Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Siyasi Parti Kapatma Davaları
A) Giriş - · PDF file1 Yeni HMK gereğince; 1-Tespit Davaları 2-Belirsiz alacak ve tespit...
Transcript of A) Giriş - · PDF file1 Yeni HMK gereğince; 1-Tespit Davaları 2-Belirsiz alacak ve tespit...
1
Yeni HMK gereğince;
1-Tespit Davaları
2-Belirsiz alacak ve tespit davaları,
3- Kısmi dava
4-Belirsiz alacak davası ile kısmi dava arasındaki farklar, özellikleri
5- HMK da düzenlenen diğer dava çeşitleri
6- HMK yürürlüğe girmeden önce açılan davaların durumu
Av.Ünzile Küçüköner
A) Giriş: Yeni HMK ya göre dava çeşitleri,
1. Eda davası( m.105)
2. Tespit davası( m.106)
3. Belirsiz alacak ve tespit davası( m.107)
4. İnşai dava( m.108)
5. Kısmi dava( m.109)
6. Davaların yığılması( m.110)
7. Terditli dava( m.111)
8. Seçimlik dava( m.112)
9. Topluluk davası( m.113)
Olarak düzenlenmiştir.
Eski HMK döneminde, en büyük problemlerden birisi, dava açarken alacak miktarının belirli
olmadığı davalar idi(Özellikle haksız fiilden doğan tazminat davaları).
Bu tür alacak talebi ve davalarda, sakıncalarını en aza indirmek adına, alacağın bir kısmı için dava
açılmakta, bilirkişi raporu ile tüm alacak miktarı belirlendikten sonra da dava edilmeyen kısım için (karşı tarafın
kabulü olmaması halinde) dava ıslah edilmekte (dava önce ıslah yapılmamış olması şartı ile) veya bu kısım için
ayrı bir dava açılmakta idi.
Ancak bu halde;
*Açılan davada talep edilen miktarın yüksek tutulması durumunda, mahkemece belirlenen alacak
miktarı daha düşük olduğunda, reddedilen kısım için yargılama gideri ve karşı taraf vekalet ücretine mahkum
olma durumu ortaya çıkabilmekte idi.
*Alacak miktarının düşük tutulması halinde ise;.
-Alacağın dava edilmeyen kısmı için, dilekçede fazlaya dair hakların saklı tutulması gerekiyordu.
Aksi takdirde feragat edilmiş kabul ediliyordu.
-Ayrıca, alacağın dava edilmeyen kısmı için zaman aşımı durmayacağı için de, alacağın bu
kısmının zamanaşımına uğraması tehlikesi doğmakta, ıslahın da zamanaşımı süresi içerisinde yapılması
gerekmekte idi ve faize de ıslah tarihinden itibaren hükmedilmekteydi.
Yine eski HUMK döneminde;
Alacağın belirlenebilmesi için tek başına tespit davası açılabilmesi de mümkün bulunmuyor idi.
Yeni HMK’nın 105 vd. maddelerine bakıldığında, 9 ayrı dava çeşidinin tanımlandığı
görülmektedir. Yapılan bu tanımlamalar, 1086 sayılı HUMK da yer almamaktadır ve tasarının 111 vd.
maddelerinde yer alan dava çeşitlerinden de çok farklıdır. Dava çeşitlerine ilişkin bir sınıflandırma ve buna
ilişkin hüküm HUMK’da yer almadığı için, öğretide ve yargı kararlarında değişik gruplandırmalar ve
tanımlamalar yapılmıştır. HMK bu farklılıkları önlemek açısından bu hükümler getirilmiş ve dava çeşitleri
açısından da ilk kez sistematik bir düzen konulmuştur. 1 Kanunda dava çeşitleri sınırlı sayım olmamakla birlikte
tek tek düzenlenmiştir.2
1 Av. Ender Dedeağaç-6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/6100_Sayili_HMK_Getirdikleri_ic.pdf 2 Prof. Dr. Muhammet ÖZEKES- HMK HUKUK YARGILAMAMIZA NEGETİRİYOR
http://www.izmirbarosu.org.tr/IzmirBaro/pdf/yayinlar/HMK-Brosur.pdf
2
HMK’nun 105-113 üncü maddeleri; dava çeşitlerini düzenlemektedir. HMK’nda, sırasıyla eda
davası (m.105), tespit davası (m.106), belirsiz alacak ve tespit davası (m.107), inşaî dava (m.108), kısmî dava
(m.109), davaların yığılması (m.110); terditli dava (m.111); seçimlik dava (m.112) ve topluluk davasına (m.113)
ilişkin hükümler konulmuştur. HUMK’nda yer almayan bu hükümler yenidir.3
Yeni HMK md.106 ile Tespit davası kanuni düzenlenmeye tabi tutulmuş 4 alacağın
belirlenebilmesi için tek başına tespit davası açılabileceği hükmü getirilmiş, HMK md.107 ile yeni bir dava
çeşidi olarak Belirsiz Alacak davası düzenlenmiş, HMK md.109 ile kısmi dava açılabilmesinin koşulları
sayılmış ve diğer dava çeşitleri de kanunda belirtilmiştir.
Ancak, Yeni HMK yürürlüğe girdiği tarihten ( 1/10/2011) bugüne kadar uzunca bir zaman
geçmesine rağmen, uygulamada dava açarken, davanın ne şekilde nitelendirileceği, talebin nasıl adlandırılacağı,
dava ve taleplere göre hangi tür davanın açılması gerektiği, hangi halde tam dava hangi halde kısmi dava
açılacağı, hangi tür alacaklar için belirsiz alacak davası açılabileceği, belirsiz alacak davası ile kısmi davanın
farkı vb. konularında hala tereddütler vardır. Ayrıca yanlış dava tipinin seçilmesi halinde, hukuki yarar yokluğu
sebebiyle davanın usulden reddedilmesi ihtimalinin bulunması da endişe vermektedir.
Bu çalışma ile, yeni HMK ile gündeme gelmiş olan ve uygulamada özellikle tereddütler yaratan;
1- Tespit Davaları
2-Belirsiz alacak ve tespit davaları,
3-Kısmi dava
4-Belirsiz alacak davası ile kısmi dava arasındaki farklar, özellikleri
5- HMK da düzenlenen diğer dava çeşitleri
6- HMK yürürlüğe girmeden önce açılan davaların durumu
Hususları yeni yeni oluşmaya başlayan içtihatlar ve hukuki kaynaklar ile aşağıda
değerlendirilmekte ve diğer dava çeşitleri hakkında da kısaca bilgi verilmektedir.
1-TESPİT DAVALARI ( HMK md.106)
Tespit davaları HMK md.106 ile düzenlenmiş olup, madde metninde “- (1) Tespit davası
yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte
olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.
(2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta
hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır.
(3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.” denmektedir.
HMK md.106 metnine göre tespit davası olarak nitelendirilebilecek davalarda;
- Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da
yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.
Madde gerekçesinde “Bu çerçevede, bir hakkın yahut hukukî ilişkinin varlığının ya da
yokluğunun yahut da bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesini hedefleyen davalara, tespit davası
denir. Tespit davaları, uygulamada sıkça müracaat edilen bir dava türüdür. Çoğu kere de bir geçici hukuksal
korunma türü olan delil tespiti kurumuyla karıştırılmaktadır. Bu genel tanımlama ile tespit davasının
hukukumuzda caiz olduğu ve delil tespitinden tümüyle farklı bir kurum olduğu hususuna, uygulamada duyulan
tereddüt giderilmek suretiyle açıklık kazandırılmıştır. ” denilmektedir.
3 Prof. Dr. Ejder YILMAZ-Yeni HMK’yla getirilen değişiklikler
http://www.muglabarosu.org.tr/upload/UserUpload/file/hmkyenilikler.pdf 4 Prof. Dr. Baki KURU- Prof. Dr. Ali Cem DURAK - HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNUN GETİRDİĞİ BAŞLICA
YENİLİKLER - İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 5 • Yıl: 2011 http://www.istanbulbarosu.org.tr/makaleler/hmk/bakikuru-alicembudak.pdf
3
“Madde metnine göre tespit davasının konusu hukuki ilişkilerdir. Bir belgenin sahte olup
olmadığının tespiti ile bu belgede gösterilen hukuki ilişkinin var olup olmadığı tespit edilmektedir. [KURU,
Baki/BUDAK, Ali Cem, Tespit Davaları, İstanbul, 2010, s. 86-87. ]”5
- Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken
korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır.
Madde gerekçesinde “kanunla belirtilen durumlar dışında tespit davası açan davacının, eda
davası ile inşai davalardan farklı olarak dava açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararının
bulunduğu hususunu açıkça ortaya koyması, bir şart olarak öngörülmüştür. ” denilmektedir.
Madde gerekçesinde “Maddenin birinci fıkrasında, tespit davalarıyla ilgili genel bir tanımlamaya
yer verilmiş ve İkinci ve üçüncü fıkralarında ise tespit davasının açılabilmesi için varlığı gereken şartların
neler olduğuna açıkça işaret edilmiştir. ” denilmektedir.
“Tespit davası da eda davası gibi bu güne kadar çok sık kullandığımız bir dava çeşididir. Bu dava
çeşidinin delil tespiti davası ile karıştırıldığı tasarının gerekçesinde belirtilmektedir. Gerekçeye göre bu dava, iki
ayrı yapıda açılabilmektedir. Daha önceki uygulamada da bu ikili ayrım bulunmakta olup bu güne kadar
bunlardan birini olumlu tespit davası diğerini ise olumsuz tespit davası olarak adlandırmaktayız. Kanımızca
bu adlandırma bundan böyle de devam edecektir. HMK’nın 106/2 maddesinde, tespit davası açılabilmesi için,
temel kural olarak, davacının “bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı” bulunması
koşulu aranmaktadır. Bu koşul tüm davalarda aradığımız bir koşul olmasına rağmen, bu dava çeşidinde özellikle
belirtilmiştir.”6
“Eda davası açılmaksızın taraflar arasında bir sözleşmenin olup olmadığının veya sözleşmenin
içeriğinin tespitinde taraflardan birinin menfaati olabilir. Örneğin, tarafların ortak kullanımında olan bir malın
mülkiyetinin kime ait olduğunun [Uygulamada özellikle bir taşınmaz üzerindeki ortaklığın giderilmesi davası
açılmasından sonra, taşınmazda bulunan muhdesatın kime ait olduğunun tespiti için dava açılmaktadır. Yargıtay, ortaklığın giderilmesi davası açılmamışsa, muhdesatın tespiti davası açmada hukuki yarar olmadığı görüşündedir, Y. 7. HD.
24.10.2003, 2703/3107; Y. 7. HD. 8.4.2005, 528/1042.]; kira ilişkisinin ne zaman bittiğinin; sözleşmedeki şartın
haksız şart niteliğinde olup olmadığının; belli bir faaliyetin rekabet yasağı oluşturup oluşturmadığının; işçinin
hastalığının işini görmesi bakımından tehlikeli olup olmadığının vs. tespitinde hukuki yarar vardır.[KURU/BUDAK,
s. 61 vd.] Bu şekilde tespit davası ile taraflar arasındaki hukuki belirsizlik giderilmekte ve hukuki barış
sağlanmaktadır. [KURU/BUDAK, s. 69]
Tespit davası kanunda açıkça öngörülmüş olabilir. Örneğin İİK m 72 deki menfi tespit davası;
HMK m 107/3 deki “belirsiz alacağın tespiti”; 506 sayılı SSK Kanunu m 79 “hizmet tespiti”[ KURU/BUDAK, s.
242 vd.] davası böyledir.
Kanunda öngörülenler dışında hukuken korunmaya değer güncel menfaat bulunması şartı
vardır. Kural olarak eda davasının açılmasının mümkün olduğu hallerde tespit davası açılmasında hukuki yarar
yoktur. Bir hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde şu üç şartın birlikte varlığı gerekir;
a)Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (halihazır) bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı,
b)Bu tehdit nedeniyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu husus davacıya zarar
verebilecek nitelikte olmalı,
c)Yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup, cebri icraya yetki vermeyen (icraya konulamayan) tespit
hükmü bu tehlikeyi kaldırmaya elverişli olmalıdır.[ YHGK 6.10.2004, 7-411/477, KURU/BUDAK, s. 89; Y. 7. HD.
8.4.2005, 528/1042.]
Buna göre satış parasının yarısının kendisine ait olduğunun [ Y. 4. HD. 1.11.2007, 2006/13273,
13333.]; bedel karşılığı eser sözleşmesinin feshinin haksız olduğunun Y. 15. HD. 19.1.2009, 2007/6339, 153.]; hizmet
akdinin haksız feshedildiğinin[ Y. 9. HD. 16.11.1982, 8141/8952.]; adi ortaklık ilişkisinin bulunduğunun[Y. 13. HD. 5.11.1982,
5 Av Nezih SÜTÇÜ- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1415.htm
6 Av. Ender Dedeağaç-6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/6100_Sayili_HMK_Getirdikleri_ic.pdf
4
5685/6590]; kamulaştırmasız elkoyma tarihinin[ Y. 18. HD. 14.3.1996, 1792/2595.]; arsa sahibinin kendisine
kalacak bağımsız bölümleri[ Y. 15. HD. 6.11.1998, 3707/4102, KURU/BUDAK, s. 138] tespitinde hukuki yarar
yoktur. Bu talepler taraflar arasındaki eda davasında dikkate alınacaktır.
Somut bir olay veya uyuşmazlık olmaksızın soyut hukuki sorunların tespit davasına konu edilmesi
de mümkün değildir. Örneğin, hiçbir somut uyuşmazlık olmaksızın, Devlet demiryollarının eşya taşımaya dair
genel bir yükümlülüğünün olup olmadığının tespiti istenemez. [KURU/BUDAK, s. 81 14]”7
HMK md.106 da düzenlenmiş olan Tespit Davası, HMK md.400 vd. maddelerinde
düzenlenmiş olan delil tespit talebi ile karıştırılmamalıdır.
HMK md.106 da düzenlenmiş olan tespit davası ile “bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının
ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi” istenebilecek olup,
Madde metninde açıkça “Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu
oluşturamaz” denilmektedir.
Madde gerekçesinde de “maddî vakıaların tek başlarına tespit davasına konu yapılamayacağı;
ancak bir hakkın yahut hukukî ilişkinin varlığının ya da yokluğunun belirlenmesi bağlamında tespit
davasına konu yapılabileceği hususu hüküm altına alınmıştır,
Maddî vakıaların tek başlarına tespiti isteniyor ise tespit davasına değil; delil tespiti kurumuna
başvurulması gerekecektir. ” denilmektedir.
Buna göre, HMK md.106 da düzenlenmiş olan Tespit Davalarının, Vakıanın tespiti amacıyla
istenebilecek delil tespiti talebi ile karıştırılmaması gerekmektedir.
Delil tespiti talebi HMK md.400 vd. maddelerinde düzenlenmiş olup,
Delil tespitinin istenebileceği haller başlığı ile HMK md.400 de” (1) Taraflardan her biri,
görülmekte olan bir davada henüz inceleme sırası gelmemiş yahut ileride açacağı davada ileri süreceği bir
vakıanın tespiti amacıyla keşif yapılması, bilirkişi incelemesi yaptırılması ya da tanık ifadelerinin alınması gibi
işlemlerin yapılmasını talep edebilir.
(2) Delil tespiti istenebilmesi için hukuki yararın varlığı gerekir. Kanunda açıkça öngörülen haller
dışında, delilin hemen tespit edilmemesi halinde kaybolacağı yahut ileri sürülmesinin önemli ölçüde zorlaşacağı
ihtimal dahilinde bulunuyorsa hukuki yarar var sayılır.” Denmiştir.
Burada bir hatırlatma yapmakta da fayda var. Eski HUMK dan farklı olarak yeni HMK da,İhtiyati
tedbirler de olduğu gibi, davadan önce yapılan delil tespiti konusunda da, “en seri ve en az masrafla delilinin
tespiti kabil bulunduğu” yer mahkemesine yetki veren HUMK m. 370 kuralı değiştirilmiş ve davadan önce
yapılacak delil tespit taleplerinin “esas hakkındaki davaya bakacak olan mahkemeden veya üzerinde kesif
yahut bilirkişi incelemesi yapılacak olan şeyin bulunduğu veya tanık olarak dinlenilecek kişinin oturduğu
yer sulh mahkemesi” olduğu kuralı benimsenmiştir(m. 401).8
“Maddi vakıaların tek başlarına tespiti isteniyor ise tespit davasına değil; delil tespiti kurumuna
başvurulması gerekir Örneğin trafik kazasına karışan araçtaki hasarın, yapılan inşaatın seviyesinin, tespiti vs.
tespit davasına konu olmazlar.
Tespit davası sonucu verilen hükümler, eda hükmü içermediklerinden, ilamlı takibe konulamazlar.
Hüküm fıkrasının yargılama giderlerine ilişkin bölümü ise, eda niteliğinde olduğundan ilamlı takibe konu
yapılabilir.[ KURU/BUDAK, s. 341]
Tespit davalarında harç ve yargılama giderlerinin ne olacağı konusunda açık bir yasal düzenleme
yapılması gerekmektedir. Yargıtay bazı kararlarında tespit davasının maktu harca tabi olduğunu
belirtmekteyken[KURU/BUDAK, s. 305-309.], bazı kararlarında eda davasının öncüsü niteliğinde olması nedeniyle
nispi harca tabi kılmaktadır.[ KURU/BUDAK, s. 309-310.]
Müspet tespit davası açılması ile zamanaşımı kesilir (TBK m 154/2) (BK m 133/2).[ KURU/BUDAK,
s. 311.] Menfi tespit davası açılmasının zamanaşımını kesip kesmediği tartışmalıdır.[ KURU/BUDAK, s. 312
vd.].Kanımızca, menfi tespit davası açılması ile zamanaşımı kesilmez. Çünkü, borçlunun borcu ikrar
7 Av Nezih SÜTÇÜ- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1415.htm
8 Prof.Dr.Baki Kuru-Prof Dr.A.C.Budak-HMK’nun getirdiği başlıca yenilikler-İstanbul barosu dergisi cilt 85 sayı 5 / 2011-
http://www.istanbulbarosu.org.tr/proje/dergi/5/index.html#/18/
5
niteliğindeki davranışlarının zamanaşımını kesmesi söz konusudur, inkar niteliğindeki davranışlarının değil !
(TBK m 154/1 ve BK m 133/1). Ancak, menfi tespit davasına alacaklının karşı koyması üzerine, TBK m 154/2
(BK m 133/2) uyarınca defi yoluyla mahkemeye başvurulması söz konusu olduğundan zamanaşımı bu başvuru
tarihi itibarıyla kesilir.[ KURU/BUDAK, s. 314.]” 9
“Tespit davasının kabulü halinde verilen hüküm, dava yoluyla ileri sürülmüş bulunan hakkın
mevcut olduğunu; reddi halinde verilen hüküm ise söz konusu hakkın mevcut olmadığını tespit eder. Her iki
durumda da, bu hükmün, ilgili hak açısından ilâmlı icranın (İİK m. 24 vd.) konusunu oluşturması mümkün
değildir. Bununla birlikte, müspet tespit davasının bir para (veya teminat) alacağına ilişkin olması halinde,
davanın kabulü üzerine verilen hükmü ihtiva eden ilâm İİK m. 68 anlamında belge sayılacağından, söz konusu
ilâma dayanılarak, borçluya karşı, İİK m. 42 vd. hükümleri çerçevesinde ilamsız icra yoluna gidilebilir.
Delil tespiti bir geçici hukukî koruma olup, tespit davası ile karıştırılmamalıdır. Tespit davası,
uyuşmazlık konusu olan bir hakkın veya hukukî ilişkinin var olup olmadığının tespiti ya da bir belgenin sahte
olup olmadığının tespiti amacıyla açılan davadır (HMK m. 106, I). Oysa delil tespiti, hukukî ilişkilerin tespitine
değil, uyuşmazlık konusu vakıalara ilişkin delillerin tespitine yarayan bir geçici koruma tedbiridir. Vakıalar tek
başına tespit davasının konusu olamazken (HMK m. 106, III), delil tespit yoluyla vakıaların ve delillerinin tespit
ettirilmesi mümkündür.
Tespit davası her şeyden önce adından da anlaşılacağı üzere, dar ve teknik anlamda bir davadır.
Tespit davası, uyuşmazlık konusu olan bir hakkın veya hukukî ilişkinin var olup olmadığının tespiti ya da bir
belgenin sahte olup olmadığının tespiti amacıyla açılan bir davadır (HMK m. 106, I). Vakıalar tek başına tespit
davasının konusu olamazlar. Örneğin, belirli bir zamanda ve yerde meydana gelen bir trafik kazasının veya
başka bir haksız fiilin tespiti için tespit davası açılamaz. Oysa delil tespiti bir dava değil, geçici hukukî koruma
tedbiridir. Delil tespitinin konusu hukukî ilişkiler de¤il, bu hukukî ilişkiler nedeniyle ortaya çıkan
uyulmazlıkların çözülmesi için gerekli olan vakıalar veya bu vakıalara ilişkin delillerdir. Örneğin, bir trafik
kazasında meydana gelen hasar miktarı, ileride açılacak tazminat davasına esas olmak üzere, delil tespitine konu
olabilir. Tespit davasında mahkeme tarafından tahkikat yapılabilmesi ve hüküm verilebilmesi için en az iki
tarafın bulunması ve taraflara tebligat yapılarak hukukî dinlenilme hakkı tanınması zorunludur. Buna karşılık
delil tespitinde de esas olan karşı tarafa tebligat yapılması ve haber verilmesi olmasına rağmen, talep sahibinin
haklarının korunması bakımından zorunlu ise, karşı taraf bilgilendirilmeden de (tebligat yapılmadan) delil tespiti
gerçekleştirilebilir. Bu durumda, karşı taraf, hukukî dinlenilme hakkını, tespit tutanağının kendisine tebliğinden
sonra süresi içinde itiraz yoluna başvurmak suretiyle kullanabilir. Tespit davasında karar verilebilmesi için
duruşma yapılmasıı zorunludur. Delil tespitinde ise, duruşma yapılmadan da delil tespitine karar verilebilir.”10
Emsal Yargıtay Kararları
T.C. YARGITAY 7.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/5151,Karar: 2012/1963,Karar Tarihi:
20.03.2012-“ÖZET: Duraksamadan belirtmek gerekir ki; bütünleyici parça niteliğinde olmayıp her
zaman için ana taşınmazdan ayrılması ve sökülüp götürülebilmesi mümkün olan şeyler muhtesat olmayıp teferruat niteliğindedir. Bu nitelikteki eşyalar yönünden aidiyet tespiti davası açılmasında
hukuki yarar bulunmadığı kuşkusuzdur. Bunun yanında; ortaklığın giderilmesi davası sırasında, taşınmazın satış bedelinin taşınmaz paydaşlarına
dağıtılmasına esas dağıtım cetvelinin düzenlenmesi için taşınmaza ve üzerindeki muhdesatlara ayrı ayrı değer biçileceği, muhtesat aidiyeti konusunda uyuşmazlık yoksa muhtesat bedelinin muhtesatı meydana getiren
taşınmaz malik veya maliklerine verilmesini sağlayacak şekilde oran belirlenip bu oran dahilinde satış bedelinin
paylaştırılmasına karar verileceği gözetildiğinde muhtesat değerinin belirlenmesinin ortaklığın giderilmesi davasına bakan mahkemenin görevine girdiği kuşkusuzdur. Başka bir mahkemenin
görevine giren bir konuda tespit kararı verilmesi yasal olarak mümkün bulunmadığı gibi, davacının hiçbir hukuksal sonuç doğurmayacak böyle bir istemle dava açmasında hukuki yararının varlığından da söz edilemez.
Hukuki yarar kamu düzenine ilişkin olumsuz dava koşuludur. Taraflarca öne sürülmese dahi mahkemelerce
dikkate alınması gerekir.
9 Av Nezih SÜTÇÜ- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1415.htm
10 Doç.Dr. Murat ATALI-MEDENÎ USÛL HUKUKU-http://eogrenme.anadolu.edu.tr/eKitap/HUK201U.pdf
6
Az yukarıda açıklanan hukuki olguların ışığı altında somut olaya gelince; toplanan delillerden davacının dava
dilekçesinde muhtesatların tespiti ile birlikte değerlerinin de tespitini istediği, kendisine aidiyetinin tespitini istediği seranın temelsiz, iskeleti çelik profilden oluşturulmuş yay çatılı, menkul eşya niteliğinde bir yapı olduğu
anlaşılmaktadır. Bu ve az yukarıda açıklanan hukuksal olgular gözetildiğinde davacının muhtesat niteliğinde olmadığı belirlenen seraya yönelik istemi ile değer tespiti isteminin hukuki yarar yokluğu nedeniyle
dinlenemeyeceği kuşkusuzdur.”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı T.C. YARGITAY 10.Hukuk Dairesi,Esas: 2010/9799,Karar: 2012/3613,Karar Tarihi:
01.03.2012-“ÖZET: Dava, geç ödenen yaşlılık aylıklarının ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyen faizleri
ile ödenmesi gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir. Somut olayda; davaya konu geç ödenen yaşlılık aylığı miktarının, aylıkların ödenmesi gereken tarihlerin, fiili ödemenin yapıldığı tarihin, yani faiz
başlangıç ve bitiş tarihlerinin ve nihayet yasal faiz oranlarının bilindiği tartışmasızdır. Yasal faiz oranlarının uygulanmasından ibaret faiz alacağı tam ve kesin olarak tespit edilebilir olduğundan ne
tespit ne belirsiz alacak ve tespit ne de kısmi dava açılması şartları bulunmadığı anlaşıldığından,
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun sistematiği açısından da hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.”
Kural olarak tespit davaları bir hak ya da hukuki ilişkinin mevcudiyeti ve içeriğinin belirlenmesi, eda davaları ise; <...davalının bir şeyi yapmaya, bir şeyi vermeye veya bir şeyi yapmamaya mahkûm edilmesinin
istendiği...> dava türü olarak tanımlanmakta olup, eda davaları davaya konu hakkın varlığına ilişkin bir tespiti ve buna bağlı edimin ifası hükümlerini içerir. Bu nedenle tespit davasının eda davasının öncüsü olduğu kabul edilir
ve kural olarak tespit davası açılabilmesi için hukuki yarar bulunmalıdır. Zira karar tarihinde yürürlükte bulunan
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu uyarınca; Kanundaki ayrık haller dışında ancak henüz şartları tamam olmadığı için açılamayan eda davası için ilerde hukuki ilişiğinin belli edilmesi bakımından kesin delil olarak
kullanılmak üzere ve bu hukuki çıkarla tespit davası açılabilir. Davacının açacağı faiz alacağı davasına temel olmak üzere bu davayı açtığı dilekçe muhteviyatından anlaşılmaktadır. Davacı eda davası açmış olsa idi; eda
davası(alacak) sonucunda verilecek hükmün tespite ilişkin bölümü ile bu dava sonunda verilecek
tespit hükmünün aynı olacağı, kesin hüküm etkisi bakımından da hiçbir fark bulunmayacağı muhakkaktır. Yani tespit davası ile istenen hukuki korunma, eda davası ile tamamen elde
edilebilecektir. Öyle ise bu davanın açılmasında hukuki yarar yoktur. Öte yandan; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
<Tespit Davası> başlıklı 106’ncı maddesiyle; <(1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir
belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.
(2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır.
(3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.> hükmü getirilmiştir. Söz konusu hüküm uyarınca tespit davası açmak isteyen davacı yönünden eda davasından farklı olarak korunmaya değer
hukuki yarar bulunduğunun ispatı şartı korunmuştur. Belirtilmelidir ki; hukuki ilişkinin henüz şartlarının tam
olarak oluşmaması nedeniyle eda davasının açılamaması ya da davalının varlığını iddia ettiği hukuki ilişki nedeniyle tehdit ve tehlike altında olması gibi durumlarda açılacak tespit davası ile hukuki korunma
sağlanabiliyorsa hukuki yararın varlığı kabul edilebilir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun <Belirsiz alacak ve tespit davası başlıklı> 107’inci maddesinde;
(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden
beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın
başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. (3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var
olduğu kabul edilir.> hükmü öngörülmüştür. Belirsiz alacak davası nitelik itibariyle bir tespit davasından çok eda
davasına yakındır. Zira talep bir alacağın ödenmesine ilişkindir. Ancak imkansızlık nedeniyle veya objektif kriterlere göre alacak miktarı dava tarihi itibariyle tam ve kesin olarak belirlenemediğinden, dava dilekçesinde
hukuki ilişki veya tespit edilebildiği ölçüde alacağın asgari miktarı gösterilerek, bu husus mahkemeden istenmektedir. Belirsiz tespit davasında da benzer şekilde dava konusu objektif kriterlere göre tam olarak
belirlenememekte, bu husus yine mahkemeden istenmektedir. Yargılamanın devamı sırasında alacak miktarı ya
7
da değeri belirlendiğinde de davacı, iddianın genişletilmesi yasağından etkilenmeksizin talebini artırabilecektir.
Ne var ki; anılan Kanun’un <Kısmi dava> başlıklı 109’uncu maddesindeki,
(1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.
(2) Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz. (3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hali dışında, kısmi dava
açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.> hükümleri nazara alınarak
baştan tespit edilmesi yine objektif olarak tespiti mümkün hallerde bu yola başvurulamayacak, yani belirsiz alacak ya da tespit davası açılamayacaktır. Zira alacağın miktarının açıkça belirli olduğu, taraflarca kolayca
belirlenebilir olduğu durumda ne kısmi dava ne de belirsiz alacak veya tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunduğundan bahsedilemez.
Somut olayda; davaya konu geç ödenen yaşlılık aylığı miktarının, aylıkların ödenmesi gereken
tarihlerin, fiili ödemenin yapıldığı tarihin, yani faiz başlangıç ve bitiş tarihlerinin ve nihayet yasal faiz oranlarının bilindiği tartışmasızdır. Yasal faiz oranlarının uygulanmasından ibaret faiz alacağı tam ve kesin olarak tespit
edilebilir olduğundan ne tespit, ne belirsiz alacak ve tespit ne de kısmi dava açılması şartları bulunmadığı anlaşıldığından, 6100 sayılı Kanun sistematiği açısından da hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın reddine
karar verilmesi gerekmektedir. Kabule göre; Mahkemece sadece davacının faiz alacağı bulunduğuna hükmedilmiş olup, alacak
miktarına ilişkin bir belirleme yapılmadığından, hükmün infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bu durumda yeniden
yargılama gideri ve vekalet ücreti takdirine neden olacak şekilde taraflarca yeni bir alacak davası açılması gerekeceğinden, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.”Sinerji Mevzuat ve İçtihat
T.C. YARGITAY 9.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/51609,Karar: 2012/1072,Karar Tarihi: 23.01.2012-“ÖZET: Davacı vekili, davacının Toplu İş Sözleşmesinden yararlanması gerektiğinin tespiti ile eksik
ödenen kısımların tahsiline karar verilmesini istemiştir...Temyiz aşamasında Hukuk Muhakemeleri Kanunu
yürürlüğe girdiğinden davacının isteminin bu kanun kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Zira davada, davacının istemi tespit yanında alacağın tahsilini de kapsadığından dava şartı olan <hukuki yarar>
belirsiz alacak ve tespit davası yönünden gerçekleşmiştir. O nedenle dava hakkında esas yönelik deliller toplanılarak, alınan bilirkişi raporu bir değerlendirmeye tabi tutulmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir.”
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı T.C. YARGITAY 9.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/51613,Karar: 2012/1076,Karar Tarihi:
23.01.2012-“01.10.2011 tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda tespit
davası olarak bir dava türüne yer verilmemiştir. Ancak bazı durumlarda tespit davasının mümkün olduğu yargı kararları ile kabul edilmiştir. Eda davası açılması mümkün olan hallerde tespit davası açılmasında
hukuki yarar bulunmadığı kabul edilmektedir. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ise tespit davası
yanında (Md. 106), belirsiz alacak ve tespit davası (Md. 107) türüne yer verilmiştir. Keza 6100 sayılı yasanın
114. Maddesinde dava şartlarına yer verilirken, hukuki yarar şartının da dava şartı olduğu, 115. Maddesinde ise <Mahkemenin, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştıracağı,
taraflarca her zaman ileri sürülebileceği, dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava
şartı noksanlığından ötürü, davanın usulden reddedilemeyeceği> açıkça belirtilmiştir. Kanunun 448. maddesinde
<Bu kanun hükümlerinin, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanacağı> açıklanmıştır. Somut uyuşmazlıkta dava tespit davası türüne yer vermeyen HUMK.'nun yürürlükte
olduğu zaman açılmış ve karar verilmiştir. Ne var ki dava dilekçesi incelendiğinde davacı vekili toplu iş sözleşmesinden yararlanması gerektiğinin tespiti yanında miktar belirtmeksizin ödenmeyen farkın
tahsiline de karar verilmesini talep etmiştir. Dava açıldığında mahkemece tahsil istemi de dikkate alınarak talep edilen miktarın açıklattırılması, harcın tamamlattırılması gerekirdi. Zira salt tespit istemi
bulunmamaktadır. Mahkemece bu olgu gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.
Diğer taraftan temyiz aşamasında 01.10.2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri yürürlüğe girdiğinden davacının isteminin kanunun 106, 107 ve 115. Maddeleri kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Zira
davada, davacının istemi tespit yanında alacağın tahsilini de kapsadığından dava şartı olan <hukuki yarar> belirsiz alacak ve tespit davası yönünden gerçekleşmiştir. O nedenle dava hakkında esas yönelik deliller
toplanılarak, alınan bilirkişi raporu bir değerlendirmeye tabi tutulmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir.”
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
8
T.C. YARGITAY 14.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/14698,Karar: 2012/230,Karar Tarihi:
16.01.2012-“ÖZET: Dava, tespit istemine ilişkindir. Dosyada yer alan bilgi ve belgelerden kiralayan davacının, kiracı davalı aleyhine kira parasının tahsili için icra takibine giriştiği, kiracının itirazı üzerine itirazın iptali davası
açtığı, tespit talebiyle de eldeki davayı açmış bulunduğu anlaşılmaktadır. Davacının istemi esasen açtığı itirazın iptali davası içersinde incelenip hükme bağlanacağından davacının eldeki bu davayı
açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmamaktadır. Dolayısıyla davacının tespit davası açmakta hukuki yararı olmadığından davanın bu nedenle reddi yerine istemin esasının incelenerek hüküm
kurulması doğru olmamıştır. Karar açıklanan nedenle bozulmalıdır.”
2-)BELİRSİZ ALACAK VE TESPİT DAVALARI ( HMK md.107)
Belirsiz alacak ve tespit davası HMK md.107 ile düzenlenmiş olup, madde metninde “ (1)
Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden
beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da
değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin
olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın
davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda
hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” denmektedir.
