam irdelenecektir.
1961 Anayasasının 2. Maddesine göre, "Türkiye Cumhuriyeti, insan
haklarına ve başlangıç’ta271 belirtilen temel ilkelerine dayanan millî,
demokratik, laik ve sosyal hukuk bir devlettir". 26 Ocak 1970 tarihinde
Cumhuriyet Başsavcısı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasa ile belirtilen laiklik
ilkesine aykırı davranışlarda bulunduğu iddiasıyla, Milli Nizam Partisi’ne
kapatma davası açmıştır. Konumuz bakımından bu dava ile Anayasa
Mahkemesi, laiklik ilkesinin içeriğini ortaya koymuştur. Anayasa
Mahkemesi’nin 21.10.1971 gün ve 53/76 sayılı, Milli Nizam Partisinin
kapatma davası hakkındaki kararında lâiklik ilkesinin şu unsurları kapsadığı
belirtilmiştir
270 Fahir Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin Mevkii, Ankara, Ayyıldız matbaası, 1965, s. 108. 271 Başlangıç: "Tarihi boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan; Anayasa ve Hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 Devrimini yapan Türk Milleti; Bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, millî şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içinde daima yüceltmeyi amaç bilen Türk Milliyetçiliğinden hız ve ilham alarak ve; “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin, Milli Mücadele ruhunun, millet egemenliğinin, Atatürk Devrimlerine bağlılığın tam şuuruna sahibolarak; İnsan hak ve hürriyetlerini, millî dayanışmayı, sosyal adâleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak demokratik hukuk devletini bütün hukukî ve sosyal temelleriyle kurmak için; Türkiye Cumhuriyeti Kurucu Meclisi tarafından hazırlanan bu Anayasayı kabûl ve ilân ve Onu, asıl teminatın vatandaşların gönüllerinde ve iradelerinde yer aldığı inancı ile, hürriyete, adâlete ve fâzilete aşık evlâtlarının uyanık bekçiliğine emanet eder".
104
"a- Dinin devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması esasını
benimseme,
b- Dinin, bireylerin manevi hayatına ilişkin olan dini inanç bölümünde
aralarında ayırım gözetilmeksizin, sınırsız bir hürriyet tanımak suretiyle dini
Anayasa güvencesi altına alma,
c- Dinin, bireyin manevi hayatını aşarak, toplumsal hayatı etkileyen
eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenini ve
çıkarlarını korumak amacıyla, sınırlamalar kabul etme ve dinin kötüye
kullanılmasını ve sömürülmesini yasaklama,
ç- Devlete, kamu düzenini ve haklarının koruyucusu sıfatıyla dini hak
ve hürriyetler üzerinde denetim yetkisi tanıma niteliklerinden oluşmuş bir
ilkedir"272.
1982 Anayasasına göre şöyle bir laiklik tanım yapılmaktadır: "1982
Anayasası’nın 1 inci maddesinde, devlet şeklini “Türkiye Devleti bir
Cumhuriyet’tir.” diyerek belirtmiş ve 2 inci maddede de Cumhuriyetin
niteliklerini saymıştır. <öyle ki:
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet
anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliği’ne bağlı
başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir
hukuk devletidir.” Değiştirilemeyecek hükümleri düzenleyen 4. madde ile 2.
272 Esas Sayısı: 1971/1 (Parti Kapatılması), Karar Sayısı: 1971/1, Kaynak: http://www.belgenet.com/dava/mnp_dava.html.
105
madde, cumhuriyetin niteliklerinin değiştirilmez ve değiştirilmesinin teklif dahi
edilemez olduğunu hükme bağlamıştır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin
niteliklerinden olan lâiklik ilkesinin değiştirilemeyeceği açıkça ortaya konmuş,
güvence altına alınmıştır.
1982 Anayasası’nın “Başlangıç” kısmında; “Hiçbir düşünce ve
mülâhazanın Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının Devleti ve ülkesiyle
bölünmezliği esasının, Türklüğün, tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk
milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğin karşısında koruma
göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği kutsal din duygularının, Devlet
işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı...”273 ibaresi yer alır.
Anayasa Mahkemesi’nin 25.10.1983 gün ve 2/2 sayılı, laiklik tanım
hakkındaki kararında, Türkiye’deki lâiklik anlayışının batıdaki Hıristiyan
ülkelerinden farklı bir yapı ve düşünce biçimine sahip olduğu belirtilmiş,
ayrıca sosyalist ülkelerin lâiklik anlayışı ile de benzerlik taşımadığı
vurgulanmıştır. Hıristiyan ve İslâm dini inanç ve gereklerinin farklılığına
değinildikten sonra kararda şöyle denilmiştir;
“Dini ve din anlayışı farklı olan bir ülkenin lâikliği, o ülke batı
medeniyetine açık olsa dahi batılı ülkelerdeki anlayış içinde benimsemesi
esasen düşünülemez ve beklenemez.
...Atatürk Devrimleri’nin hareket noktasında lâiklik ilkesi yatar ve
devrimlerin temel taşını bu ilke oluşturur. Başka bir anlatımla lâiklik açısından
273 Esas Sayısı: 1971/1 (Parti Kapatılması), Karar Sayısı: 1971/1, Kaynak: http://www.belgenet.com/dava/mnp_dava.html.
106
verilecek en küçük ödün, Atatürk Devrimleri’ni yörüngesinden saptırarak, yok
olması sonucunu doğurabilir"274.
Tanımlanan laiklik anlayışına tamamen aykırı düşünceleri ve
eylemleri275 barındıran Milli Nizam Partisi kapatıldıktan sonra, Necmettin
Erbakan Milli Selamet Partisi’ni kurmuş ancak 12 Eylül’ün getirmiş olduğu
siyasi yasaklamalardan dolayı, Milli Selamet Partisi, bütün siyasi partileri
gibi, yasaklanmıştır. 1987 yılında Necmettin Erbakan, Refah Partisi’ni
kurmuş, fakat Cumhuriyet Başsavcı’sı tarafından, "laiklik ilkesine aykırı
eylemlerin odağı haline geldiği" ileri sürülerek Parti’nin kapatılması
istenmiştir. Başsavcı iddianamesinde laiklikten ne anlaşılması gerektiğini
şöyle ifade etmiştir:
“Lâiklik”, ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı
ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın,
ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimidir.
Çağdaş bilim, skolâstik düşünce tarzının yıkılmasıyla doğmuş ve gelişmiştir.
Dar anlamda, devlet işleriyle din işlerinin birbirinden ayrılması olarak
tanımlansa, değişik yorumları yapılsa da, lâikliğin gerçekte, toplumların
düşünsel ve örgütsel evrimlerinin son aşaması olduğu görüşü, öğretide de
paylaşılmaktadır. Lâiklik, ulusal egemenliğe, demokrasiye, özgürlüğe ve
bilime dayanan siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir.
Bireye kişilik ve özgür düşünce olanaklarını veren, bu yolla siyaset-din ve
inanç ayrımını gerekli kılarak din ve vicdan özgürlüğünü sağlayan ilkedir.
274 Esas Sayısı: 1997/1 (Parti Kapatılması), Karar Sayısı: 1998/1, Karar Günü 16/01/1998. Kaynak: http://www.belgenet.com/dava/mnp_dava.html. 275 Ayrıntılar için bakınız: Esas Sayısı: 1971/1 (Parti Kapatılması), Karar Sayısı: 1971/1,
107
Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda,
siyasal örgütlenme ve düzenlemeler dinsel niteliklidir. Lâik düzende ise din,
siyasallaşmadan kurtarılır; yönetim aracı olmaktan çıkarılır; gerçek, saygın
yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Dünya işlerinin lâik hukukla,
din işlerinin de kendi kurallarıyla yürütülmesi, çağdaş demokrasilerin
dayandığı temellerden biridir. Kamusal düzenlemelerin dinî kurallara göre
yapılması düşünülemez. Düzenlemelerin kaynağı dinî kurallar olamaz.
Türkiye’de lâiklik ilkesinin uygulanması, kimi batılı ülkelerdeki lâiklik
uygulamalarından farklıdır. Lâiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu
koşullarla her dinin özelliklerinden esinlenmesi, bu koşullarla özellikler
arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların lâiklik anlayışına da yansıyarak
değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır. Klâsik anlamda,
dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılması biçimindeki tanımına karşın, İslâm
ve Hıristiyan dinlerinin özelliklerindeki ayrılıklar gereği, ülkemizde ve batı
ülkelerinde oluşan durumlar ve ortaya çıkan sonuçlar da ayrı olmuştur. Dinî
ve din anlayışı tümüyle farklı ülkelerde lâiklik uygulamasının, aynı anlam ve
düzeyde benimsenmesi beklenemez. Bu durum, koşullar ve kurallar
arasındaki ayrılığın olağan sonucudur. Kaldı ki, aynı dinî benimseyen batılı
ülkelerde de lâiklik anlayışı ayrılıklar göstermiştir. Lâiklik kavramı, değişik
ülkelerde ayrı ayrı yorumlandığı gibi, farklı dönemlerde, kimi kesimlerce de
kendi anlayışları ve siyasal tercihleri gereği değişik biçimde
yorumlanabilmiştir. Yalnızca felsefi bir kavram olmayıp yasalarla yaşama
geçirilerek hukuksal bir kurum niteliğini kazanan lâiklik, uygulandığı ülkenin,
dinsel, sosyal ve siyasal koşullarından etkilenmektedir. Tarihsel gelişiminin
108
farklılığı nedeniyle Türkiye için özellik taşıyan lâiklik, Anayasa ile benimsenen
ve korunan bir ilkedir"276.
Anayasa Mahkemesi’nin, laiklik hakkındaki görüşleri karşısında, Refah
Partisi 04/08/1997 tarihinde, yapmış olduğu ön savunmasında, laikliğin
tanımını şöyle yapmıştır:
1. İlk tezahürü itibariyle lâiklik, dine karşı değil, kiliseyle feodal yapının
işbirliğine karşı bir hareketin adıdır.
2. “Türkiye’de devletin temel bir niteliği olan lâiklik, sadece din ile
devletin ayrılığını ifade eden bir nitelik değil, ayını zamanda vicdan
hürriyetine imkan veren akılcılığı sağlayan bir temel kuraldır; devletin sadece
dinler karşısında değil, felsefi ve siyasî görüşler karşısında da tarafsızlığını
ifade eder”.
3. Çağımızda mutlak egemen devlet anlayışı zayıflamış, kişiler ve
sınıflar arasındaki dengesizlikler ve eşitsizlikler giderilmeye çalışılmış ve
insan hakları Anayasalarla güvence altına alınmıştır.
4. Artık herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak,
din ve inanç değiştirme özgürlüğü ile açık veya özel biçimde ibadet, öğretim,
uygulama ve tören yapmak suretiyle tek başına veya toplu olarak dinini ve
inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.
276 Esas Sayısı: 1997/1 (Siyasi Parti Kapatma), Karar Sayısı: 1998/1, Karar Günü: 16/01/1998. Kaynak: http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/kararlar/SPK/K1998/K1998-01.htm.
109
5. Lâiklik kavramı, Anayasadaki tabirle, hiçbir zaman “dinsizlik” olarak
yorumlanamaz. Lâiklik, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi,
ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı
bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir.
6. Dolayısıyla lâiklik toplum huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı
içinde insan haklarına saygıyı temin için bir araçtır.
7. Lâiklik konusunda yasak olan, istismar etme ve kötüye kullanma
eylemidir. Böyle bir eylemsel tehlike niteliği taşımayan düşünceleri sırf lâikliğe
aykırı oluşlarından ötürü cezalandırma yoluna gitmekten kaçınmak lazımdır.
8. Lâiklik, ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğünü, bilimin
aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışını... ulusal egemenliğin ve
insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimidir.
9. Lâiklik, bir düşünce modeli olmayıp, din ve vicdan hürriyetini
güvence altına almaya matuf olarak devlete izafe edilen bir niteliktir, bir
davranış biçimidir.
10. Din hürriyeti ve lâiklik, din ile devleti aynı bir ülkede yan yana ve
barışık bir halde yaşatmak üzere modern devlet hukukunun ortaya koyduğu
prensiplerdir.
11. Din hürriyetinin yalnız bir düşmanı vardır; o da taassuptur.
Taassup, bir kimsenin, kendi inancından ve kendince hakikat kabul ettiği
görüş ve kanaatten başka olan inanç, görüş ve kanaatlere ve bunları
110
taşıyanlara düşmanlık beslemesidir. Taassup, dini olduğu gibi, Siyasî ve
felsefi de olabilir. Din hürriyetini ve bundan doğan hakları taassuba karşı
koruyacak tek kelime lâikliktir.
12. Lâik rejimde, devlet dine karışmaz demek, devlet, dini teşkilata ve
(ülkede) halkın dini ihtiyaçlarını temine yardım etmez, demek değildir.
13. Temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunulamaz. Din ve vicdan
hürriyeti bu çerçevede yer alan bir hürriyettir.
14. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması son derece katı
kurallara bağlanırken aksine temel hak ve hürriyetlere konulan engellerin
kaldırılması Devlete Anayasal bir görev olarak tahmil edilmiştir.
15. Siyasî partiler demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olup,
çalışmaları ve açık propagandalarıyla milli iradenin oluşmasını sağlarlar.
16. Siyasî partilerin her konuda olduğu gibi lâiklik konusunda da gerek
Anayasa’nın devlete yüklediği gerekse halkın dini hizmetlerinin görülmesi
veya layıkı veçhile yürütülüp yürütülmediğinin takibi hususunda Anayasa
açısından farklı görüş ve düşüncelere sahip olması doğaldır.
17. Klasik demokrasi anlayışı sağ ya da sol bütün düşüncelerin
serbestliğine ve bu serbestlik sonunda ortaya çıkacak sonucun en iyi sonuç
olacağına inanır.277
277 Esas Sayısı: 1997/1 (Siyasi Parti Kapatma), Karar Sayısı: 1998/1, Karar Günü: 16/01/1998. Kaynak: http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/kararlar/SPK/K1998/K1998-01.htm.
111
Bu noktada belirtilmesi gereken önemli bir husus, Refah Partisi’nin ön
savunmasında, laikliğin içeriğine yüklendiği yeni anlamın uluslararası
boyutunu, İkinci Dünya Savaşından sonra başlatmasıdır. Refah Partisi’nin ön
savunmasına göre, o dönemden sonra "bütün dünyada demokrasi, insan hak
ve özgürlüklerinin tam ve kâmil manada gerçekleştirilmesi hedef
alınmıştır".278 Yani, Refah Partili’lere göre demokrasi "ayrım gözetmeksizin
herkesin, düşünce, vicdan, din yada inanç hürriyeti"279 anlamına gelmektedir.
Aynı görüşler, Fazilet Partisi’nin kapatma davasının savunmasında da
dile getirilmiştir. Fransa’da dinin kendi başına “kötü”, “zararlı”, “gerici” bir
toplumsal güç olduğu ve bundan dolayı toplumsal ve siyasal “ilerlemenin
ancak "dinden özgürleşmeyle" olabileceğine dayanan laiklik anlayışı
benimsenmeyip; Amerika’daki laiklik anlayışının temelinde yatan "dinin
özgürleşmesi"ni benimsediklerinden, bir başka deyişle, Partililerin ifade
ettikleri gibi, demokrasinin uygulanabilmesi için "çağdaş demokratik dünya
ile bütünleşmesi"nden280 söz ediliyordu. Fazilet Partisi’nin kapatma
davasında, konumuz bakımından, başka diğer ilginç noktalara da
değinilmektedir. <öyle ki:
a. "Devletin varlık nedeni halka hizmettir. Bu anlayış çerçevesinde
devletin hızlı, verimli, kırtasiyecilikten uzak ve vatandaşa güven esasına
278 Esas Sayısı: 1997/1 (Siyasi Parti Kapatma), Karar Sayısı: 1998/1, Karar Günü: 16/01/1998. Kaynak: http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/kararlar/SPK/K1998/K1998-01.htm. 279 Esas Sayısı: 1997/1 (Siyasi Parti Kapatma), Karar Sayısı: 1998/1, Karar Günü: 16/01/1998. Kaynak: http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/kararlar/SPK/K1998/K1998-01.htm. 280 Esas Sayısı: 1999/2 (Siyasi Parti Kapatma), Karar Sayısı: 2001/2, Karar Günü: 22/06/2001. Kaynak: http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/SPK/K2001/K2001-02.htm.
112
dayanır biçimde çalışması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi
önerilmektedir"".281
b. Siyasi söylem bakımından Fazilet Partisi’nin siyasi kimliği ise
şöyle tarif ediliyor: "Fazilet Partisi, diğer tüm siyasi partiler gibi
Cumhuriyetimizin ilk yıllarından beri var olan siyasi bir geleneğin günümüz
şartlarına göre yeniden yorumlanmış bir versiyondur. Bu bakımdan partimiz,
Serbest Fırka, Terakkiperver Fırka, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Milli
Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Anavatan Partisi, Doğru Yol Partisi ve
Refah Partisi tarafından oluşturulmuş siyasi mirası, bu partilere hizmet eden
kişileri, bu partiler tarafından ortaya konulan genel ideolojik yaklaşımları şu
ya da bu ölçüde bünyesinde barındıran muhafazakâr bir merkez sağ
partidir".282
Yukarıdaki anlayışın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatma
davasında da hakim olduğu dikkat çekicidir. Açılan bu davada hem
Başsavcılığın daha önceki iddialarının tekrarını, hem de Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin laiklik hakkındaki görüşlerinin tekrarını görüyoruz . Başsavcı, laiklik
ilkesini bilime, pozitivizme, aydınlanma felsefesine dayandırırken, Adalet ve
Kalkınma Partisi ise Başsavcının anlayışının "19 yüzyıl pozitivizmin katı
ilerlemeci anlayışına dayandığını"283 iddia etmektedir. Refah Partisi ve
Fazilet Partisi’nde olduğu gibi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de laiklik 281 Esas Sayısı: 1999/2 (Siyasi Parti Kapatma), Karar Sayısı: 2001/2, Karar Günü: 22/06/2001. Kaynak: http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/SPK/K2001/K2001-02.htm. 282 Esas Sayısı: 1999/2 (Siyasi Parti Kapatma), Karar Sayısı: 2001/2, Karar Günü: 22/06/2001. Kaynak: http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/SPK/K2001/K2001-02.htm. 283 Esas Sayısı: 2008/1 (Siyasi Parti Kapatma), Karar Sayısı: 2008/2, Karar Günü: 30/07/2008. Kaynak: http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/SPK/K2008/K-2008-2SPK.htm.
