25 Şubat 2019 Tarihli Ders Notu1 - İstanbul Üniversitesicdn.istanbul.edu.tr ›...

13
1 25 Şubat 2019 Tarihli Ders Notu 1 HUKUK DEVLETİ İLKESİ Size daha birinci sınıftayken bir noktayı göstermeye çalışıyoruz ki; kavramlar, hukukun hareket eden kısmıdır. Kavramdan bahsedildiğinde sözlük anlamı dışında, kitaptaki kesin hukuk devleti nokta noktadır diyen cümlenin içinde iceberg kısmını görebilmeniz, derinliği görebilmeniz. Dolayısıyla bu derinlik, görülüp hissedildikten sonra araştırılabilecek bir şey. Bir şeyin derinliği olduğunu hissetmezseniz, bu size kapalı olur. Bunu inceleme gereği duymazsınız. Ama anlatılanın altında bir başka derinlik olduğuna dair bir açıklama olursa, bu araştırılabilecek bir gizliliktir. Dolayısıyla bir kavramla karşı karşıya kalındığında, bu kavramla ilgilenmek gerektiğinde, bu kavramla çözülmüş bir hukuk uyuşmazlığı ile karşılaşıldığında; bunun değerlendirilebilmesi, kullanılabilmesi için kavramın içine girilecek öncelikle bir öngörünün olması lazım. Yani size kapalı olmaktan çıkıp size gizli olma aşamasına gelmesi lazım ki gizli olan şeyi araştırıp açık hale getirebilirsiniz. Dolayısıyla hukuk devleti, herkesin hakkında bir şey söyleyebileceği ama bir yandan da herkesin o kavramı kucaklayabilmek, ihata edebilmek bakımından çokça emek sarf etmeden kolayca başaramayacağı bir kavram. Bir yandan bunu göstermeye bir yandan da ihata etmeye çalışıyoruz. Abdurrahman Eren’in metninden 2 başladık. Bakın diyor ki Hukuk devleti ilkesi, en basit şekilde, devletin hukuka bağlılığını ifade eder.” Devletin hukuka bağlılığı. Kanuna bağlılık değil, yani hukuka bağlılık. Devletin tüm muamelelerinde hukuka bağlı olması, hukuk çerçevesinde çözüm araması, hukuk çerçevesinde davranması gibi. Bunu biraz açabiliriz. Kendisi de açıyor sonra: “Toplumsal hayat zorunlu kıldığından, siyasal toplumun teşkilatı olarak devletin, her zaman bir hukuku olduğunun mantıksal olarak kabulü gerekir. Tarihsel süreçte değişen, devletin hukuka bağlılığının nasıl sağlandığıdır. Bu nedenle, yeni olan devletin hukuku olması değil, devletin tüm organlarıyla hukuka bağlılığının sağlanmasıdır.” Burada dolayısıyla bir kavramın yanlış anlaşılabilecek bir boyutu üzerinden durarak açıklamayı yapmış. Didaktik olarak kafa karıştırıcı olup olmadığını gençlerin nabzını tutacak, kendileri veya bir başkası bilir. Burada şuradan yola çıkıyor: Devletin hukuku değil hukuk devleti yani; devletin, her zaman bir hukuku vardır. Ama hukuku kendi üstünde görüp hukuka uymaya çalışması . Dolayısıyla devletin kendi koyduğu kanunlara uyması veya bunu hukuk olarak kabul etmek, devletin tarih boyunca her zaman hukuku olacağı için hukuk devleti olma sonucunu doğurmaz. Esasında devletin uyacağı, kendisini aşan, kendisi dışında oluşmuş hukuk kuralları, hukuk ilkeleri olacağını kabul edip de bu hukuka bağlılığı, bu şekilde algılaması gibi başta böyle bir noktayı öne çıkartıyor. Yani hukukla kanunu karıştırmayın, devletin kendi koyduğu kurallara uymak gereklidir, önemlidir ama hukuk devleti bundan ibaret değildir diyerek, buradaki hukuk terimini kullanarak esasında kanun devleti ile hukuk devleti ayrımını ön planda getirmiş bir yaklaşım olarak. Günümüzde hukuk devleti (the rule of law)…” İngilizcesini de yazmış, bu İngiliz ekolünden. Hukuk devleti anlayışının bu “The rule of law”dan daha farklı bir kapsamımı var. “État de droit” Fransızcası. Almanya’da esas olarak çıkmış bir terim bu. Sonra Kıta Avrupası’nda yaygınlaşmış. Farklı kapsamları var ama buradan yola çıkıyor. ...hukukun üstünlüğünün tanındığı, hukuk karşısında hesap verilebilir olan ve kişilere hukuk güvenliğini sağlandığı devlet demektir.Bakın, burada, bir tanım denemesi gibi bir husus var, kesin bir ifade var. Bu demektir diyor. Bu demektir dediğinde, kullandığı terimler de içinde ayrıca, işte iceberg diyoruz ya, içinde bir sürü unsur içeriyor. Yani bir bilinmeyeni, başka bilinmeyenlerle açıklayarak, bir kademe açıklama gibi. İçinde bir sürü unsur var. Dikkat ederseniz hukukun üstünlüğünün tanındığı. Hukuka saygı değil, hukukun üstünlüğünün tanındığı, yani hukukun kendi dışında ve daha üstünde. 1 2018-2019 öğretim yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencilerine verilen “Kamu Hukukunun Temel Kavramları” seçimlik dersi kapsamında Prof. Dr. Aydın Gülan tarafından gerçekleştirilen 25 Şubat 2019 tarihli derste tutulan ses kaydının metinleştirilmiş halidir. 2 Abdurrahman Eren, Anayasa Hukuku Ders Notları, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2018, s. 205 -207.

Transcript of 25 Şubat 2019 Tarihli Ders Notu1 - İstanbul Üniversitesicdn.istanbul.edu.tr ›...

  • 1

    25 Şubat 2019 Tarihli Ders Notu1

    HUKUK DEVLETİ İLKESİ

    Size daha birinci sınıftayken bir noktayı göstermeye çalışıyoruz ki; kavramlar, hukukun hareket eden kısmıdır.

    Kavramdan bahsedildiğinde sözlük anlamı dışında, kitaptaki kesin hukuk devleti nokta noktadır diyen cümlenin

    içinde iceberg kısmını görebilmeniz, derinliği görebilmeniz. Dolayısıyla bu derinlik, görülüp hissedildikten sonra

    araştırılabilecek bir şey. Bir şeyin derinliği olduğunu hissetmezseniz, bu size kapalı olur. Bunu inceleme gereği

    duymazsınız. Ama anlatılanın altında bir başka derinlik olduğuna dair bir açıklama olursa, bu araştırılabilecek bir

    gizliliktir. Dolayısıyla bir kavramla karşı karşıya kalındığında, bu kavramla ilgilenmek gerektiğinde, bu kavramla

    çözülmüş bir hukuk uyuşmazlığı ile karşılaşıldığında; bunun değerlendirilebilmesi, kullanılabilmesi için kavramın

    içine girilecek öncelikle bir öngörünün olması lazım. Yani size kapalı olmaktan çıkıp size gizli olma aşamasına

    gelmesi lazım ki gizli olan şeyi araştırıp açık hale getirebilirsiniz. Dolayısıyla hukuk devleti, herkesin hakkında bir

    şey söyleyebileceği ama bir yandan da herkesin o kavramı kucaklayabilmek, ihata edebilmek bakımından çokça emek

    sarf etmeden kolayca başaramayacağı bir kavram. Bir yandan bunu göstermeye bir yandan da ihata etmeye

    çalışıyoruz.

    Abdurrahman Eren’in metninden2 başladık. Bakın diyor ki “Hukuk devleti ilkesi, en basit şekilde, devletin

    hukuka bağlılığını ifade eder.” Devletin hukuka bağlılığı. Kanuna bağlılık değil, yani hukuka bağlılık. Devletin tüm

    muamelelerinde hukuka bağlı olması, hukuk çerçevesinde çözüm araması, hukuk çerçevesinde davranması gibi.

    Bunu biraz açabiliriz. Kendisi de açıyor sonra: “Toplumsal hayat zorunlu kıldığından, siyasal toplumun teşkilatı

    olarak devletin, her zaman bir hukuku olduğunun mantıksal olarak kabulü gerekir. Tarihsel süreçte değişen, devletin

    hukuka bağlılığının nasıl sağlandığıdır. Bu nedenle, yeni olan devletin hukuku olması değil, devletin tüm organlarıyla

    hukuka bağlılığının sağlanmasıdır.” Burada dolayısıyla bir kavramın yanlış anlaşılabilecek bir boyutu üzerinden

    durarak açıklamayı yapmış. Didaktik olarak kafa karıştırıcı olup olmadığını gençlerin nabzını tutacak, kendileri veya

    bir başkası bilir. Burada şuradan yola çıkıyor: Devletin hukuku değil hukuk devleti yani; devletin, her zaman bir

    hukuku vardır. Ama hukuku kendi üstünde görüp hukuka uymaya çalışması. Dolayısıyla devletin kendi koyduğu

    kanunlara uyması veya bunu hukuk olarak kabul etmek, devletin tarih boyunca her zaman hukuku olacağı için hukuk

    devleti olma sonucunu doğurmaz. Esasında devletin uyacağı, kendisini aşan, kendisi dışında oluşmuş hukuk kuralları,

    hukuk ilkeleri olacağını kabul edip de bu hukuka bağlılığı, bu şekilde algılaması gibi başta böyle bir noktayı öne

    çıkartıyor. Yani hukukla kanunu karıştırmayın, devletin kendi koyduğu kurallara uymak gereklidir, önemlidir ama

    hukuk devleti bundan ibaret değildir diyerek, buradaki hukuk terimini kullanarak esasında kanun devleti ile hukuk

    devleti ayrımını ön planda getirmiş bir yaklaşım olarak.

    “Günümüzde hukuk devleti (the rule of law)…” İngilizcesini de yazmış, bu İngiliz ekolünden. Hukuk devleti

    anlayışının bu “The rule of law”dan daha farklı bir kapsamımı var. “État de droit” Fransızcası. Almanya’da esas

    olarak çıkmış bir terim bu. Sonra Kıta Avrupası’nda yaygınlaşmış. Farklı kapsamları var ama buradan yola çıkıyor.