HMK md.107 metnine göre belirsiz alacak ve tespit davası olarak nitelendirilebilecek
davalarda;
- Belirsiz alacak ve tespit davaları, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam
ve kesin olarak belirleyebilmesinin, alacaklıdan beklenemeyeceği veya imkansız olduğu hallerde söz
konusu olabilecektir.
Madde gerekçesinde; “Hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi,
muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen,
alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilir. Özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak bir
incelemeden sonra tam olarak tespiti mümkün olan tazminat taleplerinde böyle bir durumla karşılaşılabilmesi
söz konusudur.
Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak
gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı
biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da
hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî
davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan
hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” denmiştir.
“Yukarıdaki hükümde en büyük tartışma konusu, alacağın miktarı yahut değerinin tam ve kesin
olarak belirlenemediği veya bunun imkansızlaştığı durumların ne olduğudur. Maddenin gerekçesinde, belirsiz
alacak davasına somut örnek verilmemiştir. Ancak gerekçede, “özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak
bir incelemeden sonra tam olarak tespiti mümkün olan tazminat taleplerinde böyle bir durumla
karşılaşılabilmesi söz konusudur” denilmektedir.
Buna göre, hakimin taktir hakkının olduğu manevi tazminat taleplerinin (TBK m 56) (BK m 47)
belirsiz alacak davası yoluyla ileri sürülebileceği sonucuna varılmaktadır. Bu arada, Yüksek Mahkeme
kararlarına göre manevi tazminat talebinin bölünmesi mümkün değildir. Burada manevi tazminat talebi
bölünmemekte, aslında manevi tazminatın tamamının tespiti ile tahsili talep edilmektedir.[ PEKCANITEZ, Hakan,
Belirsiz Alacak Davası, Ankara, 2011, s. 82) ]
Bunun yanında, zararın miktarının tam olarak tespit edilemediği hallerde hakimin bunu
hakkaniyete uygun belirleyeceğine TBK m 50/2 (BK m 42/2); tazminatın kapsamını, ödenme biçimini hakimin
belirleyeceğine (TBK m 51) (BK m 43); hakkaniyet gereği hakimin tazminatı indirebileceğine (TBK m 52/2)
9
(BK m 44/2) dair hükümler dikkate alındığında, haksız fiil tazminatı ile ilgili davaların belirsiz alacak davası
şeklinde açılabileceği sonucuna varmaktayız. TBK m 114/2 (BK m 98/2) uyarınca haksız fiil sorumluluğuna
ilişkin hükümler, kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hallerine de uygulanacaktır.
Ayrıca, haksız rekabet nedeniyle tazminat davasının (TTK m 58); patent haklarının[551 sayılı
Patent Haklarının Korunması Hakkında KHK m 141.]; markaların[556 sayılı Markaların Korunması Hakkında
KHK m 67.]; endüstriyel tasarımların[554 sayılı Endüstriyel tasarımların Korunması Hakkında KHK m 53.]
korunmasında yoksun kalınan kazancın; Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa göre tazminatın[FSEK m 66, 70.],
belirsiz alacak davası yoluyla talep edilmesinin mümkün olduğu ifade edilmektedir.[ PEKCANITEZ, s. 84-87.]
Aile hukuku ile ilgili davaların bir çoğu da belirsiz alacak davasına konu olabilir. Örneğin,
boşanmada maddi tazminat (TMK m 174/1)[ "...Türk Medeni Kanununun 174/1. maddesi mevcut veya beklenen
bir menfaati boşanma yüzünden haleldar olan kusursuz ya da daha az kusurlu tarafın, kusurlu taraftan uygun
bir maddi tazminat isteyebileceğini, 186. maddesi, eşlerin evi birlikte seçeceklerini, birliğin giderlerine güçleri
oranında emek ve mal varlıkları ile katılacaklarını öngörmüştür. Toplanan delillerden boşanmaya sebep olan
olaylarda maddi tazminat isteyen eşin diğerinden daha ziyade ve eşit kusurlu olmadığı anlaşılmaktadır.
Boşanma sonucu bu eş, en azından diğerinin maddi desteğini yitirmiştir. O halde mahkemece, tarafların sosyal
ve ekonomik durumları ile kusurları ve hakkaniyet ilkesi ( TMK. md. 4, BK. md. 42 ve 44 ) dikkate alınarak
davalı-davacı kadın yararına uygun miktarda maddi tazminat verilmelidir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru
görülmemiştir...”, Y. 2. HD. 23.2.2011, 628/3205.]; ailenin geçimi için eşlerden her birinin yapacağı parasal
katkı (TMK m 196), katılma alacağı ve değer artış payı (TMK m 239) vs davaları belirsiz alacak davası
niteliğinde sayılmalıdır.
Miras hukukuyla ilgili davalarda (örneğin tenkis davası=TMK m 569 vd) belirsiz alacak davası
niteliğinde sayılmalıdır. Mahkemece murisin ölüm tarihi itibarı ile terekesi ve yaptığı tasarruflar, borçlar vs..
belirlenip tenkisi lazım değer ancak keşif, hesap ve rapor sonucunda ortaya çıkacaktır.
İşçi alacakları belirsiz alacak davası yoluyla talep edilebilir mi? Alacak miktarı hakkında taraflar
arasında uyuşmazlık bulunmasının, talep sonucunun belirlenemez olduğu anlamına gelmediği ifade
edilmektedir. Bir başka anlatımla her davada karşı tarafın iddia, savunma, ispat ve delillerinin durumuna göre
davacının davayı kaybetmesi ya da istediğini elde edememesi ihtimali vardır. Bu ihtimal, alacağın belirsiz
olduğu anlamına gelmemektedir. O nedenle de, kıdem, ihbar, fazla çalışma, yıllık ücretli izin alacağı gibi
alacaklar için belirsiz alacak veya kısmi dava açılmasının mümkün olmadığı ileri sürülmüştür.[ PEKCANITEZ,
s. 45-47.]
Yukarıdaki görüşe katılmıyorum. Hak arama özgürlüğü lehine yorum yapılarak sonuca
varılmalıdır. Karşı tarafın savunmaları veya kendi delillerinin ispat gücünün zayıflığı nedeniyle alacak miktarını
tam ve kesin olarak belirleyemeyen davacı, belirsiz alacak davası açabilmelidir.[ “Çalışılan sürede kullanılan ve
kullanılmayan izinlerle ilgili belgeler işveren nezdinde olduğundan, davacıdan bu süreleri saptayarak alacak
miktarını belirlemesini beklemek mümkün değildir”, YHGK 24.3.2004, 9-168/150.] Alacağın tam ve kesin
belirliliği, brüt yerine netleştirilmiş tutarının dikkate alınması sonucunu doğurur. Bu da karşı tarafın savunmaları
ve delilleri ile netleşir. Özellikle, ücretin asgari olarak gösterildiği ve bankaya bu miktarın yatırıldığı ve fakat
gerçekte daha yüksek olduğu durumlarda, ücret ve buna bağlı haklar bakımından alacağın belirli olduğu iddia
edilemez. Ayrıca kayıt dışı çalışma olgusu vardır. Kaldı ki iş davaları hesap bilirkişisine gönderilmeden karara
bağlanamamaktadır. Bilirkişiye gönderilmeden karar verilemeyen dosyadaki alacağı belirli saymak hak arama
özgürlüğü ile bağdaşmaz.” 11
- Belirsiz alacak ve tespit davalarında, dava açılırken, hukuki ilişkinin belirtilmesi ve tespit
edilebildiği ölçüde de asgari bir miktar ya da değerin belirtilmesi gerekmektedir.
Madde gerekçesinde; “Belirsiz alacak davası veya tespit davası açılması hâlinde, alacaklı, tüm
miktarı belirtmese dahi, davanın başında hukukî ilişkiyi somut olarak belirtmek ve tespit edebildiği ölçüde de
asgarî miktarı göstermek durumundadır.” denmiştir.
11
Av Nezih SÜTÇÜ- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1415.htm
10
- Belirsiz alacak ve tespit davalarında; alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu (tespit edildiği) anda, davacı iddianın genişletilmesi yasağına tabi
olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini, artırabilir.
Madde gerekçesinde; “Kural olarak, bir davada başlangıçta belirtilen miktar veya değerin
artırılması, iddianın genişletilmesi yasağına tâbidir. Bunun amacı, davacının dava açarken hakkını kötüye
kullanmaması, daha özenli davranması, yargılamayı gereksiz yere uzatmamasıdır. Oysa, baştan miktar veya
değeri tam tespit edilemeyen bir alacak için, davacının böyle bir ihmal ya da kusurundan söz edilemez. Bu
sebeple, belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı
tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu
(örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının,
iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi
benimsenmiştir. Davacı, sınırlama ve yasağa tâbi olmadan, sadece talepte bulunmak suretiyle yeni miktar
üzerinden yargılamaya devam edilmesini isteyebilecektir.
Şüphesiz, alacağın belirli hâle gelmesini müteakip ortaya çıkan yeni talep eksik belirtilmişse,
bundan sonra yeni bir artırma isteği iddianın genişletilmesi yasağıyla karşılaşacaktır. Çünkü, bu hâlde
belirsizlik değil, davacının kendi ihmalinden kaynaklanan bir durum söz konusudur. ” denmiştir.
“Alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olmasından
bahsedildiğinden, bu husus, genelde bilirkişi incelemesi ile açıklığa kavuşacaktır.
Maddenin 1. fıkrasında, “asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle” ve bu fıkrasında da
“davanın başında belirtmiş olduğu talebini” ifadeleri geçtiğinden, belirsiz alacak davası açılırken miktar
gösterilmesi gerektiği sonucuna varılmaktadır. Tahkikatın sonuna kadar talep sonucu ıslah yoluna
başvurulmaksızın arttırılabilecektir.
Ancak, talep sonucu bir kez arttırıldıktan sonra, yeniden arttırılamaz. Bu durumda, ancak ıslah
yoluna başvurularak artırım mümkündür.[ PEKCANITEZ, s. 56-57.] Doktrinde, tahkikatın sonuna kadar talep arttırılmazsa, dava dilekçesinde belirtilen değerin dikkate
alınacağı ifade edilmektedir.[ PEKCANITEZ, s. 48, 52, 56.]
Hakimin taktir hakkının bulunduğu durumlarda, özellikle de manevi tazminat talebini içeren
davalarda, alacağın miktarı, taktir hakkını kullandığı karar anında belirlenmiş olmaktadır. O nedenle, bu
durumlarda alacağın miktarı veya değerini tam ve kesin olarak belirleme yetkisi hakime verilmelidir. Eksik harç
karardan sonra tamamlanabilir. Eğer dava sırasında manevi tazminatın belirlenmesi isteniyorsa, bu tazminatın
“belirsiz alacak” yerine “tespit” davası şeklinde açılması daha yerinde olacaktır.”12
- HMK md.107/ f.3 metnine göre alacağın belirlenmesi için tespit davası açılabilecektir. Kısmi
eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davasının da açılabileceği ve bu durumda hukuki yararın var
olduğu kabul edilmiştir.
Madde gerekçesinde; “Edâ davasının açılabildiği hallerde tespit davası açılamaz” yollu
önermenin hak-arama özgürlüğünün ulaştığı kapasite ve hukuki yarar koşulunun muhtevası karşısında geçerliği
yoktur. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin var olduğu hallerde yalnızca
tespit yahut kısmi edâ ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir.”denmiştir. Madde gerekçesine göre; “bir tazminatın tahsili yerine alacağın miktarının ve borçlunun sorumlu olduğunun
tespitini hedefleyen bir dava da açılabilecektir.
Bu dava, zamanaşımını kesecek, davada istihsal olunan ilam genel haciz yoluyla takibe
konabilecek, itiraz halinde borçlunun göze alamayabileceği icra-inkar tazminatı yaptırımı devreye
girebilecektir.
Bir davanın açılması ile doğacak olan maddi ve şekli hukuk sonuçlarının (zaman aşımının
kesilmesi ve diğerleri) tespit davalarında aynen geçerli olacağı kuşkusuzdur.”denilmektedir.
12
Av Nezih SÜTÇÜ- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1415.htm
11
“Kısmi eda davası ile ne kast edildiği de tartışmalıdır. Buradaki kısmi eda davasının, birinci fıkra
ile beraber değerlendirme yapılarak, belirsiz alacak davasındaki kısmi eda olduğu ifade edilmektedir.[
PEKCANITEZ, s. 76, 78, 79.]
Belirsiz alacak davası veya tespit davası açılması halinde, alacaklı, tüm miktarı belirtmese dahi,
davanın başında hukuki ilişkiyi somut olarak belirtmek ve tespit edebildiği ölçüde de asgari miktarı göstermek
durumundadır.
Gerek belirsiz alacak davası gerekse tespit davası açılması ile alacağın tamamı için zamanaşımı
kesilmiş olacaktır.[ PEKCANITEZ, s. 58-60.]
Yukarıdaki açıklamalar neticesinde, belirsiz alacak davalarının kısmi davalardan temel farkları
şunlardır:
a-Zamanaşımı süresi sadece dava konusu edilen alacak tutarı için değil dava tarihi itibarı ile
belirlenemeyen tüm alacak tutarı için kesilmiş olacaktır.
b-Yargılama sırasında oluşacak duruma göre talep sonucu, ıslaha ya da karşı tarafın muvafakatine
gerek olmaksızın arttırılabilecektir.
c-Faiz sadece dava konusu edilen tutar için değil yapılan inceleme neticesinde hesaplanan tutar için
de dava tarihinden itibaren hesaplanacaktır. Önceden temerrüdün varlığı halinde, temerrüt tarihinden itibaren
faizin işlemesi mümkündür.” 13
Ancak, faizin sadece dava konusu edilen tutar için değil yapılan inceleme neticesinde hesaplanan
tutar için de dava tarihinden itibaren hesaplanması için, inceleme neticesinde hesaplanan tutarın için de talebin
artırılmış olması gereklidir.
Belirsiz alacak ve kısmi davalar ile, “bugüne kadar “fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması”
anlayışı terkedilmiş, böyle bir ifade olmasa dahi, daha sonra fazlaya ilişkin hakların dava edilmesi teorik olarak
mümkün kılınmıştır(m. 109).
Fakat, eğer alacak belirli ya da tarafça belirlenebilir ise, tarafın kısmî dava açma imkânı ortadan
kaldırılmıştır. Bu çerçevede, özellikle iş hukuku gibi alanlarda pilot dava, ön dava gibi açılan davalar artık
belirli ya da belirlenebilir alacaklar bakımından mümkün değildir, açılırsa dava hukukî yarar yokluğundan redde
mahkumdur. Bu sebeple, davayı parçalara ayırarak açma dönemi kural olarak bitmiştir. Avukatların davalarını
iyice düşünerek açmaları gerekir. Fakat, baştan belirlenmesi mümkün olmayan (örneğin, artan tazminat miktarı
gibi) alacaklar bakımından, yeni bir dava türü olarak “belirsiz alacak ve tespit davası” kabul edilmiştir
(m.107).Bu gibi hallerde, taraf hakkını saklı tutmadan sadece hukukî ilişki ve asgarî miktar belirterek dava
açabilecek, dava ortasında alacak belirli hale gelince ıslaha ve karşı tarafın rızasına dahi ihtiyaç duymadan
miktarı artırabilecek yahut hakkını saklı tutmasa dahi ayrı bir dava açabilecektir. Yani, yerli yersiz kısmî dava
açmak artık tarih olmuştur, ancak özel durumlarda belirsiz alacaklar için de dava açılma imkânı
genişletilmiştir.”14
Belirsiz alacak ve tespit davası “bizler tarafından dejenere edilerek uygulanan kısmi davanın bir
türüdür. Bilindiği gibi bazı davalarda, örneğin trafik ya da iş kazası sonucu vücutta uzuv kaybından kaynaklanan
tazminat davalarında, uzuv kaybına ilişkin hesabın yasada ve yargı kararlarında belirtilen sağlık kuruluşlarından
alınması zorunluluğu ve bu kuruluşların delil tespiti niteliğinde bu kayba ilişkin hesaplamayı belirlememesi
nedeniyle, bizler neredeyse sembolik rakamlarla kısmi dava açıp daha sonra alınan rapora göre davamızı gerçek
değerine, ek dava ya da davanın ıslahı yolu ile ulaştırıyorduk.
Açtığımız bu dava aslında, HUMK 4. ve BK 68. maddeleri ile tanımlamaya çalıştığımız kısmi
davaya benzememekte idi. Çünkü kısmi davada dava değerinin tamamı bilinmekte olmasına rağmen BK 68.
maddesinden ve HUMK 4. maddesinden yararlanarak istem bütünün bir kısmına yöneltilir. Halbuki bu dava
türlerinde dava konusunun bütününü bilmeye olanak olmadığı için, istem dava konusunun bir kısmına değil
sembolik bir değere yöneltilmekteydi. İş davalarında mahkemenin görevi açısından bir problem göstermeyen bu
durum Asliye Hukuk ya da Sulh Hukuk Mahkemeleri arasındaki görev ayrımı açısından önem taşımakta idi.
Çünkü HUMK 4. maddesine göre görevli mahkemenin tespitinde kısmi davaya değil gerçek dava değerine göre
13
Av Nezih SÜTÇÜ- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1415.htm 14
Prof. Dr. Muhammet ÖZEKES- HMK HUKUK YARGILAMAMIZA NEGETİRİYOR
http://www.izmirbarosu.org.tr/IzmirBaro/pdf/yayinlar/HMK-Brosur.pdf
12
görevli mahkemeyi belirlemek gerekir. Üstelik kanun yollarına başvururken de aynı kural uygulanmakta olup
kısmi davanın değil tüm dava değerinin dikkate alınması gerekir.
İşte bu kargaşayı ortadan kaldırmak için tasarıda yer almamakla birlikte yasa koyucu belirsiz
alacak ve tespit davası adı altında, yeni bir dava çeşidi kabul ederek, uygulamayı yasallaştırmıştır. HMK 107/1
maddesine göre, alacaklının, belirsiz alacak davası açabilmesi için, “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını
yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız...”
olması gerekmektedir. Eğer böylesi bir durum varsa, alacaklı asgari bir miktar ya da değer üzerinden belirsiz
alacak davası açabilir. Burada miktar kavramından “sayı” anlamak gerektiğini düşünmekteyiz. Örneğin 5 adet
koyun gibi.
Açılan bu dava geçici nitelikte bir davadır. Çünkü alacaklı HMK 107/2 maddesinin hükmü gereği,
karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında
belirttiği talebini arttırabilir. Böylece ıslah uygulaması zorunlu haller ortaya çıkmadıkça kullanılmamış olur ve
bu yeni hüküm sayesinde talebin daha sonra ıslah yoluyla arttırılmasında karşılaşılan zamanaşımı problemi de
ortadan kalkmış olacaktır.
Kısmi eda davasının açılabileceği hallerde, davacının hukuki yararı var kabul edilerek, tespit davası
da açılabilir. (HMK 107/3)
Belirsiz Alacak ve Tespit davası içeriğinde alacağın miktarı veya değeri tam ve kesin olarak
belirlendiğinde kısmi dava açılıp açılamayacağı akla gelen sorulardan biridir. Kanımızca bu davanın
açılamaması gerekmektedir. Çünkü kısmi davayı düzenleyen HMK 109. maddesine göre, talep konusunun
miktarının taraflar arasında tartışmasız ya da açıkça belli olduğu durumlarda kısmi dava açılamamaktadır.
Belirsiz alacak ve tespit davasında talep konusu açıkça belirlendiğine göre bu aşmadan sonra kısmi davanın
açılamayacağını düşünmekteyiz. Açılmasına olanak veren durumlar ise istisnai olarak doğabilecektir. Bunları
ise önümüzdeki günlerde uygulama sayesinde öğreneceğiz.
Belirsiz alacak ve tespit davası görülmekte iken, alacağın miktarı veya değeri tam ve kesin olarak
belirlendiğinde davacı taraf talebini belirlenen miktara ulaştırmaz ve davasını eda davasına dönüştürmezse ne
olacaktır? Kanımızca bu durumda davacının davasını sürdürmekte hukuki yararı olmayacağından, mahkemece
gerekli ihtarlardan sonra davanın reddinin gerekeceğini düşünmekteyiz. Yine bizim düşüncemize göre, buradaki
ihtarlar Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi gereğince resen yapılmalı ve ilk celsede dava eda davasına çevrilerek
harç tamamlaması yapılmazsa dava reddedilmelidir.” 15
“Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak
gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Kısmî davaya ilişkin yeni
hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola
başvurulması kabul edilemez.
Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı
tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin,
bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın
genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir.
Edâ davasının açılabildiği hallerde tespit davası açılamaz yollu önermenin hak arama
özgürlüğünün ulaştığı kapasite ve hukuki yarar koşulunun muhtevası karşısında geçerliği yoktur. Miktarı
belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin var olduğu hallerde yalnızca tespit yahut
kısmi edâ ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir. Davacı, söz gelimi bir
tazminatın tahsili yerine alacağın miktarının ve borçlunun sorumlu olduğunun tespitini hedefleyen bir dava
açabilir, açabilmelidir. Bu dava, zamanaşımını kesecek, davada istihsal olunan ilâm genel haciz yoluyla takibe
konabilecek, itiraz halinde borçlunun göze alamayabileceği icra-inkar tazminatı yaptırımı devreye girebilecektir.
Öte yandan tespit davası, dava ekonomisi yönünden edâ davasına nazaran taraflar için daha
avantajlıdır. Tespit davasının taraf barışını kolaylaştıran bir karakteri de vardır. Alacaklı, yalnızca edâ davası
veya yalnızca tespit davası yahut kısmi edâ ile birlikte külli tespit davası açabilme seçeneklerine sahiptir. Hak
arama özgürlüğünün (Any. m.36, İHAS m.6) özünde var olan bu seçenekler, yasa veya içtihat yoluyla
15
Av. Ender Dedeağaç-6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/6100_Sayili_HMK_Getirdikleri_ic.pdf
13
yasaklanamaz. Model, belirtilen seçenekleri alacaklıya usulî bir hak olarak tanımaktadır. Tasarıda öngörülen
modelde, tespit davasının hukuki ilişkilerin tespiti yanında hakkın tespitinin de istenebilmesi, edâ davasının
açılabildiği hallerde hukuki menfaat koşulunun gerçekleşmiş sayılması kabulü çözümünü (paradigmayı)
güçlendirmektedir. Bir davanın açılması ile doğacak olan maddi ve şekli hukuk sonuçlarının (zaman aşımının
kesilmesi ve diğerleri) tespit davalarında aynen geçerli olacağı kuşkusuzdur. Önerge ile var olması gereken bir
usulî imkân hukukumuza kazandırılmış olacaktır”. 16
“Belirsiz alacak davasını düzenleyen “Belirsiz alacak ve tespit davası” baslıklı 107. madde
hükmünün pratik sonucu özellikle tazminat davalarında görülecek; dava tarihinde (hesap güçlüğü ya da zarar
verici durumun gelişmekte olması dolayısıyla) zararının miktarını tespit edemeyen davacı, davasını küçük bir
tutarla açarak, daha sonra (zarar tutarını belirlemek mümkün hale gelince), ıslah yoluna başvurmadan talebini
artırılabilecektir.
Kanun hükmünde açıkça ifade edilmemekle birlikte, belirsiz alacak davası açılmasının
zamanaşımının alacağın tamamı için kesilmesi sonucunu doğuracağını da kabul etmek gerekir.
107. maddenin, TBMM Genel Kurulu çalışmaları sırasında metne eklenen son fıkrası ise esasen
belirsiz alacak davası ile ilgili olmamakla birlikte, hukukumuza tespit davaları bakımından önemli (fakat
gerekçesi açık olmayan) bir yenilik getirmektedir: Kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, davacı dilerse
eda davası yerine tespit davası da açabilecek; bu konuda hukuki menfaatinin bulunduğu varsayılacaktır.
Oysa, bugünkü uygulamamıza göre, eda davası açmak imkânının bulunduğu hallerde tespit davası açmakta
hukuki menfaat bulunmadığı kabul edilmektedir.”17
“Bu uygulama ile artık önceden olduğu gibi davacı dilekçesinde iddialarını belirtip sonuç kısmında
da fazlaya dair haklarımı saklı tutarım diyerek dava açamayacaktır.
Kanun metninden de açıkça anlaşıldığı üzere belirsiz alacak davasının açılabilmesi için davacının
alacak miktarını belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyecek olması ya da alacak miktarının
belirlenmesinin imkansız olması şartları aranmaktadır. Bununla birlikte davacı ile davalı arasında alacak miktarı
konusunda bir ihtilaf bulunması alacağın belirlenememesi anlamında yorumlanmamalıdır.
Davacı, belirsiz alacak davası açarken asgari bir tutar belirtir, kesin talep sonucunu da tahkikat
aşamasının sonuna kadar bildirmek zorundadır. Tahkikat aşamasının sonuna kadar kesin talep sonucu
bildirilmediğinde hakim, asgari tutar üzerinden karar verecektir.
Burada belirtilmesi gereken diğer bir konu ise, asgari tutarın neye göre belirleneceğidir. Davacı
belirsiz alacak davasını açarken dava açma tarihinde belirleyebildiği alacak üzerinden davasını açmalıdır.
Yoksa, daha az mahkeme masrafı ödemek için sembolik bir miktar göstererek dava açması mümkün değildir.
Davacı alacak miktarını sadece bir kereye mahsus arttırabilecektir. Dosyada birden fazla bilirkişi
incelemesi yaptırılmış ise her incelemeden sonra davacının talep sonucunu arttırması gibi bir durum söz konusu
olmayacaktır. Bu nedenle de belirsiz alacak davalarında kesin talep sonucunun belirlenmesinde bilirkişi
incelemelerinin sonucunu beklemek davacı açısından faydalı olacaktır.
Bununla birlikte, davacı erken davranıp talep sonucunu belirledikten sonra aslında alacağının daha
fazla olduğuna kanaat getirirse bu durumda yapması gereken ya karşı tarafın muvafakatini almak ya da hiç
şüphesiz ki ıslah yoluna başvurmaktır.
Belirsiz alacak davası açarken geçici talep ile dava açan davacının hangi mahkemede dava açacağı
konusunda da Yeni Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 2'nci maddesi ile sulh ve asliye hukuk mahkemeleri
arasındaki parasal sınırın kaldırılması nedeniyle herhangi bir karışıklık doğmayacaktır. Yeni HMK m.2 uyarınca
"dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarda görevli mahkeme,
aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir." Elbetteki açılacak olan belirsiz alacak davası
16
Prof. Dr. Ejder YILMAZ-Yeni HMK’yla getirilen değişiklikler
http://www.muglabarosu.org.tr/upload/UserUpload/file/hmkyenilikler.pdf 17
Prof. Dr. Baki KURU- Prof. Dr. Ali Cem DURAK - HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNUN GETİRDİĞİ BAŞLICA
YENİLİKLER - İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 5 • Yıl: 2011 http://www.istanbulbarosu.org.tr/makaleler/hmk/bakikuru-alicembudak.pdf
14
ticari bir dava ise bu Ticaret Mahkemesinde ya da bu dava için özel görevli bir mahkeme var ise dava o
mahkemede açılacaktır.
Alacağını kesin olarak belirleyemeyen alacaklı sadece belirsiz alacak davası değil bunun yerine
eskiden olduğu gibi eda davası, kısmi dava ya da tespit davası da açabilecektir.” Prof.Dr.Hakan Pekcanıtez-
Belirsiz Alacak Davası- http://web.deu.edu.tr/hukuk/dergiler/dergimiz11-9-ozel/usul/15%20pekcanitez.pdf
Belirsiz alacak davasında, dava konusu edilmeyen ve yargılama esnasında belirlenen kısım alacak
için tahkikat aşamasının sonuna kadar talebin artırılmaması halinde nasıl bir yol izleneceği, hakimin nasıl bir
karar vereceği ( sadece dava edilen kısım için mi karar verileceği, diğer kısım için harcını ödemek için kesin
süre mi verileceği) tartışmalı olup, uygulamada içtihatlar ile belirlenecektir.
Bu durumda, “belirsiz alacak ve tespit davası “ şeklinde açılmış ise, dava konusu edilen kısım için
eda hükmü verilip, davada belirlenmesine rağmen harcı tamamlanmamak suretiyle artırılmayan kısım için de
sadece tespit hükmü verilmesi uygun olacaktır, kanaatindeyim.
Buna göre “Belirsiz Alacak Davalarında;
*Davacının dava açarken alacağının miktarını belirlemesinin imkansız olduğu veya talep sonucu belirlemesinin
kendisinden beklenemeyecek durumda olması halinde talep sonucunun dava dilekçesinde belirlemesi
gerekmemektedir.
*Belirsiz alacak davasının eda davası ve tespit davası biçiminde açılabilmesi kabul edilmiştir.
*Belirsiz alacak davasında, zamanaşımı süresi davanın açılması ile tüm alacak için kesildiğinden, davacının
belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması riski bulunmamaktadır.
*HMK md.107 metninde, ilk iki fıkrada davacının belirsiz alacak davasını eda davası biçiminde açabilmesi ve
koşulları düzenlenmiş, üçüncü fıkrada ise alacağının bir kısmını talep eden davacının geri kalan kısmının
tespitini isteyebileceği ve bu durumda alacağının belirsiz kısmını tespit davası ile talep edebilmesi
düzenlenmiştir.
*Belirsiz alacak davaları ancak konusu para olan alacaklar için söz konusudur. Konusu para olmayan eda
davaları için belirsiz alacak davası açılamaz.
*Belirsiz alacak davasında alacaklı;
- dilerse belirsiz alacak davası yerine alacağının belirli bir kısmı için eda, geri kalan kısım için tespit
-dilerse belirsiz alacak davası yerine sadece tespit davası
-alacaklı alacağının şimdilik belirleyebildiği miktarı için kısmi eda, belirleyemediği kısmı için de tespit davası
açabilir.
Son halde alacağın tümünün belirlenmesi istenemez.”18
Tüm bunlara göre; alacağı “belirsiz alacak” niteliğinde olan alacaklı,
- Alacağının belirleyebildiği kısım için yalnızca edâ davası, veya
-Tüm alacağın belirlenmesi için yalnızca tespit davası, veya
- Belirsiz alacak ve tespit (alacağın belirleyebildiği kısmı için, kısmi eda ile alacağın
belirlenemeyen kısmı için tespit) açabilme seçeneklerine sahiptir.
Ancak, bu konuda ihtiyatlı davranılmasında yarar olduğunu, bu konunun içtihatlarla uygulama
birliği kazanana kadar, zarara uğramamak adına, alacağın tespit edilebilen tüm kısmının ( çok küçük meblağlı
dava açılmaması, tespit edilebilir kısım için dava açılması) dava konusu edilmesinin (dava dilekçesinde de bu
kısmın tespit edilebilen kısım olduğunun belirtilmesinin) ve zararın ve alacağın belirlendiği anda da alacak
talebinin artırmasının (zararın ve alacağın belirlendiği anda, geriye kalan dava konusu edilmeyen alacak
talebinin artıracağının da dava dilekçesinde belirtilmesinin) uygun olacağını düşünüyorum.
Ayrıca burada, alacağın “belirsiz alacak-“davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut
değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin, alacaklıdan beklenemeyeceği veya imkansız olduğu
haller” niteliğinde olmaması durumunda, yani talep konusunun miktarı taraflar arasında tartışmasız veya
açıkça belirli ise, ne kısmi dava ne de belirsiz alacak davasının açılamayacağını, bu halde alacağın tamamının dava
konusu edilmesi gerektiğini de unutmamak gereklidir.
18
Prof.Dr.Hakan Pekcanıtez-Belirsiz Alacak Davası- http://web.deu.edu.tr/hukuk/dergiler/dergimiz11-9-ozel/usul/15%20pekcanitez.pdf
15
Hangi alacakların belirsiz alacak niteliğinde olacağı ve yine hangi alacakların kısmi dava veya
belirsiz alacak davasına konusu yapılabileceği de ne yazık ki yine içtihatlar ile belirlenecektir.
Yargıtay Kararları
“Fazla mesai ve kıdem tazminatı istemi için talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğundan söz edilmesi mümkün değildir
İşçilik alacaklarının özelliği de dikkate alınarak, bu alacaklarda, talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru
olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru değildir. Bu nedenle, talep konusu işçilik alacakları belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru
olacaktır.”
T.C. YARGITAY Hukuk Genel Kurulu,Esas: 2012/9-838,Karar: 2012/715,Karar Tarihi: 17.10.2012 “ÖZET: Dava, fazla mesai ücretinin ödenmemesi nedeni ile iş akdini haklı nedenle feshettiği
iddiasıyla, işçi tarafından açılan kıdem tazminatı ve fazla mesai ücreti alacağının … TL lik kısmının tahsili istemine ilişkindir. Dava konusu fazla mesai ve kıdem tazminatı istemi için talep konusunun miktarının taraflar arasında
tartışmasız veya açıkça belirli olduğundan söz edilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan yerel mahkemenin,
Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyması gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup; verilen kararın bozulması gerekmiştir….
………C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece ön inceleme aşamasında davacının çalıştığı süreyi ve ücretini bildiği, kullandırılmayan fazla çalışma süresini de bildiği, bu bilgiler doğrultusunda alacağının tamamını
bildiği halde, HMK. 109/1 maddesi anlamında kısmi dava açtığı, aynı madde 2. fıkrasına göre alacak açıkça belli
olduğundan kısmı dava açmasının mümkün olmadığı, HMK. 114/1-h maddesine göre hukuki yararın dava şartı olduğu, bunun yanında davacının talep sonucunu dava dilekçesinde HMK. nın 119/1-ğ maddesine göre açıkça
bildirmek başka ifade ile taleplerini somutlaştırmak zorunda olduğu, bu zorunluluğu yerine getirmeyen davacının dava açmakta hukuki yararının varlığından söz edilemeyeceği gerekçesi ile HMK. 109/2 maddesine aykırı
davanın usulden reddine karar verilmiştir. D) Temyiz: Karar davacı vekili tarafından <tazminata ve alacağa esas ücretin belirlenmesi gerektiği, ayrıca fazla
mesaide hakkaniyet indirimi yapıldığı, hak arama özgürlüğünün kısıtlandığı, kısmi davanın belirsiz alacak
davasına göre daha geniş kapsamlı olduğu, kararın hatalı olduğu gerekçesi ile temyiz edilmiştir. E) Gerekçe: Uyuşmazlık davanın niteliği üzerinde toplanmaktadır.
Davacının aynı hukukî ilişkiden kaynaklanan alacağının veya hakkının tümünü değil, belirli bir kısmını talep ederek açtığı davaya kısmî dava denir.
Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden
(örneğin iş sözleşmesinden) doğmuş olması ve bu alacağın şimdilik bir kesiminin dava edilmesi gerekir (Kuru/Arslan/Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 22. Bası, Ankara, 2011, s. 286).
Kısmi dava 6100 sayılı HMK.’un 109. maddesinde tanımlanmıştır. Maddenin birinci fıkrasına göre <Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri
sürülebilir>. İkinci fıkrasına göre ise <Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz>.
Belirtilen düzenleme karşısında kısmi dava açılabilmesi için;
1) Talep konusunun niteliği itibari ile bölünebilir olması, 2) Talep konusunun miktarının, taraflar arasında tartışmalı veya açıkça belirli olmaması gerekir.
Talep konusu taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirlenebilir ise kısmi dava açılamayacaktır. (Pekcanıtez/Atalay/Özekes: Medeni Usul Hukuku, 10. Bası, Ankara, 2011, s. 313).
Dava konusu edilen alacak, yargılama sırasında hesap raporu alınmasını gerektiriyor (Kuru/Budak,
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler. İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı, 2011/5, s. 13) veya miktar veya değerinin belirlenmesi yargılama sırasında başka bir olgunun tespit
edilmesini gerektiriyor ise talep konusu alacağın tartışmalı veya açıkça belirlenemeyeceği kabul edilmeli ve kısmi dava olarak görülmelidir.
Keza alacak miktarı veya değerinin hakimin takdiri veya yasal nedenlerle indirim yapılarak
belirlendiği durumlarda da alacak belirsizdir. Fazla mesai ve tatil çalışmalarının kayda dayanmadığı durumlarda Dairemiz istikrarlı olarak <hastalık, izin gibi nedenlerle çalışılamayacak günler olduğu düşünülerek>
bu tür alacaklarda hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğini kabul etmektedir. Diğer taraftan, işçilik tazminat ve alacakların belirlenmesinde ispat yükü dışında ilgili yasalarda hesabın unsurları
olarak bazı kriterlere yer verilmiştir.
16
İşçilikte bu hesabın unsurlarında hizmet süresi ile işçinin aldığı gerçek ücret önemli kriterlerdir. Kıdem ve ihbar
tazminatı giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer tazminat ve alacaklar çıplak ücretten hesaplanmaktadır. Giydirilmiş ücrette, işçinin asıl ücretine ek olarak sağlanan para veya para ile ölçülebilen menfaatlerde dahil
edilmektedir. Keza yıllık izin ücreti dışında çalışma olgusuna bağlı diğer işçilik alacakları muaccel oldukları tarihteki ücret üzerinden hesaplanmaktadır.
Ayrıca belirtmek gerekir ki tazminat ve alacakların belirlenmesine ilişkin kayıtlar ise genelde işveren tarafından tutulmaktadır. Dava konusu edilen alacağın (talep sonucunun) miktar olarak
belirlenmesi, karşı tarafın vereceği (elindeki belgelerle) bilgi sonucu mümkün ise alacağın
tartışmalı ve belirli olmadığı sonucuna varılmalıdır. (Kılıçoğlu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu El Şerhi, Legal Yayınevi, İstanbul, 2012 s: 582.)
4857 sayılı İş Kanunu’nun 67. maddesi uyarınca, <günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme saatleri işyerlerinde işçilere duyurulur>. Aynı kanunun 8/3 maddesine göre ise <Yazılı sözleşme yapılmayan
hallerde işveren işçiye en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma
süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih halinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belge vermekle yükümlüdür”. Özellikle
fazla mesai ve tatil çalışmaları karşılığı ücret alacaklarının belirlenmesi için işverenin bu yükümlülüğünü yerine getirmesi şarttır.
HMK.’un 107/son maddesine göre ise <kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir”. Davacının kısmi dava açabilmesi için hukuki yararının olması
şarttır. Buradan hareketle bir davanın kısmi dava olarak görülebilmesi için dava şartı olan davacının
hukuki yararının bulunması gerekir. Hukuki yarar, kanunun 114/h maddesi uyarınca dava şartı olarak kabul edilmiştir. Takip eden 115/2
maddedeki kurala göre ise <Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için
kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu
sebebiyle usulden reddeder”. Düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hakim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava
şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir. Diğer taraftan kanunun 119. maddesinde dava dilekçesinde bulunması gereken hususlar sayılmış ve
açık bir şekilde talep sonucunun da bulunacağı belirtilmiş ve maddenin ikinci fıkrasında ise talep sonucunun açık olmaması halinde hakimin davacıya talebini açıkça belirlemesi için süre vermesi
gerektiği belirtilmiştir. Gerek 115 ve gerekse 119. maddelerde verilen kesin sürenin bir haftalık süre olacağı da
belirtilmiştir. Dosya içeriğine göre davacı vekili, davacı işçinin aldığı ücreti ve çalışma süresini, davacının iş sözleşmesini fazla
çalışma ücretlerinin ödenmemesi nedeni ile 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24/II.e maddesi uyarınca feshettiğini ve kıdem tazminatı ile ödenmeyen fazla mesai ücret alacağının ödenmesi gerektiğini belirterek, fazlaya ilişkin
haklarını saklı tutarak ve her bir talebine ilişkin miktar belirterek kısmi dava olarak davalı
işverenden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı işveren davacının ücretine ilişkin bordro ve banka hesap ekstresi sunmuştur. Bordro ve hesap
ekstresindeki ücretler farklılık göstermektedir. Davacının istenilen alacağın türü ve hukuki niteliği belli olmasına rağmen, miktarını dava açarken tam olarak
saptaması, belirlemesi olanaklı olmayabilir. Hesap raporu alınmasını, yargılama yapılmasını gerektiren bu
durumda davacı fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak kısmi dava yoluna başvurabilir. Kısmi dava olarak açılan bu davada yargılama sırasında belirlenen bakiye alacağı için davalının muvafakat etmemesi halinde, ek dava yolu ile
ayrı bir davada isteyebileceği gibi aynı davada ıslah sureti ile dava ettiği miktarları arttırarak talepte bulunabilir. Kısmi dava olarak açıldığı uyuşmazlık dışı olan davada yukarıda belirtilen somut maddi ve hukuki olgulara göre;
1. Dava konusu edilen kıdem tazminatı ve fazla mesai ücret alacağına esas ücret taraflar arasında uyuşmazlık konusudur. Diğer taraftan fazla mesai ücretinin belirlenmesine esas kayıtlar sunulmadığı gibi, davalı işveren İş
Kanunu’nun 8 ve 67. maddesindeki yükümlülüklerini de yerine getirdiğini savunmamıştır. İş davalarına yansıyan
yönüyle işçi ve işveren arasında en temel uyuşmazlık temel ücretin belirlenmesi noktasında ortaya çıkmaktadır. Yargıtay uygulamasına göre işçinin iddia ettiği temel ücret miktarı işverence kabul edilmediğinde meslek
kuruluşlarından olası (adet-emsal olan) ücret yönünden araştırmaya gidilmekte ve çoğunlukla meslek odasının bildirdiği ücret hesaplamaya esas alınmaktadır. Bu ihtimalde işçi iddia ettiği ücreti kanıtlayamamış olmaktadır.
Zira ücretle ilgili tüm deliller işveren uhdesindedir ve işçinin çoğu kez bu delillere ulaşmasına imkan
tanınmamaktadır. Bu yönüyle temel ücretin tespitindeki ve ispatındaki ülkemize has güçlükler sebebiyle kısmi
17
davanın açılmasında işçinin hukuki menfaatinin olduğu kabul edilmelidir. Ayrıca kıdem tazminatı giydirilmiş
ücretten, fazla mesai alacağı da muaccel olduğu tarihteki ücret üzerinden hesaplanacak, fazla mesai alacağı kayda dayanmadığı takdirde indirime tabi tutulacaktır.
Tazminat ve alacaklar tartışmalı ve açıkça belirli değildir. Yargılama sırasında hesap raporu alınmasını, tazminat ve alacağa esas ücretin tespit edilmesini gerektirmektedir. Kısmi dava açılmasında yasanın aradığı unsurlar ve
hukuki yarar şartı gerçekleştiğinden davanın görülmesi gerekir. Aksi gerekçe ile davanın usulden reddi doğru değildir.
………….Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davaya konu
olan kıdem tazminatı ve fazla mesai ücretine ilişkin alacak miktarının <taraflar arasında tartışmasız ve açıkça belli> olup olmadığı, varılacak sonuca göre de bu alacaklara ilişkin olarak
HMK’nın 109. maddesine göre kısmi dava açılmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle kısmi davanın hukuki niteliğinden bahsetmekte yarar bulunmaktadır.
Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir
kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava
açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla
olduğu ve istem bölümünde <fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması> ya da <alacağın şimdilik şu kadarını dava
ediyorum> demesi, kural olarak yeterlidir(Yargıtay HGK 02.04.2003 gün ve 2003/4-260 Esas 271 K. sayılı ilamı; Pekcanıtez H./Atalay M./Özekes M.; Medeni Usul Hukuku, 12. Bası, s. 320; Kuru/Arslan/Yılmaz, Medeni Usul
Hukuku, 22. Bası, s.286). 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda açıkça kısmi dava düzenlenmediği halde, söz
konusu Kanunun yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı.
Çünkü alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 109.
maddesinde ise, ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla
ileri sürülebileceği; İkinci fıkrasında ise; talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmiştir.
Bu durumda; davadaki talep konusunun miktarı taraflar arasında <tartışmasız> ise veya taraflar
arasında miktar veya parasal tutar bakımından bir tartışma olmakla beraber, tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın, objektif olarak talep konusunun miktarı herkes tarafından
anlaşılabilecek şekilde <belirli> ise o talep konusunun sadece bir kısmı dava edilemeyecektir. Örneğin satım sözleşmesinde alıcının ödemesi gereken bedel, sözleşmede tereddüde yer bırakmayacak biçimde,
açıkça yazılı ise kısmi dava caiz değildir.(Pekcanıtez H./Atalay M./Özekes M, age s.328; Kuru/Arslan/Yılmaz, age
s.286). Doktrinde; talep konusunun miktarının, tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın objektif olarak
belirlenebilmesinde, İİK m. 67 hükmünde öngörülen icra inkâr tazminatına ilişkin <likit alacak> kavramının yol gösterici olabileceği ileri sürülmüştür.(Kuru/Budak, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
Getirdiği Başlıca Yenilikler, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı, 2011/5, s. 11; Yılmaz Ejder, Hukuk
Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012 s.737 vd.). Genel bir kavram olarak <likid (ligiude) alacak>; <tutarı belli (muayyen), bilinebilir, hesaplanabilir alacaktır>
Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için; ya alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması ya da borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece,
borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilecek durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan
söz edilemez (YHGK 14.07.2010 gün ve 2010/19-376 Esas 397 K.sayılı ilamı).
Likit alacak bakımından aranan <borçlunun, talep edilen alacağı veya alacağın bütün unsurlarını bilmesi veya bilmek (kolayca hesap edebilmek) durumunda olması; bu bağlamda alacağın miktarının belirlenmesi için
tarafların ayrıca mutabakata varmasına (anlaşmasına) veya mahkemenin tayin edeceği bilirkişi eliyle bir değerlendirme yapılmasına ihtiyaç bulunmaması, diğer bir anlatımla borçlunun, yalnız başına ne kadar
borçlu olduğunu tespit edebilir durumda olması> ölçütü birçok tartışmayı sona erdirmekle
beraber, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesinin, alacağın likit olup olmadığı ile ilgili başlı
18
başına bir kıstas olarak kabul edilmesi de doğru değildir. Çünkü mahkeme uygulamasında <hesap işi>,
çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerden olduğundan borçlunun, kendi başına hesaplayabilecek durumda olduğu asıl alacak ve temerrüt faizine itiraz etmesi halinde, mahkemenin, alacaklının alacağının
miktarını, bizzat tespit etmeyip bilirkişi vasıtasıyla belirleneceğinden, likit olan bir alacağın sırf bilirkişi incelemesi yapıldığı gerekçesi ile likit sayılmaması doğru olmayacaktır(Yılmaz, age s. 737, 740).
Doktrinde, talep konusunun belirlenmesinin imkânsız olduğu durumlara örnek olarak: Biyolojik nedenlere bağlı imkânsızlık hali (ağır yaralanan kişinin tedavisi sonuçlanmadan zararının belirlenmesinin mümkün olmaması;
TBK. 75, mülga BK 46/2 maddeleri gibi) ; hukuki anlamda imkânsızlık hali (davacının talep sonucunu
belirleyebilmesi için gereken bilgilerin üçüncü kişi veya davalının bünyesinde olması, hakimin takdir yetkisinin bulunduğu gibi durumlar); sübjektif imkânsızlık hali (kullanılmış bir aracın kısmen zarar görmüş olması
durumunda araç değerindeki azalmanın tespit hali gibi) hususlar gösterilmektedir. (Pekcanıtez: Belirsiz Alacak Davası, Ankara, 2011, s. 43,44)
Sonuç olarak; işçilik alacaklarının özelliği de dikkate alınarak, bu alacaklarda, talep konusunun
miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru değildir. Bu nedenle, talep konusu işçilik alacakları belirli
olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru olacaktır.
Kıdem tazminatı alacağı ve fazla mesai ücreti alacağının hesaplanmasında, hizmet süresi ile işçinin aldığı gerçek ücret önemli kriterlerdir. Kıdem tazminatı, giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer işçilik
alacakları çıplak ücretten hesaplanmaktadır. Giydirilmiş ücrete, işçinin asıl ücretine ek olarak sağlanan para veya
para ile ölçülebilen menfaatler de dahil edilmektedir. 4857 sayılı İş Kanununun 67. maddesi uyarınca, <Günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme
saatleri işyerlerinde işçilere duyurulur>. Aynı Kanunun 8/3 maddesinde de: <Yazılı sözleşme yapılmayan hallerde işveren işçiye en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma
süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih
halinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belge vermekle yükümlüdür.> hükmüne yer verilmiş olup, özellikle fazla mesai ve tatil çalışmaları karşılığı ücret alacaklarının belirlenmesi için işverenin
bu yükümlülüğünü yerine getirmesi şarttır. Uyuşmazlığa konu fazla mesai ücreti alacağı ve kıdem tazminatı alacağı istemleri yönünden yukarıdaki
açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Yargıtayın yerleşik uygulamasına göre, gerçek fazla mesai ücretine ulaşmak için kesin delillerle fazla mesai
süresinin ispatlanamadığı durumlarda, takdiri delillerle belirlenen süreden bir miktar sürenin indirilmesi gerektiği
kabul edilmektedir (Yargıtay HGK 05.05.2010 gün ve 2010/9-239 Esas 247 K. sayılı ilamı). Ayrıca somut olayda, davacı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin aldığı ücretin ne olduğu konusunda bir açıklamada bulunmamış,
keza davalı vekili de cevap dilekçesinde ücret ile ilgili açıklayıcı bir beyanda bulunmamıştır. Dosya içerisinde bulunan davacının 2011 yılı 7. aya ait ücret bordrosunda 30 günlük ücretinin 860,35 TL olduğu halde, banka
hesap ekstresinde davacıya 05.07.2011 tarihinde 408,00 TL, 19.07.2011 tarihinde 250,00 TL olmak üzere 2011
yılı 7. ayında 658,00 TL ödeme yapıldığı anlaşılmaktadır. Davacının ücreti ile ilgili iş yeri ücret bordroları ile banka hesap ekstresi farklılık gösterdiği gibi işverenin, 4857 sayılı İş Kanununun 8/3 maddesi uyarınca işverene
yüklenen yükümlülükleri yerine getirdiğini gösterir bir delil de davalı tarafça dosyaya sunulmamıştır. Somut olayda, tüm bu açıklamalar dikkate alındığında dava konusu fazla mesai ve kıdem tazminatı
istemi için de HMK m.109/2 anlamında talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız
veya açıkça belirli olduğundan söz edilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan Yerel Mahkemenin, Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyması gerekirken, direnme kararı
verilmesi usul ve yasaya aykırı olup; verilen kararın bozulması gerekmiştir.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
“Kısmi dava veya belirsiz alacak davasında, hakkın bulunması ve sebebin ortaya çıkması halinde borçlunun taşınır veya taşınmaz malları üzerine ihtiyati tedbir konulmasında ve
karar verilmesinde yasal bir engel bulunmamaktadır.
Ancak hakkın bulunması yeterli değildir. Ayrıca ihtiyati tedbir için yasadaki sebeplerin de ortaya konulması veya çıkarılması gerekir. İhtiyati tedbir sebepleri ortaya konulmadan eksik inceleme ile
karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.” T.C. YARGITAY 9.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/24239,Karar: 2012/25011,Karar Tarihi:
02.07.2012 “ ÖZET: İşçilik alacaklarının tahsili istemli kısmi davada, davacının iş ilişkisi nedeni ile işçilik
alacaklarını talep ettiği, bu anlamda bir hakkının bulunduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece bu hak nedeni ile
19
ihtiyati tedbir kararı uygulanması doğrudur. Ancak hakkın bulunması yeterli değildir. Ayrıca ihtiyati tedbir için
yasadaki sebeplerin de ortaya konulması veya çıkarılması gerekir. Bu nedenle Mahkemece davacının iddia ettiği gibi davalının alacakların tahsilini imkansız hale getirmek için taşınmaz ve araçlarını elden çıkarıp çıkarmadığı,
hakkında birden fazla dava olup olmadığı yönündeki sebepler ortaya çıkarılmalı ve var ise ihtiyati tedbir kararı verilmelidir. İhtiyati tedbir sebepleri ortaya konulmadan eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olup bozmayı
gerektirmiştir.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
“HMK.nun 448. maddesinde <Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri
etkilememek kaydıyla derhal uygulanır>, Geçici 1. maddede ise <"Bu kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda
uygulanmaz> yazılıdır. Bu açıklamalar karşısında eldeki davanın karara bağlandığı tarihte 6100 sayılı HMK yürürlüğe
girmiştir. HMK.nun 448 ve Geçici 1. maddesi gereği HMK hükümleri eldeki davada uygulanacaktır.
Ancak bu uygulamada tamamlanmış işlemlerin etkilenmemesi gözetilecektir. Dava açılırken HMK yürürlükte olmadığına, dolayısı ile belirsiz alacak davasından söz edilemeyeceğine, davacı tarafça dava
dilekçesindeki miktar ıslah edilerek artırıldığına göre artık bu işlemlerin tamamlanmasından sonra yürürlüğe giren HMK.nun 107. maddesi gereği davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilme
imkanı bulunmamaktadır.” T.C. YARGITAY 8.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/2119,Karar: 2012/3980,Karar Tarihi:
08.05.2012 “ ÖZET: Taraflar arasında görülen boşanma davasının kesinleştiği ... tarihinden ıslah tarihi olan ...
tarihine kadar Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddesinde düzenlenen bir yıllık zamanaşımı süresi geçmiş bulunduğuna ve davalı taraf ıslah dilekçesi ile artırılan katılma alacağı miktarı bakımından süresi içerisinde
zamanaşımı definde bulunduğuna göre, davacının dava konusu ettiği tüm mal varlığına ilişkin toplam katılma alacağı miktarı ne olursa olsun görülmekte olan dava nedeniyle sadece ... TL katılma alacağı alabilecek olması
karşısında mahkemece ıslahla artırılan ... TL miktar bakımından davanın reddine karar verilmesi gerekirken bu
kısım bakımından da davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru olmamıştır. Dava: N. A. ile Y. A. aralarındaki katılma alacağı davasının kabulüne dair Bursa 3. Aile Mahkemesinden verilen
29.12.2011 gün ve 567/1424 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmiştir.
Karar: Davacı N. A. vekili, evlilik birliği içinde edinilen ve davalı adına tapuya tescil edilen 2681 ada 7 parselde 15 numaralı meskenin alımında vekil edeninin maddi ve manevi katkıları olduğunu, davalı tarafından vekil
edeninin hakkını bertaraf etme amacıyla dava dışı üçüncü kişiye satıldığını açıklayarak fazlaya ilişkin hakları saklı
kalmak üzere 13.000 TL katkı payı alacağının dava tarihinden geçerli yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, 7.6.2011 tarihli dilekçesi ile taraflar arasında edinme tarihi itibarıyla edinilmiş mallara katılma
rejiminin geçerli olduğunu, vekil edeninin yeni mal rejimi gereği katılma alacağının hesaplanmasının zorunlu bulunduğunu ifade etmiş ve dava dilekçesinde sehven katkı payı yazılı ise de; taleplerinin yeni mal rejimine göre
katılma alacağı olduğunu açıklamıştır. Davacı vekili harcını da tamamladığı 11.11.2011 tarihli dilekçesi ile
taleplerini 47.100 TL olarak ıslah etmiştir. Davalı Y. A. vekili, dava konusu taşınmazın vekil edenine babası tarafından verildiğini, tapuda satış gösterildiğini,
vekil edeni tarafından ödenmesi gereken para ödenemeyince babasının talimatı ile tapuda A. A.'a devrettiğini açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuş, ıslah talebine karşı 25.11.2011 tarihli dilekçesi ile dava
edilmeyen kısmın zamanaşımına uğradığı, 1 yılık zamanaşımının geçtiği ve mahkemece, katılma alacağı olarak
kabul edilemeyeceği açıklanmıştır. Mahkemece, davanın kabulüne 13.000 TL katılma alacağının dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan
tahsiline, 34.100 TL katılma alacağının da davalıdan tahsiline karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar 14.6.2002 tarihinde evlenmiş, 20.2.2009 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 13.9.2010 tarihinde kesinleşmesiyle, mal rejimi sona ermiştir (TMK.nun 225/2.m.). Sözleşmeyle başka mal rejimi
seçilmediğinden, eşler arasında evlilik tarihinden mal rejiminin sona erdiği boşanma davasının açıldığı tarihe
kadar yasal edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. (TMK.nun 202, 4722 S.Y.nın 10.m.) Dava konusu 2681 ada 7 parselde, 15 numaralı mesken 31.12.2004 tarihi itibarıyla davalının babası M. A. A.
adına tapuda kayıtlı iken, 29.8.2005 tarihinde davalı Y. A.'a satılmış, Y. tarafından da 6.2.2009 tarihinde dava dışı A. A.'a satılarak devredilmiştir. Olayları anlatmak taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak ise HMK.nun 25,
26, 31 ve 33. maddeleri (1086 sayılı HUMK.nun 74, 75 ve 76. maddeler) gereğince, Hakime aittir. Davacı
tarafından her ne kadar dava dilekçesinde katkı payından söz edilmiş ise de; davacı vekilinin sonraki
20
açıklamaları, dosya kapsamı ve tarafların evlenme tarihi itibarıyla davacının isteğinin taraflar arasındaki yasal
edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde alınan taşınmazla ilgili mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katılma alacağı niteliğinde olduğu anlaşılmaktadır.
…..dava dilekçesi ile zamanaşımı süresi içinde talepte bulunulan 13.000 TL katılma alacağı ile ilgili yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik görülmemiştir. Davalı vekilinin bu miktara yönelen
temyiz itirazları yerinde değildir.….. Davalı vekilinin ıslah ile artırılan 34.100 TL miktarındaki katılma alacağına yönelen temyiz itirazlarına gelince;
mahkemece 1 yıllık zamanaşımı süresinin hakkaniyete uygun olmadığı, bu tür davalarda davacının, dava açarken
katılma alacağının miktarını bilemediği, bu sebeple genellikle fazlaya ilişkin hakların saklı tutularak bu tür davaların açıldığı, kesin alacak miktarının ise ancak mutlak yargılama süreci sonunda bilirkişi incelemesi ile
ortaya çıktığı, 1 yıllık zamanaşımı süresinin uygulamada hak kayıplarına yol açacak kadar kısa olduğu gerekçesi ile zamanaşımı def'ine ilişkin isteği yerinde görülmemiştir.
Tarafların boşanmalarına ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği 13.9.2010 tarihinden talebin ıslah edildiği
11.11.2011 tarihleri arasında 1 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği ve davalının ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı def'inde bulunduğu ihtilafsızdır. Uyuşmazlık, davacının talebinin HMK'nun 107. maddesi
kapsamında belirsiz alacak isteği olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, ıslah tarihi itibarıyla zamanaşımı süresinin 1 yıl olarak uygulanıp uygulanamayacağı konularında
toplanmaktadır. Az yukarıda açıklandığı üzere, davacı taraf, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak harcını yatırdığı 13.000 TL
katılma alacağı isteğinde bulunmuş, 11.11.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 47.100 TL olarak ıslah etmiştir.
Madde gerekçesinde de açıklandığı gibi HMK.nun 107. maddesi ile gerek mukayeseli hukukta gerekse Türk hukukunda artık salt hukuki korumanın önüne geçilerek etkin hukuki koruma sağlanabilmesi, miktar veya değeri
belirsiz bir alacak için açılacak davalarda bir takım sınırlamalar getirilerek yeni talep ve davalara yol açılmaması, usul ekonomisi nedenleri ile HUMK'nda yer almayan belirsiz alacak ve tespit davası hukukumuzdaki yerini
almıştır. Alacaklının bu davayı açabilmesi için dava açacağı miktar veya değeri tam ve kesin olarak gerçekten
belirlemesi mümkün olmamalı veya objektif olarak imkansız olmalıdır. Aksi halde hukuki yarar tespit davası ve kısmi dava ile ilgili düzenlemeler gözetilecektir. Diğer yandan belirsiz alacak davası veya tesbit davası açılması
durumunda alacaklı, tüm miktarı belirtmese bile davanın başında hukuki ilişkiyi somut olarak belirtecek ve tespit edebildiği ölçüde asgari miktarı gösterecektir. Bu davalarda miktar veya değerin tespit edildiği anda da
alacaklının iddianın genişletilmesi yasağından etkilenmeden talebini bir sefere mahsus artırma imkanı bulunmaktadır. Sonraki artırmalar ise, davacının ihmalinden kaynaklanacağı için iddianın genişletilmesi yasağı ile
karşılaşacaktır. Diğer yandan HMK.nun 448. maddesinde <Bu kanun hükümleri, tamamlanmış
işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır>, Geçici 1. maddede ise <"Bu kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda
uygulanmaz> yazılıdır. Bu açıklamalar karşısında eldeki davanın karara bağlandığı tarihte 6100 sayılı HMK yürürlüğe
girmiştir. HMK.nun 448 ve Geçici 1. maddesi gereği HMK hükümleri eldeki davada uygulanacaktır.
Ancak bu uygulamada tamamlanmış işlemlerin etkilenmemesi gözetilecektir. Dava açılırken HMK yürürlükte olmadığına, dolayısı ile belirsiz alacak davasından söz edilemeyeceğine, davacı tarafça dava
dilekçesindeki miktar ıslah edilerek artırıldığına göre artık bu işlemlerin tamamlanmasından sonra yürürlüğe giren HMK.nun 107. maddesi gereği davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilme
imkanı bulunmamaktadır.
Bundan ayrı, davacı tarafın isteğini 13.000 TL'den 47.100 TL'ye ıslah ile yükseltmesi üzerine davalı taraf süresi içinde zamanaşımı def'inde bulunmuştur. Davacı, dava dilekçesinde, harca esas değeri 13.000 TL olarak
göstererek alacağın sadece bir bölümünü dava etmiş, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş ve daha sonra ıslahla alacak miktarını 47.100 TL olarak arttırmıştır. Böyle bir durumda zamanaşımı; alacağın, ancak dava dilekçesine
konu edilen ve harçlandırılan 13.000 TL'lik bölümü hakkında kesilmiş olur. Dava dilekçesinde belirtilen harca esas değer dışında kalan alacak miktarı bakımından, diğer bir ifade ile dava dışı kalan 34.100 TL alacak bölümü
açısından yapılan ıslah tarihine kadar zamanaşımı işlemeye devam eder. Taraflar arasında görülen boşanma
davasının kesinleştiği 13.9.2010 tarihinden ıslah tarihi olan 11.11.2011 tarihine kadar TMK.nun 178. maddesinde düzenlenen 1 yıllık zamanaşımı süresi geçmiş bulunduğuna ve davalı taraf ıslah
dilekçesi ile artırılan katılma alacağı miktarı bakımından süresi içerisinde zamanaşımı definde bulunduğuna göre, davacının dava konusu ettiği tüm mal varlığına ilişkin toplam katılma alacağı
miktarı ne olursa olsun görülmekte olan dava nedeniyle sadece 13.000 TL katılma alacağı
alabilecek olması karşısında mahkemece ıslahla artırılan 34.100 TL miktar bakımından davanın
21
reddine karar verilmesi gerekirken bu kısım bakımından da yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar
verilmiş olması doğru olmamıştır. Davalı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde bulunmaktadır.” KARŞI OY
Katılma alacağı davalarında, Yargıtay'ın ve Dairemizin kararlılıkla uyguladığı hesaplama yöntemi; <eklenecek değerlerden (TMK 229 m) ve denkleştirmeden (TMK 230 m) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere,
davalının edinilmiş mallarının (TMK 219 m.) toplam değerinden bu mallara ilişkin borçlar çıkarıldıktan sonra kalan artık değerin (TMK 231 m.) yarısı üzerinden (TMK 236/1 m) tarafların kazanılmış hakları da dikkate
alınarak hüküm kurmaktan ibarettir.> şeklindedir. Katılma alacağı miktarının, tasfiyeye konu mal varlıklarının
değerlerinden farklı olup, az yukarıda açıklandığı gibi bir takım hesaplamaların ve belirlemelerin yapılması sonucunda ortaya çıkan rakam olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu da, tahkikat sonucu bulunan miktardır.
Diğer yandan; katılma alacağı davalarında, özel hukuk uygulamalarından ayrılmayı gerektiren bir başka husus, tasfiyeye konu mal varlığının dava tarihindeki değerinin yerine, karar tarihindeki değerinin esas
alınmasıdır. Başka bir anlatımla gerek kanuni düzenlemeye, gerek yine sapmaksızın devam eden Yargıtay'ın ve
Dairemizin uygulamalarına göre; mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan edinilmiş mallar(temyize konu davada, boşanma davasının açıldığı tarihte), mal rejiminin sona erdiği andaki durumlarına göre, tasfiye anındaki
sürüm değerleriyle hesaba katılır (TMK 228/1, 232, 235/1 m). Tasfiye tarihi karar tarihidir. Yargılama süresinin, ilk dereceli mahkemelerdeki yargılama süresi ve sonrasındaki temyiz süreci de göz önünde bulundurulduğunda,
birkaç yılı bulduğu bir gerçektir. Davacıdan, davanın açıldığı tarihte, mahkemece, talep hakkında verilecek olası karar tarihini bilmesini, dolayısıyla tasfiyeye konu mal varlığının karar tarihindeki
değerini tam ve kesin olarak belirlemesini beklemek gerçekçi olmaz. Tüm bu açıklamalara göre,
mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katılma alacağı davalarının nitelik olarak <belirsiz alacak davası> olduğu düşüncesindeyiz.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun somut olaya uygulanıp uygulanmayacağına gelince; Kanunun geçici 1, 2 ve 3. maddelerinde, görev, senetlerin geçerlilikleri, senetle
ispat, temyiz, temyizde duruşma konularında hangi kanunun uygulanacağı yoruma ihtiyaç duyulmayacak
açıklıkta belirtilmiştir. 448. maddesinde ise, genel anlamda bir düzenleme getirilerek <bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır> hükmüne yer verilmiş; tamamlanmış işlemlerin
neler olduğu hususunda açıklama yapılmamıştır. Bu düzenlemeye göre, tamamlanmış usulü işlemler bakımından artık 6100 sayılı HMK
uygulanmayacak, o usulü işlemin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'na göre değerlendirilecektir. Maddenin mefhumu muhalifinden, devam eden yargılamalarda
tamamlanmamış işler bakımından 6100 sayılı HMK'nın uygulanacağı sonucu çıkmaktadır. Bu
durumda, bir usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığını belirlemek sorunun bir düğüm noktasını oluşturmaktadır.
Bir usulü işlemin başlangıç ve bitiriliş süreleri veya yapılacak işleminin sınırları usul kanununda belirgin ve kesin çerçeveyle çizilmiş, yoruma ihtiyaç duyulmayacak açıklıktaki şartlara veya sürelere bağlanmışsa, bu usulü işlemin
yeni usul kanunu yürürlüğe girmeden tamamlanıp tamamlanmadığını belirlemek mümkündür.
Bilindiği üzere, 6100 sayılı HMK ile başta süreler olmak üzere bir çok usul değişikliği getirilmiştir. Cevap dilekçesini verme süresi (127 m.), yetkisizlik ve görevsizlikten sonra yetkili ve görevli mahkemeye başvurma
süresi (20 m.) ve yargılama giderleri (331 m.), tanık dinleme usulü (243, 258 m.), keşif giderleri dahil yargılama giderlerinin dava açılırken peşin alınması (120 m.), ilk dereceli mahkemelerdeki yargılama safhaları (118 vd.
m.'ler) vs. örnekleme yoluyla belirtilen bu değişikliklerin 6100 sayılı HMK.nun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla
tamamlanıp tamamlanmadığını kesin olarak belirlemek mümkündür. Bu tür usul işlemlerinin tamamlanması durumunda HMK.nun uygulanmayacağı açıktır. Ne var ki; bir kısım usul işlemlerinin tamamlanıp
tamamlanmadığını belirlemek oldukça güçtür. Bu tür uyuşmazlıklar somut olayın veya davanın özelliğine göre çözüme kavuşturulmalıdır. Kanun koyucunun 448. maddesinde ifade ettiği <tamamlanmış işlemler> olgusunu
düzenleme amacını aşarak yorumlamak, 6100 sayılı HMK.nun görülmekte olan çok az davaya uygulanması sonucunu doğuracaktır. Maddi ve usul hukuku açısından müktesep hak oluşturmayan, az yukarıda açıklandığı
gibi sınırları ve süreleri açıkça belirtilmediği için tamamlanıp tamamlanmadığı kesin olarak belirlenemeyen usul
işlemleri söz konusu ise; yürürlüğünden önce açılmış ve devam etmekte olan davalara 6100 sayılı HMK uygulanmalıdır. Eş söyleyişle tamamlandığı duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenemeyen usul
işlemlerinde 6100 sayılı HMK uygulanmalıdır. Bu düşünce, kanun koyucunun <derhal uygulanması> yönündeki amacına da uygun olur. Diğer yandan, dava açmak hukuki bir süreci başlatan işlem olup,
tamamlanmış işlem olarak değerlendirilmemesi gerekir.