113
ilkesine yüklediği anlam din ve vicdan hürriyettir. Din ve vicdan hürriyeti
sekülerizmin veya protestantizmin284 temel noktasını oluşturur. Bunun en tipik
örneği 26 Mayıs 2005 tarihinde, o dönemin T.B.M.M başkanı Bülent Arınç’ın
George Town Üniversitesinde Müslüman-Hıristiyan merkezindeki
konuşmasıdır:
"Dünyada yükselen uluslararası terör eylemlerinin ve Batı karşıtı tutumların kaynağını araştırırken, İslam dininin temel referanslarının terörü beslediğine yönelik atıfların büyük yanılgı olduğu kanaatindeyim. Aynı şeklide, Batı Avrupa'da, Kuzey Amerika'da ve Kafkaslar’da Müslüman halka yönelik eleştirilerin de Hıristiyan dininin kendisinden kaynaklandığı iddialarını da tutarlı bulmuyorum. İki dinin birbirine karşı hasma ne bir tutumu olmadığı ilahi metinlerde sabittir. Dinler arasında bin yılı aşkın süredir devam eden diyalogların zaman zaman kesintiye uğradığı görülse de, bunun dinsel bir sebepten değil, siyasi sebeplerden kaynaklandığı açıktır. Siyasetin bazen dini kendi çıkarları için yönlendirdiği acı bir gerçektir. Bu her iki din için de geçerlidir. İşte bu yüzden buradaki deyimiyle "sekülerizm" bizde kullanılış biçimiyle laiklik, bir çok ülke için en iyi çıkış yolu olarak gözüktü ve din siyasetin etkisinden kurtulmaya başladı. Amerika'da uygulanan seküler anlayışın Türkiye için, Batı Avrupa'da uygulanan örneklerinden daha uygun olduğu kanaatindeyim. Dine saygılı, inanç özgürlüğünden yana ve bireysel hakları koruma altına alan bir laiklik anlayışının Amerika'da başarıyla uygulandığını görüyorum. Türkiye'de sizlerin de yakından takip ettiği tartışmalarda Amerikan modelinin bir açılım yaratacağını düşünüyorum. Amerika'nın temellerini oluşturan özgürlük ve hoşgörünün, 11 Eylül’den sonra yara aldığını ve özellikle dinlere karşı gösterilen toleransın azaldığını belirten Arınç, "Artık sadece Amerika'da değil bütün Avrupa Kıtası’nda güvenlik, özgürlüklerin ve hoşgörünün önüne geçmiştir."285
284 Protestanizm, 20. yüzyılda, din özgürlüğünün öncülüğünü yapmaya başladı. 1910 yılında Beyrut’taki Amerikan Üniversitesi’nin Başkanı Dodge, Protestanizmin yeni ruhunu çok net ifade ediyor: "… Bizim için Protestanizm din özgürlüğü demektir". Παυλίνα Νάσιουτζικ, Αµερικάνικα Οράµατα Στη Σµύρνη τον 19ο Αιώνα, Αθήνα, Βιβλιοπωλειο Εστία, 2002, σελ. 363. Pavlina Nasıucık, 19 Yüzyılda İzmirdeki Amerika vizyonu, Atina, Estia Yayınları, 2002, s. 363. Vurgu bize aittir. 285 http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tbmm_basin_aciklamalari_sd.aciklama?p1=27182.
114
Din ve vicdan hürriyeti, demokrasi ile neredeyse eşdeğer tutuluyor; bir
başka ifadeyle söyleyecek olursak, demokrasi veyahut insan haklarından
bahsedildiğinde, din ve vicdan hürriyeti kastediliyordu. Hem Refah Partisi,
hem Fazilet Partisi, hem de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin laiklik hakkındaki
görüşleri, bir "süreklilik" arz ediyor. Ayrıca bu partilerin savunmalarından;
laikliğe yükledikleri anlamın meşrulaştırılma yolunun, "dünyanın değerleriyle
bütünleşmeden geçtiği gerekliliğinin savunulması" olduğu anlaşılıyor . Yani
çağın getirdiği "yeni" anlayışa, özellikle 1980 sonrası neo-liberalizm
uygulanmasına, uyum sağlanması gerekliliğinden bahsediyorlar.
3. TÜRK SİYASAL SİSTEMİNİN DÖNÜ�ÜMÜ
Türk siyasi sisteminin temel unsurlarından olan merkeziyetçilik
irdelenecektir. 80 sonrası toplumun dönüşmeye başlaması; bu dönüşümün
Adalet ve Kalkınma Parti iktidarınca hızlandırılarak merkeziyetçi yapının
kademe kademe tasfiye edilip, yerellik anlayışının öne çıkarılması yolundaki
çalışmalar değerlendirilecektir.
3.1. Merkeziyetçilik
Ulus-devleti oluşturan unsurlarından bir tanesi kuskusuz
merkeziyetçiliktir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, bu temel unsurun
üzerinden yapılanmış ve partiler bu yapı içinde siyasi hayatlarını
sürdürmüşlerdir286. Türk siyasi hayatında merkeziyetçi anlayışın öncüsü
İttihat ve Terakki Partisi’dir. Adem-i merkeziyetçilik ilkesini benimseyen siyasi
286 Füruzan Husrev Tökin, Türkiye’de Siyasi Partiler ve Siyasi Düşüncenin Gelişmesi, Elif Yayınları, t.y, s.12. Bülent Tanör, Kuruluş, Cumhuriyet Gazetesinin okurlarına armağandır, y.y, Temmuz 1997, s. 74.
115
oluşumlar ise çeşitli vesilelerle siyaset alanının dışına itilmişlerdir. 12 Eylül
döneminde neo-liberalizmin ilkelerinden bir tanesi olan minimal devlet
anlayışı, Türkiye’nin kapısını çaldığında ve adem-i merkeziyetçilik, yerellik
düşüncesini sürdüren siyasi oluşumlar, yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya
başladığında, Adalet ve Kalkınma Partisi için uygun zemin oluşmaya
başlamıştır. Çünkü daha önce yazdığımız gibi Türkiye’deki Milli Görüş-Dinsel
Görüşün şiarlarından biri de yerelliktir ve bu şiari sürdüren Adalet ve
Kalkınma Parti, 80 sonrası neo-liberalizm’in getirdiği minimal devlet
anlayışıyla tamamen örtüşmektedir. Başka bir deyişle Türkiye Cumhuriyeti
kurulduğunda bertaraf edilmiş olan adem-i merkeziyetçilik anlayışı, neo-
liberalizmle kademeli olarak su yüzüne çıkmaya başlamıştır. İlginç olan 80
sonrası kurulan siyasi partilerin, bazılarının, programlarında şu ya da bu
ölçüde yerellik anlayışına yer vermeleri ve yapılan Anayasa değişikleriyle
birlikte siyasi dönüşümün gerçekleştirilmesine katkı sağlayarak Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin önünü açmalarıdır. DP dönemi, damgasını vuran iki
önemli olay; Türkiye’nin NATO’ya girişi ve 40’lı yıllarda başlatılan Marschall
planıdır. Bunlar Amerika’nın siyaseti yayılmacılığı için bir fırsat ve zemin
oluşturdu287. Bu süreç sadece dış politika ve ekonomi alanını değil, siyasi
sistemi de kapsıyordu. Bir başka deyişle Türkiye Batı kampına iltihak kararı
aldıktan sonra, artık bir "Amerikalılaşma" sürecine girildiğini söyleyebiliriz. DP
döneminde dikkatlerin, ilgi ve sempatinin Amerika’ya yönelmesi Türk siyasi
hayatında ilk kez "Cumhuriyetçi-Demokrat" yapılanmaya yol açmıştır. "Küçük
Amerika" olma isteği, dönemin cumhurbaşkanınca "milli bir gaye" gibi telaffuz
287 Cem Eroğul, Demokrat Parti: Tarihi ve İdeolojisi, 4. Baskı İmge Kitabevi, Nisan 2003, s. 92.
116
edilmiştir. Ayrıca Demokrat Parti, Türk halkının dini duygularını okşayan bir
politika izlediği için halkın büyük bir çoğunluğu DP’nin etrafında toplanmaya
başlamıştı. 1. Bölümde ifade ettiğimiz gibi Müslümanlar, "demokrat"
kimliğine büründüler. Bu süreç 27 Mayıs askeri müdahalesiyle kesildi. 1961
Anayasası’nın getirdiği düzenlemeler, siyasi bakımdan büyük bir önem
taşımaktadır. Çünkü yeni Anayasaya göre yeni bir devlet anlayışı ortaya
çıkmıştı. 60’lı yıllarda sol aydınlar "Kemalizm" ilkesini politik ve sosyo-
kültürel bir tartışma konusu olarak gündeme yerleştirmişlerdir. Türk siyasi
sisteminin demokrasi geleneğinin koalisyonlar yoluyla ülkeyi yönetme
esnekliğine ve olgunluğa erişmemiş olması, milli bakiye sistemini bir
istikrarsızlık unsuruna dönüştürdü288. Anayasa hukuku neyi öngörürse
görsün, Türk halkının ortak kültürü, siyasi partilerde liderlik otoritesini öne
çıkartıyor ve irili ufaklı siyasi yapılanmalar içinde yuvalanan bütün klikler,
yönetimdeyken, merkeziyetçi; muhalefetteyken, ademi-merkezci bir niteliğe
bürünüyorlardı.289 Demokratik tutum ve nitelikler, daha uzun bir süre ilkesel
ve stratejik bir konum kazanamayacak, taktik öğesi olarak kullanılacaktır.
Böyle bir yapı içinde siyasi partiler asıl büyük otoritenin, yani " devletin bir
parçası olmak ve devletin bir birimi gibi hareket etme eğilimindedir".290 Adeta
meşruiyetlerini bu yolla sağlamaktadırlar. 60’lı yıllardaki siyasi rekabet, bu
yapı içinde ve "devletin sağ" ile "devletin solu" arasında geçmiştir. Özbudun
288 Doç. Dr. Erdoğan Teziç, 100 Soruda Siyasi Partiler, 1. Baskı, Divan Matbaası, Ocak 1976, s. 111 289 Prof. Dr. Ergun Özbudun, Çağdaş Türk Politikası, 1. Baskı, Doğan Yayınevi, Şubat 2003, s. 82. 290 Özbudun, a.g.e, s. 83.
117
bu siyasal kategoriye Refah Partisi’ni dahil etmiyor291. Çünkü Özbudun’a göre
Refah Partisi, meşruiyetini devletten alan bir kuruluş değildir.
3.2. 12 Eylül: Dönüşüm Yolunda
Uluslararası konjonktürü iyi okumadan, 12 Eylül’ü tahlil etmek güç
olur. O açıdan uluslararası konjonktürü açıkladıktan sonra Türkiye’ye
yansımalarını açıklamaya çalışacağız.
3.2.1. "Yeni- Sağ" Anlayışı
80’li yıllarda dünya, yeni-sağ292 dönemine girmiştir. Türkiye, 12 Eylül
hareketiyle bu dönüşüme uyum sağlamıştır. Yeni- sağ terimiyle anlatılmak
istenen nedir? Yeni sağ, sağ ideolojisin yeniden dirilmesi, yani
muhafazakâr ideolojinin yeni bir içerik kazanmasıdır. Bu yeni içeriğin temeli,
kolektivizme293 doğru bir anlayış sergiliyor. Bir başka deyişle liberalizm akımı
yeniden dönüştürülüyor ve birey, kendi bireyselliği içinde dönüştürülerek
kolektif çıkarların, kolektif iradenin doğal bir parçası haline geliyor. Bir başka
deyişle; iyi yönetilmiş bireysel çıkarlar kolektif çıkarları oluşturup
291 Özbudun, a.g.e, s. 83. 292 80’li yıllarda, demokrasi yeni bir anlam da ifade ediyor: yerel yönetimler/yerellik. Zaten köken itibariyle Yunanca’da bu anlama da geliyor. Dimokratia, Yunanacası ∆ηµοκρατία bilindiği gibi halkın iktidarı anlamına gelmektedir. Ama günümüzde bir başka anlam da taşıyor: ∆ηµοκρατία iki kelimenin birleşmesinden meydan gelmiştir. ∆ήµος kelimesi yerel merciler anlamına geliyor. Κρατία ise devlet anlamına geliyor; yani yerel yönetimlerin devleti/egemenliğinden söz edebiliriz. Μπαµπινιώτης Γεώργιος, Λεξικό της Νεας Ελληνικής Γλώσσας, 2. Έκδοση, Αθήνα, Κέντρο Λεξικολογίας, 2002, σελ. 471. (Babiniotis Giorgos, Çağdaş Yunanca Sözlüğü, 2 Baskı, Atina, Sözlük Merkezi 2002, s. 471). Bu noktanın konumuz açısından önemi büyüktür, çünkü muhafazakarlaşmayı da içeren yerel/milli unsurlara dayanma anlamına gelmektedir. Demokrasi kelimesi ise ekseriyetle belli siyasi hareketlerin şiarı olmuştu. Örneğin Marshall Planı’nın getirdiği demokratikleşme süreci içinde Demokrasi kelimesi İslami Hareketin ve 1980’li yıllardan itibariyle Kürtlerin benimsendikleri bir kavram olmuştu. Cumhuriyetçiler ise ya Cumhuriyet ya da Türk demokrasisi kavramlarını kullanıyorlar. 293 O’ Sullivan, Contemporary Political İdeologies: Conservatism, 2. Edition, İn R. Eatwell & A. Wright, London and New York: Pinter, 1999, p. 65.
118
biçimlendirmektedir294. "Kolektif Bilinç" kavramını Durkheim’de bulabiliriz:
"Bireylerin ortak istek ve arzuları"295. Amir Ahmad Fekri bunu şöyle açıklıyor:
"Bu istek ve sınırlar, kültürün formel ve informel norm ve değerlerine içkindir
ve kolektif bilinci oluştururlar. Paylaşılan değer ve normlar, toplum üyeleri
için ortak ideolojik bir zemin hazırlayarak, toplum üyelerinin, kararlaştırılan
doğrultuda eylemde bulunmalarını sağlar".296 Türkiye’de ise, kolektif bilinci
oluşturan unsur, İslam ve özellikle Sünniliktir. Mevdudi’ye göre ""insanları
Allah’ın emirlerini dinlemeye ve ona ibadet etmeye teşvik etmek yeterli
değildir. Bundan ziyade ahlaklı ve adil insanların birbirlerini araştırıp
bulmaları ve toplumu fesattan kurtarabilmek için yeterli kolektif gücü
toplamaya çalışmaları icap eder."297 Benzer anlayışı Bülent Arınç da ifade
ediyor: ""Türkiye’nin geldiği, dünyanın gittiği noktaya baktık. Toplumdaki
değişim ve yenilenme isteklerine baktık. Temel hak ve özgürlüklerin bireysel
insana dayalı sistemlerin hangi noktada olduğuna baktık. Nihayet partimizi
kurarken toplumu kucaklayacak, toplumun bütün kesimlerine dürüst mesajlar
verecek, çözümler önerecek, insan eksenli bir parti olmasına dikkat ettik" "
""Beraber olduğumuz arkadaşlarla bir kolektif anlayışı ifade ediyoruz".298
Bu güçlü, ama minimal devlettir. Liberalizm, hem ekonomide hem de
toplumda laissez-faire299 anlayışını benimsemişti. Yani devletin müdahaleci
rolü, bertaraf edilmeli ki kapitalizm toplumun her alanında gelişsin.
Muhafazakârlık ise 19. yüzyılın toplumdaki muhafazakâr değerleri yeniden
294 Norman P. Barry, The New Right, Croom Helm Yayınları, New York, 1987, s.24. 295 Amir Ahmad Fekri, a.g. ydt, s. 95. 296 Amir Ahmad Fekri, a.g. ydt, s. 95. 297 Ebu’l Âlâ Mevdudi, a.g.e, s. 14. 298 Yavuz Selim, a.g.e, s. 536-537. 299 "Bıraksın geçsinler" anlamına gelmektedir.
119
canlandırmasını amaçlayıp, 1960’lı yılların gençlik hareketinin sosyal
değerleri reddetmesi karşısında aile kurumunun önemini vurgulamaktadır.300
Neo-muhafazakârlık akımı 1970’li yıllarda ortaya çıkmıştır. Yeni
muhafazakârlığın en belirgin özelliği "antikomünist" olmasıdır.301 Yeni
muhafazakârlığın kurucularından İrving Kristol’a göre, neo-muhafazakârlık
beş ana ilkeden oluşur: "Refah devletini fikrini benimsemek, serbest
piyasanın kaynak dağılımı ve bireysel özgürlüklere katkıda bulunduğu
inancını taşımak, din ve aile gibi değerlere saygı duymak, her şeyin herkes
tarafından eşit paylaşılması gerektiği fikrine karşı çıkmak"tır.302 Dış
politikaya gelince neo-muhafazakârlık anlayışı üç ilkeyi barındırmaktadır:
"Birinci olarak, devletlerin rejimlerin önemli olduğu ve dış politikanın liberal
toplumların değerlerini yansıtması gerektiğini belirtmişler. Yeni
muhafazakârlar, rejimlerin dış politikayı etkilediği görüşünü ve rejim türlerine
bakılmaksızın devletlerin güce ulaşmaya çalıştığı yönündeki realist görüşlere
karşı çıkarak demokratik değerlerin etkilerini belirtmektedirler. İkinci olarak,
ABD gücünün ahlaki amaçlara ulaşmak için kullanılabileceğini ve ABD’nin
uluslararası meselelerle ilgilenmeye devam etmesi gerektiğini ve Yeni
muhafazakâr dış politikanın, ahlaki amaçlara ulaşmak için güç kullanılması
gerektiğini öne sürmüşlerdir. Son olarak, gerek güvenliğe, gerekse adalete
ulaşılmasında uluslararası hukuk ve örgütlerin yasallığı ve etkinliği hakkında
duyulan şüphedir. Yeni muhafazakârlar, Wilsoncu olarak adlandırılmış olsa
da uluslararası hukukun kuralları uygulamayacak veya saldırganlığı
300 Heywood A., Politics, London: Macmillan, 1997, p. 47-48. 301 Doğu Ergil, İdeoloji, Ankara, Sevinç matbaası, 1986, s. 139. 302 Kürşad Korkmaz, Soğuk Savaş Sonrası Amerikan Dış Politikasının Teorik Temelleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, s. 82.
