31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

12
353 OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE; AHİLİK TEŞKİLATININ MARMARA VE KOCAELİ BÖLGESİ FETİHLERİNDEKİ ROLLERİ Nejdet GÖK * * Doç. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, SBBF Tarih Bölümü, e-mail: [email protected] Giriş Osmanlı Beyliği ve Devleti’nin kuruluşunda, ilk fetihlerde, devlet teşkilatının oluşumu ve gelişiminde Ahiler veya Ahi Teşkilatı’nın gösterdiği çabalar, oynadıkları roller konusu yıllardır belirsizliğini koruyan, üzerinde yoğun tartışmalar yapılan ve günümüzde bile tam anlamıyla açığa kavuşturulamayan bir meseledir. Osmanlı Kuruluş devrinin en önemli kaynağı olan Aşıkpaşazade’nin, Anadolu’yu şekillendiren ve İslamlaştıran gruplar olarak belirttiği dört sınıf veya cemaatten birisi, aşağıda ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız üzere; “Âhiyân-ı Rum”dur. Paul Wittek’ten Fuat Köprülü’ye, Ömer Lütfi Barkan’dan Halil İnalcık, Ahmet Yaşar Ocak ve Mikail Bayram’a kadar birçok tarihçi Osmanlı Kuruluş Dönemi’ni ayrıntılarıyla ele alan çok önemli çalışmalar yapmış olmalarına rağmen, Ahilerin söz konusu dönemde oynadıkları aktif roller konusununda araştırılması gereken birçok hususun olduğu da bir gerçektir. Kuşkusuz bunun en önemli sebebi döneme ait arşiv vesikaları ve yazmaların çok sınırlı olması, birkaç kitabe ve vakfiye dışında fikir yürütmeye yatecek kadar yeterli malzemenin olmamasıdır. Öyle ki; konunun uzmanı bazı tarihçiler bile Şeyh Edabalı’nın kimliği, şahsiyeti, tarikatı konusunda kuşku içinde, çelişkili tesbitler yapmaktadır. Kaynakların birçoğunda: “Ahi Şeyhi ve Osman Gazi’nin kayın pederi” olarak kaydedilen Şey Edebalı’nın yaşayıp yaşamadığı bile meçhuldür (Halil İnalcık’ın Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü’nde 1994-2006 yılı seminer derslerinde verdiği bilgilere göre). Yine Hoca’ya göre (yaşadıysa bile NG) bir Vefai şeyhidir. Aynı şekilde Ertuğrul Gazi, babası Süleyman Şah, Hayme Ana ve ilk dönemin diğer önemli şahsiyetleri hakkında da birbiriyle çelişkili rivayetler olduğu da bir gerçektir. O nedenle, özellikle son yıllarda Osmanlı’nın Kuruluş Dönemi ayrı bir problem veya aydınlatılması gereken bir muamma gibi ele alınmakta, bilimsel toplantılarda tartışılmaktadır. Şeyh Edabalı’nın yaşayıp yaşamadığı bile tartışma konusu olursa, onun etrafında mükemmel bir teşkilat halinde toplanan, fetihlerde ve devletin kuluşunda aktif rol oynayan ahiler hakkında neler söylenebilir? Elimizdeki en önemli kaynaklardan birisi olan Aşıkpaşazade ki, -Fuat Köprülü’ye göre; “Aşıkpaşazade doğruyu yanlışı karıştıran cahil adamın birisidir”. İnalcık’a göre çok dikkatli incelenmeli ve her dediği ciddiye alınmamalıdır- Kaynakların sınırlı olmasına bu tür zorluklar da eklenince Osmanlı’nın kuruluş döneminin, doğru ve objektif bir biçimde aydınlatılması daha da sorunlu bir hale

Transcript of 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

Page 1: 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

353

OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE; AHİLİK TEŞKİLATININ MARMARA VE KOCAELİ

BÖLGESİ FETİHLERİNDEKİ ROLLERİ

Nejdet GÖK*

* Doç. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, SBBF Tarih Bölümü, e-mail: [email protected]

Giriş

Osmanlı Beyliği ve Devleti’nin kuruluşunda, ilk fetihlerde, devlet teşkilatının oluşumu ve gelişiminde Ahiler veya Ahi Teşkilatı’nın gösterdiği çabalar, oynadıkları roller konusu yıllardır belirsizliğini koruyan, üzerinde yoğun tartışmalar yapılan ve günümüzde bile tam anlamıyla açığa kavuşturulamayan bir meseledir.

Osmanlı Kuruluş devrinin en önemli kaynağı olan Aşıkpaşazade’nin, Anadolu’yu şekillendiren ve İslamlaştıran gruplar olarak belirttiği dört sınıf veya cemaatten birisi, aşağıda ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız üzere; “Âhiyân-ı Rum”dur. Paul Wittek’ten Fuat Köprülü’ye, Ömer Lütfi Barkan’dan Halil İnalcık, Ahmet Yaşar Ocak ve Mikail Bayram’a kadar birçok tarihçi Osmanlı Kuruluş Dönemi’ni ayrıntılarıyla ele alan çok önemli çalışmalar yapmış olmalarına rağmen, Ahilerin söz konusu dönemde oynadıkları aktif roller konusununda araştırılması gereken birçok hususun olduğu da bir gerçektir.

Kuşkusuz bunun en önemli sebebi döneme ait arşiv vesikaları ve yazmaların çok sınırlı olması, birkaç kitabe ve vakfiye dışında fikir yürütmeye yatecek kadar yeterli malzemenin olmamasıdır. Öyle ki; konunun uzmanı bazı tarihçiler bile Şeyh Edabalı’nın kimliği, şahsiyeti, tarikatı konusunda kuşku içinde, çelişkili tesbitler yapmaktadır. Kaynakların birçoğunda: “Ahi Şeyhi ve Osman Gazi’nin kayın pederi” olarak kaydedilen Şey Edebalı’nın yaşayıp yaşamadığı bile meçhuldür (Halil İnalcık’ın Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü’nde 1994-2006 yılı seminer derslerinde verdiği bilgilere göre). Yine Hoca’ya göre (yaşadıysa bile NG) bir Vefai şeyhidir. Aynı şekilde Ertuğrul Gazi, babası Süleyman Şah, Hayme Ana ve ilk dönemin diğer önemli şahsiyetleri hakkında da birbiriyle çelişkili rivayetler olduğu da bir gerçektir. O nedenle, özellikle son yıllarda Osmanlı’nın Kuruluş Dönemi ayrı bir problem veya aydınlatılması gereken bir muamma gibi ele alınmakta, bilimsel toplantılarda tartışılmaktadır.

Şeyh Edabalı’nın yaşayıp yaşamadığı bile tartışma konusu olursa, onun etrafında mükemmel bir teşkilat halinde toplanan, fetihlerde ve devletin kuluşunda aktif rol oynayan ahiler hakkında neler söylenebilir? Elimizdeki en önemli kaynaklardan birisi olan Aşıkpaşazade ki, -Fuat Köprülü’ye göre; “Aşıkpaşazade doğruyu yanlışı karıştıran cahil adamın birisidir”. İnalcık’a göre çok dikkatli incelenmeli ve her dediği ciddiye alınmamalıdır- Kaynakların sınırlı olmasına bu tür zorluklar da eklenince Osmanlı’nın kuruluş döneminin, doğru ve objektif bir biçimde aydınlatılması daha da sorunlu bir hale

Page 2: 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

354

dönmektedir.

Özetlemek gerekirse; bu konudaki tartışmalara nihayet vermek için olmasa bile, farklı bir bakış açısı ve yeni tartışmalara zemin oluşturması açısından, elimizdeki az sayıda vesika, kitabe ve yazmaların yanında, çağdaş Arap ve Yunan kaynaklarını, ahiler merkezli olarak bir kez daha dikkatle incelenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bursa’nın surlarına bayrak diken Orhan Gazi’nin yoldaşı Ahi Hasan’dan, Evliya Çelebi’nin şefaat ve seyahat rüyasını gördüğü Ahi Çelebi Cami’nin banisi Ahi Ahmet Çelebi’ye kadar Osmanlı ve Ahiler konusunda daha yapılacak çok iş, Anka-i Maşrık1‘tan Ahi Evran, Hacı Bektaş ve Şeyh Edebalı’ya kadar daha söylenecek çok söz vardır. Kuşkusuz bu araştırmalar Alp, Gazi ve Ahi kavramlarının daha net ve belirgin hale gelmesine de yardımcı olacaktır.

Ahiyan-ı Rum ve Anadolu’nun İslamlaşma Süreci

Aşıkpaşazade’ye göre Osmanlı’nın kuruluş dönemi olan 13. yüzyılda, Diyar-i Rum adı verilen Anadolu’da dört taife veya sınıf söz sahibidir:

“Ve hem bu Rum’da dört taife vardur kim müsafirler içinde anılur. Biri Gâziyân-ı Rûm ve biri Âhiyân-ı Rûm ve biri Abdalân-ı Rûm ve biri Bâcıyân-ı Rûm.” (Aşıkpaşazâde, Bab: 170).