22
Kaldı ki; fazlaya ilişkin hak saklı tutularak açılan alacak davalarında zamanaşımının, saklı tutulan
fazlaya ilişkin bölüm yönünden işlemeye devam edeceği, bir usul kanunu hükmü olmayıp, uygulayıcılar tarafından kabul gören bir uygulama olduğundan, kanun hükmü gibi
değerlendirilerek, tamamlanmış usul işlemine esas almak doğru değildir. Tüm bu açıklamalar nedeniyle, 1086 sayılı HUMK.nun yürürlükte olduğu dönemde açılan ve 6100 sayılı HMK.nun
yürürlüğe girdiği tarihte derdest olan davalara 448. maddenin yollamasıyla aynı kanunun 107. maddesinin uygulanması gerektiği düşüncesiyle yerel mahkeme kararının onanması yerine bozulması
yönündeki sayın Daire çoğunluğunun görüşüne katılmamaktayız. 08.05.2012 (¤¤)” Sinerji Mevzuat ve İçtihat
“eldeki davanın karara bağlandığı tarihte 6100 sayılı HMK yürürlüğe girmiştir. HMK.nun
448 ve Geçici 1. maddesi gereği HMK hükümleri eldeki davada uygulanacaktır. Ancak bu uygulamada tamamlanmış işlemlerin etkilenmemesi gözetilecektir
Bilirkişi incelemesi sonunda davacının muhtemel katılma alacağı miktarı belirlenmiş
olup bu tarihte HMK yürürlükte değildir. Bu miktara göre davacı ıslah isteğinde bulunmuş olup bu tarihte de henüz HMK yürürlüğe girmemiştir. Bu işlemlerin tamamlanmış işlemler olduğu
hususunda da duraksamamak gerekir. 1 Ekimden önce açılan ve devam eden eldeki davada 1 Ekim 2011'den sonra yeni bir işlem de yapılmamıştır. Yeni HMK ile hukukumuza giren belirsiz alacak
davasına ilişkin hükümlerin davamızda uygulanma imkanı yoktur.” T.C. YARGITAY 8.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/2002,Karar: 2012/3979,Karar Tarihi:
08.05.2012 “ ÖZET: Taraflar arasında görülen boşanma davasının kesinleştiği ... tarihinden ıslah tarihi olan ...
tarihine kadar Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddesinde düzenlenen bir yıllık zamanaşımı süresi geçmiş bulunduğuna ve davalı taraf ıslah dilekçesi ile artırılan katılma alacağı miktarı bakımından süresi içerisinde
zamanaşımı definde bulunduğuna göre, davacının dava konusu ettiği tüm mal varlığına ilişkin toplam katılma alacağı miktarı ne olursa olsun görülmekte olan dava nedeniyle sadece ... TL katılma alacağı alabilecek olması
karşısında mahkemece ıslahla artırılan ... TL miktar bakımından davanın reddine karar verilmesi gerekirken bu
kısım bakımından da davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru olmamıştır. Davalı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazları ıslahla artırılan
miktarla ilgili olarak yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve kanuna aykırı bulunan hükmün bozulması gerekmiştir.
Dava: H. A. ile H. H. A. aralarındaki katılma alacağı davasının kabulüne dair Ankara 4. Aile Mahkemesinden verilen 22.12.2011 gün ve 1469/1792 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davalı
vekili tarafından istenilmiştir.
…Davacı vekili dava dilekçesinde fazlaya ilişkin hakkını saklı tutarak harcını yatırdığı 1.000 TL alacak isteğinde bulunmuş, alınan 4.2.2011 tarihli bilirkişi kurulu raporu sonrası 24.2.2011 tarihinde harcını yatırarak istediği
miktarı 230.500 TL olarak ıslah etmiştir. Davacının ıslah dilekçesinin 7.3.2011 tarihinde davalı vekiline tebliğ edilmesi üzerine davalı vekili 11.3.2011 tarihli dilekçe ile süresinde; ıslah edilen miktar bakımından 1 yıllık
zamanaşımının geçtiğini açıklayarak zamanaşımı def'inde bulunmuştur. Davacı vekili ise, bu cevaba karşılık
verdiği 21.3.2011 tarihli dilekçesinde uygulanacak zamanaşımının 10 yıl olduğunu bildirmiştir. Davalı vekilinin ıslah ile artırılan 229.500 TL miktarındaki katılma alacağına yönelen temyiz itirazlarına gelince;
mahkemece bozma ilamına uyulduktan sonra yapılan değerlendirmede açılan davanın HMK.nun 107. maddesinde yazılı belirsiz alacak davası niteliğinde olduğu kabul edilerek zamanaşımı def'i
reddedilmiş ve yazılı şekilde hüküm kurulmuştur. Tarafların boşanmalarına ilişkin mahkeme kararının
kesinleştiği 3.7.2009 tarihinden talebin ıslah edildiği 24.2.2011 tarihleri arasında 1 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği ve davalının ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı def'inde bulunduğu ihtilafsızdır. Uyuşmazlık,
davacının talebinin HMK'nun 107. maddesi kapsamında belirsiz alacak isteği olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, ıslah tarihi itibarıyla zamanaşımı süresinin 1 yıl olarak uygulanıp
uygulanamayacağı konularında toplanmaktadır. Madde gerekçesinde de açıklandığı gibi HMK'nun 107. maddesi ile gerek mukayeseli hukukta gerekse Türk
hukukunda artık salt hukuki korumanın önüne geçilerek etkin hukuki koruma sağlanabilmesi, miktar veya değeri
belirsiz bir alacak için açılacak davalarda bir takım sınırlamalar getirilerek yeni talep ve davalara yol açılmaması, usul ekonomisi nedenleri ile HUMK'nda yer almayan belirsiz alacak ve tespit davası hukukumuzdaki yerini
almıştır. Alacaklının bu davayı açabilmesi için dava açacağı miktar veya değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı veya objektif olarak imkansız olmalıdır. Aksi halde hukuki yarar, tespit davası ve
kısmi dava ile ilgili düzenlemeler gözetilecektir. Diğer yandan belirsiz alacak davası veya tesbit davası açılması
durumunda alacaklı, tüm miktarı belirtmese bile davanın başında hukuki ilişkiyi somut olarak belirtecek ve tespit
23
edebildiği ölçüde asgari miktarı gösterecektir. Bu davalarda miktar veya değerin tespit edildiği anda da
alacaklının iddianın genişletilmesi yasağından etkilenmeden talebini bir sefere mahsus artırma imkanı bulunmaktadır. Sonraki artırmalar ise davacının ihmalinden kaynaklanacağı için iddianın genişletilmesi yasağı ile
karşılaşacaktır. Diğer yandan HMK'nun 448. maddesinde <Bu kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır>. Geçici 1. maddede ise <Bu kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin
hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmaz> yazılıdır. Bu açıklamalar karşısında eldeki davanın karara bağlandığı tarihte 6100 sayılı HMK yürürlüğe
girmiştir. HMK.nun 448 ve Geçici 1. maddesi gereği HMK hükümleri eldeki davada uygulanacaktır. Ancak bu
uygulamada tamamlanmış işlemlerin etkilenmemesi gözetilecektir. Dava açılırken HMK yürürlükte olmadığına, dolayısı ile belirsiz alacak davasından söz edilemeyeceğine, davacı tarafça dava dilekçesindeki
miktar ıslah edilerek artırıldığına göre artık bu işlemlerin tamamlanmasından sonra yürürlüğe giren HMK.nun 107. maddesi gereği davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilme imkanı bulunmamaktadır. Bilirkişi
incelemesi sonunda davacının muhtemel katılma alacağı miktarı belirlenmiş olup bu tarihte HMK
yürürlükte değildir. Bu miktara göre davacı ıslah isteğinde bulunmuş olup bu tarihte de henüz HMK yürürlüğe girmemiştir. Bu işlemlerin tamamlanmış işlemler olduğu hususunda da
duraksamamak gerekir. 1 Ekimden önce açılan ve devam eden eldeki davada 1 Ekim 2011'den sonra yeni bir işlem de yapılmamıştır. Yeni HMK ile hukukumuza giren belirsiz alacak davasına
ilişkin hükümlerin davamızda uygulanma imkanı yoktur. 1 Ekim 2011'den sonra temyiz incelemesi sonunda bozulan hükme yerel mahkeme uyarsa yeniden yapılacak tahkikatta yeni işlemler HMK.na
tabi olmakla birlikte eldeki davada bozma ilamı tarihi de 1.10.2011 tarihi öncesinde olup bu
yönden de HMK hükümlerinin uygulanamayacağı açıktır. Mahkemece davanın belirsiz alacak davası olarak nitelendirilmesi doğru değildir.
…Bundan ayrı, davacı tarafın isteğini 1.000 TL'den 230.500 TL'ye ıslah ile yükseltmesi üzerine davalı taraf süresi içinde zamanaşımı def'inde bulunmuştur. Davacı, dava dilekçesinde, harca esas değeri 1.000 TL olarak
göstererek alacağın sadece bir bölümünü dava etmiş, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş ve daha sonra ıslahla
alacak miktarını 230.500 TL olarak arttırmıştır. Böyle bir durumda zamanaşımı; alacağın, ancak dava dilekçesine konu edilen ve harçlandırılan 1.000 TL'lik bölümü hakkında kesilmiş olur. Dava dilekçesinde belirtilen harca esas
değer dışında kalan alacak miktarı bakımından, diğer bir ifade ile dava dışı kalan 229.500 TL alacak bölümü açısından yapılan ıslah tarihine kadar zamanaşımı işlemeye devam eder. Taraflar arasında görülen boşanma
davasının kesinleştiği 3.7.2009 tarihinden ıslah tarihi olan 24.2.2011 tarihine kadar TMK.nun 178. maddesinde düzenlenen 1 yıllık zamanaşımı süresi geçmiş bulunduğuna ve davalı taraf ıslah dilekçesi ile artırılan katılma
alacağı miktarı bakımından süresi içerisinde zamanaşımı definde bulunduğuna göre, davacının dava konusu
ettiği tüm mal varlığına ilişkin toplam katılma alacağı miktarı ne olursa olsun görülmekte olan dava nedeniyle sadece 1.000 TL katılma alacağı alabilecek olması karşısında mahkemece ıslahla
artırılan 229.500 TL miktar bakımından davanın reddine karar verilmesi gerekirken bu kısım bakımından da yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru olmamıştır. Davalı vekilinin temyiz itirazları bu
bakımdan yerinde bulunmaktadır.”
KARŞI OY ... Görüş ayrılığı; mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katılma alacağı davalarının belirsiz alacak davası olup
olmadığı, belirsiz alacak davası ise, 6100 sayılı HMK.nun uygulanıp uygulanmayacağı noktasındadır. ..Tüm bu açıklamalara göre, mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan katılma alacağı davalarının nitelik olarak
<belirsiz alacak davası> olduğu düşüncesindeyiz.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun somut olaya uygulanıp uygulanmayacağına gelince; ..
.. tamamlanmış usulü işlemler bakımından artık 6100 sayılı HMK uygulanmayacak, o usulü işlemin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK'na göre değerlendirilecektir. Maddenin mefhumu muhalifinden,
devam eden yargılamalarda tamamlanmamış işler bakımından 6100 sayılı HMK'nın uygulanacağı sonucu çıkmaktadır. Bu durumda, bir usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığını belirlemek sorunun bir
düğüm noktasını oluşturmaktadır.
Bir usulü işlemin başlangıç ve bitiriliş süreleri veya yapılacak işleminin sınırları usul kanununda belirgin ve kesin çerçeveyle çizilmiş, yoruma ihtiyaç duyulmayacak açıklıktaki şartlara veya sürelere bağlanmışsa, bu usulü işlemin
yeni usul kanunu yürürlüğe girmeden tamamlanıp tamamlanmadığını belirlemek mümkündür. … Maddi ve usul hukuku açısından müktesep hak oluşturmayan, az yukarıda açıklandığı gibi sınırları ve süreleri
açıkça belirtilmediği için tamamlanıp tamamlanmadığı kesin olarak belirlenemeyen usul işlemleri söz konusu ise;
yürürlüğünden önce açılmış ve devam etmekte olan davalara 6100 sayılı HMK uygulanmalıdır. Eş söyleyişle
24
tamamlandığı duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenemeyen usul işlemlerinde 6100 sayılı HMK
uygulanmalıdır. Bu düşünce, kanun koyucunun <derhal uygulanması> yönündeki amacına da uygun olur. Diğer yandan, dava açmak hukuki bir süreci başlatan işlem olup, tamamlanmış işlem olarak değerlendirilmemesi
gerekir. ..Kaldı ki; fazlaya ilişkin hak saklı tutularak açılan alacak davalarında zamanaşımının, saklı tutulan fazlaya ilişkin
bölüm yönünden işlemeye devam edeceği, bir usul kanunu hükmü olmayıp, uygulayıcılar tarafından kabul gören bir uygulama olduğundan, kanun hükmü gibi değerlendirilerek, tamamlanmış usul işlemine esas almak doğru
değildir. Tüm bu açıklamalar nedeniyle, 1086 sayılı HUMK.nun yürürlükte olduğu dönemde açılan ve 6100 sayılı
HMK.nun yürürlüğe girdiği tarihte derdest olan davalara 448. maddenin yollamasıyla aynı kanunun 107. maddesinin uygulanması gerektiği düşüncesiyle yerel mahkeme kararının onanması yerine bozulması yönündeki
sayın Daire çoğunluğunun görüşüne katılmamaktayız. 08.05.2012 (¤¤)”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
“Yasal faiz oranlarının uygulanmasından ibaret faiz alacağı tam ve kesin olarak tespit
edilebilir olduğundan ne tespit, ne belirsiz alacak ve tespit ne de kısmi dava açılması şartları bulunmadığı anlaşıldığından, 6100 sayılı Kanun sistematiği açısından da hukuki yarar yokluğu
nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.” T.C. YARGITAY 10.Hukuk Dairesi,Esas: 2010/9799,Karar: 2012/3613,Karar Tarihi:
01.03.2012 “ÖZET: Dava, geç ödenen yaşlılık aylıklarının ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyen faizleri ile ödenmesi gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir. Somut olayda; davaya konu geç
ödenen yaşlılık aylığı miktarının, aylıkların ödenmesi gereken tarihlerin, fiili ödemenin yapıldığı tarihin, yani faiz
başlangıç ve bitiş tarihlerinin ve nihayet yasal faiz oranlarının bilindiği tartışmasızdır. Yasal faiz oranlarının uygulanmasından ibaret faiz alacağı tam ve kesin olarak tespit edilebilir olduğundan ne tespit ne
belirsiz alacak ve tespit ne de kısmi dava açılması şartları bulunmadığı anlaşıldığından, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun sistematiği açısından da hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın
reddine karar verilmesi gerekmektedir.
..Kural olarak tespit davaları bir hak ya da hukuki ilişkinin mevcudiyeti ve içeriğinin belirlenmesi, eda davaları ise; <...davalının bir şeyi yapmaya, bir şeyi vermeye veya bir şeyi yapmamaya mahkûm edilmesinin istendiği...>
dava türü olarak tanımlanmakta olup, eda davaları davaya konu hakkın varlığına ilişkin bir tespiti ve buna bağlı edimin ifası hükümlerini içerir. Bu nedenle tespit davasının eda davasının öncüsü olduğu kabul edilir ve kural
olarak tespit davası açılabilmesi için hukuki yarar bulunmalıdır. Zira karar tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu uyarınca; Kanundaki ayrık haller dışında ancak henüz şartları tamam
olmadığı için açılamayan eda davası için ilerde hukuki ilişiğinin belli edilmesi bakımından kesin delil olarak
kullanılmak üzere ve bu hukuki çıkarla tespit davası açılabilir. Davacının açacağı faiz alacağı davasına temel olmak üzere bu davayı açtığı dilekçe muhteviyatından anlaşılmaktadır. Davacı eda davası açmış olsa idi; eda
davası(alacak) sonucunda verilecek hükmün tespite ilişkin bölümü ile bu dava sonunda verilecek tespit hükmünün aynı olacağı, kesin hüküm etkisi bakımından da hiçbir fark bulunmayacağı muhakkaktır. Yani tespit
davası ile istenen hukuki korunma, eda davası ile tamamen elde edilebilecektir. Öyle ise bu davanın açılmasında
hukuki yarar yoktur. Öte yandan; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun
<Tespit Davası> başlıklı 106’ncı maddesiyle; <(1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir
belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.
(2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır.
(3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.> hükmü getirilmiştir. Söz konusu hüküm uyarınca tespit davası açmak isteyen davacı yönünden eda davasından farklı olarak korunmaya değer
hukuki yarar bulunduğunun ispatı şartı korunmuştur. Belirtilmelidir ki; hukuki ilişkinin henüz şartlarının tam olarak oluşmaması nedeniyle eda davasının açılamaması ya da davalının varlığını iddia ettiği hukuki ilişki
nedeniyle tehdit ve tehlike altında olması gibi durumlarda açılacak tespit davası ile hukuki korunma
sağlanabiliyorsa hukuki yararın varlığı kabul edilebilir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun <Belirsiz alacak ve tespit davası başlıklı> 107’inci maddesinde;
(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri
belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
25
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.> hükmü öngörülmüştür. Belirsiz alacak davası nitelik itibariyle bir tespit davasından çok eda
davasına yakındır. Zira talep bir alacağın ödenmesine ilişkindir. Ancak imkansızlık nedeniyle veya objektif kriterlere göre alacak miktarı dava tarihi itibariyle tam ve kesin olarak belirlenemediğinden, dava dilekçesinde
hukuki ilişki veya tespit edilebildiği ölçüde alacağın asgari miktarı gösterilerek, bu husus mahkemeden
istenmektedir. Belirsiz tespit davasında da benzer şekilde dava konusu objektif kriterlere göre tam olarak belirlenememekte, bu husus yine mahkemeden istenmektedir. Yargılamanın devamı sırasında alacak miktarı ya
da değeri belirlendiğinde de davacı, iddianın genişletilmesi yasağından etkilenmeksizin talebini artırabilecektir. Ne var ki; anılan Kanun’un <Kısmi dava> başlıklı 109’uncu maddesindeki,
(1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri
sürülebilir. (2) Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz.
(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hali dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.> hükümleri nazara alınarak
baştan tespit edilmesi yine objektif olarak tespiti mümkün hallerde bu yola başvurulamayacak, yani belirsiz alacak ya da tespit davası açılamayacaktır. Zira alacağın miktarının açıkça belirli olduğu, taraflarca kolayca
belirlenebilir olduğu durumda ne kısmi dava ne de belirsiz alacak veya tespit davası açılmasında hukuki yarar
bulunduğundan bahsedilemez. Somut olayda; davaya konu geç ödenen yaşlılık aylığı miktarının, aylıkların ödenmesi gereken
tarihlerin, fiili ödemenin yapıldığı tarihin, yani faiz başlangıç ve bitiş tarihlerinin ve nihayet yasal faiz oranlarının bilindiği tartışmasızdır. Yasal faiz oranlarının uygulanmasından ibaret faiz alacağı
tam ve kesin olarak tespit edilebilir olduğundan ne tespit, ne belirsiz alacak ve tespit ne de kısmi
dava açılması şartları bulunmadığı anlaşıldığından, 6100 sayılı Kanun sistematiği açısından da hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.”
Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
***“talep sonucu açıkça belli olduğundan, mahkemenin <davacının talep sonucunu dava dilekçesinde HMK. nun 119/1-ğ maddesine göre açıkça bildirmek başka ifade ile taleplerini
somutlaştırmak zorunda olduğu, bu zorunluluğu yerine getirmeyen davacının dava açmakta
hukuki yararının varlığından söz edilemeyeceği> gerekçesi yerinde değildir. Kaldı ki talep sonucunun açık olmadığı kabul edilse dahi 119/2 maddesi uyarınca dava dilekçesindeki bu
eksikliğin tamamlanması için süre verilmesi gerekirken bu kurala da uyulmamıştır. Diğer taraftan mahkemece dava konusu alacağın belli olduğu, kısmi dava açılmasında davacının
hukuki yararının olmadığı kabul edilmiştir.
Dava şartı olan hukuki yarar şartı tamamlanması gereken şartlardandır. Bu kabule göre ise yine davacı vekiline davasını tam dava olarak devam etmesi ve dava şartı olan hukuki yarar şartında
eksikliği gidermesi için HMK.’un 115/2 maddesi uyarınca bir haftalık kesin süre verilmesi gerekirken, Mahkemece kesin süre verilmeden yazılı şekilde davanın usulden reddi de
isabetsizdir.”
T.C. YARGITAY 9.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/1757,Karar: 2012/5742,Karar Tarihi: 27.02.2012 “Dava: Davacı vekili, davacı işçinin iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haksız olarak
feshedildiğini belirterek, kıdem ve ihbar tazminatı ile ödenmeyen son ay ücret ve fazla mesai ücret alacağının davalı işverenden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
…Uyuşmazlık davanın niteliği üzerinde toplanmaktadır. Davacının aynı hukuki ilişkiden kaynaklanan alacağının veya hakkının tümünü değil, belirli bir kısmını talep
ederek açtığı davaya kısmi dava denir.
Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden (örneğin iş sözleşmesinden) doğmuş olması ve bu alacağın şimdilik bir kesiminin dava edilmesi gerekir (Kuru/Arslan/Yılmaz,
Medeni Usul Hukuku, 22 Bası, Ankara, 2011, s. 286) Kısmi dava 6100 sayılı HMK’un 109. maddesinde tanımlanmıştır. Maddenin birinci fıkrasına göre <Talep
konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.>
26
İkinci fıkrasına göre ise <Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava
açılmaz.> Belirtilen düzenleme karşısında kısmi dava açılabilmesi için:
1) Talep konusunun niteliği itibari ile bölünebilir olması, 2) Talep konusunun miktarının, taraflar arasında tartışmalı veya açıkça belirli olmaması gerekir.
Talep konusu taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirlenebilir ise kısmi dava açılamayacaktır. (Pekcanıtez/Atalay/Özekes: Medeni Usul Hukuku, 10. Bası, Ankara, 2011, s. 313)
Dava konusu edilen alacak, yargılama sırasında hesap raporu alınmasını gerektiriyor (Kuru/Budak, Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı 2011/5, s. 13) veya miktar veya değerinin belirlenmesi yargılama sırasında başka bir olgunun tespit edilmesini gerektiriyor ise talep
konusu alacağın tartışmalı veya açıkça belirlenemeyeceği kabul edilmeli ve kısmi dava olarak görülmelidir. Keza alacak miktarı veya değerinin hakimin takdiri veya yasal nedenlerle indirim yapılarak belirlendiği
durumlarda da alacak belirsizdir. Fazla mesai ve tatil çalışmalarının kayda dayanmadığı durumlarda Dairemiz
istikrarlı olarak <hastalık, izin gibi nedenlerle çalışılamayacak günler olduğu düşünülerek> bu tür alacaklarda hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğini kabul etmektedir.
Diğer taraftan, işçilik tazminat ve alacaklarının belirlenmesinde ispat yükü dışında ilgili yasalarda hesabın unsurları olarak bazı kriterlere yer verilmiştir.
İşçilikte bu hesabın unsurlarında hizmet süresi ile işçinin aldığı gerçek ücret önemli kriterlerdir. Kıdem ve ihbar tazminatı giydirilmiş ücretten hesaplanırken, diğer tazminat ve alacaklar çıplak ücretten hesaplanmaktadır.
Giydirilmiş ücrette, işçinin asıl ücretine ek olarak sağlanan para veya para ile ölçülebilen menfaatlerde dahil
edilmektedir. Keza yıllık izin ücreti dışında çalışma olgusuna bağlı diğer işçilik alacakları muaccel oldukları tarihteki ücret üzerinden hesaplanmaktadır.
Ayrıca belirtmek gerekir ki, tazminat ve alacakların belirlenmesine ilişkin kayıtlar ise genelde işveren tarafından tutulmaktadır. Dava konusu edilen alacağın (talep sonucunun) miktar olarak belirlenmesi, karşı tarafın vereceği
(elindeki belgelerle) bilgi sonucu mümkün ise alacağın tartışmalı ve belirli olmadığı sonucuna varılmalıdır.
(Kılıçoğlu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu El Şerhi, Legal Yayınevi, İstanbul, 2012 s. 582) 4857 sayılı İş Kanunu’nun 67. maddesi uyarınca, <günlük çalışmanın başlama ve bitiş saatleri ile dinlenme
saatleri işyerlerinde işçilere duyurulur.> Aynı kanunun 8/3 maddesine göre ise <Yazılı sözleşme yapılmayan hallerde işveren işçiye en geç iki ay içinde genel ve özel çalışma koşullarını, günlük ya da haftalık çalışma
süresini, temel ücreti ve varsa ücret eklerini, ücret ödeme dönemini, süresi belirli ise sözleşmenin süresini, fesih halinde tarafların uymak zorunda oldukları hükümleri gösteren yazılı bir belge vermekle yükümlüdür.> Özellikle
fazla mesai ve tatil çalışmaları karşılığı ücret alacaklarının belirlenmesi için işverenin bu yükümlülüğünü yerine
getirmesi şarttır. HMK.nun 107/son maddesine göre ise <kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası da
açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.> Davacının kısmi dava açılabilmesi için hukuki yararının olması şarttır. Buradan hareketle bir davanın kısmi dava olarak görülebilmesi
için dava şartı olan davacının hukuki yararının bulunması gerekir.
Hukuki yarar, kanunun 114/h maddesi uyarınca dava şartı olarak kabul edilmiştir. Takip eden 115/2 maddedeki kurala göre ise <Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın
usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı
dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.> Düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli
bir süre verilerek giderilebilecek ise, hakim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanamaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir.
Diğer taraftan kanunun 119. maddesinde dava dilekçesinde bulunması gereken hususlar sayılmış ve açık bir şekilde talep sonucunun da bulunacağı belirtilmiş ve maddenin ikinci fıkrasında ise talep sonucunun açık
olmaması halinde hakimin davacıya talebini açıkça belirlemesi için süre vermesi gerektiği belirtilmiştir. Gerek 115 ve gerekse 119. maddelerde verilen kesin sürenin bir haftalık süre olacağı da belirtilmiştir.
Dosya içeriğine göre davacı vekili, davacı işçinin aldığı ücreti ve çalışma süresini belirterek, iş sözleşmesinin
davalı işveren tarafından haksız olarak feshedildiğini belirterek, kıdem ve ihbar tazminatı ile ödenmeyen son ay ücret ve fazla mesai ücret alacağının fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak ve her bir talebine ilişkin miktar
belirterek kısmi dava olarak davalı işverenden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı işveren vekili, işe öncelikle davacının aldığı ücretin ve çalıştığı sürenin dava dilekçesinde belirtilen süre ve
ücret olmadığını savunmuştur.
27
Davacının istenilen alacağın türü ve hukuki niteliği belli olmasına rağmen miktarını dava açarken tam olarak
saptaması, belirlemesi olanaklı olamayabilir. Hesap raporu alınmasını, yargılama yapılmasını gerektiren bu durumda davacı fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak kısmi dava yoluna başvurabilir. Kısmi dava olarak açılan bu
davada yargılama sırasında belirlenen bakiye alacağı için davalının muvafakat etmemesi halinde, ek dava yolu ile ayrı bir davada isteyebileceği gibi, aynı davada ıslah sureti ile dava ettiği miktarları arttırarak talepte bulunabilir.
Kısmi dava olarak açıldığı uyuşmazlık dışı olan davada yukarıda belirtilen somut maddi ve hukuki olgulara göre; 1. Somut uyuşmazlıkta dava konusu edilen tazminat ve alacaklara esas hizmet süresi ve ücret taraflar arasında
uyuşmazlık konusudur. Diğer taraftan fazla mesai ücretinin belirlenmesine esas kayıtlar sunulmadığı gibi, davalı
işveren İş Kanunu’nun 8. ve 67. maddesindeki yükümlülüklerini de yerine getirdiğini savunmamıştır. Tazminat ve alacaklara hak kazanma ve hesap yönlerinden hizmet süresi pek çok etkene bağlı olarak değişkenlik
göstermektedir. En başta işçinin işe giriş ve fesih tarihlerinin taraflar arasında uyuşmazlık konusu olması halinde tazminata ve alacağa esas süre daima tartışmalı olacaktır. Bu durumdaki belirsizlik, yargılama ile giderilir.
İş davalarına yansıyan yönüyle işçi ve işveren arasında en temel uyuşmazlık temel ücretin belirlenmesi
noktasında ortaya çıkmaktadır. Yargıtay uygulamasına göre işçinin iddia ettiği temel ücret miktarı işverence kabul edilmediğinde meslek
kuruluşlarından olası (adet-emsal olan) ücret yönünden araştırmaya gidilmekte ve çoğunlukla meslek odasının bildirdiği ücret hesaplamaya esas tutulmaktadır. Bu ihtimalde işçi iddia ettiği ücreti kanıtlayamamış olmaktadır.
Zira ücretle ilgili tüm deliller işveren uhdesindedir ve işçinin çoğu kez bu delillere ulaşmasına imkan tanınmamaktadır. Bu yönüyle temel ücretin tespitindeki ve ispatındaki ülkemize has güçlükler sebebiyle kısmi
davanın açılmasında işçinin hukuki menfaatinin olduğu kabul edilmelidir. Ayrıca kıdem tazminatı giydirilmiş
ücretten, fazla mesai alacağı da muaccel olduğu tarihteki ücret üzerinden hesaplanacak, fazla mesai alacağı kayda dayanmadığı takdirde indirime tabi tutulacaktır.
Tazminat ve alacaklar tartışmalı ve açıkça belirli değildir. Yargılama sırasında hesap raporu alınmasını, tazminat ve alacaklara esas hizmet süresi ile ücretin tespit edilmesini gerektirmektedir. Kısmi dava açılmasında yasanın
aradığı unsurlar ve hukuki yarar şartı gerçekleştiğinden davanın görülmesi gerekir. Aksi gerekçe ile davanın
usulden reddi isabetsizdir. 2. Kabule göre ise:
a) Dava dilekçesinde talep sonucu açıkça belli olduğundan, mahkemenin <davacının talep sonucunu dava dilekçesinde HMK. nun 119/1-ğ maddesine göre açıkça bildirmek başka ifade ile taleplerini
somutlaştırmak zorunda olduğu, bu zorunluluğu yerine getirmeyen davacının dava açmakta hukuki yararının varlığından söz edilemeyeceği> gerekçesi yerinde değildir. Kaldı ki talep
sonucunun açık olmadığı kabul edilse dahi 119/2 maddesi uyarınca dava dilekçesindeki bu
eksikliğin tamamlanması için süre verilmesi gerekirken bu kurala da uyulmamıştır. b) Diğer taraftan mahkemece dava konusu alacağın belli olduğu, kısmi dava açılmasında davacının hukuki
yararının olmadığı kabul edilmiştir. Dava şartı olan hukuki yarar şartı tamamlanması gereken şartlardandır. Bu kabule göre ise yine
davacı vekiline davasını tam dava olarak devam etmesi ve dava şartı olan hukuki yarar şartında
eksikliği gidermesi için HMK.’un 115/2 maddesi uyarınca bir haftalık kesin süre verilmesi gerekirken, Mahkemece kesin süre verilmeden yazılı şekilde davanın usulden reddi de isabetsizdir.
F) Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerden dolayı bozulmasına, peşin alınan temyiz harcının istek
halinde ilgiliye iadesine 27.02.2012 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY Davada, iş akdinin haksız feshi nedeniyle fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak, kıdem ve ihbar tazminatı ile
ödenmeyen aylık ücret ve fazla mesai ücretlerinin kısmen tahsili istemiş; mahkemece davacının kısmi dava açmakta hukuki menfaatinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Yerel mahkemece karar gerekçesinde de açıkça belirttiği üzere; işçi, çalıştığı süreyi ve ücretini (subjektif olarak) en doğru şekilde bilen kişidir. Böyle olunca yasal bağlarda, ne kadar ücret, kıdem ve ihbar tazminatı, fazla mesai
alacağı olduğunu açıkça belirleyebilecek konumdadır. Dolayısı ile davanın konusu olan işçilik alacakları açıkça
belirli bulunmakla, kısmi dava ya da belirsiz alacak davasına değil, aksine belirli bir alacak davasına konu edilebilir. Zira 6100 sayılı yasanın 107/1. maddesine göre; davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut
değerinin tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmiştir. Aynı şekilde HMK’nun 109/2. maddesinde de; dava
konusunun miktarı taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı benimsenmiştir.
28
Böylece dava açılmadan önce alacağının varlığını ve miktarını açıkça bilen ya da bilebilecek durumda bulunan
davacı işçi yönünden belirli bulunan dava konusunun dava açılmakla (doğal olarak) çekişmeli ve tartışmalı hale gelmesi ya da ispat sorunu ile karşılaşılması da iş bu davanın belirsiz ya da kısmi dava olarak açılmasına haklı
gerekçe yapılamaz. Çünkü kural olarak tüm davalarda mahkemeye müracaatla taraflar arasında bir çekişme, tartışma, belirsizlik ve ispat sorunu bulunmaktadır.
Bu nedenle sayın çoğunluğun davacının taleplerinin kısmi davaya konu edilebileceğine ilişkin bozma düşüncesine katılmamaktayım. (¤¤)”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
10.Hukuk Dairesi,Esas: 2010/11172,Karar: 2012/2874,Karar Tarihi: 21.02.2012 “ÖZET: Somut olaya baktığımızda, Bağ-Kur'dan yaşlılık aylığı almakta olan davacının Genel Sağlık Sigortası
kapsamında bulunduğu çekişmesiz olup, tedavinin özel sağlık kuruluşunda yapılması nedeniyle Kurum, tedavi giderlerinin aciliyet durumuna göre bir bölümünü ödemek durumundadır. Kurumca ödenecek miktar
107.madde kapsamında tam ve kesin olarak belirlenebilir nitelikte değildir. Bu nedenle kısmi
davaya konu edilebilir ve 107/3 madde kapsamında tespit davası da açılabilir. Mahkemece, yapılacak iş, işin esasına girilerek hastalık ve tedavinin niteliğine göre aciliyet ve hayati tehlike durumu incelenerek
belirlenecek miktar üzerinden Kurumun sorumluluğuna karar vermekten ibaret olup, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.”
Davacı, 19.11.2008-17.12.2008 tarihleri arasında özel hastanede yapılan tedavi ve iyileştirme giderlerinin davalı Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından karşılanması gerektiğinin tespitine karar verilmesini istemiştir.
… uyuşmazlık, böyle bir tespit davasının açılıp açılmayacağı noktasında toplanmaktadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun yürürlük başlıklı 451.maddesinde <Bu Kanun 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe girer.> zaman bakımından uygulama başlıklı 448.maddesinde <Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış
işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.> hükmünü öngörmekte olup, eldeki dava temyiz aşamasında bulunduğundan 6100 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasında yasal zorunluluk vardır. Bu kural, hakların
himayesi bakımından daha lehe hükümlerin öngörüldüğünün kabul edilmesi gereken yeni usul hükümlerinin
devam etmekte olan davalar bakımından da hemen uygulanmaya başlanması düşüncesine dayanır. 6100 sayılı Kanun, kısmi davaya ilişkin genel hüküm olan 109.madde yanında, kısmi davanın bir türü olarak
belirsiz alacak davası müessesesini ihdas etmiştir. Belirsiz alacak ve tespit davası başlıklı 107.maddede <davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden
beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, tespit davası
da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.> hükmü öngörülmüştür.