120
önlemeyecek kadar zayıf, uluslararası adaletin hem bir hakemi hem de
uygulayıcısı olan Birleşmiş Milletler’i aciz görmektedirler. Birleşmiş Milletlere
duyulan güvensizlik, Yeni Muhafazakârları, NATO ittifakına olumlu
yaklaşmakta ve demokratik ilkelere dayanan müşterek eyleme
inanmaktadırlar".303 Neo muhafazakarlığın felsefi temelini atan Prof. Dr. Leo
Strauss, "Siyasal rejimler bireyleri biçimlendirir ve dünyada iyi ve kötü
rejimlerin bulunduğu ve iyi rejimlerin görevinin kötülere karşı mücadele
etmek" olduğunu vurgulamaktadır. Amerika var olan kötülere karşı savaşan
devlettir".304 Bu, Protestan bir anlayıştır.305 Bu anlayışa göre "dinin
dünyevileştirilmesi" söz konusudur; yani Protestantizmin tüm insan
faaliyetlerine yayılması ve Amerikan ideolojisinin yapıcı unsuru haline
getirilmesi söz konusudur. Bu anlayış, Amerikan kurumlarına kutsallık vasfı
kazandırmaktadır.306 Ancak dünyevileşme ile atbaşı giden bu süreçte
kutsallıkların siyaset alanından bertaraf edilmiş olduğu bir anlayış
vurgulanmaktır.307 308 Toplum kesimlerini birbirine bağlayacak olan tek harç
din değil, eğitim unsuru olacaktır.309
12 Eylül, bizzat devlet eliyle neo-liberalizme ve onun temsil ettiği
ilkelerine girmiştir. Yani 12 Eylül, yeni-sağ politikaların uygulamasının
303 Francis Fukuyama, Neo-Conların Sonu, Yol Ayrımındaki Amerika, İstanbul, Profil yayınları, 2006, s. 58-59. Aktaran: Kürşad Korkmaz, a.g. yylt, s. 85. 304 Kürşad Korkmaz, a.g. yylt, s. 83. 305 Παυλίνα Νάσιουτζικ-Ρωµανού, Οι ιδεολογικές ρίζες της Αµερικάνικης Εξωτερικής Πολιτικής, περιοδικό ΑΝΤΙ, 02/07/1999, σελ. 38. (Pavlina Nasıoutzık- Romanu, Amerika Dış Politikanın İdeolojik Kökleri, ANTI dergisi, 02/07/1999, sy, s. 38.) 306 Nasıoutzik, a.g.e, s. 34. 307 Nasıoutzık, a.g.e, s. 27. 308 Nasıoutzık, kitabında ilginç noktalara değiniyor: Her ne kadar azınlıklara destek verilmesi, Amerikan dış politikasının temel ilkeleri arasında yer almasa da, Amerika tarafından azınlıklara verilmiş olan destek, status quo’nun ya da ulus devletin tasfiye edilmesini istediğini göstermektedir Amerika’nın müdahalesi ile su yüzüne çıkan yeni sosyal ve siyasi güçler yeni bir satus quo ile sonuçlanmaktadır. s. 382 309 Nasıoutzık, a.g.e, s. 42.
121
teminatı olmuştur.310 Bu dönüşümü Türkiye’de iki temel unsurdan
anlayabiliriz. Parti programları ve anayasalardan.
3.2.2. Parti Programlarında Türk Siyasi Sistemin Dönüşümü
Türkiye 1980 sonrası neo-liberalizmi benimseyince, bu akım sadece
ekonomiyi değil, siyasi sistemi de etkilemişti. Paradoksal bir şekilde 1980
sonrası bütün siyasi partiler yeni realiteye uyum göstermeye başladılar. Onun
için, parti programlarını incelediğimizde şu tespitlerde bulunabiliriz: Adalet
Partisi’nin 1973 yılındaki programına göre, "siyasi partilerin en büyük
sorumluluğu rejime sadakattir".311 1998 yılında ise, Doğru Yol Partisi’nin II.
demokrasi adlı programında "Devletin görev ve sorumluluklarının "tam
demokrasi" ile uyumlu hale getirilmesi."nden söz edilir.312 1973
beyannamesinde, ekonomik faaliyetlerde devletin müdahaleci rolü
benimsenirken,313 Doğru Yol Partisi’nin 2001 yılında çıkardığı programına
göre "devlette merkeziyetçi bir anlayış değil, üniter devlet yapısı içerisinde
adem-i merkeziyetçi bir anlayış vardır. Artık parlamenter demokrasi yerini
katılımcı demokrasiye bırakmaktadır".314 Hatta "başkanlık sisteminin
avantajlarından yararlanacak bir Anayasa yürürlüğe konacaktır."315 Laiklik
konusunda da farklılık görebiliyoruz. Örneğin Adalet Partisi’nin 1973 seçim
beyannamesine göre, "Devlet dine, din de devlete müdahalede
bulunmayacaktır. Hiç kimse, dinî inançlarından dolayı sorumlu
310 Suskunluklar Sona Ermeli, Cumhuriyet Gazetesi, 12/09/2000. 311 Adalet Partisi, Seçim Beyannamesi, yy, 1973, s. 24. 312 http://www.belgenet.com/parti/program/dyp1998-1.html. 313 Adalet Partisi, Seçim Beyannamesi, yy, 1973, s. 28. 314 http://www.belgenet.com/parti/program/dyp2001-1.html 315 http://www.belgenet.com/parti/program/dyp1998-1.html.
122
olmayacaktır."316 Doğru Yol Partisi’nin 2001 programına göre ise, laiklik,
sekülerizm biçiminde tanımlanmış ve "laikliği", din ve vicdan hürriyetinin
teminatı olarak anlıyoruz"317 ifadesine yer verilmiştir.
Bu karşılaştırmalarda dikkatimizi çeken bir başka ilginç nokta da,
Erbakan’ın 80 öncesinde kurduğu partiler ile 80 sonrasındakilerin isimleriyle
ilgilidir. 80 öncesinde kurulan iki parti’nin de isimlerinin önünde millî sıfatı yer
almaktadır. 80 sonrasında kurulan partilerin hiçbirinde bu sıfat
kullanılmamıştır.
Benzer dönüşümü Milliyetçi Hareket Partisi’nde (MHP) de
görebiliyoruz. Özellikle Alparslan Türkeş dönemindeki programları, Devlet
Bahçeli dönemindeki programlarla karşılaştıracak olursak dönüşümü
gösteren önemli noktaları hemen seçebiliriz. Örneğin 1993 programına göre
Avrupa Birliği’ne katılıp katılmama konusunda halk oylaması istenirken, 2000
programına göre Avrupa Birliği’ne tam üyelik ilkesi benimsendi ve devlet
politikası mahiyetini kazandı.318 Ekonomide ise; 1993 programına göre,
devletçi politika benimsenirken, 2000 programına göre "dışa açık, liberal,
özel sektöre ağırlık veren bir ekonomi görüşü"319 dile getirilmektedir.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) bu dönüşümün dışında kalması mümkün
değildi ve 1994 yılında yürürlüğe giren programında bilinen ilkeler
sıralanırken "çağa uyma" ibaresi de vurgulanmaktadır. Programda, sosyal
adaleti, dayanışmayı, insan haklarını, demokrasiyi, laikliği, bireyi, girişimi,
316 Adalet Partisi, Seçim Beyannamesi, yy, 1973, s. 23. 317 http://www.belgenet.com/parti/program/dyp2001-1.html. 318 Christos Teazis, MHP ve MHP’de Devlet Bahçeli Dönemi, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi (Siyaset Bilimi) Ana Bilim Dalı, Ankara 2001, s. 98. 319 Christos Teazis, a.g. yylt, s. 99.
123
bilgiyi ve kültürü temel alan bir siyasal programın, yeni bir siyaset anlayışının,
yeni politikaların geliştirilmesi, giriş bölümünde, dile getiriliyor.320 Büyük Birlik
Partisi’nin (BBP), programına baktığımızda, dikkat çekici noktalar vardır.
Örneğin, din ve vicdan hürriyetinin devletin teminatı altında olması gerektiğini
savunurken, "laikliğin, insanlara değil, devlete özgü bir durum"321 olduğu
ifadesi yer almaktadır. "Partinin temel felsefesi halka hizmettir"322
denmektedir.
3.3. Dönüşümü Anayasalardan İzlemek
1980 sonrası yapılan bütün Anayasa değişiklikleri, genel olarak
demokratikleşmeye yönelik adımlar olarak değerlendirilirken, öbür tarafta
demokratikleşme sürecinin vermiş olduğu anayasal imkanlardan güç alan
İslami hareketin gelişip palazlanması için uygun ortam yaratmıştır. Bütün bu
anayasal gelişmelerin İslami Harekete yakın çevreler tarafından, nasıl
değerlendirildikleri irdelenecektir.
3.3.1. 1924 Anayasası’ndan 1982 Anayasasına Kadar Yapılan
Değişiklikler
1924 Anayasasına bakıldığında, konumuzla ilintili olarak, şunları
söyleyebiliriz: 1924 Anayasası’nın 2. maddesine göre "Türk Devleti’nin dini,
İslam’dır". İslami söylem, bu maddenin devlet-millet kaynaşmasını yansıttığı
ve bu haliyle 3. madde ile örtüştüğü görüşünü dile getirir. 3. madde
"hakimiyetin bila kaydü şart millete ait olduğunu" belirtir. Yani millî
320 http://www.belgenet.com/parti/program/chp1994-1.html. 321 http://www.belgenet.com/parti/program/bbp.html. 322 http://www.belgenet.com/parti/program/bbp.html.
124
egemenlik kavramı benimsenmiştir. Bülent Tanör’e göre "Kuvvetler birliği ya
da meclisin hakları ve üstünlüğü savunulurken bu ilkeye dayanılmıştır".323
Zaten yemin metinlerinde "kayıtsız-şartsız millet hakimiyetine bağlılık" ibaresi
vardı. Bir başka ifadeyle 1924 Anayasa’sında din ve vicdan hürriyetlerinin
devletin teminatı altında olduğunu söyleyebiliriz. 1924 Anayasası’nın bir
başka özelliği de meclis hükümeti ve parlamenter rejim arasında bir sistem
kurmuş olmasıdır.324 Burada, parlamenter rejimi andıran özelliklerinden biri
de kuvvetler birliği ve görevler ayrılığıdır.325 İslami harekete yakın yazarlar
kuvvetler birliğini şöyle açıklıyorlar: "Türk toplumunda Batılı anlamda sınıf
yoktur. Ordu ve medrese, halkın içinden gelen bilgiye ve savaşa elverişli
kimseler topluluğudur. Ordu ve medrese, "biat" etmeden bir padişah tahta
çıkamayacağına göre, bunlar bir çeşit "müntehip-i saniler" ikinci seçicilerdir.
Atatürk bu temel gerçeği görmüş ve 1924 Anayasası’nı bu gerçeğin tefekkürü
üstüne oturtmuştur. Yani orduyu ve aydını devlet ortaklığından çıkarmış, bu
görevi, halk tefekkürünün mümessilleri sayılabilecek "müntahip-i saniler’e"
ikinci seçicilere kaydırmıştır. Atatürk Anayasası’nın en derin özelliği budur.
Saray’ın kanun yapma ve yürütme yetkisini BMM’ne vermiş ordunun ve
medresenin denetim gücünü "seçim mekanizmasına bağlayarak" ikinci
seçicilere kaydırmış, böylece devleti, en kısa yoldan halka götürmüştür. 1924
Anayasası’nın, güçlerin birleştirilmesi esasına dayanmasının sebebi de
323 Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 8. Baskı, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, Nisan 2002, s. 292. 324 Prof. Dr. Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, 8. Baskı, Ankara, Yetkin Yayınları, 2004, s. 31. 325 Özbudun, a.g.e, s. 31.
125
budur"326 1924 Anayasası, bizim konumuz bakımından büyük bir önem
taşımaktadır. Çünkü daha sonra belirteceğimiz gibi, yapılan değişiklikler 1924
Anayasası’nın felsefesini de değiştirmiştir. Burhan Kuzu, 1924 Anayasası’nı
en milli327 Anayasa olarak değerlendirir ve sonraki Anayasalar halktan
kopuk, "empoze" edilmiş Anayasalar olarak nitelendirir.328 ANAP’ın ve
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin fikir babalarından olan Korkut Özal, yeni
anayasa tartışmalarına katılır, yeni bir anayasa yapılacak olursa bunun 1924
Anayasası temel alınarak yapılması gerektiğini329 söyleyerek görüşlerini
açıkça ifade eder. Ne var ki 1924 Anayasası’nın yansıttığı anlayış hızla
değişmektedir. Yapılan anayasa değişiklikleri, sistemi laikleştirmeye
yöneliktir; yani, yeni rejimin rengi belli olmaya başlamıştır. Örneğin 10 Nisan
1928’de "Devletin dini, dini İslam’dır" ibaresi Anayasa’dan çıkarılmıştır. 5
Aralık 1934 tarihinde, seçmen yaşı 18’den 22’ye yükseltilmiştir. 5 <ubat 1937
tarihinde CHP’nin" altı ok" ile simgelenen ilkeleri (cumhuriyetçilik,
milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılık), Anayasa’ya alınmış
ve böylece devletin temel niteliklerini oluşturmuştur.330 Bu devletin temel
nitelikleri 1961 Anayasası’nda daha çok pekiştirilmiştir. 1961 Anayasası ile
devletin "kurumlaşma"sından söz edebiliriz. Söz gelimi 1924 Anayasası’nda
yer alan "millet egemenliği" ilkesinden söz edilirken, 1961 Anayasası’nda
"Millet, egemenliğini, Anayasa’nın koyduğu esaslara göre, yetkili organları
326 Tahsin Sınav, 1924 Anayasası’nın Getirdiği Siyasi Rejim ve O Günkü İktisadi Şartlar Arasındaki İlişkiler, Düşünce dergisi, s. 62. 327 Vurgu bize aittir. 328 Doç. Dr. Burhan Kuzu, Türkiye için Başkanlık Sistemi, İstanbul, Fakülteler matbaası, 1997, s. 74-75. 329 Kasım 2008 tarihinde Siyaset Meydanı programında, bu görüşleri ifade etti. 330 Mumtaz Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, 11. Baskı, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1997, s. 36.
126
eliyle kullanır" denmektedir.331 Egemenlik kavramındaki bu değişikliği, İslami
harekete yakın olan Bahri Zengin şöyle yorumlamaktadır: "Türkiye’yi, yüz
kişiyi bulmayan insanlar idare ediyor. Yetkiler, ihtilallerle halktan, meclisten
alınmış ve bunlara verilmiş. Kim bunlar? MGK" Hakim ve Savcılar Yüksek
Kurulu, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, YÖK ve YAS üyeleri"
Türkiye’de yetkiler, bunların elinde. Türkiye’yi işte bunlar yönetiyor. Onlar da
Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu üyelerini belirliyor. Bunlar millet
tarafından seçilmiyor; bunlar millete hesap vermiyor ve bunlar Meclis’in
üstünde yer alıyor. 1961 Anayasası’nda MGK ve Yüksek Askeri Sura
kuruldu. Yani siyasilerin, dolayısıyla Meclis’in Silahlı Kuvvetler üzerindeki
etkileri ve tasarrufları ortadan kaldırıldı" "Daha sonra Planlama Teşkilatı
kuruldu. Siyasilerin ekonomiyle ilgili yetkileri bürokratik bir kuruluş olan bu
kurumların denetimi altına sokuldu. Hatta siyasilerin idari tasarrufları bugün
bile bürokrasinin denetimine tabii. Mesela siz bir genel müdür tayin
ediyorsunuz. Danıştay 'hayır' diyor, kabul etmiyor; 'Genel müdür şu olacak'
diyor" "Türkiye’de YÖK’ün kuruluşu ve rektörlerin seçimi de demokratik bir
uygulama olarak yansıtılmıştır. Aslında bu, bir demokratikleşme, bir
özgürleşme değildir; yapılan, seçilmişlerin elindeki yetkileri sınırlayıp
bürokrasiye vermektedir" "Dolayısıyla "devlet içinde devlet" gibi Meclis’e
de, hükümete de baş kaldırılıyor" " 1961 ve 1982 Anayasaları’nda, milletin
kendi iradesini devre dışı bırakmak ve onun alanını daraltmak için oluşturulan
bir oligarşik yapıdır" ".332
331 Soysal, a.g.e, s. 32. 332 Selim, a.g.e, s. 61-62.
127
Öte yandan, 1961 Anayasası ile bireyin devlete karşı korunmasını
sağlayan tedbirlerin getirildiği de bir gerçektir (yani özel yaşamın gizliliği,
vicdan ve din özgürlüğü, bilim ve sanat vs). Yargı denetiminin yürürlüğe
girmesi ile siyasal alandan bağımsız bir bürokratik güç oluşturuluyordu; aynı
zamanda sivil toplumun yeşermesine yönelik adımlar da atıldığından bu
dönemde bir tür demokratikleşme sürecine girildiğini ileri sürmek gerekir333.