    “...hukukun üstünlüğünün tanındığı, hukuk karşısında hesap verilebilir olan ve kişilere hukuk güvenliğini sağlandığı

    devlet demektir.” Bakın, burada, bir tanım denemesi gibi bir husus var, kesin bir ifade var. Bu demektir diyor. Bu

    demektir dediğinde, kullandığı terimler de içinde ayrıca, işte iceberg diyoruz ya, içinde bir sürü unsur içeriyor. Yani

    bir bilinmeyeni, başka bilinmeyenlerle açıklayarak, bir kademe açıklama gibi. İçinde bir sürü unsur var. Dikkat

    ederseniz hukukun üstünlüğünün tanındığı. Hukuka saygı değil, hukukun üstünlüğünün tanındığı, yani hukukun

    kendi dışında ve daha üstünde.

    1 2018-2019 öğretim yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi birinci sınıf öğrencilerine verilen “Kamu Hukukunun Temel

    Kavramları” seçimlik dersi kapsamında Prof. Dr. Aydın Gülan tarafından gerçekleştirilen 25 Şubat 2019 tarihli derste tutulan

    ses kaydının metinleştirilmiş halidir. 2 Abdurrahman Eren, Anayasa Hukuku Ders Notları, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2018, s. 205-207.

  • 2

    Diğer unsur ne? “Hukuk karşısında hesap verilebilir olan”. Yani niye uymadığı, niye uzaklaştığı konusunda

    hesap verecek bir mekanizması olacak. “Kişilere hukuk güvenliğinin sağlandığı”. Hukuk güvenliğinin sağlanması

    da çok kapsamlı bir terim. Temel hak ve özgürlüklerin korunması yanında, kişilerin hukuki istikrar, hukuki güvenlik,

    devamlılık, sonuçları bilme, yargı kararlarının tahmin edilebilir olması bile bunun içine girebilecek bir kapsamda

    söylüyor. Üç unsur kullanmış. “Hukuk devleti kavramı, tarihsel bağlamda polis devleti kavramının karşıtı olarak

    doğmuştur.” bu Avrupa tarihinden yola çıkarak bir açıklama biçimi. Mülk devleti, hukuk devleti, polis devleti gibi

    açıklamalar yapılıyor. Mülk devlet de, malları evlenmelerle boşanmalarla toprak mülkiyeti üzerindeki insanlarla

    birlikte gidiyor, dolayısıyla devletin mülkü meselesi. Bu işte en fazla abartılı bir biçimde kullanılırsa 14. Louis’ye

    atfediliyor: Bunları yapamaz devlet falan denilince, “l'État c'est moi” demiş; devlet, devlet diyorsunuz, devlet nedir,

    devlet benim! demiş. Dolayısıyla bu tip bir anlayıştan sonra polis devleti, yani polis devletinden kastedilen bugün

    kullandığımız anlamda polis değil, yani kuvvete dayanan bir birliği sağlayan devlet. Sonraki aşama olarak da hukuk

    devleti şeklinde gündeme geliyor. Dolayısıyla o açıklamayı yapmış. Bu Doğu’da öyle değil. Batı’nın hukuk devlet

    tarihi gelişimi. Doğu’nun gelişimi bu şekilde değil. “Polis devleti, 17. ve 18. yüzyıllarda Kara Avrupası ülkelerinde

    mutlakiyetçi rejimler için kullanılmıştır.” Zaten yazar kendisi de belirtiyor Kara Avrupası ülkelerinde mutlakiyetçi

    rejimler için. “Polis devleti anlayışında kamu düzeni için temel hak ve özgürlüklere sınırsız ölçüde müdahale

    edilebilir ve bu müdahaleler yapılırken hukuka bağlı kalınmaz. 19. Yüzyılın başlarında devlet tarafından kişilere

    verilen zararların tazmin edilmesi anlayışı kabul edilmiştir. Buna hazine teorisi denilmiştir.” Bu idare hukukunun

    ortaya koyduğu bir şey. Devlet, kamu yararı için bir şey yaptığında, yani kötü niyetli bir devlet değil, bir devlet

    olarak ele alırsak insanları ezsin diye değil iyi bir şey yapmaya çalışırken insanları ezmişse, zarar vermişse ne olacak?

    Hiç olmazsa tazmin etsin. Herkesin yararına yaptığı işlerde bazı kişilerin zararına yol açılmışsa, tazmin etsin

    fikrinden yola çıkılarak bu hukuk devletinin dönüşümü açıklanıyor.

    “Bu dönemde, modern devlet kurumları ortaya çıkmış olsa da, milletin temsilci organı görülen yasama

    yetkisinin kullanılmasının denetlenmesi anlayışı 20. yüzyılı bulmuştur. Anayasa Mahkemelerinin ortaya çıkması,

    yürütmenin her türlü işleminin yargı denetimine açık olması anlayışı özellikle II. Dünya Savaşı sonrası

    anayasalarında yer bulmaya başlamıştır.” Bakın ne kadar yakın bir döneme geldi; 1945, II. Dünya Savaşı’nın sona

    ermesi. Yani yürütmenin işlerinin denetlenmesi de yetmez, kanun koyucunun ürünlerinin hukuka uygunluğunun

    denetlenmesi, bu da Anayasa Mahkemelerinin ortaya çıkışı ile olmuştur. Dolayısıyla II. Dünya Savaşı sonrasında bu

    gündeme gelmiştir.

    “Hukuk devleti, ‘kanun devleti’ demek değildir.” Hukuk-kanun, işte karıştırılan önemli bir noktaya dikkat

    çekiyor, yani konulan kurallara uyulmak değil. Ama bu, konulan kurallara uyulmaması demek de değil. Gerekli ama

    yeterli değil, bu kavramla açıklanabilir. Yani, kanunla uyulması gerekli ama yeterli değil. Kanun adil değilse, bu

    kanunun değişmesine ilişkin fikirlerin biriktirdiği ve etkili olduğu bir hukuk alanı olması lazım ki, kanunun iyiye

    doğru, daha adil olana doğru gelişmesi mümkün olsun ve bir kanun eleştirilirken adil olmaması eleştirilebilsin,

    değerlendirilebilsin. Dolayısıyla bir dayanak noktası olarak hukuk, kanunun da üstünde olması gereken bir şey.

    “Bir ülkede kanunların var olması o ülkenin hukuk devleti olduğunu göstermez. Anayasa Mahkemesi’nin

    kararlarında ‘hukuk devleti’nin tanımı şöyle yapılmaktadır: ‘Hukuk devletinin temel öğesi, tüm devlet faaliyetlerinin

    hukuk kurallarına uygun olmasıdır. Hukuk Devleti insan haklarına saygı gösteren ve bu hakları koruyucu, adil bir

    hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve tüm faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa’ya

    uyan bir devlet olması gerekir.’” Burada da önündeki olay dolayısı ile gündeme gelmiş. Temel hak ve özgürlükleri

    koruyan, bu temel hak ve özgürlükleri korumayı esas alan, bu bozulduğunda tekrar getiren unsuruna dikkat çekmiş.

    “Hukuk devletinin temel ilkelerine sadık kalarak hukuk devletine ilişkin uygulamalarda farklılık olabilir…”

    Bu paragrafta yeni bir şeye geliyor. Hukuk devleti yeknesak bir yönetim biçimi, devlet biçimi gerektirmezi şimdi

    açıklıyor. Yani hukuk devleti bir nitelemedir, bir değerlendirmedir ama bu ancak şu yönetim biçimi hukuk devletidir,

    bu yönetim biçimi olursa hukuk devleti değildir demeyi haklı çıkartmaz kısmını açıklıyor. Böylelikle nasıl geldi, yani

  • 3

    önce bir tanım verdi. Bu tanım, içeriği gelişecek bir tanım. Başka bilinmeyenlerle yapılmış bir tanım. Daha doğrusu

    içine çok şey sığabilecek unsurlarla yapılmış bir tanım. Hemen onun altında, hukuk devleti kavramının gelişimine

    ilişkin kısa bir tarihsel paragraf verdi, ondan sonra hukuk devleti kanun devleti değildir kısmına geldi. Esasında

    hukuki metin yazmak, sağlam bir metin yazmak, bir çeşit mimari bir iş. Yani bunu öyle kurgulamanız lazım ki kendi

    içinde çelişkiye düşmeyen, öncelik sonralık meselesini değerlendirmiş, öğretici olması bakımından öne çıkartılan,

    sonradan açıklanan hususları gündeme getirmiş metinler, sağlam metinler olması lazım. Yani sağlam bir metinle

    karşılaşıldığı zaman böyle bir roman okur gibi hızlıca okumak değil, üzerinde saatlerce durulabilecek bir sayfa olması

    lazım. Yani hukukta bir metinden beslenmek, bir saatte elli sayfa mı yoksa toplam bir oturuşta yüz sayfa mı okuyor

    olmanız ile alakalı bir şey değil, bir kitabı kaç kere okuduğunuzla alakalı bir şey değil. Sağlam bir metin

    bulduğunuzda onunla beslenebilmek ile alakalı bir şey. Sağlam bir metin insanı besler, sistemiyle, kurgusuyla besler.

    Bir yandan da okunanlarda sağlam bir metin arayışında olmak lazım, mantığı oturtabilmek için, bakış açısını

    anlayabilmek için, bugüne kadarki insan aklının birikimini değerlendirebilmek için, konuyu bütünüyle anlayabilmek

    için. Dolayısıyla metni okurken bir yandan da değerlendiriyoruz ne yaptığına dair. Eleştiri yapmaktan ziyade

    kapsamını ortaya koymaya çalışıyoruz.

    Kanun devleti değildir dedikten sonra, Anayasa Mahkemesi’nden bir tanım almış. Böylelikle yargı kararının

    da sınamasından geçmiş bir kapsamını gösteriyor. Sonunda da önemli gördüğü bir noktaya, kendi istediği noktaya

    geliyor şimdi okuyacağımız paragrafta: Bu devlet sistemini, hükümet sistemini icbar etmez. Hukuk devleti, devlet

    sistemlerinin üzerinde bir kavramdır, hangi devlet sistemi, hangi toplumda hukuk devleti olmaya daha fazla katkıda

    bulunuyorsa onun için en uygun devlet sistemi, hukuk devleti olmada araç olmaya gider. Dolayısıyla araç-amaç farkı

    yaparak araçları bir amaç gibi görmemek lazım, amaç hukuk devleti olmaksa bunun farklı araçları olabilir. Merkeze

    gelen dairenin, farklı yarıçapları olması gibi.

    “Dolayısıyla devletin biçimi, hükümet sistemleri, devletlerin ideolojileri hukuk devletinin farklı gerekliliklerle

    sağlanması sonucunu doğurabilir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bir kararında bu olguya şöyle işaret etmektedir:”

    -Bu kanaatini yine Anayasa Mahkemesi’nin kararından bir alıntı ile destekliyor.- ‘Hukuk devletinin somut

    uygulamasında farklı hukuk devleti anlayışları ve farklı devlet uygulamalarının ortaya çıkması kaçınılmazdır.

    Bundan dolayı anayasa koyucunun hukuk devleti ilkesinin nasıl hayata geçirileceğini belirleme konusunda geniş bir

    takdir yetkisine sahip olması doğaldır. Bu nedenle hukuk devleti ilkesinin ortadan kaldırılmasından ya da anlamsız

    hale getirilmesinden söz edebilmek için, devlet organlarının hukuka bağlılığı ilkesini veya bunun kurumsal

    güvencelerini ortadan kaldıran bir değişikliğin yapılmış olması gerekir. Yoksa anayasa koyucunun farklı hukuk

    devleti uygulama modellerinden herhangi birisine yönelik tercihinin yerindeliğine ilişkin yargısal denetim yetkisi

    bulunduğu söylenemez…’3 Burada bakın farklı bir noktayı gündeme getiriyor ve her şey yargısal denetime tâbidir

    ama anayasa koyucunun devlet modeli seçimi bir yerindelik meselesidir. Hukuk devleti güvencelerini ortadan

    kaldırıyor mu, kurumsal olarak hukuk devleti müesseslerini işlemez hale getiriyor mu, hukuk devletine ulaşma

    mekanizmalarını içermiyor mu, yasaklıyor mu, imkânsızlaştırıyor mu buna bakılır. Yoksa tercihine değinmek

    yerindeliğe girer diye değerlendirilmiş.

    “Hukuk devleti tanımını diğer yabancı unsurlardan ayırarak yaparsak…” Şimdi, bakın bir noktaya daha

    giriyor; başta bir tanımı yaptı, ortada bir şeyler anlattı, şimdi de tüm yabancı unsurlardan arındırarak yaparsak diyor.

    Baştaki söylediğimiz neydi? Yani biz kavramın içindekileri böyle ezberlemiyoruz. Biz, bir tane tanımı ezberlemeye

    çalışmıyoruz. Kavramı genişleyebilen, hareket edebilen bir daire olarak aldık. Amacımız şu: Dışarıda bıraktıkları ve

    içerdiklerine ilişkin fikir edinebilmek. Dolayısıyla bu kavram genişleyebilir, sağa sola hareket edebilir. Ama bu

    kavramı nasıl anlayacağız? İşte etrafında dolaşıyoruz ve böylelikle kavramın sınır alanlarını tespit etmeye

    çalışıyoruz. ne içine giriyor, ne dışına çıkıyor. Dolayısıyla tanımlamaya çalışanlar da esasında bunu inkâr etmiyorlar.

    Ama bir anlamda, didaktik olabilmesi için tanımlıyorlar. Dolayısıyla her tanımda, bu unsurlardan birisini içeriyor,

    diğerlerini dışlıyorsa eksiklik nedeniyle yanlış olma tehlikesi var. Eksiklik nedeniyle yanlış olmaması için buradaki

    mevcutları içerebilecek derinliği içeren bir yaklaşımla ele almak lazım. Dolayısıyla kavramın tanımı, sözlükteki bir

    3 AYM, E. 2010/49, K. 2010/87, KT. 7.7.2010.

  • 4

    kelimenin tanımı değil. Istılah manası, eskilerin deyimi ile ıstılah manasını düşünmek lazım. Yani derinliğini,

    kapsamını düşünmek lazım. Derinliği ve kapsamına baktığınızda, bu zaman içinde bile farklılaşabiliyor. Dolayısıyla

    bu noktada, tanımlarken tedbirli olmak lazım ama bu konularda yazanların, ister istemez, bir tanımı öğrenciye

    sunmaları lazım.

    Bakın şöyle diyor: “Yabancı unsurlardan ayırarak”, yani dışında bırakarak. Bunun eski terimdeki ifadesi

    şöyle: “Efradını cami, ağyarını mâni”. Efrat, fertleri; cami, cem eden, içeren; ağyar da yabancı demek. Yabancılara

    da mâni olan. Öyle bir şey yapacaksınız ki efradını cami olacak, içerecek; ağyarını, yabancılara da mani olacak,

    dışarda bırakacak. Böylelikle dışarıda kalanlar giremeyecek, içeride olanları da kapsamış olacaklar. Bazen cami

    yerine havi diyorlar. Havi içermek demek. Cami daha önemli, cem eden, bir araya getiren. Dolayısıyla hepsini

    kapsamak değil, bir araya getirmekle ilgili bir şey. Şöyle demiş: “hukuk devleti; tüm organlarıyla hukuka bağlı, her

    türlü eylem ve işlemi yargı denetimine açık, yargının bağımsız ve tarafsız olduğu ve tam bir hukuk güvenliğinin

    sağlandığı devlettir…” Bu şekilde tanımlamış. Bu unsurdaki tanımlara bakarsak, “tüm organları ile hukuka bağlı”

    derken tüm organlarının üzerinde etkili olabilecek bir hukuk gölgesi olması lazım. “Her tür eylem ve işlemi yargı

    denetimine açık”. Yargı denetleyecek. Bu denetleyecek yargı için de bir kriter getirmiş: “Yargının bağımsız ve

    tarafsız olduğu”. Yargının da bağımlı olursa, taraflı olursa yargı denetiminin bir anlamı kalmayacağına böylelikle

    işaret ediyor ve “tam bir hukuk güvenliğinin sağlandığı”. Baştaki kapsayıcı terim olarak bunu kullanmış: Hukuk

    güvenliği. Temel hak ve özgürlükleri de bunun içine aldığı anlaşılıyor.

    Şimdi, hukuk devletini, herhangi biri başka sınavda sorsa, yazsak yeterli midir deseniz farklı anlayışlar da

    böyle bir tanımı yeterli görmeyebilir. Başka vurgulayacağınız şeylere bakabilir. Bu, her tanımanın dondurucu

    etkisinin eksiklik doğurması nedeni ile. Bakın, size birkaç yazarın tanımlarını gösterelim:

    Bakın Abdurrahman Eren Bey’in üç tane unsuru var biraz önce okuduğumuz tanımda: Hukukun üstünlüğü

    (tüm organlardan üstün olması), hukuk önünde hesap verilebilirlik (yani eylem ve işlerinin yargı denetimine tabi

    olması) ve hukuk güvenliği demiş.

    Gözler, hukuk devleti ilkesini genel gerekler ve özel gerekler diye ikiye ayırmış4. Genel gereklerde yasama,

    yürütme ve yargının hukuka bağlı olması diye organların hukuka bağlı olmasını gündeme getirmiş. Özel gereklerde

    de idarenin bütün eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tâbi olması, hâkimlerin bağımsız ve teminatlı olması,-

    Burada bakın teminatlı olmasını gündeme getirmiş, bağımsızlığın bir unsuru olarak teminat hissederek karar vermesi

    gerekir diye-idarenin faaliyetlerinin önceden bilinebilir olması,-yani sürpriz olmaması, ne yaptığımızda idare ne

    yapacak, idarenin keyfi davranmadığının bir gerekçesi olarak- hukuki güvenlik ilkesi ve geçmişe etki yasağını saymış.

    Hukuk güvenlik ilkesi, Abdurrahman Eren’de de var. Geçmişe etkili olmak, ayrıca vurgulamış. Ceza uyuşmazlıkları

    bakımından bu ayrıca önemli. Ve idarenin mali sorumluluğunun bulunmasını saymış.

    Bakın farklı bir liste ortaya çıktı; üçü genel, beşi özel, sekiz tane unsur çıktı. Aynı şeyden bahsediliyor,

    birbirinden zıt değiller ama bakın kapsam niçin önemli? Siz nereden bakarsanız ne görüyorsunuz. Dolayısıyla Gözler,

    buradan bakıyor görüyor; Eren buradan bakıyor görüyor; ben, buradan bakıyorum görüyorum. Ama bunun hepsi

    etrafında dolaşmak lazım. Bu bilindiği takdirde, hiçbirisine yanlış demekten ziyade, bu döndüğü noktada yazarken

    gördüğü hususu yazdığı bilinirse, o zaman kapsamı daha farklı olacak.

    Ergun Özbudun, önemli anayasacılardan bir tanesi. Hala verimli olarak yazıyor. Bakın o ne demiş5:

    “Yürütme işlemlerinin yargısal denetimi”. Mesela hepsinin çok vurguladığı bir şey bu. İdare hukukçusu

    olduğum için bu hemen dikkatimi çekiyor üçünde de olunca. İdarenin hukuk devleti olmaktaki rolünü ve önemini

    4 Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, 21. bs., Bursa, Ekin Kitabevi, 2017, s. 82-88 5 Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, 17. bs., Ankara, Yetkin Yayınları, 2017, s. 125-138.

  • 5

    gösteriyor. İdare, hukuk devleti konusunda aksarsa, bütün devletin niteliği aksıyor. Çünkü esas güç, idarede. Niçin o

    güç veriliyor idareye? Kişilerin hizmetlerini görsün, temel hak ve hürriyetlerini korusun diye. Ama bu idare niyeti

    bozarsa, hukuka uygun hareket etmezse, iyi niyetli davranırken bile bazı hassasiyetlere bakmazsa, insanların canını

    okur. İşte diyelim ki yolu açmak için Aydın Gülan’ın arazisini alıyorum diyor. Kim beni dinleyecek? “Bu yol buradan

    açılmaz, burası yolun en kısa yönü değil niye benim arazimi alıyorsun? Şuradan geçsen daha iyi olur. benim arazim

    yol olmak için uygun değil” desem, dinleyecek kimse yok mu? “Ben vatan için çalışıyorum, çoğunluk için

    çalışıyorum. Bir sen mi önemlisin yoksa burada hizmet sunacağım yirmi beş milyon kişi mi önemli?” dediğinde eğer

    hukuk devleti ise sizin hakkınızı dinleyecek bir mekanizma olması lazım. Bakalım haklı mısınız değil misiniz? Yoksa

    “idare ne kadar iyiniyetli, idare bu kadar kişinin hakkını savunuyor, buna karşı itiraz edilir mi, susup oturacaksın, sen

    vatansever değil misin” gibi bir sistem varsa o zaman kime piyango çarparsa onun sesini kimse duymayacak, idare

    çoğunluk için bir şey yapıyor diye. Hukuk devletini esasında temelden sarsacak. Oradaki herkes de idarenin lehine

    yaptığı şeyin daha sonra kendisine de çıkabilecek bir piyango olduğunun farkına varmayarak, esasında hukuk

    devletinin temelini dinamitleyecek. İdarenin tek kişinin hakkının bile olup olmadığına bakarak hakkı varsa, tasfiye

    kullanarak davranmasını sağlayacak bir hukuk bilinci olursa hukuk devleti gerçekleşecek. Dolayısıyla hepsinin,

    idarenin hukuka bağlılığına, eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tâbi olmasına işaret etmesinin gerçek bir önemi

    var, gerçek bir değeri var. Çünkü hukuk devleti karşısında. Hukuk devletini gerçekleştirebilecek en büyük aygıt da

    idare, hukuk devleti için en büyük tehlikeyi oluşturacak olan da idare. İdarenin dolayısıyla bu potansiyeli var. Her

    devlet de her gün idaresi sebebiyle bu sınavı veriyor. Hukuk devleti denilen ülkeler bile bu sınavı veriyor her

    seferinde.

    Sonra “Yasama işlemlerinin yargısal denetimi” demiş. Yani kanunların, genel kuralların hukuka

    uygunluğunun mutlaka denetlenmesi önemli.

    “Yargı bağımsızlığı”. Bu denetleme ki hem yürütmeyi hem yasamayı denetleyebilecek bir yargı. Yani, üç

    erkten bahsediyoruz. Yasama, yürütme ve yargı. Bunlar üçü de aynı seviyede fakat, bu yasama ve yürütmenin

    yaptıkları eylemleri ve işlemleri denetleyecek kim? Yargı. İşte o yüzden yargıya, Latince, eşitler arasında önde gelen

    anlamında “primus inter pares” denir. Hepsi aynı ama yargı diğerlerini denetleyeceği için, eşitler arasında önde

    gelen. Dikkat edin, hiyerarşik üst değil, eşitler arasında önde gelen. Dolayısıyla herkes ister istemez yargıya dikkat

    çekiyor, niçin? Çünkü bunu denetleyebilecek bir kapasitesi olması lazım, insan unsuru bakımından, bağımsızlığı

    bakımından, tarafsızlığı bakımından. Buna ilişkin değerlendirmeler lazım.

    “Kanuni hâkim güvencesi”ne işaret etmiş. Kanuni hâkim güvencesi, özellikle ceza davaları bakımından

    önemli. Yani bir davaya özel hâkim atanmaması. Önceden belirlenmiş, hangi olaylar, hangi hâkimin önüne gelir.

    Dolayısıyla, bir olaya özgü hâkim atanırsa, o hâkim acaba onu mahkûm etmek veya beraat ettirmek için mi atanıyor

    şüphesi olur. Görünürde adalet olmaz. Hâkim, bağımsız davranacak olabilse bile. Dolayısıyla kanuni hâkim

    güvencesi olması lazım ki, herkes, doğal olarak önceden belirlenmiş şekilde, hangi hâkimin karşısına çıkacaksa, o

    hâkimin karşısına çıkacak. Buna önem vermiş. “Ceza sorumluluğunun ilkeleri”ne önem vermiş ve “hukukun genel

    ilkelerine bağlılığa” önem vermiş.

    Şimdi size bir çalışma göstereceğiz. İkili bir çalışma. Hukuk devletinde ne olmaması gerektiğinden yola

    çıkarak bu yazarların söylediklerine ulaşmak, sonra da tanımlarını anlamak. Burada size şunu göstermiş olacağız. Bu

    öyle bir kavram ki sürekli gelişiyor, gerekleri de gelişiyor. Kavramı anlamak için, bir tanım yetmez, tanım ezberlemek

    yetmez. Hatta mümkünse tanım ezberlememek lazım. Kavramın şimdiye kadar birikmiş kültürüne vakıf olmak ve bu

    sayede de hareketini anlayabilmeye ihtiyaç var. Bunun için bakın ‘hukuk devleti ne değildir’den yola çıkarak,

    yazılanlardan yola çıkarak bir liste yaptık. Şimdi oradan okuyalım.

    “Hukuk Devleti ne değildir?”

    Hep diyoruz ya şimdi herkes ne olduğundan bahsediyor, ne değildir dediğimizde dışarıdakilere, ağyarına mani

    olamaya çalışacağız. Dışarıda bıraktıklarımızla, esasında ne olduğunu anlamaya çalışmayı sağlayacağız. Bazen bir

  • 6

    şeyin ne olmadığını söylemek, ne olduğunu söylemekten daha kolay olabilir. Çünkü ne olduğunu niye araştırıyoruz,

    ne olmadığını anlayabilmek için. Öyleyse doğrudan ne olmadığına girebiliriz. Mesela, “kanun devleti ile eş anlamlı

    değildir”. Ülkede kanunlarımız var ama biz de hukuk devletiyiz diyenlere, bir hukuk eğitimi almış olarak diyebiliriz

    ki, kanunların olması ve onlara uyuluyor olması güzel bir şey, gerekli bir şey ama yeterli değil. Hukuk devleti

    kanunlara uyulması ile eş anlamlı bir şey değil. Çünkü kanunların adil olması problemi var. Bunun için de kanunların

    da uygun olup olmadığını değerlendirecek bir yargısal denetim, bu yargısal denetimde kullanılacak bir anayasa, bu

    anayasanın da üstünde yer alan bir hukukun genel ilkelerine ihtiyaç var. Öyleyse eş anlamlı değil.

    Mesela bir diğeri “Hukuka saygı göstermekle yetinen devlet değildir. Hukuku üst bir kavram olarak alıp

    ‘hukukun üstünlüğü’nü tanıyan devlettir.” Mesela bizim Anayasamızda da öyle yazıyor “hukuk saygılı devlet”.

    Hukuka saygılı olması-çok saygısız olması tabi beklenemez- ama çok yeterli de değil hukuk devleti dediğimizde,

    hukuku bir üst olarak kabul etmek. Ben size saygılıyım evet, ama size saygılı olmak demek anlamına gelen bir şey

    değil. Hâlbuki hukuka saygılı olmaktan ziyade, hukukun üstünlüğünü kabul etmek ve ona tabi olmakla ilgili bir şey.

    “Devleti korumayı amaç edinmiş değildir.” Yani devleti korumanın amacı korumak değil. “Nihai olarak devleti

    korumak sonucunu doğursa bile bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına almayı sağlamaya yönelik bir

    devlet anlayışı.” Dolayısıyla öncelik burada içinde yaşayan bireylerin temel hak ve özgürlüklerine korumak, bu

    sayede devleti korumak. Yani fertlerini korumak suretiyle devleti korumak. Devletin haksızlık yapmasına engel

    olmak suretiyle devleti, haksızlık yapmaktan korumak. Dolayısıyla, devletin yaptığı haksızlıklar bakımından, her

    zaman haklıdır, devlettir, ne yapsa yeridir şeklindeki bir yaklaşım hukuk devleti bakımından kabul edilebilecek bir

    husus değil.

    “Devletin güçlerinin tek elde toplandığı devlet değildir. Yasama, yürütme ve yargının ayrı erkler olarak

    öngörüldüğü devlettir.” Burada işleyişi göstermek için, doğru olduğuna kesinlikle inanmıyorum ama, bunu anlatmak

    için IV. Murat’a ilişkin bir anekdot anlatıyorlar. Bir yakıştırma ama mantığı vermesi açısından önemli. İçki yasağı

    getirmiş ama kendisi de içki içiyormuş. Kadehi eline aldığı zaman yasağı kaldırdım diyormuş. İçip, kadehi koyarken

    de yasağı tekrar koydum diyormuş. İşte bu erklerin ayrı olması, işte bunun keyfi olmaması, kendisi yapacağı zaman

    yasağın kalkması, başkası yapacağı zaman yasağın konması bakımından gösterici bir şey. Niçin erkler ayrı olacak?

    Kuralı başkası koyacak, uygulamayı başkası yapacak, denetimi başkası yapacak. Böylelikle bu denge, kendi içinde

    gerçekleşmiş olacak. Bir elde birçok gücün toplanması nedeniyle, hukuk devleti ihlali olmayacak. Buradaki dönem

    dönem güçlerin bazılarına ağırlık vermek, tek başına hukuk devletini kaldıracak bir şey değil. İşte, Milli Mücadele

    Döneminde, Millet Meclisi’nin meclis hükümeti olması, yargının da onun içinden çıkması yürütmenin de onun

    içinden çıkması veya başkanlık rejimlerinde yürütmenin daha güçlü hale getirilmesi, tek başına bütün yetkilerin bir

    organda toplandığı anlamına gelmez. Abdurrahman Eren’in yazdığı gibi bu hükümet sistemleridir, denge bakımından

    arayıştır. Dengedeki ağırlık noktasının, farklı bir organda toplanması başka bir şey, o ülkenin sosyal tarihsel

    ekonomik unsurlarına bağlı olup olmaması başka bir şey, tüm güçlerin bir elde toplanması başka bir şey. Dolayısıyla,

    güncel siyasi düşüncelerin dışında ele almak lazım.

    “Ne değildir”den devam ediyoruz. “Yargının bağımsız olmasını sağlamaya çalışırken, yargıçların kararlarının

    tartışılmaz olduğu bir yargı sistemini değil, yargının hukukla bağlı olduğu bir yargı sistemine sahip devlettir”. Yani,

    yargı bağımsızlığı ama yargının da her yaptığı, her verdiği karar tartışmasız değildir. Dolayısıyla, hukuk devleti

    olabilmesi için, yargı kararlarının da esasında değerlendirilmesi lazım. Bu bakımdan bilimsel kamuoyu önemlidir,

    meslektaş kamuoyu önemlidir. Yargı da bundan etkilenerek, esasında, keyfi karar veremez halde olur. Ciddi bir

    devlette, meslek mensuplarının ciddi olduğu bir devlette yargı, ‘mühür bende istediğim gibi karar veririm’ diyebilir

    mi? Diyemez. Niçin? Meslektaşların haklı eleştirilerini, kararlarının değerlendirilmesini dikkate alır. Dolayısıyla

    yargının da olması ve bu şekilde değerlendirilmesi önemli. “Devlet tarafından konulmuş kurallara devlet tarafından

    uyulmayan devlet değildir. Devletin tüm erklerine (yasama-yürütme yargı) hukukun hâkim kılındığı devlettir.”

  • 7

    Bir diğeri “İnsan onurunu koruyan ekonomik, sosyal ve kültürel koşullara ulaşmanın önündeki engelleri

    kaldırmakla yetinmeyip kendisini bu koşulları sağlamakla yükümlü sayan devlettir”. Yani, böyle yaklaşmayan bir

    devlet de hukuk devleti olmaz. Değerlendirici olması lazım.

    “Polis devlet değildir. Kamu düzeni gerekçesiyle temel hak ve özgürlüklere ölçüsüz şekilde müdahale

    edilebilmesine imkân tanımayan devlettir.” Bu çok tartışılan bir nokta. Amerika’da ve Avrupa’daki çeşitli devletlerde

    gündeme geliyor, mültecilere ilişkin olarak gündeme geliyor. Mesela, mültecilerin çocuklarını anne babalarından

    ayırıyorlar. Bazı ülkelerde malvarlığına el koyuyorlar. İşte şimdi Amerika- Meksika sınırında duvar çekilmesi

    meselesi ile gündeme geliyor. Dolayısıyla kamu düzeni gerekçesi, insan hakları konusundaki standartları, bütün

    dünyada değiştiriyor. Giderek daha fazla kamu düzenine önem veren, öncelik veren, kamu düzeni nedeniyle temel

    hak ve özgürlüklere daha şüphe ile yaklaşan devlet modelleri karşımıza çıkıyor. Hukuk devleti, önemli bir sınav

    verecek. Bir yandan insan haklarını koruyacak, bir yandan da insan haklarını istismar ederek, insan haklarına

    sığınarak, kamu düzenini bozan, masumların canına kasteden, ülkelerde bombalar patlatan yaklaşımlara engel

    olabilecek bir dirayet gösterecek. Kamu düzeni ile bu düzeni sağlamak için, insan hakları konusundaki devletin

    yaklaşımı hukuk devleti sınavlarından en önemlilerinden birisi. Aciz olmayacak ama zalim de olmayacak devlet.

    Dolayısıyla bunu belirlemek, öyle kürsü başında konuşmak kadar kolay bir şey değil, uygulamada bunun

    değerlendirmesini yapmak lazım. Bilinçle, hazmetmiş olmakla ve şartları değerlendirmiş olmakla alakalı bir şey.

    “İdarenin eylem ve işlemlerinin yargı denetiminden bağışık kılındığı devlet değildir.” İdarenin her eylem ve

    işleminin yargı denetimine tabi olması lazım, yani hesap verebilir olması lazım idarenin.

    “İdarenin hukuka uygunluğunun sağlanması için yargısal denetimin yeterli sayıldığı devlet değildir. Temel

    hak ve özgürlükleri kamu gücü karşısında ihlal edildiği iddiasında olan bireylerin bağımsız bir üst yargı kuruluşuna

    bireysel olarak da başvurabildiği devlettir.” Burada, işte ülke içindeki yargısal denetimin tatmin etmediği

    durumlarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmak gibi, idarenin yargısal denetimde idare mahkemeleri

    ve Danıştay’ın kararları tatmin edici olmadığında, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmak gibi, temel

    hak ve özgürlüklere ilişkin ihlal iddialarını dinletebilecek, görünüşte de tarafsızlığı olan mercilere ulaşılabilecek

    hususu. Mutlaka yerel mahkemeler, idare lehine karar verecek diye bir şey yok ama görünüşteki tarafsızlığı

    sağlayabilmek için daha başka mercilere gidebilme yolunun olması, hukuk devleti kriterlerinden birisi.

    “Hukuki güvenlik ilkesi”nin hâkim kılındığı, hukuk normlarının öngörülebilir olduğu, bireylerin tüm eylem ve

    işlemlerinde idareye güven duyabilmesini sağlayan devlettir.

    “Tek bir uygulama biçimi mevcut değildir. Somut uygulamasında farklı hukuk devleti anlayışları ortaya

    çıkabilmektedir.” Bunlara da değindik.

    “Bireylerin, hukuk kurallarına dayanılarak kazandıkları hakları tanımayan devlet değildir. Hukuk düzeninde

    mümkün olduğunca ‘hukuki istikrar’ı sağlayan devlettir.” Hukuki istikrar önemli. Hatta bazen yanlış olsa bile devam

    etmesi önemli, haklı beklentiyi oluşturması için. Bugün ona böyle, yarın öbürüne böyle olmaz.

    “Hukukun genel ilkelerini göz ardı eden devlet değildir.”

    “Suç politikasının temel ilkelerini göz ardı eden devlet değildir.” Tam dönemin yarısında siz, ceza hukukçusu

    bir öğretim üyesi ile devam edeceksiniz. O, özellikle bu ceza hukuku ilkelerine önemleri nedeniyle değinecek. Ceza

    hukuku ilkeleri, hukuk devletini sağlayan önemli hususlardan birisidir. Çünkü ceza, özellikle insanları hürriyetinden

    mahrum bırakan boyutu, hukuk devleti uygulamasının en önemli göstergelerinden birisidir. Hukuk devleti

    uygulaması, bir devletin ceza politikalarından, ceza uygulamalarından, buna ilişkin düzenlemelerinden ortaya çıkar.

    Mesela, “idare düzenleyici işlemlerle suç ve ceza ihdas edemez”, ancak kanunla düzenlenir. Suçta ve cezada

    kanunilik ilkesi, önemli ilklerden birisi. İdarenin kendi işlemleri ile olmaz. Ben şunu yasakladım, yasağımı ihlal

    edenleri bir sene hapse atacağım, işte kuralı da koydum, sen de dinlemedin, öyleyse mahkûm olacaksın diyemezsin.

    İşte bunu, ‘yasama meclisi ancak cezayı koyarı’ bir standart olarak kabul etmek lazım.

  • 8

    “Hukuk devletinde, birey sadece örf ve adet hukukuna dayalı olarak cezalandırılamayacağı gibi kanunda

    öngörülenden daha ağır biçimde de cezalandırılamaz.” Bu da ceza politikası bakımından önemli. Biliyorsunuz bazı

    bölgelerde insanların, kendi örf ve adet gerekçesiyle cezalandırılma yöntemleri var. Mesela namus anlayışı. Mesela

    diyelim ki belli bölgelerde, kadının ırzına geçildiği zaman, kimi zaman aile meclisi ile kadının öldürülmesine karar

    veriliyor. Esas, orada ırzına geçen kabahatli, diğerinin ne kabahati var anlayışı var. Böyle adet mi olur? Bunun mesela

    örf ve adete özen göstereceğiz diye, ağırlık vereceğiz diye böyle bir şeyi hukuk devleti kabul edebilir mi, bunu

    yapanları meşru görebilir mi, bunu yapanları ceza dışında bırakabilir mi? Buna engel olmak da hukuk devletinin bir

    gereği ve böyle adeta istismar edeni korumaya yönelmiş, örf ve adet perdesi giydirilmiş, örf ve adetle alakası olmayan

    meşruluk zeminlerini yıkmak da hukuk devletinin bir gereği. Yani ülkelerin kültürlerinden, geleneklerinden

    kaynaklan şeylerle, yanlış uygulamaları, örf ve adet olmamış şeyleri birbirine karıştırmaya engel olmak da hukuk

    devletinin sağlaması gereken bir güvenlik ki insanlar önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde neyin suç, neyin ceza

    olduğunu bilebilsin ve ona göre caydırıcılık olsun.

    “Hukuk devletinde, belirsiz ceza kanunları yapılamaz.” Yani kişi eyleminin sonucunu bilmesi gerekir.

    “Hukuk devletinde, kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz; suç ve ceza

    içeren hükümler kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.

    “Hukuk devletinde, işlendiği zaman ceza hukuku yaptırımı gerektirmeyen bir fiil, yeni çıkarılan bir kanunla

    geçmişe yürürlü olarak ceza yaptırımı altına alınamaz; işlendiği zamanın kanununda ceza yaptırımı gerektiren bir

    fiil hakkında önceki kanunda öngörülen yaptırımdan daha ağır bir yaptırım öngören kanun, geçmişe yürürlü olarak

    uygulanamaz.” Bunlar önemli hususlar.

    “Siyasal gücün ve çoğunluk yönetiminin baskısı karşısında bireyi savunmasız kılan devlet değildir.”

    Burası mesela önemli:

    “Hukuk devleti, bu hukuk devleti kavramı istismar edilerek meşru iktidarları yıkmak amacıyla kötüye

    kullanılmayı engellemeye yönelik tedbirleri de hukuk sistemi içinde alabilen devlettir. “

    Yani, hukuk devleti, zayıf ve kişi hak ve özgürlüklerinin kötüye kullanılmasına müsait bir devlet anlayışı da

    taşımaz. Bunun kötüye kullanılmasına karşı da tedbirli bir devlettir. Hukuk devletinin, tahrik edilmiş, organize

    edilmiş, özgürlüklerin kötüye kullanımına yönlendirilmiş düzenlemelere karşı da dirayetli bir devlet olması lazım.

    Dolayısıyla kötüye kullanılmaya engel olması lazım. Yanlış bilgilerle istismar ediliyorsa, doğru bilgilerle halkını

    aydınlatması lazım. Yanlış bilgilerle vatandaşları kendisine karşı tahrik ediliyorsa, bu vatandaşlarını doğru bilgilerle

    tatmin etmesi lazım. Seçimleri objektif yapması ve değişimlerin seçimlerle objektif olması lazım. Aksi takdirde

    devletlerin manipülasyonu problemi gündeme geliyor. Hukuk devleti olmayan, olmadığı kesin olan çeşitli devletlere

    hiç sesini çıkartmayan bazen idareler, devletler petrol ve saire gibi gerekçelerle göz koydukları devletlerde hukuk

    devleti olmadığı gerekçesiyle iktidar değişimlerini yapmayı tahrik ediyorlar, düzenliyorlar. İşte devletlerin buna karşı

    da esasında kuvvetli olmayı, hukuk devleti olmanın bir gereği olarak değerlendirmesi lazım. Yani hukuk devleti bir

    dev olacak, ama vatandaşına karşı şefkatli bir dev. Vatandaşını istismar etmeye yönelik hareket edenlere karşı da

    güçlü ve engel olabilen bir dev olabilmesi lazım. Dolayısıyla, hukuk devleti olmak, saftirik olmakla eş anlamlı değil;

    zayıf olmakla eş anlamlı olmak demek değil; merhamet etmekle eş anlamlı değil. Kötülük yapana merhamet

    edemezsin. Irza geçene, çocuğu öldürene ,vahşi bir biçimde insanları katledene karşı yumuşaklık göstermek değildir

    hukuk devleti. Onlara gösterdiği sertlik esasında hukuk devletinin bir gereğidir. Suçluya merhamet etmek, topluma

    eziyet etmek anlamına gelir. Dolayısıyla suçluya karşı güçlü olmak, hukuk devleti olmamak anlamına gelmez.

    Yaptığının karşılığını gördüğü devlettir aynı zamanda. Dolayısıyla, hukuk devletini farklı bir biçimde ortaya koyup

    da sanki böyle, devletinin zayıflaması gibi bir algıyla, insanları, devletime karşı mı duruyorum konumunda bırakmak

    da doğru değildir. Zaten bir devletin gerçek kuvveti, hukuk devleti olmakla çıkar. Zulmeden bir devlet, hukuk devleti

    olamaz. Korunması gereken bir devlet olmaktan çıkar. Bir devlete yapılacak en büyük iyilik, vatandaşlarının,

    hukukçularının onun hukuk devleti olmasına katkıda bulunmasıdır. Gerçek güç hukuktadır, gerçek güç, yumuşak

    güçtür. Yani, hakka riayet eden bir güçtür.

  • 9

    Topkapı Sarayı’na bakarsanız en büyük bina, şimdiki Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi işlevini gören

    Divan-ı Hümayun’un kurulduğu adalet kulesidir. Topkapı Sarayı’nın diğer binalarından iki misli daha uzundur.

    Burada, sembolik bir önem de vardır: “Adalete önem veriyoruz” diyor. Adalet her şeyden önemlidir, adil olmak.

    Avrupa’da bilgiye önem verildiği için mesela, üniversitelere bakarsanız, üniversitenin kimi binaları iki katlıdır, üç

    katlıdır ama üniversitenin kütüphane binası on beş katlıdır, yirmi katlıdır. Niye? Bilgiye önem veriyoruz. Bilgi bizim

    için önemlidir diye gösteriyor. Dolayısıyla medeniyetlerin önem verdiği ilkeler olabilir. Bazısı gerçekten önemlidir,

    ama bazısını daha ön plana çıkarabilir. Bilgi mi daha önemli, adalet mi daha önemli, burada hangisi hangisini döver

    meselesi değil. Burada ön plana çıkartmak, dolayısıyla bizim medeniyetimizde de, birçok doğu medeniyetinde de-

    sadece bizim Türk-İslam medeniyeti anlamında değil, birçok Doğu medeniyetinde de- Batı’dan farklı olarak hukuk

    devletinin ifade ettiği sonuçlara ulaşmak için, daha çok adalet kavramı kullanılmıştır. Bir devletin adil olması, hukuka

    uyması, insan hak ve hürriyetlerine riayet etmesi, kimseye zulmetmemesi, kimsenin hakkını çiğnememesi, bir kişinin

    bile hakkına riayet etmesi, gücünü adaletten alması anlamındadır. Dolayısıyla, aynı sonuca ulaşmak için, farklı

    kavramların kullanıldığı yaklaşımlar olabilir. Bunu esasında, böyle bir hukuk sosyolojisi veya antropolojisi

    çalışmaları ilerlese, medeniyetler, dönemler bakımından paralel düşünmek lazım. Şimdi biz de Avrupa’daki feodal

    yapı çerçevesinde, hukuk devleti kavramının gelişimini izliyoruz. Bizdeki değişim, gelişim çok farklı. Bizde feodalite

    yok, feodal beyler yok. Onlarla merkezi idare arasındaki gerilimden kaynaklanan tarihsel süreç içindeki gelişme

    mücadelesi yok ama farklı bir gelişme hikâyesi var.

    Şimdi, gelelim bunu nasıl kullanacağımız meselesine. Şimdi bunu nasıl kullanacağımız meselesinde şöyle bir

    problem var: Somut hayattaki uygulama örneklerini hukuk devleti kavramı ile çözmeye çalışmak ne kadar mümkün,

    bunu değerlendirmek lazım. Esasında, mesela diyelim ki zaman bakımından uygulama problemi. Arada bir

    arkadaşınız söyledi, annesi sözleşmeli olarak atanma aşamasındayken güvenlik soruşturmasının uzun sürmesi

    nedeniyle, sözleşmeyi imzaladığı tarihte, önceden bir yıl bir yerde çalışanların eş durumu ile tayini ile mümkünken,

    daha sonra kural değiştiği için, 3 yıl çalışmadan tayin edilemez halindeki bir statüye tabi olmuş. Bu hukuk devletine

    uygun mu, yani annem bir ay önce sözleşmeyi imzalamış olsaydı, bir yıl çalıştıktan sonra tayin isteyebilirdi. Şimdi

    bir ay sonra tayin istediği için, üç yıl en az çalışması lazım, arada iki yıl fazlalık var, hukuk devletinde bu olur mu

    veya aynı işi gören emekliler arasında giderek düşen maaş farkı olduğunda bu hukuk devletine uyar mı meseleleri

    gündeme geliyor. Şimdi, böyle üst anayasal kavramlarla, somut uygulamadaki örnekleri kıyaslamakta ara

    mekanizmalar var. Bu, hukuk devleti kavramı, başka açılardan giderilmediği durumlarda gidermesi gereken araçlar

    için kullanılan sınamalar. Yani, bunun için idare hukuku, bunun için idari yargı, bunun için Danıştay, bunun için

    çeşitli emeklilik kanunları, bunun için yargı kararları ile oluşmuş tayin mekanizması, bunun için kuralların uygulama

    mekanizması, zamanlaması gibi mekanizmalar, ara mekanizmalar devreye girecek. Hukuk devleti kavramı, bu

    mekanizmaların adil sonuç verip vermediği için kullanılacak. Dolayısıyla, somut devlette doğrudan hukuk devleti

    kavramından yola çıkarak çözebilmek mümkün değil.

    Mesela örnekleri ele alırsak, annesinin tayini meselesini ele alalım. Mesela böyle bir dava açıldığında şu

    gündeme gelecek: Kendisi bakımından yapılması gereken her türlü muameleyi yaptıktan sonra, yani sınava girmiş,

    yeterli puanı almış, atanmaya hak kazanmış, sözleşmeyi imzalamaya hazır olmuş ama idareden kaynaklan gecikmeler

    nedeniyle, statüsü değiştiğinde kişinin kendi üzerine düşen yükümlülükleri getirdiği anki hukuki durumu dikkate

    alınır, yoksa idarenin gerekli emniyet sorgusunu ve saireyi yaptıktan sonra sözleşmeyi imzalama tarihi mi esas alınır?

    Bunu, yargı kararları değerlendirecek ve tartışacak. Kimi zamanlarda diyor ki, kişinin girdiği statü önemlidir.

    İmzaladığı tarihte geçerli olan hukuk kuralı uygulanır. Kimi hakkaniyet değerlendirmelerinde de diyor ki ‘sen bunun

    için elinden geleni yapmışsın artık sana ilişkin yapılacak bir muamele kalmamış sadece gösterici bir biçimde imza

    atacaksın, zaten talip olduğuna göre bunu imzalamaya da hazırsın, idaredeki gecikmeler seni etkilemez.’ Bu mesela

    1985’te bizim tayinimizde bile gerçekleşti. İki tip tayin oldu. Bazıları güvenlik soruşturması üç ay sürdü, üç ay

    sonrasında maaş aldı. Bazılar için de dendi ki; zaten girdi, güvenlik soruşturması bozucu bir şeydir, yani maaşı girdiği

    andan itibaren alacak, güvenlik soruşturması olumsuz gelirse ona ödenen paralar geri alınacak ve statüsü devam

    etmeyecek. Dolayısıyla, güvenlik soruşturmasının gelmesini değil, güvenlik soruşturmasının olumsuz gelmesi

    halinde, ortadan kalkabilir bir statünün, gerekli şartlar sağlandığında kurulduğunu kabul etmek gerekir diye. Bu zaten

    pratik hukukta da tartışılabilir bir husus olacak. Burada yargı kararlarında ortaya çıkan kriterler hakkaniyete aykırı

  • 10

    olursa, o zaman bunu hukuk devleti ilkesi çerçevesinde, ihlal çerçevesinde, yargı kararları çerçevesinde, bireysel

    başvurularda gündeme gelecek.

    Bir diğer örnek emeklilik meselesi. Aynı işi, aynı sürede yapan kimselerin maaşı arasında fark varsa, bu

    hakkaniyet gereği, eşitlik ilkesi çerçevesinde değerlendirilecek. Mesela eskiden şu vardı: Memur olan itfaiye

    görevlileri iki bin lira maaş alıyordu, işçi olan itfaiye görevlileri dokuz bin lira maaş alıyordu. İkisi de aynı işi yapıyor

    ama birisi memur, birisi işçi. İşçi olanın toplu sözleşmeyle belirlenmiş hakları var, memur olanın statülerle, kadro ve

    derece ile belirlenmiş bir statüsü var. Memur olmak, işçi olmak bu kadar fark eder mi? İkisi de aynı itfaiyede çalışıyor,

    aynı işi yapıyor. Bazen daha büyük gariplikler oluyor. Mesela genel müdürün aldığı maaştan fazlasını şoförü

    alıyordu. Şoförü işçi statüsünde, genel müdürü memur statüsünde. İşte bunlar, zaten hukukun kendi içindeki

    mekanizmalarla giderilebilmesi gereken unsurlar. İşçi statüsünün meslek güvencesi yok, geçici işçiyse dönemsel

    olarak alınıyor. Memur statüsü, asli, genel, sürekli işler için. Buna ilişkin belediyelerin bulduğu yöntemler var. Sosyal

    hizmet zammı denilen çeşitli maaş eklemeleri yapıyor. Denkleştirici şeyler yapıyor. Sayıştay, bunu bazen aykırı

    görüyor, zimmet çıkartıyor. Dolayısıyla her uyuşmazlık, her hakkaniyete aykırılık, hukuk devleti kavramı ile

    çözülebilecek bir husus değildir. Ama her aykırılık, hukuk devleti olmaya çözüm biçimi dolayısıyla hukuk devleti

    olmaya yaklaştırır veya uzaklaştırır. Her devlet, hukuk devleti konusunda sınav veriyordur her işlemiyle. En ufak

    işlemiyle bile. Bir öğrenciye verilen notun adil olup olmaması, buna itiraz etme imkânının olup olmaması, bu itirazın

    ikna edici biçimde değerlendirilip değerlendirilmediği, cevap kâğıdını görüp görmediği, aldığı notun, kendisine, ikna

    edici biçimde açıklanıp açıklanmadığı bile hukuk devleti ilkesine yaklaşması veya uzaklaşması sonucunu doğurur.

    Dolayısıyla, her devlet, her işlemiyle hukuk devleti sınavındadır. Hukuk devleti bir kere anayasasında yazıyor diye,

    bir kere ulaştı diye kesin olarak edinilmiş ve bir daha kaybedilecek bir nitelik değildir. Zaten, o yüzden böyle bir

    kavram vardır ki her devleti çizgide tutsun, her devleti olması gereken unsurda tutsun, dünya devletlerini, dünya

    barışına katkıda bulanabilecek, insan refahına katkıda bulunacak şekilde tutsun. Bu yüzden her devletin hukuk devleti

    sınavı başka.

    Gelişmiş devletler, gelişmekte olan ya da gelişmemiş devletleri sömürüp sömürmemeyle bile bu hukuk devleti

    sınavını veriyorlar. Kimi zaman bu gündeme geliyor. Mesela, kendi tesislerini kurmuş devletler diyorlar ki; artık

    hava kirliği çok fazla oluyor, çevre kirliği oluyor, siz sanayi kurmayın. Diğer devletler de diyor ki; siz bizi perişan

    ede ede, çevreyi perişan ede ede kendi sanayinizi kurdunuz, sanayinizi oluşturdunuz şimdi biz ilerlemeyelim diye

    çevre meselelerini bize karşı getiriyorsunuz, bu hakkaniyete uygun mudur diyor. Peki hakkaniyete uygun değil de

    siz de mi çevreyi bozun ya da diğerlerinden bir aktarma mı olması lazım, emisyonla ilgili ayrı bir sistem mi

    oluşturması lazım? Dolayısıyla hukuk devleti böyle çok safça davranmadan, hakkaniyet gereği, devletler hukukunda,

    devletlerarasındaki ilişkilerin tanzimi, devletlerin kendi iç hukukundaki dengeleme, dağılım ve hukuk sisteminin

    oluşması bakımından bir dayanak noktası. Yani, buna dayanarak denkleştirişi bir şeyler talep ediyorsunuz, buna

    dayanarak, mevcut sistemi sorgulayabiliyorsunuz, buna dayanarak oluşmuş bir dengenin anlamı ve kapsamını

    değerlendiriyorsunuz, buna dayanarak oluşması gereken uluslararası anlaşmalar, buna dayanarak kabul edilmesi

    gereken kanunlar hakkında fikir ifade ediyorsunuz. Dolayısıyla bu düşünmeyi sağlıyor. Düşünceyi taşıyor.

    Dolayısıyla, her zaman somut bir olaya ilişkin değil, makro düzeyde değerlendirmeye ilişkin ama somut olaya ilişkin

    noktalara gelelim.

    Hukuk Devleti İlkesine İlişkin Yargı Kararları

    1) Bakın bir karar6: Bakın Danıştay 12. Dairesi bir karar vermiş, kariyer mesleklerine ilişkin. EPDK’ya personel

    alınacak, sınavın sözlü kısmından 100 üzerinden 70 alamamış uzman yardımcılığı girişinde bir kişi ve dava açmış,

    ‘ben niye sözlüden yetmişten düşük aldım diye. Bunu tartışıyor mahkeme. Mevzuata baktığınızda bir yazılı sınav

    var, bir de sözlü sınav var. Sözlü sınavın olması gerekir. Mesela aşçıyı KPSS ile alacak mısınız bir de yemek

    yaptırmayacak mısınız aşçı diye? Bizde öyle bir memur vardı, daktilo yazmayı bilmiyordu genel sınavla kazandığı

    6 Dan. 12. D, E. 2008/7485 K. 2010/4338 T. 21.9.2010.

  • 11

    için. Sonra emekli bile oldu daktilo yazmayı bilmeden girerek. Dolayısıyla sözlü de olacak Sadece bilgiye,

    ezberlemeye ilişkin bir şey değil. Ama sözlünün objektifliğini nasıl sağlayacağız, problem orada. Sözlüde keyfi

    olarak mı düşük not veriyor başkasını almak için buna bakmak gerek. Yazılıda 100 üzerinden 100 alan, sözlüden

    düşük alabilir. Yazılıda 100 almak her zaman çok büyük bir başarı değil ki, ezberlemekle ilgili bir problem olabilir.

    Ezberleyen bir adam mı arıyorsunuz yoksa iş yapan bir adam mı arıyorsunuz? Öyle bir sınav problemi olmuştu. Bir

    öğrenciye, hocası kopyaya çekti diye zabıt tutmuş, ben de o sırada yönetimdeydim. Sınav sırasında yakalamamış,

    sonradan sınav sorusunu okurken kitabın aynı kelimeleri yazdığını fark etmiş, kitapta bire bir ne yazıyorsa onu

    yazmış öğrenci. Sonra soruşturma yapınca anlaşıldı ki öğrenci kopya çekmemiş, ama ezberlemiş. Baktığınızda kopya

    çekmemiş ama böyle öğrenciye bir yandan hak ettiği notu verip, bir yandan da yani böyle hukukçu mu olur ezberlemiş

    düğmeye basıldığında söyleyecek, demek lazım. Hocaya da demek lazım ki; böyle soru mu olur, sadece kitapta

    yazanı soruyorsun, hiç akıl yürütecek bir şey sormuyorsun. Ama en azından kopya çekme değil, ama bir yandan da

    baktığınızda ideal bir öğrenci tipi değil, ezberlemiş. Dolayısıyla sözlü de olması lazım kapasitesini anlamak için.

    Ama nasıl denetlenecek? Bakın burada ne diyor:

    “T.C. Anayasasının 2. maddesinde belirtilen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel niteliklerinden olan ‘hukuk

    devleti’ ilkesi, vatandaşlarına hukuk güvenliğini sağlayan…” bakın niye bunu ön plana çıkarmış? Çünkü sözlüde

    bana haksızlık yaptı diyenin derdinin bu kısmı önemli, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlayacak. Şimdi burada

    yasamanın işlemlerine yargı denetimine tabi olup olmamasını yazmasının bir manası var mı? Dava ile ilgili kısmı o

    değil. Burada, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlıyor mu ona bakıyor. ‘idarenin hukuka bağlılığını amaç edinen…’

    yani idare keyfi bir iş mi yaptı? “buna karşılık kamu gücünün sınırsız, ölçüsüz ve keyfi kullanılmasını önleyen…”

    yani içimden öyle geldi sana 69 verdim değil. Elin terazi mi, niye 70 değil 69? Bu da keyfi olmayacak. “Nitekim

    hukuk devleti ilkesinin yaşama geçirilmesini sağlayacak araçlar arasında, Anayasanın 8. maddesinde, yürütme

    yetkisi ve görevinin, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği; Anayasanın 125.

    maddesinde de, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu kuralına yer verilmiştir.”

    Dikkat edin, hangi sistemi kullanıyor? Önce, hukuk devleti konusundaki teorik açıklamaya yer veriyor, sonra bunun

    anayasamızdaki temellerine değiniyor. 8 ve 125’e.

    Sonra: “Hukuk devleti ilkesi karşısında, idarenin yargısal denetim yapılmasını ortadan kaldıracak ya da bu

    denetimin yapılmasını imkansız kılacak işlem ve eylemlerde bulunması mümkün değildir.” Can alıcı cümle bu. Öyle

    bir eylem ve işlem yapacaksın ki hukuk devleti madem idarenin eylem ve işlerinin denetimini gerektiriyor, senin

    sözlü sınavını da ben denetleyeceğim. Birisi itiraz ediyorsa denetleyebilmem lazım.

    “... sözlü sınavda başarısız sayılma işleminin yargısal denetimini sağlayacak alt yapının tüm unsurlarıyla

    oluşturulmasını sağlamak hukuka bağlı idarenin görevidir…” Demir leblebi bir cümle. Bunu sen sağlayacaksın

    ,senin görevin idare diyor. “...hukuk devleti ilkesinin, idarenin, yargısal denetim yapılmasını ortadan kaldıracak,

    imkansız kılacak ya da güçleştirecek şekilde bir idari işlem tesis etmesine izin vermesi mümkün değildir...” Aynı şeyi

    vurguluyor.

    “...Davacının enerji uzman yardımcılığı giriş sınavının sözlü sınavı kısmında başarısız sayılma işlemi

    incelendiğinde, bu işlemin hukuka uygunluk denetiminin Anayasanın 125. maddesinde ve 2577 sayılı İdari Yargılama

    Usulü Kanununun 2. maddesinde belirlenen hukuki sınırlar içinde yapılabilmesi için…” Burada işte pozitif

    dayanakları söylüyor. Ama bu dayanakları yazmasa da dikkat ederseniz ilkeden yola çıkarak gidiyor.

    “…Davalı idarece, sınav öncesinde soruların ve yanıtların hazırlanmadığı, sözlü sınav komisyonu üyelerinin

    her biri tarafından hangi notun takdir edildiğinin gerekçeleriyle ortaya konulamadığı, ayrıca sözlü sınavda verilen

    yanıtların, teknolojik imkanlardan yararlanılarak kayıt altına alınmak ( elektronik ortamda görüntülü ve/veya sesli

    kayıt gibi ) suretiyle, objektif nitelikte incelenip yargısal denetiminin yapılmasına imkan tanınmasının, hukuk devleti

    ilkesinin temini açısından uygulanabilecek en iyi yöntemlerden biri olmasına rağmen, bu şekilde bir kayıt

    yapılmadığı anlaşıldığından davacının sözlü sınavda başarısız sayılmasına ilişkin işlemde hukuka uyarlık

  • 12

    bulunmamaktadır...” diyor ve iptal ediyor. Yani, başarılı saymalıydın demiyor. Bunu, sözlü sınavı denetime imkan

    verecek şekilde ya kayda almalıydın diyor ya da önceden soruları, muhtemel cevapları, hangi cevapları verecek bunu

    belirlemeliydin diyor. Şimdi gelinen son aşamada kayda almak ve muhafaza etmek. Masraflı olduğu için şunu diyor,

    sözlü sınava ilişkin bir dava açıldığında bana hangi soruları sorduğunun listesini vereceksin, bu sorularda nasıl cevap

    beklediğini açıklayacaksın, ilgilinin hangi cevaplar verdiğini kabaca yazacaksın, bunlara niçin o puanı verdiğini

    belirteceksin; ben de böylelikle bir bilirkişi heyeti seçerek, bu sorulara, bu cevaplar öngörülmüşken adayın davacının

    verdiği bu cevaplara bu not adil midir bunu denetleyeceğim diyor. Dolayısıyla, bu senin görevin diyor. Öyle ben

    yaptım, olmadı, cevap vermedi olmaz, senin bunu denetlenebilir halde yapman lazım ve denetime de tabi olman

    lazım diyor. Bu nereden geliyor? Bakın Anayasa 125, 2577 sayılı Kanun ve saire, bunların hepsi hukuk devleti

    ilkesinin pozitif hukuka geçmiş görünümleri olarak, yargısal denetimi düzenleyen maddeler. Tam olarak soyut bir

    ilkeden yola çıkarak somut bir uyuşmazlığı çözmüş. Sözlü sınav denetime tâbi olur mu, olmaz mı? Fransa öğrenci

    sınavlarının yargı denetimine tâbi olmayacağını kabul ediyor. Biz Fransa’dan daha hukuk devletiyiz bu konuda.

    Hocanın takdirine karışılmaz diyor. Sonuçta niye? Çünkü hoca genel olarak tavrına, genel olarak merakına, genel

    olarak yaklaşımına bakmıştır ve sadece objektif ölçülerle değerlendirilemeyecek nitelikler nedeniyle not vermiştir

    diye kabul ediyor. Bizim sistemimiz, hayır objektifleştir diyor. Niye? Belki de bizim sistemimizde çokça kayırma

    sistemi olduğu için. Orada daha fazla hizmete uygun olabileceği düşüncesi olduğu için. Pek de aynı fikirde değilim.

    Fransa’da da beşik ulemalığı sitemi var. Mesela Sorbonne’daki hocalara bakıyorsunuz; dedesi hoca, oğlu hoca,

    torunu hoca. Orada da ne kadar objektif gitmiş belki tartışılabilecek bir boyutu olabilir ama belki de üç kuşak da

    çalışkan kimselerdir, günahlarını almayalım. Ama sonuçta oradakinden daha gelişmiş bir yargısal denetim anlayışı

    var. Yani hoca zayıf not veriyorsa, bunun açıklanabilir ve denetlenebilir olması lazım. Bunu mahkeme denetletecek.

    İlginizi çekerse 1940’lı yıllarda Hukuk Birincileri ismiyle çıkmış hukuk fakültesinin dört sene üst üste çıkmış bir

    yayını var. Orada, hocalar her sene, her dersten en iyi notu almış öğrenciyi, niye en iyi notu aldığını, cevap kâğıdı

    ilke birlikte değerlendiriyor. İçlerinde sonradan çok meşhur olmuş öğrenciler var. Öğrenciler arasında mukayese de

    yapıyor. Nasıl yapıldığını görmek için ilginç olabilir. Öğrencinin fotoğrafını ve cevap kâğıdını koymuş, arkasına da

    dersin hocasının mütalaasını koymuş. Dolayısıyla, hukuk devleti ilkesinin bir sözlü sınavın yargısal açıdan

    denetlenebilir olup olmaması meselesine ilişkin doğrudan nasıl nokta atışı yaptığını bu kararda görüyoruz.

    2) Bakın başka bir kararda7 Anayasa Mahkemesi, vergi indirimi ile ilgili bir problemi gündeme almış, geriye

    yönelik yürürlük kazanıp kazanamayacağı problemini gündeme almış. Gelir Vergisi Kanunu’nda bir değişiklik

    yapılmış. Değişiklikle ortaya çıkan durum, geriye yürüme sayılır mı sayılmaz mı? Yeni düzenlemeler geriye

    yürümez ama bir şey ne zaman geriye yürür sayılır ne zaman sayılmaz problemi var. Mesela şöyle bir örnek alalım

    diyelim ki gençlere 4 yıl iş kurdukları takdirde 4 yıl vergi almayacağım diye bir düzenleme yapmış idare, teşvik

    olsun diye, genç girişimcileri özendirsin diye. Birisi de bunu hesaplıyor işte buradan 10.00 lira kazansam, 3000-

    4000 vergiye gidecek halbuki böyle bir imkandan yararlansam bana kalacak. Gireyim borç alayım, 4 sene sonunda,

    zorunlu harcamalarımı düştükten sonra 20.000 birikir, ondan sonra da istediğim başka bir işe girebilirim diye

    düşünüyor olabilir. İkinci sene bu teşviki kaldırsa, genç girişimcilere 26 yaşından daha küçük girişimcilere

    getirdiğim vergi indirimini kaldırıyorum. Bundan sonrakiler için artık bu indirim yok dendiği zaman bu iki sene

    önce girişimde bulunmuş kişi için geriye yürüme sayılır mı şimdi başlayacaklar için ya niye kaldırdın ben de

    başlayacaktım diyenler için hak ihlali olabilir mi? Mesela burada diyebilirsiniz ki şu anda ikinci senesinde olanlar

    için haklı bir beklentisi var onun iki sene daha bu indirimden yararlanması lazım, bu kanun ona uygulanmaz. Bu,

    ancak yeni yararlanmak isteyip de başvuranlar olursa, onlara yok sana daha 4 senelik vergisiz iş kurma teşviki yok

    demek gibi ince bir bakış gerektirir. Bakın burada da böyle bir şey olmuş:

    “Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk Devleti olduğu belirtilmektedir.” Bakın hep

    ‘hukuk devleti olduğu belirtilmektedir’i esasa alıyor. Bizim 2. maddemiz biraz giydirilmiş bir madde. Sadece hukuk

    devleti demiyor.: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına

    saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir

    hukuk Devletidir.” Anayasa Hukuku’nda tartışacaksınız, bu demokratik, laik sosyal olmak da hukuk devletinin içinde

    7 AYM, E. 2007/44, K. 2009/148, T. 15.10.2009.

  • 13

    mi değil mi, niye bir daha vurgulamış. İçinde olanları mı vurgulamış diye tartışılıyor. Ama bazı tercihlerini

    vurguluyor, mesela Atatürk milliyetçiliği. Bizim devletimizin kuruluşu bakımından önem taşıyan bir vurgu. Mesela

    hukuk devleti evrensel bir kavram olduğu için, Fransa için Atatürk milliyetçiliğine bağlı olmak diye bir şey yok.

    Dolayısıyla bu bize özgü bir şey, hukuk devletinin bir girdisi değil. Ama demokratik, laik, sosyal olmak meselesi,

    Anayasa Hukuku’nda tartışacağınız bir kavram. Ama dikkat edin Anayasa Mahkemesi bu giydirilmiş 2. maddedeki

    diğer unsurlar dışında, hukuk devletini ön plana çıkartıyor önündeki davalar bakımından. Anayasa’nın 2. maddesinde

    Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır diyor. Laiklikle ilgili bir problem olsa buna

    dayanacak, Atatürk milliyetçiliği ile ilgili bir problem olsa bunu vurgulayacak. Ama genel olarak onlar, hukuk devleti

    kavramının etrafında, Türkiye’ye özgü olarak vurgulanmış, konulmuş unsurlar. Esas ana özü hukuk devleti. Evrensel

    olanı, hukuk devleti olmak. Çünkü sosyal devlet niteliğinde olmayan hukuk devleti iddiaları var, laik olmayan hukuk

    devleti iddiaları var, demokratikliği ele alma bakımından hukuk devletinin farklı görünümleri var. Dolayısıyla, bu,

    ülkemizin kurucu anayasa koyucusunun önem verdiği hususları vurguladığı bir hukuk devleti tanımı ama buradaki

    kararla esas alalım. Gelir vergisi ile ilgili. “...Hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına

    dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek

    sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı

    denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu

    bilincinde olan devlettir.” Bakın, ne müthiş bir açıklama. Dikkat ederseniz, kavramın hareketli ve iceberg kısmını

    gösteriyor. Olay ve ilgili unsurlarını ön plan çıkartıyor. Bakın eylem ve işlemleri hukuka uygun olacak, özgürlükleri

    koruyacak güçlendirecek, adil bir hukuk düzeni kuracak geliştirecek, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan

    kaçınacak, hukukun üstün kuralları ile kendini bağlı sayacak, yargı denetimine açık olacak. Bu son cümle de çok

    vurgulayıcı: “…yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu

    bilincinde olan devlettir.” Dehşetli bir şey. Yani sen kuralı koyuyorsun ama öyle keyfi de koymuyorsun. Bir kere bu

    bilince dön. Sen bu kuralı koyarken, Anayasa ve hukukun genel ilkellerine, temel hak ve özgürlükleri korumaya,

    güçlendirmeye, geliştirmeye idarenin yargısal denetimine tâbi olma fikrinden hareket ederek bu kuralı koyuyor

    olmak lazım. Ben de bu açıdan bakıyorum senin koyduğun kuralın hukuka uygun olup olmadığına diyor. “…Hukuk

    güvenliğinin sağlanması, hukuk devletinin ön koşullarındandır.” Güvenlik, yani ne olacağını bilmem lazım

    bugünden yarına. Bugün bir şey yapıyorsam sonucunu beş sene sonra alacaksam, beş sene sonra değişmemesi lazım.

    Mesela, şimdi siz daha mezun olmadan %90 ihtimalle avukatlık sınavı getirilecek. Sizin için hukuk güvenliği-hukuk

    devleti bunu tartışıyor olabilmeniz lazım. Bu sınava tâbi olacak mıyım olmayacak mıyım endişesi taşıyor olmanız

    lazım. Hukuk devletini burada bitirdik. ‘Hukuk devleti öğrencilerin kendilerini geliştirmek için canla başla çalışacağı

    bir devlettir.’ diye ben de ekleyeyim. Mutlaka derste hocanın anlatasına bağlı olmayan, kendisi bu kavramlara ilişkin

    gece gündüz çalışsan, hoca anlatmasa bile bunun ne olduğunu anlamaya çalışan öğrencilerin bulunduğu bir devlettir.

    İkna edici oldu mu?