Açıklanan yasal düzenlemelerin ışığı altında somut olaya baktığımızda, Bağ-Kur'dan yaşlılık aylığı almakta olan davacının Genel Sağlık Sigortası kapsamında bulunduğu çekişmesiz olup, tedavinin özel sağlık kuruluşunda
yapılması nedeniyle Kurum, tedavi giderlerinin aciliyet durumuna göre bir bölümünü ödemek durumundadır. Kurumca ödenecek miktar 107.madde kapsamında tam ve kesin olarak belirlenebilir nitelikte değildir. Bu
nedenle kısmi davaya konu edilebilir ve 107/3 madde kapsamında tespit davası da açılabilir.
Mahkemece, yapılacak iş, işin esasına girilerek hastalık ve tedavinin niteliğine göre aciliyet ve hayati tehlike durumu incelenerek belirlenecek miktar üzerinden Kurumun sorumluluğuna karar vermekten ibaret olup, eksik
inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
KARŞI OY
Tespit davaları, bir hakkın veya hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalardır. Bu davaların işlevi, bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespiti olup, bundan öteye gitmez. Henüz şartları oluşmadığı için
açılamayan eda davası için ilerideki hukuki ilişkinin belli edilmesi bakımından kesin delil olarak kullanılmak üzere tespit davası açılabilir.
Tespit davasının dinlenebilmesi için diğer genel dava şartlarından başka, iki ek şartın daha bulunması gerekir: Tespit davasının konusu yalnız hak ve hukuki ilişkiler olabilir; davacının bu hak veya hukuki ilişkinin var olup
olmadığının hemen tespit edilmesinde (güncel bir) hukuki yararı bulunmalıdır. Bir hukuki ilişkinin varlığı ya da
yokluğu, tespit davası açılabilmesi için yalnız başına yeterli değildir. Bir hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukuki yararın bulunması ise üç şartın birlikte varlığına bağlıdır:
Davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel bir tehlike ile tehdit edilmiş olmalı; bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumu tereddüt içinde olmalı ve bu hususun davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunması;
yalnız kesin hüküm etkisine sahip olup, cebri icraya yetki vermeyen tespit hükmü, bu tehlikeyi ortadan
kaldırmaya elverişli olmalıdır. Davacının tespit davası ile istediği hukuki koruma diğer dava çeşitlerinden birisi ile
29
sağlanabiliyorsa, o zaman davacının tespit davası açmakta hukuki yararı yoktur. Bu şartların bulunmaması
halinde tespit davası dinlenmez, davanın usulden (dava şartı yokluğundan) reddi gerekir. 6100 sayılı HMK açısından değerlendirme yapılması halinde ise, açılacak davanın miktarı biliniyor ya da tespit
edilebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz. Talep sonucunun belirlenememesi iki halde mümkündür: Dava açarken talep sonucunun belirlenmesi imkansızdır; davacının dava açarken talep sonucunu belirlemesinin
kendisinden beklenemeyecek olmasıdır. Ancak m. 107/3'de bu konuda bir istisna getirilmiştir. Böylelikle dava açarken talep sonucunu belirleyemeyen davacı dilerse belirsiz alacak davası açabilecek, dilerse kısmi
dava ile birlikte alacağın geri kalan kısmının tespitini isteyebilecek ve yine dilerse alacağın
tümünün belirlenebilmesi için bir tespit davası açabilecektir. Davada istem, özel bir Hastanedeki acil-yoğun bakım ünitesindeki tedavi giderlerinin SGK sağlık güvencesiyle
karşılanması gerektiğinin tespiti şeklinde özetlenmiştir. 05.05.2010 günlü dilekçede ise, tıbbi bir kurul tarafından yapılacak inceleme ile davacının yoğun bakım durumunun ve süresinin tespiti ile bu dönemdeki sağlık
harcamalarının SUT doğrultusunda davalı Kurum tarafından ödenmesi gerektiğinin tespiti istemi dile
getirilmektedir. 6100 sayılı HMK hükümleri uyarınca da icrai etkisi bulunmayan ve hukuki ilişkiyi belirlemeye yarayan tespit
davasının, somut uyuşmazlıkta gözetildiğinde, açılmasında hukuki yarar bulunduğunun kabulü, etkin hukuki koruma yada hak arama özgürlüğü kavramları ile de açıklanamaz.
Tespit davasına konu bulunan sağlık harcaması faturası 129.665- TL bedel içermektedir. Davacının, (Bağ-Kur kapsamında) genel sağlık sigortasından, Kanun, Yönetmelik ve SUT hükümleri doğrultusunda yararlanmakta
olduğu yönünde bir çekişme bulunmamaktadır. Bedelin bilinemezliğinden de söz edilemez.
Bu davanın incelenmesi halinde, eda davaları ile tespit davaları arasında elde edilecek hukuki koruma açısından bir fark kalmayacaktır. Bununda ötesinde, maktu harç ödenerek eda kararı
etkisine sahip ilamların elde edilmesi sonucu doğacaktır. Yerel mahkemenin bu gerekçelere dayalı kararının onanması gerektiği görüşü ile sayın çoğunluğun bozma
kararına katılamıyoruz.” (¤¤)Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 9.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/51609,Karar: 2012/1072,Karar Tarihi:
23.01.2012 “ÖZET: davacının Toplu İş Sözleşmesinden yararlanması gerektiğinin tespiti ile eksik ödenen kısımların tahsiline karar verilmesini istemiştir… Temyiz aşamasında Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe
girdiğinden davacının isteminin bu kanun kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Zira davada, davacının istemi tespit yanında alacağın tahsilini de kapsadığından dava şartı olan <hukuki yarar> belirsiz
alacak ve tespit davası yönünden gerçekleşmiştir. O nedenle dava hakkında esas yönelik deliller
toplanılarak, alınan bilirkişi raporu bir değerlendirmeye tabi tutulmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir.Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 9.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/51613,Karar: 2012/1076,Karar Tarihi: 23.01.2012“ÖZET: Somut uyuşmazlıkta dava tespit davası türüne yer vermeyen HUMK.'nun yürürlükte olduğu
zaman açılmış ve karar verilmiştir. Ne var ki dava dilekçesi incelendiğinde davacı vekili toplu iş sözleşmesinden
yararlanması gerektiğinin tespiti yanında miktar belirtmeksizin ödenmeyen farkın tahsiline de karar verilmesini talep etmiştir. Dava açıldığında mahkemece tahsil istemi de dikkate alınarak talep edilen miktarın
açıklattırılması, harcın tamamlattırılması gerekirdi. Zira salt tespit istemi bulunmamaktadır. Mahkemece bu olgu gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 4.Hukuk Dairesi,Esas: 2010/12546,Karar: 2012/351,Karar Tarihi:
17.01.2012“ÖZET: Trafik kazası nedeni ile davacıların desteğinin ölümünden dolayı uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Dava konusu olayda, davalı sürücü A.K yönünden
meydana gelen trafik kazasında kusuru bulunmadığı için dava tümden reddedilmiş, diğer davalı K... Ltd. Şti. yönünden ise işleten olması nedeni ile tehlike sorumluluğu uyarınca istemin kısmen kabul kısmen reddine karar
verilmiştir. Şu durumda, yerel mahkemece davalı A.K yararına ayrı vekalet ücreti takdir olunmamış bulunması usul ve yasaya uygun değil ise de bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili maddesi uyarınca kararın düzeltilerek onanması uygun
görülmüştür.” KARŞI OY
Dava; trafik kazası sonucu davacıların desteğinin ölümü nedenine dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
…6100 sayılı Kanunun hazırlanması sırasında görev alan Prof. Hakan P., Prof. Oğuz A. ve Prof. Muhammet Ö.
tarafından yayınlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine göre Medeni Usul Hukuku Kitabının 321.
30
sayfasında <Belirsiz alacak davası açılabilmesinin mümkün olduğu hallerde kısmi dava açmak
davacı açısından üç nedenle daha elverişli olmayacaktır. Birincisi kısmi dava açan davacının alacağının geri kalan kısmı için zamanaşımı süresi kesilmemiş olacaktır. Buna karşılık belirsiz
alacak davasında zamanaşımı, dava sonunda alacağın tümü için dava tarihinde kesilmiş sayılacaktır. İkinci olarak kısmi dava açan davacı dava sırasında alacağın geri kalan kısmını talep
etmek isterse, bunu ancak ıslah ya da karşı tarafın açık rızası ile yapabilecektir...> şeklindeki açıklamaları ile gerek Dairemizin, gerekse HGK'nun önceki içtihatları gibi yeni HMK.da da kısmi dava açılması
halinde sadece dava edilen bölüm için zamanaşımının kesileceği yolundaki istikrarlı uygulamanın devam ettirildiği
anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklanan nedenlerle dava konusu haksız eylemin 27.10.2002 tarihinde meydana geldiği,
ıslah dilekçesinin ise 25.05.2009 tarihinde verildiği gözetildiğinde 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 109/1. maddesinde öngörülen 2 yıllık ve aynı maddenin 2.fıkrasında düzenlenen 5
yıllık ceza zamanaşımı süreleri dolmuştur. Davalı K... Ltd. tarafından ıslah dilekçesine karşı süresinde
zamanaşımı def'i ileri sürüldüğüne göre ıslah edilen maddi tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiği gözetilerek yerel mahkeme kararının anılan davalı yararına bozulması
gerektiği düşüncesindeyim. Borçlar Yasası'nın 47. maddesi gereğince yargıcın, özel durumları göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak
sahibine verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Takdir edilecek bu tutar, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir işlevi (fonksiyonu) olan özgün bir
nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi malvarlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O
halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek tutar, var olan durumda elde edilmek istenilen doyum (tatmin) duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 gün
ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel durum ve koşullar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden yargıç, bu
konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde nesnel (objektif) ölçülere göre uygun
(isabetli) bir biçimde göstermelidir. Olayın oluşu, kusur durumu, davacıların ölene yakınlığı ve yukarıdaki ilkeler gözetildiğinde davacılar yararına
hükmedilen manevi tazminat miktarları azdır. Yerel mahkeme kararının bu gerekçeyle de davacılar yararına bozulması gerektiği düşüncesiyle dairemiz kararının 1 nolu bendine katılmıyorum. (¤¤)”Sinerji Mevzuat ve İçtihat
Programı
3-)KISMİ DAVA ( HMK md.109)
Kısmi dava HMK md.109 ile düzenlenmiş olup, madde metninde “(1) Talep konusunun
niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.
(2) Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava
açılamaz.
(3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hali dışında,
kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.”denmektedir.
HMK md.109 metnine göre kısmi dava olarak nitelendirilebilecek davalarda;
- Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir
kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.
Madde gerekçesinde “. Alacağın tamamı aynı hukukî ilişkiden doğup, şimdilik sadece bir kesimi
dava ediliyorsa kısmî davadan söz etmek gerekecektir. Bu dava çeşidine müracaat edebilmek için, talebin
konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olması gerekir.”denilmektedir.
Alacak, özellikle de para alacağı davalarında talep konusu bölünebilir nitelikte olmaktadır. Manevi
tazminat talebinin bölünmezliği kabul edildiğinden, manevi tazminat davasının kısmi olarak açılması mümkün
görülmemektedir.19
19
Av Nezih SÜTÇÜ- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1415.htm
31
- Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi
dava açılamaz.
Madde gerekçesinde “Bununla kısmî dava kurumunun amaç dışı kullanılmasının önüne geçilmek
istenmiş, yani sözü edilen halde( talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız ve açıkça belirli
olması ) davacının kısmî dava açmakta hukukî yararının bulunmadığı kabul edilmiştir. ” denilmektedir.
Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, talebin sadece bir kısmının dava
yoluyla ileri sürülmesi halinde, kısmî dava söz konusu olur. Ancak, talep konusunun miktar›, taraflar arasında
tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmî dava açılamaz (HMK m. 109). 20
“HMK m 24/2 de, kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimsenin kendi lehine olan davayı açmaya
veya hakkını talep etmeye zorlanamayacağı ifade edilmektedir. Kanunda açıkça talep konusunun tamamının
istenebileceği haller belirtilerek, kısmi dava sınırlandırılmıştır.
Talep konusunun miktarının tartışmasız veya açıkça belirli olması ile neyin kast edildiği de
anlaşılmamaktadır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için, alacağın miktarı yahut değerinin tam ve kesin
olarak belirlenememesi veya bunun imkansız olması gerekirken, kısmi dava için, alacak miktarı
tartışmasız VEYA açıkça belirli olmamalıdır. Alacak miktarını davalı kabul etmiyorsa, bir başka anlatımla
alacak tartışmalı hale geliyorsa ve açıkça da belirli değilse, kısmi dava açılması söz konusu olabilecektir. Alacak
tartışmalı olmakla beraber, açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacaktır.[ PEKCANITEZ, Hakan / ATALAY, Oğuz /
ÖZEKES, Muhammet, Medeni Usul Hukuku, Ankara, 2011, s. 318.] Kanımızca tartışmalı alacak içinde “belirsizliği” de barındığından,
ayrıca “açıkça belirsizlik” unsurunun aranmasına gerek yoktur.[ Benzer görüşte, UMAR, Bilge, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi,
Ankara, 2011, s. 311]
Buna göre kısmi dava, belirsiz alacak davasına göre daha geniş kapsamlıdır. Bir başka anlatımla
her belirsiz alacak davası açılmasının mümkün olduğu halde kısmi dava da açılabilir. Çünkü uyuşmazlık yargıya
taşındığı için alacak tartışmalı haldedir. Tam ve kesin olarak belirlenemeyen alacak, açıkça da belirlenmemiş
sayılır. Fakat aradaki ayrımın teoride bu şekilde çizilmesine rağmen pratikte bu kadar kolay olmayacağı
düşüncesindeyim.”21
- Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hali dışında, kısmi
dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.
Madde gerekçesinde “dava açılırken fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmamasına ilişkin bir
kayda yer verilmemiş olmasının, dava dışı tutulan kesim bakımından feragat edilmesi anlamına gelmeyeceği
hususu açıkça hüküm altına alınmış, bu konudaki suskunluğun ilerde ek dava açma imkanını ortadan
kaldırmayacağına işaret edilmiştir. Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmişse,
bu durumda feragat nedeniyle alacak da zaten sona ermiş olacağından ek dava yoluyla ileri sürülmesi mümkün
bir alacaktan söz edilemeyecektir.” denilmektedir.
“Daha önceden doktrinde fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmamasının o haktan zımnen feragat
anlamına geleceğine dair Yüksek Mahkeme kararları eleştirilmekteydi. Bu eleştiriler dikkate alınarak söz
konusu hükmün getirildiği anlaşılmaktadır.”22
“Kısmi dava, tasarının 115. maddesi HMK’nın 109. maddesi olarak yasalaşmıştır. Tasarının
hükmü ile yasanın hükmü arasında bir fark bulunmamaktadır. Bu nedenle tasarının madde gerekçesinden
yararlanmak mümkündür.
Bu maddeyi anlayabilmek için, HMK’nın 109 /1 ve 109/2 maddelerini birlikte değerlendirmenin
doğru olacağını düşünmekteyiz. Bu maddelere göre, talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olduğu
durumlarda, sadece bir kısmı dava yolu ile istenebilir. Ancak, talep konusunun miktarı, taraflar arasında
20
Doç.Dr. Murat ATALI-MEDENÎ USÛL HUKUKU-http://eogrenme.anadolu.edu.tr/eKitap/HUK201U.pdf
21
Av Nezih SÜTÇÜ- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1415.htm 22
Av Nezih SÜTÇÜ- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1415.htm
32
tartışmasız ya da açıkça belli ise kısmi dava açılamaz. Maddenin gerekçesine baktığımızda, ikinci fıkradaki
yasağın, kısmi davanın amaç dışı kullanılmasını önlemek için konulduğunun belirtildiğini görmekteyiz.
Bilindiği gibi, 1086 sayılı yasaya göre, kısmi dava açarken, eğer fazlaya ilişkin haklarımızı saklı
tutmamış isek, davanın değerini arttıramıyor ve arta kalan hakkımızı kullanamıyorduk. Halbuki HMK’nın 109/3
maddesinde yer alan hükme göre, kısmi davanın kapsamı dışında kalan fazlayı kapsayan haklarımızdan açıkça
feragat etmemiş isek, her zaman artan kısım için dava açma hakkımız bulunmaktadır. Bize göre bu husus çok
önemli bir farktır.
Kanımızca madde metni kargaşaya neden olacak şekilde kaleme alınmıştır.”23
“Kısmî dava ile ilgili 109 uncu maddenin üçüncü fıkrası önemli bir düzenleme getirmektedir. Buna
göre: “Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat olması halini dışında, kısmî dava
açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edilmiş anlamına gelmez”. Bu hükmün
gerekçesine göre: Dava açılırken fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmamasına ilişkin bir kayda yer verilmemiş
olması, dava dışı tutulan kısım bakımından feragat anlamına gelmez ve bu konudaki suskunluk, ileride ek dava
açılması imkânını ortadan kaldırmaz; buna karşılık, dava dilekçesinde talep konusunun kalan kısmından açıkça
feragat edilmişse, ek dava açma imkânı kullanılamaz.
Kanun koyucunun bu suretle, öğretinin çoğunluk görüşünün ve Yargıtay’ın yerleşik kararlarının
aksine bir düzenleme yapmayı tercih ettiği anlaşılmaktadır.24 “Kısmi dava konusundaki yenilikler:
Kısmi dava konusunda, kanuna bugünkü (Yargıtay içtihatlarıyla yerleşmiş olan) uygulamamızı
koklu şekilde değiştirecek hükümler konulmuştur (m. 107 ve m. 109).
HMK m. 109(2) hükmü “Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça
belirli ise, kısmî dava açılamaz” şeklindedir.
Buna göre, mesela bir bankanın kredi sözleşmesinden doğan alacağı veya faturaya bağlanmış bir
alacak ya da tutarı kira sözleşmesiyle veya kira parasının tespiti hükmüyle belirli bir kira alacağı için kısmi dava
acılamayacaktır. Hatta, hesapla kesin şekilde bulunabilecek (kıdem tazminatı alacağı gibi) alacaklar için kısmi
dava açılıp acılamayacağı da tartışmalı hale gelecek; bu gibi tartışmalı konularda, Hocam Prof. Dr. Baki Kuru
’nun ifade ettiği üzere, İİK m. 67 hükmünde öngörülen icra inkar tazminatına ilişkin “likit alacak” kavramını
tanımlayan Yargıtay içtihatları uygulamaya yol gösterici olabilecektir.
HMK m. 109(2) hükmü ise “Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat
edilmiş olması hâli dışında, kısmî dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği
anlamına gelmez” şeklindedir ki; Yargıtay’ın bugüne kadarki uygulaması bu hükmün aksi yönde (“fazlaya
ilişkin hakların saklı tutulması” hali dışında kısmi dava açılmasının talep konusunun geri kalan kısmından
feragat edildiği anlamına geleceği yönünde) idi.
HMK, kısmi davaya ilişkin genel hüküm olan 109. madde hükmü yanında, kısmi davanın bir turu
olarak, “belirsiz alacak davası” müessesesini ihdas etmiştir. Belirsiz alacak davasını düzenleyen “Belirsiz
alacak ve tespit davası” başlıklı 107. madde hükmü şöyledir:
“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak
belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukukî
ilişkiyi ve asgarî bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve
kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi
olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.
(3) Ayrıca, kısmî eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu
durumda hukukî yararın var olduğu kabul edilir.”
Bu kanun hükmünün pratik sonucu özellikle tazminat davalarında görülecek; dava tarihinde (hesap
güçlüğü ya da zarar verici durumun gelişmekte olması dolayısıyla) zararının miktarını tespit edemeyen davacı,
davasını küçük bir tutarla açarak, daha sonra (zarar tutarını belirlemek mümkün hale gelince), ıslah yoluna
23
Av. Ender Dedeağaç-6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/6100_Sayili_HMK_Getirdikleri_ic.pdf 24
Prof. Dr. Ejder YILMAZ-Yeni HMK’yla getirilen değişiklikler
http://www.muglabarosu.org.tr/upload/UserUpload/file/hmkyenilikler.pdf
33
başvurmadan talebini artırılabilecektir. Kanun hükmünde açıkça ifade edilmemekle birlikte, belirsiz alacak
davası açılmasının zamanaşımının alacağın tamamı için kesilmesi sonucunu doğuracağını da kabul etmek
gerekir.
107. maddenin, TBMM Genel Kurulu çalışmaları sırasında metne eklenen son fıkrası ise esasen
belirsiz alacak davası ile ilgili olmamakla birlikte, hukukumuza tespit davaları bakımından önemli (fakat
gerekçesi acık olmayan) bir yenilik getirmektedir: Kısmi eda davasının açılabildiği hallerde, davacı dilerse eda
davası yerine tespit davası da açabilecek; bu konuda hukuki menfaatinin bulunduğu varsayılacaktır. Oysa,
bugünkü uygulamamıza gore, eda davası açmak imkanının bulunduğu hallerde tespit davası açmakta hukuki
menfaat bulunmadığı kabul edilmektedir.”25
Yargıtay Kararları
“Fazla mesai ve kıdem tazminatı istemi için talep konusunun miktarının taraflar
arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğundan söz edilmesi mümkün değildir
İşçilik alacaklarının özelliği de dikkate alınarak, bu alacaklarda, talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru
olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru değildir. Bu nedenle, talep konusu işçilik alacakları belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesi daha doğru
olacaktır.”
Hukuk Genel Kurulu,Esas: 2012/9-838,Karar: 2012/715,Karar Tarihi: 17.10.2012-“ÖZET: Dava, fazla mesai ücretinin ödenmemesi nedeni ile iş akdini haklı nedenle feshettiği
iddiasıyla, işçi tarafından açılan kıdem tazminatı ve fazla mesai ücreti alacağının … TL lik kısmının tahsili istemine ilişkindir. Dava konusu fazla mesai ve kıdem tazminatı istemi için talep konusunun
miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğundan söz edilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan yerel mahkemenin, Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca da benimsenen Özel Daire bozma
kararına uyması gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup; verilen kararın bozulması
gerekmiştir.”
“talep sonucu açıkça belli olduğundan, mahkemenin <davacının talep sonucunu dava dilekçesinde HMK. nun 119/1-ğ maddesine göre açıkça bildirmek başka ifade ile taleplerini
somutlaştırmak zorunda olduğu, bu zorunluluğu yerine getirmeyen davacının dava açmakta
hukuki yararının varlığından söz edilemeyeceği> gerekçesi yerinde değildir. Kaldı ki talep sonucunun açık olmadığı kabul edilse dahi 119/2 maddesi uyarınca dava dilekçesindeki bu
eksikliğin tamamlanması için süre verilmesi gerekirken bu kurala da uyulmamıştır. Diğer taraftan mahkemece dava konusu alacağın belli olduğu, kısmi dava açılmasında davacının
hukuki yararının olmadığı kabul edilmiştir. Dava şartı olan hukuki yarar şartı tamamlanması gereken şartlardandır. Bu kabule göre ise yine
davacı vekiline davasını tam dava olarak devam etmesi ve dava şartı olan hukuki yarar şartında
eksikliği gidermesi için HMK.’un 115/2 maddesi uyarınca bir haftalık kesin süre verilmesi gerekirken, Mahkemece kesin süre verilmeden yazılı şekilde davanın usulden reddi de
isabetsizdir.” T.C. YARGITAY,9.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/1757,Karar: 2012/5742,Karar Tarihi:
27.02.2012 “
ÖZET: Mahkemece dava konusu alacağın belli olduğu, kısmi dava açılmasında davacının hukuki yararının olmadığı kabul edilmiştir. Dava şartı olan hukuki yarar şartı tamamlanması gereken
şartlardandır. Davacı vekiline davasını tam dava olarak devam etmesi ve dava şartı olan hukuki yarar şartında eksikliği gidermesi için bir haftalık kesin süre verilmesi gerekirken, Mahkemece kesin
süre verilmeden davanın usulden reddi isabetsiz olmuştur.” T.C. YARGITAY 5.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/2120,Karar: 2012/8074,Karar Tarihi:
18.04.2012 “ÖZET: Dava ve birleştirilen dava kamulaştırması elatılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine
25
Prof. Dr. Baki KURU- Prof. Dr. Ali Cem DURAK - HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNUN GETİRDİĞİ BAŞLICA
YENİLİKLER - İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 5 • Yıl: 2011 http://www.istanbulbarosu.org.tr/makaleler/hmk/bakikuru-alicembudak.pdf
34
ilişkindir. Islah dilekçesinde fazlaya dair hak saklı tutulmasa dahi, davacı ek davada talep ettiği miktar yönünden
açıkça feragat etmediğinden, ek davada talep edilen miktarın da kabulüne karar verilmesi gerekir. 6100 sayılı HMK'nın geçici 1. maddesi nazara alınarak, karar tarihinde yürürlükte bulunan aynı Kanun'un 109/3.
maddesindeki <Dava açılırken talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hali dışında kısmi dava açılması talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına
gelmez.> hükmü uyarınca, ıslah dilekçesinde fazlaya dair hak saklı tutulmasa dahi, davacı ek davada talep ettiği miktar yönünden açıkça feragat etmediğinden, ek davada talep edilen miktarın
da kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması Doğru görülmemiştir.” Sinerji
Mevzuat ve İçtihat Programı T.C. YARGITAY 9.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/1756,Karar: 2012/5741,Karar Tarihi:
27.02.2012 “ÖZET: Dava dilekçesinde talep sonucu açıkça belli olduğundan, mahkemenin <davacının talep sonucunu dava dilekçesinde Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ilgili maddesine göre açıkça bildirmek başka ifade
ile taleplerini somutlaştırmak zorunda olduğu, bu zorunluluğu yerine getirmeyen davacının dava açmakta hukuki
yararının varlığından söz edilemeyeceği> gerekçesi yerinde değildir. Kaldı ki talep sonucunun açık olmadığı kabul edilse dahi ilgili madde uyarınca dava dilekçesindeki bu eksikliğin tamamlanması için süre
verilmesi gerekirken bu kurala da uyulmamıştır.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı T.C. YARGITAY 10.Hukuk Dairesi,Esas: 2010/11172,Karar: 2012/2874,Karar Tarihi:
21.02.2012 “ ÖZET: Somut olaya baktığımızda, Bağ-Kur'dan yaşlılık aylığı almakta olan davacının Genel Sağlık Sigortası kapsamında bulunduğu çekişmesiz olup, tedavinin özel sağlık kuruluşunda yapılması nedeniyle Kurum,
tedavi giderlerinin aciliyet durumuna göre bir bölümünü ödemek durumundadır. Kurumca ödenecek miktar
107.madde kapsamında tam ve kesin olarak belirlenebilir nitelikte değildir. Bu nedenle kısmi davaya konu edilebilir ve 107/3 madde kapsamında tespit davası da açılabilir. Mahkemece, yapılacak iş, işin esasına girilerek
hastalık ve tedavinin niteliğine göre aciliyet ve hayati tehlike durumu incelenerek belirlenecek miktar üzerinden Kurumun sorumluluğuna karar vermekten ibaret olup, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı
şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 4.Hukuk Dairesi,Esas: 2010/12546,Karar: 2012/351,Karar Tarihi: 17.01.2012 “ÖZET: Trafik kazası nedeni ile davacıların desteğinin ölümünden dolayı uğranılan maddi ve
manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Dava konusu olayda, davalı sürücü A.K yönünden meydana gelen trafik kazasında kusuru bulunmadığı için dava tümden reddedilmiş, diğer davalı K... Ltd. Şti. yönünden ise
işleten olması nedeni ile tehlike sorumluluğu uyarınca istemin kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiştir. Şu durumda, yerel mahkemece davalı A.K yararına ayrı vekalet ücreti takdir olunmamış bulunması usul ve yasaya
uygun değil ise de bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununun ilgili maddesi uyarınca kararın düzeltilerek onanması uygun görülmüştür.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
4-BELİRSİZ ALACAK DAVASI İLE KISMİ DAVA ARASINDAKİ FARKLAR,
ÖZELLİKLERİ “Belirsiz alacak davasının kısmi davaya nazaran olumlu yönleri
1. Belirsiz alacak için zamanaşımı dava açıldığı anda kesilmiş sayılır.
2. Dava sırasında talep sonucunun arttırılması için ıslah ya da karşı tarafın iznine gerek yoktur.
3. Faiz talep edilmişse, belirlenemeyen alacak için faiz talep tarihinden itibaren işlemeye başlar.
4. Belirsiz alacak davası yerine, kısmi dava ile birlikte alacağının geri kalan kısmı için tespit davası açan davacı
davayı kazanırsa, tespit davası sonunda elde ettiği hükme dayanarak ancak ilamsız icra takibi yapabilir. Çünkü
tespit hükmü bir edayı içermediğinden ilamlı icra takibi yapılmasını mümkün kılmaz. Bununla birlikte takibe
itiraz edilirse, alacaklı itirazın iptali ile birlikte borçlunun yüzde kırk inkar tazminatına mahkum edilmesinin
isteyebilir.
Kısmi dava açabilecek olan, yani alacak miktarı belirli olmayan alacaklı üç dava açabilme
seçeneğine sahip olacaktır:
-Dilerse, alacağının bir kısmını(belirleyebildiği) talep edip, geri kalan kısmını saklı tutabilir.
-Dilerse, belirsiz alacak davası açabilir.
-Dilerse, alacağının bir kısmını kısmi davada talep edip, geri kalan kısmının tespiti için tespit davası açabilir.”26
26
Prof.Dr.Hakan Pekcanıtez- Hukuk Muhakemeleri _i_Kanunu-SON HALI-15.06.2011-Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ
35
Av.M. İhsan Darende Belirsiz Alacak Davası - Kısmi Dava İlişkisi: “HMK'da, HUMK
düzenlemesinin geliştirildiği hususların en önemlilerinden birisi “belirsiz alacak davası”dır. Gerekçede de
belirtildiği üzere bu müessese, hukuki korumayı etkin hale getirebilmek amacıyla düzenlenmiştir. Ancak kısmi
dava ile aralarındaki benzerlikler, her iki dava çeşidinin açıkça belirlenmesini ve farklarının ortaya konmasını
gerektirmektedir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK), etkin hukuki koruma sağlamayı ve hak arama
özgürlüğünün efektif kullanımını amaç edinmiştir. Bu amaçla düzenlenen müesseselerden birisi de, “belirsiz
alacak davası”dır. Belirsiz alacak davası[1], Hükümet Tasarısı’nda yer almadığı halde, Adalet Komisyonu
görüşmeleri sırasında eklenmiş bir müessesedir[2]. Tasarıya sonradan eklendiği ve yeterince tartışılmadığı için,
reform niteliği taşıyan bu müessese ve bilhassa “kısmi dava” ile ilişkisi, uygulamada tereddütlere yol açmıştır.
Özellikle “dava tipi”nin hukuki yararla ilgili olması ve hukuki yararın da dava koşulu niteliği taşıması sebebiyle
tereddütler kaygıya dönüşme eğilimi taşımaktadır[3].
Başka bir makalede[4] belirtildiği üzere, HMK, 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu
(HUMK)’un temel felsefesi korunarak hazırlanmıştır[5]. Bununla birlikte, HUMK’ta yer alan ve aksayan,
eskiyen, güncelliğini yitiren, adil yargılanma hakkı ile bağdaşmayan hükümlerde revizyon yapılmış, dil
sadeleştirilmiş ve güncellenmiş[6], hak arama özgürlüğünün etkin kullanımını sağlayan, ilkelere bağlı, hızlı,
güvenli ve adil bir yargılama süreci tesis edilmeye çalışılmıştır.
Yukarıda belirtildiği üzere, HUMK düzenlemesinin geliştirildiği hususların en önemlilerinden
birisi “belirsiz alacak davası”dır. Gerekçede de [7] belirtildiği üzere bu müessese, hukuki korumayı etkin hale
getirebilmek amacıyla düzenlenmiştir. Ancak kısmi dava ile aralarındaki benzerlikler, her iki dava çeşidinin
açıkça belirlenmesini ve farklarının ortaya konmasını gerektirmektedir:
Belirsiz alacak davası HMK’nın 107. maddesinde düzenlenmiş olup, bu hüküm şöyledir: “(1)
Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden
beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da
değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir./ (2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu
alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın
genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir./ (3) Ayrıca, kısmi
eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul
edilir.”
Mukayeseye başlayabilmek için, hemen, kısmi davaya ilişkin hükmün de dercedilmesi yararlı
olacaktır (HMK 109): “(1) Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı
da dava yoluyla ileri sürülebilir./ 2) Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise
kısmi dava açılamaz./ (3) Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli
dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.”
Görüldüğü gibi, iki hükümde de benzer kavramlar kullanılmıştır: Gerek belirsiz alacak davasında
gerekse kısmi davada vurgu, alacağın miktarının belirli olup olmamasına yapılmıştır. Tereddüt ve kaygılar da bu
vurgudan kaynaklanmaktadır. Hatta belirsiz alacak davasının ihdas edilmesi sonucunda, kısmi dava
müessesesinin uygulanma ihtimali kalmadığı, daha doğrusu çok dar bir alanla sınırlandığı dahi ileri
sürülmektedir.
Ancak benzer kavramlar kullanılmış olsa da, iki müessesenin farklı durumlar için düzenlendiği
açıktır:
BELİRSİZ DAVA VE KISMİ DAVA ARASINDAKİ KONU FARKLILIĞI
Belirsiz alacak davası, alacağın miktar yahut değerinin, davanın açıldığı tarihte belirlenmesinin,
objektif veya sübjektif açıdan imkânsız olduğu durumlar için düzenlenmiştir. Kısmi davada hukuki yararın
bulunmadığı kabul edilen durum ise; miktar hususunda taraflar arasında tartışma olmaması veya açıkça belirli
bulunmasıdır. Hiç kuşkusuz miktar veya değerin, sözleşme, senet, belge (veya çok istisnai olarak, “asgari ücret”
miktarı gibi, mevzuat) tarafından açıkça belirlenmiş olmadığı durumlar arasında, bunları belirlemenin, objektif
veya sübjektif olarak imkânsız olduğu durumlar da mevcuttur. Yani belirsiz alacak davasının koşulu olan
belirleme imkânsızlığı, kısmi dava için aranan hukuki yarar şartını karşılamaktadır. Ancak miktarın açıkça
belirli olmadığı durumlar bununla sınırlı değildir. Miktarı belirlemenin imkânsız olmadığı, yani miktarın davacı
36
tarafından da belirlenebilecek durumda olduğu, ancak senet, belge, sözleşme vs. tarafından açık bir belirlemenin
yapılmadığı her türlü uyuşmazlık, müddeabihin bölünebilir olması koşuluyla, kısmi davaya konu edilebilecektir.