Demokratikleşme büyük bir önem taşındığına inancındayız. Çünkü
Türkiye’de yaşanan biçimiyle demokratikleşme süreci, İslami hareketin
gelişme süreciyle paralel bir gidiş göstermiştir. 1961 Anayasası ile, her ne
kadar "millet egemenliği" ibaresinin içeriği laik bir zemine oturtulmuşsa da
demokratikleşme yönünden atılan adımlar, en çok İslami hareketin işine
yaramıştır. Çünkü Anayasa Hukuku’nun sağladığı her demokratik olanak,
İslami harekete halkın gözünde meşruiyet kazandırılacak bir zemin oluşturma
yolunda kullanılmıştır. Bu zeminin giderek genişleyen ölçülerde siyasi
mücadelenin içine çekilmesi, uzun vadede, halkın önemli bir kesiminin İslami
hareket doğrultusunda "kanalize" edilmesini de sağlamıştır.
Her ne kadar bu gelişme süreci; 1971 ve 1982 Anayasa değişiklikleri
ile kısmen kesintiye uğramış görünse de, 1980 sonrasında atılan bütün
adımlar bu süreci daha da hızlandırmıştır. Adalet ve Kalkınma Parti
iktidarında sağlanan kazanımlar ise, gelecekte de bu kazanımların gerisine
düşülmeyeceği izlenimi uyandırmaktadır.
333 Cem Eroğul, Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945-1971, Geçiş Sürecinde Türkiye, Derleyenler: İrvin Cemil Schick- Ertuğrul Ahmet Tonak, 3. Baskı, İstanbul, Belge yayınları, Ocak 1998, s. 147.
128
3.3.2. 1980 Sonrası Anayasa Değişiklikleri
1987 Anayasa değişikliğinden başlayarak ve çalışmamızla ilintili
olarak, bütün Anayasa değişikleri konumuz yönünden kısaca irdelenecektir.
1987 Anayasa değişikliği ile, seçme yaşı 20’ye indirilmiştir. 1995 Anayasa
değişikliğinde ise 18’e indirildi. Bu iki değişiklik, tezimiz bakımından büyük
önem taşınmaktadır. Çünkü seçmen yaşının küçültülmesi siyasi katılımın
genişletilmesine yönelik adımlar olmuştur. Ali Yaşar Sarıbay’a göre, "siyasal
modernleşme, bir anlamda siyasal katılımın genişlemesi, kitle siyasetinin334
gelişmesi "anlamına gelmektedir.335 Bunlar, İslami hareketi kuvvetlendiren
değişikliklerdi. Çünkü yapılan araştırmalar Türkiye’de genç insanların ailenin
siyasi görüşünü benimsediğini göstermektedir.336
12 Eylül’den sonra, din, toplum ve siyaset hayatında artan ağırlıklı
rolü 337 nedeniyle, önemli ölçüde bireylerin değerlerini biçimlendirmeye
başladı. Siyasi bir işlev de görüyor ve siyasal kültürün biçimlenmesinde
büyük bir rol oynuyordu.338 Böylece, din-dinsellik bir yandan "bireylerin
hayatını düzenlemekte", öbür yandan da "kolektif planda siyasal iktidarı
düzenlenmekte, yönlendirmekte ve ona meşruluk sağlamaktaydı ".339 1987
ve 1995 Anayasa değişiklikleriyle ilgili TBMM’de yapılan görüşmelerde bütün
partiler 18 yaş sınırı konusunda nerdeyse hem fikirdiler ve bunun demokrasi,
katılım bakımından büyük bir adım olduğunu Meclis Kürsüsü’nden
334 Vurgu bize aittir. 335 Ali Yaşar Sarıbay, Türkiye’de Siyasal Modernleşme ve İslam, Toplum ve Bilim, Bahar-Yaz 1985, S. 29/30, s. 45. 336 Sarıbay, a.g.e, s. 49. 337 Cüneyt Arcayürek, 12 Eylülle gelen İslamcı Patlama:Askeri Darbeden sonra imam hatip okulları ve dinci yayınlar çoğaldı, Cumhuriyet Gazetesi, 23/03/ 1990, s. 6. 338 Sarıbay, a.g.e, s. 49. 339 Sarıbay, a.g.e, s. 51.
129
vurgulamışlardır. O dönemin Doğru Yol Partisi Milletvekili Köksal Toptan,
gençlerin seçmen yaşının 18’e indirilmesi konusunda hem fikir olduğumuzu
belirtti.340 18 yaşını dolduran gencin oy kullanması, siyasi katılım açısından
büyük bir önem taşımaktadır.341 1987 Anayasası’nda "halkoylaması"342
ilkesinin Anayasa’ya alınması, yani millete başvurma ve danışma anlayışının
yerleşmesi, demokratik bir adım olarak değerlendirilmektedir. Zaten bu
ilkenin Turgut Özal tarafından gündeme getirilmesi ayrıca anlamlıdır. Çünkü
Özal, Milli Görüş-Dinsel Görüş geleneğinden beslenen biri olduğu için onun
bu konudaki görüşleri hem Erbakan’ın hem de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
görüşlerini yansıtmaktadır.343
1993 Anayasa değişikliği de önemlidir. Çünkü bu değişikliğe göre
devletin radyo ve televizyondaki tekeli kırılmış ve 3913 no’lu kanun ile
08.07.1993 tarihinde özel radyo ve televizyon kurulmasına izin verilmiş ve
böylece çok yönlü bilinçlenme sürecinin sağlam temelleri atılmıştır. Bu yolla
Türkiye’de plüralizm anlayışı yerleşmeye başlamıştır. Plüralizmle birlikte artık
e-bilgi toplumuna344 girilmiş ve bunun sonucunda bireyselliğin pekiştirdiği bir
gelişme süreci başlamıştır.
340 TBMM Tutanak, Birleşim: 102, 10.05.1987, Oturum: 1, s. 291. 341 TBMM Tutanak, Birleşim: 127, 22.06.1995, Oturum: 1, s. 298. Konuşan: RP Grubu adına Erzurum milletvekili Lütfü Esengün. Benzer görüşleri o dönemin CHP Grubu adına konuşan Ankara milletvekili Mümtaz Soysal da ifade etti, TBMM Tutanak, Birleşim: 123, 14.06.1995, Oturum: 2, s. 372 ve DYP Grubu adına konuşan Sakarya milletvekili Nevzat Ercan, TBMM Tutanak, Birleşim: 123, 14.06.1995, Oturum: 2, s. 305. 342 Halkoylamasının ne ifade ettiğini ayrıntılı olarak çalışmamızın 1. Bölümünde ele aldık. 343 Abdullah Gül, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin siyaset akademisinde yaptığı konuşmasında, Avrupa Birliği’nin tam üyelik aşamasına gelindiğinde halka başvurulacağının altını çizdi. 21 Ekim 2007 tarihinde, yapılan referanduma göre halkın %69,12 EVET oyu kullanıp Cumhurbaşkanını halkın seçmesine karar verdi. HAYIR oranı ise %30,88’i bulmuştur. 344 Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, İstanbul, Filiz Yayınları, 1995, s.52.
130
TBMM’de yapılan görüşmelerde, tüm partilerden milletvekilleri aynı
görüşte olduklarını kaydettiler.345 Yukarıda belirttiğimiz gibi, bu bilinçlenme
süreci, İslami harekete yaradı ve 1996 yılına gelindiğinde İslami Hareket’e
yakın olan yayın ve propaganda organlarının sayısı 1000’i aşmıştı.346
2001 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri büyük önem taşımaktadır.
Çünkü temel hak ve özgürlükler ile ilgili 07. 11. 1982 tarihli ve 2709 sayılı
kanunun, 13. ve 14. maddelerinin değiştirilmesi ve dernek kurma hürriyeti ile
ilgili T.C. Anayasası’nın değiştirilmesi, temel hak ve özgürlükler bakımından
1961 Anayasası’nın ruhuna dönüldüğü izlenimi uyandırmıştır. Dernek kurma
hürriyeti, kuşkusuz, İslami hareketi kuvvetlendiren gelişmelerden biridir.
Siyasi katılım bakımından 2006 Anayasa değişikliği büyük bir adımdır.
Çünkü seçilme yaşı sınırı 30 yaşından, 25’e indirilmiştir. Aslında,
kanaatimizce, söz konusu Anayasa değişikliklerinden en önemlisi, 101.
maddenin 2007’de değiştirilmesidir. <öyle ki: "Cumhurbaşkanı, kırk yaşını
doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri
veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları
arasından halk tarafından seçilir".347 Bu, çok önemlidir çünkü
Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi, "başkanlık" sistemine giden
yolda önemli bir adımdır. Başkanlık sistemine gidişi gösteren bir diğer
gelişme de 16.05.1996 yılından itibaren meclis iç tüzüğünde gerçekleştirilen
345 TBMM Tutanak, Birleşim: 91, 14.04.1993, Oturum: 1, s. 146-148. Konuşan SHP Grubun adına Malatya milletvekili Mustafa Yılmaz. TBMM Tutanak, Birleşim: 96, 28.04.1993, Oturum: 1, s. 37. Konuşan DYP milletvekili Uğur Aksöz. 346 Dr. Abdullah Manaz, 2 Siyasal İslamcılık: Türkiye’de Siyasal İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayınları, Ocak 2008, s. 111. 347 Vurgu bize aittir.
131
değişikliklerdir. Bu değişikliklerin ortak paydası ""daha kolay ve hızlı işleyen
bir yasama organı hedefine yaklaşmaktadır"348.
Bunlar, adım adım başkanlık sistemine eğilimli gelişmelerdir ve
Türkiye’nin siyasi sahnesinde yer alacak temel unsurlarından biri olarak
görülmektedir. Bahsettiğimiz bütün bu Anayasal gelişmeleri,
"demokratikleşme"ye yönelik adımlar olarak değerlendirecek olursak,
konumuz bakımından önemlidir, çünkü bu gelişmeler doğrultusunda İslami
hareket yükselişe geçti ve onun doruk noktasında da Adalet ve Kalkınma
Partisi olmuştur. Bir başka ifadeyle, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oluşumu,
bu sürecin bir ürünüdür.
4. AK PARTİ VE MUHAFAZAKAR-DEMOKRAT SÖYLEMİ
Milli Görüş ile merkez sağ’ın farklılıkları ve benzerliliklerinin yanı sıra
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin demokrat-muhafazakâr ideolojisi ele
alınacaktır.
4.1. Milli Görüş-Merkez Sağ Farklılıklar ve Benzerlilikleri
Milli Görüş, dinsel görüş ve merkez sağ349 farklılıkları veya
benzerliliklerini açıklayacağız. Aynı zamanda merkez sağın ne ifade ettiğini
ve 1991 yılından itibaren "erime" sürecine girişini; onun yerine Adalet ve
Kalkınma Partisi döneminde adı konulan ve merkez sağın yerine geçmeye
348 Doç. Dr. Şeref İba, TBMM İçtüzük Değişikliklerinin Anlamı: 1996 Sonrasına Bakış, Yasama Dergisi, Temmuz-Agüstos-Eylül 2007, S. 6, s. 89. 349 Merkez sağ, Adalet ve Kalkınma Partiyle farklılıkları ve benzerliklerine girmeden önce merkez sağ dediğimizde ne anlaşıldığına bakalım. Merkez sağ görüşünü yazarların çoğunluğu DP’den başlatıyorlar. Fakat kökleri Büyük Millet Meclisine ve 2. grubun ideolojisine dayanıyor. Milli Görüşün esas amacı dinsel bir toplum ve toplumun dinsel duygularını hitap yansıtacak bir iktidar yaratmaktadır. B.M.M’nin ilk açılış töreni Cuma günü yapılması ve kurban kesilmesi halkın dinî duygularıyla örtüşüyordu. Ayrıca B.M.M, toplumun bir aynasıydı çünkü toplumun bütün kesimleri ve azınlıkları temsil ediliyordu.
132
başlayan "toplumsal merkez" anlayışının şekillenmekte olan yeni siyasi
sistemdeki yerini belirlemeye çalışacağız.
4.1.1. Cumhurbaşkanının Halk Tarafından Seçilmesi Söylemi
Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi kuşkusuz, başkanlık
sisteminin belirleyici koşuludur. Kendilerini sağ parti olarak konumlandırılan
siyasi partiler istisnasız Cumhurbaşkanı’nın, halkça seçilmesinden yana bir
tavır sergilemişlerdir. Adalet Partisi’nin devamı olan Doğru Yol Partisi Genel
Başkanı Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı’nın, halk tarafından seçilmesi
durumunda "halkın bu ülkenin misafiri olmaktan çıkıp sahibi olacağını"
söylüyordu.350 Başbakanlar, Cumhurbaşkanları ve siyasi parti yetkilileri
Başkanlık sistemine yönelik çalışmalar yürütmüşlerdir.351 Anavatan
Partisi’nin bu konudaki söylemi zaten Erbakan’ın söylemi ile tamamen
örtüşmektedir. Gokhan Çapoğlu, Türkiye’de siyasi tıkanıklığı aşabilmenin tek
yolunun Başkanlık sistemine geçilmesi olduğunu savunuyor ve başkanlık
sisteminin avantajlarını şöyle açıklıyor: Demokratik katılım ve denetim
eksikliği, siyasi partilerin oligarşik yapıları, devletin ekonomideki ağırlığı ve
yerel yönetimlerin güçsüzlüğü352 gibi olumsuzluklar, başkanlık sistemini daha
da gerekli kılmaktadır. Bazılarına göre, Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından
seçilmesi, Türklerin bünyesine, kültürel eğilimlerine de uygundur. Başgil bu
konuyu şöyle açıklamıştır: "Biz üstümüzde bir baş görmek isteyen bir milletiz.
Bu başı, kendi içimizden kendimiz seçelim. Fakat ona baş olmanın evsaf ve
350 Cumhurbaşkanını Halk Seçsin, Cumhuriyet Gazetesi, 31/03/1990, s. 9. 351 Prof. Dr. Burhan Kuzu, Neden Başkanlık Hükümeti, Türkiye’de Siyasi Yapılanma ve Tem Siyasi Sorunlar sempozyum’dan, Ankara, Türk Parlamenter Birliği-Toplumsal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı, 11-12 Şubat 2000, s. 47. 352 Gökhan Çapoğlu, Türkiye’de Siyasi Tıkanıklığı Aşmak için, 1. Baskı, Ankara, Stratejik Araştırmalar Vakfı, Eylül 1994, s. 30-50.
133
icaplarını tanıyalım. 1924’te hilafet ve saltanatın hakkından geldikten sonra;
Türkiye’de yeniden bir şahıs hükümeti fırtınasına tutulmamak için, Büyük
Millet Meclisi diye yüz başlı bir hükümdar yaratmak ve bunun yanı başında
devlet başkanını adeta bir teşrifat memuru vaziyetinde bırakmak istemişlerdir.
Heyhat; irki veraset ve tarihi muinlik kanunları hükmünü icra etmiş ve çok
geçmeden o yüz baş bir başta birleşerek fiiliyatta bu tek baş hükümran
olmuştur".353 Adalet ve Kalkınma Partisinin hukukçularından olan Burhan
Kuzu’ya göre, devletin kurumlarının, milletin taleplerine göre
şekillendirilmeleri, Başkanlık sisteminin bu istikamete uygulanması
lazımdır.354
4.1.2. İkinci Grubun Zihniyetinin çıkış yolu: İsimler.
Birinci bölümde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin köklerinin 2. Grup’a
dayandığını belirtmiştik ve bu zihniyetin temel dayanaklarını kısaca
anlatmaya çalışmıştık. Cumhuriyet yıllarında bu zihniyetin bir kenara itildiğini
görüyoruz. Buna rağmen, bu zihniyet, "Ben buradayım" dercesine varlığını,
isimler, semboller yoluyla hissettirmiştir355. Aynı zamanda Türk siyasi
partilerinin adları, o dönemin sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve sosyo-
politik alanlardaki noksanlığı ifade etmektedir. Örneğin " Ahrar Fırkası" adını
alacak olursak, ahrar kelimesi, hür kelimesinin çoğuludur ve özgürler
demektir. Tarık Zafer Tunaya’nın belirttiği gibi "siyasal partiler yelpazesine
353 Prof. Dr. Burhan Kuzu, a.g.e, s. 46. 354 Prof. Dr. Burhan Kuzu, a.g.e, s. 46. 355 Rasim Özdenören, 8ecip Fazıl Kısakürek, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul, C. 6, 2004, s. 142.
134
göre Liberaller demektir"356. Ahrar Fırkasının kurucu üyelerin arasında 2.
Grup’un mimarlarından Celalettin Arif vardı. Ahrar Fırkasından sonra "Mutedil
Hürriyetperveran Fırkası" kurulmuştur. Partinin programı, Osmanlı birliğini
korumaya ve özel girişimciliğe dayanıyordu357. Hürriyet ve İtilaf Partisi
kurulduğu dönemde ne hürriyet ne itilaf vardı.358 Demokrat Parti, o dönemin
demokrasi noksanlığından; tek parti döneminden kaynaklanıyordu. Çok
partili hayata geçildiğinde ilk kurulan parti Milli Kalkınma Partisi olmuştur.
Milli kelimesi 1.Bölüm’de açıkladığımız gibi din-dinsel anlamına gelmektedir.
Kalkınma kelimesi ise ekonomiden pay alamayan Müslümanların özlemlerini
ifade ediyor. Başka bir deyişle Cumhuriyet yıllarında Atatürk’ün ifade ettiği
gibi kalkınma davası Cumhuriyet’in kurucu kadrosunun elindedir. Zaten
kalkınma, refah gibi kavramlar Erbakan’ın ve merkez sağ partilerin liderlerin
söylemlerinde "anahtar" kavram olmuştur. Milli Kalkınma Partisi ile ilgili
değinilmesi gereken iki nokta daha var. Birincisi, partinin kurucuları Cevat
Rıfat Atılhan359 ve Hüseyin Avni Ulaş.360 Hüseyin Avni Ulaş bilindiği gibi 2.