Fuat Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu’nu ele aldığı ünlü kitabının “Sınır Boylarında Hayat” bölümünde; askerî, dinî, meslekî grup veya cemaatleri ayrıntılarıyla ele alır ve bazı ilginç tesbitlerde bulunur2. Kimi zaman ağır eleştirilerde bulunduğu Aşıkpaşazâde onun da temel kaynağıdır. Buna göre; kuruluş döneminde Anadolu’da yukarda da belirttiğimiz gibi; dört büyük, birbirinden bağımsız teşkilat vardır. Bunlar sadece uç kısımlarda değil Anadolu’nun birçok bölgesinde, dönemin siyasi ve ekonomik tarihine yön verecek kadar aktif ve etkin bir biçimde faaliyet göstermektedirler. Söz konusu teşkilatların tarihî kökenleri İslam’ın ilk yıllarına kadar uzanmakla birlikte, etkin oldukları coğrafya, yerel kültür ve etkileşim nedeniyle kendilerine özgü bir hal ve şekil aldıklarını görüyoruz. Öyle ki, zaman içinde adlarında ve faaliyet alanlarında da karışım ve değişimler olmuş, kimi zaman birbirinin içine girmiş, Fütüvvet ve Ahilik kavramlarında olduğu gibi, farklı devletlerde birbirinden ayrı isimlerle anılır olmuşlardır3.Bu yüzden çağdaş kaynaklarda bile çok net ve ayırıcı olmayan bilgilerle karşı karşıya kalıyoruz.Fuat Köprülü’ye göre bu karışıklık ve yanlış bilgilerin nedeni; sözkonusu grup veya teşkilatlarla alakalı bilgilerin birçoğunun hala yazma eserlerde mevcut olması, günümüz ilim ve kültür hayatına aksettirilmemiş olmasıdır. Aşık Paşazade’nin belirttiğine göre; Osmanlı’nın kuruluş yıllarında Anadolu’da aktif vaziyette dört grup vardır:

1. Gaziler ve Alplar

Âşık Paşazade bunlara. “Gâziyân-ı Rum” diyor. Başka kaynaklarda ise; “Alplar”, “Alp-Erenler” gibi unvanlar kullanılıyor. Bunlar Anadolu Selçuklularından önce de Anadolu fethinde görev almış mücahidler sınıfıdır. İslam’dan önce de Türkler arasında “kahraman, cengâver” anlamında ve prenslere verilen lakab olarak “Alp” terimi kullanılmıştır4. İslamiyet’ten sonra da bir süre kullanılmış ancak zamanla yerini daha prestijli ve İslami olan “Gâzi”ye bırakmıştır. Görevi kâfirlere karşı cihad etmek olan gazilerin reisleri için tarihçi Beyhakî “Sipahsâlâr-ı Gaziyân” unvanını kullanırken, çağdaşı Tarihçi Utbî ise; “Reisü’l-Fityan”, yine çağdaşı Gardizi ise; “Ayyarların Başı” olarak nitelemektedir. Köprülü’ye

1 M. Fatih Köksal, “Anka-i Maşrık’a Göre Hacı Bektaş ve Ahi Evran’ın Osmanlı Devleti’nin Kuruluşundaki Rolleri”, Turkish Studies, Volume 9/9, Summer 2014, p. 59-79.

2 Fuat Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 4. Baskı (Ankara 1991), s. 83-87.3 Osmanlı öncesi İslam devletlerinde sosyal yapı, sınıflar, havas ve avam, ayyarlar, şatırlar ve diğer gruplar hakkında

ayrıntılı bilgi için bkz. Corci Zeydan, İslam Uygarlıkları Tarihi, c. II, (çev. Nejdet Gök), s. 549-614.4 W. Thomsen, Inscriptions de l’Orkhan, Helsingfors, 1896 (Bk. Türkçe kelimeler indeksi)’den naklen Köprülü, a.g.e., s.

84.

Page 3: 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

355

Nejdet GÖK

göre bu tarihçilerin üçü de haklıdır. Çünkü bu isimlerin üçü de birbiri yerine kullanılmıştır5.

Fuat Köprülü’nün, İslamiyetten sonra “alplar”ın yerini alan “Gaziler” sınıfını 10. yüzyılda bazı İslam şehirlerinde “avam” sınıfı altında yer alan “Ayyarlar” gibi “tufeylî” (Asalak) bir sınıf olarak nitelemesi kanaatimce maksadını aşan bir ifade olmuştur6. Oysa çağdaş kaynaklar ayyarları; Avamın ikinci sınıfı olarak; serseriler, çapkınlar, hilebazlar, fitneciler, hırsızlar ve dolandırıcılar vs. gibi, yer altı teşkilatlarına benzer faaliyet gösteren düşük ahlak sahipleri sınıfına dâhil ederler7. Kayda değer güç ve etkilerinden dolayı, zaman zaman halifelerin davetine uyarak, siyasi mücadelelerde de yer almışlardır. Kaldı ki, aynı eserinde Köprülü; Gaziliğin “bir mefharet (övünç) unvanı” olarak kâfir Türklere karşı gaza ve cihad edenler tarafından kullanıldığını da ifade etmektedir.

“Gazi” mi “Alp” mi?

İlk döneme ait sayılı vesikalardan birisi de Bursa’da bulunan bir kitabe olup: “Sultanü’l-guzat, Gazi bin gazi şucaü’d-dünya ve’d-din âfak-ı bahadır-ı zaman Orhan bin Osman” denilerek Orhan Bey’in “gazilerin sultanı” olduğu vurgulanmıştır (Din ve dünyanın yiğit kahramanı Gazilerin Sultanı, zamanın bahadırlık ufku Osman oğlu Orhan).

Orhan Gazi kendisi “gazi” unvanını alıyor; ancak komutanlarından bazılarına hâlâ “Alp” deniyor. Kara Mürsel Alp, Konur Alp vs. Gazilik ve alplık arasındaki ilişki veya sınır nedir? Neden Osmanlı bey veya sultanlarından hiç birisi, gazi unvanını iftiharla kullandığı halde alp unvanını kullanmamıştır? Özellikle son zamanlarda çevrilen tarih konulu bazı film ve dizilerde niçin “gazi” yerine “alp” terimi ısrarla vurgulanmaktadır?8 Gazi’nin Alp’in yerine kullanılmadığının ve alptan üstün bir unvan olduğunun en önemli delilleri Orhan Bey’e ait kitabe ve vesikalardır.

Aşıkpaşa Alplardan söz edip vasıflarını ve şartlarını sıralarken oğlu Aşıkpaşazade neden fazla söz etmez? Bu da araştırılması gereken ayrı bir konu olarak karşımızda durmaktadır.

Dede Korkut hikâyeleri bize alp gazilerin hayatı hakkında epeyce bilgi verir. XIV. yüzyıl başlarında Âşık Paşa ve ondan bir asır sonra II. Murad devri âlimlerinden Yazıcı Ali, alplara ait özelliklerden bahsederler. Âşık Paşazâde’nin üzerinde önemle durduğu Anadolu (Rum) gazileri, Müslüman alplardan başka bir şey değildir. Evliya Çelebi de XVII. yüzyılda Tokat’ta bir alp gazi tekkesinden söz eder.9

2. Ahiler10

Aşıkpaşazade’nin önemine dikkat çektiği ikinci taife, zümre, sınıf veya grup “Ahiyan-ı Rum” dediği Ahilerdir. Bu konuda elimizdeki en önemli kaynaklardan birisi kuşkusuz İbn Batuta’dır. Köprülü de bu esere dikkat çektikten sonra özellikle Oryantalistlerin çalışmalarından söz eder; ancak konunun net bir biçimde aydınlatılamadığını da belirtir.

5 Köprülü, Gös.yer.6 “Bağdat’ta Abbasi Hanedanının dahili mücadelelerinden istifade ederek kuvvetlenen ve XI. asrın ilk yarısında şehri

haraca keserek kendi menfaatlerine vergi toplayan Ayyarlar teşkilatına müşabih olarak, Maveraünnehir’de de X. asırda Gaziler adını taşıyan bir teşkilatın mevcudiyetini biliyoruz. Daha IX. asırda, Tahiriler ve Saffariler zamanında İran’da –yine bu isimler altında- buna mümasil teşkilatlar vardı. Sâmân Oğulları devrinde Mâveraünnehir Gazileri, hudutlardaki kâfirlere, yani putperest Türkler’e karşı cihad ettiklerinden dolayı dînî bir mefharet (övünç) ünvanı olan “Gazi” lakabını almışlardı; bunlar sayıca da ehemmiyetli olduğundan, teşkilatları devlet tarafından resmen tanınmakta idi.” Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, s. 85. Köprülü daha sonra çağdaş kaynaklarda bunların reislerine verilen unvanları aktarır.

7 İslam Uygarlıkları Tarihi, c. II, s. 610 vd.8 TRT’de birinci dönemini tamamlayan Diriliş-Ertuğrul dizisi bunun tipik bir örneğidir. Gazilik üzerinde neredeyse hiç

durulmazken alplık ısrarla vurgulanmakta, hayali senaryo ve diyaloglarla bazı mesajlar verilmektedir.9 Orhan F. Köprülü, “Alp”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. II, s. 525.10 Ayrıntılı bilgi için bkz. “Ahilik Osmanlıda Neden İhmal Edildi? Bugün Niçin Önemli?” http://www.belge.com.tr/yazar-

362-57-ahilik_osmanlida_neden_ihmal_edildi_bugun_nicin_onemli.html

Page 4: 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

356

İbn Batuta; “Ahiyatü’l-fityan” adını verdiği bu grubun doğudan batıya, kuzeyden güneye Anadolu’nun önemli şehirlerinde çok iyi organize olduklarını ve hayli etkin olduklarını belirtmiştir. Köprülü Ahilerin Anadolu ile sıkı ilişkisi olan Azerbaycan ve Kırım sahillerine kadar yayılmış olduklarını da kitabe, mezar taşları, vakfiye vs. vesika ve kayıtlara dayanarak ileri sürmektedir. Ancak bu grubu Selçuklu dönemi kaynaklarında yer alan “Runud” veya “Ayyarlar”a benzetmesi tartışılması gereken bir konudur. Köprülü’nün:

“Bilhassa büyük şehirlerde kuvvetli ve mahiyeti itibariyle de bir şehir teşekkülü olan bu zümre, yukarda bahsettiğimiz “Ayyarlar, Şattarlar, Gaziler ilh… teşkilatından başka bir şey değildir.” cümlesinden sonra: “çok iptidaî, bilgisiz bir adam olan Âşık Paşazade, bu teşekkül ile gazileri birbirinden ayrı olarak zikretmek suretiyle tamamiyle kelimelere aldanmıştı. Eğer o, Alplar’la Ahiler’i ayırsaydı, şüphesiz daha doğru olurdu”11 Köprülü bu ifadelerin hemen altında da, ahi teşkilatının sadece şehirlerde olmadığını, İzzettin Keykavus’un desteği ile köylere kadar yayıldığı beyanıyla itirafını da belirtir. Bu haliyle ahiler alp teşkilatı ile de bütünleşmiş, hem ahi hem de alp sıfatını taşıyan zümreler ortaya çıkmıştır. Bu durum diğer esnaf gruplarının fütüvvet teşkilatı ile kaynaşması gibidir. Fütüvvet, ahiler, ayyarlar ve rindler arasında sıkı ilişki olduğunu tekrar eden Köprülü; kimi çevrelerce iddiası olan Ankara ahilerinin bir tür cumhuriyet kurdukları, Osmanlı’nın Ankara’yı bunlardan aldığı iddiasını da reddeder. Hatta ahi teşkilatının farmoson (mason) teşkilatına benzer, hiyerarşik, sırlı ve kapalı özelliklerine dikkat çeker. Karmatilerle alakası konusunda kendisi gibi düşünen Massignon’u teyit eder. Onların Sünni devlet ideolojisi altında zamanla Sünni bir mezhebe dönüştüklerini de ilave eder. Köprülü’ye göre de; Ahiler’in Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda ve Yeniçeri teşkilatının oluşumunda büyük rolleri olduğu kuşkusuzdur.

Köprülü’nün anlatmaya çalıştığı ayyar ve rind benzeri Ahi tipi ile Bursa fethinde Orhan’nın yanında bulunmasını ısrarla istediği gazi ve mücahid Ahi Hasan arasında alaka kurulabilir mi? Anlaşılan o ki, Köprülü ayyar kelimesini genel olarak değil de Fars çevresinde aldığı delikanlı-civanmerd-serseri-mistik karışımı anlama yakın kullanmaktadır12.

Bu vesile bir hususa dikkat çekmek isterim; Aşıkpaşazade hakkındaki bu olumsuz yaklaşım ne gariptir ki, onun öğrencisi benim de doktora hocam olan Halil İnalcık’ta da genişleyen bir boyutta devam etmiştir. Hâlbuki her iki hocanın da birçok araştırmasında temel kaynaklardan birisi Aşıkpaşazade’dir. Ancak her ikisi de Aşıkpaşazade’nin ısrarla vurguladığı fetih, gaza, cihad vb. mefkurelerle yapılan İslami mücadelelere daha milli bir yaklaşım getirmeye çalışmışlardır.

3. Baciyan-ı Rum13

Aşıkpaşazade’nin sözünü ettiği üçüncü grup “Bâciyan-ı Rum” adı verilen kadınlar teşkilatıdır. Orhan F.Köprülü, İslam Ansiklopedisi’nde yer alan söz konusu maddede bu grubun tarihi kökenleri ve Anadolu’daki rolleri hakkında farklı görüş ve düşüncelere de yer vermiştir. Taeschner “Baciyan-i Rum”un aslının “Haciyan-ı Rum” veya “Bahşiyan-ı Rum” olabileceğini ileri sürmüş, Z. Velidi Togan da ikinci görüşü makul bulmuştur. Bu iki tarihçinin görüşlerine karşı çıkan Fuat Köprülü ise; Bektaşilik ve bacıların rolüne dikkat çekerek bunun Anadolu’ya has milli bir tabir olduğunu, tarikat ilişkileriyle delillendirmeye çalışmıştır14.

11 Köprülü, a.g.e., s. 89-90.12 TDK Büyük Türkçe Sözlükte ayyarın karşılığı: Dolandırıcı, hilekar/tembel şeklindedir. Ayyar Hamza rolündeki anlam

da buna yakındır. Ayrıca bkz. İslam Uygarlıkları Tarihi, gösterilen yer.13 Orhan F.Köprülü, “Baciyan-ı Rum”, DİA, c. IV, s. 415.14 “Baciyan-ı Rum”, s. 415.

Page 5: 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

357

Nejdet GÖK

Âşıkpaşazade bu grubu şu cümlelerle anlatır: “…İmdi, Hacı Bekdaş Sultan bunlarun içinde (Baciyan-ı Rum) ihtiyar itdi kim o Hatun Ana’ dur. Anı kız idindi, keşf i kerametini ana gösterdi, teslim itdi, kendü Allah rahmetine vardı… Hacı Bekdaş, Hatun Ana’ya ısmarladı, her nesi varısa. Kendü bir meczub ‘aziz idi, şeyhlıkdan ve müridlikden farıg idi. Abdal Musa dirlerdi bir derviş varıdı, Hatun Ana’nun muhibbi idi. Ol zamanda şeyhlık ve müridlik igen zahir degüldi, silsileden dahı farıglardı. Hatun Ana ol ‘azizün üzerine mezar itdi. Geldi Abdal Musa bunun üzerinde bir niçe gün sakin aldı. Orhan devri geldi, gazalar itdi…” (Aşıkpaşazade, Bab: 170).

Köprülü’nün belirttiği ve tarihî kökeni konusunda yorumlarda bulunduğu bu sınıf hakkında başka kaynaklarda, maalesef kayda değer, tatmin edici bilgilere henüz ulaşılamamıştır. Ancak İslam devletlerinde kadınların birçok devirde, özellikle halife ana, eş ve kızları olarak aktif rol oynadıkları, hatta devlet yönetimini ele geçirdikleri veya idarecileri yönlendirdiklerini biliyoruz, ama Baciyan-ı Rum gibi, organize bir teşkilat olduklarını göremiyoruz15.

4. Abdalan-ı Rum

Abdalan-ı Rum; Anadolu’nun Heterodoks dervişleri denilen sınıftır. Bazı kaynaklarda Horasan Erenleri adı da verilmiştir. Fuad Köprülü’ye göre, Anadolu abdalları veya “Abdalan-ı Rum” Babailik cereyanının daha sonraki görünümüdür. Bu grup Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda, gaziler, ahiler ve Baciyan-ı Rum ile birlikte büyük hizmetleri görülen dördüncü zümre veya taifedir. Diğer Sünni tarikatların hilafına, -genelleme yapmaksızın- bir tür Rafizi dervişleri diyebileceğimiz abdallar daha esnek, hoşgörülü, daha dünyevidirler. Bu nedenle halkla, halkın gelenek ve görenekleriyle daha içli dışlıdırlar. Bugün bile çalgı, çengi, müzikle meşgul bu sınıfa Ankara ve çevre illerde “abdal” denilmesi, özellikle eğlence meclislerinde ısrarla aranılması, aynı zamanda istihzai bir tavırla bakılması tesadüfî olamaz. Günümüzdeki görünüm özellikle 19. yüzyıl başlarında devletin içine düştüğü siyasi buhrandan çıkma, yeni bir ordu ve devlet inşa etme düşüncesi bağlamında güçlendirilen Sünni yönetimin baskı ve yönlendirmeleri sonucunda kalıp ve şekil değiştirmiş bir inanç ve felsefenin deforme olmuş şekli gibidir16. Kırşehir, Kaman ve civarı bu kültürün doğduğu ve kısmen şekil değiştirerek devam ettirildiği en önemli merkezlerden biridir. Bu bölge ve civarı; Ahi Evran’ın da, Hacı Bektaş Veli’nin de hatta Şeyh Edebalı’nın da doğup büyüdüğü, Anadolu’nun en buhranlı döneminde Osmanlı Devleti’nin hayallerinin kurulduğu, günü gelince Karacadağ eteklerinde filizlenmeye başladığı kutlu bir diyar olarak tarihte yerini almış olmasına rağmen günümüzde gereken ilgi ve alakayı bulamamaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden birisi de özellikle son yüzyılda bölgede uygulanan etnik yapılanma ve demografik değişimlerdir. Avrupa ve diğer dünya ülkelerine yapılan yoğun göçler ve kültürel etkileşim de buna eklenince tarihin izlerini takip etmek nerdeyse imkânsız hale gelmektedir. Osmanlı Kayı Aşireti’nin ilk yerleşim yeri olan Karacadağ’a en yakın bölgelerde Türk ve Türkmen köylerinin parmakla sayılacak kadar azalmış olması, Kulu, Eskil ve çevresindeki eski yerleşim yerlerinde Osmanlı mirası tarihi eserlerin ihmali kaygı verici boyutlardır.

15 Zeydan, İslam Uygarlıkları Tarihi, II, s. 475-495.16 II. Mahmud döneminde Yeniçerilik teşkilatının ortadan kaldırılması siyaseti bağlamında başta Bektaşilik olmak üzere

Sünni inanç dışındaki cemaat ve tarikatlarla ilgili bir dizi tedbirler alınmıştı. Bektaşilerin yeniçerileri kışkırttığı ve fesat yarattıkları da ortaya atılan en önemli iddialardandı ama bu arada yeni rejimin himaye ettiği ve bu alanda söz sahibi olan Nakşibendîlerin aynı garezi Bektaşiler yanında Melamilere de yönelttiği görülmektedir. Kuşkusuz bu gerilimin kökleri daha eskiye gitmektedir. Nitekim 18. asır yazarlarından Vassaf Hüseyin’in “Sefinet’ul Evliya”sında bir takım olaylar ve yorumlarla Bektaşilerin zındıklığının ispatına gayret edildiği görülmektedir. Bektaşilik dışı tenkitler ve medrese mensupları Bektaşiliği Hacı Bektaş-ı Veli’nin yolundan sapan ve onun ismini ve düşüncesini istismar edenlerin topluluğu olarak görme ve gösterme eğilimi vardır. Nitekim hükfimetin emirlerinde, fermanlarda Bektaşi tarikatının akid ve ritinin temellerine ve Hacı Bektaş-ı Veli’ye yönelik bir ifade olmayıb, Hacı Bektaş-ı Veli için saygın bir dil kullanılıyor; ancak Bektaşi zümresi karalanıyor, hatta Cevdet Paşa tarihinde bile bu konuda Mehmed Esad Efendi’ye atıf yapılmaktadır. İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet Tekke Münasebetleri, Seha Neşriyat, Ankara, s. 143-147; İlber Ortaylı, Tarikatlar ve Tanzimat Dönemi Osmanlı Yönetimi, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/1152/13551.pdf

Page 6: 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

358

Orhan Gazi ve Ahiler

Osman Bey, Germiyan-Çavdar saldırılarını karşılamak üzere kendisi Karacahisar’da kalmaya karar verdiğinde Orhan’ı yanına kattığı gazi alpları Akça Koca, Konuralp, Gazi Abdurrahman ve Köse Mihal ile birlikte Sakarya’ya gönderdi (705/1305). Âşıkpaşazâde, Orhan’ın kumanda ettiği ilk seferin bu olduğunu belirtir (Târih, s. 108). Orhan stratejik önemi olan Karaçepüş (Katoikia), İznik önünde Karatigin, Absu (Hypsu: Geyve Boğazı’nda) kalelerini böylece fetheder. Babasının zamanındaki son seferi Adranoz Kalesi (Orhaneli) üzerinedir. Bu seferde yanında yine Köse Mihal ile Turgut Alp vardı. 723 Ramazan ayı başlarında (Eylül 1323) düzenlenmiş Asporça Hatun Vakfiyesi’ne göre o tarihte Osman hayatta idi. Orhan’ın beyliğe geliş tarihi Rebîülevvel 724’tür (Mart 1324)17. Osmanlı kroniklerinde çok kısa olarak bir bilgi olarak verilen Pelekanon Savaşı ve zaferiyle Orhan Bey bütün Kocaeli bölgesini ele geçirmiş, arkasından da İznik’i fethetmiştir (21 Cemâziyelevvel 731 / 2 Mart 1331).

Aşıkpaşazade ve muasır kaynaklara göre; Orhan Gazi, özellikle Marmara ve Kocaeli Bölgesi’nin fatihidir. Şeyh Edebalı başta olmak üzere, babası Osman Gazi’nin yakınında yer alan ahi şeyh ve önderleriyle Orhan Bey’in de çok sıkı bir ilişkisi vardır.

Bu nedenle Orhan Bey ile ahiler arasındaki ilişki bu bölgenin fethinde ahi teşkilatının önemini ve etkinliğini ortaya koymaktadır. Örneğin Aşıkpaşazade, Orhan Gazi zamanında Bursa’nın fethini anlatırken Şeyh Edebalı’nın karındaşı oğlu “Ahi Hasan” adında ahi cengâveri bir asker/komutandan bahseder. Bu Ahi Hasan, Orhan Gazi için Köse Mihal, Turgut Alp ve aziz bir şeyh olan Mahmud kadar önemli bir şahsiyettir. O yüzden Şeyh Mahmud ile Ahi Hasan’ın da diğer komutanlarıyla birlikte yanında bulunmasını Osman Gazi’den istirham eder. Bursa’nın fethi böylece; Orhan Gazi idaresinde, bir alp, bir mühtedi, bir şeyh ve bir ahi organizasyonuyla gerçekleştirilir:

“BAB [23] ‘Osman Gazi oğlu Orhan’ı Bursa’ya göndürür kim ve Bursa ne suretile feth olınur, anı bildürür

Ve şöyle işitdiler kim Bursa hisarınun kafirleri açlıkdan gayetde bunalup tururlar. Bir bahane isterler kim hisarı vireler. ‘Aciz kalmışlardur ve illa gayretlenürler, padişahdan gayrı kimseneye virmezler. ‘Osman Gazi eydür Orhan’ a: “Oğul! Sen evün etrafına var kim ol kafirün atası Dinboz gazasında benüm Bay Hocam’un düşmesine sebeb ol aldı.” didi. Gine Köse Mihal’ı ve Turkut Alp’ı buna yoldaş koşdı. Ve dahı bir aziz varıdı. Ana Şeyh Mahmud dirlerdi. Anı ve hem Edebalı’nun karındaşı oglı Ahı Hasan’ı bile diledi. Togrı Atranoz’a çıkdılar.Teküri işitdi kim Türk gelürmiş, kaçdı Alata [Elete ?] tagına çıkdı. Hisarı boş kadı. Orhan Gazi yayan olup gazilerle ardın bile sürdi, taga ardınca vardı…Atranoz’un kal’ asım bozdılar, halkına istimalet virüp emn ü emanıla yirlü yirine kodılar….tekür hisardan çıkdı, kapular galaba oldı ve her tarafdan Müsülmanlar girmeye başladılar. Ahı Hasan burca tırmandı ve bir niçeler dahı bile tırmandı…” (2 Ca.726/6 Nisan 1326) (Aşıkpaşazade, 23. Bab).

Burada anlatılan Ahi Hasan, anlaşılan Ulubatlı Hasan gibi kahraman ve yiğit biridir. Bursa’nın burçlarına da ilk defa o tırmanmış, diğer askerler ondan cesaret alıp arkasından gelmişlerdir.

Eldeki bilgilere göre; Ahi Hasan, XIV. yüzyılın başlarında Bilecik ve Bursa bölgesinde yaşamış dikkat çeken Ahi önderlerindendir. Âşıkpaşazâde’de “Edebâli’nin kardeşinin oğlu” ve İdris-i Bitlisi’de ise Ahi Hasan’ın babasının adı “Ahi Şemseddin”18 olarak kayıtlıdır.

17 H. İnalcık, “Orhan”, DİA, c.XXXIII, s. 376.18 Ahi Şemseddin Osman Bey’in yakın arkadaşları arasındaydı. İbn Batuta’nın, Bursa’da misafir olduğu zaviyelerden biri

Page 7: 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

359

Nejdet GÖK

Bu bilgilerden Ahi Hasan’ın babası Şemseddin’in, Osman Bey’in kaynatası Edebâli’nin kardeşi olduğu, oğlu Hasan’ın da bu çevrede yetiştiği anlaşılıyor. Nitekim Oruç Bey, Osman Gazi zamanında duası müstecab azizler içinde “kayın atası Edebâli, Muhlis Paşa, Âşık Paşa ve Ahi Hasan ile Elvan Çelebi’nin babası vardı” ifadesini kullanır. Bu ifadelerden Ahi Hasan’ın ihlâslı bir insan olarak Osman Bey’in yanında ve yakınında bulunduğu anlaşılır.

Ahi Hasan ve çevresi, Bursa’nın fethinden sonrada bu şehrin imar faaliyetlerinde de etkindirler. Nitekim Neşri’nin “Beg sarayına yakın bir yerde kendüye bir zaviye yaptırdı” ifadelerinden şehrin inşasında da yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu zaviye ovaya nazır bir yerde olup bugün Tophane adıyla anılır. İleri Hoca Mescidi’nin yanında olduğu anlaşılan zaviye aynı zamanda Bursa’da inşa edilen ilk zaviye olup Bursa’daki İslami yapılanma ve dinî örgütlenmenin temelini oluşturmuştur. Ancak ilginç olan bu zaviyenin belli bir dönem sonunda işlevini neden kaybetmiş olmasıdır. Oysa kaynaklara göre; Ahi Hasan ve tekkesi, sadece şehrin inşasında değil, aynı zamanda Osmanlı yönetiminin, siyasetinin ve hatta beyinin belirlendiği yer olmuştur.

Âşıkpaşazâde’deki “ol zamanda olan azizler bilece cem “ olmuştu ifadesi, tekkenin ve Ahi Hasan’ın siyasî yapıya yakınlığını ve belirleyici bir unsur olduğunu gösterirken, Osman Bey vefat ettiği zaman oğulları Alâeddin ve Orhan Gazi ve devletin ileri gelenleri, Ahi Hasan’ın tekkesinde toplanarak hem Osman’ın terekesini ortaya çıkarıp hem de oğulları arasındaki görev dağılımını sağlayarak Orhan Gazi’nin bey olarak meşruiyetini sağlamışlardır19.

Sadece bu kayıtlar bile, Osmanlı kuruluş dönemindeki ahi ve ahilik kavramının genişliği ve fonksiyonu açısından önemli bilgiler içermekte, ahiliğin sadece bir esnaf teşkilatı olmadığını, tam aksine devletin kuruluşunda ve şekillenmesinde aktif rol oynadıklarını açıkça göstermektedir.

Araştırmalar Orhan Gazi döneminde (1324-1362) vakıf ve zaviyesi olan, sosyal hizmetlerde öncülük etmiş bazı ahi şahsiyetlerin varlığını da ortaya koymaktadır. Bunlardan birisi Ahi Bayezid (Ayaş)’dir. Bu zatın Ahi Elvan adında bir de oğlu vardı. Ahi Elvan, babasına ait başta Ayaş’taki Ahi Bayezid Çiftliği olmak üzere vakıf yerleri tasarrufunda bulundurmakta idi20.

Ahiler hakkında en temel kaynaklarımızdan birisi olan Arap Seyyahı İbn Batuta, Bitinya’nın tamamında sağlamca yerleşen Orhan Bey’i; “Sultan Osmancık oğlu İhtiyârüddin Orhan Bey” diye anar ve zenginlik, arazi, askerî kuvvet bakımından Türkmen sultanlarının en büyüğü sayar. İbn Batuta’nın Anadolu’ya dair verdiği bilgiler arasında ahilerin ayrı bir yeri vardır21. İbn-i Batuta çifte bir sosyal gaye ile kurulmuş olan Ahiliğin tüzükleri,

Ahi Şemseddin zaviyesi idi: “Ahi Şemseddin’in misafiri iken aşure günü gelip çattı. Ahi Şemseddin bu özel günün şerefine zaviyede çeşitli yemekler hazırlatarak üst düzey komutan ve ileri gelenlere ziyafet verdi. Hep birlikte iftar ettik, güzel sesli hafızlar Kur’an-ı Kerim tilavet etti. Vaiz Mecdüddin-i Konevî de davet edilenler arasında olup, çok güzel anlamlı bir vaaz verdi. Sonra öğrenciler sema ve raksa başladılar” der. İdris-i Bitlisî, Orhan Bey Bursa’nın fethi müjdesini getirdiğinde Osman Bey’in yanında Şeyh Edebâli, Ahi Şemseddin, Ahi Hüseyin, Turgut Alp ve Saltuk Alp ile Çandarlı Kara Halil’i birlikte zikreder. Bu bilgiye istinaden Orhan Bey’in iktidara geçiş sürecindeki ulema ve diğer devletlü zevatın toplantısında Ahi Hasan ile beraber babası Şemseddin de bulunuyordu. Ölüm tarihi tespit edilemeyen Ahi Şemseddin’in tekke faaliyetlerini oğlu Hasan devam ettirmiştir. İbni Battuta, Seyahatname, İstanbul 2005, s. 225-27, İdris-i Bitlisî, Heşt Bihişt, (haz. M. Karataş-Y. Baş-S. Kaya), Ankara 2008, I, s. 203, 219; İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1972, s. 561, 106.den naklen Mustafa Eravcı, Ahilik Ansiklopedisi, c. I, s. 174.

19 Oruç Beğ Tarihi, (haz. Necdet Öztürk), İstanbul 2007, s. 15; Neşri, Kitab-ı Cihannüma, (haz. M. Köymen- F. Unat), Ankara 1987, I, s. 138-39; Âşık Paşazade, Tevarih-i Âl-i Osman, (haz. Y. Saraç-K. Yavuz), İstanbul 2006, s. 120; İdris-i Bitlisî, Heşt Bihişt, Ankara 2008, I, s. 199; İ. H. Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1972, s. 117’den naklen Mustafa Eravcı, “Ahi Hasan”, Ahilik Ansiklopedisi, c. I, s. 106.

20 BOA, MAD, nr 9, 65b; İstanbul Belediye Kütüphanesi, Ankara Evkaf Defteri, M.C., nr. 116/5, s. 112-113; Mübarek Galip, Ankara II, Kitabeler, İstanbul 1928’den naklen Mehmet Ali Hacıgökmen, “Ahi Bayezid”, Ahilik Ansiklopedisi, c. I, s. 48.

21 Cemal Kafadar’ın ahilerle ilgili şu değerlendirmesi de yakın zamana ait olması açısından ayrıca önemlidir: “Aşıkpaşazade anlatısı, Ahi Hasan diye birisinden de Ede Balı’nın yeğeni olarak bahseder (Aşıkpaşazade, ed. Giese, 14). Giese, aynı

Page 8: 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

360

buyrukları ve kuralları üzerine geniş bilgiler verdikten sonra, Orhan Bey’in yanında yer alan büyük askeri komutanların bu ahiler arasından seçildiğini de söyler22. Ayrıca Orhan Bey’in hükmü altında 100 kadar kalesinin bulunduğunu, zamanının çoğunu bu kaleleri dolaşmakla geçirdiğini, her birinde birkaç gün kalıp durumu teftiş ettiğini, bir şehirdeki ikametinin asla bir ayı bulmadığını, kâfirlerle sürekli cihad halinde bulunduğunu kaydeder. Yine Orhan Bey’le muasır olan Memluk tarihçisi İbn Fazlullah el-Ömerî de merkezi Bursa’da oturan “Toman” oğlu Orhan’ın elli şehir ve elliden çok kalesi olduğunu, 40.000 atlısı olup yayaları da toplanınca sayılamayacak kadar kalabalık ordusu bulunduğunu, zengin ve korkulduğu kadar güçlü olmayıp Müslüman komşularıyla barış içinde yaşadığını, düşmanlarına bazen galebe çaldığını, bazen de yenildiğini belirtir. Ömerî bu bilgileri Osmanlı karşıtı Germiyanlılar’ın yanında bulunan bir şahıstan derlemiştir23.

“İhtiyarü’d-din” ve Orhan Bey’in Diğer Lakapları

Günümüze ulaşan az sayıda berat ve fermanın yanında, yaptırmış olduğu cami, medrese ve benzeri vakıf kitabelerinden Orhan Bey’in kullandığı bazı lakap veya unvanları tespit edebiliyoruz. Bunların dışında İbn Battuta ve Ömeri gibi kaynaklarda da bazı bilgilere ulaşabiliyoruz. Bunlar arasında kullandığı lakaplardan birisi olan”İhtiyarü’d-din” ahilerin isimleriyle birlikte kullandıkları bir lakap veya unvandır. “Dinin üstün tuttuğu” anlamındadır. Orhan Bey’in bu lakabı kullandığını İbn Batuta, Bursa’da kendisiyle görüştüğünü anlatırken ahiler konusunda bilgiler verirken Orhan Bey’i ahilerden şed kuşanan bir ahi lideri olarak tavsif eder. Onu: “Bursa’nın hâkimi Osmancıkoğlu İhtiyarü’d-din Sultan Orhan Bey” olarak tarif etmiştir. Yüzü çok güzel, çatık kaşlı, uzun boylu, göğsü ve omuzlarının arası geniş, heybetli ve vakur Orhan Gazi, Ahilerin “insan-ı kâmil” olarak tavsif ettikleri “mükemmel insan” özelliklerini taşımaktadır. O her türlü “ahlak-ı hamide”ye sahip bir şahsiyettir. Cömert, asil ve adildir. Affetmeyi seven, fethedilen yerlerde cami, medrese, kervansaray, imaret, tekke gibi vakıf eserleri veya sosyal kurumların oluşmasına öncülük eden birisidir. Bu vesileyle halkın ibadet, eğitim, barınma, yeme içme ihtiyaçlarını zahmetsizce karşılamaya gayret ettiği için kendisi “İhtiyarü’d-din” diye nitelendirilmiştir24.

Orhan Bey’in bunun dışında diğer kullandığı unvanlar ise; Şehâdet Camii duvarına sonradan konan 738 (1337) tarihli mescid kitâbesinde “el-emîrü’l-kebîri’l-muazzam el-mücâhid “sultânü’l-guzât” ... şücâü’d-dünyâ ve’d-dîn ... bahâdır-ı zamân Orhan b. Osman”

türden bazı kanıtlarla birlikte bunu, Osman ve Ede Balı’nın, İbn Batuta’nın Anadolu’da ziyaret ettiği neredeyse her şehirde karşılaştığı ahi birliklerinin önde gelen üyeleri oldukları yolundaki savına temel olarak almıştır… Giese’nin teorisi zorlama olsa bile (niçin?) Barkan ve Meriçli’nin yayına hazırladığı belgeler temelinde, Osmanlı ailesindekiler de dâhil olmak üzere on dördüncü yüzyılın beylerinin ahilere çeşitli bağışlarda bulunduğu açıktır. Ahilerin Osmanlı teşebbüsünde yapmış olduğu katkı henüz tam anlamıyla takdir ve tayin edilememiştir fakat böylesi bir katkının varlığı göz ardı edilemez..” C. Kafadar, Osmanlı Devletinin Kuruluşu-İki Cihan Âresinde”, (çev. Ceren Çıkın) Birleşik Yayıncılık, (Ankara 2010), s. 254.

22 İbn Batuta’nın ahilerin özellik ve fonksiyonlarını şu satırları özellikle dikkat çekicidir: “Ahi, kardeş demektir. Ahiler, Anadolu´ya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları her yerde, şehir kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Memleketlerine geleni yabancıları karşılama, onlarla ilgilenme, yiyeceklerini, içeceklerini, yatacaklarını sağlama, onları uğursuz ve edepsizlerin ellerinden kurtarma, şu veya bu sebeple bu yaramazlara katılanları yeryüzünden temizleme gibi mevzularda bunların eş ve emsallerine dünyanın hiçbir yerinde rastlamak mümkün değildir. Ahi, evlenmemiş, bekâr ve sanat sahibi olan gençlerle diğerlerinin kendi aralarında bir topluluk meydana getirip içlerinden seçtikleri bir kimseye denir. Bu topluluğa da Fütüvvet adı verilir, önder olan kimse bir tekke yaptırarak burasını halı kilim kandil ve benzeri eşya ve gerekli vasıtalarla donatır. Kardeşler gündüzleri geçimlerini sağlayacak kazanç elde etmek üzere çalışırlar ve o gün kazandıkları parayı ikindiden sonra topluca getirip öndere verirler. Bu para ile tekkenin ihtiyaçları karşılanır, topluca yaşama için gerekli yiyecek ve meyveler satın alınır. Mesela o sırada beldeye bir yolcu gelmişse, onu tekkede misafir ederler ve alınan yiyeceklerden ikram ederler. Bu tutum yolcunun ayrılışına kadar sürer gider. Bir misafir olmasa bile yemek zamanında yine hepsi bir araya gelip topluca yemekler yerler ve ertesi sabah işlerine giderek ikindiden sonra elde ettikleri kazançlarla rehberlerinin yanına dönerler. Bunlara Fityan (Gençler), rehberlerine ise daha önce de söylediğimiz gibi “Ahi” (kardeş) adı verilir. Ben, dünyada onlardan daha güzel davranan kimse görmedim. Şiraz ile İsfahan halkının davranışları onları andırmakta ise de, bunlar gelen ve giden yolculara daha fazla alâka ve saygı göstermekteler, şefkat ve iltifatta onlardan daha ileride bulunmaktadırlar.” (http://www.sezgiler.com/bilim/bilimsel-haberler/ibn-i-batuta-hayati-dusunceleri-buyuk-seyyah-103.html)

23 İnalcık, “Orhan”, s. 376.24 H. Yunus Apaydın, “İhtiyar”, DİA, XXI, s. 575-576; Caner Arabacı, “ihtiyarü’d-din”, Ahilik Ansiklopedisi, c. II, s. 27-28.

Page 9: 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

361

Nejdet GÖK

şeklinde anılmıştır. Gazâ özellikle Batı Anadolu beyliklerinde temel devlet ideolojisi idi. Orhan Bey, yine bastırdığı gümüş sikkeler üzerinde de benzeri lakap veya unvanları kullanmıştır. Ancak bunlar arasında kullanılan “sultan” unvanı, yukarda da belirttiğimiz gibi, II. Murad da dâhil, tüm Osmanlı Beyleri tarafından “sultanü’l-guzat” (Gazilerin Sultanı) gibi takyid belirten bir sıfatla birlikte kullanılmıştır.

Şeyh Edebâli’den beri beyliğin idaresini çoğu fakih, ulemâdan kişiler, ahi liderleri kurmuş ve yürütmüştür. Bu vezirlerin birçoğu aynı zamanda ulema sınıfına mensup, dindar ve takva sahibi şahsiyetlerdi. Alâeddin, Sinâneddin ve Çandarlı (Çendereli) Kara Halil bu ulemâ-bürokratların önde gelenleridir25. Orhan’ın önce İznik, ardından Bursa kadısı yaptığı Çandarlı Kara Halil, I. Murad döneminde vezirlik ve kumandanlık görevlerinde bulunmuş en önemli ahi liderlerinden birisiydi. Onun soyundan gelen diğer Çandarlılar da ahi önderleri olmanın yanında, âlim, fazıl ve idarecilik yetenekleri güçlü şahsiyetlerdi.

Daha önce de işaret ettiğimiz gibi; Orhan Bey döneminden kalma, az sayıda berat, ferman, vakıf ve temlik kayıtları Osmanlı aile fertleri, idareciler, ulema ve cemaatleri hakkında bilgi verir. Örneğin Orhan Bey’in 724 Rebîülevvel ortalarında (Mart 1324) Şerefeddin Mukbil’e verdiği berat son derece önemli bir vesikadır. “Hudâvendigâr” unvanın da ilk defa Orhan Bey için bu belgede kullanıldığını görüyoruz. Yine Orhan Bey’in “zaîm” (komutan) Ferzende’ye 749 Rebîülâhir sonları (Temmuz 1348) tarihli temliknâmesi de akrabası ve belli başlı idareciler üzerinde bilgi sağlamaktadır. Orhan’ın oğlu Süleyman için yaptığı vakıfları içeren vakfiyede Süleyman unvan ve lakabı:”seyyidü’l-guzât ve’l-mücâhidîn...Süleyman b. Orhan” şeklinde yer almıştır.

Bütün bu vesikalarda yer alan lakap veya unvanları incelediğimizde kolaylıkla birtakım sonuçlara ulaşabiliyoruz: Her şeyden önce beyliğin temel felsefesi veya mefkûresi gaza ve cihaddır. Allah yolunda mücahede ve mücadelede bulunmaktır. Fetihlerin amacı da “İ’la-i Kelimetullah” (Allah’ın adını ve hükmünü yüceltmek)’tır. Bu yüzden baştaki emir veya beyler; (ilerde sultan) öncelikle mücahid gazilerdir. Yönetimleri altındaki halklar “vediatullahtır” (Allah’ın emanetidir). Adalet, insaf, dürüstlük ve merhamet devletin temel direkleridir. Günümüz çağdaş laik devletlerinde olduğu gibi, idari, dini ve sosyal kurumlar birbirinden çok ayrı değildir. O yüzden tarikat, tasavvuf, dervişlik, ticaret, uhuvvet, dünya ve ahiret vs.deyim ve terimler arasında yakın ilişki vardır. Ahilik gibi kurumları değerlendirirken bu özelliği gözden kaçırmamak gerekir. Devrin orijinal vesikaları da bize bunu anlatmaktadır. İbn Batuta’nın anlattığı çok yönlü, dinamik ahilik kurumu ile günümüz zihniyetinin anlatmaya veya anlamaya çalıştığı, lonca veya esnaf oda ve konfederasyonu gibi bir esnaf teşkilatı olan ahilik kurumu arasındaki anlayış farkının temel sebebi de kanaatimizce budur.

25 “Ahiliğin Osmanlı kuruluş dönemindeki aktif ve çok yönlü pozisyonu özellikle Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren kaybolmaya başlamış, kısa süre içinde basit bir esnaf teşkilatı haline getirilmiştir. Bir diğer ifade ile; Çandarlı vezir ailesinin kaderi ile ahiliğin kaderi birbirine bağlanmış gibidir. Çandarlı Halil’in, İstanbul kuşatmasına karşı olduğu, Bizans’la gizli ilişkiler içinde bulunduğu iddiasıyla fetihten hemen sonra tutuklanması, 40 gün Yedikule Zindanı’na hapsedildikten sonra, gözüne mil çekilmesi ve sonra da idam edilmesinin sebep ve sonuçları tarihimizin hala karanlık olaylarından birisidir. Bu olay aynı zamanda Osmanlıda ilk sadrazam idamıdır. Ancak Fatih’in bu tasarrufuna halkın tepkisi de sert olunca Çandarlı’nın müsadere edilen malları, geleneğe aykırı olarak; evladına bırakılmış hatta iki oğlunun görevi de bir süre daha devam etmiştir. Bu olayın da padişahın ahilik teşkilatına bakışını olumsuz yönde etkilediğini düşünmek mantıksız olmaz sanırım. İşin ilginç tarafı Fatih Sultan Mehmed’in ölümünün de sırlarla dolu olmasıdır. Ancak kesin olan husus şudur: Fatih’ten sonra artık Çandarlı gibi Nallıhan asıllı Anadolu Türkmeni bir sadrazam bir daha devletin başına geçemeyecektir. Türkmenlerin de devlet teşkilatındaki konumları, karar mekanizmasında hiç bir etkileri olmayan alt kademe bürokrat veya küttap sınıfıdır. Devleti kuran ve yapılandıran ahiler ve Türkmenler iki yüzyıl geçmeden tamamen pasifize edilmişlerdir. Fatih’ten sonra yeni bir felsefe ve yeni bir devlet vardır. Şah İsmail ve Anadolu’daki Şii faaliyetlerini, Fatih’in ilginç siyasetine bir gerekçe göstermek kanaatimce yetersiz bir yaklaşım ve eksik bir değerlendirme olur.” Nejdet Gök, “Ahilik Osmanlı’da Neden İhmal Edildi?..”

Page 10: 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

362

Sonuç

Ortaçağ İslam devletlerinde baştaki bey veya hükümdarın adına hutbe okutturması sikke bastırması bağımsızlık alametlerinden ikisidir. Osmanlı da bu geleneği devam ettirmiştir. Hutbe siyasi irade ve gücü, sikke ise bunu temin edecek ekonomik bağımsızlığı temsil eder.

Osman Bey’den Fatih’e kadar tüm Osmanlı beyleri ahilerin ekonomik ve sosyal gücünden azami ölçüde yararlanmışlardır. Osman Gazi bir Ahi Şeyhi olan Edebalı’nın kızıyla evlenmiş, oğlu Orhan ahilerin nüfuzuyla beyliği elde etmiş, I. Murad Ahi Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa’nın dirayet, siyaset ve kiyaseti ile devletin temellerini atmıştır. Yıldırım Bayezit, II. Murat ve Fatih de başta Çandarlı vezir ailesi olmak üzere, onların çevresinde toplanan ahi teşkilatının desteği ile büyük adımlar atmış, önce Anadolu’nun merkezinde maya tutmuşlar, sonra Marmara ve Balkanlara doğru fütuhata çıkmışlardır. Bu nedenle sadece Marmara veya Kocaeli bölgesi değil, kuruluş dönemindeki tüm fetih hareketlerinde ahiler etkin rol oynamışlardır. İlk dönemlere ait mülkname ve temlikname türü berat ve vakfiyeler bu gerçeği ifade etmektedir.

Dün de bugün de Kırşehir, Ankara, Konya, Kayseri, Eskişehir vs. fedakâr Türkmen yurdu olan İç veya Merkez Anadolu’da tutunamayan ve destek alamayan bir siyasi, idari veya dini hareketin başarılı olduğu da pek gözükmemiştir. Selçuklu gibi Osmanlı beyleri de bu gerçeği çok iyi idrak etmiş, dönemlerine göre bölgeye hâkim olan ekonomik, mistik ve siyasi oluşum veya cemaatlerle olabildiğince samimi ve çok boyutlu ilişkiler içinde olmuşlardır. Ancak büyüme ve gelişme dönemlerinde zayıflayan veya zayıflatılan bağlar sıkıntı ve darlık zamanında tekrar canlandırılmıştır. Osmanlı’nın yıkılış, Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında lider kadronun Anadolu’ya açılması, Ankara ve civarında toplanması ve merkez edinmesi kuşkusuz tesadüfî bir durum değildir. En kısa ifadesiyle; Ahiler diyarına, ana ocağına, baba yurduna dönüş ve küllerinden tekrar diriliştir.

Ancak ne acıdır ki, Osmanlı Devleti’nin her geçen gün büyüyüp gelişmesine paralel olarak, halk arasında itibarları ve devlet içindeki nüfuzları daha belirgin hale gelen ahiler başta Fatih Sultan Mehmet olmak üzere, Osmanlı devlet erkânı ve ricalini ciddi biçimde korkutmuşlardır. Bu nedenle, İstanbul’un fethiyle yeni sayfa açan Fatih’in merkeziyetçi devlet anlayışında kendilerine yer bulamamış, önce siyasi sonra da ekonomik güçleri elinden alınmış, sistemli bir biçimde tasfiye edilmişlerdir. Bu yeni dönem; sadece ahi teşkilatı veya gücünün devletten uzaklaştırılması değil, Türkmen aşiret anlayışı ve geleneksel Anadolu zihniyetinin, “devşirme ruhu ile yapılanan” yeni devlet teşkilatından dışlanması demektir. Fatih’i bu yeni yapılanmaya iten düşünce veya siyasetin doğruluğu veya yanlışlığı ayrı bir tartışma konusudur.

Bir kısmı zaman içinde kaybolmuş vakıf, zaviye, tekke, mescid ve imaretlerle ilgili kayıtlar üzerinde yapılacak yeni çalışmalar, çağdaş kaynakların tekrar dikkatlice gözden geçirilmesi Ahilerin sadece Marmara ve Kocaeli Bölgesi değil Balkan fütuhatındaki rollerine de yeni bakış açıları kazandıracaktır.

Ahilik, Cumhuriyet’in ilk yıllarında amaç ve kapsamı daraltılan Mevlevilik, cami, medrese, mümin, cemaat vs. diğer kavram ve kurumlarda olduğu gibi sadece basit bir “esnaf örgütlenmesi” gibi tanıtılmış, kitlelerin o şekilde algılanması sağlanmıştır. En basitinden ahilik sadece bir esnaf örgütü olmuş olsaydı, zanaat ve ticarete hâkim, şehir kültürüne sahip Gayrimüslim yerli unsurların, -mimari de olduğu gibi- ahilik üzerinde de belirgin bir etkisini gözlemlememiz gerekirdi. Nitekim esnaf teşkilatının gedik veya lonca haline dönüştüğü 16. yüzyıldan itibaren bu etkiyi, devletin resmi kayıtları olan Osmanlı Arşiv belgelerinde net bir biçimde görebiliyoruz. 14. yüzyılda, Orhan Bey zamanında Anadolu’yu baştan başa, sadece ahi dergahlarında misafir kalarak dolaşan ve ahiler hakkında çok önemli bilgiler

Page 11: 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

363

Nejdet GÖK

veren İbn Batuta’nın notlarına göre; Bir ahi hem sanatkar, hem zanaatkar, gerektiğinde muhafız ve savaşçı, hem de çevresini aydınlatan bir filozof ve mükemmel bir idarecidir. Aynı zamanda bir mutasavvıftır. Klasik dönemde ahilik, bir tarikat âdabı içinde, dünya ve ahiret dengesini kurma ve koruma mesleğidir. Güzel ahlak, insanla birlikte tüm yaratıklara saygı, doğruluk, kardeşlik, yardımseverlik kısaca bütün insani ve ahlak-i hamide denilen meziyetlerin oluşturduğu bir temel üzerine oturtulmuş, “erdemliler okulu”dur26.

KAYNAKÇAAhilik Ansiklopesi, c.I-II, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Ankara 2014.

Ahmedî, Dâstân ve Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân (haz. Çiftçioğlu N. Atsız, Osmanlı Tarihleri I içinde), İstanbul 1949.

Akdağ, Mustafa, “Ankara Sultan Alâeddin Camii Kapısında Bulunan Hicrî 763 Tarihli Bir Kitabenin Tarihî Önemi”, TV, I/3 (18) (1961), s. 366-373.

Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman (nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat), İstanbul 1992.

Artuk, İslâmî Sikkeler Kataloğu, II.

Barkan, Ömer Lütfi, Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler I, İstanbul 1980.

Barkan, Ömer Lütfi, “Mülk Topraklar ve Sultanların Temlik Hakkı”, Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler I, İstanbul 1980, s. 231-247.

Bayramoğlu, Fuat, “Tezhibli ve Padişah Onaylı Fermanlar”, Kültür ve Sanat, Sayı.2, İstanbul 1976, s.17-37.

Beldiceanu I. -Steinherr, Recherches sur les actes des règnes des sultans Osman, Orkhan et Murad I, Monochii 1967.

Ducas, Decline and Fall of Byzantium to the Ottoman Turks (trc. H. J. Magoulias), Detroit 1975.

Emecen, Feridun, “Orhan Bey’in 1348 Tarihli Mülknâmesi Hakkında Yeni Bazı Notlar ve Düşünceler”, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, İstanbul 2005, s. 187-207.

Enverî, Düstûrnâme.

Fekete, Lajos; “Berat” Encyclopaedia of Islam, c.I, London 1960, s. 1170-71.

Gök, Nejdet, Osmanlı Kuruluş Dönemi Beratları Kapsamında Kocaeli Yarımadası Fetihleri, Siyasi ve Ekonomik Sonuçları, Kocaeli (2015), c. I, s. 241-252.

Gök, Nejdet, “Ahilik Osmanlı’da Neden İhmal Edildi? Bugün Niçin Önemlidir?”, http://www.belge.com.tr (30 Eylül 2014).

Gök, Nejdet; “Osmanlı Diplomatikasında Berat Formu ve Berat Anlamında Kullanılan Diğer Terimler”, Türkler, IX, (2002), s. 865-874.

Gök, Nejdet, “The Berat Form in Ottoman Diplomatics,” The Turks, III, (2002), s. 469-478.

Gök, Nejdet; “Osmanlı Diplomatikasında Bir Berat Çeşidi Olan Ahidnameler”, Türkiye Günlüğü, sayı: 59, (2000), s. 97-113.

Gök, Nejdet; “Osmanlı Diplomatikasında Ferman ve Berat Arasındaki Benzerlik ve Farklar” Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi (OTAM) sayı: XI, (2001), s. 211-226.

Gök, Nejdet, “Beylikler Döneminden İtibaren Osmanlı Diplomatikasında Berât Formu”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, (İstanbul 1997).

Gökbilgin, M. Tayyib, Osmanlı İmparatorluğu Medeniyeti Çerçevesinde Osmanlı Paleografyası ve Diplomatik İlmi, İstanbul 1970.

Gökbilgin, M. Tayyib “Orhan”, İA, IX, 399-408.

İbn Battûta, Seyahatnâme (trc. A. Sait Aykut), İstanbul 2004.

İnalcık, Halil, “The Rise of Ottoman Historiography”, Historians of the Middle East, ed. B. Lewis - P. Holt, London 1962, s. 152-167.

26 Nejdet Gök, “Ahilik Osmanlı’da Neden İhmal Edildi? Bugün Niçin Önemlidir?”, http://www.belge.com.tr (30 Eylül 2014).

Page 12: 31-Nejdet GÖK-OSMANLI KURULUŞ DÖNEMİ ÇERÇEVESİNDE ...

364

İnalcık, Halil; “Orhan”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. XXXIII, s. 375-386.

İnalcık, Halil, “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu”, Türkler, c. IX, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 66-88.

İnalcık, Halil, “Türkler ve Balkanlar” Balkanlar, OBİV Yay., İstanbul 1993, s. 9-32.

İnalcık, Halil, Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları 1302-1481, İSAM, İstanbul 2010.

Kafadar, Cemal, Between Two Worlds: The Construction of the Ottoman State, Berkeley 1995.

Kantakuzenos, J. Geschichte (trc. G. Fatouros - T. Krischer), Stuttgart 1986.

Köprülü, M. Fuad, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ankara 1959.

Köprülü, M. Fuat, “Osmanlı İmparatorluğunun Etnik Menşei Meseleleri”, TTK Belleten, VII (1943), s. 219-314.

Kraelitz, Friedrich V:, “İlk Osmanlı Padişahlarının İsdar Etmiş Oldukları Bazı Beratlar”, Tarih-i Osmani Encümeni Mecmuası, V/30, İstanbul 1333.

Kraelitz, Friedrich; Osmanische Urkunden in Türkischer Sprache aus der zweiten Hälfte des 15. Jahrhunderts Wien, Buchhändler der Akademie der Wissenschaften. 1922 (Türk Lisanı ile Osmanlı Vesikaları, 15. asrın son nısfına aid) Viyana Ulum Akademisi Kütüphanesi. 1922) Türk Tarih Encümeni Mecmuası, XIV/2 (1340).

Kütükoğlu, Mübahat; “Ahidnâme”, Diyanet Vakfı Islam Ansiklopedisi, I (1989), s. 536-540.

Kütükoğlu, Mübahat; Osmanlı Belgelerinin Dili, Diplomatik, İstanbul 1994.

Lewis, Bernard; “Beratlı” Encyclopedia of Islam, c. I, s. 1171.

Lowry, H. W. The Nature of the Early Ottoman State, Albany 2003.

Lugal, Necati- Erzi, Adnan (neşr.) Fatih Devrine Ait Münşeat Mecmuası, (Wien, National bibl. H. O. 1671), İstanbul 1956. (Tâci-zâde Sa’di Çelebi Münşeatı / Düstûr-i Debîri / Gunyetü’l-Katib ve Münyetü’t-Talib risaleleri.)

Osmanlı Fermanları=Ottoman fermans, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı yay, nr. 19, Ankara 1994.

Mirmiroğlu, “Orhan Bey ile Bizans İmparatoru III. Andronikos Arasındaki Pelekanon Muharebesi”, TTK Belleten, XIII/50 (1949), s. 309-320.

Ménage, V. L.,Neshri’s History of the Ottomans, the Sources and Development of the Text, London 1964).

Neşri, Kitab-ı Cihan-nüma, (neşr. Faik Reşit Unat-Mehmed A. Köymen), Ankara 1949.

Oruç Bey, Tevarih-i Al-i Osman, (neşr. F. Babinger), Hannover 1925.

Ömerî, İbn Fazlullah, Mesâlik (Taeschner), VIII. fasıl

Pakalın, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1972.

Reychman, J – Zajaczkowski, A. Handbook Of Ottoman Turkish Diplomatics, (genişleterek tercüme eden) Andrew S. Ehrenkreutz, Paris 1968; (trc.Mehmet Fethi Atay), Osmanlı-Türk Diplomatikası El Kitabı, İstanbul 1993.

Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Kılavuzu, İstanbul 1938.

Uludağ, İhsan, “Osman Gaziye Dair Mühim Bir Vesika, Aspurça Hatunun Vakfiyesi”, Uludağ, sy. 26, Bursa 1940, s. 61-68.

Uzunçarşılı, İ. Hakkı, “Osmanlı Tarihine Ait Yeni Bir Vesikanın Ehemmiyeti ve İzahı ve Bu Münasebetle Osmanlılarda İlk Vezirlere Dair Mütâlea”, TTK Belleten, III/9 (1939), s. 99-106.

Uzunçarşılı, İ. Hakkı, “Gazi Orhan Bey Vakfiyesi, 724 Rebîülevvel/1324 Mart”, a.e., V/19 (1941), s. 277-288.

Uzunçarşılı, İ. Hakkı, “Gazi Orhan Bey’in Hükümdar Olduğu Tarih ve İlk Sikkesi”, a.e., IX (1945), s. 207-211.

Uzunçarşılı, İ. Hakkı, “Orhan Gazi’nin Vefat Eden Oğlu Süleyman Paşa İçin Tertip Ettirdiği Vakfiyenin Aslı”, XXVII (1963), s. 437-443.

Wittek, Paul, “Zu einigen frühosmanischen Urkunden”, WZKM 53 (1957), 300-313; 54 (1957), 240-256; 55 (1959),122-141; 56 (1960), 267-284; 57 (1961), 102-117; 58 (1962), 165-197; 59/60 (1963-1964), 201-223.

Wittek, P. La formation de l’empire ottoman (ed. V. L. Ménage), London 1982.

Zeydan, Corci, İslam Uygarlıkları Tarihi, I-II, (çev. Nejdet Gök), İletişim Yayınları, İstanbul 2004-2011.