Bir başka deyişle kısmi dava tipi, belirsiz davaya konu olabilecek uyuşmazlıkları da kapsamına
alan “üst küme” niteliği taşımaktadır. Yani (konusu bölünebilen) her belirsiz alacak davası, istenirse kısmi dava
şeklinde de açılabilir. Ya da belirsiz alacak davası biçiminde açılmış davada, davacı, miktar belirlenebilir hale
gelmesine rağmen, değeri artırmayabilir ve bu suretle dava, kısmi daya dönüşmüş olur. Daha doğrusu belirsiz
alacak davası, başlangıçtaki niteliği itibariyle, kısmi davanın özel olarak düzenlenmiş bir türevidir, yani kısmi
dava niteliği taşımaktadır. Çünkü burada da, uyuşmazlığın, sonradan artırılabilir bir kısmı dava edilmektedir.
Kısmi davadan -doğurduğu sonuçlar bakımından- farkı ise tam ve kesin miktar belirlenebilir olduğunda,
iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmadan artırım imkânı tanınmasıdır[8]. Nitekim 107. maddenin ikinci
fıkrasında: “Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak
belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın
başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir” denmektedir. Burada davacıya bir hak sunulmaktadır; yükümlülük
yüklenmekte değildir. Davacı bu hakkı kullanmaya zorlanamaz. Dolayısıyla alacak belirlenebilir olmasına
rağmen davacı miktarı artırmadıysa, dava tümüyle kısmi davaya dönüşmüş olur; davacı ek dava açarak, alacağın
kalan kısmını talep edebilir. Gerçekten de, 107. maddenin üçüncü fıkrasında; “ayrıca, kısmi eda davasının
açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir” denmek
suretiyle belirsiz alacak davasının, başlangıçta, kısmi dava niteliği taşıdığı vurgulanmıştır. Çünkü bu fıkranın
düzenlendiği 107. maddenin başlığı “belirsiz alacak ve tespit davası”dır. Belirsiz alacak davasını açıklayan bir
hükümde, kısmi eda davasından söz edilmesi ve kısmi eda davası açmanın mümkün olduğu durumlarda, belirsiz
tespit davası açılabileceğinin vurgulanması, belirsiz alacak davasının, başlangıçta kısmi dava niteliği taşıdığını
göstermektedir. Ancak miktarı belirlemenin imkânsızlığı sebebiyle kanun koyucu, sonradan yapılacak artırımı,
iddianın genişletilmesi yasağına tabi tutmamıştır. Yani iki dava tipinin sonuçları açısından farkı, alacağın
miktarının belirlendiği anda ortaya çıkmaktadır.
KISMİ DAVADA HUKUKİ YARAR
Ancak kısmi dava açılabilecek durumlar, sadece değeri belirlemenin imkânsız olduğu olgularla
sınırlı değildir. Değerin açıkça belirlenmiş olmadığı her durumda kısmi dava açılabilir. Miktar veya değer,
taraflarca, sözleşme veya ekleri ile açıkça belirlenmiş veya alacak senede bağlanmış olabilir. Ya da taraflar
arasında, uyuşmazlığın değeri konusunda tartışma yoktur da başka hususlarda uyuşmazlık çıkmıştır. İşte miktar
veya değer bu suretle açıkça belirlenmiş ise kısmi dava açmakta hukuki yarar bulunmamaktadır. Ancak miktarın
belirlenmesi mümkün olmakla birlikte, belirtilen şekillerde (sözleşme, senet vs) açık bir belirleme yapılmış
değilse, kısmi dava açmakta hukuki yarar mevcuttur. Daha açık bir deyimle, uyuşmazlığın değeri, hesaplama ve
değerlendirmeye gerek kalmaksızın, sözleşme, senet, belge vs. ile açıkça ortaya konmuş ise kısmi dava
açılamaz. Buna karşılık, değeri belirlemek için hesaplama veya değerlendirme yapmak gerekiyorsa, bölünebilir
nitelikteki bu uyuşmazlık, kısmi davaya konu edilebilir. Burada “hesaplama” kavramına açıklık getirmekte
fayda vardır: Sözleşme, senet veya ekleri gibi bir belgede yer alan verileri, hukuk kuralları ile karşılaştırılmasını
gerektirmeden ve dış verilere ihtiyaç duyulmaksızın, tek dereceli basit dört işlemin uygulanması ile sonuca
götüren işlemleri, “açıkça belirlenme” durumunun içinde değerlendirmek gerekmektedir. Örneğin sözleşmede
belirlenen aylık kira bedelini esas alarak, iki aylık kira alacağının tespiti için, aylık bedel, sadece iki sayısı ile
çarpılacaktır. Burada yapılan tek dereceli hesaplama, alacağın “belirli miktarlı” olma niteliğini
değiştirmemektedir.
Kanun koyucunun amacı, hak arama özgürlüğünü sınırlandırmak değil, etkin olarak koruma altına
almaktır. Miktar veya değeri açıkça belirli uyuşmazlıkların kısmi davaya konu edilmesi, davacının hakkını
kötüye kullanmasına engel olmak ve yargılama sisteminin, gereklilik olmadığı halde, aynı uyuşmazlık için,
birden çok dava ile meşgul edilmesini engellemek için yasaklanmıştır. Çünkü kısmi dava yolu, miktar veya
değerin hesaplamayla veya değerlendirmeyle belirlenebileceği durumlarda, bu belirlemenin, yargılama faaliyeti
ile gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla ihdas edilmiştir. Hakkı ihlal edilen şahıs, bu ihlalin miktarını
belirlemek için, belli hesaplama veya değerlendirmeler yapmak zorundaysa, onu tam miktar üzerinden dava
açmaya zorlamak, hak arama özgürlüğünü sınırlandırma sonucunu doğuracaktır. Çünkü aynı hesaplama veya
değerlendirmeyi, davalı başka, yargıç başka şekilde yapabilecektir. Oysa ortada bir hak ihlali iddiası vardır ve
ihlale uğrayan şahsın, miktar veya değerin farklı şekillerde belirlenebilecek olmasından kaynaklanan tüm riski;
harcı, yargılama masraflarını vs. baştan itibaren üstlenmesini istemek, hak aramayı zorlaştıracaktır. Bu sebeple
ona, hakkının bir kısmını talep edip, tam ve kesin miktar yargısal faaliyet sonucunda belirlendikten sonra, geri
37
kalan kısmı dava etme imkânı tanımak, hukuk devleti ilkesinin doğal sonucudur. Böylece miktar veya değerin
farklı yöntemlerle belirlenebilecek olmasından kaynaklanan risk, dağıtılmış olacaktır. Oysa miktarın açık
olduğu uyuşmazlıklarda böyle bir imkân tanınmasına ihtiyaç yoktur. Tam tersine, miktarın açıkça belirlenmiş
olduğu, ayrı bir hesaplama veya değerlendirmeye ihtiyaç duyulmayan durumlarda, davacıya, alacağı parça parça
dava etme hakkı tanımak, bir yandan yargısal sistemin, gereksiz yere birçok dava ile meşgul edilmesine ve
böylece tıkanmasına sebebiyet verecektir; diğer yandan bu birçok davanın tüm riski davalıya yıkılacak; birden
fazla yargılama masrafı ödemesine neden olunacaktır. İşte bu sebeple kanun koyucu, miktar veya değerin açıkça
belirlenmiş veya tartışmasız olduğu durumlarda, kısmi dava açma hakkı tanımamış, bu konuda hukuki yarar
olmadığını belirtmiştir.
Uyuşmazlık miktarının tartışmasız olup olmadığı ise elbette dava açıldığı an itibariyle
değerlendirilecektir. Davadan önce yapılan görüşmelerle, ikrarla, ihtarnamelerle, icra takibine miktar itibariyle
itiraz edilmemiş olmasıyla davacı, daha dava açmadan önce, miktarın tartışmasız olduğunu bilmektedir. Bu gibi
durumlarda, davalının davadan sonra miktara da itiraz etmesi sonucu değiştirmez. Davacı böyle durumlarda,
kısmi dava değil, tam dava açacaktır. Tersine, miktar hususunda önceden tartışma bulunması sebebiyle kısmi
dava açılan hallerde, davalının dava sırasındaki ikrar veya kabulü sonucunda, başta var olan hukuki yarar
ortadan kalkmayacak, yani kısmi dava, miktarın tartışmasız hale geldiği gerekçesiyle, dava şartı noksanlığından
reddedilemeyecektir.
BELİRSİZ DAVANIN ŞARTLARI
Miktar veya değerin tam ve kesin miktarını belirleme imkânsızlığı hangi durumlarda kabul
edilecektir? Yukarıda açıklandığı üzere kanun koyucu iki ayrı imkânsızlık durumu belirlemiştir: Birincisi
objektif, ikincisi ise sübjektif, yani davacı açısından imkânsızlıktır. İmkânsızlık, miktarın hiç kimse tarafından
kesin olarak belirlenememesi durumunda objektif, sadece davacıdan beklenemeyecek olması durumunda ise
sübjektif niteliktedir. Örneğin beden bütünlüğün bozulması durumunda, zarar kapsamının belirlenebilmesi, belli
süreler beklenmesini, vücudun iyileşme sürecinin gözlenmesini gerektirmektedir. Bu süreçten önce dava
açıldığında, zararın kapsamını belirlemek, sadece davacı açısından değil, herkes için, yani objektif olarak
imkânsızdır. Buna karşılık, zararın kapsamında genişleme olmasa dahi, miktarı belirlemek, teknik bilgilerin
varlığına, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasına, karmaşık hesaplamalar yapılmasına bağlı
olabilir. Örneğin destekten yoksun kalma tazminatında, birçok istatistikî verinin kullanıldığı logaritmik
hesapların yapılması gerekmektedir. Böyle hesaplamaları yapabilmek, teknik konularda uzman olmayı
gerektirmektedir. Davacıdan böyle bir uzmanlığı beklemek mümkün olmadığı gibi ona, dava açmadan önce,
uzmanına hesaplattırma mükellefiyeti de yüklenemez. Bu gibi durumlarda, kesin miktarı belirlemek, herkes için
değilse de, davacı açısından imkânsızdır. Özetle kesin miktarı belirlemek, teknik veya hukuki uzmanlık
gerektiriyorsa, kural olarak sübjektif imkânsızlık mevcuttur.
Belirsiz alacak davası, kural olarak tazminat taleplerinde söz konusu olacaktır. Çünkü kusurun ve
zararın belirlenebilmesi, olgunun hukuki normlarla karşılaştırılmasını ve ayrıca teknik bilgiye sahip olmayı
gerektirmektedir. Alacak davalarında ise kural olarak, miktarı belirleme imkânsızlığı bulunmamaktadır. Bu
sebeple alacak davaları, kural olarak, belirsiz alacak davasına konu edilemeyecektir. Tekrar belirtelim ki,
miktarın açıkça belirlenmiş olmaması başka şeydir, belirlemenin –objektif veya sübjektif olarak- imkânsız
olması başka… Yani miktarı açıkça belirli olmayan alacak davaları, belirsiz alacak davasına konu edilemezse
de, kısmi dava şeklinde ileri sürülebilir. Özellikle işçi alacakları, kural olarak, belirsiz alacak davası şeklinde
değil, “kısmi dava” tipinde dava edilmelidir. Çünkü alacakların büyük çoğunluğunda, miktar, sözleşme esas
alınarak belirlenebilmekte ancak bazı normatif değerlendirmeler de yapılmaktadır. Sözleşme esas alınarak
alacağın miktarını belirlemede, kural olarak, imkânsızlıktan söz edilemez. Ancak miktarın açıkça belirlenmiş
olmadığı da kuşkusuzdur. Çünkü nispeten karmaşık olabilecek hesaplamaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bu sebeple
işçi alacakları, kural olarak, belirsiz değil, kısmi davaya konu edilebilecektir. Elbette her iki yönde de, kuralın
istisnaları olabilecektir. Örneğin uzun süreli fazla çalışma alacağı davalarında, çalışma sürelerini gösteren belge
veya delillerin işverenin yedinde bulunduğu, bu sebeple işçinin net süreyi belirlemesinin dahi bu belgelere
ulaşmasına bağlı olduğu olaylarda, işçi açısından, miktarı belirlemede imkânsızlık olacağı aşikârdır. Dolayısıyla
önceden kalıp ve kurallar oluşturmak yerine, her somut olayın özelliklerine göre, miktar belirlemenin imkânsız
olup olmadığını değerlendirmek gerekecektir.
Özetle belirsiz alacak davasının şartı, alacak veya değerin tam ve kesin miktarını belirlemede,
objektif veya sübjektif açıdan imkânsızlık bulunmasıdır. Sübjektif imkânsızlığa, davacının iki yöndeki bilgi
noksanlığı sebep olabilir: Birincisi, hakkın dayandığı maddi olgular hakkındaki bilgisizliktir. Örneğin
38
sözleşmede, alacağın miktarını belirlemeye esas olacak verileri tespit etme yetkisi, taraflardan birisine
bırakılmış ve onun belirlemesi, diğer yana bildirilmemiş olabilir. Ya da hesaplamaya esas alınacak belgeler,
sadece taraflardan birinde bulunabilir. Bu tür durumlardaki bilgisizlik, alacağın dayandığı olguya ilişkindir ve
dava içinde, karşı tarafın verdiği bilgilerle bu eksiklik tamamlandığında, miktar artırılabilecektir. Nitekim 107.
maddenin ikinci fıkrasında: “Karşı tarafın verdiği bilgi … sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin
olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın
davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir” denmektedir. İkincisinde ise olguya ilişkin bilgide
noksanlık yoktur. Ancak olgunun tasnif ve değerlendirilmesi, teknik bilgiyi gerektirmektedir ve davacıda
noksan olan bu teknik bilgidir. Daha çok tazminat davalarını ilgilendiren bu durumda da, teknik bilgideki
noksanlık, davacı açısından tespit imkânsızlığı yaratmaktadır. Nitekim 107. maddenin ikinci fıkrasında: “…
tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda
davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir”
denmektedir.
ZAMANAŞIMIN KESİLMESİ
Belirsiz alacak davasıyla ilgili düzenleme, bu tipe uygun davanın açıldığı anda, alacağın tümü için
zamanaşımın kesilip kesilmediği hususunda da tartışma yaratmıştır. Bir görüşe göre[9]; bu dava hakkı, miktarı
belirlemedeki imkânsızlık sebebiyle tanındığından, asgari miktar üzerinden açılan dava, tüm alacak için
zamanaşımını keser. Çünkü kanunun amacı hukuki korumayı etkin olarak sağlamaktır: Etkin koruma sağlamayı
amaçlayan bir kanun, belirlenmesi imkânsız olan miktar açısından, zamanaşımının işlemesine izin veremez.
Kanun koyucunun sübjektif amacının da bu yönde olduğu tahmin edilmektedir[10]. Ancak bu
görüşün ihtiyatla ele alınması gerekmektedir:
Özel hukuk, kural olarak, şahısların birbirleriyle sürekli olarak kurdukları ve çoğu günlük hayatın
içinde yer alan özel ilişkileri konu aldığından, yani özel ilişkileri düzenlemeye yöneldiğinden, ilişki kalıp ve
kategorileri oluşturmuştur. Bu kalıp ve kategorilerin sağladığı güven duygusu, işlemleri kolaylaştırır, ilişkilerin
hızla ve güvenle kurulmasının temelini oluşturur. Böylece özel hayattaki sınırsız ihtiyaçlar, hızla giderilir ve
bunu sağlayan toplumsal işbölümü, işlemlerin dayandığı kalıp ve kategoriler üzerinde kurulur[11].
Özel hukuk ilişkilerindeki güven ve çabukluk ihtiyacı, bu ilişkileri konu alan uyuşmazlıkların da
hızla çözümlenmesini zorunlu kılar. Uyuşmazlıkların çözümündeki yavaşlık, ilişki kurarken, uyuşmazlık
çıkabileceğini de öngören şahsın güven duygusunu zedeler. Başka bir deyişle, uyuşmazlıkların kısa sürede
çözümlenmeyeceğini öngören kişiler, özel hukuk ilişkisi kurarken, uyuşmazlık çıkma ihtimalini de düşünerek
rahatsız olur, yeterince güven duyamaz, bu da özel ilişkilerindeki akıcılığa zarar verir, toplumsal işbölümünü
aksatır. Bu sebeple özel hukuk yargılamasında çabukluk ihtiyacı, sadece uyuşmazlığın tarafları için değil,
toplum için de vazgeçilmez önemdedir. Başka deyişle, her somut uyuşmazlığın en kısa sürede çözüme
bağlanmasında kamu yararı mevcuttur.
Tüm hukuk dalları gibi, yargılama hukukunun uzak (ve kanımca asli) amacı da, toplumsal ilişkileri
yaşanabilir kılmak, toplumsal ilerleme yolunu açık tutmak, böylece toplumun, tüm üyelerini en yüksek bilgi ve
refah seviyesine çıkarmasını sağlamaktır. Bu sebeple devlete düşen görev, şahıslara etkin hukuki koruma ve en
az onun kadar önemli, etkin hak arama özgürlüğü tanımak; daha doğrusu, hak arama özgürlüğünü etkin olarak
kullanmayı sağlayacak tüm araçları temin etmektir. Hak arama özgürlüğünün etkin kullanımının güvence altına
alınmadığı bir toplumda, özel hukuk ilişkisine duyulan güven de ortadan kalkar.
Bu yönden bakıldığında, kesin miktarını belirleyemeyeceği bir uyuşmazlığı, asgari değer üzerinden
dava eden şahsı, alacağın tümü açısından zamanaşımını kesmiş saymak, etkin hukuki korumanın koşulu gibi
gözükmektedir. Ancak bu yorum tarzında, kendisi için hiç risk teşkil etmeyecek çok küçük bir miktarı dava
eden şahsın, hukuk sistemi üzerinden talihini denemesine imkân tanınmış olacaktır. Dava açmayı risksiz gören
birçok şahsın bu yola başvurması halinde, yargı sisteminin tıkanmasına yol açılacak ve bu durumda ise kamu
açısından etkin hukuki koruma sağlama amacı zarar görecektir. Çünkü yargısal faaliyetin hızını azaltacak her
yığılma, etkin hukuki koruma imkânını da zayıflatacaktır. O halde, “tek tek şahıslara, hak arama özgürlüğünü
etkin şekilde kullandırma” amacı ile bu özgürlüğün özensizce kullanılması sebebiyle, “toplumun hukuki
korumasında meydana gelecek zayıflamayı engelleme” gayesi arasında denge kurulması zorunludur. Aksi
takdirde, yargı sistemi üzerinden talih deneme fırsatının özensizce kullanılması, sistemi tıkayabilir ve bu da
kanunun amacı olan etkin hukuki korumayı sağlamak yerine zafiyete uğratır.
Açıkçası, belirsiz alacak davası açan şahısların sorumlu davranmasını sağlamak zorunludur. Bu da
iki şekilde olabilir: Birincisinde, dava edilen uyuşmazlığın belirlenebilir asgari değerini değil de, bunun çok
39
altında bir miktarı göstererek dava açan şahsı kötü niyetli kabul etmek ve belirlenebilen asgari değeri
göstermediği için, belirsiz alacak davası açmada hukuki yararı bulunmadığı sonucuna varmak; yani dava şartı
noksanlığı sebebiyle davayı usulden reddetmektir (HMK 114/1-h). İkincisinde ise zamanaşımının, kısmi davada
olduğu gibi, belirsiz alacak davasında da, sadece dava edilen miktar için kesildiğini kabul etmek ve böylece
iddia ettiği hakta ciddiyet taşıyan şahısları korumaya almaktır. Bu yorum tarzında davacı, daha sorumlu
davranacak ve uyuşmazlığın miktarını daha özenle tespit edecektir.
Kanun koyucunun sübjektif amacı, birinci seçeneğe daha yakın gibidir. 107. maddenin
gerekçesinde; “Hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden
dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam
olarak tespit edemeyebilir” denmek suretiyle belirsiz alacak davasında, hesaplanabilecek bir asgari değerin dava
edilmesinin amaçlandığı ortaya konmuştur. Yani kanun koyucu, tam ve kesin miktarı belirleme imkânı olmayan
şahsın, keyfi bir değer göstererek değil, hesaplanabilen asgari değer üzerinden dava açacağını varsaymıştır.
Ancak hukuk devletinde geçerli yorum ilkesi, sübjektif amaca göre değil, objektif amaca göre yorumdur. Bu
ilkeye göre, kanun koyucunun değil, kanunun ne amaçladığı araştırılır ve mevcut kuralın, hangi toplumsal
ihtiyaca cevap vermek üzere ihdas edildiği belirlenmeye çalışılır.
Kanunun objektif amacının da bu doğrultuda olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü kısmi davayı
tanımlayan 109. maddede; “Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı
da dava yoluyla ileri sürülebilir” dendiği halde, belirsiz alacak davasını izah açıklayan 107. maddede: “alacaklı,
hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir” cümlesi yer
almaktadır. Yani kısmi davada, dava edilecek bölüm için hiçbir sınırlandırma yapılmazken, belirsiz alacak
davasında, “asgari bir miktarın” gösterilmesi zorunlu tutulmuştur. Burada öngörülen asgari miktar, hiç
kuşkusuz, dava açıldığı anda, alacağın belirlenebilir durumda olan en az tutarıdır. Yani davacı, kısmi dava
yerine, belirsiz alacak davası açmak istiyorsa, belirlenebilir en az tutarı dava etmek zorundadır. Bu dava tipinin
dava şartı budur. Davacının, kısmi davada olduğu gibi, keyfi olarak belirleyeceği bir miktar üzerinden dava
açması mümkün değildir. Dolayısıyla belirlenebilir asgari tutarın altında bir değer gösterilerek açılan belirsiz
alacak davası, dava şartı noksanlığı sebebiyle reddedilmelidir. Bu suretle yargı sistemi üzerinden talih
denemelerinin önüne geçilebilir.
Ancak burada da, hesaplanabilecek asgari değer nasıl ve ne zaman belirlenecektir? Bu
değerlendirmenin başlangıçta yapılması halinde, sadece çok küçük meblağlı davalar (dava şartı noksanlığından)
reddedilecek ancak bu, sistemin deneme tahtasına çevrilmesini engellemeye yetmeyecektir. Bu değerlendirme,
tam miktar hesaplandıktan sonra yapılacak olursa dava, bu kez de çok daha ileri ve dolayısıyla geç bir aşamada
reddedilecek, bu da ciddi hak kayıplarına yol açacaktır. Kanımca bu husus dava şartı ile ilgili olduğundan,
değerlendirmenin ön inceleme aşamasında yapılması zorunludur: HMK’nın 137. maddesi uyarınca; “Mahkeme
ön incelemede; dava şartlarını ve ilk itirazları inceler…” ve 138. maddesi uyarınca: “Mahkeme, öncelikle dava
şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verir; gerektiği takdirde kararını vermeden önce, bu
konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebilir”[12]. Belirsiz alacak davasının ön inceleme aşamasında
yargıç, ileri sürülen uyuşmazlık bakımından, belirlenebilir asgari tutarı hesaplamalı veya hesaplatmalı ve dava
şartı yerine gelmemişse, davayı usulden reddetmelidir. HMK’nın 115/2. maddesi uyarınca: “Mahkeme, dava
şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi
mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse
davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.” Buradaki dava şartı, hukuki yarar noksanlığına ilişkin
olduğu için, süre verilerek giderilmesi mümkün değildir. Ancak bu değerlendirmede, asgari tutarın aşikâr
şekilde altında olan davalar için red yoluna gidilmeli, bu tutara yakın miktarlar içinse dava şartının tahakkuk
ettiği kabul edilmelidir.
Bu keyfiliği engellemenin ikinci yolu ise zamanaşımın, sadece dava edilen miktar için kesildiğini
kabul etmektir. Böylece hakları konusunda daha ciddi ve özenli olan kişilerin dava açmaları sağlanacak, risk
almadan talihini denemek isteyen kişiler korunmayacaktır. Ya da hakkını ciddi olarak arayan şahsın daha
sorumlu davranması sağlanmış olacaktır. Bu değerlendirmeden önce, karşılaşılabilecek çeşitli ihtimalleri gözden
geçirmek yararlı olacaktır:
Belirsiz alacak davası açıldığında, zamanaşımın, alacağın tümü için kesildiği kabul edildiği
takdirde, davacı, miktar kesinleştikten sonra değeri artırmak yerine, ilk hükmün kesinleşmesini bekleyip, daha
sonra ek dava açmak isterse ne olacaktır? Yani davacı, belirsiz alacak davasının sağladığı hakkı kullanmak
yerine, talebini kısmi davaya dönüştürse, böylece karar, alacağın tümü değil de dava edilen kısmı hakkında
40
verilirse, hüküm, hangi miktarda alacak için zamanaşımını kesecektir? Bu soruya verilebilecek tek cevap,
zamanaşımının, sadece hükmedilen miktar için kesileceğidir. Çünkü talep artık, kısmi davaya dönüşmüştür. O
halde, daha önce alacağın tümü için kesilmiş olan zamanaşımı, yani hükmedilmeyen alacak miktarı için, daha
önceden, salt belirsiz alacak davası açılmış olması sebebiyle kesilmiş olan zamanaşımı, davadaki son işlemden
itibaren yeniden işlemeye başlayacak demektir. Bu durumda ise davalı, uzun süre, davacının baskısı altında
kalacaktır. Oysa zamanaşımı, alacaklının, hakkını uzun süre takipsiz bırakması sebebiyle borçluda doğan güveni
korumak ve onu, süresiz olarak alacaklının baskısı altında kalmaktan kurtarmak için ihdas edilmiş bir
müessesedir[13]. Yani zamanaşımı, borçlunun hukuki güvenliğine ve korunmasına hizmet etmektedir ve bu
uygulamada borçlunun güvenlik duygusu ihlal edilmiş olacaktır.
Bir başka yorum tarzında ise, asgari değer üzerinden açılan davada, zamanaşımının tüm alacak
yönünden kesilebilmesi için, davacının, miktar belirlendiğinde değeri artırması aranacak; yani davacı değeri
artırmayarak, talebini kısmi davaya döndürür ise zamanaşımının, baştan itibaren, sadece dava edilen kısım için
kesildiği kabul edilecektir. Yani zamanaşımın başlangıçta tüm alacak için kesildiği kabul edilse de, talep
sonradan kısmi davaya dönüşmekle, sanki bozucu şart gerçekleşmiş gibi, dava edilemeyen miktar için önceden
ortaya çıkan kesilme sonucunun, sonradan ortadan kalktığı varsayılacaktır. Daha açık bir ifade ile belirsiz alacak
davasının, ancak davanın içinde artırım yapıldığı takdirde bu vasfını koruyacağı kabul edilecek, artırım
yapılmadığı takdirde ise başlangıçtan itibaren kısmi dava özelliği taşıdığı sonucuna varılacaktır. Zaten yukarıda
açıklandığı üzere belirsiz alacak davası, kısmi davanın bir türevidir.
Bu yorum tarzının üstün tarafı şudur: Kısmi davada davacı, ilk dava sonuçlandıktan ve miktar
belirlendikten sonra ek dava açarak, davalıyı uzunca bir süre baskı altında tutabilmektedir. Eğer kısmi dava,
dava edilmeyen miktar için de zamanaşımını keserse, davacı bu imkânı daha kolay bir şekilde kullanacaktır. Bu
da zamanaşımı müessesesinin kabulünü gerektiren kamu yararına aykırılık teşkil edecektir. İşte bu sebeple, yani
ek dava açma imkânı yüzünden, kısmi davada zamanaşımı, sadece dava edilen kısım için kesilir[14]. Oysa
belirsiz alacak davasının özelliği, miktarın, davanın içinde artırılmasıdır. Bu davayı kısmi davadan ayıran
özellik budur. Davacı, miktarı davanın içinde artırmazsa dava, zaten bir türevi olduğu kısmi davaya dönüşür.
Miktar davanın içinde artırıldığında, davacının, davalıyı baskı altında tuttuğundan da söz edilemez, hakkını uzun
süre takipsiz bıraktığından da. Dava uzun sürmüş ve bu arada zamanaşımı süresi dolmuşsa, bunun kabahati,
davacıya değil, yargı sistemine aittir. Yani davalının baskı altında kalması, davacıdan değil, sistemden
kaynaklanmıştır. Bu durumda, belirlenebilen asgari tutarı başlangıçta dava eden, tam miktarı belirlemesi de
imkânsız olan davacıyı, yargılama sürecinin uzun sürmesinden kaynaklanan zamanaşımı riskine karşı korumak
gerekmektedir. Özetle davacı, asgari miktarı davanın içinde artırdığı takdirde, dava, belirsiz alacak niteliğini
sürdürecek; aksi takdirde, başlangıçtan itibaren kısmi dava olarak nitelendirilecektir. Belirsiz alacak davasında,
değerin dava içinde, genişletme yasağına tabi olmadan artırma hakkının bulunması ve bu hakkın, başlangıçtaki
belirleme imkânsızlığından kaynaklanması karşısında, dava değerinin, baştan itibaren, hükmedilen miktar olarak
kabul edilmesi zorunludur. Yani davacının, daha en başta dahi, hükmedilen miktarı dava ettiğini kabul etmek
gerekecektir. Bu durumda hem davalı, davacı tarafından baskı altında tutulmuş olmayacak hem de davacı,
hakkını uzun süre akim bırakmamış olacaktır. Dolayısıyla davanın belirsiz alacak niteliğini muhafaza ettiği
hallerde, zamanaşımının, baştan itibaren alacağın tümü için kesildiği kabul edilmelidir.
Belirsiz davada davacı, tahkikat sonucu belirlenen miktarı kabul etmek istemezse, örneğin bilirkişi
raporuna itiraz ederse ancak mahkeme itirazı reddederse ne yapacaktır? Değeri bilirkişinin belirlediği miktara
artırır ve mahkeme de bu miktar üzerinden hüküm kurarsa, zamanaşımı hangi miktar üzerinden kesilecektir?
Sadece hükmedilen miktar üzerinden kesilirse ve hüküm kanun yolu yargılamasında davacı yararına bozulur da,
sonradan değerin daha fazla olduğu belirlenirse, bu fark alacak miktarı açısından zamanaşımı nasıl
değerlendirilecektir? Daha doğrusu, tahkikat sonucu ortaya çıkan miktarı eksik de bulsa, değeri artıran ve bu
miktar alacağına hükmedilen davacının, kanun yoluna başvurmakta hukuki yararı mevcut mudur? Kanımca
miktarı yetersiz bulan davacı, artırımı, bilirkişi raporuna göre değil, kendi ileri sürdüğü değere kadar yapmalıdır.
Böylece hem kanun yoluna gitme hakkı kazanacak hem de zamanaşımın bu miktar üzerinden kesilmesini
sağlamış olacaktır. Buna karşılık davacı, değeri, raporda belirtilen miktara kadar artırır ve mahkeme de buna
hükmederse, tüm talebi karşılanmış olduğundan, kanun yoluna gitmekte hukuki yararının bulunmadığı kabul
edilmelidir.
Özetle belirsiz alacak davasının kötüye kullanılarak, yargı sisteminin tıkanmasının engellenmesi
için; asgari tutarın altında açılan davalarda dava şartı noksanlığından dolayı red yolu tercih edilmeli; miktarın
davanın içinde artırıldığı ve böylece dava niteliğinin muhafaza edildiği belirsiz alacak davalarında,
41
zamanaşımının, başlangıçtan itibaren alacağın tümü üzerinden kesildiği kabul edilmeli; buna karşılık, miktar
dava içinde artırılmıyorsa, dava, başlangıçtan itibaren, kısmi davaya dönüştüğünden, zamanaşımının, sadece
dava edilen değer için kesildiği sonucuna varılmalıdır. Toplumun hukuki korunmasını sağlama hususundaki
kamu yararı ile şahsi hak arama özgürlüğü arasındaki denge bu suretle kurulabilir.
MANEVİ TAZMİNAT
Belirsiz alacak düzenlemesi ile tartışma konusu edilen hususlardan birisi de, manevi tazminat
davalarıdır. Bir görüşe göre manevi tazminat davalarında, tam ve kesin miktar, hâkimin hakkaniyete dayalı
takdir hakkını kullanması ile belirleneceğinden, davacının tam ve kesin miktarı belirlemesi imkânsızdır ve bu
sebeple manevi tazminat istekleri de, belirsiz alacak davasına konu edilebilir[15].
Uygulamada, manevi tazminat taleplerinin bölünemez nitelik taşıdığı ve bu sebeple kısmi davaya
konu edilemeyeceği kabul edilmektedir[16]. Bu görüşün gerekçesi ise, üzüntü ve acının zamana
yayılamayacağının kabulüdür. Doktrinde ise, “manevi tazminatın hesaplanmasının mümkün olmadığı”
gerekçesine dayalı bir Yargıtay içtihadına[17] atıfla, manevi tazminatın, kısmi dava şeklinde açılamayacağı,
yani tam dava biçiminde açılması gerektiği ileri sürülmüştür[18].
Kanımca manevi tazminatın bölünemeyeceğinin ileri sürülmesi mümkün değildir. Öncelikle ölüm
ya da bedensel bütünlüğün bozulması halinde, hatta şahsi hak ihlalinde duyulan üzüntünün, bir anda doğup sona
erdiğini kabul etmek mümkün değildir; yani acı zamana yaygındır. İkinci olarak, bölünüp bölünemeyeceği
araştırılan olgu, zararın kendisi değil, giderim için uygulanacak yaptırım olmalıdır. Üzüntüyü hafifletebilmek
için hükmedilecek bir miktar para söz konusu olduğunda, bu paranın bölünemeyeceğini ileri sürmek doğru
değildir. Kaldı ki, mala verilen zararlarda da, zararlı sonuç, bir defada gerçekleşip bittiği halde, tazminat için
öngörülen paranın bölünebileceği kabul edilmekte ve dolayısıyla bu taleplerin, kısmi davaya konu edilmesi
hususunda duraksama yaşanmamaktadır.