Grup’un ideologlarındandı. İkincisi, parti programının, "devletçiliği
reddetmekte, seçimlerin tek dereceli yapılmasını, Cumhurbaşkanının
millet tarafından seçilmesini361, bir ayan meclisinin (ikinci meclis-senato)
kurulmasını ileri sürüyor ve sanayide, ticarette serbest rekabet esasını
356 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler: Cilt 1. İkinci Meşrutiyet Dönemi 1908-1918, 1. Baskı, İstanbu,l Hürriyet Vakfı Yayınları, Kasım 1984, s. 142. 357 Dr. Muzaffer Sencer, Türkiye’de Siyasal Partilerin Sosyal Temelleri, İstanbul, Gün matbaası, Kasım 1971, s. 52. 358 Hüseyin Çelik’in, 4. Dönemindeki AKP siyaset akademisindeki yaptığı konuşmasından. 23 Kasım 2005. 359 Atılhan hakkında bir sonraki muhafazakar- demokrat kısmında ele alınacaktır. 360 Erol Tuncer, 1946 Seçimleri, Ankara, TESAV Yayınları, Kasım 2008, s. 14. 361 Cumhurbaşkanının milletin tarafından seçilmesi, hem Erbakan hem merkez sağ partilerin temel şiarı olmuştur. Bu konuda milli görüş/dinsel görüş- merkez sağ arasındaki bir benzerliğe işaret etmemiz lazım.
135
savunuyordu. Dış politika alanında ise İslam Birliği- Sark federasyonu
istemekteydi".362 Madem ki Menderes’in idam edilmesi, toplumun önemli bir
kesiminin vicdanında onur kırıcı, yaralayıcı bir "adaletsizlik" olarak
yankılanmıştır; öyleyse DP’nin yerini alacak olan partinin adı da "Adalet
Partisi" olmalıdır. Erbakan’ın kurduğu partilerin isimlerine geçmeden önce,
önemli bir noktaya değinmemiz gerekiyor. Milli Nizam Partisi kurulma
safhasındayken sorunlardan bir tanesi de partiye ne isim verileceğiydi.
Önerilen isimleri arasında Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi363 isimleri
de vardı. Her ne kadar 12 Eylül ile birlikte Türk siyasi sistemi sekteye
uğrasa da belirli bir "zihniyet" isimler yoluyla 12 Eylül’den sonra da varlığını
hissettiriyordu. RP kurulduğunda merkez sağ partilerde yer alan kadrolar
kısmen bu partiye iltihak ettiler ve daha sonra kitlesel olarak Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin çatısı altında toplandılar. Bunu, rakamsal olarak çok net
görebiliriz. Turgut Özal Anavatan’dan ayrılıp Cumhurbaşkanı olduktan sonra
Parti’nin başına Mesut Yılmaz geçti. Mesut Yılmaz’ın partinin başına
geçmesiyle Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi, 1991 seçimlerinden
itibaren oy kaybetmeye başladı ve merkez sağ tabanında bir dönüşüm
yaşanmaya başladı.364 Bu dönüşümü rakamlarla söyle ifade edebiliriz Doğru
Yol Partisi’nin oyları, 1991 seçimlerinde % 27,03, 1995 seçimlerinde %
19,65, 1999 seçimlerinde % 12,01, 2002 seçimlerinde % 9,54 idi. Anavatan
Partisi için bu rakamlar 1991 seçimlerinde % 24,01, 1995 seçimlerinde %
362 Tuncer, a.g.e, s. 26. Ayrıca bakınız Füruzan Hüsrev Tökin, Türkiye’de Siyasi Partiler ve Siyasi Düşüncesinin Gelişmesi (1839-1965), İstanbul, Elif yayınları, 1965. Vurgular bize aittir. 363 8. Erbakan Partisini Kuruyor, Bugün Gazetesi, 24/01/1970. 364 Christos Teazis, MHP ve MHP’de Devlet Bahçeli Dönemi, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi (Siyaset Bilimi) Ana Bilim Dalı, Ankara 2001, s. 84.
136
19,45, 1999 seçimlerinde % 13,22 ve 2002 seçimlerinde % 5,22’dir. Refah
Partisi 1991 seçimlerinde % 16,88, 1995 seçimlerinde % 21,38, Fazilet
Partisi olarak 1999 seçimlerinde365 % 15,41, ve Saadet Partisi olarak 2002
seçimlerinde % 2,49 oranında oy almıştır. Ayrıca bu seçmen tabanında
rakamsal değişmelerin yanı sıra kadro kayması da söz konusudur. Özellikle
Anavatan Partisi’nin üyeleri Abdülkadir Aksu, Cemil Çiçek, Ali Coşkun, Korkut
Özal, partiden ayrılıp Refah Partisine katıldılar. Bu noktada Birlik vakfının366
önemini vurgulamamız lazım. Birlik Vakfı, Milli Türk Talebe Birliği’nin devamı
olduğu ve vakfın üyelerinin Anavatanın ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin
çekirdek kadrosunu oluşturduğu bilinmektedir. Birlik Vakfı’nın amaçlarından
biri de merkez sağ partilerin İslamcı kadrolarla donatılması367 ve asıl istenen
parti kurulduğunda, bu kadroların merkez sağ partilerden çekilip "yuvalarına
dönmelerini" sağlamaktadır. Hüseyin Çelik, Köksal Toptan, Mehmet
Sağlam gibi isimler bu yolla Adalet ve Kalkınma Partisi’ne dahil olmuşlardır.
İslamî partilerin isimlerine gelince; simgeleştirme, burada da ön
plandadır. Örneğin "Nizam" (dini düzen) kelimesiyle (dini) anayasa
kastedilmektedir; yani kendi açıklamaları doğrultusunda insan haklarını
koruyan bir devletin zulmü önleyeceği, kuvvete değil, halka dayalı bir
365 1999 seçimlerinin temel özelliği MHP’nin yükselişi olmuştur. Çünkü o dönemde Türkiye’de Öcalan’ın yakalanması gündemdeydi ve bu olay MHP’nin işine yaramıştır. 366 Birlik Vakfı’nın kurucu üyeleri ANAP’ın sonar da Adalet ve Kalkınma Partisi’nin üst kadrosunu oluşturuyordu. Kurucu üyeler arasında Recep Tayyip Erdoğan, Ali Coşkun, Cemil Çiçek, Abdülkadir Aksu vs bulunuyordu. Kaynak: http://www.birlikvakfi.net/page.aspx?PageId=34. Dr. Abdullah Manaz, Ali Coskun, Abdülkadir Aksu, Cemil Çiçek ve Korkut Özal hakkında ilginç bir noktaya değiniyor: "Anavatan Partisi’nde İslamcı çizgilerini korumuş milletvekilleri her dönemde kendini gösteriyordu. Refahyol koalisyonu sırasında dikkat çekici bir taktik izlemişlerdir. Kritik sayılan oylamaya önce katılmayan bu dörtlü, koalisyonun güvenoyu alması kesinleşince Meclise girerek kabul oyu verdiler. Bunlardan Abdulkadır Aksu birkaç ay sonra istifa edip RP’ye katıldı. Diğerleri de zaman içinde Anavatan Partisinden ayrıldılar" Kaynak: Dr Abdullah Manaz, a.g.e, s. 282. 367 15 Temmuz 2009 tarihinde, Mehmet Bekaroğlu ile yaptığımız mülakattan.
137
anayasa sunacağı Saadet Nizamı kurulacağı mesajı verilmektedir368.
MSP’nin amblemi anahtardı. MSP’nin ilk başkanı Süleyman Arif Emre’nin,
amblem hakkındaki açıklamaları şöyledir: "Temel (anahtarın sap kısmı): Bir
kalp şeklinde olup "ahlaki ve manevi değerleri" temsil etmekte ve bunun
temel olarak alınması (ahlakın) temel olduğunu ifade etmekte ve buna
dayanılarak her güçlüğün yenilebileceği ve her hayırlı kapının açılacağı ve
beklenen özlenen inkişafların olacağı ifade edilmektedir. Anahtarın gövde
kısmı, yukarı doğru olup ahlak temeline dayanılarak maddi ve manevi
sahada yapılacak büyük kalkınmayı temsil etmektedir. Anahtarın üst kısmı
olan bayrak, sağa doğru ilerleyerek hareket eden ve dalgalanan bayrağımızı
göstermekte; milletin bütün insanlığa manevi ve maddi sahada ışık tutmak
üzere kuracağı yeni büyük medeniyeti temsil etmektedir369.
Refah, Fazilet ve Saadet isimlerinin kavramsal içerikleri de benzer
özellikler gösterir. Sistemden kaynaklanan adaletsizliğin giderilmesini
ekonomik açıdan herkesin refaha kavuşmasını; ama bu ekonomin temelinin
ahlaka dayalı olması gerektiğini savunur.
<imdi Adalet ve Kalkınma Partisi’nin açılımına baktığımızda yani
Adalet ve Kalkınma kelimelerini anlamlarını çözümlediğimizde, aynı
anlamların Adalet ve Kalkınma Partisi için de geçerli olduğu sonucuna varırız.
Adalet kelimesi, din ve vicdan hürriyeti, ifade özgürlüğü anlamına geliyor.
Kalkınma kelimesi ise hem refahı, hem de demokrasiyi aynı zamanda
yükseltmek gerektiğini ve nihayet "AK" kelimesi temiz siyaseti ifade
368 Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Türkiye’nin Meseleri ve Çözümleri, Program, , Ankara, Temmuz 1991, yy, s.47 369 Milli Selamet Anahtarı Millete Huzur Getirecek, Milli Gazetesi, 12/05/1973.
138
etmektedir370. Ayrıca Adalet ve Kalkınma Parti, 70’li yıllarda kurulan akıncı
(AK) isimli gençlik örgütünü çağrıştırmaktadır. 90’lı yıllara kadar birkaç
islamci örgütün isimleri de "AK " ile başlamaktadır371.
4.1.3. Millet-Hizmet Vurgusu
Millet ve hizmet kavramlarına, söylemsel olarak istisnasız bütün sağ
partilerde rastlıyoruz. Örneğin Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 22
Temmuz’daki seçim beyannamesinde millet unsurunu vurgulayan
sloganlardan, "Adalet ve Kalkınma Parti, milletin partisidir", "Yetkinin gerçek
sahibi millettir", "Meşruiyetin gerçek kaynağı millettir"372 gibi örnekler
gösteriyor ki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin söylemi bu bakımdan Erbakan’ın
söylemi ile tam olarak örtüşmektedir. Abdullah Gül’ün Adalet ve Kalkınma
Partisi siyaset akademisinde yaptığı konuşmaya göre "halk, artık devletten
herhangi bir konuda hesap sorabilmektedir."373 Ayrıca halk oylaması
noktasındaki anlayışta da bir benzerlik görüyoruz.374 Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik de "Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bir devlet partisi değil, millet
partisi"375 olduğunu vurgulamıştır.
370 Hüseyin Çelik’in, 4. Dönemindeki AKP siyaset akademisindeki yaptığı konuşmasından. 23 Kasım 2005. Nihat Ergün de benzer bir görüşü savunmaktadır. Nihat Ergün daha ileri gidip, toplumsal değişim, ancak ekonomik refahla gerçekleştirebilir; demektedir. (4. Dönemindeki AKP siyaset akademisindeki yaptığı konuşmasından, 7 Aralık 2005). 371 Eşad Cosan grubu 1996 Kasımında AK TV ve AK RA (radyo) kurdular, 1989-1990 AK doğuş hareketi, 1991 ve 1992 yıllarında AK-Zuhur, 1995 AK-Devrim ve onlarca bunlar gibi AK kelimesini içeren oluşum vardır: Dünya’da ve Türkiye’de Siyasal İslamcılık, Abdullah Manaz, Ulusal Birlik İçin Düşünce-Eylem Vakfı, İzmir 1998, s. 314, 420. 372 www.akparti.org.tr/arge. 373 Abdullah Gül’ün, 4. dönemdeki AKP siyaset akademisindeki yaptığı konuşmasından, 2005 yılında. 374 Erbakan’ın halk oylaması görüşleri için milli görüş kısmına bakınız. Adalet ve Kalkınma Parti’sininki için, Abdullah Gül’ün 4. dönemdeki AKP siyaset akademisindeki yaptığı konuşmasından, 2005 yılında. 375 Hüseyin Çelik’in, 4. Dönemindeki AKP siyaset akademisindeki yaptığı konuşmasından. 23 Kasım 2005.
139
Aynı söylemi öbür sağ partilerin de kullandıklarını görüyoruz.
Demokrat Parti’nin kurulmasındaki temel amaç, devlet-halk mesafesini,
halkın lehine, asgarileştirmekti376. DP’nin devamı olan Adalet Partisi ise 1973
seçim beyannamesinde, "iktidar verme ve iktidardan çekme hak ve yetkisini
Millet veya onun adına T.B.M.M kullanabilir"377 ifadesi yer alıyordu. Doğru Yol
Partisi, "Devleti, milletin devleti" ve "Milletin emrinde devlet"378 olarak
takdim etti. Anavatan Partisi ise "Devlet, millete hizmet için vardır", "Devletin
milletle bütünleşmesi esastır" ve "bürokrasinin azaltılması, kamu
hizmetlerinde etkinliğin arttırılması için tedbirler bakımından devletin
vatandaş ile ilişkilerinde itimat esastır" şeklinde kendi perspektifini ortaya
koyuyordu.379 Ayrıca ANAP’ın programının 2. maddesinde devletin milletle
kaynaşmasının esas olduğu çok net bir şekilde ifade ediliyor380.
Burada önemli bir hususun belirtilmesi gerekiyor. Merkez sağ partiler,
Turgut Özal dönemi ve kısmen 60’lı yılların Süleyman Demirel dönemi hariç,
Türk Devleti’nin kırmızı çizgilerini (laiklik, Güneydoğu sorunu vb), aşmamak
koşuluyla bir söylem geliştirdiler. Ama öbür taraftan Türk Halkı’nın düşünce
dünyasını temelinde yer alan dinî ve bazen millî duyguları okşamaya yönelik
bir söylemden de geri kalmadılar.381,382
376 Fahri Aral, Hayrettin Erkmenle DP üzerine, Tarih ve Toplum, s. 30. 377 Adalet Partisi, seçim beyannamesi 1973, s.11. 378 D.Y.P iktidar yolunda, Ankara Doğru Yol Partisi Basın ve Propaganda başkanlığı, 16 Kasım 1988, s.7, 12. 379 Anavatan Partisi, 6 kasım 1983 Seçim beyannamesi, s. 24, 27. 380 http://www.belgenet.com/parti/program/anap-1.html. 381 Nuray Mert, Mekez Sağın Kısa Tarihi, 2. Basım, Selis kitaplar, Kasım 2007, s 39. 382 Alev Erkilet’in kitabında, radikal İslami hareketlerle sağcı hareketler arasındaki temel fark birincilerin İslam dininin esaslarını toplumsal hayata uygulamaya çalışırken; ikincilerin dini gerektiği yerde ve gerektiği kadarıyla sahip çıkıp, iktidarlarını temelde din-dışı ölçütlere dayandırdıklarını vurguluyor, Alev Erkilet, Orta Doğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler, 4.Baskı Hece yayınları, Nisan 2004, s. 164. Bu bizim çalışmamız bakımından önemlidir çünkü, Marshall Planı
140
Adalet ve Kalkınma Partisi ise daha pervasız bir söylemi benimserken,
devlet-hükümet özdeşliğinin gerçekleşmesine yönelik adımlar da atmıştır.
Bunun sonucu olarak devlet, toplumun taleplerine ve ihtiyaçlarına göre
hareket etmeye başladı. <erif Mardin’in merkez-çevre teorisine bakıldığında
merkez kavramına "devlet" anlamını yüklendiği görülür. Çevre ise devlete ait
olmayan unsurlardan ibarettir. Adalet ve Kalkınma Parti, çevreyi merkeze
taşırken, çevrenin söylemini de bir ölçüde merkezin söylemiyle benzeşme
içine sokmuştur. Toplumun çeşitli laik kesimleriyle iktidar arasında görülen
sert tartışmaların çoğunun "üslup" ve "söylem"den kaynaklanıyor olması, bir
rastlantı değildir. Bu durum dile getirdiğinde, Partinin kanaat önderleri, bunun
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin "millete endeksli devlet" anlayışı oluşturma
amacının bir gereği ve sonucu olarak açıklamaktadırlar. Buna göre, milletin
taleplerine göre hareket etmek esastır ve milletin taleplerinin teminatı
olunmalıdır. Milletin değerleri esas İslam’dır. Yani İslam, milleti birleştirecek
temel harç olacak ve bunun üzerinden yeni bir siyasi sistem inşa edilecektir.
Bu binanın malzemeleri, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin demokrat-
muhafazakar ideolojisinden alınacaktır.
4.2. Demokrat Muhafazakârlık Anlayışı
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, demokrat-muhafazakârlık anlayışı,
Adalet ve Kalkınma Parti’yle ortaya çıkmış bir zihniyet ve görüş değildir.
Çünkü bu zihniyet, dönem dönem farklı isimler kullanılarak, 2. Grup’la
başlayan muhalif akımın omurgasını oluşturmuştur.
uygulanmaya başladığında, İslami hareket, daha önce ifade ettiğimiz gibi sağ cephesinde yer almaya başladı ve sistemle bir uyum süreci girdi. Bunun en iyi örneği, son dönemde yapılan Hizb-u Tahrir örgütüne ait üyelerin polisin tarafından tutuklanmasıdır.
141
4.2.1. Türk Siyasi Sisteminde Demokrat-Muhafazakarlığın
Serüveni
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, demokrat-muhafazakâr kimliğiyle Türk
siyasi sahnesine çıkmasının, kökleri 1920’lere dayanır. Liberal-muhafazakâr
kimliğin tohumlarını da Ahrar Fırkası ile başlayan siyasi oluşumda
buluyoruz383. Bu anlayışa 2. Grup’ta da rastlanmaktadır. Müslüman kalarak
kalkınabilmek ya da dindar kalarak dünya konjonktürüyle uyum
sağlayabilmek. Çok partili hayata geçişte ilk demokrat-muhafazakâr anlayışı
Milli Kalkınma Partisi’nde görüyoruz. Milli Kalkınma Partisi’nin kurucuları,
daha önce belirttiğimiz gibi, Hüseyin Avni Ulaş ve Rıfat Cevat Atılhan’dır.
Atılhan, 27 Ağustos 1951 tarihinde "İslam Demokrat Partisi"ni kuruyor.384
Parti isminden anlaşılıyor ki, İslam ve demokrasiyi sentezlenmeye çalıştı385.
Muhafazakâr demokrat ideolojinin "ilk uygulaması"nı Demokrat Parti
döneminde görebiliyoruz. Çünkü Demokrat Parti, İslamî Hareket’tekileri
toplarken Liberalleşmeye yönelik adımlar da attı. 12 Eylül’den sonra, Türk
383 Dr. Abdullah Manaz, a.g.e, s.273. 384 Çalışmamız bakımından Atılhan’ın kuruduğu parti önemlidir. Parti’nin programına bakıldığında şunlar dikkat çekmektedir: "Maddi ve manevi ölçülerle ve bütün mana ve şümuliyle Türk milletini medeni alemde mümtaz ve tarihi ile şerefli mazisine layık bir refah ve ümran seviyesine çıkartmak ve Türk vatanını en ameli ve yapıcı sistemlerle ve çezri çalışmalarla baştan başa imar etmek. İslam Demokrat Partisi bu bakımdan hiçbir taviz ve fadakarlık mevzuu yapmayacağını bildirdiği şu umdelere dayanmaktadır: 1. Türk milletini tarihe bağlamak, 2. CHP’nin altı umdesi olarak Anayasa’ya girmiş olan demokrasiye zıt bütün kanunları bir anda kaldırmak, 3. Türk milletinin arzu ve temayüllerine, karakterine ve menfaatlerine uymayan, mana ve medulleri açıkça anlaşılmayan, bir çok tevil ve tefsirlere yol açan umde ve prensiplerin kanun yoluyla ve milletin iradesiyle kaldırılmasına çalışmak, 4. Vicdan hürriyetinin bütün şümüliyle kabülü, 5. Komünizm ve farmasonluk gibi gizli ve ihtilacı kuvvetlerin faaliyetini kat’ı surette kuvvetler ayrılığı prensibini ve seçim sisteminde tadilatı derpis etmektedir… …Ticaret mutlak surette serbest olacak, bütün tahditler kaldırılacak…" (Kaynak: Tarik Zafer Tunaya, a.g.e, s. 743-744). Atılhan’ın komünizm ve masonlukla ilgili görüşleri Erbakan’ın görüşleriyle büyük bir ölçütte örtüşmektedir. Yani İslam Demokrasi partisinin milli görüşün/dinsel görüşün öncülüğünü yaptığını söyleyebiliriz. 385 Sadık Albayrak, a.g.e, 26.
142
devleti, Batı’ya, neo-liberalizm386 politikalarının uygulanacağı güvencesini
verdi. Bu politikalar, ilk etapta Turgut Özal döneminde hayatta geçirildi. Özal
döneminde, demokrat – muhafazakâr anlayış inşa edilmeye başlandı. 1980’lı
yıllarda kurulan Birlik Vakfı’nın kuruculardan İsmail Kahraman, Birlik Vakfının
"Yenilikçi-Demokrat-Muhafazakar" özellikler temelinde yükseldiğini ifade
etti.387
Erbakan 1996 yılında Focus dergisinde verdiği demeçte, "Avrupa’da
Hıristiyan-demokratlar varken, neden Türkiye’de Müslüman–demokratlar
olmasın", diyerek yapılmak isteneni çok açık ifade etmiş oldu. Bugün bu
anlayış, Adalet ve Kalkınma Partisi ile sürdürülmekte ve bu anlayış
doğrultusunda yeni mevziler kazanılmaktadır.
4.2.2. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Demokrat-Muhafazakârlık
Açılımı
Adalet ve Kalkınma Parti Genel Başkan Yardımcısı Nihat Ergün
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin siyaset akademisinde yaptığı konuşmasında
demokrat-muhafazakâr ideolojiyi anlamlandırmaya çalıştı. Ergün’e göre
"muhafazakarlık, devrim yoluyla değil, tedrici yoluyla yani bazı değerleri
koruyarak değişmektir. Muhafazakâr değerlerin korunabilmesi için siyasi
otoritenin meşruiyet kaynağı, millet iradesi ve milletin rızası olmalıdır."388
"Devlet gücünün sınırlı-kontrol altında" olması gerektiğini söylerken ancak
386 Belirtilmesi gereken bir nokta şudur: Post-modern dönem, neo-liberalizmin girişiyle ortaya çıkan bir kavramdır. Türkiye’de neo-liberalizm, Reaganizm, Thacherizm ve Özalizm’e esittir. Çünkü neo-liberalizmin temel unsurlar (minimal devlet/adem-i merkeziyetçilik, küçük ve orta ölçekli esnafın/orta direğin palazlanması, dinin yükselişi) Özal dönemiyle palazlanmıştır. 387 09/10/2009 tarihinde, İsmail Kahraman ile mülakattan. Vurgu bize ait. 388 Geleneklerle bağlantıyı kesip atmayı amaçlayan Cumhuriyet projesinin batıcı devrimciliğine karşı kültürel/dinsel muhafazakarlık ve demokratlık da devletin toplum mühendisliği yaparak halkı modern/laik yaşam tarzına zorlanmasına karşı halkın yanında yer alma tutumudur.
143
"hukuk389 yoluyla bireyin, devletten korunabileceğini savundu."390 Benzer
ifadeler Adalet ve Kalkınma Parti programının siyasal kimlik kısmında da yer
almaktadır391.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, görüldüğü gibi, demokrat-muhafazakâr
kimliği büyük bir ölçüde milli görüş ideolojisiyle benzeşmektedir. <imdi Adalet
ve Kalkınma Partisi’nin demokrat-muhafazakâr kimliğini biraz açalım.
Türkiye’deki temel kavramlar Batı’ya göre anlamlandırılamaz. Türkiye’ye
özgü iç dinamiklerinden beslenen anlayışı, Türkiye zemininde açıklarsak
daha anlamlı olur. Özetle, AK Partililere göre, demokrasinin Türkiye’de iki
anlamı vardır: Birincisi, liberalizmin ve bireyselliğin öne çıkmasıdır. Burada
bireysellik temelinde din ve vicdan hürriyeti kastediliyor. İkincisi, sermaye
girişinin daha da kolaylaştırılması ve yerel toplumlardaki dinamikler
geleneksel değerlere bağlı kalmayı sürdürürken, liberal toplum dinamiklerini
serbest bırakmaya dayanıyor. Bu ikisinin sentezi Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin ideolojisini özetlemektedir. Bu ideolojinin esas çekirdeği olan milli
görüş-dinsel görüş geleneğini sürdürüyor. Yani Adalet ve Kalkınma Parti
programında yer aldığı gibi, "özellikle demokrasi, hukuk devleti, laiklik ve
insan hak ve özgürlüklerine vurgu yapmaktadır. Serbest piyasa ekonomisi ve
dünya sistemiyle bütünleşen rekabetçi bir iktisadi anlayış savunulmaktadır.
389 Bilim ve Hukuk alanında uluslararası arenada yaşanan değişimler (post-modern söylem, yumuşayan laik politikalar, kültürel haklara yapılan hukuki vurgu vb) Cumhuriyet döneminin aksine İslamcı siyasetin evrensel hukuka sarılmasını mümkün hale getirmiştir. (Ama başörtüsü konusunda AHİM’in olumsuz kararını beklemiyorlardı ve hayal kırıklığında uğradılar. O zaman Tayyip Erdoğan, "hukuk" demedi, "ulemaya sorsalarmış" dedi yani çağdaş hukuk işlerine geldiğinde yüzlerini ulemaya dönebiliyorlar. Ama hukuka yapılan vurgunun bir anlamı da, arzuladıkları değişimi/dönüşümü hukuk kurallarını zorlayarak yapma amacında olduklarıdır. 390 7 Aralık 2005, AKP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Ergün’ün AKP akademisinde yaptığı konuşmasından. 391 www.akp.org.tr/arge.
144
Devletin özellikle mağdur ve muhtaç kesimler üzerinde sosyal politikalar
sürdürmesi gerektiğine inanılmakla birlikte, özel sektör, gönüllü kuruluşlar
ve sivil toplum kuruluşları ön plana çıkartılmaktadır."392
392 Dr. Yalçın Akdoğan, a.g.e, s. 13.
145
SONUÇ
Çalışmamızda Türkiye’de gerçekleştirilmekte olan sosyo-ekonomik ve
sosyo-politik dönüşümlerden söz ettik ve bu dönüşümlerin yapılma biçimini
izah etmeye çalıştık. Adalet ve Kalkınma Partisi ile 2. Grup arasında
belirlediğimiz süreklilik, 1980 sonrasının neo liberal politikalarının Türkiye’de
hayata geçirilmeye başlandığı ve bu projenin sürdürülmesinin İslami
hareketle bütünleştiği süreçte bir dönüşüm şeklini almıştır.
Fakat önce sormalıyız, ‘Türkiye’de bir dönüşüm nasıl gerçekleştirilebilir
veya hangi koşullar altında bir dönüşüm ortaya çıkabilir?’ diye. Bu çalışmada
benimsenen görüşe göre, Türkiye gibi güçlü devlet geleneğinin olduğu
toplumlarda dönüşüm uluslararası konjonktürün değişimiyle başlar ve sonra
devlet bu dönüşümü toplumun bütün kesimlerine yansıtır. Burada belirtilmesi
gereken önemli bir nokta var: Bu dönüşüm yepyeni bir devletin inşasıyla
gerçekleştirilmiyor. Mevcut devlet kendini dönüştürüp uluslararası
konjonktüre uyum sağlıyor. Ondan sonra, "yeni" uluslararası konjonktüre
uygun iç dinamikler harekete geçirilyor ve dönüşüm süreci başlamış oluyor.
Bu dönüşüm, 1980 sonrası, Türkiye’de neo-liberal politikalar uygulanmaya
başladığında, hızlı bir şekilde gerçekleşmeye başladı. Bunu, çalışmamızda
belirttiğimiz gibi, 1987 yılından sonra yapılan bütün Anayasa393
değişikliklerinden ve parti programlarından çok net görebiliyoruz. Neo-
liberalizm, anti-komünizm, devletin gücünü sınırlayıp kapitalizmin her yere
girmesi, minimal devlet anlayışı, adem-i merkeziyetçilik, dine önem verilmesi
gibi özelliklerin vurgulanması Türkiye için "yeni" bir paradigma oluşturan
393 Anayasa’yı kriter olarak aldık, çünkü Anayasa, bir devletin rejim haritasını oluşturuyor.
146
sosyo-kültürel ve sosyo-politik öğelerdir. Osmanlı İmpartorluğu’nda olduğu
gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nde de, dinin, toplumun sosyo-kültürel yapısını
belirleyen en temel unsur olduğunu söyleyebiliriz. Bizim konumuz
bakımından, din, sosyo-kültürel yapının belirleyicisi olarak, sosyo-ekonomik
yapıyla eklemlendi. Bunun en iyi örneği Anadolu sermayesidir. Özellikle neo-
liberalizm olgusu Türk ekonomi sistemini etkilerken, sosyo-ekonomik alanda
İslami hareketi destekleyen ve İslami hareketin ekonomik omurgası olan
Anadolu sermayesinin örgütlenmesine neden olmuştur. Ve 90’lı yıllarda, bu
örgütlenme MÜSİAD’ın kuruluşuyla doruk noktasına ulaşmıştır. Durum böyle
şekillenirken, 2001’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşuyla, sosyo-
politik yapıda da görünürlük kazandı ve 2002 seçimlerinde Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte, siyasi iktidara taşındı. Adalet
ve Kalkınma Partisi bu sosyo-ekonomik, sosyo-politik dönüşüm sürecinin bir
sonucudur.
Çalışmamızda, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ideolojisi ve tarihsel
kökleri ele alındı: Partinin 1. BMM’sinde yer alan ikinci gruba dayandığı ileri
sürüldü. Bir başka ifadeyle ikinci grup zihniyeti yok olmadı, tersine çok partili
hayata geçildiğinde ve özellikle Marshall planı kabul edildikten sonra
güçlenerek varlığını ortaya koydu. Bazi düşünürlere göre, Marshall planı,
"Trunan doktrininin mayıs 1947 tarihinde kabul edilmesinden sonra,
Amerika’nın askerî ve iktisadî yardımı, dış emniyetmizi büyük ölçüde temin
edip kuvvetlendirmişti. Bu tarihten itibaren, demokratik rejim alanındaki
başarılarımız, büyük gelişmeler kaydetti".394 Amerikalılar, Türkiye’deki
394 Giritlioğlu, a.g.e, s. 164.
147
devletçilik anlayışından memnun değildiler çünkü ülkeyi yabancı sermayeden
ve özel teşebbüsten mahrum bırakıyordu.395 Yani, bireyselleşmeyi
desteklemiyordu. Oysa, kendi ilkelerini, kendi projelerini cesaretle hayata
geçirebilen, kendisine ait "fikir"leri olan girişimci bireyler, toplumsal
dinamizm içinde yer bulmalıydı. Bu çerçevede Osmanlı’dan başlayan ve
Cumhuriyet’le sürdürülen her şeyi devletten bekleyen anlayış yıkılırken,
"Kutsal Devlet", "Devlet Baba" anlayışı da sorgulanmaya başlandı. Bu
anlayış ilk sarsıntılarını Özal döneminde yaşamış ve Adalet ve Kalkınma
Parti’si döneminde de doruk noktasına çıkmıştır.
Bu süreçte, belirtildiği gibi, bireyin girişimci ruhu dünyadaki gelişmelere
de paralel olarak öne çıkarılmıştır. 1980 sonrası, ekonomik bağlamda, özde
modern toplumların ürünlerinin kullanılmasına dayalı bir toplumsal yaşam
tarzı belirdi; insanların yaşam biçimleri ve görüntüleri modern toplumlarla
benzeşmeye başladı.
Dönüşen-evrimleşen Türk siyasi yaşamı içerisinde yaşanılan
demokratikleşme İslami harekete yaradı ve günümüze kadar hareketin daha
örgütlü bir şekilde kendisini güçlendirmesini sağladı. Bu demokratikleşme
süreci, her ne kadar "kesinti"ye uğradığı imajı verse de, İslami hareket için bir
fikri atılım ve güçlenme fırsatı olup hareketçe sistemle sağlanmak istenen
uyumu beraberinde getirmiştir. Bu uyum, 1980 sonrası, neo-liberalizmle
birlikte daha belirgin hâle gelmiştir ve oluşmakta olan yeni paradigmada,
muhalifler, iç siyasetteki söylemlerini (demokrat-muhafazakâr ideoloji),
giderek kitleselleştikleri bir ortamda sürdürürken dış konjonktüre de 395 Max Weston Thornburg, Graham Spry, George Soule, Türkiye Nasıl Yükselir, Nebioglu yayınevi, ty, İstanbul, s. 172, 187.
148
eklemlemek suretiyle, yenilikçi bir anlayış olarak ortaya çıkmışlardır. Bu
yenilikçi anlayış, İslami hareket için bir tartışma odağı haline gelmiştir. Bunu
Erbakan’a yönelik iç muhalefette çok net görebiliriz. Nitekim, 1993 yılından
itibaren Erbakan "milli"lik anlayışında bir değişikliğe gidiyor; serbest piyasayı
ve özel sektörü öne çıkaran bir anlayış ve söylem sergiliyor. Erbakan’ın bu
yenilikçi söylem ve tutumu, Adalet ve Kalkınma Parti’si misyonunun
çekirdeğini oluşturmuştur.
Çalışmamızda, sosyo-ekonomik dönüşümünden söz ettik. Ulus-devlet
anlayışının içinde barındırdığı ekonomik yapılar Türkiye’de de benimsenmiş
ve bu yapılar gereği, ticaret ve sanayi burjuvazisini devletin desteğiyle
oluşturma ihtiyacı duyulmuştur. 1950’li yıllara kadar toplum ağır aksak da
olsa kapitalizme yönelmiştir; yani devlet kapitalizmi anlamında Türkiye, Batı
toplumu olma yoluna girmiştir.
80’lı yıllara gelindiğinde ise, devlet kapitalizmine karşı küçük ve orta
ölçekli işletmeler harekete geçiyor; MÜSİAD ve onun temsil ettiği Anadolu
Sermayesi, 90’lı yıllarda devlet destekli kapitalistlere karşı varlılıklarını
göstererek rekabete giriyorlar. 2000’li yıllarda ise, devlet destekli kapitalizme
geçip kendilerine bağımlı sınıf ve taban desteği ile 2002 yılında siyasal
iktidara ulaştırıyorlar. Bu noktada, ekonomi konusunda Erbakan’ın İslami
"Milli Görüş" anlayışından, Erdoğan’ın İslami "serbest piyasa" anlayışına bir
geçiş gözlemleyebiliyoruz. Erbakan, ufki devletçilik modelini savunuyordu.
Yani devlet destekli, bir milli ekonomi içinde herkes için refahı amaçlıyordu.
Erdoğan ise, ancak serbest piyasa ekonomisinin ilkelerini benimseyip
149
dışlanan kesimlere ekonomiden pay vererek ülkenin genel refahını
yükseltmeyi amaçlamaktadır.
İslami kesimin sosyo-ekonomik yapı üzerinde artan etkisi sosyo-politik
alandaki belirleyiciliğini de beraberinde getirdi.396 Bu adım 1980 sonrası, neo-
liberalizmin kabul edilişiyle birlikte gerçekleştirilmeye başlandı. Bunu parti
programlarında ve Anayasa değişikliklerinde çok net görebiliriz. Adalet ve
Kalkınma Partisi birinci döneminde, yürütme erkine hakim oldu. İkinci dönem,
hem yasama hem de devletin kırımızı çizgilerinin yeniden çizildiği bir
dönemdir. Yani, 2002 öncesi, devletin söylemine göre Güneydoğu
sorunundan Kürt sorununa geçiş ve laiklik gibi temel konuların içeriği yeniden
tanımlanıyor. Söz gelimi, tek parti dönemindeki laikliğin içeriği bir ulus devlet
anlayışını temsil ederken, Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde laiklik
ilkesinin içeriği, uluuslararası konjonktürün dinamikleriyle endekslendiğini
söyleyebiliyoruz. Kanımızca, eğer, Adalet ve Kalkınma Partisi bir dönem
daha iktidarda kalabilirse, devletin yeni kırmızı çizgilerini belirleyecek, ve yeni
oluşacak herhangi bir oluşum da siyasetini bu yeni çizgiler üzerinden
yürütmek durumunda kalacaktır. Bir başka ifadeyle Türkiye’de, Adalet ve
Kalkınma Partisi döneminde, yeni bir paradigma inşa edilmektedir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Türkiye’de İslami hareket, ancak ve
ancak demokratikleşme (Amerikalılaşma) süreci içerisinde kendini ifade
edebildi ve güçlenebildi. Bu nedenle, bu süreçte her yönüyle Amerika’nın
kurumları benimsenmiş ve hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Örneğin
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin, başkanlık sistemine doğru
396 Sezgin, a.g.e, s. 13.
150
bir adım olduğunu söyleyebiliriz. Bu husus, Anayasa’nın 101. maddesinde
çok net ifade edilmektedir. Bu hayata geçirilirse, o zaman iki partili sistemden
söz edebiliriz. Bu ikili yapıyı oluşturacak partilerden birinin devletçi olmayan
liberal olarak "yenilikçiler" veya "demokratlar" olacağı aşikardır. Öbür siyasi
yapıda ise daha devletçi ve "muhafazakarlar" yer alacaktır.
"Muhafazakâr"’dan kastettiğimiz, 2002 öncesi devletin kırmızı çizgilerinin
muhafazasını isteyenlerdir.
151
KAYNAKÇA
TÜRKÇE KİTAPLAR
Akalin, Selçuk Uğur; Türkiye’de Devlet Sermaye İşbirliğinin
Ekonomi Politiği, İstanbul, Set Yayınları, 2002.
Akay, Ali; Postmodernizm, İstanbul, L&M Yayınları, 2005.
Akbal, İsmail; Milli Mücadele Döneminde Trabzon’da Muhalefet,
Trabzon, 2008.
Albayrak, Sadık; Türk Siyasi Hayatında MSP Olayı, İstanbul,
Araştırma yayınları, t.y.
Anadolu Sermayesi ve Ekonomideki Yeri, Editör: Dr. Ahmet Akman,
yy, Konya 1999.
Berkes, Niyazi; Türk Düşüncesinde Batı Sorunu, Ankara, Bilgi
Yayınevi, 1979.
Boratav, Korkut; 100 Soruda Türkiye’de Devletçilik, Yelken
Matbaası, 1974.
Boratav, Korkut; Türkiye İktisat Tarihi, İstanbul, Gerçek Yayınevi,
1995.
Bulaç, Ali; İslam Dünyasında Düşünce Sorunları, 4. Baskı, İstanbul,
1993.
Çağatay, Neşet; Türkiye’de Gerici Eylemler (1923’den bu yana),
Ankara, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1972.
Çapoğlu, Gökhan; Türkiye’de Siyasi Tıkanıklığı Aşmak İçin, Ankara,
Stratejik Araştırmalar Vakfı, 1994.
152
Doğan, D. Mehmet; Mağlubiyet İdeolojisinin Sonu, Ebabil Yayıncılık,
2007.
Doğan, Mehmet; Türkün Gücü Kaynağı: Devlet Baba Geleneği,
Ankara, Emel Matbaacılık, 1977.
Duman, Doğan; Demokrasi Sürecinde Türkiye’de İslamcılık, 1.
Baskı, İzmir, Dokuz Eylül Yayınları, 1997.
Eliacık, İhsan; İslam ve Sosyal Değişim, 2. Baskı, İstanbul, <afak
kitabevi, 1995.
El-Mevdudi, Ebu’l Âlâ; İslami Hareketin Dinamikleri, İstanbul, Nehir
Yayınları, 1986.
Erbakan, Necmettin; Maarif-İç Barış-Herkese Refah-Anahtar ve Milli
Görüş Temel Görüş, t.y.
Erbakan, Necmettin; Milli Görüş, İstanbul, Dergah Yayınları, t.y.
Erbakan, Necmettin; Türkiye’nin Meseleri ve Çözümleri, Program,
Ankara, Temmuz 1991, yy.
Erbakan, Necmettin; Türkiyenin Temel meseleleri ve Çözümleri,
Ankara, yy, 1991.
Ergil, Doğu; İdeoloji, Ankara, Sevinç Matbaası, 1986.
Erkilet, Alev; Orta Doğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler,
4.Baskı Hece yayınları, 2004.
Eroğul, Cem; Demokrat Parti (Tarihi ve İdeolojisi), Ankara, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1970.
Eroğul, Cem; Demokrat Parti: Tarihi ve İdeolojisi, 4. Baskı Nisan,
İmge Kitabevi, 2003.
153
Feroze, Muhammed; Laiklikte Aşırılılık ve Ilımlılık Türkiye’de İslam
ve Laiklik, İstanbul, İnsan Yayınları, 1995.
Fukuyama, Francis; Neo-Conların Sonu, Yol Ayrımındaki Amerika,
İstanbul, Profil Yayınları, 2006.
Gökberk, Macit; Felsefe Tarihi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1985.
Gürdoğan, Ersin; Görünmeyen Üniversitesi, 2. Baskı, İstanbul, İz
yayıncılık, 1991.
Heper, Metin; Türkiye’de Devlet Geleneği, Çev: Nalan Soyarık,
Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2006.
Heywood, Andrew; Siyaset, Ankara, Liberte Yayınları, 2006.
Husrev Tökin, Füruzan; Türkiye’de Siyasi Partiler ve Siyasi
Düşüncenin Gelişmesi, Elif Yayınları, t.y.
Hüsrev Tökin, Füruzan; Türkiye’de Siyasi Partiler ve Siyasi
Düşüncesinin Gelişmesi (1839-1965), İstanbul, Elif yayınları, 1965.
Kant, Emmanuel; Seçilmiş Yazılar, çev N. Bozkurt, İstanbul, Remzi
Kitapevi, 1984.
Kongar, Emre; 21. Yüzyılda Türkiye, 23. Basım, İstanbul, Remzi
Kitabevi, 1999.
Kotku, Mehmet Zahid; Tasavvufi Ahlak, 2. Kitap, 6. Baskı, İstanbul,
Seha Yayınları, 1991.
Köker, Levent; Modernleşme Kemalizm ve Demokrasi, 9. Baskı,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2005.
Kuruç, Bilsay; Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi, Ankara, Bilgi
Yayınevi, 1987.
154
Kuzu, Burhan; Neden Başkanlık Hükümeti, Türkiye’de Siyasi
Yapılanma ve Tem Siyasi Sorunlar sempozyum’dan, Ankara, Türk
Parlamenter Birliği-Toplumsal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı, 11-12
<ubat 2000.
Kuzu, Burhan; Türkiye İçin Başkanlık Sistemi, İstanbul, Fakülteler
Matbaası, 1997.
Laundau, J.M.; Türkiye’de Sağ ve Sol akımlar, 2. Baskı, Ankara,
Turhan kitabevi, 1979.
Lewis, Bernard; İslam’ın Siyasal Söylemi, Çev Ünsal Oskay, Ankara,
Phoenix Yayınevi, 2007.
Lewis, Bernard; Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev Fatih Taşar,
İstanbul, Rey Yayıncılık, 1993.
Manaz, Abdullah; 2 Siyasal İslamcılık: Türkiye’de Siyasal
İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul, IQ Kültür Sanat Yayınları, 2008.
Manaz, Abdullah; Dünya’da ve Türkiye’de Siyasal İslamcılık, İzmir,
Ulusal Birlik İçin Düşünce-Eylem Vakfı, 1998.
Mert, Nuray; Merkez Sağın Kısa Tarihi, 2. Baskı, İstanbul, Selis
Kitaplar, 2007.
Özbudun, Ergun; Çağdaş Türk Politikası, İstanbul, Doğan Yayınevi,
2003.
Özbudun, Ergun; Türk Anayasa Hukuku, 8. Baskı, Ankara, Yetkin
Yayınları, 2004.
Özdemir, <ennur; MÜSİAD: Anadolu Sermayesinin Dönüşümü ve
Türk Modernleşmesinin Derinleşmesi, Ankara, Vadi Yayınları, 2006.
155
S.,Tanju; Tepedeki Dört Adam, İstanbul, yy, 1978.
Sarıbay, Ali Yaşar; Türkiye’de Modernleşme Din ve Parti Politikası:
"MSP Örnek Olayı", Alan Yayıncılık.
Selim, Yavuz; Yol Ayrımı, Ankara, Hiler Yayınları, 2002.
Selmanpakoğlu, Ali Riza; Günümüz Türkçesi, 58inci Topçu Tugayı
Basım Evi, Burdur 1999.
Sencer, Muzaffer; Türkiye’de Siyasal Partilerin Sosyal Temelleri,
İstanbul, Gün matbaası, 1971.
Sencer, Muzaffer; Türkiye’nin Yönetim Yapısı, Alan yayıncılık, t.y.
Soysal, Mumtaz; 100 Soruda Anayasanın Anlamı, 11. Baskı,
İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1997.
Sönmezoğlu, Faruk; Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi,
İstanbul, Filiz Yayınları, 1995.
Taneri, Aydın; Türk Devlet Geleneği, 3. Baskı, Milli Eğitim Yayınları,
2004.
Tanör, Bülent; Kuruluş, İstanbul, Cumhuriyet Gazetesinin okurlarına
armağandır, y.y, 1997.
Tanör, Bülent; Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 8. Baskı,
İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2002.
Tapper, Richard; Çağdaş Türkiye’de İslam: Din Siyaset, Edebiyat
ve Laik Devlet, Çev: Özden Arıkan, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1993.
Teziç, Erdoğan; 100 Soruda Siyasi Partiler, Divan Matbaası, 1976.
Tunaya, Tarık Zafer; Türkiye’de Siyasal Partiler: Cilt 1. İkinci
Meşrutiyet Dönemi 1908-1918, İstanbul, Hürriyet Vakfı Yayınları, 1984.
156
Tuncer, Erol; 1946 Seçimleri, Ankara, TESAV Yayınları, 2008.
Yalçın, Soner; Hangi Erbakan, 6. Baskı, İstanbul, Su Yayınları, 1999.
Yetkin, Çetin; Karşı Devrim (1945-1950), 4. Baskı, Antalya, Yeniden
Anadolu ve Rumeli Mudafa-ı Hukuk Yayınları, 2006.
Yücekök, Ahmet; Türkiye’de Örgütlenmiş Dinin Sosyo-Ekonomik
Tabanı (1946-1968), Ankara, 1971.
Zaim, Sabahattin; Türkiye’nin Yirminci Yüzyıl
Toplum/İktisat/Siyaset 1. Kitap, Toplum Kalkınmasında "Güzel İnsan"
Örneği Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi Hazretleri, İstanbul, İşaret
Yayınları, 2005.
Zelyut, Rıza; Siyaset ve Din, İstanbul, Yön Yayıncılık, 1996.
Marx Karl, The Communist Manifesto 1848, Çev. Samuel Moore,
New York, 1978, Penguin.
Göçek Fatma, Burjuvazinin Yükselişi, İmparatorluğun Çöküşü:
Osmanlı Batılılaşması ve Toplumsal Değişme, (Çev. İbrahim Yıldız), Ayraç
Yayınları, 1999, Ankara.
Ömür Sezgin, Türk Kurtuluş Savaşı ve Siyasi Rejim Sorunu, 2.
Baskı, Ankara, İmge kitabevi, Kasım 2005.
Fahir Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin
Mevkii, Ankara, Ayyıldız matbaası, 1965.
Sabanci Üniversitesi, Birinci Meclis, Ed: Doç. Dr. Cemil Koçak,
İstanbul, Promat Matbaacılık, 1998, Ahmet Demirel, Birinci ve İkinci Anadolu
ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grupları.
157
Taner Timur, Osmanlı Mirası, Geçiş Sürecinde Türkiye, Derleyenler:
İrvin Cemil Schick, Ertuğrul Ahmet Tonak, 3. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul,
Ocak 1998.
Luis Althousser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, 1. Baskı,
İthaki yayınları, İstanbul 2003.
Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmın Ruhu, 1. Baskı, Hil
yayınları, İstanbul 1985.
Max Weber, Sosyoloji Yazıları, Hürriyet Vakfı yayınları, İstanbul,
1987.
Sabri Ülgener, Dünü ve Bugünü ile Zihniyet ve Din, Der yayınları,
İstanbul 1981.
Max Weston Thornburg, Graham Spry, George Soule, Türkiye Nasıl
Yükselir, Nebioglu yayınevi, ty, İstanbul.
Ayın Tarihi, Mart 1947, S. 160.
Başkaya, Fikret; Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına, Ankara, Birlik
Yayınları, 1986.
Ulugay, Osman; 24 Ocak Deneyimi Üzerinde, Hil yayınları, 1984.
28 �ubat Postmodern bir Darbenin Sosyal ve Siyasal Analizi,
Birey yayıncılık, 2007.
Bayramoğlu, Ali; 28 �ubat Bir Müdahalenin Güncesi, , 2. Baskı,
İstanbul, Birey Yayıncılık, 2001.
Kazan, <evket; 10 yıl sonra 28 �ubat, Ekonomik ve Sosyal araştırma
merkezi (ESAM) yayınları, Ankara, 2008.
158
İNGİLİZCE KİTAPLAR
A., Heywood; Politics, London, Macmillan, 1997.
Barry, Norman P.; The New Right, New York, Croom Helm 1987.
Dictionary of Sociology, Ed David, Third Edition, Jary and Julia Jary,
Harper Collins publishers, 2000.
Eisenstadt, S. N.; Protest and Change, Englewood Cliffs, N. J.,
Prentice-Hall, İnc, 1956.
Kautsky, John H.; The Political Consequences of Modernization,
New York, John Wiley and Sons İnc, 1972.
Lane-Pool, Stanley; The Story of Turkey, New York, G. P. Putnam’s
Sons, 1893.
O’ Sullivan, Contemporary Political İdeologies: Conservatism, 2.
Edition, İn R. Eatwell & A. Wright, London and New York: Pinter, 1999.
YUNANCA KİTAPLAR
Μπαµπινιώτης Γεώργιος, Λεξικό της Νεας Ελληνικής Γλώσσας, 2.
Έκδοση, Αθήνα, Κέντρο Λεξικολογίας, 2002.
Παυλίνα Νάσιουτζικ, Αµερικάνικα Οράµατα Στη Σµύρνη τον 19ο
Αιώνα, Αθήνα, Βιβλιοπωλειο Εστία, 2002.
PARTİ YAYINLARI
159
Adalet Partisi, seçim beyannamesi 1973.
D.Y.P İktidar yolunda, Ankara Doğru Yol Partisi Basın ve
Propaganda başkanlığı, 16 Kasım 1988.
Anavatan Partisi, 6 kasım 1983 Seçim beyannamesi.
Erbakan, Necmettin; Erbakan Diyor Kip, MSP Gençlik Teşkilatı
Yayınları, ty.
Erbakan, Necmettin; Erbakan’ın Konuşması, MSP Gençlik Teşkilatı
Yayınları.
TEZLER
Ulaş Altun, Marshall Yardımı ve Türkiye, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans tezi, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara 2007.
Tekin <eker, Demokrat Parti Dönemi Din Politikaları (1950-1954),
yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Dumplupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Kütahya 2006.
Özlem Yonar, Avrupa Birliği 2004 Genişlemesinin KOBİLER
Üzerindeki Olası Ekonomik Etkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü Siyaset
Bilimi ve Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı Avrupa Birliği Yüksek Lisans
Programı, Ankara 2006.
Christos Teazis, MHP ve MHP’de Devlet Bahçeli Dönemi,
yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi (Siyaset Bilimi) Ana Bilim Dalı,
Ankara 2001.
160
Kürşad Korkmaz, Soğuk Savaş Sonrası Amerikan Dış Politikasının
Teorik Temelleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı.
161
MAKALELER VE KİTAP BÖLÜMLERİ.
Abdullah Manaz, Dünya’da ve Türkiye’de Siyasal İslamcılık, , Ulusal
Birlik İçin Düşünce-Eylem Vakfı, İzmir 1998.
Ali Bulaç, Hadis’te "Millet"- 1, 1400 Hicret: Cemaat’ten Devlete, ty, S:
14.
Ali Bulaç, Hadis’te "Millet"- 2, 1400 Hicret: Cemaat’ten Devlete, ty, S:
15.
Ali Yaşar Sarıbay, Milli Nizam Partisinin Kuruluşu ve Programının
İçeriği, İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, C.6, 2004.
Ali Yaşar Sarıbay, Türkiye’de Siyasal Modernleşme ve İslam, Toplum
ve Bilim, Bahar-Yaz 1985, S. 29/30.