Ancak maddi hukukumuzda, manevi tazminatın hesaplanabilmesini mümkün kılan araçlar ihdas
edilmemiştir. Elbette hâkim, zararın kapsamını, durumun özelliklerine, bilhassa kusurun ağırlığına göre
belirleyecek (BK 51), mağdurun birlikte kusurunu, zararın kapsamına etkisini, hakkaniyeti gözeterek indirim
yapabilecektir. BK’nın 56. maddesi uyarınca; “hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi
durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat
olarak ödenmesine karar verebilir./ Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin
yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir.” Ancak tüm bu
durumlarda hâkim, hesaplama işlemi yapmayacaktır, zararı belirlerken, kusurun ağırlığı gibi hususlarda teknik
bilgi alabilecektir ancak miktarı belirlemede sadece vicdanını ve takdir hakkını esas alacaktır. Kısaca manevi
tazminatın belirlenmesi ne özel ne de teknik bilgiye bağlıdır. Münhasıran hâkimin takdir hakkı içinde yer
almaktadır. Dolayısıyla bu hak bölünebilir olsa da, hesaplanabilir değildir veya hâkimden başkası tarafından
belirlenebilir nitelik taşımamaktadır. Bir başka deyişle belirsizlik, teknik bilgi yoklundan, hukuki değerlendirme
noksanlığından vs. değil, BK’nın, bu tazminatı belirleme yetkisini münhasıran hâkime bırakmasından
kaynaklanmaktadır. Böyle olunca bu davayı belirsiz alacak davası şeklinde nitelemek, tek belirleyici olan
hâkimi, hükümden önce kararını açıklamaya zorlama sonucu doğurmaktadır. İster (belirsiz) tespit, isterse
(belirsiz) eda davası şeklinde olsun, tek belirleyici hâkimin, takdirini hükümden önce açıklamaması durumunda,
miktarın dava içinde artırılması imkânı mevcut değildir. Hâkim takdirini karardan önce açıklar ise, bu kez de,
talebin kabul edilip edilmeyeceği de dâhil olmak üzere, reyini belli etmiş olacaktır ki, bu, tarafsızlığa gölge
düşürerek, kamu yararı açısından onulmaz zararlara sebebiyet verecektir.
Üstelik Kanun’un bu dava tipi ile amaçladığı, davacıyı, hâkimin belirleyeceği kesin miktarın değil,
hükmedebileceği tahmini miktarın belirlenebilir olmaması durumundaki imkânsızlığın sonuçlarından
korumaktır. Bu sebeple 107. maddenin ikinci fıkrasında: “Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu
alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın
genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir” denmektedir. Yani
Kanun, değerin kesin olarak belirlendiği değil, belirlenmesinin mümkün hale geldiği durumda artırım hakkı
tanımıştır. Bunun ötesine geçerek, hâkimin kesin tespitini aramak, Kanun’un amacının çok dışına çıkmakta,
üstelik çok daha önemli bir kamu yararını ihlal etmektedir; hâkimin tarafsızlığından kuşku duyulmasına yol
açacaktır.
Dolayısıyla manevi tazminat taleplerinin belirsiz alacak davası tipinde ileri sürülemeyeceği
kanısındayım. Kaldı ki belirsiz davada, miktar artışının tahkikat bitmeden önce yapılması gerekmektedir. Oysa
manevi tazminatın miktarı ancak hükümle ortaya çıkacaktır. Bu da, Kanun’un, manevi tazminatı belirsiz alacak
42
davası olarak nitelemeyi amaçlamadığını göstermektedir[19]. Maddi hukuk açısından, manevi tazminatın
hesaplanabilmesini mümkün kılan normatif düzenlemeler yapılması yararlı olacaktır ancak bu, kanun
koyucunun görev ve yetki alanında kalan bir iştir. Kanun hükümlerini, sözcüklerin bağlamından kopartarak
yorumlamak, kanun koyucunun yetkisini gasp anlamı taşıyacaktır. Manevi tazminat istemi, belirsiz alacak
davasına konu olamayınca, tespit davası şeklinde de açılamayacaktır. Çünkü “eda davası imkânı mevcut iken,
tespit davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığı” şeklindeki yerleşmiş görüş, HMK 107/3 hükmü ile sadece
belirsiz alacak davaları açısından terk edilmiştir. Hükümde kısmi eda davasından söz ediliyor olsa da, yukarıda
açıklandığı üzere, bunun sebebi, belirsiz davanın, kısmi davanın türevi olarak görülmesidir. Nitekim 107.
madde, başlığından da anlaşılacağı üzere, sadece belirsiz alacak ve tespit davalarını düzenlemektedir.
TEREDDÜTLÜ DİĞER HUSUSLAR
Tereddüt oluşan son bir iki hususa da değinmekte yarar vardır: Tam davanın kısmi dava ile veya
belirsiz dava ile veya her üçünün birlikte dava edilmesi mümkün müdür? HMK’nın 110. maddesi uyarınca:
“Davacı, aynı davalıya karşı olan, birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini, aynı dava dilekçesinde ileri
sürebilir. Bunun için, birlikte dava edilen taleplerin tamamının aynı yargı çeşidi içinde yer alması ve taleplerin
tümü bakımından ortak yetkili bir mahkemenin bulunması şarttır.” Bu koşullara uyulduktan sonra, farklı türdeki
bu taleplerin birlikte dava konu edilmesi mümkündür. Bu durumda, örneğin tam dava konusu edilmesi gereken
bir talebin, diyelim belirsiz alacak şeklinde ileri sürülmüş olması halinde, bu talep diğerlerinden ayrılarak (HMK
167) dava koşulu eksikliğinden reddedilecek, dava şartı gerçekleşmiş diğer taleplerin incelenmesine ise devam
olunacaktır.
Belirsiz tespit davasında da asgari bir değerin gösterilmesi zorunludur. Ancak tam ve kesin miktar
belirlenebilir hale geldiğinde davacı, tespitini istediği miktarı artırabilecek ve böylece tam miktar üzerinden
tespit hükmü kurdurabilecektir.”27
5- HMK da Düzenlenen Diğer Dava Çeşitleri
-Eda davası( m.105)
HMK’nın 105/1 maddesine baktığımızda “Eda davası yoluyla mahkemeden, davalının bir şeyi
vermeye veya yapmaya yahut yapmamaya mahkum edilmesi talep edilir.” Sözcükleri ile eda davasının
tanımlandığını görmekteyiz. Bu dava çeşidi hukuk uygulaması bakımından son derece önem taşıyan ve en sık
uygulanan dava türüdür. Bu dava türünün tanımı tasarıda da yer almıştır. Ancak bilinen ve en çok uygulanan
dava türü olduğu için tasarının madde gerekçelerinde bu konuda fazla bir açıklamaya rastlamamaktayız.28
-İnşai dava( m.108)
HMK’nın 108/1 maddesindeki tanıma göre, inşai dava, yeni bir hukuki durumun yaratılmasını,
mevcut bir hukuki durumun içeriğinin değiştirilmesini ya da onun tümüyle ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir
davadır. Aynı maddenin 3. fıkrasına göre, kanunda aksine bir hüküm yoksa inşai dava geriye dönük hüküm
doğurmaz. Ancak, tasarının 113. maddesinin tekrarı olan bu madde için tasarıdaki gerekçeye baktığımızda,
“kanunda aksine hüküm” den ne anlamamız gerektiğini zaman içinde anlayacağımızın belirtildiğini
görmekteyiz.29
İnşai dava (md. 108); yeni bir hukuki durum yaratılması veya mevcut bir hukuki durumun
içeriğinin değiştirilmesi yahut onun ortadan kaldırılmasına yönelik açılan davadır. Bu davanın açılabilmesi için
hakkın, dava yoluyla kullanılmasının zorunlu olması gerekli kılınmıştır. Kanunlarda aksi belirtilmedikçe, inşaî
hükümlerin, geçmişe etkili olmadıkları öngörülmüştür.
-Davaların yığılması( m.110)
Davaların yığılması (md. 110); taleplerin tamamının aynı yargı çeşidi içinde yer alması ve
taleplerin tümü bakımından ortak yetkili bir mahkemenin bulunması şartıyla, tek dava dilekçesiyle aynı davalıya
karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebin dava edilmesidir.
27
Av.M. İhsan Darende Belirsiz Alacak Davası - Kısmi Dava İlişkisi-http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1416.htm 28
Av. Ender Dedeağaç-6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/6100_Sayili_HMK_Getirdikleri_ic.pdf 29
Av. Ender Dedeağaç-6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/6100_Sayili_HMK_Getirdikleri_ic.pdf
43
“Tasarıda objektif dava olarak tanımlanan bu dava çeşidi, HMK’da davaların yığılması olarak
karşımıza çıkmaktadır. Davaların objektif birleştirilmesi bildiğimiz bir kavram ve uyguladığımız bir hukuk
kurum olmakla beraber, doktrinde de hem fikir olunan şekilde, aslında objektif dava birleşmesi terditli dava
yığılması, seçimlik dava yığılması ve kümülatif dava yığılması kavramlarının üst başlığıdır. HMK’nın 110.
maddesinde belirtilen davaların yığılması başlığı kümülatif dava yığılması kavramının karşılığıdır. HMK’daki
110. maddenin, davacının birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava içinde istemesi halini, kolay
anlaşılabilir olması için davaların yığılması olarak tanımladığını görmekteyiz.
Aynı yasa maddesine göre, objektif dava arkadaşlığından söz edebilmek için, davaların aynı yargı yoluna ve
ortak yetkili mahkemeye sahip olması gerekir. 30
-Terditli dava( m.111)
Terditli dava (md. 111); aynı davalıya karşı arasında hukuki veya ekonomik bir bağlantının
bulunduğu birden fazla talebin, aralarında aslilik-ferîlik ilişkisi kurmak suretiyle, aynı dava dilekçesinde ileri
sürülebildiği davadır. Mahkemenin, davacının asli talebinin esastan reddine karar vermedikçe, fer’î talebini
inceleyemeyeceği ve hükme bağlayamayacağı öngörülmüştür.
“HMK’nın 111. maddesinde iki fıkra halinde hükme bağlanan terditli davada, davacı, aralarında
hukuki veya ekonomik bağlantı bulunan birden fazla talebini, bu talepler arasında aslilik-ferilik ilişkisi kurmak
şartı ile aynı davada/ dava dilekçesinde ileri sürebilir. Söz konusu taleplerin aynı yargı usulüne tabi olması da
gerekmekte olup, mahkeme, dava dilekçesinde bu şekilde yer alan taleplerden önce asli talebi incelemek ve eğer
bunu kabul ederse feri talepleri değerlendirmemek zorundadır. Diğer bir anlatımla ferdi taleplerin mahkeme
tarafından değerlendirilebilmesi için, asli talebin reddedilmiş olması gerekir. Terditli dava kavramını davaların
yığılması kavramından ayıran temel fark da terditli davalarda bu tip bir derecelendirmenin bulunmasıdır.31
T.C. YARGITAY 6.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/3050,Karar: 2012/7651,Karar Tarihi:
22.05.2012 “ÖZET: Dava konusu olayda da; davacının aracın kasasına yönelik istemi terditli olup, öncelikle aracın aynen iadesini, mümkün olmadığı takdirde ödenmiş olan …. TL bedelinin tahsilini istemiştir Davalı da,
yargılama sırasında muhafazadan kurtarılan araç davacıya teslim etmeye hazır olduğunu beyan etmiştir. Bu durumda davacının asıl talebi olan aynen iadesi konusunda bir inceleme ve değerlendirme
yapmadan doğrudan yardımcı (terditli) talep hakkında karar vermesi usul ve yasaya aykırı olduğundan
hükmün bozulması gerekmiştir.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
-Seçimlik dava( m.112)
Seçimlik dava (md. 112); seçim hakkı kendisine ait olan borçlu veya üçüncü kişinin bu hakkı
kullanmaktan kaçınması hâlinde, alacaklının açmış olduğu davadır. Seçim alacaklıya ait değilse bu dava
açılabilir. Dava kabul edilirse seçimlik hüküm verilmesi, icrada tek talep yapılabilir, borçlu diğerini ifa edebilir.
“Bilindiği gibi BK 71. (TBK’daki karşılığı md. 87) maddesi, hukukumuzda seçimlik borçları
düzenlemiştir. Seçimlik borçlarda, borçluya ya da üçüncü kişiye, yasa tarafından alternatif edimlerden birini
seçmek ve ödemek şansı tanınmıştır; örneğin borçlunun ifasını, para, mal ya da hizmet yollarından herhangi
birisini seçerek gerçekleştirebileceği gibi. Böylesi bir durumun varlığında, borçlu ya da üçüncü kişi, seçim
hakkını kullanmaz ve alacaklıyı mağdur ederse yani MK 2. maddeye aykırı davranırsa, alacaklı açacağı davada
borçlunun ya da üçüncü kişinin seçimlik hakkının varlığını belirtmek şartı ile davasını HMK’nın 112.
maddesinden yararlanarak açabilir. Böylesi bir durumda, mahkeme davacının talebinin haklı olup olmadığını
inceler ve eğer haklılığına karar verirse, kararında seçimlik hakkın varlığını dikkate almak zorundadır. Bu
nedenle kararda borçlunun/davalının seçimlik borçlarını ayrı ayrı belirtmek zorundadır. Karar, seçimlik hakları
belirtilmiş şekilde çıkmış olmasına rağmen alacaklı/davacı bu kararı icraya koyarken, hangi seçimlik hak
üzerinden ödeme yapılmasını istediğini belirtmek zorundadır. Ancak alacaklı/davacının yapmış olduğu bu tercih
30
Av. Ender Dedeağaç-6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/6100_Sayili_HMK_Getirdikleri_ic.pdf 31
Av. Ender Dedeağaç-6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/6100_Sayili_HMK_Getirdikleri_ic.pdf
44
borçluyu bağlamaz. Borçlu icra emrinde tercih edilmeyen ancak kararda yer alan seçimlik borçlardan birini
ödeyerek borcundan kurtulur. Kanımızca önemli sayılabilecek değişikliklerden bir tanesi de budur.”32
-Topluluk davası( m.113)
Topluluk davası (md. 113); Dernek ve diğer tüzel kişilerin, statüleri çerçevesinde, üyelerinin veya
mensuplarının yahut temsil ettikleri kesimin menfaatlerini korumak için, kendi adlarına, ilgililerin haklarının
tespiti veya hukuka aykırı durumun giderilmesi yahut ilgililerin gelecekteki haklarının ihlal edilmesinin önüne
geçilmesi için açtıkları davadır.
“Topluluk Davası (Gurup Davası) m.113-(1) Dernekler ve diğer tüzel kişiler, statüleri
çerçevesinde, üyelerinin veya mensuplarının yahut temsil etikleri kesimin menfaatlerinin korumak için, kendi
adlarına, ilgilileri haklarının tespiti veya hukuka aykırı durumun giderilmesi yahut ilgililerin gelecekteki
haklarının ihlal edilmesinin önüne geçilmesi için dava açabilir.
Topluluk davasını dernek veya diğer tüzel kişiler, statüleri çerçevesinde açabilecektir. Kendi adına açabilecektir.
Üç tür topluluk davası açılabilir:
1. İlgililerin haklarının tespiti
2. Hukuka aykırı durumun giderilmesi
3. İlgililerin gelecekteki haklarının ihlal edilmesinin önüne geçilmesi için açılabilir.
Dava sonunda verilen hüküm ilgililer hakkında kesin hüküm oluşturacak mıdır? 33
Yeni bir dava türü olarak topluluk davası da kabul edilerek, derneklerin ve diğer tüzel kişilerin
kendi alanlarıyla ilgili olarak bu konuda herkesi ilgilendiren davalar açması mümkün hale getirilmiştir (m.113)34
“Bu düzenlemeyle, batı hukuklarında da kabul edilen topluluk (grup, sınıf) davası
mevzuatımıza da girmiş olacaktır.”35
Gelişen dünyanın getirdiği ve kökeni Amerika’daki sınıf davası olan dava türüdür. Hukukumuzda
Kıta Avrupası’nda, özellikle Almanya’da uygulanmakta olan birlik davası modeline benzer şekilde yer bulmuş
bu dava türü zaman zaman yargı kararları ile örneğin; TBB’nin hukuka aykırı yönetmeliklerin iptali için dava
açabileceğini hükme bağlayan Danıştay kararında olduğu gibi, zaman zaman da yasa hükmü ile örneğin; tüketici
derneklerine tanınan dava hakkında olduğu gibi uygulanmakta olan bir dava türüdür. Topluluk davası kamu
menfaatinin ağır bastığı durumlarda yararlı olacak bir dava türü olup bu kez HMK’da da bu dava türüne yer
verilmiştir. 4077 sayılı TKHK’nın 23. maddesinde ise benzer bir düzenleme daha önce yer almıştır. Ancak,
düzenlenmenin yer aldığı HMK’nın 113. maddesine baktığımızda “ Dernekler ve diğer tüzel kişiler”
sözcüklerinin yer aldığını görmekteyiz. Kanımızca burada anlatılmak istenilen “tüzel kişiler ve özellikle
dernekler” dir. Biz bunu böyle anlamaktayız.
HMK’nın 113/1. maddesine göre bir tüzel kişi ancak üyelerinin ya da mensuplarının ya da temsil
ettikleri kesimin haklarını korumak için topluluk davası açabilir.
Gene aynı maddeye göre, bu davanın açılabilmesi için o tüzel kişinin statüsünün yani kuruluş
belgesi olarak adlandırdığımız, ana sözleşme, tüzük, senet gibi belgenin çerçevesinde kalmak zorunluluğu
vardır.
Tüzel kişiler bu davayı kendi adlarına açarlar.
Açılan davada davacılar, ilgililerin haklarının tespitini, hukuka aykırı durumun giderilmesini ya da
ilgilerin haklarının ihlal edilmesinin önüne geçilmesini isterler.
Ancak zaman içinde tartışılacağını düşündüğümüz iki konuyu da bilginize sunmaktayız:
Tüzel kişinin statüsünde dava açmaya yetki mi aranacaktır yoksa konunun tüzel kişinin üye ya da
mensupları ile olan bağı mı?
32
Av. Ender Dedeağaç-6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/6100_Sayili_HMK_Getirdikleri_ic.pdf 33
Prof.Dr.Hakan Pekcanıtez- Hukuk Muhakemeleri _i_Kanunu-SON HALI-15.06.2011-Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ 34
http://www.izmirbarosu.org.tr/IzmirBaro/pdf/yayinlar/HMK-Brosur.pdf 35
Prof. Dr. Ejder YILMAZ-Yeni HMK’yla getirilen değişiklikler
http://www.muglabarosu.org.tr/upload/UserUpload/file/hmkyenilikler.pdf
45
Alınan karar, kararların ferdiliği ilkesini etkilemeyecek midir?”36
“Mevzuatımızda topluluk davasının örneğine tüketici mevzuatında, Tüketicinin Korunması
Hakkında Kanun’da rastlanmaktadır. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 23. maddesinin 4. Fıkrasında
“ Bakanlık ve tüketici örgütleri [Tüketicinin korunması amacıyla kurulan dernek, vakıf veya bunların üst
kuruluşları] münferit tüketici sorunu olmayan ve genel olarak tüketicileri ilgilendiren hallerde bu Kanunun ihlali
nedeniyle kanuna aykırı durumun ortadan kaldırılması amacıyla tüketici mahkemelerinde dava açabilirler”
hükmüne yer verilmekte; aynı kanun 24. maddesinin 1. fıkrasında ise “Satışa sunulan bir seri malın ayıplı
olması durumunda Bakanlık, tüketiciler veya tüketici örgütleri, ayıplı seri malın üretiminin ve satışının
durdurulması ve satış amacıyla elinde bulunduranlardan toplatılması için dava açabilir” hükmü yer almaktadır.
HMK, tüketici mevzuatında yer alan bu hükmü genelleştirerek, başka uyuşmazlıklarda da
uygulanabilecek genel bir topluluk davası ihdas etmektedir.
HMK’nın 113. maddesine göre: “Dernekler ve diğer tüzel kişiler, statüleri çerçevesinde, üyelerinin
veya mensuplarının yahut temsil ettikleri kesimin menfaatlerini korumak için, kendi adlarına, ilgililerin
haklarının tespiti veya hukuka aykırı durumun giderilmesi yahut ilgililerin gelecekteki haklarının ihlâl
edilmesinin önüne geçilmesi için dava açabilir.”
Kısa bir gerekçesi olan bu kanun hükmünün ne şekilde uygulanacağı, yargı içtihatlarıyla
belirginleşecektir. Bu aşamada, bu hükümde tanımlanan topluluk davasının, eda taleplerini ve kesin hükmün
üçüncü kişilere etkisini içermemesi ve üçüncü kişilerin hükmün icra kabiliyetinden yararlanmasını
öngörmemesi dolayısıyla, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki “sınıf davası” müessesesine göre daha dar; fakat,
dava takip yetkisini, çok genel bir ifadeyle bütün tüzel kişilere tanıması dolayısıyla Avrupa Birliği ülkelerindeki
“birlik davası” müessesesine göre daha geniş kapsamlı olduğu belirtilebilir.”37
6- HMK Yürürlüğe Girmeden Önce Açılan ( yargılama sırasında kanunun yürürlüğe girdiği)
Davaların Durumu
“KANUN YÜRÜRLÜĞE GİRMEDEN ÖNCE AÇILAN DAVALAR
HMK’nun “Zaman Bakımından Uygulama” başlıklı 448. maddesinde; “Bu Kanun hükümleri,
tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır” denilmektedir.
Usul hükümleri, kazanılmış hakların söz konusu bulunduğu durumlar ayrık olmak üzere, geçmiş
olayları da kapsamı içine alır (HUMK m 578).
Buna göre daha önce açılmış tam eda veya kısmi davaların akıbetinin ne olacağına değinmek
gerekir. Tam davaların, şartları varsa ıslah ile belirsiz alacak, tespit veya kısmi davaya çevrilmesi olanağı vardır.
Buna göre tam eda davası; alacağın miktarı yahut değerinin tam ve kesin olarak belirlenememesi veya bunun
imkansız olması durumunda, belirsiz alacak veya tespit davasına; alacak miktarının tartışmasız VEYA açıkça
belirli olmaması durumunda da kısmi davaya ıslah edilebilir.
Manevi tazminat davaları da ıslah ile tespit veya belirsiz alacak davasına çevrilebilir.
Daha önce açılmış kısmi davanın, belirsiz alacak veya tespit davasına dönüştürülebilmesi için,
alacağın miktarı yahut değerinin tam ve kesin olarak belirlenemediği veya bunun imkansızlaştığı aşamada
olunması gerekir.
Kısmi davalar bakımından riske girmek istemeyen alacaklının, kısmi davaya devam etmesi en
uygunudur. Çünkü, davanın belirsiz alacak davası niteliğinde sayılıp sayılmayacağını kesin olarak
bilememektedir. Kanun yürürlüğe girmeden önce açılmış kısmi davanın, HMK m 109/2 deki şartları taşımaması
nedeniyle tam eda davası sayılması mümkün değildir. Çünkü, bu durumda, kazanılmış hakları ihlali söz konusu
olur. “38
36
Av. Ender Dedeağaç-6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/6100_Sayili_HMK_Getirdikleri_ic.pdf 37
Prof. Dr. Baki KURU- Prof. Dr. Ali Cem DURAK - HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNUN GETİRDİĞİ BAŞLICA
YENİLİKLER - İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 5 • Yıl: 2011 http://www.istanbulbarosu.org.tr/makaleler/hmk/bakikuru-alicembudak.pdf 38
Av Nezih SÜTÇÜ- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1415.htm Prof.Dr.Hakan Pekcanıtez-Belirsiz Alacak Davası-
46
“eldeki davanın karara bağlandığı tarihte 6100 sayılı HMK yürürlüğe girmiştir. HMK.nun
448 ve Geçici 1. maddesi gereği HMK hükümleri eldeki davada uygulanacaktır. Ancak bu uygulamada
tamamlanmış işlemlerin etkilenmemesi gözetilecektir Bilirkişi incelemesi sonunda davacının muhtemel katılma alacağı miktarı belirlenmiş
olup bu tarihte HMK yürürlükte değildir. Bu miktara göre davacı ıslah isteğinde bulunmuş olup bu tarihte de henüz HMK yürürlüğe girmemiştir. Bu işlemlerin tamamlanmış işlemler olduğu
hususunda da duraksamamak gerekir. 1 Ekimden önce açılan ve devam eden eldeki davada 1 Ekim
2011'den sonra yeni bir işlem de yapılmamıştır. Yeni HMK ile hukukumuza giren belirsiz alacak davasına ilişkin hükümlerin davamızda uygulanma imkanı yoktur.”
T.C. YARGITAY 8.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/2002,Karar: 2012/3979,Karar Tarihi: 08.05.2012 “ÖZET: Taraflar arasında görülen boşanma davasının kesinleştiği ... tarihinden ıslah tarihi olan ...
tarihine kadar Türk Medeni Kanunu’nun ilgili maddesinde düzenlenen bir yıllık zamanaşımı süresi geçmiş
bulunduğuna ve davalı taraf ıslah dilekçesi ile artırılan katılma alacağı miktarı bakımından süresi içerisinde zamanaşımı definde bulunduğuna göre, davacının dava konusu ettiği tüm mal varlığına ilişkin toplam katılma
alacağı miktarı ne olursa olsun görülmekte olan dava nedeniyle sadece ... TL katılma alacağı alabilecek olması karşısında mahkemece ıslahla artırılan ... TL miktar bakımından davanın reddine karar verilmesi gerekirken bu
kısım bakımından da davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru olmamıştır. Davalı vekilinin temyiz itirazları
bu bakımdan yerinde bulunmaktadır. Açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazları ıslahla artırılan miktarla ilgili olarak yerinde görüldüğünden kabulü ile usul ve kanuna aykırı bulunan hükmün bozulması
gerekmiştir.” “Temyiz aşamasında Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girdiğinden davacının
isteminin bu kanun kapsamında değerlendirilmesi gerekir” T.C. YARGITAY 9.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/51609,Karar: 2012/1072,Karar Tarihi:
23.01.2012-“ÖZET: Davacı vekili, davacının Toplu İş Sözleşmesinden yararlanması gerektiğinin tespiti ile eksik
ödenen kısımların tahsiline karar verilmesini istemiştir...Temyiz aşamasında Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girdiğinden davacının isteminin bu kanun kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Zira davada,
davacının istemi tespit yanında alacağın tahsilini de kapsadığından dava şartı olan <hukuki yarar> belirsiz alacak ve tespit davası yönünden gerçekleşmiştir. O nedenle dava hakkında esas yönelik deliller
toplanılarak, alınan bilirkişi raporu bir değerlendirmeye tabi tutulmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ise tespit davası yanında (Md. 106), belirsiz alacak ve tespit davası (Md. 107)türüne yer verilmiştir. Keza 6100 sayılı yasanın 114.
maddesinde dava şartlarına yer verilirken, hukuki yarar şartının da dava şartı olduğu, 115. maddesinde ise <Mahkemenin, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında
kendiliğinden araştıracağı, taraflarca her zaman ileri sürülebileceği, dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve
fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü,
davanın usulden reddedilemeyeceği> açıkça belirtilmiştir. Kanunun 448. maddesinde <Bu kanun hükümlerinin, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanacağı> açıklanmıştır.
Somut uyuşmazlıkta dava tespit davası türüne yer vermeyen HUMK.'nun yürürlükte olduğu zaman açılmış ve karar verilmiştir. Ne var ki dava dilekçesi incelendiğinde davacı vekili toplu iş sözleşmesinden yararlanması
gerektiğinin tespiti yanında miktar belirtmeksizin ödenmeyen farkın tahsiline de karar verilmesini talep etmiştir.
Dava açıldığında mahkemece tahsil istemi de dikkate alınarak talep edilen miktarın açıklattırılması, harcın tamamlattırılması gerekirdi. Zira salt tespit istemi bulunmamaktadır. Mahkemece bu olgu gözetilmeksizin yazılı
şekilde karar verilmesi hatalıdır. Diğer taraftan temyiz aşamasında 01.10.2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
yürürlüğe girdiğinden davacının isteminin kanunun 106, 107 ve 115. maddeleri kapsamında
değerlendirilmesi gerekir. Zira davada, davacının istemi tespit yanında alacağın tahsilinide kapsadığından dava şartı olan <hukuki yarar> belirsiz alacak ve tespit davası yönünden gerçekleşmiştir. O
nedenle dava hakkında esas yönelik deliller toplanılarak, alınan bilirkişi raporu bir değerlendirmeye tabi tutulmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. ” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
http://web.deu.edu.tr/hukuk/dergiler/dergimiz11-9-ozel/usul/15%20pekcanitez.pdf
47
T.C. YARGITAY 1.Hukuk Dairesi Esas: 2012/17790,Karar: 2012/21290,Karar Tarihi:
20.12.2012 “ ÖZET: Taşıma sırasında oluşan zararın tazmini istemine ilişkin işbu dava, 1 yıllık zamanaşımı süresine tabi olup, ıslah ile artırılan dava miktarına karşı temyiz eden davalılar tarafından
zamanaşımı def’inde bulunulmuştur. Mahkemece, eldeki davanın belirsiz alacak davası niteliğinde olması nedeniyle zarar miktarının belirlenmesinin bilirkişi incelemesi ile mümkün bulunduğu, bu nedenle
ıslah ile artırılan miktarın zamanaşımına uğramayacağı gerekçesiyle ıslah ile artırılan miktarı da kapsar şekilde hüküm kurulmuştur. Davaya konu kaza sonucu iş makinelerinde meydana gelen
hasarın kaza tarihi itibariyle belirli veya belirlenebilir nitelikte olmasına göre, mahkemece
dayanılan belirsiz alacak davası koşullarını taşımayan işbu davada zamanaşımı süresi geçtikten sonra yapılan ıslah ile artırılan miktara yönelik ileri sürülen zamanaşımı def’i uyarınca ıslah ile
artırılan kısmın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekir.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 9.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/47206,Karar: 2011/39092,Karar Tarihi:
24.10.2011 “ÖZET: Somut uyuşmazlıkta dava belirsiz alacak davası olarak açılmamıştır. Kısmi olarak açılan dava yargılama sırasında ıslah sureti ile artırılmış ve davalı taraf süresinde zamanaşımı
definde bulunmuştur. Mahkemece hükme esas bilirkişi raporuna zamanaşımı define göre belirlenen ilave tediye alacağının kısmen kabulüne karar verilmiştir. Gerek dava tarihinde ve gerekse karar tarihinde
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlükte değildir. Dolayısı ile belirsiz alacak davasına ilişkin kuralların uyuşmazlıkta uygulanması olanağı yoktur. O halde davada kısmen red nedeniyle davalı
yararına Avukatlık Ücret Tarifesindeki kurallara göre vekalet ücretine karar verilmesi gerekir. Davalı yararına
vekalet ücretine karar verilmesine yer olmadığı şeklinde hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 17.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/12846,Karar: 2012/5383,Karar Tarihi: 30.04.2012 “ ÖZET: Olayda, davacı, ZMSS'li araç sürücüsünün olay esnasında alkollü ve sürücü belgesiz
olduğunu iddia etmiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de, mahkemece yapılan inceleme ve
araştırma bu konuda karar vermeye yeterli bulunmamaktadır. Zira trafik kaza tutanağında sürücüsü tespit edilemeyen araç sürücüsünün kim olduğu, olay esnasında alkollü bulunduğu, kazanın sürücünün almış olduğu
alkol nedeniyle güvenli araç sürme yeteneğini kaybettiği hususu ispat edilemediği gibi davalı tarafından olay esnasında araç sürücüsü olduğu bildirilen A... M...'un olay tarihi itibariyle geçerli sürücü belgesine sahip olup
olmadığı hususu da mahkemece araştırılmış değildir. Eksik inceleme ile hüküm tesisi de doğru bulunmamıştır. Dava: Taraflar arasındaki rücuen tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı
nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün, süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine
dosya incelendi, gereği düşünüldü: …Dava, davacıya ZMSS'li aracın neden olduğu maddi hasarlı kaza sonucunda karşı araç zararının davacı ZMSS
tarafından tazmininden sonra ZMSS'li araç sürücüsünün sürücü belgesiz ve alkollü araç kullanması nedeniyle ödenen bedelin işletenden rücuen tahsili istemine ilişkindir.
Somut olayda davalının işleteni olduğu aracın 27.12.2008 tarihinde park halindeki iki araca çarparak hasar
verdikten sonra olay yerini terk etmesi üzerine görevli zabıtaca trafik kaza tutanağı düzenlenmiş, sürücünün olay yerini terki nedeniyle tutanakta kimlik ve sürücü belgesi belgeleri tespit edilemediği gibi sürücünün alkol raporu
alınamamış, davacı tarafından hasar gören araç sahiplerine 7.794,71 TL hasar ödemesi yapılmış, fazlaya ilişkin hakları saklı tutulması kaydı ile ödenen tazminatın 6.191,00 TL'si eldeki davada davalı işletenden talep edilmiştir.
Hukukumuzda kısmi dava açmak mümkün olup alacaklı alacağın tümü hakkında dava açmak
zorunda olmadığından şimdilik alacağın belli bir kısmını dava edebilir. Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan mülga 1086 sayılı HUMK 4.maddesine göre dava konusu alacak,
alacağın son kısmı değil, dava dışı bırakılan bir kesimi de varsa o zaman alacağın tamamı çekişmeli olup mahkemenin görevi dava edilen alacak miktarına göre değil, alacağın tamamına göre belirlenir.
HUMK'nun 8/1 maddesi gereğince dava tarihinde mal varlığı hukukundan doğan değer ve miktarı 7.230,00 TL'nı geçmeyen davalara Sulh Hukuk Mahkemesince bakılacağı düzenleme altına alınmıştır.
Eldeki davada, davacı 7.794,71 TL hasar ödemesini yaptığını iddia ederek bunun 6.901,00 TL’sini fazlaya ilişkin
haklarının saklı tutulması kaydıyla talep etmiştir. Bu halde dava tarihi itibariyle görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu gözetilerek dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına
girilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir. 2- Kabule göre de; davacı, ZMSS'li araç sürücüsünün olay esnasında alkollü ve sürücü belgesiz olduğunu iddia
etmiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de, mahkemece yapılan inceleme ve araştırma bu
konuda karar vermeye yeterli bulunmamaktadır.
48
Zira trafik kaza tutanağında sürücüsü tespit edilemeyen araç sürücüsünün kim olduğu, olay esnasında alkollü
bulunduğu, kazanın sürücünün almış olduğu alkol nedeniyle güvenli araç sürme yeteneğini kaybettiği hususu ispat edilemediği gibi davalı tarafından olay esnasında araç sürücüsü olduğu bildirilen A... M...'un olay tarihi
itibariyle geçerli sürücü belgesine sahip olup olmadığı hususu da mahkemece araştırılmış değildir. Eksik inceleme ile hüküm tesisi de doğru bulunmamıştır.