Alparslan Işıklı, Milli Görüşün Temelleri, İktisad Dergisi, Aralık 1996,
S. 362.
Başvekil İsmet, Fırkamızın Devletçilik Vasfı, Kadro Dergisi, 22
Teşrinevvel 1932.
Burhanettin Duran, Cumhuriyet Dönemi İslamcılığı: İdeolojik
Konumları, Dönüşümü ve Evreleri, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce,
İslamcılık, 1. Baskı, İletişim Yayınları, , C. 6, 2004.
Cahid Okurer, Karakter Kahramanı: Hüseyin Avni, Hareket dergisi,
Nisan 1948, S. 14.
Cem Eroğul, Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945-1971, Geçiş
Sürecinde Türkiye, Derleyenler: İrvin Cemil Schick- Ertuğrul Ahmet Tonak,
3. Baskı, İstanbul, Belge yayınları, Ocak 1998.
Fahri Aral, Hayrettin Erkmenle DP Üzerine, Tarih ve Toplum.
162
Hürriyet Konyar, Çok Partili Hayata Geçiş Sürecinde, CHP’nin Laiklik
Politikasındaki Değişim, Tarih ve Toplum, Mayış 1994, S. 125, s. 295.
Kadır Mısıroğlu, Ali <ükrü Bey: Trabzon Meb’usu <ehid-i Muazzez,
Sebil Dergisi, 10 <ubat 1978, S. 111.
Lüfü Bornovalı, Partiler Karşısında Hüseyin Avni, Hareket Dergisi,
Mayis 1948, S. 15.
Lütfü Bornovalı, Hüseyin Avni Siyasi ve Ahlakı Sahsiyeti, Hareket
Dergisi, <ubat 1949, S. 24.
M. Emin Yaşar, Mehmed Zahid Kotku, Modern Türkiye’de Siyasi
Düşünce: İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul, 2004.
Mustafa Tekin, Ticanilik, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce:
İslamcılık, C. 6, 1. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004.
Nurettin Topçu, Hüseyin Avni ve Türk Demokrasisi, Bizim Türkiye
dergisi, 24 Mart 1948, S. 4.
Rasim Özdenören, Necip Fazıl Kısakürek, Modern Türkiye’de Siyasi
Düşünce İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul, C. 6, 2004.
Rüşen Çakır, Görüş hareketi, 6. Cilt, İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2004.
Ruşen Çakır, Milli Görüş Hareketi, İslamcılık, 1. Baskı, İstanbul,
İletişim Yayınları, C. 6, 2004.
<ennur Özdemir, Yeşil Sermaye Söylemi, Ekonomik Kurumlar ve
Terimler Sözlüğü, Ankara, Özgür Üniversitesi Yayınları, 2007.
<eref İba, TBMM İçtüzük Değişikliklerini Anlamı: 1996 Sonrasına
Bakış, Yasama dergisi, Temmuz-Agüstos-Eylül 2007, S. 6.
163
Tahsin Sınav, 1924 Anayasası’nın Getirdiği Siyasi Rejim ve O Günkü
İktisadi <artlar Arasındaki İlişkiler, Düşünce dergisi,.
Tevfik Çavdar, Birinci Meclis ve İkinci Grup, Mülkiyeliler Birliği
Dergisi, Nisan 1991, S. 130.
Yahya Sezai Tezel, Birinci Büyük Millet Meclisi Anti- Emperyalist
miydi? Chester Ayrıcalığı, SBF Dergisi, 1970, Cilt 25, S. 4.
Yahya Sezai Tezel, Birinci Büyük Millet Meclisinde Yabancı Sermaye
Sorunu: Bir Örnek Olayı, SBF Dergisi, 1970,C. 25, S. 1.
Yasın Aktay, İslamcıdaki Muhafazakar Bakiye, Modern Türkiye’de
Siyasi Düsünce- Muhafazakarlık, ed: Ahmet Çiğdem, C. 5, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2003.
Παυλίνα Νάσιουτζικ-Ρωµανού, Οι ιδεολογικές ρίζες της Αµερικάνικης
Εξωτερικής Πολιτικής, περιοδικό ΑΝΤΙ, 02/07/1999.
KÖ�E YAZILARI
Mehmet <evket Eygi, İslami Kalkınma Hareketi, Bugün Gazetesi,
20/06/1969.
Sami Adil, İslami Hareket ve Parti, İslami Hareket (Aylık Gazete),
20/07/1979.
Necmettin Erbakan, Milli Ruhu canlandırmak, Milli Gazete, 9/03/1973.
Hasan Aksay, Halk Oylaması, Milli Gazete, 31/01/1973.
Necmettin Erbakan-Hüsamettin Akmumcu-Hüseyin Abbas, Neden
Halk Oylaması, Milli Gazete, 6, 7, 8/04/ 1973.
Sultan Kara- Fehmi Çalmuk, Baskı Devleti Yerine Hizmet Devleti,
Vakit Gazetesi, 11/10/1993,
164
Arif Calban, Refah Partisi 4. Büyük kongreyle yeni bir sayfa açıyor,
Milli Gazete, 12/10/1993.
Umur Talu, Ampul Yandı, Sabah Gazetesi, 01/03/2007.
Aslı Aydıntaşbaş, "28 <ubat hesaplaşması", Sabah Gazetesi,
01/03/2007.
Murat Yetkin “Beni 28 <ubat AB’ci yaptı”, Radikal, 05/06/2005.
Mustafa Özcan, Adalet ve Kalkınma Parti, Kimin kopyası?, Yeni Asya
Gazetesi, 16/08/2001.
Sadullah Özcan, Hangisi yenilikçi?, Aksiyon dergisi, 04/08/2001, S.
348.
İbrahim Acar, Siyasette JET-PA Lobisi, Yeni Yüzyıl Gazetesi,
01/02/1999.
Kenan Akın, MSP genel idare kurulu’nun yarısı değişti, , Tercüman
Gazetesi, 17/10/1978.
Soner Yalçin, Not Defteri: Dünden Bugüne, İsim İsim Siyasal İslam’ın
Gizli Kasaları, Hürriyet Gazetesi, 21/09/2008.
Ubeydullah Gündüzalp, Gümüşhanevi Ziyaüddin Efendi Hazretleri,
İslami Hareket (Aylık gazete), 20 Temmuz 1979, Y.2, S. 17.
Mehmed <evket Eygi, Faizsiz Kredi, Bugün gazetesi, 6/01/1969.
Yavuz Donat, AKP’nin ekonometrik hesabı, Sabah Gazetesi,
11/08/2002
Yavuz Donat, MSP’DE Korkut Özal olayı, Tercüman Gazetesi,
20/10/1978.
165
Mehmet <evket Eygi, Kurucular Buyrsun, Bugün Gazetesi, 13
/04/1968.
Miyase İlknur, Siyasal İslamın Para ile Dansı-4: Avrupa’daki
Cemaatler, Cumhuriyet Gazetesi, 15/09/2008.
Hasan Aksay, Avrupa’daki İnsanımız VeB (2B), Akit Gazetesi,
04/01/2000.
M. <ahap Tan, Müslüman Anadolu Tüccarı, Bugün Gazetesi, 27
Ocak 1968.
Sabahattin Zaim, Dünya İslam Bankası, Sebil (Haftalık Gazete), 30
Mart 1979, S. 169
Hasan Celal Güzel, "Yeşil Sermaye"nin Serencami", Radikal
Gazetesi, 02/11/2006.
İlhan Selçuk, Dinci Bankacılık, Cumhuriyet Gazetesi, 11/12/1999.
Miyase İlknur, Siyasal İslamın Para ile Dansı-4: Avrupa’daki
Cemaatler, Cumhuriyet Gazetesi, Dizi, 15/09/2008.
Cüneyt Arcayürek, 12 Eylülle gelen İslamcı Patlama:Askeri Darbeden
sonra imam hatip okulları ve dinci yayınlar çoğaldı, Cumhuriyet Gazetesi,
23/03/1990.
Muhsin Öztürk, Türkiye Muhafazakarlaşmıyor, Aksiyon dergisi, , S.
707, 23/06/2008.
Sadullah Özcan, Hangisi yenilikçi?, Aksiyon dergisi, 04/08/2001, S.
348.
166
GAZETE HABERLERİ
Sanayi Davamız, Milli Gazete, 22/06/1973.
Referandum Hakkı Tanınmalı, Milli Gazete, 31/01/1973.
Yılın Adamının Hikayesi, Yankı dergisi, 3-9/01/1977, S. 303.
Odalar Birliği ele geçirmek için MASONLAR her çareye başvuruyor,
Bugün gazetesi, 7/08/1969, Haber.
MNP’nin kuruluş toplantısı, Bugün Gazetesi, 9/02/1970.
MNP’nin ilk teşkilatı Malazgirt ilçesinde KURULDU, Bugün Gazetesi,
12/02/1970.
Milli Nizam, Bugün Gazetesi, 28/01/1970.
Parti’nin programı için ayıca bakınız: Bugün Gazetesi 29/01/1970.
Mason ve Kızıllar DEVLET işinden atılacak, Bugün Gazetesi,
25/01/1971.
Diş Tortuları, Yeni şafak, 29/02/2008.
FP’de demokrasi yarışı, Yeni �afak Gazetesi, 10/02/2000.
"Yeşil Sermaye" Erdoğan’ı Seçti, Cumhuriyet Gazetesi, 23/07/2001.
Sermaye de Yenilikçi, Sabah Gazetesi, Haber, 04/06/2001.
Erbakan:«Anarşi AP zamanında çıktı», Milliyet Gazetesi, 16/10/1978.
MSP: Erbakan’a uyarı, Yankı dergisi, 23-29/10/1978, S. 197.
Hasan Mezarcı, Erbakan Müslümanları Böldü, Siyah Beyaz,
16/01/1996.
DPT Müsteşarı Özal: Hiçbir Hükümetin Politikasını müdafaa
mecburiyetim yoktur, Bugün Gazetesi, 24/04/1971.
167
"DPT, Üzerine düşen Görevini Yapmıştır", Bugün Gazetesi,
25/04/1971.
Özal Kurdu ANAP Yüceltti, Cumhuriyet Gazetesi, 25/03/1998.
Türkiye İslami Sermaye Kıskacında, Cumhuriyet Gazetesi,
19/10/2005.
İslami Sermaye, Milliyet Gazetesi, 09/12/1999.
İşte MGK’dan Çıkan Belge, Hürriyet Gazetesi, 01/03/1997.
Cumhurbaşkanını Halk Seçsin, Cumhuriyet Gazetesi, 31/03/1990.
Suskunluklar Sona Ermeli, Cumhuriyet Gazetesi, 12/09/2000.
CHP-MSP koalisyon protokolünün tam metni, Bugün gazetesi, 26,
27 ve 28/01/1974.
Milli Selamet Anahtarı Millete Huzur Getirecek, Milli Gazete,
12/05/1973.
N. Erbakan Partisini Kuruyor, Bugün Gazetesi, 24/01/1970.
Korkut Özal’ın MSP Genel Sekreter adayı olacağı bildiriliyor,
Cumhuriyet Gazetesi, 20/10/1978.
Yahudi Sömürüsüne Karşı, Müslüman Ülkelerle İşbirliği Yapalım,
Bugün Gazetesi, 24/04/1968.
ELEKTRONİK KAYNAKLAR
http://www.belgenet.com/dava/mnp_dava.html.
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/SPK/K2001/K2001-
02.htm.
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/SPK/K2008/K-2008-
2SPK.htm.
168
http://www.akparti.org.tr/haber.asp?kategori=9.
http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=hak&ayn=tam.
http://www.bbm.gov.tr/Forms/p_NewsAnouncementDetail.aspx.
http://netsiyaset.wordpress.com/2007/07/27/değişimi-erbakan-başlattı.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Devlet%C3%A7ilik.
http://www.belgenet.com/eko/yeniprogram_2001.html.
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tbmm_basin_aciklamalari_sd.aci
klama?p1=27182.
http://www.osmanlicaturkce.com/?k=cumhur&t=@.
http://www.belgenet.com/parti/program/dyp1998-1.html.
http://www.belgenet.com/parti/program/dyp2001-1.html
http://www.belgenet.com/parti/program/dyp1998-1.html.
http://www.belgenet.com/parti/program/dyp2001-1.html.
http://www.belgenet.com/parti/program/chp1994-1.html.
http://www.belgenet.com/parti/program/bbp.html.
http://www.belgenet.com/parti/program/bbp.html.
http://www.belgenet.com/parti/program/anap-1.html.
http://www.birlikvakfi.net/page.aspx?PageId=34.
http://www.akp.org.tr/arge.
MÜLAKATLAR
Sn. Giyasettin Karatepe ile, 10/07/2009 tarihinde.
Sn. Bahri Zengin ile, 21/08/2009 tarihinde.
Sn. Mehmet Bekaroğlu ile, 15/07/2009 tarihinde.
169
Sn. İsmail Kahraman ile 09/10/2009 tarihinde..
KONU�MALAR
Hüseyin Çelik’in, 4. Dönemindeki AKP siyaset akademisindeki
konuşması.
Abdullah Gül’ün, 4. dönemdeki AKP siyaset akademisindeki yaptığı
konuşması.
Nihat Ergün’ün, 4. Dönemindeki AKP akademisinde yaptığı
konuşması.
MECLİS TUTANAKLARI
TBMM Tutanak, Birleşim: 102, 10.05.1987, Oturum: 1.
TBMM Tutanak, Birleşim: 127, 22.06.1995, Oturum: 1.
TBMM Tutanak, Birleşim: 123, 14.06.1995, Oturum: 2.
TBMM Tutanak, Birleşim: 123, 14.06.1995, Oturum: 2.
TBMM Tutanak, Birleşim: 91, 14.04.1993, Oturum: 1.
TBMM Tutanak, Birleşim: 96, 28.04.1993, Oturum: 1.
T.B.M.M Tutanak, Birleşim: 36, 24.01.1949, Oturum:1
RESMİ BELGELER
Anayasa Mahkeme Kararları: Esas Sayısı: 1971/1 (Parti Kapatılması),
Karar Sayısı: 1971/1
170
Esas Sayısı: 1997/1 (Parti Kapatılması), Karar Sayısı: 1998/1, Karar
Günü 16/01/1998.
Esas Sayısı: 1999/2 (Siyasi Parti Kapatma), Karar Sayısı: 2001/2,
Karar Günü: 22/06/2001.
Esas Sayısı: 2008/1 (Siyasi Parti Kapatma), Karar Sayısı: 2008/2,
Karar Günü: 30/07/2008.
171
ÖZET
Bu çalışmada, “doğu” kökenli bir toplum olarak Türkiye’nin değişim ve
dönüşümlerini önemli ölçüde dış etkenlere bağlı olarak yaşadığı
varsayımından hareket edilmiştir. Bu çerçevede, Adalet ve Kalkınma
Partisi’nin merkeze oturmasında içsel dinamiklerin ve tarihsel sürekliliklerin
belirleyiciliğinin ne denli etkili olduğu araştırılmaya çalışılmıştır.
Tezin Birinci Bölümünde, Adalet ve Kalkınma partisinin kökleri ve
oluşumu ele alınmıştır. Bu bağlamda, Birinci Meclis’teki 2. Grup ile Adalet ve
Kalkınma Partisi arasındaki sürekliliklerin altı çizilmiştir.
İkinci bölümde ise, Anadolu sermayesinin gelişim süreçleri incelenip
bunun Adalet ve Kalkınma Parti’sinin ortaya çıkışındaki belirleyiciliği ortaya
konmuştur. Zira, bir partinin başarılı olabilmesi, ideolojik ve sosyo-politik,
kültürel unsurlar kadar iktisadi bir dayanağa da ihtiyaç duyar. Hatta, Marxist
bir pencereden bakacak olursak, iktisadi bir dayanağa öncelikle ihtiyaç duyar.
Üçüncü bölümünde, öncelikle Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda,
siyasi sistemin hangi unsurlara endeksli olduğu ortaya konulmuş; daha sonra
Adalet ve Kalkınma Partisi dönemi dahil 1980 sonrası süreç mercek altına
alınmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede, devletin kırmızı çizgilerindeki
değişmeler ele alınmıştır. Devletçi politikalardan uluslar arası sistemle
etkileşim içinde yeni bir paradigma olarak neo liberal politikalara geçiş ve üst
yapıda da farklı bir laiklik anlayışına geçiş ve Güney Doğu Anadolu
sorunundan ‘Kürt sorunu’na geçiş olarak özetlenebilecek bir çerçevede
yaşanan değişim özetlenmiştir.
172
Anahtar sözcükler: Adalet ve Kalkınma Partisi, Milli Görüş, Merkez sağ, Neo-
liberalizm, İslami hareket.
173
ABSTRACT
This study dwells upon the assumption that, Turkey as a “east
originated society” has lived its changes and transformations largely
depending on external factors. In this context, it is analyzed to what extent
the internal dynamics and historical continuity became determinent in
locating of Justice and Development Party in the center.
In the first part of the thesis, the roots and of formation Justice and
Development Party are dealt with. In this context, the continuities between
the Second Group in the First Assembly (I. Meclis) and Justice and
Development Party are underlined.
In the second part, the development processes of Anatolian capital
are analyzed and its detemining role in the emergence of Justice and
Development Party is established. Since, in order for a political party to be
successful, economic basis is needed as well as ideological, socio-political
and cultural factors. Indeed, the economic basis is primarily needed, if we
look from the Marxist perspective.
In the third part, the study brings up the factors to which political
system was linked when the Republic of Turkey was established; then, the
post-1980 period involving the era of Justice and Development Party was
considered with utmost interest. In this context, the changes in the red lines
of the state were dealt with. The shift from the statist practices towards
neoliberal policies as a new paradigm in accordance with the international
system, the transition to a different understanding of secularism (laiklik) in the
174
superstructure and the change that can be labeled as a transition from
Southeast Anatolian Problem to Kurdish Problem were summarized.
Key words: Justice and Development Party, National Vision, Center-
right, Neo-liberalism, Islamic Movement.