3- 1 ve 2 nolu bozma sebebine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 5.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/2120,Karar: 2012/8074,Karar Tarihi:
18.04.2012 “ÖZET: Dava ve birleştirilen dava kamulaştırması elatılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir. Islah dilekçesinde fazlaya dair hak saklı tutulmasa dahi, davacı ek davada talep ettiği miktar yönünden
açıkça feragat etmediğinden, ek davada talep edilen miktarın da kabulüne karar verilmesi gerekir. 6100 sayılı HMK'nın geçici 1. maddesi nazara alınarak, karar tarihinde yürürlükte bulunan aynı Kanun'un 109/3.
maddesindeki <Dava açılırken talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hali
dışında kısmi dava açılması talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.> hükmü uyarınca, ıslah dilekçesinde fazlaya dair hak saklı tutulmasa dahi, davacı ek
davada talep ettiği miktar yönünden açıkça feragat etmediğinden, ek davada talep edilen miktarın da kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması Doğru görülmemiştir.” Sinerji
Mevzuat ve İçtihat Programı T.C. YARGITAY 9.Hukuk Dairesi,Esas: 2009/49398,Karar: 2012/8042,Karar Tarihi:
12.03.2012 “ÖZET: Davacının, icra takibinden önce kesinleşen kısmi davada belirlenen miktarlar üzerinden
bakiye alacağını tahsil etmek amacıyla takibe giriştiği anlaşılmaktadır. Takibe konu asıl alacak miktarı likit olduğundan, icra inkar tazminatının kabulü gerekirken reddine karar verilmesi hatalıdır.” Sinerji Mevzuat ve
İçtihat Programı T.C. YARGITAY 4.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/11327,Karar: 2012/2564,Karar Tarihi:
21.02.2012 “ÖZET: Dava, haksız el koyma nedenine dayalı maddi ve manevi tazminat istemine
ilişkindir. Islaha karşı zamanaşımı definde bulunulamaz. Zira ıslah, yeni bir dava olmayıp sadece dava dilekçesinde yapılan bir değişikliktir. Mahkemece, ıslah ile artırılan bölümün zamanaşımı nedeniyle reddedilmiş
olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. …a- Dava dilekçesinde, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak istemde bulunulmuş; bilirkişi raporundan sonra ise,
ıslah dilekçesi verilmek suretiyle talep sonucu artırılmıştır. Davacının ıslah dilekçesinde ileri sürdüğü istem, yeni bir dava niteliğinde olmayıp, dava dilekçesindeki istek sonucunun artırılması biçimindedir. Bu nedenle sadece
dava dilekçesine karşı ileri sürülebilecek olan zamanaşımı itirazı ıslaha karşı ileri sürülemez. Islah, 01.10.2011
günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 176. ve devamı maddelerinde düzenleme altına alınmıştır. Anılan Kanun'un 177/1. maddesinde ıslahın, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği
açıkça düzenlenmiştir. Şu durumda, ıslaha karşı zamanaşımı definde bulunulamaz. Zira ıslah, yeni bir dava olmayıp sadece dava dilekçesinde yapılan bir değişikliktir. Açıklanan yasal düzenleme karşısında; yerel
mahkemece, ıslah ile artırılan bölümün zamanaşımı nedeniyle reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun
düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. b- Dava, haksız el koymadan kaynaklanmakta olup; hukuka aykırılık da el koyma tarihinde gerçekleşmiştir. Şu
durumda, talep de gözetilerek el koyma tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekir. Mahkemece, dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.
3- Davalının diğer temyiz itirazlarına gelince; mahkemece maddi tazminatın belirlenmesinde hükme esas alınan
bilirkişi raporundaki hesaplama yöntemi uygun bulunmamıştır. M... Ticaret Odası'nın yazısına göre, el konulan aracın kullanılması halinde aylık 1.200,00 TL net kazanç sağlanılabileceği belirtildiğine göre; el koyma ve iade
tarihleri arasındaki zarar miktarının aylık kazanç üzerinden hesaplanması gerekir. Karar, bu bakımdan da yerinde görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 4.Hukuk Dairesi,Esas: 2010/13379,Karar: 2012/1046,Karar Tarihi: 30.01.2012 “ÖZET: trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle maddi tazminat…Davacı, dava
dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak yaralanması ve sakat kalması nedeniyle daimi iş göremezlik
tazminatı istemiştir. Trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle maddi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda, davalılardan H. Y. ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı def’i ileri sürmemiştir. Davalılardan M.
B’nin ıslah dilekçesine karşı ileri sürdüğü zamanaşımı itirazının reddi ile ıslah ile artırılan bölümün de kabulüne karar verilmesi gerekir.
Davacı, dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak yaralanması ve sakat kalması
nedeniyle daimi iş göremezlik tazminatı istemiştir. Yargılamanın devamı sırasında düzenlenen tazminat
49
bilirkişi raporunda daimi iş göremezlik zararının istemden daha fazla olduğunun belirlenmesi üzerine davacı,
25.11.2009 günlü ıslah dilekçesini vererek dava dilekçesindeki talep sonucunu artırmış ve bilirkişi raporunda belirlenen zarar miktarına göre bakiye zararını istemiştir. Davalılardan M. B. ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı
def’inde bulunmuş olup, diğer davalının ise ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı savunmasında bulunmadığı anlaşılmıştır. Davacının ıslah dilekçesinde ileri sürdüğü istem, yeni bir dava niteliğinde olmayıp dava
dilekçesindeki istek sonucunun artırılması biçimindedir. Bu nedenle sadece dava dilekçesine karşı ileri sürülebilecek olan zamanaşımı itirazı ıslaha karşı ileri sürülemez. Islah, 1.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100
sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 176. ve devamı maddelerinde düzenleme altına alınmıştır. Anılan
kanunun 177/1. maddesinde de ıslahın, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği açıkça düzenlenmiştir. Şu durumda, ıslaha karşı zamanaşımı definde bulunulamaz. Zira ıslah, yeni bir dava olmayıp sadece dava
dilekçesinde yapılan bir değişikliktir. Kaldı ki davalılardan H. Y. ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı def’i ileri sürmemiştir. Yerel mahkemece, yukarıda açıklanan yasal düzenleme karşısında davalılardan M. B’nin ıslah
dilekçesine karşı ileri sürdüğü zamanaşımı itirazının reddi ile ıslah ile artırılan bölümün de kabulüne
karar verilmesi gerekirken açıklanan bu yön gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.”
KARŞI OY YAZISI …1.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK. 107. maddesinde düzenleme altına alınan
belirsiz alacak davası ve tesbit davasında davacının iddianın genişletilmesi yasağı olmadan ve karşı tarafın rızasına ve ıslaha da gerek kalmaksızın talep sonucunun arttırılabileceği kabul edilmiş, maddenin gerekçesinde
de bu dava ile ilk dava tarihinde zamanaşımının kesileceği belirtilmiştir. Aynı Yasanın 109.
maddesindeki kısmi davada ise zamanaşımının kesileceği yolunda bir açıklama yoktur. 6100 sayılı Kanunun hazırlanması sırasında görev alan Prof. Hakan Pekcanıtez, Prof. Oğuz Atalay ve Prof.
Muhammet Özeken tarafından yayınlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine göre Medeni Usul Hukuku Kitabının 321. sayfasında <Belirsiz alacak davası açılabilmesinin mümkün olduğu hallerde kısmi dava açmak
davacı açısından üç nedenle daha elverişli olmayacaktır. Birincisi kısmi dava açan davacının alacağının geri kalan
kısmı için zamanaşımı süresi kesilmemiş olacaktır. Buna karşılık belirsiz alacak davasında zamanaşımı, dava sonunda alacağın tümü için dava tarihinde kesilmiş sayılacaktır. İkinci olarak kısmi dava açan davacı dava
sırasında alacağın geri kalan kısmını talep etmek isterse, bunu ancak ıslah ya da karşı tarafın açık rızası ile yapabilecektir...> şeklindeki açıklamaları ile gerek Dairemizin, gerekse HGK'nun önceki içtihatları gibi yeni
HMK.da da kısmi dava açılması halinde sadece dava edilen bölüm için zamanaşımının kesileceği yolundaki istikrarlı uygulamanın devam ettirildiği anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; dava konusu edilen haksız eylem 31/10/1993 tarihinde
meydana gelmiş ilk dava 28/10/1998 tarihinde açılmıştır. Mahkemece 09/03/1999 tarihinde davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş; karar dairemizin 08/12/2005 tarih ve 2005/109 esas 2005/13301 karar sayılı
ilam ile "5 yıllık uzamış (ceza) zamanaşımı süresi dolmadığından işin esası incelenmek üzere" bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yargılamaya devam edilmiş, Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu'ndan davalının
maluliyet oranının tespiti için 23 Temmuz 2008 günlü rapor alınmış, buna göre daimi iş gücü kaybına ilişkin
maddi tazminat raporu alındıktan sonra davacı 25/11/2009 tarihli ıslah dilekçesi ile talep miktarını 42.738 TL olarak ıslah etmiştir.
Bu ıslah dilekçesine karşı davalılardan M. B. vekili tarafından 17/12/2009 günlü dilekçe ile zamanaşımı def'i ileri sürülmüş, ekinde davacıya ait Bandırma Devlet Hastanesinden verilmiş 18/07/1995 tarihli ve davacının %40
daimi iş gücü kaybı olduğuna ilişkin rapor fotokopisini de dosyaya sunmuştur.
Davacı; davalı M. B. kullandığı araçla kendisine çarparak yaralanmasına sebebiyet verdiğini ileri sürdüğüne göre olayda uygulanması gereken zamanaşımı süresi Karayolları Trafik Kanunu'nun 109/1 maddesine göre 2 yıllık ve
TCK'nun 102/4 maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı sürelerinin uygulanması gerekir. Somut olayda bu süreler geçtiği gibi zararın (maluliyet oranının) öğrenilmesi ve ıslah tarihleri itibariyle BK'nun 60/1 ve Karayolları
Trafik Kanunu'nun 109/1 maddelerinde düzenleme altına alınan 10 yıllık zamanaşımı süresi de dolmuştur. Şu durumda mahkemece zamanaşımı def'inde bulunan davalı M. B. yönünden ıslahla istenen bölüm yönünden
zamanaşımı nedeniyle red kararı yerindedir.
Dairemiz bozma kararına zamanaşımı def'i bulunmayan davalı H. Y. yönünden katılmakla birlikte, davalı M. B. ile ilgili bölümüne karşıyım. 30/01/2012 (¤¤)”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 4.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/13864,Karar: 2011/13114,Karar Tarihi: 07.12.2011 “ÖZET: Dava, trafik kazası nedeniyle desteğin ölümünden dolayı uğranılan maddi ve
manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.Dava dilekçesinde belirtilen dava konusunun ıslah yolu
ile artırılması ek dava niteliğinde olmayıp dava dilekçesinin kısmi ıslahı niteliğindedir. Yasada
50
ayrıca düzenlenmiş olması ve kendine özgü kurallarının olması nedeniyle ıslah ek dava niteliğinde
kabul edilemez. Bu nedenle, ancak davaya karşı ileri sürülebilecek zamanaşımı defi, ıslaha karşı ileri sürülemez. Yerel Mahkemece, ıslaha karşı zamanaşımı definde bulunulamayacağı ve ilk davanın da
süresinde açılmış olması gözetildiğinde, ıslah edilen bölümün zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddine karar verilmiş olması doğru değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 4.Hukuk Dairesi,Esas: 2010/10984,Karar: 2011/12929,Karar Tarihi: 05.12.2011”ÖZET: Davacı, dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak eşinin ölümü
nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemiştir. Yargılamanın devamı sırasında düzenlenen
tazminat bilirkişi raporunda destekten yoksun kalma zararının istemden daha fazla olduğunun belirlenmesi üzerine davacı, ıslah dilekçesini vererek dava dilekçesindeki talep sonucunu artırmış ve bilirkişi raporunda
belirlenen zarar miktarına göre bakiye zararını istemiştir. Davacının ıslah dilekçesinde ileri sürdüğü istem, yeni bir dava niteliğinde olmayıp dava dilekçesindeki istek sonucunun artırılması biçimindedir.
Sadece dava dilekçesine karşı ileri sürülebilecek olan zamanaşımı itirazı ıslaha karşı ileri
sürülemez. Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir. Islaha karşı zamanaşımı definde bulunulamaz. Zira ıslah, yeni bir dava olmayıp sadece dava dilekçesinde yapılan bir değişikliktir. Açıklanan yasal düzenleme
karşısında; yerel mahkemece, ıslah ile artırılan bölümün zamanaşımı nedeniyle reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 4.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/9665,Karar: 2011/10848,Karar Tarihi: 20.10.2011 “ÖZET: trafik kazasından kaynaklanan desteğin ölümü nedeniyle tazminat… Islah ayrı
bir dava olmayıp dava dilekçesindeki miktara ilişkin kısmi bir değişikliktir. Ayrı bir dava
olmadığından ıslah için zamanaşımından söz edilemez. Bu haliyle ıslahla arttırılan kısımda hüküm altına alınmalıdır. Kararın bu nedenle davacılar yararına da bozulması gerekirse de davacının bu yöndeki
temyiz itirazları reddedildiğinden davacıların karar düzeltme istemi kabul edilmeli, bozma ilamına bir bent eklenerek karar ilaveli bozulmalıdır.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 9.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/14474,Karar: 2012/15426,Karar Tarihi:
03.05.2012 “ÖZET: Mahkemece eda davası açma imkanı varken tespit davası açılmasında davacının hukuki yararının olmadığı gözetilerek söz konusu davanın reddi gerekirken davanın kabulüne
karar verilmesi isabetsizdir.”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı T.C. YARGITAY 7.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/7848,Karar: 2012/1732,Karar Tarihi:
13.03.2012 “ÖZET: Bağımsız bir tespit davası söz konusu olmadığına göre, bağımsız tespit davalarında hukuki yarar açısından aranan derdest ortaklığın giderilmesi davasının bulunup bulunmaması
somut olayda sonuca etkili değildir. Hal böyle olunca, mahkemece toplanan deliller değerlendirilerek
davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken yersiz gerekçelerle hüküm kurulması isabetsiz, davacının temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Karar: Dava, taşınmaz üzerinde bulunan muhdesatın aidiyetinin tespiti ve tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece tespit isteminde hukuki yarar bulunmadığı, muhtesatın tapu kütüğünün beyanlar hanesinde
gösterilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de gösterilen gerekçe ve varılan sonuç davanın niteliğine, toplanan delillere ve yasal düzenlemelere uygun düşmemiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1006'ncı maddesinde hangi hakların tapu kütüğüne tescil, 1009, 1010 ve 1011'inci maddelerinde de hangi hakların şerh edilebileceği, 1012'nci maddesinde ise taşınmazın eklentilerinin
malikin istemi üzerine kütükteki beyanlar sütununa yazılacağı, bu sütuna yazılabilecek diğer hususların tüzükle
belirleneceği açıklanmış, özel kanun hükümleri saklı tutulmuştur. Benzer hükümler yürürlükten kaldırılan 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nde de mevcuttur.
3402 sayılı Kadastro Kanununun 19'uncu maddesinin birinci fıkrasında ise tapuda kayıtlı taşınmaz malın zilyet lehine tespitinde, mevcut ve her türlü takyid ile sınırlı ayni hakların saklı tutulacağı, eski tapu kayıtlarındaki bu
tür hak ve mükellefiyetlerin, kadastro tutanağında belirtilerek yeni kütüklere aynen geçirileceği, ikinci fıkrasında da taşınmaz üzerinde malikinden başka bir kimseye veya paydaşlarından birine ait muhdesat mevcut ise bunun
sahibi, cinsi, ihdas tarihi ve iktisap sebebi belirtilerek tutanağın ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterileceği
belirtilmiştir. Bu maddeye dayanılarak taşınmaz üzerinde bulunan muhtesatın kadastro tutanağının ve taşınmazın tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilebilmesi için muhtesatın kadastro tespit gününden
önce meydana getirilmiş olması ve aynı Kanunun 12/3. maddesinde öngörülen hakdüşürücü sürenin geçmemiş bulunması gerektiği, açılacak bu davanın eda davası niteliğinde olacağı kuşkusuzdur. Kadastro Kanununun
anılan bu ayrık hükmü dışında kanunlarımızda ve Tapu Sicil Tüzüğünde taşınmaz üzerinde bulunan muhtesatın
51
tapu kütüğüne tescil veya şerh edilebileceğine veya kütüğün beyanlar hanesinde gösterilebileceğine ilişkin başka
bir hüküm bulunmamaktadır. Somut olaya gelince; dosya içeriğinde toplanan delillerden davaya konu muhtesatın üzerinde bulunduğu
<betonarme iki katlı ev ve bahçe> nitelikli 145 parsel sayılı taşınmazın kadastro tespitinin 19.01.2010 tarihinde yapıldığı ve 27.04.2010 tarihinde kesinleşmesi üzerine tapuya tescil edildiği, davaya konu muhtesatın ise
kadastro tespitinden önce 2007 yılında meydana getirildiği, kadastro tespitinin kesinleştiği gün ile davanın açıldığı gün arasında 10 yıllık hakdüşürücü sürenin de geçmediği anlaşılmaktadır. Bu ve az yukarıda açıklanan
hukuksal olgular birlikte değerlendirildiğinde somut olayda 3402 sayılı Kadastro Kanununun 19. maddesi
hükmündeki ayrık hükmün uygulanma koşullarının oluştuğu, muhtesatı meydana getirdiğini öne süren davacının muhtesatın tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterilmesi istemiyle dava açma hakkının bulunduğu
kuşkusuzdur. Bu yönde açılacak davanın eda nitelikli bir dava olacağı açıktır. Her ne kadar mahkemeye açılan işbu dava da muhdesatın aidiyetinin tespitinden söz edilmiş ise de davanın hukuki nitelemesinin hakime ait
olduğu dikkate alındığında, sözü edilen talebin bağımsız bir tespit davası niteliğinde olmadığı, tapu kütüğüne
şerh verilmesi davasında görülecek bir önsorun niteliği taşıdığı ortadadır. Hakim açılan davayı eda davası olarak görüp, muhdesatın aidiyeti konusunu bu davada önsorun olarak değerlendirip, karara bağlamalıdır.
Bağımsız bir tespit davası söz konusu olmadığına göre, bağımsız tespit davalarında hukuki yarar açısından aranan derdest ortaklığın giderilmesi davasının bulunup bulunmaması somut olayda sonuca etkili değildir.”Sinerji
Mevzuat ve İçtihat Programı T.C. YARGITAY 21.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/1659,Karar: 2012/10005,Karar Tarihi:
04.06.2012 “ÖZET: Dava, iş kazası sonucu sürekli iş göremez duruma gelindiği iddiasına dayalı
maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece yapılacak iş; davacıya iş kazasını Sosyal Güvenlik Kurumuna ihbarda bulunmak, olayın Kurumca iş kazası olarak kabul edilmemesi halinde Sosyal Güvenlik
Kurumuna ve hak alanını etkileyeceğinden işveren aleyhine <iş kazasının tespiti> davası açması için önel vermek, tespit davasını bu dava için bekletici sorun yaparak çıkacak sonuca göre, olayın Kurumca iş kazası
olduğunun kabul edilmesi halinde ise davacıya Kuruma müracaat ederek sürekli iş göremezlik oranının
belirlenmesi giderek iş kazası sigorta kolundan sürekli iş göremezlik geliri bağlanması için önel vermek ve çıkacak sonuca göre bir karar vermektedir.”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 21.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/7301,Karar: 2012/7824,Karar Tarihi: 10.05.2012 “ÖZET: Prim kesintisinin bulunmadığı yıllarda, tarımsal faaliyetin saptanması bakımından, ürünlerin
ne şekilde değerlendirdiğini ortaya koymak, davacının tarımsal faaliyete elverişli taşınmazlarının bulunup bulunmadığını araştırmak, tarımsal faaliyetin taşınmazların kiralanması suretiyle yürütüldüğü iddia ediliyor ise,
bu konuda taşınmazların kimden, hangi yıllar için kiralandığı, hangi tarımsal ürünlerin üretimi için faaliyette
bulunulduğu, kiralayan kişinin Tarım Bağ-Kur sigortalılığının bulunup bulunmadığı, kiracının kiralama yoluyla tarımsal faaliyetini yürütmeye elverişli tarımsal alet edevatının bulunup bulunmadığı gibi ayrıntılı araştırma
yapmak, gerektiğinde tarımsal faaliyetin yapıldığı iddia edilen dönemdeki muhtar ve azaların bilgilerine başvurmak, özetle, tarım faaliyetinin devam edip etmediğini hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek
şekilde ortaya koymak ve sonucuna göre hüküm kurmak gerekir.”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 21.Hukuk Dairesi,Esas: 2010/13188,Karar: 2012/7207,Karar Tarihi: 03.05.2012 “ÖZET: Yapılacak iş; davacıya işvereni ve hak alanını ilgilendirdiği için SGK Başkanlığını hasım
göstererek ağır stres tepkisi ve uyum bozukluğu nedeniyle sürekli iş göremezlik oranının ve bu maluliyetinin iş kazası ile illiyetinin tespiti için dava açması için önel vermek, tespit davasını tazminat davası için bekletici mesele
saymak, sonucuna göre karar vermekten ibarettir.”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 6.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/2670,Karar: 2012/6130,Karar Tarihi: 18.04.2012 “ÖZET: Dava, kira sözleşmesinde düzenlenen kira artışına ilişkin şartın uygulanamayacağının
tespiti talebidir. Kira sözleşmesinde, kira akdi bitiminde kiracılık devam ettiği takdirde kira bedeline d.i.e. tarafından yayınlanacak üfe endeksi artış yüzdesi oranında zam yapılacağı düzenlenmiştir. Davacı vekili, kira
bedeli döviz cinsinden belirlendiğinden kira sözleşmesinin hususi şartlar bölümünün yedinci maddesinin uygulanamayacağının tespitini istemiştir. İki yıl için geçerli bir hüküm olması ve iki yılın sonunda kendiliğinden
hükümsüz hale gelmesi nedeniyle, dava konusu düzenlenen sözleşmedeki artış şartının avdet edeceği ve
taraflarını bağlayacağının kabulü gerekir. “Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı T.C. YARGITAY 20.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/10692,Karar: 2012/5096,Karar Tarihi:
04.04.2012 “ÖZET: Somut olayda, çekişmeli taşınmazın 1961 yılında hükmen orman olarak tescil edilip edilmediğinin araştırılması, 1970 yılında yapılan orman kadastro ve 1988 yılında yapılan 2/B madde
uygulamasına ilişkin haritalarla tutanakların da getirtilip, kadastro paftası ile irtibatlı olarak incelenmesi ve elde
52
edilecek sonuca göre 2/B sahasında olup olmadığının tespitine karar verilmesi gerekir.”Sinerji Mevzuat ve İçtihat
Programı T.C. YARGITAY 3.Hukuk Dairesi,Esas: 2012/5736,Karar: 2012/8184,Karar Tarihi:
27.03.2012 “ÖZET: İhtiyati tedbir kararları ile tevdi yeri tayini ve delil tespiti ve bu nitelikteki işin esasını çözümlemeyen kararlar temyiz yolu ile incelenemezler.”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 7.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/5151,Karar: 2012/1963,Karar Tarihi: 20.03.2012 “ÖZET: Dava taşınmaz üzerinde bulunan muhdesatların aidiyetinin ve değerlerinin tespiti istemine
ilişkindir. Bütünleyici parça niteliğinde olmayıp her zaman için ana taşınmazdan ayrılması ve sökülüp
götürülebilmesi mümkün olan şeyler muhtesat olmayıp teferruat niteliğindedir. Bu nitelikteki eşyalar yönünden aidiyet tespiti davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığı kuşkusuzdur. Davacının dava dilekçesinde
muhtesatlann tespiti ile birlikte değerlerinin de tespitini istediği, kendisine aidiyetinin tespitini istediği seranın temelsiz, iskeleti çelik profilden oluşturulmuş yay çatılı, menkul eşya niteliğinde bir yapı olduğu anlaşılmaktadır.
Davacının muhtesat niteliğinde olmadığı belirlenen seraya yönelik istemi ile değer tespiti isteminin hukuki yarar
yokluğu nedeniyle dinlenemeyeceği kuşkusuzdur. Dava taşınmaz üzerinde bulunan muhdesatların aidiyetinin ve değerlerinin tespiti istemine ilişkindir.
1- Ortaklığın giderilmesi davasına konu taşınmazın tapu kütüğünün beyanlar hanesinde muhtesatın maliklerden biri veya birkaçına ait olduğuna ilişkin kayıt bulunması veya tüm taşınmaz maliklerinin muhtesatın belirli bir veya
birkaç malik tarafından kendi adına ve hesabına meydana getirildiğini oybirliği ile kabul etmeleri halinde, ortaklığın giderilmesi davasına bakan mahkemenin taşınmaz satış bedelinin paylaştırma oranını belirlerken
muhtesata isabet edecek satış bedelinin sadece bu muhtesatı meydana getiren malik veya maliklere verilmesini
sağlayacak şekilde oranlama yapması ve buna göre hüküm vermesi, tapu kütüğünde muhtesata ilişkin bir kayıt yoksa veya taşınmaz malikleri arasında bu konuda oybirliği sağlanamazsa ancak bu halde konuyu ön mesele
yapması, muhtesat konusunda çıkan uyuşmazlığı çözmek miktar itibarıyla (muhtesat değeri) kendi görevine giriyorsa uyuşmazlığı kendisinin çözmesi, görevini aşıyorsa, muhtesatın kendisine ait olduğunu öne süren malik
veya maliklere bu konuda tespit davası açmak üzere HUMK'nun 567. maddesi hükmüne göre 10 günlük kesin
süre vermesi ve açılacak bu davanın sonucunu beklemesi gerekir. Kanunda öngörülen bu 10 günlük süre ortaklığın giderilmesi davasına bakan mahkemenin açılacak tespit davasını bekletici mesele (ön sorun) yapıp
yapmama yönünden mahkemeyi bağlayıcı bir süredir. Muhtesatı meydana getirdiğini öne süren taşınmaz maliklerinin dava açma hakkını etkileyen hak düşürücü süre değildir. Taşınmaz üzerindeki muhdesatı kendisinin
meydana getirdiğini öne süren taşınmaz paydaşlarının bu maddede öngörülen süre ile bağlı olmaksızın ortaklığın giderilmesi davası sonuçlanıncaya kadar her zaman için dava açmakta hukuki yaran mevcuttur. Mahkemece
verilecek kesin süre üzerine veya taşınmaz malikleri tarafından kendiliğinden genel hükümlere ve çekişmeli
yargıya tabi olarak açılacak böyle bir dava sonucunda verilecek hüküm HUMK'nun 237 vd. maddesi hükmüne göre davanın taraflarını ve ortaklığın giderilmesi davasına bakan mahkemeyi bağlar. Ayrıca bu tür tespit davaları
taşınmazın aynı ile ilgili olmadığından taşınmaz malikleri arasında zorunlu dava arkadaşlığı da bulunmamaktadır. Bu olgu gözetildiğinde davanın sadece ortaklığın giderilmesi davasının yargılaması sırasında muhtesatın davacı
tarafından meydana getirildiğini açıkça kabul etmeyen ve uyuşmazlık çıkaran taşınmaz malik veya malikleri
aleyhine açılması, uyuşmazlık çıkarmayan diğer taşınmaz malik veya maliklerinin gereksiz yere hasım gösterilmemesi gerekir.
Somut olayda ortaklığın giderilmesi davasına bakan mahkemenin bu olguları göz ardı ederek henüz taşınmazın tapu kaydını getirtip kütüğün beyanlar hanesini incelemeden, taşınmaz maliklerinin beyanlarını alıp muhtesat
aidiyeti konusunda aralarında uyuşmazlık bulunup bulunmadığını belirlemeden tensip kararı ile birlikte uyarılı
davetiye göndererek davanın taraflarını muhtesat aidiyeti konusunda dava açmaya davet etmesi usule aykırı ise de, davacının muhtesat aidiyetinin tespiti davasını açma hakkı böyle bir uyarı yapılması veya mahkemece 10
günlük kesin süre verilmesi koşuluna bağlı olmadığından ortaklığın giderilmesi davasına bakan mahkemenin yaptığı bu usul yanlışlığı görülen davada temyiz konusu yapılamayacağı gibi görülen davayı etkileyen ve sonucu
değiştiren bir neden de değildir. Bunun yanında davalının ortaklığın giderilmesine ilişkin davada davaya cevap vererek veya duruşmalara gelerek görülen davaya konu edilen muhtesatların davacıya ait olduğunu açıkça kabul
etmediği, görülen davada da davayı kabulünün söz konusu olmadığı, bu nedenle HUMK'nun 95. maddesinde
öngörülen koşulların da gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Öte yandan tapuda kayıtlı ve taraflar arasında ortaklığın giderilmesi davasına konu olduğu belirlenen 187 parsel sayılı taşınmazın bilirkişi raporunda (A) harfi ile
gösterilen bölümü üzerinde bulunan tek katlı yığma bina ile muhtesat niteliğindeki muhtelif ağaçların davacı M. tarafından dikilip yetiştirildiği mahkemece yapılan keşif, uygulama ve toplanıp değerlendirilen delillerle
belirlenmiştir. Bu nedenler ve hükümde gösterilen diğer gerekçelere göre mahkemece bu muhtesatların davacı
tarafa aidiyetinin tespitine karar verilmesinde ve davalının yargılama gideri ve avukatlık ücretinden sorumlu
53
tutulmasında bir isabetsizlik bulunmadığından davalı E.'nin bunlara ilişen ve aşağıdaki bendin dışında kalan sair
temyiz itirazları yerinde değildir. 2- Adı geçen davalının hükmün esasına yönelik temyiz itirazlarına gelince; mahkemece davanın kabulüne karar
verilmiş ise de varılan sonuç ve oluşturulan hüküm davanın niteliğine ve yasal düzenlemelere uygun düşmemiştir.
Duraksamadan belirtmek gerekir ki; bütünleyici parça niteliğinde olmayıp her zaman için ana taşınmazdan ayrılması ve sökülüp götürülebilmesi mümkün olan şeyler muhtesat olmayıp teferruat niteliğindedir. Bu
nitelikteki eşyalar yönünden aidiyet tespiti davası açılmasında hukuki yarar bulunmadığı kuşkusuzdur.
Bunun yanında; ortaklığın giderilmesi davası sırasında, taşınmazın satış bedelinin taşınmaz paydaşlarına dağıtılmasına esas dağıtım cetvelinin düzenlenmesi için taşınmaza ve üzerindeki muhdesatlara ayrı ayrı değer
biçileceği, muhtesat aidiyeti konusunda uyuşmazlık yoksa muhtesat bedelinin muhtesatı meydana getiren taşınmaz malik veya maliklerine verilmesini sağlayacak şekilde oran belirlenip bu oran dahilinde satış bedelinin
paylaştırılmasına karar verileceği gözetildiğinde muhtesat değerinin belirlenmesinin ortaklığın giderilmesi
davasına bakan mahkemenin görevine girdiği kuşkusuzdur. Başka bir mahkemenin görevine giren bir konuda tespit kararı verilmesi yasal olarak mümkün bulunmadığı gibi, davacının hiçbir hukuksal sonuç doğurmayacak
böyle bir istemle dava açmasında hukuki yararının varlığından da söz edilemez. Hukuki yarar kamu düzenine ilişkin olumsuz dava koşuludur. Taraflarca öne sürülmese dahi mahkemelerce dikkate alınması gerekir.
Az yukarıda açıklanan hukuki olguların ışığı altında somut olaya gelince; toplanan delillerden davacının dava dilekçesinde muhtesatların tespiti ile birlikte değerlerinin de tespitini istediği, kendisine aidiyetinin tespitini
istediği seranın temelsiz, iskeleti çelik profilden oluşturulmuş yay çatılı, menkul eşya niteliğinde bir yapı olduğu
anlaşılmaktadır. Bu ve az yukarıda açıklanan hukuksal olgular gözetildiğinde davacının muhtesat niteliğinde olmadığı belirlenen seraya yönelik istemi ile değer tespiti isteminin hukuki yarar yokluğu nedeniyle
dinlenemeyeceği kuşkusuzdur.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı T.C. YARGITAY 9.Hukuk Dairesi,Esas: 2009/47947,Karar: 2012/6916,Karar Tarihi:
05.03.2012 “ÖZET: Dosyada bulunan önceki ve sonraki bordrolardan davacıya ilave tediye olarak miktarda
eksiklik olduğu ve davacının bu davayı açmakta hukuki yararının bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak davacının bu şekilde maddi bir kaybı oluştuğu halde, bunu talep etmeden sadece tespit talebiyle yetindiği görülmektedir. Eda
davası açabilecek hallerde tespit davası açma olanağı yoktur. Davacının kendi şahsı adına açtığı tespit davasının reddi yerine esasa girilerek kabulüne karar verilmesi hatalıdır.” Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
T.C. YARGITAY 13.Hukuk Dairesi,Esas: 2011/13444,Karar: 2012/305,Karar Tarihi: 16.01.2012 “ÖZET: Davacı eldeki dava ile, davalıdan kiraladığı mecura yaptığı faydalı ve zaruri masrafların
tespitini talep etmiş olup, davacının yaptığı masrafların davalıdan tahsili yönünde eda davası açabilecek iken
tespit davası açmasında hukuki yarar bulunmadığının anlaşılmış olmasına göre davanın reddi gerekir.”Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı
KAYNAKLAR
-Prof. Dr. Baki KURU- Prof. Dr. Ali Cem DURAK - HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNUN GETİRDİĞİ BAŞLICA
YENİLİKLER - İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 85 • Sayı: 5 • Yıl: 2011
http://www.istanbulbarosu.org.tr/makaleler/hmk/bakikuru-alicembudak.pdf
-Prof. Dr. Ejder YILMAZ-Yeni HMK’yla getirilen değişiklikler
http://www.muglabarosu.org.tr/upload/UserUpload/file/hmkyenilikler.pdf
-Av. Ender Dedeağaç-6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Getirdikleri
http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/6100_Sayili_HMK_Getirdikleri_ic.pdf
-Prof.Dr.Hakan Pekcanıtez- Hukuk Muhakemeleri _i_Kanunu-SON HALI-15.06.2011-Prof. Dr. Hakan PEKCANITEZ
-Prof.Dr.Hakan Pekcanıtez-Belirsiz Alacak Davası-
http://web.deu.edu.tr/hukuk/dergiler/dergimiz11-9-ozel/usul/15%20pekcanitez.pdf
-Prof. Dr. Muhammet ÖZEKES- HMK HUKUK YARGILAMAMIZA NEGETİRİYOR
http://www.izmirbarosu.org.tr/IzmirBaro/pdf/yayinlar/HMK-Brosur.pdf
-Doç.Dr. Murat ATALI-MEDENÎ USÛL HUKUKU-http://eogrenme.anadolu.edu.tr/eKitap/HUK201U.pdf
Av.M. İhsan Darende Belirsiz Alacak Davası - Kısmi Dava İlişkisi-http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1416.htm
-Av Nezih SÜTÇÜ- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1415.htm
-Yargıtay İçtihatları (Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı