2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu...

137
ÇANKIRI KARATEKİN ÜNİVERSİTESİ Edebiyat Fakültesi TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI Bülteni (Bulletin of Turkish Language and Literature) Editör Yrd. Doç. Dr. Mehmet Turgut BERBERCAN 2013-I

Transcript of 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu...

Page 1: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

ÇANKIRI KARATEKİN ÜNİVERSİTESİ

Edebiyat Fakültesi

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

Bülteni

(Bulletin of Turkish Language and Literature)

Editör

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Turgut BERBERCAN

2013-I

Page 2: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

ÇANKIRI KARATEKİN ÜNİVERSİTESİ

Edebiyat Fakültesi

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI Bülteni

(Bulletin of Turkish Language and Literature)

2013-I

Kurucu:

Ömer Çakır

Editör:

Mehmet Turgut Berbercan

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÜLTENİ ULUSAL HAKEMLİ BİR BÜLTENDİR HAZİRAN VE ARALIK DÖNEMLERİNDE OLMAK

ÜZERE YILDA İKİ KEZ YAYIMLANIR

Çankırı 2013

Page 3: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

3

Hakem ve Yayın Kurulu Doç. Dr. Ömer ÇAKIR

Doç. Dr. Nesime CEYHAN AKÇA Yrd. Doç. Dr. Mümine ÇAKIR

Yrd. Doç. Dr. Münteha GÜL AKMAZ Yrd. Doç. Dr. Münir CERRAHOĞLU

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Turgut BERBERCAN Yrd. Doç. Dr. Abdulselam ARVAS

Yrd. Doç. Dr. Şerife ÖZER Yrd. Doç. Dr. İbrahim AKYOL

Editör Yrd. Doç. Dr. Mehmet Turgut BERBERCAN

Yazı İşleri Başkanı

Okt. Kazım ÇANDIR

Düzelti Arş. Gör. Esma ACAR

Arş. Gör. Cihan CAKMAK

ÇKÜ Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

Ballıca Kampusu 18100 Merkez/Çankırı – TÜRKİYE

Tel.:+90 376 254 12 66 (dahili 5153) Belgeç.:0(376) 218 11 46

E-Posta: [email protected]

Page 4: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

4

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÜLTENİ Sayı: 2013-I

-İÇİNDEKİLER-

Mehmet Turgut Berbercan, Sunuş, s. 6

Derya Gürten, Milli Mücadele ile İlgili Hikayelerde Kadın, s. 8

Gizem Topçu, Mektup Anlatım Tekniği Açısından ‘Bir Kadın Düşmanı’ ve ‘Beyaz Selvi’ Romanlarının İncelenmesi, s. 21

Ömer Benlioğlu, Abdürreyim Altanlı’nın Şiirlerinde Komünizm Teması,

s. 30

Ümran Yüksel, Dede Korkut Hikayelerinde Cümle Yapıları, s. 38

Gonca Kaleoğlu, Bâkî Divânı’nda Telmih Sanatı, s. 45

Mesut Öztürk, Türkistanlı Bir Muhacirin Hatıraları ve Şiirleri, s. 53

Mesut Soylu, Mehmed Enisi Yalkı’nın ‘Alman Ruhu’ Adlı Kitabına Edebiyat Tarihi Açısından Bir Bakış, s. 59

Mustafa Bostan, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Romanında Birinci Dünya

Savaşı’nın Akisleri, s. 68

Samet Yıldırım, Unutulan Savaş Kore ve Unutulan Kore Savaş Mektupları, s. 74

Yunus Emre Çakır, Anonim Bir Fütüvvet Risalesi, İnceleme ve Metin,

s. 81

Tevfik Çil, Çankırı Bölgesi Efsaneleri, s. 97

Page 5: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

5

İbrahim Serdal Söylemez, Necip Fazıl Kısakürek’in Hikâyelerim Adlı Eserindeki Mektup Hikâyesinin İncelenmesi, s. 101

Ayşenur Akçay, Samsun Çarşamba Bölgesinin Düğün ve Kına Adetleri

Çarsamba Yöresinin Genel Folklorik Özellikleri, s. 110

Elif Nizamoğlu, Elif Şafak, “Aşk” Romanında Mektup, s. 114

Emine Çelebi, Türk Edebiyatında Münacat ve Şefik Aşıkoğlu’nun Münacatı, s. 121

Emrah Aksu - Resul Ataş, Mela Ahmed-i Cızîrî’nin Divan’ında Tasavvuf

ve İnsana Genel Bir Bakış, s. 128

Dergi Yayım İlkeleri, s. 136

Page 6: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

6

SUNUŞ

Çankırı Karatekin Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün bir yayını olarak ilk sayısını çıkardığımız “Türk Dili ve Edebiyatı Bülteni”ni Türk dili, kültürü ve edebiyatı alanına ilgi duyan siz okuyucularımıza sunmanın büyük kıvancını duymaktayız.

Bültenimiz, Türk dili ve edebiyatı alanında, özellikle Türkoloji eğitimi alan lisans ve lisansüstü öğrencileri tarafından hazırlanmış derleme, inceleme ve araştırma yazılarını yayınlama hedefi güden akademik bir dergi hüviyeti taşımaktadır. Öncelikli amacımız, lisans öğrencilerini akademik çalışma yapmaya sevk etmektir. Böylece, eğitimini aldıkları “Türk dili ve edebiyatı” alanında bir araştırmacı olarak çalışmayı öğrenecek, tahsil hayatları süresince edindikleri bilgileri, öğrendikleri araştırma yöntem ve teknikleriyle kullanarak yeni bilgiler elde edecek ve her biri bilime, mevcut bilgi birikimine katkı sağlayan fertler olmak yolunda ilk adımı atacaktır. Okuduğunu ezberleyen, öğrendiğini unutan değil; okuduğunu düşünen, öğrendiğini uygulayan bir nesil için bu bülten vasıtasıyla belki de Türkiye’de bir ilk gerçekleştirilmiştir. Öğrencilerin düşüncelerine müdahale etmemek suretiyle, onları tamamen özgür bırakarak, hazırladıkları mezuniyet tezlerinden, 8-9 Mayıs 2013’te Çankırı Karatekin Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü olarak düzenlediğimiz “I. Türk Dili ve Edebiyatı Öğrenci Sempozyumu”nda sunulan bildirilerden, Türk dili ve edebiyatı alanı içerisinde ilgi alanlarına giren çeşitli konulardan birer makale çıkarmaları istenmiştir. Sonuçta, Türk dili ve edebiyatı anabilim dalına ait filoloji, edebiyat, halkiyat gibi sahaların muhtelif cepheleriyle ilgili konulardan bir çok değerli çalışma elde edilmiş, çalışmaların okuyucuya sunulmasına işte bu hedefin ışığında ortaya konulmuş bir gayretin ürünü olan bu bülten vasıta edilmiştir.

Hedefimiz bültenimizi periyodik olarak her yıl, haziran ve aralık dönemlerinde olmak üzere iki sayı çıkarmak ve sadece Çankırı Karatekin Üniversitesi öğrencilerinin çalışmalarının yer aldığı bir bülten olmayıp herkesçe bilinen, tanınmış bir uluslararası dergi seviyesine ulaştırmaktır.

Page 7: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

7

Bültenimizin yayınlanmasında, desteğini bizden esirgemeyen rektörümüz sayın Prof. Dr. Ali İbrahim Savaş ve Edebiyat Fakültesi dekanı sayın Prof. Dr. Mehmet Beşirli başta olmak üzere, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyeleri ve elemanlarına, öğrencilere teşekkür etmeyi keyifli bir vazife saymaktayız.

Editör Yrd. Doç. Dr. Mehmet T. BERBERCAN

Page 8: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

8

MİLLİ MÜCADELE İLE İLGİLİ HİKAYELERDE KADIN

Derya GÜRTEN

Giriş: Milli Mücadele’nin Tarihi Cephesi ve Türk Edebiyatındaki Akisleri

I. Milli Mücadele’nin Tarihi Cephesi

Mondros Mütarekesi’nin 30 Ekim 1918’de imzalanmasının ardından Birinci Dünya Savaşı son bulmuştur. Fakat mütarekenin ağır şartları Osmanlı’nın dağılmasına neden olacak hükümler içermektedir.

“Mühim stratejik noktaların işgaline, demiryollarının kontrolüne müsaade edilmiştir ki Osmanlı silahlı kuvvetleri istenilen miktara indirildikten sonra memleket avuç içine alınacaktı. Altı vilayet hakkındaki kasıtları da açıkça seziliyordu.”1

İngiliz ve Fransızlar bu mütarekeyi kendi istekleri doğrultusunda yorumlayarak ülkenin çeşitli bölgelerinde işgallere başlamıştır. Bilhassa İstanbul ve Çanakkale gibi İtilaf devletlerinin iştahını kabartan bölgeler tehlikedeydi. Ülke içindeki karışıklıklar da bu işgalleri kolaylaştırmaktadır. Ülkenin işgaline göz yummak istemeyen liderler bunun için halkın desteğini almak amacıyla çalışmalara girişmiştir.

Müttefik Devletler 8 Aralık 1918’de İstanbul’da askeri bir idare kurarlar. Meclis-i Mebusan kapatılır. Padişah Vahdettin ve hükümet, İngilizlere yakın bir tavır gösterirler. Bu belirsiz ve karışık atmosferde ülkede yıkıcı ve zararlı cemiyetlerle, işgalden korunmayı ve toprakları muhafazayı amaçlayan milli cemiyetler kurulur. İstanbul’daki işgaller karşısında halkı bilinçlendirerek organize olmayı ve topraklarını kurtarmayı amaçlamışlardır.2

“Direnme fikri İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden sonra kuvvetlenmeye başlamış, 19 Mayıs’ta Anadolu’ya ayak basan Mustafa Kemal bu fikrin meş’alesini yakmıştır. Onu ileriye atan etkenlerden biri de millette gördüğü uyanmadır ki buna (milli intibah) demiştir.”3

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 4. Sınıf Öğrencisi. [email protected] 1 Fahri Belen, Askeri, Siyasal, Sosyal Yönleriyle Türk Kurtuluş Savaşı, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1973, s. 15. 2Nesime Ceyhan, Bağımsızlığın Unutulmaz Sayfaları, Milli Mücadele Hikayeleri, Selis Kitaplar, İstanbul 2009, s.14. 3 Belen, a.g.e., s. 49.

Page 9: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

9

İzmir bölgesinde silahı ile direnenlere Kuvayi Milliye (milli kuvvetler) adı verilmiştir. Bu ad, bütün milli hareketleri kapsamıştır. Kuvayi Milliye, İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinden bir süre sonra kurulmuştur. Bu kuruluş çetin şartlar içerisinde, plansız ve programsız bir şekilde oluşmuştur. 4

Cemiyet ve kongre tipi örgütlenmeler, Osmanlı hükümetinin kontrolü dışında seçim ve temsil ilkelerine dayanan yeni bir yapılanma ve siyasallaşma getirdi. Osmanlı hükümeti teslimiyeti savunurken, kongrede direniş fikrinin öne çıkması halkı giderek İstanbul’dan uzaklaştırmıştır.5

Mustafa Kemal Paşa’nın çalışmaları, kurduğu düzenli ordu neticesinde milletin bağımsızlık arzusunu harekete geçirmiş, 1919-1920 yılları boyunca halkla birlikte düşmanın ilerleyişini durduran Kuvayi Milliye hareketinden başka milli ve düzenli orduların kurulmasıyla daha sistemli bir savunmaya geçilmiştir. Kuvayi Milliye’nin açmış olduğu Ödemiş, Ayvalık, Soma, Akhisar, Salihli, Aydın cepheleri ile güney cephelerindeki faaliyetleri yanında Maraş, Urfa, Antep savunmaları Kurtuluş Savaşı’nın önemli sayfalarını oluşturur. Düzenli ordunun kurulmasından sonra ise Birinci ve İkinci İnönü Savaşları (6-10 Ocak 1921-26 Mart-1 Nisan 1921), Kütahya-Eskişehir Savaşları (14-15 Temmuz 1921), Sakarya Savaşı (23 Ağustos-13 Eylül 1921), Büyük Taarruz (26 Ağustos 1922), Dumlupınar-Başkomutanlık Meydan Savaşları (30 Ağustos 1922) gerçekleşmiştir.6

Türk milleti için bu savaşlar zafer tarihinin yazıldığı dönemi kapsamaktadır. Uzun yıllar bu savaş için çalışmış, kendilerine yeni bir hükümet, yeni bir ordu oluşturmuş adeta yeni bir ülke var edilmiştir. İstanbul hükümeti gibi kendilerine verilen topraklarla yetinmemiş; hakkı olan, zaten bize ait olan bu toprakları kurtarmayı başarmıştır. İtilaf devletlerinin ayakları altında ezilen toprakları geri almışlardır. Birinci Dünya Savaşı dahilindeki Çanakkale Zaferi’yle başımızı yerden kaldırmaya başladığımız savaşlar, Kurtuluş Savaşı ile son bulmuştur.

Lozan Antlaşması’yla yeni bir Türk devleti resmen oluşmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nda aldığımız yenilgilerin lekesi temizlenmiştir. Türk milletinin birliğinin, dayanışmasının, yardımlaşmasının neticesinde bugün bu topraklar üzerinde vatanımızda hür bir şekilde yaşamaktayız. İtilaf devletlerinin İstanbul- Ankara hükümetleri arasında çıkarmaya çalıştığı ayrımcılık işe yaramamış, Türk milleti 1919’da başlayan mücadelesinden 1922 yılında alnı açık bir şekilde çıkmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ni tüm dünya bu savaştan sonra tanımıştır.

4 a.g.e., s. 49. 5 Cevdet Küçük, ‘‘Milli Mücadele’’, İslam Ansiklopedisi, C.30., TDV Yay., İstanbul 2005, s.77. 6 Ceyhan, a.g.e., s.17.

Page 10: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

10

II. Milli Mücadele’nin Türk Edebiyatındaki Akisleri Türk milleti topraklarından atılmış, Balkan Savaşları’ndan sonra Anadolu’ya

sığınmak zorunda kalmıştır. Anadolu artık Türk milletinin vatanı, üzerinde yaşadığı toprağı olmuştur. O güne kadar kayıplar yaşayan devletin artık toprak kaybetmemesi ve yaşadığı toprağa sımsıkı sarılması gerekmektedir. Bunun için ilk hedef halkın bilinçlendirilmesi olmuştur. Bu dönemde halkı uyandırmak ve ayaklandırmak için Anadolu’ya açılma gerçekleşmiş; propagandalar, mitingler, söylevler yapılmıştır.

Kurtuluş Savaşı, Türk milletinin yeniden var olma, hayatta kalma, kendi toprağını yaratmanın savaşıdır. Bunun için tüm millet birlik olacak ve dayanışma içinde yoluna devam edecektir. Herkes kendine düşen görevi bu dönemde yapmak zorundadır. Eli silah tutan cepheye gidecek, kadınlar kabuklarından çıkıp askerine yardım edecek ve eli kalem tutanlar da hislerini yansıtacaktır. Bu dönemin edebiyatçıları hem o dönem insanını heyecana, coşkuya getirecek eserler vermeli, hem de gelecek nesillere o dönemi anlatan kaynak bırakmalıydılar. Nitekim dönemin edebiyatçıları bunu gerçekleştirmek için harekete geçmiştir. Bunun için basının desteği de kuşkusuz gereklidir.

“… Türk milleti Atatürk’ün ışıklı yolundan giderek düşmanlarla savaşa girişti ve bir Kurtuluş Savaşı başladı. Cephelerde silah ile kurtuluş uğrunda can verenlerle beraber onların arasına karışan, Türk san’atkarları da vardı. Kılınçla beraber fikir de his de yürüdü. Türk edipleri, Türk şairleri de kalemlerini bırakmadılar, onlar da his gazileri oldular.’’7

Osmanlı Devleti savaşlar silsilesinde boğuşurken ekonomisi de zayıflamıştır.

Ayrıca itilaf devletlerinin İstanbul basınına uyguladığı sansür eklenince halka ulaşmak bir adım daha zorlaşmıştır. Bunun için Anadolu basını bu görevi üstlenmiştir.

“ Anadolu’da güçlenen direnişle beraber sesi daha güçlü çıkan basın, bir süre sonra İstanbul basınına karşı da mücadele etmek zorunda kalacaktır. Anadolu basını Milli Mücadele’nin duyurulmasında, güçlendirilmesinde ve meşruluk kazanmasında önemli bir katalizör görevi üstlenecektir. Ekonomik güçlerin basına yansıyan ayağında kağıt, mürekkeb yetersizliğinden ambalaj kağıtlarına basılan gazetelere kadar

7 Enver Behnan Şapolyo, Kurtuluş Edebiyatı Tarihi, İnkılab Kitabevi, İstanbul 1938, s. 4.

Page 11: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

11

birçok güçlükle karşılaşılmıştır. Kitle iletişim araçlarının da o dönemdeki yetersizliği göz önüne alınırsa mücadelenin boyutları ve büyüklüğü anlaşılabilir.”8

Milli mücadele döneminde edebiyatçıların en büyük malzemesi kuşkusuz ki

harp olmuştur. Şair ve yazarların şahsi görüşleri ne olursa olsun millete yönelik bir edebiyat oluşturma çabasına girişmiştir. Bunun için ise realite önemli bir husus olmuştur. Edebiyatçılar eserlerini oluşturmak için Anadolu’ya yönelip savaş meydanlarına inmişlerdir. Halide Edip ve Yakup Kadri başta olmak üzere savaş alanında edebiyatçılara rastlanılmaktadır. “Bu dönem yazarları arasında bilhassa Halide Edip ve Yakup Kadri bize büyük eserler bırakırlar. Yakup Kadri çeşitli yazılarında bu devrin bir destan edebiyatı olduğunu ifade eder. Bu bir yeniden dirilişin efsanesidir.”9

“İstiklal Savaşı vatan edebiyatı romantik bir alemin tasavvuru değil, realist bir görüşün canlı bir ifadesi olmuştur. Felaketi hissetmiş ve nihayet derdini milli acılar, samimi ve riyasız bir şekilde birer sanat eseri olarak belirtilmiştir. Bu sebepledir ki, bu devrin edipleri bir mihver altında birleşerek sosyal bir acıyı terennüm ederek yeni bir devir yaratmışlardır…”10

Şiir edebi türler içinde insanı coşturacak, heyecana getirecek önemli bir

türdür. Ayrıca diğer türlere göre daha pratik yazılmasıyla da dönem içinde kullanılan bir tür olmuştur. Milli duyguları öne çıkaran coşku içerikli şiirler sanat gayesi güdülmeden halka dönük olarak yazılmıştır. “Hürriyet ve istiklaline aşık bir millet nasıl olur, bu şiirler buna şahittir.”11

Milli Mücadele, Türk milletinin var oluşunun mücadelesiydi. Yeni bir hükümet kurulmuş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı dünyaca tanınmıştır. Yeni kurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır. İstiklal Marşı 12 Mart 1921’de kabul edilmiş ve ertesi günü gazetelerde yayımlanmıştır.

8Tülay Yılmaz, Hayat Tarih Mecmuası: Milli Mücadele Dönemi Yazıları 1965-1975, Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İstanbul 2008, s.1. 9 İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergah Yay., İstanbul 2007, s.494. 10 Enver Behnan Şapolyo, İstiklal Savaşı Edebiyat Tarihi Nesirler ve Şiirler, Ak Kitabevi, İstanbul 1968, s.8. 11 Şapolyo, a.g.e., s.4.

Page 12: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

12

Ayrıca Milli Mücadele ve o ruhu en iyi yansıtan şiir Mehmet Akif’in “İstiklal Marşı”dır. Faruk Nafiz’in “San’at” şiiri de Milli Mücadele’yi anlatan en önemli şiirlerdendir.

Milli Mücadele döneminde çok fazla rağbet edilmeyen bir tür olsa da tiyatro türü de yer almaktadır. Tiyatro piyesleri isimlerinden de anlaşılacağı üzere savaş teması üzerine oturtulmuştur. 1919-1928 yılları arasında eski harflerle yayımlanan tiyatro temsillerinde ilk hedef öğreticiliktir.12

Savaş ortamında yazılacak en zor türlerden biri romandır. Roman yazmak uzun vakit aldığından onun yerini daha pratik türler almıştır. Fakat realite açısından roman, önem arz eder. Kimi yazarlar, kendi düşüncelerini oluşturduğu karakterlere emanet eder. Bu dönem içinde yazılan Halide Edip’in “Ateşten Gömlek” adlı eseri önemli bir yer tutmaktadır.

“Ateşten Gömlek, Sakarya ordusuna ithaf edilmiştir. Ordu, milli gücün birleştiği noktadır ve bu roman Sakarya Savaşı’nın destanıdır.”13

Halide Edip dışında roman türünde yazan bazı yazar ve birkaç önemli eseri şöyledir: Aka Gündüz “Dikmen Yıldızı”, Yakup Kadri “Kiralık Konak”, “Nur Baba”, “Hüküm Gecesi”, “Sodom ve Gomore”, Refik Halit Karay “İstanbul’un İç Yüzü”, “Ay Peşinde”, “Guguklu Saat” ve bunun gibi romanlar kaleme alınmıştır.14

Romanlarda savaş dönemi yoğun bir şekilde ele alınmamıştır. Tanzimat romanlarında olduğu gibi yanlış batılılaşma teması da görülmektedir. Karakterler baloya gider, Batılı tarzda yaşama özenirler. Bu tarz romanlarda mekan İstanbul’dur. İstanbul; zevk, eğlence içinde yaşarken Anadolu’da savaş hüküm sürmekte, sefalet gözlenmektedir. Kurtuluş Savaşı’nda ortaya çıkan İstanbul ve Ankara ayrımı romanlarda da görülür. İstanbul sosyal, siyasi, ahlaki yönden olumsuz bir atmosfere sahiptir.

Milli Mücadele dönemindeki hikayeler, Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı hikayelerine göre bazı farklılıklar içerir. O dönemlerde İstanbul içinde kalan hikayeciler Anadolu’yu dışarıdan gözlemektedir. Fakat Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’ya açılarak cephelere gitmişlerdir. Mekan olarak Antep, Adana, Uşak, İzmir, Bursa, Afyon gibi Anadolu’nun belli başlı şehirleri seçilmiştir. Yazarlar taşraya açılmayı başarmıştır.

Konu olarak savaş söz konusu olduğundan cephe, cephe gerisi, askerin kahramanlığı, fedakarlığı, esirlik, düşman zulmü, düşmana karşı mücadele etme gibi konular göze çarpar.

12Zeynep Şebnem Aldağ, Türk Tiyatrosunda Kurtuluş Savaşı (1918-1928), Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Balıkesir 2006, s. 306. 13 Enginün, a.g.e., s. 496. 14 Ahmet Kıymaz, Romanda Milli Mücadele (1918-1928 arası), Akçağ Yay., Ankara 1991, s. 275-280.

Page 13: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

13

Bu dönem içinde hikayeler üç şekilde tasnif edilebilmektedir: “Milli Mücadele’yi anlatan hikayeleri üç grupta değerlendirebiliriz: İlki Anadolu’daki vatan savunmasının anlatıldığı hikayeler; ikincisi Anadolu’da düşman askerlerinin Türk insanına yaptığı zulmü anlatan hikayeler; üçüncü grupta ise Anadolu mücadelesi yaşanırken İstanbul’daki asker yakınları ile ilgili hikayeler.”15

Hikaye karakterleri içerisinde kadın sayısının arttığı ve bu kadınların artık kafeslerinden çıkıp sokağa indikleri görülür. Kadınlar cepheye gitmiş, hastabakıcılık etmiş, cephe gerisinde savaşa yardımcı olmuşlardır. “…Birinci Dünya Savaşı şiirlerinde kızlar sakin ve hüzünlü, evde oturarak nişanlılarının dönüşünü beklerler. Kurtuluş Savaşı şiirlerinde onları çok etkin bir şekilde milli direnişe çeşitli yollarla katılırken görürüz...”16

Milli Mücadele dönemi içinde dikkat çeken iki yazar bulunmaktadır: Halide Edip ve Yakup Kadri. Mustafa Kemal ile dostluğu da bulunan bu isimler cepheye inmiş, Anadolu’yu kavrayan, gözlemleyen isimler olmuşlardır. Yunan mezalimi heyeti ile birlikte cepheye inen yazarlar gözlem yapmış ve bu gözlemleri doğrultusunda eser vermiştir.

Milli Mücadele döneminde millet var olmanın savaşını vermiştir. Anadolu’ya sıkışan millet artık topraklarını kaybetme korkusu duymaya başlamıştır. Bu yüzden herkes birlik olup bu savaşa girmiştir. Harbin kadrosu geçmiş yıllardaki savaşlara göre oldukça geniş bir mekana yayılmıştır. Edebiyatçıların da böyle bir atmosferde sessiz kalması mümkün olmamıştır. Kılıçla savaşan insanların yanlarına kalemleriyle girerek kamuoyu oluşturmaya çabalamışlardır. Edebiyatçıların ortak düşüncesi vardır, o da Türklük bilincidir. Servet-i Fünuncu olsun, Fecr-i Atici olsun yazarlar şahsi görüşlerini bir kenara bırakmış ve halk için bir edebiyat oluşturma yoluna gitmiştir. Eğer halk için bir edebiyat oluşturmak gerekiyorsa onların arasına karışmaları gerekmekteydi. Onlar bunu da yapmış, Anadolu’ya gelip cepheye girmişlerdir. Halkın arasından bir edebiyat oluşturuluyorsa onların dilini ve üslubunu benimsemeliydiler. Bunu da gerçekleştirmeyi başarmışlardır. Halk arasında halktan birisi gibi yazmışlardır. Artık aydın zümre ve halk ayrımı kaldırılmış, bir bütün olmuşlardır. Aynen Kurtuluş Savaşı’nda mücadele eden insanlar gibi. 15 Ceyhan, a.g.e., s.19. 16 Laurent Mignon, “Vuslattan Sonra: Cumhuriyet Devri Türk Şiirinde Aşk”, Hece Türk Şiiri Özel Sayısı, Sayı: 53-55, Mayıs-Haziran Temmuz 2001, s.345

Page 14: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

14

I. Milli Mücadele ile İlgili Hikayelerde Kadın 1. Yakınını Savaşa Gönderen Kadınlar 1.1.Şehit Karısı Olarak Kadın Peyami Safa’nın“Çakıllar” ve “Süngülerin Gölgesinde” adlı hikayelerinde

kadın karakterler şehit eşi olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat bu kadınlar mizaç olarak birbirine benzememektedirler.

“Çakıllar” adlı hikayede kadın, eşini muharebeye gönderen kadınlardan yalnız bir tanesidir. Hikayede kadın, bir hafta önce eşinin şehit olduğu haberini almıştır. Bu haberi bile tanıdıklarından birine gelen mektupla öğrenmiştir. Eşiyle dört yıl önce evlenmiş, bir yıl birlikte yaşadıktan sonra yeni doğan oğlunu göremeden eşi harbe gitmiştir ve geri dönememiştir. Kadın, gözü yaşlı bir şehit karısıdır. Her ne kadar çocuğu için ayakta dursa da için için üzüntüsüyle yaşamaktadır. Çünkü o aynı zamanda küçücük oğlunun annesidir.

“Süngülerin Gölgesinde” adlı hikayede kadın diğer hikaye karakterlerinden biraz daha farklı bir açıdan görülmektedir. Bu hikayede kadın karakterin ismi Behice olarak geçmektedir. Behice oldukça duygusal bir kadındır. O, bu duygusal yanlarıyla öne çıkmıştır. Eşi İhsan ne kadar vatan tutkunuysa, Behice de o kadar beşeri aşka tutkun bir kadındır. Kocasını yaralı olarak gördüğü haberini Şevket’in getirdiği gece Behice, İhsan’ın şehit olduğunu tahmin etmişti. Onun şehit olduğu düşüncesiyle o gece fenalaşarak bir baygınlık geçirmiştir. Bu baygınlığın ardından çok geçmeden toparlanmıştır. Eşinden haber getiren Şevket ile aralarında hemen bir kıvılcım oluşmuştur. Behice, henüz eşinin yasını tutamadan gönlünde yeni birine yer açmıştır. İstanbul’da Behice ve Şevket Anadolu’nun içinde bulunduğu kaybedilme tehlikesinden habersizce gezip eğlenmiştir. Behice ve Şevket üzerinden İstanbul’un Anadolu’ya uzak duruşu çıkarımında bulunabiliriz. Behice, hikayede sadece aşk ve sevgi karelerinde yer alır. Kadın, vatan kavramını aşkının zıttı olarak görür. Savaş içinde boğulan harp onun için sadece sevdiği erkekleri kendisinden ayıran bir kavramdır. Duygusal yanı, aşkı, sevgisi vatana karşı ağır basmaktadır.

1.2.Asker Yavuklusu Olarak Kadın Mustafa Necati’nin “Asil Ruhlar: Mehmet Onbaşı” ve İzzet Ulvi’nin

“Gözyaşı Değil Kan…” adlı hikayelerinde genç kızlar sevdiklerini harbe, vatan hizmetine uğurlamışlardır.

“Asil Ruhlar: Mehmet Onbaşı” adlı hikayede Fatma, Mehmet ile köyün sokaklarında karşılaşmıştır. Bu iki gencin yüreği o zamandan sonra birbirlerine sevdalanmıştır. Mehmet askerde olduğu altı yıl içerisinde Fatma’yla yatıp,

Page 15: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

15

Fatma’yla kalkmaktadır. Rüyalarında dahi hep Fatma’yı görmektedir. Hikayede genç kızı Mehmet’in bakış açısıyla, onun gözünden görmekteyiz. Genç kızın, Mehmet’in yavuklusu olması dışında bir vasfı hikayede yer almamaktadır. Kadın karakter yavukludur, sevgilidir. Mehmet, sevdiğinin hasretine dayanamayan bir askerdir.

“Gözyaşı Değil Kan…” adlı hikayede İlhan, Türk milletinin içinde bulunduğu durumdan memnun olmayan, ülkenin üzerindeki ecnebilerden son derece rahatsız, vatanına bağlı bir gençtir. Jale de İlhan’ın sevdiği kız olan Bebek’te bir yalıda yaşayan, ülkenin durumundan hoşnut olmayan bir genç kızdır. İlhan gibi o da ülkenin sürüklendiği yolda harap olmaktadır. İlhan, Milli Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya gitmek istiyordu. Bunu Jale ile konuştuğunda genç kızın ona karşı duyduğu kıymet bir kat daha artmıştır. İlhan, Anadolu’ya geçtikten sonra Anadolu’da ülkenin hizmeti için çalışan kadınları görünce o da Jale’yi vatana hizmet etmek için çağırmıştır. Jale de Anadolu’ya gitmeyi çok istiyordu, fakat hasta olan annesinin iyileşmesini beklemesi gerekmekteydi. Bu nedenle genç kız Anadolu’ya geçip vatana hizmette bulunamamıştır. Jale ile İlhan arasındaki fark ülkeye bakış yerlerinden kaynaklanır. İlhan savaş ortamını görmüştür. Ülkeye savaşın içinden Anadolu’dan bakar. Jale ise Boğaziçi’nde Bebek’teki yalısından ülkeye bakar. Yazar hikayenin başında daha bakış açılarındaki farkı dile getirmiştir. Hikayeden çıkan netice, yetişilen ortam, mizaç ve cinsiyet farkı vatana bakışı farklı kılmaktadır.

1.3.Nişanlısı Harbe Katılan Genç Kız Mustafa Nihad’ın “Tekrar Dirilenler” adlı hikayesinde Sabriye de Şevki gibi

yalnız bir genç kızdır. Babası dünyanın uzak bir köşesinde sefalet içerisinde ölmüş, beş parasız kalmış ve yaşlanmış bir annesiyle geçim derdine düşmüştür. Hayatta kalmak ve annesine bakmak için çabalamaktadır. Şevki ile Sabriye nişanlandıktan sonra Şevki harbe gitmiştir. Geçen iki yıl içinde Şevki’nin şehit olduğu haberi yayılmıştır. Zavallı genç kız üzüntüsünden güçsüz düşmüştür. Fakat Şevki’nin şehit olmayıp yanlış bir haber yayıldığını öğrenince hayatlarına devam etmişlerdir. Şevki’yi iki yıl kaybetmiş, sonra da bu süre sonunda ona tekrar kavuşmuştur. Sabriye baskın bir karakter değildir. Şevki’nin ismi geçen nişanlısı olması dışında hikayede başka bir vasfı yoktur.

1.4.Babası Harbe Katılan Kız Peyami Safa’nın “Süngülerin Gölgesinde” adlı hikayesinde Mübeccel, İhsan

ve Behice’nin kızıdır. Mübeccel, babasını altı yıl içinde sadece birkaç kez görmüş

Page 16: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

16

olan bir küçük kızdır. Onun babasına olan uzaklığı evine gelen yabancı, asker kıyafetli erkekleri bile babası zannetmesine neden olmuştur. Uzun süreler onu görmemesinden dolayı babasının yüzünü unutmuştur. Babasının yokluğunda annesiyle birlikte yalnızlığa alışmış bir çocuktur.

2. Çeşitli Görevlerle Savaşa Katılan Kadınlar 2.1. Savaşın Ardından Anadolu’yu Gözlemleyen Halide Edip Halide Edib’in “Himmet Çocuk” adlı hikayesinde Anadolu’da

gözlemlediklerini yazmıştır. Milli Mücadele döneminde yazarlar devlet tarafından görevlendirilerek Anadolu’ya gözlem yapmaya, ülkenin durumunu tespit etmek için gönderilmektedir. “Himmet Çocuk” adlı hikayede de Halide Edip, Anadolu gerçeğini yazan bir yazar olarak karşımıza çıkar. İstanbul gazetecileri facia üzerinde inceleme yapıp, ajansla Türk’ün felaketini dünyaya bildireceklerdir. Halide Edip de düşmanın zulüm raporunu yazacaktır. Gazeteciler kamuoyu yoluyla felaketi yayınlayacak, Halide Edip de felaketi yazarak o günlerin acı dolu izlerini gün yüzüne çıkaracaktır.

2.2. Hastabakıcı Kadın Halide Edip “İlk Görünüş” adlı hikayede yine Anadolu topraklarında

gözlemlediklerini aksettirmiştir. Bu kez yazar Halide Edip, hastabakıcı olarak yaşadıklarını gözlemci bakış açısıyla kendi ağzından anlatmıştır. Kendi gözüyle ilk önce hastaneleri, hastabakıcıları ve hastaları tanıtmıştır. Anadolu’nun bu acı günlerine bizzat şahit olmuştur. Karış karış Anadolu’yu dolaşmaktan korkmamıştır. Diğer kadınlar gibi annelik, zevcelik vasıflarıyla karşımıza çıkmamıştır. O, yüzünü ülke gerçeğine çevirebilmiş, vatan için fedakarlıklar yapması gerektiğinin bilincinde bir kadındır.

3. Düşman Zulmüne Uğrayan Kadınlar Peyami Safa’nın “Hınç”, İzzettin Ulvi’nin “Alsancak”, Hakkı Süha’nın

“Muzaffer Ölüler”, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Issız Köy ve Dilsiz Kız”,“Muhacir Kerim Ağa”, “Teslim Teslim”, Halide Edip’in “Emine’nin Şehȃdeti”,“Vurma Fatma”, Falih Rıfkı’nın “Kasaba Harabelerinde” adlı hikayelerindeki kadın ve genç kız karakterleri düşman tarafından çeşitli eziyetlere uğramış karakterlerdir.

Page 17: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

17

Peyami Safa’nın “Hınç” adlı hikayesinde kadın karakterler bir anne kızdır. Yunanlılar Karahisar’daki evini basarak babasını ve kardeşini öldürmüştür. İsminden de anlaşıldığı gibi hikaye kadının intikamı üzerine kuruludur. Ne kadar zaman da geçse kadının içindeki kocasının ve evladının acısı dinmemiştir. Kadın, esiri kendi elleriyle hükümet dairesinde tüm engellemelere rağmen öldürür.

İzzettin Ulvi’nin “Alsancak” adlı hikayesinde düşman zulmüne uğramış vatanperver kadın, Zeynep yer almaktadır. Zeynep, Söğüt’ün Gündüz Bey köyünden Karakeçili yörüklerindendir. İki kızı ve bir de askerde olup haber alamadığı zevcesi Satılmış vardır. Kocası askerde düşmanla mücadele ederken kadın, tarlada çalışarak çocuklarına bakıyordu. Düşman, köyüne baskın yaptığı sırada o yine tarladadır. İki kızı ve köy ahalisi düşman tarafından katledilmiştir. Hikayenin sonunda onu orduya katılmış kahraman Türk kadını olarak görürüz. Zeynep de bilinçli kadınlardandır. Evlatlarının yasını ağlayarak değil, onların intikamını alarak yaşamıştır.

Hakkı Süha’nın “Muzaffer Ölüler” adlı hikayesinde Nihal ince yapılı, müstesna güzelliğe sahip bir kadındır. Sevdiği adamın dört yıl düşmanla kavgasını beklemiş, dönünce de evlenmişlerdir. Nihal, Nihad’ın eşi olarak karşımıza çıkmaktadır. Eşini oldukça severek evlenmiştir. Onların arasındaki bu aşk, hikayenin konusunu oluşturur. Kadın karakter erkeğin bakış açısından anlatılmaktadır. Nihad, sevdiği kadının namusunu korumak ve kollamakla görevlidir. Karısına olan aşkı o kadar derindir ki onun cansız bedenine bile dokunulmasından korkarak sevdiğinin ruhsuz bedenini kuyuya atmıştır. Kendisi de olaya duygusal açıdan yaklaşarak ardından intihar etmiştir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Issız Köy ve Dilsiz Kız” adlı hikayesinde genç kıza Alaşehir’e giden yol üzerinde ıssız bir köyde rastlanmıştır. Üzerine geçirdiği paçavralar ile sallanarak insanlardan kaçmaktadır. Köyde bu genç kızdan başka hiç kimse bulunmamaktadır. İnsanlardan duyduğu korku ve konuşma yetisini kaybetmiş olmasından genç kızın başından talihsiz bir olay geçirdiği sonucu çıkarılabilir. Savaşın en acı izlerini ardında kalanlar hala taşımaktadır.

“Muhacir Kerim Ağa” hikayesinde Kerim Ağa ve ailesi Rumeli’den İstanbul’a oradan da İzmir’e ardından Manisa ve oraların da işgaliyle Orta Anadolu’nun ücra bir köyüne göç etmiştir. İki kız ve üç oğul sahibidir. Elli yaşına basmadan da üç torun sahibi olmuştur. Her göç ettiği yerde bu büyük ailesinden kayıplar vermiştir. Karısının altınları düşman tarafından alınmış, kızın mahmudiyelerini, yatak ve yorganlarını çalmışlardır. Kızı da işgal sırasında birçok eziyete uğramıştır. Yalnız o değil, köyün birçok kadını ve genç kızı böyle bir düşman zulmüne maruz kalmıştır.

“Teslim Teslim” adlı hikaye Şevki Efendi isimli bir kasabalının gördüklerini anlatmasından oluşmuştur. Kasaba düşman askerleri tarafından yakılıp yıkılmıştır.

Page 18: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

18

Kasaba halkından beş on kişi kurtulmak umuduyla bağın önündeki kütüklerin ardına saklanmıştır. Bir ana kız da bu saklanan grubun içindedir. Küçük kız çocuğu sekiz dokuz yaşlarında, zayıf ve çelimsiz bir kızdır. Düşman askerleri onun küçücük bedenini hiç acımadan süngülemiştir. Birkaç defa “anne, anne” sesinden başka bir şey onun ağzından duyulmamıştır. Annesi de asker tarafından saçından sürüklenerek götürülmüştür.

Halide Edip’in “Emine’nin Şehȃdeti” adlı hikayesinde genç kadın, eşiyle birlikte düşmandan kaçarak bir köye yerleşmiştir. Emine genç ve güzel bir kadın olduğundan kocası Emine için endişelenmektedir. Onun Yunanlıların eline geçmesi, namusunun lekelenmesi kaçınılmaz diye düşünür. O, Yunanlıların zulmünden kaçarken onların eline düşmüş, ancak namusunu korumayı başarmış, fakat canını kurtarmayı başaramamıştır. O, namuslu bir Türk kadını olarak ölmüştür.

“Vurma Fatma”, adlı hikayede Fadime, genç ve güzel bir kadındır. Yanako’nun aradığı tüm vasıflara sahip bir kadındır. Halide Edip, Fadime’nin şahsında bütün Türk kadınlarının sözünü tavrını yansıtmıştır. Fadime, kendilerine yapılan kötülüklerin, acıların cezasını düşmana ödetmiştir. Aslında bunu yapan yalnızca Fadime değil; bunu yapan Türk kadınlarıdır. Kadınların intikamları onu düşmana ödetmeden sönmemiştir.

Falih Rıfkı’nın “Kasaba Harabelerinde” hikayesinde düşmanın zulümlerine maruz kalmış bir kasaba halkı görülmektedir. Birçok kadının öldürüldüğü, kocasız kaldığı, açlık ve sefalet içinde yaşadığı işlenmektedir. Bu kadınlar arasında hamile olanlar da yer almaktadır.

4. Hikayelerde Çeşitli Hususlarda Öne Çıkan Kadınlar 4.1.Ahlaki Düşüş Yaşayan İstanbullu Kadınlar 4.1.1. Harpteki Kocasını Aldatan Kadın Peyami Safa’nın “Gazi” adlı hikayesinde Kamil vatan müdafaasına katılan

gururlu bir erkektir. Evli ve bir çocuğu olan Kamil, harbe katılmış ve gazi olarak geriye dönmüştür. Eve döneceği günü iple çekmiş, devamlı karısının ve çocuğunun hayaliyle günlerini geçirmiştir. Bu hikayede farklı bir kadın tipi işlenmektedir. Bu da savaşın görünmeyen yüzüdür. Kadın, savaş dönemi hikayelerinde annedir, savaşa yardım eden kadındır, evladını büyüten kadındır. Fakat burada evladını büyütmeyi bir kenara bırakmış, kendi zevk ve eğlencesini merkeze almış düşkün bir kadındır. Harp tüm gerçekliğiyle bir yandan devam ederken harpten uzakta başka bir gerçeklik hakimdir. Kadın yalnızca düşkünlüğü ile yansıtılmıştır.

Page 19: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

19

4.1.2. Batı Hayranı Kadın Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun “Asil Ecnebi” hikayesinde bulunan

Nûşuhand Hanım karakteri diğer hikayelerde rastlanmayan bir karakterdir. Diğer hikayelerde kadın savaşa giren, mücadele eden kadın iken burada Türklükten uzaklaşmış bir kadın olarak karşımıza çıkar. Nûşuhand Hanım gösterişi ve eğlenceyi seven zengin bir kadındır. İlk eşinden kalan serveti Nefȋ Bey’i heveslendirmiş ve onunla evlenmiştir. İkisi de birer bozguncu, şapka aşığı, ecnebi meraklısıdırlar. Nefȋ Bey ve Nûşuhand Hanım, Batılı yaşam tarzına bürünmüştür. Savaş ortamından yeni çıkılmış olmasına rağmen Batı dünyasından insanlara evlerinde davet vermekten çekinmemişlerdir. Bunu ileri düzeye götürüp Türkleri terbiyesiz, beceriksiz ve liyakatsiz olarak görmüşlerdir. Savaştan yeni çıkılmış, Anadolu kaybedilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmış iken İstanbul, zevke ve eğlenceye düşmüştür. Bu, İstanbul’un diğer bir yüzüdür. Yazar, bu Batı düşkünlerinin cezasını hikayenin sonunda vermiştir. Yapılan yanlış, onlara ders verilerek neticelenmiştir.

4.2. Bacakları Kötürüm Olan Genç Kız Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Ceviz” adlı hikayesinde genç kız henüz

çocukluktan çıkmış, güzel bir kızdır. Anadolu kadınlarına has bir tavrı vardır. Eve gelen yabancı misafire yüzünü dönüp bakmamıştır. Hikayede Anadolu kadınının sert tavrını görmekteyiz. Anadolu kadınları, yabancı gördüklerine hemen sıcak davranmayıp onlarla sonradan samimileşen bir karaktere sahiptir. Evlerine gelen yabancıları hemen kabul etmeseler de onlara evlerini açar, ellerinden geldiği kadar ikramda bulunurlar. Hikayede Anadolu kadınının misafirperverliği yansıtılmıştır.

4.3. Kardeşlerini Düşmandan Kurtaran Kadın Peyami Safa’nın “Tehdit” adlı hikayesinde köşkün hanımı Remziye, yirmi

bir yaşında genç ve güzel bir kızdır. Anne ve babasını kaybettiği için üç erkek kardeşi ile birlikte köşkte yaşamaktadır. Remziye karakteri hikayede kardeşlerine bağlılığıyla öne çıkar. Onun savaşa olan bakışını hikayede öğrenememekteyiz. Daha çok Yunanlılarla başı dertte olan kardeşlerini kurtarmak için çalışan kadın olarak karşımıza çıkar. Savaş halindeki ülkeye bakışı da kardeşleri üzerinden anlatılır. Vatan adına duygu ve düşüncelerini hikayede açığa vurmamaktadır. Kendi evi çerçevesinde, ailesi üzerinden Remziye’yi görüyoruz.

Page 20: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

20

Sonuç Hikayeler dönemin aynası olarak devrin sosyal hayatını yansıtmıştır.

Oluşturulan sınıflandırmalarda da görüldüğü üzere kadınlar artık kendilerini çepeçevre saran kabuklarından bu yıllarda çıkmıştır. Kadınlar başlarına gelenler karşısında çaresizce boyun eğmemiş; ses çıkartmayı ve intikam almayı istemiştir. Devrin realitesini yansıtan bu hikayelerde kadı, olumlu ve olumsuz bir bütün olarak karşımıza çıkar. Hikaye kahramanı olan kadınların bir çoğu, Anadolu kadınlarıdır. Çünkü bu mücadele, Anadolu’nun mücadelesidir ve onu görüp bizzat şahit olanlar da Anadolu insanlarıdır. Kaynakça

ALDAĞ Zeynep Şebnem, Türk Tiyatrosunda Kurtuluş Savaşı (1918-1928), Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Balıkesir 2006. BELEN Fahri, Askeri, Siyasal ve Sosyal Yönleriyle Türk Kurtuluş Savaşı, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1973. CEYHAN Nesime, Bağımsızlığın Unutulmaz Sayfaları, Milli Mücadele Hikayeleri, Selis Kitaplar, İstanbul 2009. ENGİNÜN İnci, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergah Yay., İstanbul, 2007. KIYMAZ Ahmet, Romanda Milli Mücadele (1918-1928 arası), Akçağ Yay., Ankara 1991. KÜÇÜK Cevdet, ‘‘Milli Mücadele’’ maddesi, İslam Ansiklopedisi, C.30, TDV Yay., İstanbul 2005. MIGNON Laurent, “Vuslattan Sonra: Cumhuriyet Devri Türk Şiirinde Aşk”, Hece Türk Şiiri Özel Sayısı, Sayı: 53-55, Mayıs-Haziran Temmuz 2001. ŞAPOLYO Enver Behnan, İstiklal Savaşı Edebiyat Tarihi Nesirler ve Şiirler, Ak Kitabevi, İstanbul 1968. ŞAPOLYO Enver Behnan, Kurtuluş Edebiyatı Tarihi, İnkılab Kitabevi, İstanbul 1938. YILMAZ Tülay, Hayat Tarih Mecmuası: Milli Mücadele Dönemi Yazıları 1965-1975, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İstanbul 2008.

Page 21: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

21

MEKTUP ANLATIM TEKNİĞİ AÇISINDAN “BİR KADIN DÜŞMANI” VE “BEYAZ SELVİ” ROMANLARININ İNCELENMESİ

Gizem TOPÇU*

I. Bir Kadın Düşmanı Adlı Romanın Mektup Anlatım Tekniği Açısından İncelenmesi

Kahramanlar: Adnan Paşa (Sara’nın babası, Erzurum’da görev yapıyor.), Rıza Bey (Sara’nın dayısı), Mukbile Hanım (Sara’nın yengesi), Vesime (Sara’nın dayısının kızı), Haydar Bey (Sara’nın doktoru), Ferhan (Sara’nın arkadaşı), Remzi Bey (Vesime’nin nişanlısı), Latif Bey (Sporcu), İsmet Hanım (Sara’nın akrabası), Behire (Vesime’nin kardeşi), Necdet (Homongolos’un en yakın arkadaşıdır. İkisi birlikte askerdeyken, Necdet’in yüzünde gülle patlıyor ve Necdet hastanede son nefesini verirken, Homongolos onu nişanlısına göstermiyor. Sırf Necdet’in yüzünün bakılmayacak halde olduğu için, onu hep iyi ve güzel hatırlasın diye nişanlısına göstermiyor. Bu kalpsizliğiyle bütün köy halkı tarafından kötü biliniyor.), Zeki Bey-Homongolos,

“Homongolos, bir sinema filmi kahramanıdır. Muhayyel bir kaşif, suni bir adam yapmaya muvaffak olur. Bu makine bir çok cihetlerden insana faiktir. Mesela insandan daha tendürüst, daha kuvvetlidir. Zihni, zekası daha mütekamildir. Hasılı ideal bir insan. Fakat büyük kaşif, bu suni adama yalnız bir hassayı vermeye muvaffak olamamıştır: Kalp ve his. Bu yüzden Zeki’ye Homongolos diyorlar. Homongolos yani Zeki Bey kuvvetli, zeki, metin, iradeli, şen hatta biraz zevzek ve maskara denecek kadar şen bir adam. Fakat taş gibi hissizdir. Ölene acımaz, ıstırap çekene güler. Sevgi ve şefkati gülünç bir zaaf addeder. Aşk, onun için manasız bir masaldır. Ana, baba, kardeş, evlat muhabbeti onun için izah edilemeyecek bir muammadır. Bu noktai nazardan Homongolos hakiki bir makineden farksızdır.”1 Romanda 18 tane mektup bulunmaktadır. Bunların 3 tanesini Sara, babası Adnan Paşa’ya, 11 tanesini Sara, en yakın arkadaşı Nermin’e yazmıştır. Bu mektuplardan sonra romanda başka bir bölüm başlıyor, “Ölüye Mektuplar” başlıklı. Ölüye Mektuplar başlığı altında 4 mektup bulunmaktadır. Bu mektuplar Homongolos tarafından, yıllar önce ölmüş arkadaşı Necdet’e yazılmıştır. Derdini kimselere anlatamayan Homongolos, çareyi ölmüş arkadaşına mektup yazmakta bulmuş ve bütün dertlerini, duygularını, düşüncelerini, aslında taş kalpli olmadığını, *Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 4. Sınıf Öğrencisi. [email protected] 1 Reşat Nuri Güntekin, Bir Kadın Düşmanı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2010, s. 50-51.

Page 22: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

22

yaptıklarının sebep ve sonuçlarını bu mektuplar aracılığıyla okuyucuya da anlatmıştır. Kitap 206 sayfadır ve kitabın tamamı mektuplardan oluşmuştur. Mektup aralarında yazar kesinlikle araya girmemiş, ustaca kahramanların arkasına gizlenmiştir. Bir Kadın Düşmanı’nda, güzel ve kurnaz bir kız olan Sara’nın, kadınlardan nefret eden Homongolos’un nefretini kırmak için verdiği mücadele anlatılıyor. Romanın sonunda ise; hiç kimsenin göründüğü gibi olmayıp, her insanın içinde yaşattığı kendisine has gizemli bir dünyası olduğunun mesajı verilmektedir. Reşat Nuri Güntekin’in, ilk ve tek mektup türündeki romanı, Bir Kadın Düşmanı’dır. Roman, aslında Homongolos’un hayat hikâyesidir. Yazar bunu, iki farklı bakış açısıyla okuyucuya sunmaktadır. Birincisi, Sara ve toplumun gözüyle (Bunu Sara’nın Nermin’e yazdığı mektuplarda görürüz); ikincisi ise kendi kaleminden tanıdığımız bir Homongolos Ziya’dır (Bunu Homongolos’un, ölmüş arkadaşı Necdet’e yazdığı mektuplardan görürüz.).

Reşat Nuri Güntekin’in Bir Kadın Düşmanı adlı romanının kahramanı Homongolos ile Balzac’ın İki Yeni Gelinin Anıları romanının kahramanı Felipe çeşitli benzerlikler gösterir. Her ikisi de hayvanlara benzetilmiş ve fiziki yapıları çirkindir. İkisinin de kaşları dikkat çeken bir görünüme sahiptir. Balzac için ellerin ve ayakların güzel görünümü, küçüklüğü, temizliği tinsel açıdan güzelliği ve derinliği simgelemektedir. Homongolos’un da Felipe’nin de ellerinin güzelliği romanlarda zikredilmiştir. Yani Reşat Nuri Güntekin, Bir Kadın Düşmanı adlı romanını yazarken Balzac’ın beden dilinden yararlanmıştır.”2

1. Tek Seslilik veya Çok Seslilik Açısından

*Tek Seslilik Açısından Bir Kadın Düşmanı romanı, mektup anlatım tekniği açısından incelendiğinde tek sesli bir romandır. Romanda Sara’nın, Nermin’e ve Adnan Paşa’ya mektupları, Homongolos’un ise ölmüş arkadaşı Necdet’e mektupları vardır. Bu mektuplara gelen cevaplara, romanda yer verilmemiştir. Sara, mektuplarında gelen cevaplarla ilgili bilgiler veriyor; fakat cevap olarak gelen mektupların hiçbirine cevap olarak yer verilmemiştir. Bu yüzden romanda “ben” tarzı kullanılmıştır.

2 Bahattin Şeker, Mitat Durmuş, “Reşat Nuri Güntekin’in Romanlarında Fransız Edebiyatından İzler”, Turkish Studies, 4/1, 2009, s. 582-589.

Page 23: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

23

“Bu mektuplarla Sara’nın ve Homongolos’un iç dünyasına gireriz. İkisinin de kişiliklerini, huylarını, vicdan azaplarını, hınçlarını buradaki mektuplardan öğreniriz. En önemlisi, herkes Homongolos’un kaza sonucu öldüğünü bilirken, biz bu karşılıksız mektuplar sayesinde onun aslında intihar ettiğini öğreniriz..”3

Özellikle Homongolos’un arkadaşı Necdet’e yazdığı mektuplar, onun monoton sesini yansıttığı mektuplardır.

2. Mektubun Hikâye veya Romandaki Yeri Açısından

*Tamamı Mektuplardan Oluşan Hikâye veya Roman Bir Kadın Düşmanı adlı romanın tamamı mektuplardan oluşmuştur. Roman mektupla başlar ve mektupla biter. Yazar mektup aralarına girip, bilgiler vermez. Her şeyi kahramanların gölgesinde yapmıştır. Roman iki bölümden oluşmaktadır: Birinci bölümde Sara’nın, Adnan Paşa’ya ve Nermin’e yazdığı 14 mektup bulunmaktadır. İkinci bölümde ise, “Ölüye Mektuplar” başlığıyla Homongolos’un Necdet’e yazdığı 4 mektubu bulunmaktadır. Romanda olaylar, mekanlar, insanlar, duygu karışıklıkları, vicdan azapları tamamen mektuplarla anlatılmıştır.

3. Mektubun İşlevi Açısından Mektup Hikâye veya Roman

*Gerçeği Aktaran Mektup Bir Kadın Düşmanı adlı romandaki Sara’nın 14 mektubu, gerçeği aktaran mektuptur. En yakın arkadaşı Nermin’e ve babası Adnan Paşa’ya, dayısının konağında yaşanan vakaları, mektup aracılığıyla anlatmaktadır. Sara, Nermin’e yazdığı mektuplarda dayısının konağındaki düğün hazırlıklarını, yeni tanıştığı akrabalarını, insanlar hakkındaki düşüncelerini ve Homongolos’a kurduğu hain planla birlikte planın gidişatını anlatır. Yaşanmış ve yaşanmakta olan olayları, mektup aracılığıyla aktarır. *Gerçeği Değiştiren Mektup Bir Kadın Düşmanı adlı romanın ikinci bölümünde “Ölüye Mektuplar” başlığı altındaki Homongolos’un mektupları, gizli kalmış olay ve duyguları anlatan

3 Güntekin, a.g.e., s. 5.

Page 24: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

24

mektuplar olduğu için bu gruba girmektedir. Homongolos, arkadaşı Necdet’in yüzünde gülle patladığında, onu ölüm döşeğindeyken nişanlısına katiyen göstermemiş, kapıların önünde demir gibi durmuştur. Necdet’in nişanlısı ne kadar ağlayıp yalvarsa da, ölmeden önce son bir kez sevdiğini görememiştir. Tüm kasaba o saatten sonra Homongolos’u, kalpsizlikle ve acımasızlıkla suçlamıştır. Homongolos, bu bölümde yazdığı mektupla, aslında amacının kalpsizlik olmadığını, kızın Necdet’i her zaman güzel hatırlaması için yaptığını anlatıyor. Necdet’in yüzünde gülle patladığı için yüzü paramparça olmuş. Eğer nişanlısı onu o halde görseydi, onu hep kötü hatırlayacaktı. Homongolos, arkadaşının kötü hatırlanmasına izin veremezdi. Her zaman iyi ve güzel hatırlanması için, ömür boyu nişanlısı tarafından sevilmesi için yaptığını, bu bölümdeki mektupta en ince ayrıntısıyla anlatmaktadır. Bu yüzden Homongolos’un bu bölümde yazdığı 4 mektup, içerisinde gizli kalmış duyguları barındırmaktadır.

4. Yazarın Konumu Açısından Mektup Anlatım Tekniği

*Müellifin İstinsah Ettiği Mektup Mektupların asıl sahibi Reşat Nuri Güntekin’dir, fakat kendisini mektupların istinsahı olarak tanıtır. Mektupların başında, mektubun kimden kime yazıldığı belirtilmektedir (Sara’dan Nermin’e, Sara’dan Adnan Paşa’ya, Homongolos’tan Necdet’e). Yazar böylece başkasına aitmiş gibi görünen mektupları, temize geçen kişi konumundadır. Kendisini birinci bölümde, tamamen Sara’nın arkasına gizlemiştir. Yazar, romanda hiç yoktur. Olanı biteni, gördüğünü birinci bölümde Sara anlatır; ikinci bölümde ise kalemi Homongolos alır ve mektuplarıyla bütün gerçekleri ortaya döker. Yazar, roman boyunca Sara’nın ve Homongolos’un gölgesine saklanmıştır. Bu da okurda, mektupların gerçeklik payını artırır.

5. Yazarın Cinsiyeti Açısından Mektup Hikâye veya Roman

*Müellifin Cinsiyeti Açısından Reşat Nuri Güntekin, Sara’nın mektuplarıyla erkek ağzından kadın ruhuyla mektup yazmıştır. Reşat Nuri, Sara’nın mektuplarını yazarken cinsiyet değiştirme imkanı bulmuştur. Böylelikle kadınlar hakkında söylemek istediklerini, söyleme imkanı bulmuştur. Reşat Nuri, Sara’nın ağzından yazdığı mektuplarla kadınların ne kadar havalı, kendini beğenmiş varlıklar olduğunu anlatmıştır. Kadınların her şeyi

Page 25: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

25

elde etme zaafını, güzellik ve kıskançlık duygularını Sara’nın ağzından abartılı bir şekilde yansıtmıştır. *Mektup Yazanın (Kahramanın) Cinsiyeti Açısından a. Kadın Mektupları: Bir Kadın Düşmanı adlı romanda, kadın ağzından yazılmış 14 tane mektup bulunmaktadır. Bu 14 mektup, erkek ağzından kadın ruhuyla yazılmıştır. Bu mektuplarda yazarın kadınlara bakış açısı yer almaktadır. Yani mektuplarda, bir kadının kendi kötü özelliklerini o derece açık bir şekilde yansıtması mümkün değildir. Bir kadına o derece eleştirel bir bakış açısıyla bakan, ancak bir erkektir. Sara, bu 14 mektupta yaşadığı ve yaşamakta olduğu olayları anlatmıştır. b. Erkek Mektupları: Bir Kadın Düşmanı adlı romanda, erkek ağzından yazılan 4 mektup bulunmaktadır. Bu mektuplar, erkek hissiyatlarını en müthiş duygularla anlatan mektuplardır. Yazarın da erkek olmasından mıdır bilinmez, Homongolos’un yaşadığı olaylar, geçmişi ve bir kadına (Sara’ya) aşkı öyle müthiş tasvir edilmiş ki, okuyucu olanları doğal karşılıyor. Homongolos’un mektubun sonunda intihar edeceğini yazmış olmasını okuyucu, o kadar olandan sonra bunu Homongolos’a ödül gibi görüyor.

II. Beyaz Selvi Adlı Romanın Mektup Anlatım Tekniği Açısından İncelenmesi

Kahramanlar: Dündar (Vahşi, sert yapılı, alaycı gülüşünün arkasında engin bir ruh vardır, ünlü bir piyanisttir ve evli, çocuklu Nadide’ye aşık olur.), Nadide (Kocasına ve çocuklarına ömrünü adayan vefakar bir kadındır.), Demir-İpek-Çelik (Nadide’nin çocukları), Hamid Bey (Nadide’nin eşidir, ünlü bir psikologdur.), Gülten (Hamid Bey’in hastası gibi onun kliniğine gider ve onu kendisine aşık eder. Aslında onu Dündar göndermiştir.). Romanda 44 tane mektup bulunmaktadır. Bu mektupların 39 tanesi Dündar’dan Nadide’ye, 5 tanesi ise Nadide’den Dündar’a yazılmıştır. Roman 158 sayfadır ve romanın tamamı mektuplardan oluşmaktadır. Kitabın bazı bölümlerinde yazar araya girerek, olayların gidişatı hakkında bilgiler vermiştir.

“Halide Nusret Zorlutuna’nın – gerçek bir hikâyeden yola çıkarak kaleme aldığı – Beyaz Selvi adlı kısa romanın, üslup itibariyle sadeliğin ihtişamına, muhteva itibariyle ise naif bir melâle tekabül ettiğini

Page 26: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

26

söylemek mümkündür. Melâlden kastım ise, Yahya Kemal’in melâldir, yani romantik acı.”4

Halide Nusret’in gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkarak kaleme aldığı

bu roman, cennetten cehenneme düşen bir ailenin alınyazısını konu ediniyor. Nadide, adı gibi bir benzeri bulunmayan, Halide Nusret’in deyimiyle; bir

rüya ve hülya ikliminden çıkıp gelmiş gibi asil ruhlu bir kadındır. Psikolog eşi Hamid Bey ve üç çocuğuyla mutlu bir yaşam süren Nadide’nin mutluluğu, kendisinden yaşça küçük ünlü bestekâr ve piyanist Dündar’a rastlamasıyla son bulur. Dündar, Nadide’yi bir Selvi olarak güçlü ve aynı zamanda narin olarak gördüğü için ona “Beyaz Selvi” diyor ve roman adını buradan alıyor.

“Ankara, Beyaz Selvi romanında olayların geçtiği ana şehirdir; fakat reel olarak varlığı söz konusu değildir. Yalnızca romanı Nadide ile kendisini aldatan kocası Doktor Hamid’in gittikleri Ankarapalas’taki balo ile Ankara, değişen toplumsal süreci yansıtan bir şehre dönüşür. Ankarapalas Oteli’nde kadınlı erkekli dans ve eğlenceler, yeni Türkiye’nin değişimini yansıtır. Nadide, burada da muhafazakâr bir tutum sergileyerek, yalnızca aile fertleri ile dans eder. Fakat gecenin ilerleyen saatlerinde “Türk’ün en büyüğü” Nadide’yi dansa kaldırır. Böylelikle romanda kurucu şehre, kurucu lider Atatürk de eklenmiş olur. Fakat romanın çerçeve zamanı 1943-1944 yılları olmasına rağmen, Nadide’nin baloda Atatürk’le dans etmesi, romanda zamanın kullanımıyla alakalı bir teknik kusur olarak belirir.”5

1. Tek Seslilik veya Çok Seslilik Açısından

*Çok Seslilik Açısından Beyaz Selvi, mektup anlatım tekniği açısından incelendiğinde çok sesli bir romandır. Romanda tek bir kişinin yazdığı mektuplar değil, Dündar ile Nadide arasındaki mektuplaşmalar göze çarpmaktadır. Romanda Dündar’ın 39, Nadide’nin

4Fırat Kargıoğlu,“Halide Nusret Zorlutuna’nın ‘Beyaz Selvi’si: Nadide’nin Cazibesi, Doktor Hamid’in Dilemma’sı”, Türkyorum, 2012, s.1 (www.turkyorum.com/halide- nusret-zorlutunanın-beyaz-selvisi-nadidenin-cazibesi-doktor-hamidin-dilemmasi/). 5Betül Coşkun, “Halide Nusret Zorlutuna’nın Romanlarını Kronotopik Okuma”, Turkish Studies, 6/1, 2011, s.867.

Page 27: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

27

5 mektubu vardır; fakat romanın en heyecanlı ve dikkat çeken tarafı, Nadide cevap yazdığı zaman Dündar’ın verdiği tepkinin birden fazla mektuba nasıl yansıdığının gösterildiği mektuplardır. Bu mektuplaşmalarla roman, sığlıktan kurtulur. Yazar, karşılıklı mektuplaşmalarla romana “ben” ve “o” zamirlerini de yerleştirir.6

Çok sesli romanlarda, anlatıcı rolünü en çok yazan belirlediği için, Beyaz Selvi romanında anlatıcı rolünü Dündar üstlenmiştir.

2. Mektubun Hikâye veya Romandaki Yeri Açısından

*Tamamı Mektuplardan Oluşan Hikâye veya Roman Beyaz Selvi romanının tamamı mektuplardan oluşmaktadır. Romanda toplam 44 tane mektup bulunmaktadır. Romanın tamamının mektuplardan oluşmasıyla anlatıcı rolünü kahramanlar üstlenir. Romanda mektupların arasına yazar anlatıcı girer ve olayların gidişatıyla ilgili çeşitli açıklamalar yapar; fakat okuyucu bunu Dündar yapıyor sanır. Çünkü yazar, Dündar’ın arkasına büyük bir ustalıkla gizlenir.7

Yazar yarattığı kurmaca dünyayı, gizli bir elle yönlendirir. Yazar romanda kendisini hiç göstermeden kahramanın ruhunda özgürce dolaşır. Doğal olarak okur, sadece Dündar ve Nadide’nin sesini duyar. Romanda mektuplaşma, tek bir hat üzerinden olduğu için mektubu yazan kişi karşısındakiyle dertleşme imkanı bulmuştur.

3. Mektubun İşlevi Açısından Hikâye veya Roman

*Gerçeği Değiştiren Mektup Beyaz Selvi romanında, Dündar’la başlayan mektupların içeriğinde, Nadide’ye olan gizli aşkının itirafı vardır. Dündar ile Nadide’nin arasında bayağı yaş farkı vardır ve Nadide evli, üç çocuk annesidir. Dündar ile Nadide, çok eskiden tanışan ve araları iyi olan bir abla-kardeş ilişkisi yaşayan kişilerdir. Fakat uzun zaman görüşememelerinin ardından bir gün Nadide ile Dündar, İstanbul’da karşılaşırlar. Dündar yıllardır içinde kaybettiği yaşama sevincini, Nadide’yi görünce yeniden kazandığını hisseder ve ona aşkını itiraf eden mektuplar yazmaya başlar. Bu mektuplar, var olan gerçeği değiştiren mektuplardır; olayların akışında bir dönemeç oluştururlar. 6 Ömer Çakır, Türk Edebiyatında Mektup (Basılmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005, s. 340. 7 a.g.e., s. 342.

Page 28: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

28

Dündar, Nadide eşinden ayrılsın diye, Hamid Bey’i baştan çıkarması için kliniğine Gülten isimli bir genç kız gönderir. Kız ne yapar eder ve Hamid Bey’i kendisine aşık etmeyi başarır. Bunun ardından Dündar, Nadide’ye bir mektup yazar ve kocasının onu Gülten isimli genç kızla aldattığını, kızın kliniğe hasta gibi gidip, saatlerce kocasıyla odada baş başa kaldığını söyleyerek, artık aralarında bir engel olmadığını açıklar. Fakat yaptığı bu hain planın Nadide’yi fazlasıyla hırpaladığını görünce yaptığından pişman olur ve bütün fenalıklarını bir mektup yazarak anlatır. Böylece yanlış bilinen ve tesirinde kalınan bir konu açıklığa kavuşur.

4. Yazarın Konumu Açısından Mektup Hikâye veya Roman

*Müellifin Yayımladığı Mektup Beyaz Selvi romanında yazar, kendisini “yayımcı” olarak gösterir. Romandaki mektupların kendisiyle ilgili olmadığını, kendisinin sadece bir aracı olduğunu önsözde şu sözleriyle anlatır:

“(…) Ben bu sergüzeşti aysız bir temmuz gecesinin çok yıldızlı gökleri altında, bizzat kahramanın ağzından dinlemiştim. Bu toprağın değil, bir rüya ve hülya ikliminin mahlukuna benzeyen o bembeyaz kadına, bu hikâyeyi yazacağıma dair söz de vermiştim. Bugün o, artık son ve ebedi rüyasına dalmış bulunuyor… Kendisine verdiğim söz, şimdi benim için mutlaka ödenmesi gereken kutsal bir borç mahiyetini aldı. İşte bu satırlarla ben, o borcu ödemeye çalışıyorum (…).”8 Yazar, önsözünde bu bilgiyi vererek, önsöz dışındaki her şeyin kendisine ait

olmadığı imajını oluşturur. Okur ise, yazara gelen özel bir mektupla baş başa kalma yanılgısına düşer. Bu tarz yöntem, yazarın hareket alanını genişletir, söylemek istediklerini istediği kişiye söyletir.

5. Yazarın Cinsiyeti Açısından Mektup Hikâye veya Roman

*Müellifin Cinsiyeti Açısından Beyaz Selvi romanında Halide Nusret Zorlutuna, kadın ruhuyla erkek ağzından mektuplar yazmıştır (Dündar’ın yazdığı mektuplar). Halide Nusret, mektuplar sayesinde kahramanların şahsında cinsiyet değiştirme imkanı bulmuştur.

8 Halide Nusret Zorlutuna, Beyaz Selvi, Timaş Yayınları, Ankara 2011, s.4.

Page 29: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

29

Yazar da böylece erkek ağzından söylemek istediklerini ifade etme imkanı bulur. Böylece yazar, olaylara erkek penceresinden bakarak görüşlerini bildirir. *Mektup Yazanın (Kahramanın) Cinsiyeti Açısından a. Kadın Mektupları: Beyaz Selvi romanında, Nadide’nin yazdığı mektuplar kadın mektuplarıdır, kadın ağzından yazılmıştır. Fakat romanda “kadın mektupları” gibi bir bölüm yoktur. Bu romanda, roman sahibi kadın olduğu için, Beyaz Selvi romanı, “kadın mektupları” olarak değerlendirilmektedir. Nadide’nin yazmış olduğu beş mektup, “kadın mektupları” olarak adlandırılır. b. Erkek Mektupları: Beyaz Selvi romanında, Dündar’ın yazdığı 39 mektup, yazarın cinsiyeti ne olursa olsun, “erkek mektupları” olarak değerlendirilir. Halide Nusret, romanda Dündar kimliğiyle 39 tane mektup yazmıştır. Yazar kadın ruhuyla erkek ağzından mektuplar yazarken, kadın hassasiyetini de araya karıştırmıştır. Bunu, Dündar’ın Nadide’ye kavuşmak için yaptığı planı, pişman olup hemen hatasını anlatan başka bir mektup yazmasıyla görüyoruz. Dündar, yaptığı fenalığı, bir kadın hassasiyetiyle ve ince fikirliliğiyle hemen anlatıyor. Eğer roman erkek kaleminden erkek ağzıyla yazılsaydı, böylesine pişmanlık ve hassasiyet olmazdı. Kaynakça COŞKUN Betül, “Halide Nusret Zorlutuna’nın Romanlarını Kronotopik Okuma”, Turkish Studies, 6/1, 2011. ÇAKIR Ömer, Türk Edebiyatında Mektup (Basılmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2005. GÜNTEKİN Reşat Nuri, Bir Kadın Düşmanı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 2010. KARGIOĞLU Fırat, “Halide Nusret Zorlutuna’nın ‘Beyaz Selvi’si: Nadide’nin Cazibesi, Doktor Hamid’in Dilemma’sı”, Türkyorum, 2012. ŞEKER Bahattin, DURMUŞ Mitat, “Reşat Nuri Güntekin’in Romanlarında Fransız Edebiyatından İzler”, Turkish Studies, 4/1, 2009. ZORLUTUNA Halide Nusret, Beyaz Selvi, Timaş Yayınları, Ankara 2011.

Page 30: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

30

ABDÜREYİM ALTANLI’NIN ŞİİRLERİNDE KOMÜNİZM TEMASI

Ömer BENLİOĞLU*

Giriş: Kırım Edebiyatına Genel Bir Bakış

Kırım edebiyatı tarihi altı dönemde incelenmiştir. Bunlar sırasıyla; Hanlık

Dönemi, Rus İstilası Dönemi, ‘Tercüman’ Dönemi, 1905-1917 Dönemi, 1917-1944 Dönemi ile 1944 ve sonrasıdır (Kırım Tatar Edebiyatı”, Türk Ansiklopedisi, s. 62- 63.).

Hanlık Dönemi Kırım edebiyatı, Osmanlı Dönemi klasik edebiyatıyla beraber gelişim göstermiş, hemen hemen aynı evreleri yaşamıştır. 18. yüzyıla kadar Osmanlı etkisinde gelişim gösteren Kırım edebiyatı, 1783 yılında Kırım’ın Rus hâkimiyetine girmesiyle zayıflamaya başlamıştır. Bu dönemde Kırım Türkleri ile Osmanlı Türkleri arasındaki tüm bağlar kopmaya başlamıştır. Bu kopuşun doğal bir sonucu olarak arada bulunan edebî yakınlık ve bağ da zayıflamıştır. Kırım’a yayılan Ruslar, Kırımlı Türkleri Ruslaştırma ideallerini gerçekleştirmeye başlamıştır. Böyle bir ortamda aydınlar susturulmuş ve birçok aydın Anadolu topraklarına göç etmiştir. Bu yıllar uzun bir süre edebî hayatı durgunluğa mahkûm etmiştir. Yaklaşık yüz yıllık bu durgunluğu İsmail Gaspıralı (1851-1914) bir uyanışa dönüştürmüştür.

1883 yılının Nisan ayında Türkçe ve Rusça olarak İsmail Gaspıralı tarafından çıkarılmaya başlayan “Tercüman” gazetesi, Kırım’ın hem edebî hem de sosyal bağlamda bir dönüm noktası olmuştur. Asıl amaç halkı aydınlatmak ve halk arasında dayanışma sağlamaktadır. Gaspıralı, bütün Türk boylarının her yönden birbirine bağlı olmaları gerektiğini savunmuştur. İsmail Gaspıralı, çevresinde bulunan yazar, araştırmacı ve şair arkadaşlarının da yardımıyla edebiyata canlılık getirmiştir.

1905 yılına gelindiğinde (Meşrutiyet İnkılâbı), Kırım Türklerinde, millî edebiyat yolunda çalışmalar hız kazanmıştır. Bu çalışmalarda en önemli etken İsmail Gaspıralı’ın başyazar olduğu “Tercüman” gazetesi çevresinde yetişen genç şair ve yazarlardır. Bu dönemde kadınlar için çıkarılan “Âlem-i Nisvan”, mizahî konuları işleyen “Ha-ha-ha”, siyasî konularda halkı bilinçlendirmeyi amaçlayan “Vatan Hadimi” ve bunun gibi birçok gazete hem sosyal hem siyasal hem de edebî

* Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 4. Sınıf Öğrencisi. [email protected]

Page 31: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

31

çalışmaların hız kazanmasında en büyük etken olmuştur. Edebiyatın her alanında yetkin eserlerin verildiği bu dönem Kırım edebiyatının canlılık kazandığı bir dönemdir.

Kırım Türklerinin siyasî ve sosyal hayatlarında çok büyük değişimlerin olduğu 1917 Devrimi, yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. 25 Mart 1917’de Kırım-Müslüman Kongresi toplanır, Kırım Türklerinin millî, kültürel ve dinî yetkilerini alarak Kırım Müslüman Merkezi İcra Komitesi’ni seçer. Bir gün sonra Kırım Halk Cumhuriyeti ilan edilir. Kırım Milli Hükümeti, Numan Çelebi Cihan başkanlığında kurulur. 26 Ocak 1918 tarihinde Bolşevikler Kırım’ı işgal eder. Kırım Hükümeti yerine Tavrid Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulur. Daha sonra Beyaz Rus orduları ve Kızılordu Kırım’ı işgal eder. Böylece Sovyet hâkimiyeti Kırım’a tam olarak yerleşmiştir. Sovyet hâkimiyetinin ilk yıllarında Kırımlılar işkence görmüş ve öldürülmüştür. Bu baskılar yüzünden Kırımlı şair ve yazarlar, kurulan Sovyet hâkimiyetini benimsemiş ve halkın da uyum sağlayabilmesi için çalışmışlardır. Bu şair ve yazarlar, eserlerinde komünizm ve sosyalizm propagandası yapmıştır (Kolcu 2010: 416-421).

1944 ve sonrası Kırım edebiyatı, Stalin Dönemi ile bir durgunluk yaşar. Bu dönemde aydınlar ya öldürülmüş ya sürgün edilmiş ya da ömür boyu hapse mahkûm edilmiştir. Anavatanlarından sürgün edilen Kırım Türklerinin kültürel gelişmeleri tamamen durdurulmuştur. 1957 yılında, Özbekistan yazarlar birliği içinde oluşturulan Kırım-Tatar şubesi, Kırım edebiyatının durgunluğunu atlatıp canlılık kazanmasında önemli bir vesile olmuştur.

* Abdüreyim Altanlı ve Sanatı

Abdüreyim Altanlı, 1898 yılında doğmuştur. İlk şiirlerini 1920’li yıllarda yazmaya başlamıştır. 1922 yılında yazdığı şiirler Kırım’da gazete ve dergilerde yayımlanmaya başlamıştır. “Yaş Komünist Yırı” adlı eserini “Yoksul” imzasıyla yayımlamıştır. Abdüreyim Altanlı hem Kırım’da hem de sürgün bölgelerinde, Kırım Türk şiirinin canlanmasında ve genç şairlerin yetişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Şiirlerinde, geleneksel şiir ile yeni şiiri birleştirmiştir. Rus şair Vladimir Vladimiroviç Mayakovski’nin etkisinde kalmıştır. Eserlerinde sosyalizm ve komünizm propagandası yapmıştır. Altanlı şiirlerinde eski dönemlerdeki bozulmayı ve yeni dönemlerde sosyalizm için verilen mücadeleyi işlemiştir. 1928 yılında “Traktör”; 1930 yılında ‘’Ateşli Satırlar’’ ve 1932 yılında “Yeniş Yırları” isimli şiir kitapları çıkar. 1935 yılında yazmış olduğu şiir, makale, hikâye ve denemelerini topladığı “Bu Epoha” adlı eseri yayımlanır. Abdüreyim Altanlı, şairliği yanında iyi bir tarihçi, gözlemci ve edebiyat tenkitçidir. Aynı zamanda Mayakovski’nin şiirlerini Kırım Türkçesine çevirmiştir. Altanlı komünist dönemin

Page 32: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

32

en verimli şairlerinden biridir. Şairin diğer şiirleri; 1962 yılında “Sevem Seni Partiyam!”, 1970 yılında “Menim İzlerim”, 1972 yılında “Kanatlı Kıvançım”, 1979 yılında ise “Şiirler” isimli şiir kitaplarında yayımlanmıştır. Abdüreyim Altanlı 1976 yılında vefat etmiştir.

* Abdüreyim Altanlı’nın Şiirlerinde Komünizm Teması*

Kırım’da Sovyet hâkimiyetinin başlaması ile birlikte baskıcı bir dönem de başlamıştır. Kırımlılar Bolşevikler tarafından işkence görmüş hatta birçoğu öldürülmüştür. Kırımlı edebiyatçılar bir umut olarak gördükleri benimseme ve aşılama politikasına başlamışlardır. Yani sosyalizm ve komünizmi benimseyerek halkın bu yaşam biçimine uyum sağlamasına yardımcı olmak için eserlerini bir araç olarak kullanmışlardır. Kırımlı Türk aydınları, bütün halka hitap eden Sovyet edebiyatını başlatmışlardır. 1927-1928 yıllarında yaşanan şiddetli baskı dönemi pek çok şair ve yazarı etkilediği gibi Abdüreyim Altanlı’yı da derinden etkilemiştir. O dönemlerde milliyetçilik ile suçlanan aydınlara çok büyük cezalar verilmiştir. Böyle bir durumda yapılacak tek şeyin komünizmi benimsemek olarak gören Altanlı, eserlerinde yeni hayatın heyecanını yaşatmak istemiş, eski biçimleri kullanarak komünist fikir ve düşüncelerini ifade etmiş ve bu düşüncelerini halka benimsetmeye çalışmıştır. Balaban zal, biŋlep adam toplanġan Büyük meydan, binlerce insan

toplandı Barışıqnı sevgenlerniŋ meclisi. Barışı sevenlerin meclisi Öz fikrini aytmaq içün söz alġan Öz fikrini söylemek için söz aldı Körsetmege cenkke nefret küçüni. Göstermeye savaşa nefretinin

gücünü (Bir Zalda) (Bir Meydanda)

Yukarıda verilen “Bir Meydanda” adlı şiirde anlatılanlar tipik bir propaganda gösterisidir. Abdüreyim Altanlı, bu şiirinde, bir meydana toplanmış binlerce insana verilen öğüt ve telkinleri işlemiştir. Bu insanlara aşılanmak istenen fikir savaş karşıtı olmaktır. O dönemlerde Kırım halkı Bolşevikler tarafından eziyet görmekte ve başkaldıranlar ölümle cezalandırılmaktaydı. Bu şiirde asıl verilen * Bu araştırmada Abdüreyim Altanlı’nın 10 şiiri incelenmiştir. Bunlar; Bir Zalda (Bir Meydanda), Evladım, Eykel (Heykel), Torunıma Mektup (Torunuma Mektup), Oca (Hoca), Gururım (Gururum), Şeidler Mezarı (Şehidler Mezarı), Ebediy Alev (Ebedi Alev), Seni Hatırlaganda (Seni Hatırladığımda), Kök Taş Qaya (Gök Taş Kaya).

Page 33: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

33

mesaj, karşı gelmeyerek barış içinde yaşamayı göstermektir. Barış ortamının oluşması için de halkın mevcut rejimi benimsemesi gerekmektedir. Şair bu isteğini şiirde çeşitli sembollerle dile getirmiştir. Bu semboller ağırlıklı olarak kız kardeş ve yaralı insan tasvirleriyle yapılmıştır. Cenk istegen<<Yanki>>ge yol bermeŋiz Savaş isteyen Amerika’ya yol

vermeyiniz Titresin o nefretiŋiz küçünden Titresin o nefretiniz gücünden (Bir Zalda) (Bir Meydanda)

Bu mısralarda ise Amerika’ya karşı durulması öğütlenmektedir. Şiirin genelinde meydana toplanan insanlara verilen nasihatların hitabet şeklinde aktarılması vardır. Şiirin son dörtlüğünde; Büyük keŋ zal birden turdı ayakqa Büyük geniş meydan birden durdu

ayağa Qol köterip söz berdi, ant içtiler Kol kaldırıp söz verdi, ant içtiler Er bir kişi aşay şanlı soldatqa Her bir kişi aşar şanlı askere Söz birliknen cenkke kefin biçtiler Söz birlik ile savaşa kefen biçtiler (Bir Zalda) (Bir Meydanda)

Şair; amacına ulaşmış, halk söylenenlerden ders çıkarıp bilinçlenmiş ve hep bir ağızdan savaşa hayır denilmiştir.

Abdüreyim Altanlı “Evladım” isimli şiirini, bir babanın çocuğuna nasihati şeklinde kurgulamış, şiire baba-şair, evlat-halk şeklinde semboller yerleştirmiştir. Şiirde verilmek istenen mesaj halkı bilinçlendirmektir. Şiirin içten üslubunun okuyan üzerindeki tesiri büyüktür. Dünyanı kül etmek istegen yankiler Dünyayı kül etmek isteyen

Amerikalılar Barışıq sevgen halq baş egmez düşmanġa Barışı seven halk baş eğmez

düşmana Og safta sen kibi yigitler turġanda O safta sen gibi yiğitler durunca (Evladım) (Evladım)

Altanlı’nın bu şiirinde de tavsiye edilen en önemli unsur barış ortamının oluşmasıdır. Aynı zamanda Amerika’yı düşman bilmektedir ve şiirlerinde bu düşmanlığı açık bir şekilde belirterek o düşmana uyulmaması gerektiğini ifade eder. Amerika bilindiği gibi komünizmin düşmanı konumundadır.

Page 34: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

34

“Heykel” adlı şiirde, askerler büyük bir heykele benzetilmiştir. Geniş omuzlu oldukları, ellerinde silahların bulunduğu ve cesur oluşları işlenmiştir. Dostım ile bir rast keldik Narvada Dostum ile rast geldik Narvada Nemselerni tar-mar ettik beraber Almanları tarumar ettik beraber (Eykel) (Heykel)

Şair bu dizelerde dostu olarak Rusları, düşman olarak ise Almanları görmektedir. Bu şiirde anlatılan manzara İkinci Dünya Savaşı’nda Faşist Almanya’nın mağlup edilmesine işarettir. Şiirde Rusya’nın yanında olunduğu ifade edilir ve asıl amaç Ruslarla dost olma mesajını vermektir. Apansızdan faşist bastı vatannı Bir anda faşistler bastı vatanı Sen ve oġlum qolġa silya aldıŋız Sen ve oğlum kola silah aldınız (Eykel) (Heykel)

Bu dizelerde ise apaçık komünizmden bahsedilir yani komünistlerin düşmanı faşistlerdir. Faşistlerin saldırılarını durdurmak için baba-oğul herkes seferber olmuştur. Ellerine silah alarak düşmana yani faşistlere karşı durulması gerektiği işlenilmiştir. Parlasın, dep komünizm küneş Parlasın deyip komünizm güneşi Men de fida etermen can, tenimni Bende feda ederim canımı ve

bedenimi (Eykel) (Heykel)

Şiirin bu son dizelerinde komünizm ülkeyi aydınlatan bir güneşe benzetilmiştir. Güneş komünizmi simgeleyen sembollerin en önemlilerinden biridir ve kurtuluşu sembolize eder; dolayısıyla komünizm bir kurtuluş olarak ifade edilmiştir. Şair bu kurtuluş için hiç düşünmeden canını verebileceğini belirtir.

Altanlı, “Torunuma Mektup” adlı şiirinde genç nesillere seslenmiştir. Bu şiirde öğüt verilen torun aslında genç nesillerdir. Genç neslin Lenin’in yolunda gitmesi ve Ruslar ile dost olmasının gerekliliği işlenilmiştir.

Leninniŋ oŋ qolu körsetgen ışıqqa Lenin’in sol kolu gösteren ışığı Intıldıq, -ür yurtnı Gülistan biz ettik Mücadele ettik, -hür yurdu biz

gülistan ettik (Torunıma Mektup) (Torunuma Mektup)

Page 35: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

35

Bilindiği gibi Lenin, Bolşevik ihtilalinin ve Komünist Partinin lideridir. Abdüreyim Altanlı bu şiirinde Lenin’den övgüyle bahsetmiştir. Lenin’in sol kolu ışığı gösteren bir araçtır ve o ışık komünizmdir. Altanlı komünizmin ülkeyi aydınlattığını ve virane olan bu ülkeyi gül bahçesine dönüştürdüğünü söylemiştir. Şiirin ilerleyen bölümlerinde de aynı durum söz konusudur. Quvanam, Leninniŋ sözleri qulakta Kıvanayım, Lenin’in sözleri

kulakta Yaŋġırap, o bizni çaġırdı küreşke Haykırıp, o bizi çağırdı güreşe (Torunıma Mektup) (Torunuma Mektup)

Komünizm bu mısralarda güreş yani kurtuluşa ulaştıran savaş olarak ifade edilmiştir. Lenin’in sözleri yani “komünizmin kuralları unutulmamalıdır” mesajı verilmiştir. “Lenin’in sol kolu” şeklindeki ifade ayrıca dikkat çekicidir.

“Hoca” şiirinde öğretmenlerin değerinden bahsedilmiş ve öğretmenlere övgüler yağdırılmıştır. Rusların Kırım’da açmış olduğu öğretmen okullarından mezun olup öğretmenlik görevine başlayan öğretmenler, komünizmi gençlere öğretmiştir. Bu şiirde bu öğretmenlerden övgülerle bahsedilmiştir.

Bu erde gemiday eybetli bir mektep, Bu yerde gemi gibi heybetli bir

mektep, (…) (…)

O şimdi çevrege şavle-nur saçmaqta, O şimdi çevreye ışık-nur saçmakta, (Ġururım) (Gururum)

Aynı durum “Gururum” adlı şiirde de vardır. Bu şiirde de bu

öğretmenlerden gurur duyulduğu ifade edilmiştir. Rusların açtığı bu okullar şiirde heybetli bir gemiye benzetilmiş ve kurtuluşa götüren bir araç olarak tasvir edilmiştir. Aynı zamanda çevreye ışık ve nur saçtıkları belirtilmiştir.

“Şehitler Mezarı” adlı şiirde, vatan uğruna ölen şehitlerin davasından bahsedilmiştir. Şiirin hemen ilk dörtlüğünde bir bayrak benzetmesi bulunur. Yaş bir soldat, başı açıq, çökken dizini Genç bir asker, başı açık, çökmüş

dizini Şeidlerniŋ qabirine tikken közüni Şehitlerin kabrine dikmiş gözünü Qolundaki qızıl bayraq egen başını Elindeki kızıl bayrak eğdiği başını Saçaqınen hazlı öpe mezar taşını Saçağıyla hazlı öper mezar taşını (Şeidler Mezarı) (Şehitler Mezarı)

Page 36: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

36

Mezar başına gelen bir kız, elinde kızıl bayrak ve mezar taşını öperken tasvir edilmiştir. Kızıl bayrak komünizmin simgesidir ve o mezarda yatan şehidin davası haklı bir davadır görüşü savunulmuştur. Sayımıznı sorasalar eki yüz million Sayımızı sorsalar iki yüz milyon Şavle saça ulu Lenin bayraqı bizge Işık saçar ulu Lenin bayrağı bize (Şeidler Mezarı) (Şehitler Mezarı)

Lenin bayrağı yani komünizm düşüncesi yine ışıkla beraber kullanılmıştır. Komünizmin ışığa yani kurtuluşa götüreceği düşüncesi benimsetilmeye çalışılmıştır. “Ebedî Alev” şiirinde Abdüreyim Altanlı’nın halkı komünizme ve kollektif hayat tarzına alıştırmak için çaba gösterdiği açık bir şekilde görülür. Şair bu şiirinde Bolşeviklerin iyi olduğunu belirtmiştir. On dört yigit, er biri çin Bolşevik On dört yiğit, her biri candan

Bolşevik Sert adımlar keçmiş künden keleler Sert adımlarla geçmiş günden

gelirler (Ebediy Alev) (Ebedi Alev) Bolşeviklerin candan birer insan olarak gösterildiği bu şiirde Lenin’den yani komünizmden de övgüyle bahsedilmiştir. Olar Lenin işançına tayanġıç Onlar Lenin inancına dayanır Ediler, bu bol küneşli ülkede İdiler bu bol güneşli ülkede

(Ebediy Alev) (Ebedi Alev)

“Bol güneşli bir ülke” benzetmesi komünizmin hâkim olduğu ülke olarak kullanılmış, bu bol güneşin kaynağı ise Lenin inancı olarak gösterilmiştir.

Page 37: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

37

Sonuç Kırım edebiyatının geçirdiği siyasî evreler göz önüne alındığında

Abdüreyim Altanlı’nın komünizmi benimsemesinin ve bu düşünceyi şiirlerinde sıkça işlemesinin nedenleri belli olmaktadır. Bilinçli olarak kullanılan bu temanın amacı halkı bilinçlendirmektir. “Halk komünizmin yaşam şartlarına alışırsa daha az acı çekecektir” düşüncesi hâkimdir. Altanlı’nın incelediğimiz on şiirinde Komünizm, Lenin, Sosyalistler ve Bolşevikler övgüyle anlatılmış, halkın bunlardan korkmaması gerektiği ve komünizmin en iyi rejim olduğu düşüncesi şiirlerde başarıyla vurgulanmıştır.

Kaynakça ALTANLI Abdüreyim, Şiirler, Edebiyat ve Sanat Neşriyatı, Taşkent 1979. KOLCU Ali İhsan, Çağdaş Türk Dünyası Edebiyatı, Salkımsöğüt Yayınları, Erzurum 2010. TÜRK ANSİKLOPEDİSİ, “Kırım Tatar Edebiyatı” md.

Page 38: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

38

DEDE KORKUT HİKÂYELERİNDE CÜMLE YAPILARI

Ümran YÜKSEL*

Giriş

Dede Korkut Kitabı 15. ve 16. yüzyıllarda Anadolu’da yazıya geçen ve asıl

adı ‘Kitab-ı Dedem Korkud Ala Lisan-ı Taife-i Oğuzhan” olan ünlü epik destandır. Sözlü gelenek ürünlerinden biri olan bu eşsiz eser Kıpçakların ve Hristiyanların Oğuz Türkleriyle olan zorlu mücadelelerini konu alır. Bu değerli eserin Dresden ve Vatikan olmak üzere iki yazması olduğu bilinmektedir: Dresden yazmasında toplam 12, Vatikan yazmasında toplam 6 hikâye bulunmaktadır. Türk dili, kültürü ve edebiyatı için çok büyük değer arz eden bu eserin cümle yapısını irdeleyerek çeşitli tespitlere varacağız:

I. Yüklemin Türüne Göre Cümleler Cümlenin yüklemi, ekli veya eksiz olarak yargı yüklenmiş bir fiil veya

isimdir. Yüklemin isim veya fiil oluşu, sadece anlamı değil, cümle öğelerinin türünü ve cümle içindeki yerini de etkiler.

a. Fiil Cümlesi Yüklemi, çekimli bir fiil olan cümlelere “fiil cümlesi” denir. Yüklemi

çekimli bir fiil veya birleşik fiil olan cümlelerdir. Kip ve şahıs bildiren bütün fiiller yargı taşır. Bu yargı, emir kipinin 2. şahsı dışında daima ekle yapılır. Her türlü kılış ve oluş, fiil cümleleri ile karşılanır. Fiil cümlesi yüklemi, fiil unsuru olan cümledir. Örnekler: Bugün çarşıda çok güzel bir kumaş gördüm, çocuk yolda annesini görünce oyunu bırakıp hemen onun arkasından koşuverdi.

Şimdi de Türk dili ve kültürü açısından büyük önem taşıyan Batı Türkçesinin ilk devri olan Eski Anadolu Türkçesi dönemine ait olan Dede Korkut Hikayeleri’ndeki fiil cümlelerini görelim: 1. gayıbdan dürlü haber söyler-idi (s.73/D2V2-3.str) 2. işde sürilüp gide yorur (s.73/D2V2-5str) 3. bir gün Kam Gan Han Bayandır yirinden turmış-idi (s.77/D10-1str) 4. kafiri alam didi (s.172/D148-20str)

* Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 2. Sınıf Öğrencisi.

Page 39: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

39

5. bu düşi Yigenek yoldaşlarına hikayet eyledi (s.203/D209-13str)

b. İsim Cümlesi Yüklemi ad, ad soylu bir sözcük ya da bir tamlama olan cümleleri ad yani

isim cümlesi olarak adlandırıyoruz. Ayrıca yüklemi eylemsi olan cümlelerin de isim cümlesi özelliklerini taşıdığını unutmamalıyız. İsim ve isim grupları, i-mek yardımcı fiili ile görülen geçmiş zaman ve öğrenilen geçmiş zaman kipinde çekime girerek yüklem görevi yaparlar. Türkiye Türkçesinden çeşitli örnekler: 1. olumlu: Deniz dün soğuk-tu. 2. olumsuz: Deniz dün soğuk değil-di. 3. olumlu soru: Deniz dün soğuk mu-ydu? 4. olumsuz soru: Deniz dün soğuk değil mi-ydi. M. Ergin’e göre isim cümlesi, yüklemi fiil unsuru isim fiili ile bir isim unsurundan mürekkep olan cümledir. İsim fiili predikatın fiil kısmını, isim unsuru ise predikatın isim kısmını teşkil eder (Ergin 2002: 403). Dede Korkut hikayelerindeki isim cümlelerini görelim: 1. ol Ayişe Fatıma soyıdur hanum (s.76/D7-9str) 2. ol zamanda biglerün alkışı alkış karkışı karkış idi (s.117/D69-2str) 3. tanrınuñ birligine yokdur güman (s.182/D165-16str) 4. öginür-ise er öginsün aslandur (s.197/D198-3str) 5. öginmeklik avratlara bühtandur (s.197/D198-4str)

II. Yüklemin Yerine Göre Cümleler Yüklem, genellikle cümlenin sonunda yer alır. Bu dizim şekli Türkçe söz

diziminin karakteristik özelliğidir. Ancak diğer cümle öğeleri gibi yüklemin de söz dizimi içindeki yeri çeşitli sebeplerle değişebilmektedir. Cümlelerin kurallı (düz) veya devrik oluşlarında ölçü, diğer öğelerin değil yüklemin yeridir. Dede Korkut hikayelerindeki cümleleri bu çerçevede değerlendirelim:

a. Kurallı (Düz) Cümleler Türkçede öğeler genel olarak “özne-nesne-tümleç-yüklem” şeklinde

sıralanır. Yani yüklem sondadır. Yüklemi sonda bulunan cümlelere kurallı (düz) cümle denir. Cümlenin ana öğesi olan yüklem, kurallı cümlede sonda bulunmak mecburiyetindedir. Yardımcı öğeden ana öğeye doğru diziliş, Türk cümle yapısının temel özelliğidir. Yüklemi tamamlayan öğeler, yüklemden önce gelir. Yükleme en yakın öğe, genellikle belirtilmek istenen, vurgulanan öğedir. 1. Kanlı Koca bu başları ve bu canavarları gördi, başında olan bit ayağına dirildi (s.186/D174-1str) 2. Kanlı Turalı bildi kim bu yağı başup tağıdan Selcen Hatundur (s.196/D197-5str) 3. alp eren erden adın yaşurmak ‘ayıb olur (s.214/D223-1str)

Page 40: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

40

4. Kam Gan oğlı Han Bayındır yirinden turmış-idi (s.216/D236-1str) 5. hep anda olan bigler ağlaşdılar (s.250/D301-2str)

b. Devrik Cümleler Yüklemi sonda olmayan cümlelere devrik cümle denir. Devrik cümlelerde

yüklem başta ya da ortada olabilir. Şiir dilinde devrik cümlelere daha sık rastlanır. Devrik cümleler söyleyişe belli bir özellik katmak, anlatımı güçlendirmek, söyleyişi konuşma diline yaklaştırmak için kullanılır. Devrik cümleler, sözlü dilde yazılı dile oranla daha fazla kullanılmıştır. Devrik cümlelerde cümlenin diğer öğelerinden biri, birkaçı veya hepsi yüklemden sonra gelebilir. Dede Korkut Hikayeleri’nde kurallı cümle yapısı kullanımı fazla olmakla beraber devrik cümleye de yer verilmiştir: 1. ala gözden ayırdun yigit meni / tatlu candan ayırsun kadir seni (s.215/D233-1str) 2. komağum yok kırk namerde (s.93/D33-V19-12str) 3. açuk açuk meydana benzer senün alınçuğun / İki şeb çırağa benzer senün gözçügezün (s.136/D99-9/10str) 4. berü gelgil a big baba / nirede bildün benüm tutsak olduğum (s.168/D142-13/14str) 5. atamdan yiğrek kayın ata / anamdan yiğrek kayın ana (s.229/D262-11/12str)

III. Anlamına Göre Cümleler Bir cümle hangi anlam özelliğine sahip olursa olsun, mutlaka ya olumlu ya

da olumsuz bir anlam taşır. O halde cümlelerin temel anlam özelliği olumluluk veya olumsuzluktur. Olumlu ve olumsuz cümleler, ayrıca soru, bildirme, emir, istek, ünlem vb. anlamlar taşıyabilir. Aşağıda Dede Korkut Hikayelerinde geçen olumlu ve olumsuz cümleler ile soru cümleleri örneklendirilmiştir:

a. Olumlu Cümle Yüklemin bildirdiği yargının gerçekleştiğini, gerçekleşeceğini ya da

gerçekleşmekte olduğunu bildiren cümleleri belirtir. Yargının gerçekleştiğini anlatan cümleler, olumlu cümlelerdir. Böyle cümlelerin yüklemi yapma, yapılma veya olma bildirir. Bazı cümleler, yapılarında olumsuzluk bildiren gramatikal unsurlar taşımalarına rağmen anlamca olumludurlar. Yapısında herhangi bir olumsuzluk unsuru taşıyan cümleler, değil edatı veya yok ismi ile birleşince olumlu bir anlam kazanırlar. Yapısında herhangi bir olumsuzluk unsuru bulunan bazı cümleler, soru yoluyla olumlu bir anlam kazanabilirler. Dede Korkut Hikayelerinde geçen olumlu cümle yapısı kullanımını örneklendirelim:

Page 41: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

41

1. meger hanum Tırabuzan teküri bigler bigi olan Han Kazana bir şahin göndermiş-idi (s.234/D272-1str) 2. irken bindiler av yirine vardılar (s.234/D272-4str) 3. men Kazanun ni’metini çok yimişem (s.247/D296-V96/10str) 4. beyregün babasına anasına haber oldı (s.249/D300-23str) 5. menüm İç Oğuzda karumum Kazan olsun (s.250/D302-20str)

b. Olumsuz Cümle Yüklemin bildirdiği yargının gerçekleşmediğini, gerçekleşmeyeceğini ya

da gerçekleşmemekte olduğunu bildiren cümleleri belirtir. Yargının gerçekleşmediğini anlatan cümleler, olumsuz cümlelerdir. Böyle cümlelerin yüklemi yapmama, yapılmama veya olmama bildirir. Bazı cümleler, yapılarında olumluluk bildiren gramatikal unsurlar taşımalarına rağmen anlamca olumsuzdurlar. Fiil kökü ya da gövdesine eklenen –mA eki fiile sağladığı olumsuzluk anlamıyla cümleyi olumsuzlaştıran ektir. Dede Korkut Hikayelerinde geçen olumsuz cümle yapısı kullanımını örneklendirelim: 1. urlaşuban sular taşsa deniz tolmaz (s.73/D3-16str) 2. ala gözlü kızın gelinin getürdiler aldanmadun (s.238/D280-6str) 3. anda dahı erem bigem diyü öginmedüm (s.238/D280-9str) 4. öginenleri hoş görmedüm (s.238/D280-10str) 5. mere ana men Han oğlı degül-imişem (s.239/D282-19str)

c. Soru Cümleleri mI/mU soru ekleriyle, soru sözcükleriyle kurulmuş, soru anlamı veren

cümledir. Vurgulanmak istenen söz ya da sözcük mI/mU soru ekinden önce kullanılır. Sözde (Yanıt istemeyen) soru cümleleri de bu cümle tipindedir. Kuruluş amaçları, yanıt almak değil; bir düşünceyi, duyguyu (küçümseme, şaşma, özlem, onaylama, sitem, beklenmezlik vs.) daha etkili biçimde anlatabilmektir. Dede Korkut Hikayelerinde geçen soru cümlelerini örneklendirelim: 1. ağam Kazan sası dinlü Gürcistan ağzında oturursın, ordun üstine kimi korsın (s.96/D37-4str) 2. Kazan aydur: mere çoban bu ağaç ne ağaçdur (s.105/D50-10str) 3. Kazan Big aydur: bu hüner atun-mıdur, erün-midür (s.217/D238-4str) 4. aydur: bigler men sizi niye kığırdum bilür-misiz (s.245/D294-20str) 5. beyrege Aruz aydur: bilür-misin seni niye kığırduk (s.247/D296-V96/4str)

Page 42: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

42

IV. Yapılarına Göre Cümleler a. Basit Cümle Bağımsız tek bir yargı bildiren cümlelere “basit cümle” denir. Basit

cümlede bir yargı bulunduğu için, bir yüklem vardır. Bu yüklem de çekimli bir eylem, ekeylem almış ad soylu kelimede olabilir. Dede Korkut Hikayelerinde basit cümle kullanımı yoğundur: 1. Dede Korkut soylamış (s.73/D3-11str) 2. oğuzun ol kişi tamam biliçisi-y-idi (s.73/D2V2-2str) 3. karılar dört dürlüdür (s.76/D7-5str) 4. Dirse Han Korkut sinirli katı yayın eline aldı (s.85/D22-23str) 5. böyle digeç oğlanun kulağına ses tokındı (s.89/D28-14str)

b. Birleşik Cümle Türkçede “şartlı birleşik cümle”, “ki'li birleşik cümle” olmak üzere başlıca

iki çeşit birleşik cümle vardır. Üçüncü bir birleşik cümle çeşidi olarak “iç içe birleşik cümle”yi de ilave edebiliriz.

b1. Şartlı Birleşik Cümle Temeli şart kipinin şart ifadesine dayanır. Bu cümle yapısında önce

yardımcı cümle sonra asıl cümle gelir.Yardımcı cümle şart ifadesi taşır. Bu yapı Dede Korkut Hikayelerinde şu şekilde yer almaktadır: 1. oğuz zamanında bir yigit ki ivlense oh atar-idi (s.129/D90 V33-5str) 2. kaçan-kim Budağ atsa Beyrek elün var olsun dir-idi (s.142/D107 V43-1str) 3. bir at bulur-isem tutayım bineyim didi (s.136/D99-3str) 4. birin eksük bulsam yirine on öldüreyim (s.137/V39-6str) 5. onın eksük bulsam yirine yüzin öldüreyim mere kafir (s.137/V39-7str)

b2. Ki'li Birleşik Cümle ki edatı kendisinden sonra gelen yardımcı cümleyi kendisinden önce gelen

asıl unsura bağlayarak birleşik cümle oluşturur. Dilimize Farsçadan geçmiş, Türkçesi kim edatıdır. 1. eyle kim çekerem men göz bunını (s.215/D233-10str) 2. aydur: hanum masudum oldur ki ere varan kız kalka oynaya men kopuz çalam didi (s.146/D113-11str)

b3. İç İçe Birleşik Cümle Bir cümlenin başka bir cümlenin içine girmesiyle meydana gelen cümledir.

1. seni koyu virelüm var git didiler (s.230/D266-12str)

Page 43: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

43

2. hoş ola didi (s.230/D266-13str)

c. Sıralı Cümle c1. Bağımsız-Sıralı Cümle Tek başlarına yargı değeri taşıyan birden çok cümlenin, aralarına nokta

konmayıp virgül, noktalı virgül ya da bağlaçlarla art arda sıralanmasıyla oluşan cümlelerdir. İşte cümleleri ayrı ayrı öğelerine ayırdığımızda hiçbir öğe ortaklıklarının olmadığını görüyorsak bu adla nitelendiririz. Bu yapıyı ise Dede Korkut Hikayelerinde şu şekilde görüyoruz: 1. Allah Allah dimeyinçe işler onmaz, kadir Tanrı virmeyinçe er bayımaz (s.73/D3-11str) 2. ezelden yazılmasa kul başına kaza gelmez, ecel va’de irmeyinçe kimse ölmez (s.73/D3-12str) 3. ölen adam dirilmez, çıhan can girü gelmez (s.73/D3-14str) 4. tekebbürlik eyleyeni tanrı sevmez, könlin yüce tutan erde devlet olmaz (s.73/D3-17str) 5. andan dahı sizi hanum Allah saklasun, ocağunuza bunçılayın ‘avrat gelmesün (s.77/D9-13str)

c2. Bağımlı-Sıralı Cümle En az bir öğesi ortak olan sıralı cümlelere denir. Bağımsız sıralı cümlelere

oranla bu cümle yapısına Dede Korkut Hikayelerinde daha az rastlanır. Örnekler: 1. kırk ince billü kız oğlanıyile kara aygırın tartdurdı, butun bindi, kara kılıcın kuşandı (s.173/D148-8str) 2. başum tacı Kazan gelmedi diyü izin izledi, gitdi (s.173/D148-10str) 3. bak bak mere delü kavat menüm birligüm bilmez, birligüme şükür kılmaz (s.177/D156-13str) 4. Dedem Korkut gelüben boy boyladı, soy şoyladı (s.184/D169-10str) 5. İç Oğuza girdi, kız bulumadı (s.185/D173-10str)

V. Eksiltili Cümle Ya sonu belli olduğu ya da söze bir duygu katmak için yargısı

tamamlanmayan, ancak tam bir cümle anlamı verebilen söz dizisine denilmektedir. Eksiltili cümleler incelenirken yüklemi bizler zihnimizden tamamlarız. Dede Korkut hikayelerinde bu yapıdaki örneklere çok az rastlanır: 1. sovuk sovuk sular, çayırlar, çemenler… (s.193/D191-2str)

Page 44: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

44

Kaynakça BANGUOĞLU Tahsin, Türkçenin Grameri, TDK Yay., Ankara 2007. ERGİN Muharrem, Türk Dil Bilgisi, Bayrak Yay., İstanbul 2002. ERGİN Muharrem, Dede Korkut Kitabı (Giriş – Metin – Tıpkıbasım), TDK Yay., Ankara 2009. ERGİN Muharrem, Dede Korkut Kitabı (İndeks – Gramer), TDK Yay., Ankara 1997. KARAHAN Leyla, Türkçede Söz Dizimi, Akçağ Yay., Ankara 2012.

Page 45: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

45

BÂKÎ DİVÂNI’NDA TELMİH SANATI

Gonca KALEOĞLU*

Giriş Arapça “lemh” sözcüğünden gelen “telmih”; kelime anlamı olarak, söz

arasında kestedilen bir şeyi mânâlı olarak söyleme, açık söylememe, îmâlı konuşma; terim anlamı olarak ise ibârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, atasözüne veya meşhur bir şiire, bir söze işaret etme demektir.

“… Telmihte okuyucunun kültürüne bırakılmış bilgiler olmalıdır. Zaten olayın tamamı anlatılırsa telmih sanatı ortaya çıkmaz. Kimi telmih örneklerinde meşhur bir bilgi ve olayın temel kavramları doğrudan zikredilir. “Ben Mecnun olmuşum sevda çölünde” mısrasında olduğu gibi. Bu mısrada Mecnun kıssasına çağrışım yapılarak ifadenin anlamı güzelleştirilmiş ve zenginleştirilmiştir.” (Coşkun 2007: 140-142)

Telmih sanatı edebiyatımızda en sık kullanılan söz sanatlarından biridir. Bugüne dek birçok şair, mısraın dolayısıyla da şiirin anlamını zenginleştirmek için bu yola başvurmuştur. Divan şiirinin gelişmesinde önemli bir yeri olan Bâkî de tıpkı diğer sanatçılar gibi şiirlerinde telmihe çokça başvuran bir sanatkârdır. Şairin bu yönü, en önemli eseri olan Divân’ında açıkça kendini gösterir. Ölümünden otuz yıl kadar önce tertib edilen bu eserinde; 27 kaside, 1 muhammes, 5 tahmis, 548 gazel, 1 kıt’a-ı kebîre, 19 kıt’a, 4 nazm, 1 tarih ve 31 matlaya yer veren şair birçok beyitte çağrışımlarda bulunarak beyitlerini mânâ bakımından zenginleştirmiştir.

Bu çalışma Bâkî’nin, Divân’ında başvurduğu telmih sanatı ve bu sanatın kullanıldığı beyitler, anımsattığı kıssalar üzerine küçük bir inceleme niteliğindedir.

* Divanda Telmih Yapılan Beyitlerden Bazıları ve Kıssaları 1. Mühr-i Süleyman Hem peygamber hem hükümdar olan Hz. Süleymân, Davud peygamberin

oğludur. “Taşı, Kibrit-i ahmer (kırmızı yakut; altın fosfor)’den olan üzerinde ism-i azam yazılı yüzüğü (mührü) ile insanlara, cinlere, perilere, develere, bütün vahşi

*Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 4. Sınıf Öğrencisi.

Page 46: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

46

hayvanlara, kuşlara ve rüzgara hükmederdi. Her türlü dili bilir, kuşlarla, hayvanlarla konuşurdu. Bu onun mucizesidir. Hz. Süleymân’ın yüzüğü mührüdür…. ‘Mühür kimdeyse, Süleymân odur’ sözü mührün önemini bildirir.” (İpekten 2004: 50).

Bu kıssa edebiyatımızda birçok eserde telmih yolu ile karşımıza çıkar. Bâkî de mühr-i Süleymân kıssasına gönderme yapan şairlerden biridir. İşte Hz. Süleyman kıssasına ve onun üzerinde ism-i a’zam’ın yazılı olduğu mührüne telmih yapılan birkaç beyit:

Etrâfa saldı şa’şa’asın gûşe gûşe mihr Oldı ufukda mühr-i Süleymân gibi ‘ayân (K.1/10)

(Güneş parlaklığını her köşeye saldı ve ufukta tıpkı Süleymân’ın mührü gibi kendini gösterdi.)

Bu beyitte sabah doğan güneş etrafı aydınlatmaya başlamıştır. Burada

güneş yuvarlaklığı ve dünyaya hâkim olması bakımından Süleymân’ın mührüne benzetilmiştir. Nasıl ki Hz. Süleymân yüzüğü ile tüm varlıklara, rüzgâra, hayvanlara vs. hükmetmişti, güneş de doğduktan sonra tıpkı o yüzük gibi tüm dünyaya hükmetme gücündedir, göğün tepesindedir ve her şeye hâkimdir.

Sâhib-i tîg u kalem mâlik-i câm u hâtem Âsâf-ı Cem-’azamet dâver-i Cemşîd-vekâr (K.18/27)

(Kalem ve kılıç sahibi, üstü mühürlü yüzüğü ve kadehi elinde bulunduran: Cem gibi ululuk ve Cemşid gibi vakar sahibi vezir.)

Beyitte, Hz. Süleymân ismi geçmemekle birlikte mühür (hâtem) ve Âsâf kelimeleri Hz. Süleyman’ı, vezirini ve mührünü hatırlatmaktadır. Beyitte Kanunî’nin veziri övülmektedir. Bu vezir, Hz Süleyman’ın meşhur kudretli ve akıllı veziri Âsâf’a benzetilmiştir. Beyitte her iki anlamını da yansıtır.

Gûşeden bir ta’ne taşın kondururlardı Nigînüñle mu’ârız görseler mühr-i Süleymânı (K.5/24)

(Eğer ki mührünü Süleymân’ın mührüne karşı çıkmış görselerdi, ona her köşeden bir beğenmeme, yerme taşı atarlardı.)

Page 47: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

47

2. Ferhad ile Şirin Erkek çocuğu olmadan ölen Ermeni hükümdarının Mehin Banu ve Şirin

adında iki kızı vardır. Mehin Banu babasının yerine tahta geçer ve Şirin’e bir köşk yaptırır. Bu köşkte resim yapan Bihzad isimli ressamın oğlu olan Ferhâd, Şirin’i görür ve âşık olur. Ancak Şirin ondan aşkını ispatlaması için şehrin dışındaki bir pınardan su getirmesini ister. Ancak pınarla şehrin arasında Bîsütûn dağı vardır. Suyu getirebilmesi için bu dağı delmesi gerekmektedir. Dağda bir mağara açar ve buraya Şirin’in resimlerini yapar. Bu arada Hürmüz’ün oğlu Hüsrev de Şirin’e âşıktır. Hüsrev’in dadısı Ferhâd’ın yanına gelip Şirin’in öldüğünü söyler. Ferhâd da kazmayı kafasına vurur ve ölür. Şirin ise bunu duyar duymaz Ferhâd’ın yanına gelir ve onu görünce hançerini çıkarıp intihar eder. Hüsrev’in dadısını da dağdan inen bir aslan parçalar (Üzümcü 2010: 25).

Bâkî Divanı’nda bu hikâyeye gönderme yapan beyitlerden birkaçı şu şekildedir:

Bî-sütûn-ı gamda Bâkî seng-i mihnet kesmede Şöyle üstâd oldı kim Ferhâda san’at gösterür (G.51/6)

(Bâkî, gam Bîsütûn’unda üzüntü taşlarını kesmede öyle ustalaştı ki, Ferhâd’a bile sanatkarlığı kendi öğretir.)

Bîsütûn, Kermanşah yakınlarında bulunan ve Ferhâd’ın sevgilisi uğruna

delmeye çalıştığı dağın ismidir. Bâkî bu beyitte çok sıkıntı çektiğini ve bu sıkıntı ve eziyet yönünden Ferhâd’dan bile daha usta bir hale geldiğini belirtiyor.

Bâkıyâ Ferhâd ile Mecnûn-ı şeydâdan bedel ‘Âşık-ı bî-sabr u dil kim var dirseñ işte ben (G.380/7)

( Ey Bâkî ! Ferhâd ile çılgın Mecnûn’un yerini tutan, sabırsız ve gönlü elden gitmiş âşık kim var dersen, işte o benim.) Beyitte Bâkî kendini zamanın bir Mecnûn'u, Ferhat'ı olarak görmekte, onların yerini tuttuğunu belirtmektedir. Onlar gibi sabırsız ve gönlünü başkasına kaptırmış bir insan haline gelmiştir.

3. Zühre Yıldızı Zühre Yıldızı mitoloji ve edebiyatta güzelliğin, eğlencenin ve aşkın sembolü

haline gelmiş, pek çok efsaneye ve şiire ilham kaynağı olmuştur. İran mitolojisinde

Page 48: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

48

adı Nâhid, Yunan mitolojisinde Afrodit, Roma mitolojisinde Venüs adıyla anılan bu yıldıza Orta Asya Türkleri Çolpan demiştir. Hikâyesi şu şekildedir:

Bir vakit melekler, insanoğlunun dünyada işlediği birçok günaha bakıp bakıp hayret ederler. İnsanları bu günahlarından dolayı kınayan meleklere Allah: “Onlardaki nefis ve şehvet sizde olsaydı siz de aynı günahları işlemez miydiniz?” diye sorar. Bunun üzerine melekler: “Hâşâ, biz doğru yoldan ayrılmazdık” cevabını verince Allah da onları sınamak için, mizaçlarını âdem mizaçlı yaparak Babil’e gönderir. Harut ve Marut gündüz kadılık yapar, gece ism-i âzam okuyarak göğe çıkarlar. Bir gün kocasından ayrılmak için onlara başvuran güzel bir kadına âşık olurlar. Aşkları öyle şiddetlenir ki gözleri hiçbir şey görmez. Kadın meleklere şarap içirip, puta taptırıp sonunda da kocasını öldürtür. Sonra da onlardan ism-i âzamı öğrenerek göğe çıkar. Nihayet bu meleklere sual edilir “Hangi cezayı tercih edersiniz?”. Cevaben, “Ne ceza olursa razıyız. Ancak dileriz ki, cezamızı yine yeryüzünde çekelim.”, derler. Ceza olarak karanlık bir kuyuya atılırlar. Kıyamete kadar haykıracakları bu kuyuda iniltileri hala kulaklara gelir. Zühre’ye gelince, Allah ez-Zühre’yi göklerde parıldayan bir yıldız haline getirdi ki insanlar onu görsünler de Harut ve Marut’un başına gelenlerden ders alsınlar (Pala 2002: 205).

Divan’da geçen alakalı beyitlerden birkaçı şu şekildedir: Bezm-i felekde urmış idi Zühre sâza çeng ‘Ayş u safâda hurrem ü handân u şâdmân (K.1/4)

(Zühre yıldızı göğün toplantısında yiyip, içip, eğlenerek, gülerek, mutlu ve neşeli bir şekilde sazına el atmıştı.)

Beyite baktığımızda; yenilip, içilip, eğlenilen bir musikî toplantısı gözler önünde canlanıyor. Gökyüzünde bir eğlence meclisi kurulmuş; ay, yıldızlar, Samanyolu toplanmış, Zühre de sazını eline almış çalmakta.

Saña teşbîh itmek olmaz ey meh-i sâhib-cemâl Âfitâba ger hilâl ebrû vü Nâhîd olsa hâl (G.293/1)

(Ey güzellik sahibi ay (sevgili) ! Güneşe, hilâl kaş, Zühre de ben olsa bile, onu sana benzetmek uygun düşmez.)

Şekil bakımından güneş yüze, hilâl kaşa, Zühre de bene benzetilerek gökyüzünde asılı kalan Zühre Yıldızı’na telmihte bulunulmuştur. O güzellik sahibi ay gibi olan güzel sevgili, gökyüzündeki bütün güzelliklerden daha güzeldir. Bu sebeple onu gökyüzündeki güzelliklere benzetmek hiç uygun değildir.

Page 49: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

49

4. Âb-ı Hayat âb-ı hayvân, âb-ı zindeganî, mâ’lü’l-hayat, bengisu gibi ifadelerle de

karşımıza çıkan âb-ı hayat terimi, hayat suyu anlamına gelmektedir. Bu su; içeni ölümsüzlüğe, ebedî hayata kavuşturan bir sudur. Bir rivayete göre; Hızır ve İlyas peygamberlerle İskender ab-ı hayatı aramaya çıkmışlar. Uzun süre pek çok yer dolaştıkları halde bulamamışlar. Bir ülkenin halkı ileride deniz olduğunu, bunu aştıktan sonra karanlıklar ülkesinde aradıkları suyu bulabileceklerini söylemiş. Denizi geçip, karanlıklar ülkesine gelince İskender, yanında bulunan ve karanlığı aydınlatan iki billur toptan birini Hızır’la İlyas’a vermiş ve iki koldan karanlıklar ülkesine girmişler. Suyu kim bulursa öteki tarafa haber vermek üzere sözleşmişler. Hızır ve İlyas uzun aramalardan sonra yorgun düşüp, bir pınar başında biraz dinlenip yemek yemek istemişler. Hızır ellerini yıkarken birkaç damla su yanlarındaki kurutulmuş balığa sıçrayınca, balık canlanıp suya atlamış. Hızır ve İlyas peygamberler bunun aradıkları su olduğunu anlayıp içmişler ve ölümsüzlüğe kavuşmuşlar. Allah suyun yerini bildirmemelerini buyurduğu için de İskender’e haber vermemişler. Bir başka söylentiye göre de İskender korktuğu için karanlıklar ülkesine hiç girmemiş. İnanışa göre; böylece ölümsüzleşen Hızır ve İlyas o zamandan beri yaşamakta, kıyamete dek sürecek olan bu görev ile Hızır karada ve İlyas denizde, başı sıkışanların yardımına koşmaktadırlar. Yine bir rivayete göre; bunlar senede bir gün buluşup beraberce Kâbe’ye hacca giderlermiş. Onların buluştukları güne Hızır ve İlyas'tan birleştirilerek “Hıdırellez” denilirmiş (İpekten 1993: 92).

Bu kıssa edebiyatmızda bir çok eserde, telmih yolu ile karşımıza çıkmaktadır. Bâkî de Divanı’nda bu hikâyeye sıkça gönderme yaparak anlatımını zenginleştirmiştir. Bâkî Divanı’nda “âb-ı hayat”a işaret eden beyitlerden bazıları şu şekildedir:

Âb-ı hayât-ı la’lüñe ser-çeşme-i cân teşnedür

Sun cür’a-i câm-ı lebüñ kim Âb-ı hayvân teşnedür (G.69/1) (Senin dudağının hayat verici suyuna can pınarı susamıştır, dudağının kadehinden bir yudum sun ki, ona âb-ı hayât bile susamıştır. ) Beyitimize baktığımızda, lâl kelimesinden kastın, sevgilinin dudağı olduğunu görürüz. Burada dudak, içi şarap ile doldurulmuş kadehe benzetilmektedir. Bu öyle bir kadehtir ki, kendi suyunu bünyesinde barındıran, normalde suya hiç ihtiyacı olmayan pınar dahi bu kadehteki hayat verici suya, susamıştır. Ve yine sevgilinin dudağının kadehindeki su öyle bir sudur ki, âb-ı

Page 50: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

50

hayât bile sevgilinin kadehi yanında kendi hayat verici özelliği ile yetinmeyip, onun kadehindeki suya ihtiyaç duymuştur. İşigüñ hâkine ser-çeşme-i hayvân dirler Kapuña matla’-ı hûrşîd-i dırahşân dirler (G.144/1) (Senin eşiğinin toprağına ölümsüzlük suyunun pınarı derler. Kapına da, parlak güneşin doğduğu yer diyorlar.) Bu beyitte şair, sevgilinin eşiğinin toprağını ölümsüzlük suyuna yani, ab-ı hayatın aktığı pınara benzetmiştir. O toprağa ayak bastığında hayat bulduğunu, canlandığını ifade ediyor. Bu eşiğin kapısı ise güneşin doğuş yeri olarak düşünülür. Divan şiirinde sevgilinin yüzü güneşe benzetildiğine göre şair burada sevgilinin o kapıdan çıkışını güneşin doğuşuna benzeterek, onu görmenin, dünyasına ışık ve ısı saçtığını, karanlık dünyasının aydınlandığını anlatmak istiyor.

5. Bezm-i Elest Bezm; asıl anlamıyla “içkili, eğlenceli meclis, toplantı, dernek” demektir.

Fakat bazen de “elest bezmi”ndeki “Kâlu bela” olayına gönderme yapmak için de yalnızca “bezm” kelimesi ya da “elest” kelimesi kullanılabilmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de de anlatılan elest meclisi; Ruhların Allah’ın huzurunda toplanarak “Elest-ü bi-rabbiküm (Ben sizin Rabbiniz değil miyim? )” sorusuna, “Kalû belâ (Dediler ki, evet Rabbimizsin)” cevabını verdikleri meclistir (Ârâf/ 171-172). Bu meclis, cân meclisi, ezel meclisi vb. adlarla da anılabilir. İşte, insanoğlu bu zamanda Rabbine söz vermiştir ve dünyaya geldiğinde bu sözünü unutmamalıdır. Çünkü Allah, insanlar sözlerine sadık kalsınlar diye ruhların birbirine şahit olmasını sağlamıştır.

Bâkî Divanı’nda bu olayı anımsatan birçok beyit karşımıza çıkar. Bunlardan bazıları şöyledir:

Bundan ziyâde ‘âşık ferhunde-fâl olur mı Rûz-ı ezelde kur’a nakş-ı nigâre düşmiş (G.216/5)

(Ezel gününde kur’a, sevgilinin suretine, yüzüne isabet etti. Âşık için bundan daha fazla mutluluk olur mu?)

Bu beyitte, “rûz-ı ezel” terkibinden “elest meclisi” kastedilmiştir. Bilindiği üzere insanların kısmeti bu mecliste tayin edilmiş, dünyada yapacakları işler burada belirlenmiştir. Ruhların mutlak güzelliği idrak ettikleri yer burasıdır. İnsan, işte bu güzelliği dünyadaki güzellerde tekrar görmüştür. Şair, kısmetine

Page 51: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

51

sevgilisinin düştüğünü, bundan dolayı da bahtının uğurlu olduğunu ifade ediyor. Burada “bezm-i elest”e gönderme yaparak, âşık olduğu güzelin, onun kaderine ta ezelden yazılmış olduğunu ifade etmek istiyor. (Küçük 2002: 291)

Levh-i hâtırda hatuñ nakşını yazmak ‘amelüm Künc-i halvetde senüñ fikr-i lebüñdür emelüm (G.332/1)

(Gül bahçesinin sayfasına sümbül çizilmeden önce, gönül levhasında senin yüzündeki tüylerinin resmini çizdim.)

Şair, bu beytinde de elest meclisine telmihte bulunmuştur. Dünya yaratılmadan önce, elest meclisinde sevgilinin yüzündeki tüylerin şekillerini gönül sayfasına çizdiğini, yani ona olan aşkının bu mecliste başlayıp ezelden beri süregeldiğini anlatmak istiyor.

Sonuç Telmih sanatı edebiyatımızda sıkça kullanılan edebî sanatlardan biri olarak

kendini gösterir. Usta bir şair olan Bâkî’nin de şiirlerini yazarken bu sanattan çokça faydalandığı aşikârdır. Biz bu incelememizde, Bâkî Divânı’nda geçen telmih unsurlarında sadece dört tanesine yer verebildik. Divânda bunlardan başka daha birçok telmih unsuruna yer verilmiştir. Örneğin, Hz. İsa (Mesih), Hz. Meryem, bezm-i elest, âb-ı hayât, Hz. Ali, Hz. Nuh, Hz. Yusuf, Hz. Davut, Kevser, Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Selman, Cemşid, Bülbül ile Gül, İskender, Yezdan, Hasan Hüseyin ve benzerlerine göndermeler yapılarak Divan’ın anlatımı zenginleştirilmiştir. Bu yolla okuyucunun zihninde bu olayların canlanıp, anlatımdaki boşlukların dolması sağlanmıştır. Burada tüm bu telmih unsurlarına tek tek yer vermek mümkün olmadığı için, biz bu çalışmamızda birkaç örnek ile Bâkî’nin şiirlerinde telmih sanatını nasıl kullandığını yansıtmaya çalıştık.

Page 52: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

52

Kaynakça DEVELİOĞLU Ferit, Osmanlıca-Türkçe Lûgat, Aydın Kitabevi, Ankara 2009. İPEKTEN Halûk, Bâkî Hayatı, Sanatı ve Eserleri, Akçağ Yayınları, Ankara 2004. KÜÇÜK Sabahattin, Bâkî Divânı (Tenkitli Metin), Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1994. KÜÇÜK Sabahattin, Bâkî ve Divânı’ndan Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2002. PALA İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara 2002. ŞEMSETTİN SAMİ, Kamus-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul 2009. TİMURTAŞ Faruk Kadri, Bâkî Divânı’ndan Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1991. ÜZÜMCÜ Ali, Mihaloğlu Ali Bey’in Gazavát-Námesi’nin Telmih ve Kıssaları Üzerine Bir İnceleme, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Selçuk Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Konya 2010.

Page 53: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

53

TÜRKİSTANLI BİR MUHACİRİN HATIRALARI VE ŞİİRLERİ

Mesut ÖZTÜRK*

1. Burhaneddin Torbak’ın Eseri Burhaneddin Torbak, Sovyet baskısıyla yaşadığı sürgünleri, hapis hayatını

uğradığı zulümleri hatıra türünde kaleme almış ve bir defter oluşturmuştur. Yaşadıklarını anlatırken aile hayatını, geride bıraktığı ailesini, çektiği sıkıntıları, vatan hasretini edebî bir dille anlatmıştır. Defterde ağırlıklı olarak düz yazı kullanmakla birlikte zaman zaman duygularını şiirlerle de ifade etmiştir. Düz yazılarında ve şiirlerinde Özbek Türkçesi hususiyetlerini başarıyla uygulamış ve oldukça sade bir dil kullanmıştır.

Eser 1907 tarihi ile başlayıp 1967 tarihinde sona ermektedir. Eski harfli bir el yazmasıdır.

2. Burhaneddin Torbak’ın Eseri Işığında Hayatı ve Şiirlerinden

Örnekler Burhaneddin Torbak 1907 yılında Özbekistan’ın Kokand şehrinde

doğmuştur. İlk eğitimini Özbekistan’da tamamlayan Burhaneddin Torbak 22 yaşına kadar Kokand şehrinde bulunmuştur. İlk evliliğini Özbekistan’da yapmış ve bir erkek evlat sahibi olmuştur. Babası, 1939 yılında Stalin tarafından verimi arttırmak için kollektivizasyon politikları kapsamında topraklarına el konması üzerine Ruslar tarafından Sibirya’ya sürgün edilmiştir. Burhaneddin Torbak bu olaydan sonra kendi canına da kastedilmesi üzerine Özbekistan’ın Semerkand şehrine kaçmıştır.

İki yıllık bir ayrılıktan sonra başka bir şehirde bulunan akrabalarına gönderdiği mektubun, o zamanlarda Sibirya’dan kaçarak akrabalarının yanına gelmiş bulunan babasına ulaşmasıyla baba oğul buluşmuştur. Birlikte Kokand şehrine gizlice geri dönmüşlerdir. Babası burada ailesiyle buluşmuştur. Helalleştikten sonra evlatlarını eşi ile bölüşüp Afganistan’a gitmek üzere oğlu Burhaneddin ile yola çıkmışlardır. Burhaneddin bu ayrılık esnasında kaleme aldığı bir şiirinde duygularını şöyle ifade etmektedir:

*Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 4. Sınıf Öğrencisi. [email protected]

Page 54: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

54

“Biz kitermiz uzaķ yolga, yena ķaytıb körermiz mu ? (Biz gideriz uzak yola, yine dönüp görür müyüz?) Siz ķalursuz yıġlab bizge, yena ķaytıb körermiz mu ? (Siz bize ağlayarak kalırısınız, yine dönüp görür müyüz?) Amān bolsun tofraġımız, fedā bolsun bu cānımız, (Ȃzâd olsun toprağımız, feda olsun bu canımız,) Ḳardaş ham de aḥbābımız yena ķaytub körermiz mu ? (Kardeş hem de ahbabımızı, yine dönüp görür müyüz?) Rıżā bolgıl anacānım, kob yıġlama afacānım, (Razı ol anneciğim, çok ağlama anneciğim,) Bayḫan oġlum hem evlādım, yena ķaytub körermiz mu? (Bayhan oğlumu hem evladımı, yine dönüp görür müyüz?) Unutmaydur Burhan siznı, yıġlab turgan ķara közni, (Unutmaz Burhan sizi, durmadan ağlayan kara gözü,) Taġ tofraķ baġımıznı, yena ķaytub körermiz mu ?” (Dağ, toprak, bağımızı yine dönüp görür müyüz?)

Babasıyla birlikte daha sonra Özbekistan’ın Baysun şehrine gelirler. Bir yıl

çalışırlar, para biriktirirler. Biriktirdikleri para ile Kokand’a gidip ailesini getirme düşüncesindedirler; fakat yolda tüm paraları çaldırmaları üzerine bu fikri gerçekleştiremezler. Daha sonra Afganistan’a gitmek üzere Özbekistan ile Afganistan arasında sınır olan Perhi şehrine gelirler. İki ülke arasında sınır olan Amu Derya nehrini geçer ve Afganistan’a dahil olurlar. Sınır askerleri tarafından yakalanıp Cenk Kala’ya oradan Hanebad’a ve oradan da Afganistan’ın Bağlan şehrine sürgün edilirler. Burada ailelerin birbirine kefil olmaları şartıyla serbest bırakılırlar.

Burhanneddin, Bağlan’da bir müddet çalışıp biriktirdiği yüz yirmi rupe ile eskiden ortaklık yaptığı Arslanbay ile Dehne-i Ğuri’ye giderek bir fırın açar. 1934 yılının güz aylarından bahar aylarına kadar fırın işletir fakat kâr yerine zarar edince işten ayrılır. Daha sonra Muhammet Eslem Han adında bir şahsın yanında çiftçilik ve bahçıvanlık işleriyle meşgul olur.

Page 55: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

55

31 yaşında Burhaneddin Torbak ikinci evliliğini gerçekleştirir. Bu evlilikten iki oğlu ve bir kızı olur. Oğulları küçük yaşta vefat eder ve bir kızını büyütür.

35 yaşında Bağlan’dan toprak satın alır eker, biçer ve ev imar eder. Bu dönemde 2. Dünya Savaşı başlar ve Sovyet karşıtı olanların içine bir sevinç dolar. Ama işler umdukları gibi gitmez. Savaşın sonucunda binlerce kişi casusluk suçlamasıyla hapse atılır. Burhaneddin de Kandahar üzerinden Kabil’e doğru götürülür. Demezeng Hapishanesi’ne beş yıllığına fırıncı olarak hapsedilir. Oradan Afşar Hapishanesi’ne aktarılır ve iki yılda orada kalır. Kardeşi Gülşenbay’ın yazdığı dilekçeler neticelenir ve Buhaneddin Torbak 44 yaşında Kandahar vilâyetindeki Nehr-i Sırac’a sürgün edilir. Hiçbir imaretin hatta suyun bile bulunmadığı bu yere gönderilmelerinin amacı bu ıssız bölgenin canlandırılmasıdır. Burada zamanla devlet tarafından gönderilen mühendislerle su yolları açılır, sular gelir, her yer yeşillenir. Burada bir çocuğu daha olur ama çocuk vefat eder, ardından hanımı vefat eder. Kalan tek evladı olan Dilcan’ı da Girişk’teki akrabalarına götürür, bırakır.

Her gün onlarca kişi Nehr-i Sırac’a sürgün edilir. Bunların içinde Muhammed Can adında bir yiğit vardır. Ahlâkını çok beğenir ve Dilcan ismindeki kendi kızını hiç kimsesi olmayan Muhammed Can ile evlendirir. İki torun sahibi olur. Birinin ismini Ahmet, diğerinin ismini Mahmut koyarlar.

Dilcan 1979 yılında Afgan-Rus savaşının oluşturduğu baskı ve zulüm nedeniyle Afganistan’dan Pakistan’a göç eder. Dört yıl Pakistan’da ikamet ettikten sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin 17.03.1982 tarihinde çıkardığı “1510 sayılı ve 1306 sayılı Afganistan’dan Pakistan’a sığınan Türk soylu göçmenlerin Türkiye’ye kabulü ve iskânına dair kanun”* ile Türkiye’de Hatay’a göç etmiş ve halen Hatay / Ovakent’te yaşamaktadır.

Kardeşi Gülşenbay bir iç hastalığa yakalanır, Afgan doktorlar çare bulamaz. Bunun sonucunda kardeşini Pakistan’ın Karaçi şehrine göndermek zorunda kalır. Bir süre sonra kardeşinden aldığı kötü bir mektup üzerine Pakistan’a gitmek ister fakat sürgün olduğu için Afgan hükümeti izin vermez. Bir Afgan yardımıyla kaçak yollardan Pakistan’a geçer.

Pakistan’da iken Türkiye’nin merhamet kapısının açılması üzerine bu fırsatı kaçırmayarak birçok hemşehrileriyle beraber Türkiye’ye göç ederler (1954).

Bir müddet Adana’da kalırlar. Daha sonra 1956 senesinin yedinci ayında İzmir’e çalışmak için gider. Bu sırada yaşadığı vatan özlemini şu mısralarla dile getirir:

* T.C. Resmi Gazete, Afganistan’dan Pakistan’a Sığınan Türk Soylu Göçmenlerin Türkiye’ye Kabulü ve İskânına Dair Kanun, Kanun No:2641- Madde 1, S.17638, 19 Mart 1982, s.4.

Page 56: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

56

Yıllar ötüb ‘ömr keçirdik ġurbet (Yıllar geçti, ömür geçirdik gurbette) Felek saldı bizni da’im felākete (Felek bizi daima felakete saldı)

Köralmadan ķaldı dīdar ķıyāmete (Vatanı göremedik vaslımız kıyamete kaldı) Uçun ķuşlar salam aytıng memlekete (Uçun kuşlar selam söyleyin memlekete) Ana baba bizim uçun köz tutmasın (Ana baba bizim için yola göz dikmesin) Kiler mi deb kiçe kündüz yādlaşmasın (Gelir mi diye gece güzdüz yâd etmesin) Aķraba ham ķardaşlarım hiç körüşmasın (Akrabalarım ve kardeşlerim görüşmesin) Keting ķuşlar salam aytıng memlekete (Gidin kuşlar selam söyleyin memlekete) Ezelning kātibi yazmış biz ten berdik (Ezelin katibi yazmış biz boyun eğdik) Ġurbet diyārında yürüb neler kördik (Gurbet diyarında gezip neler gördük) Memleketge yetelmadan biz can berdik (Memlekete yetişmeden biz can verdik) Barıng ķuşlar ḫaber aytıng memlekete (Gidin kuşlar haber verin memlekete) Bu dünyanı lezzetini köralmadık (Dünyanın lezzetini biz alamadık)

Page 57: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

57

‘Ömr ötti hiç istiķbāl ķuralmadik (Ömür geçti biz istikbal kuramadık) Armān dilde vaṭannı bir köralmadik (Ukde gönülde bir vatanı göremedik) Uçun ķuşlar salam aytıng memlekete (Uçun kuşlar selam söyleyin memlekete) Könglümde ġam tola ķalbimdedür firāķ (Gönlüm gam dolu firak kalbimdedir) Ġurbet lāyide ķaldım vaṭanım ırak (Vatanımdan uzak gurbet çamurunda kaldım) Uzaķ yerde ķaldi Burhaneddin torbaķ (Burhaneddin torbak uzak yerde kaldı) Barıng ķuşlar salam aytıng memlekete

(Gidin kuşlar selam söyleyin memlekete) 1958 yılında kardeşi Gülşenbay’ı evlendirmek için Adana’ya döner. 1958

yılında üçüncü evliliğini gerçekleştirir. 1960 yılının ilk ayında iftiraya uğraması nedeniyle boşanır. 1962 yılına kadar Mersin’de kalır ve burada çalışır. Daha sonra İzmir’e gider.

1965 senesinin Ağustos ayında hayat standartlarını biraz arttırmak ve Özbek Birlik Komitesini görmek maksadıyla Almanya’ya gider.

01.01.1967 günü saat üç civarı çarşıya çıkar. Çarşıda her milletin bulunduğu çok büyük bir kalabalık mevcuttur. Burhaneddin Torbak bu cemiyeti temaşa ederken birden bir hareket borusu çalar ve herkes kendi bayrağı altında saf tutar. Etrafını izlerken bir tek kendisinin bayraksız ortada kaldığını anlar. Derken kalabalıklar arasından bir ay yıldız parlamaktadır. Heyecanla gidip mukaddes Türk bayrağının altında saf tutar. Kendisi ile beraber birçok Türk’ün bu bayrak altında toplandığını görür. Odasına geri döndüğünde bu şiiri yazar:

“Derdim kob loķman yoķ mu (Derdim çok lokman yok mu ?) Loķmanda melhem yoķ mu (Lokmanda melhem yok mu ?) Derdini aytıb yazmaķķa (Derdini söyleyip yazmaya)

Page 58: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

58

Ḳaġaz u ķalam yoķ mu (Kağıt ve kalem yok mu ?) Derdim budur bir fırṣaṭ (Derdim budur bir fırsat) Türkistānni bir körsat (Türkistan’ı bir göster) Ḳırķ milyon ırķımız bar (Kırk milyon ırkımız var) Bizge istiķlāl yoķ mu (Bize İstiklâl yok mu ?) 20 inçi ‘asırda (20. Asırda,) İnsān haķ ķanūnida (İnsan hak kanununda,) Çeşit millet haķ aldi (Çeşit çeşit millet hak aldı) Bizge bayraķ haķ yoķ mu (Bize bayrak hakkı yok mu ) Türkistān ķırmız idi (Türkistan kırmızı idi ) Yeryüzing yulduz idi (Yeryüzün yıldız idi) Cismi bar ismi yoķtur (Cismi var ismi yoktur) Ḳudret fermānı yoķ mu (Kudret fermanı yok mu ?) Bütün dünyāyı kezdim (Bütün dünyayı gezdim) Vaṭan ‘ışķıda derdim (Vatan aşkında derdim) Burhaneddin yalbarur (Burhaneddin yalvarır) Vaṭanga imdād yoķ mu” (Vatana imdad yok mu ?)

Burhanettin Toprak, hayatının son zamanlarını Türkiye’de Adana

Yavuzlar’da geçirmiştir. Vatan özlemiyle günlerini geçirmiş ve vatanı Özbekistan’ı göremeden ebedîyete göç etmiştir.

Sonuç Burhaneddin Torbak, 1907-1976 (?) yılları arasında yaşamış bir Özbek

Türküdür. Sovyet rejiminin baskısıyla sürgünler, hapisler görmüş, aile ve vatan hasretiyle ömrünü geçirmiştir. Gençliğinde ayrılmak zorunda olduğu vatanına bir daha geri dönememiş ve vatan hasretiyle Türkiye’de vefat etmiştir. Yaşadıklarını, duygularını hatıra türündeki el yazması eserinde düzyazı olarak kaleme almış ve eserini şiirlerle süslemiştir.

Kaynakça TORBAK Burhaneddin, Hayatta Geçirdiğim Günlerin Hatırası, El Yazması. T.C. Resmi Gazete, Afganistan’dan Pakistan’a Sığınan Türk Soylu Göçmenlerin Türkiye’ye Kabulü ve İskânına Dair Kanun, Kanun No:2641- Madde 1, S.17638, 19 Mart 1982, s.4.

Page 59: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

59

MEHMED ENİSİ YALKI’NIN ALMAN RUHU ADLI KİTABINA EDEBİYAT TARİHİ AÇISINDAN BİR BAKIŞ

Mesut SOYLU

I. Meşrutiyet Dönemleri ve Edebiyata Etkisi

II. Meşrutiyet Dönemi, Tanzimat ile Cumhuriyet arasındaki geçişi sağlaması yönüyle son derece önemli bir evre olduğu gibi, yeni bir ulusun kimliğinin oluşumunda rol oynayan etkenleri barındırması yönüyle de öncü bir dönemdir. Bugün kabul edilmiş hiçbir unsur yoktur ki, o vakit üzerinde konuşulmamış, yazılmamış ve münakaşa edilmemiş olsun. Bu derece önemli bir dönem tabii ki edebiyatımız üzerinde de derin izler bırakmıştır.

Meşrutiyet, hükümdarların başkanlığı altında anayasalı parlamento idaresidir. Bu idare şeklinde tamamı veya bir kısmı halk tarafından seçilen bir meclis vardır. Osmanlı tarihinde 23 Aralık 1876’dan 13 Şubat 1878’e kadar ve 23 Temmuz 1908’den 16 Mart 1920 tarihine kadar olan iki ayrı devreye “Meşrutiyet Dönemleri” adı verilir.

Birinci Meşrutiyet , Osmanlı Devleti'nde 1876 yılında ilan edilen anayasal yönetimdir. Osmanlı Devleti, bir imparatorluktu ve mutlak egemenliği esas alan padişahlıkla yönetiliyordu. Bu yönetim biçiminin yasal temelleri Fatih Kanunnamesi’ne dayanıyordu. Güçlü bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti, zamanla gücünü yitirince başta ekonomik sorunlar olmak üzere çeşitli sorunlarla karşı karşıya kaldı. Bu durum, devletin ileri gelenlerini yönetim biçiminde reformlar yapmak zorunda bıraktı. Osmanlı Devleti’nin ekonomik sorunları, 17. yüzyıldan itibaren toprak kaybetmesi ve sürekli bütçe açığı vermesiyle başladı. Avrupa devletleriyle imzalanan serbest ticaret antlaşmalarıyla ülkeye giren mallardan düşük gümrük vergileri alınıyordu. Bu hem devletin gelirlerini azaltmış hem de yerli sanayinin gerilemesine yol açmıştı. Ekonomik sıkıntıların yanı sıra, özellikle 1789 Fransız Devrimi'nin etkisiyle yayılan özgürlükçü düşünceler ve ulusçuluk akımı, Osmanlı İmparatorluğu’nu da sarstı. Balkanlar'da 19. yüzyılda bağımsızlık talebiyle ayaklanmalar çıktı. Balkanlar'da ve Ortadoğu’da çıkar çatışmaları içindeki Avrupa devletleri ile Çarlık Rusyası da zaman zaman bu hareketleri desteklediler. Osmanlı sınırları içindeki Müslüman olmayan halkların durumlarının düzeltilmesi gerekçesiyle Osmanlı Devleti’ni

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 4. Sınıf Öğrencisi. [email protected]

Page 60: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

60

reformlar yapmaya zorladılar. 1839’daki Tanzimat Fermanı ile 1856’daki Islahat Fermanı’nın ilanları bu tür koşullarda gerçekleşti. Öte yandan 1860’larda bir aydın hareketi olarak, “Yeni Osmanlılar” ortaya çıktı. Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi aydınlar, Avrupa ülkelerindeki anayasal monarşilerden etkilenerek, Osmanlı Devleti’nin meşrutiyetle yönetilmesi gerektiğini savundular. Osmanlı Devleti, 1850’lerden itibaren dış borç almaya başlamıştı ve 1870’lere gelindiğinde devlet hem ekonomik hem de siyasal bunalıma sürüklenmişti. Bu bunalım sırasında Mithat Paşa ve arkadaşları 30 Mayıs 1876'da Abdülaziz’i tahttan indirerek, yerine V. Murat'ı geçirdiler. Ne var ki, V. Murat aydınların ve ilerici devlet adamlarının istediği reformları yapabilecek biri değildi. Bunun üzerine V. Murat da tahttan indirildi ve yerine II. Abdülhamit padişah oldu.

Sultan Abdülhamit tahta çıktığında; Balkanlar’da ayaklanmalar başlamış, Çarlık Rusya'sı Osmanlılara bir ültimatom vermişti. Büyük Avrupa devletlerinin İstanbul’da toplanan bir konferansta Balkan sorununu tartıştıkları ve Osmanlı Devleti’nden reformlar yapmasını istedikleri sırada, II. Abdülhamit siyasal bir manevrayla 23 Aralık 1876'da Kanun-i Esasi’yi (anayasa) ilan etti. Böylece meşruti yönetime geçilmiş oluyordu.

Sultan Abdülhamit, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nı gerekçe göstererek, Haziran 1878’de Meclis-i Mebusan’ın çalışmalarını durdurdu. Birinci Meşrutiyet böylece sona erdi.

II. Meşrutiyet, Osmanlı Devleti'nin ikinci kez anayasal yönetime geçmesiedir. II. Abdülhamit’in baskıcı yönetimine karşı, meşrutiyet yönetiminin yeniden kurulmasını isteyen gizli muhalefet hareketi ortaya çıktı. Jön Türkler adı verilen aydınlar, II. Abdülhamit'e karşı özellikle yurtdışında mücadeleye giriştiler. Jön Türkler, Rumeli’deki askeri çevreleri de etkiledi. En güçlü Jön Türk hareketi olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. İttihat ve Terakki Cemiyeti Abdülhamit'e karşı Rumeli’de güçlü bir muhalefet başlattı. Yüzbaşı Resneli Niyazi Bey, II. Abdülhamit'in baskıcı yönetimine karşı baş kaldırarak, taburuyla birlikte Manastır’da dağa çekildi. Onu Binbaşı Enver Bey (Enver Paşa) izledi. Ardından İttihatçılar, 23 Temmuz 1908 sabahı, Selanik Hükümet Konağı’nı işgal ettiler. Ayaklanmanın tüm ülkeye yayılacağından çekinen II. Abdülhamit, aynı gün İkinci Meşrutiyet’i ilan etmek zorunda kaldı. Seçimlerin ardından oluşan yeni Meclis-i Mebusan, 17 Aralık 1908'de padişahın nutkuyla açılarak çalışmalarına başladı. Ama meclisin çalışmaları bu kez de aşırı dinci çevreler ile İttihatçı karşıtlarının 13 Nisan 1909’da İstanbul'da ayaklanmasıyla kesintiye uğradı. 31 Mart Olayı olarak anılan bu ayaklanma, Selanik'ten gelen Hareket Ordusu tarafından 24 Nisan 1909'da bastırıldı. 27 Nisan'da yeniden toplanan meclis, II. Abdülhamit'i bu ayaklanmadan sorumlu tutarak, tahttan indirilmesine ve yerine V. Mehmet Reşat’ın

Page 61: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

61

geçirilmesine karar verdi. Yeni anayasa, padişahın yürütme yetkisini büyük ölçüde sınırlıyordu. Artık vekiller heyeti (bakanlar kurulu) meclise karşı sorumluydu. Ayrıca, meclisin hükümetin çalışmalarını denetleme yetkisi vardı. Meclisin başkanını padişah değil, meclisin kendisi seçiyordu. Padişaha meclisi kapatma yetkisi tanınmakla birlikte, bu yetki hem koşullara bağlanmış hem de üç ay içinde yeni seçimlerin yapılması zorunlu hale getirilmişti.

II. Meşrutiyet, on senelik fiilî ömrüne karşılık, birkaç devletin tarihini dolduracak kadar siyasal ve sosyal olaylara sahne olmuştur. Onun asıl önemi, kendisinden sonra gerçekleşen hareketlerin insanlarını yetiştirmesi, imparatorlukla cumhuriyet rejimi arasında bir geçiş devresi mahiyetine sahip olmasıdır. Nasıl ki Tanzimat Meşrutiyet’i hazırladıysa, Meşrutiyet de Cumhuriyet’i hazırlamıştır.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı imparatorluğu yavaş yavaş yeni bir bağlantıya girdi. Bu bağlantı Osmanlı denge siyasetinin herhangi bir büyük devlete karşı izlediği bir yakınlık değildi. Devlet, orduda ve sivil yönetimde Alman nüfuzuna kapılarını açmıştı. Osmanlı Devletinin, on dokuzuncu yüzyıl sonlarında Avrupa güçler dengesini alt üst ederek ortaya çıkan Almanya ile kurduğu ilişkiler; devletler ailesindeki herhangi iki devletin bağlaşıklığı olmaktan daha ileri bir noktadaydı. Bu ilişkinin diplomatik ve siyasal alandaki boyutların ötesinde, her iki ülkenin sosyal ve iktisadî tarihi içinde de önemli bir yeri vardır.

II. Abdülhamit dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nda, Alman etkisinin yerleştiği bir zaman kesitini kapsar. Jön-Türkler iktidara geldiklerinde bu nüfuzu daha büyük boyutlarda devam ettirmekten başka bir şey yapmamışlardır. Alman nüfuzunun yerleşmesinde dünya konjonktürü, Osmanlı İmparatorluğu’nun iç siyasal-iktisadi durumu ve egemen ideolojisi, etken öğeler olmuştur.

Meşrutiyet döneminde ortaya konan gezi kitapları da bu bağlamda değerlendirilmeli ve dönemin sosyal hayatını anlamada önemli olduğu kabul edilmelidir. Yüzyıllar boyunca gezi yazısı konusunda isteksiz davranan Türklerin bu dönemde hızla geziye ve gezi yazısına yönelmesi, yazdıkları kitaplarla gördüklerini paylaşması, Türk aydınlarının ve Türk düşünürlerinin bu dönemde ne tür bir ruh haline sahip olduğunun ipuçlarını vermektedir.

“Hiç kuşkusuz bu kadar önemli bir dönemde basılan kitapların, yayımlanan gazete ve dergilerin incelenmesi, gerek o dönemi gerekse cumhuriyetin kuruluş felsefesini anlamak bakımından büyük önem taşımaktadır. Meşrutiyet döneminde ortaya konan gezi kitapları da bu bağlamda değerlendirilmeli ve dönem paradigmasını anlamada önemi bulunduğu kabul edilmelidir. Yüzyıllar boyunca gezi konusunda isteksiz davranan Türklerin, bu dönemde hızla geziye yönelmesi, yayımladıkları kitaplarla izlenimlerini paylaşması ve ʺötekiʺ milletler hakkında imgeler

Page 62: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

62

oluşturması Türk aydınının bu dönemde ne tür bir düşünce yapısında olduğunun ipuçlarını vermektedir.”(Daşcıoğlu-Gürses 2012: 316). Meşrutiyetin getirdiği serbestlikten yararlanan pek çok gazeteci ve yazarın

seyahate çıktığı dikkat çekmektedir. Bu gezilerin “sırf” gezmek amacıyla yapıldığını düşünmek, geziye katılanların da sadece eğlenmek, değişik coğrafyalar görmek niyetinde olduğunu varsaymak dönem aydını için haksızlık olur. Son dönem Osmanlı aydınları gezip gördükleri yerleri büyük bir dikkatle gözlemlemişler, hiçbir ayrıntıyı kaçırmamaya çalışmışlar, seyahatnamelerini oluştururken edebiyatı değil, toplumsal faydayı ön plana çıkartmışlardır.

“Dönemin aydınları, içinde bulundukları buhran ortamından kolayca ve en

az hasarlı şekilde kurtulabilmek, kültürel ve toplumsal devamlılığı sağlayabilmek için olağanüstü bir gayret, zindelik ve üretkenlik göstermişlerdir.” (Gündüz 2006: 127).

II. Mehmet Enisi Yalkı ve “Alman Ruhu”

Dönem seyahatnamelerinin varlığının ve nicelik bakımından çokluğunun en

önemli sebebi toplumsal fayda anlayışıdır. “Alman Ruhu” adlı kitap da işte böyle bir ortamda, bu tip kaygılarla kaleme alınmıştır.

Seyahat hatırası olarak kaleme alınan eserlerin yanında Alman propagandası yapan eserler, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra gözle görülür bir şekilde artış göstermiştir. Tanzimat döneminde dışa açılmanın nispeten genişlemesi sayesinde devlet adamları, denizciler, askerler, memurlar, edebiyatçılar, doktorlar dünyanın kimi zaman en uç noktalarına kadar seyahat etmişler ve bu seyahatlerinin hatıralarını kaleme almışlardır. 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet’ten sonra ise, seyahatnamelerin sayısında belirli bir oranda artış olmuştur. Meşrutiyetin getirdiği serbestlikten yararlanan pek çok gazeteci ve yazarın seyahate çıktığı dikkat çekmektedir.

Dönemin sosyo-kültürel özellikleriyle birlikte bu seyahatnameyi ele aldığımızda göreceğiz ki, Alman Ruhu adlı seyahatname, göz ardı edilmeyecek kadar önemli bilgiler içermektedir. Alman Ruhu adlı seyahatname, 1914 yılında Mehmed Enisi Yalkı tarafından kaleme alınmıştır. Mehmed Enisi’nin hangi sebeple Almanya’da bulunduğunu tespit etmek zor olsa da kitabın giriş bölümünde seyahat etmeyi ne kadar çok sevdiğini, şartları uygun olsa bütün ömrünü seyahat üzerinde geçirmek istediğini belirten yazar, bu duygularını kitabında şöyle dile getirmiştir:

Page 63: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

63

“Medeniyetin olanca bedâyi ve hevârıkıyle zinetlenmiş olan muazzam beldeleri görmek, oraların şerâit-i hayâtiyesini tedkîk etmek, bir müddet o şerâit dâhilinde, o intizam ve umran içinde yaşamak, oralardaki milletlerin esbâb-ı terakkiyât ve tekemmülâtı, tarihleri, âdetleri hakkında tetebbuatta bulunmak hakikaten arzu edilir şeylerdendir.” (Yalkı, 3). Eserine ilk önce Berlin’i tanıtmakla başlayan Mehmed Enisi, Berlin’in

temiz ve güzel olduğunu ifade eder. Yaklaşık bir milyon sekiz yüz bin insanın yaşadığı bu kentte insanlar;

“âşiyâne-i sa’ylerini, destgâh-ı sanatlarını kurmuş karıncalar gibi fa’âl bir çalışma neticesi olarak maksâd-ı mevcûdiyeti, zevk-i maişeti idrak etmiştir.” (Yalkı, 4). Büyük asker, büyük âlim ve metin ruh yetiştirmekle şöhret kazanmış olan

kent, tam altmış dört buçuk kilometrelik dört köşe bir alana yayılmıştır. Bunu Mehmed Enisi’nin şu satırlarından anlarız:

“Altmış dört buçuk kilometre terbiinde bir meydan tasavvur ederek bunun üzerini müteaddid parklarla, âli binalarla, saatlerce uzamış asfalt yollarla, darülfünûnlarla, ziraat, ulûm-ı fünûn, hıref ve sanayi, âsâr-ı atika müzeleriyle, hayvânât ve nebâtât bahçeleriyle, ahâlinin tenezzühüne mahsûs mesirelerle, tiyatrolarla, ticârethânelerle, dârülmûsıkîlerle, muazzam otellerle, her tarafa tekmil mülhakâta merbût ve mümtedd turuk-ı muntazâma ve Ģebeke-i hududiye ile ve daha bu gibi ta’dad edilemeyecek müessesât-ı âliye ve iktisâdiye ile eazım ve ekâbirin heykelleriyle tezyin ediniz… İşte o vakit altmış dört buçuk kilometre merbaa yayılmış cezr u medd-i ticâretle muttasıl dalgalanmakta bulunmuş olan Berlin’i anlayabilirsiniz.” Üstelik yazarın anlattığına göre, Berlin çok sayıda parktan, büyük

binalardan, saatlerce uzamış asfalt yollardan, mesirelerden, tiyatrolardan ibaret değildir. Berlin’in üstü kadar, altı da zengindir., Berlin’de ulaşımın metro aracılığıyla yapıldığını ve çevredeki her yerin modern bir medeniyetin varlığıyla dolu olduğunu anlaşılmaktadır.

Yazar, Berlin’in modern yapısının dışında doğal güzelliklerine de seyahatnamesinde yer vermiştir. Berlin’in ortasından Spree Nehri’nin geçtiğini ve

Page 64: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

64

bu nehrin üzerine devrin mimari yapısını gösteren üsluplarla köprüler yapıldığını anlatmıştır.

Yazar, Berlin’in medeniyetinden ve doğal güzelliklerinden kısaca bahsettikten sonra Berlin ve Almanya’nın tarihi hakkında bilgiler vermiştir. Yazar, Berlin’in başlangıcını 12. yüzyıl olarak alır ve o dönemde buranın Berlin ve Köln adında iki şehirden ibaret olduğunu söyler. Eserinde 1307 yılında bu iki şehrin birleşerek geliştiğinden bahseder.

Yazar, bu gelişmelerden sonra Berlin’in nüfusunun gittikçe arttığını, Friedrich Guillaume’un akıllıca siyaseti sayesinde birçok yabancı sanayici kente yatırım yapınca da kentin gittikçe büyüdüğünü belirtmiştir. Ardından gelen Üçüncü Electeur Friedrich ve 1701 yılında kral olan Birinci Friedrich zamanlarında, Berlin hem ekonomik anlamda kalkınmış hem de kente pek çok mimari eser kazandırılmıştır. Enisi’ye göre, Yedi Yıl Savaşları’nın verdiği zarara rağmen Berlin büyümesine devam etmiş, İkinci Friedrich Guillaume zamanında meşhur Brandenburg limanı, topçu okulu ve diğer eserler inşa edilmiş, on dokuzuncu yüzyılın başlarında saltanatta bulunan Üçüncü Friedrich Guillaume zamanında kentin gelişmesinde büyük bir hız görülmüştür. Napolyon savaşının verdiği zarar gelişmeyi kısmen durdursa da savaştan sonra kent, ilim, fen ve sanayi anlamında tekrar hızla kalkınmasını sürdürmüştür. Bunun yanı sıra kente pek çok binalar, oteller, meydanlar yapılmış, heykeller dikilmiştir. Bu dönem aynı zamanda Bismarck, Moltke ve Goethe gibi önemli devlet adamı ve yazarların var olduğu dönemdir. Onlar da memleketlerine hizmet vermektedirler. Bismarck’ın Almanya İmparatorluğu ile Prusya Krallığı’nı birleştirmesi ise Alman gücünün zirveye çıkmasının yolunu açmıştır. Yazarın eserini kaleme aldığı 1914 yılında ise tahtta İmparator İkinci Guillaume vardır ve o da devraldığı ülkeyi daha da ileri düzeye çıkarmaya çalışmaktadır. Kısaca tarihçesini anlattığı Berlin odaklı Almanya, geçirdiği zor günlerden sonra her seferinde zaferle ayağa kalkmasını bilmiş, her türlü zorluğa rağmen azimle çalışmış, olağanüstü gayreti sayesinde Almanya’nın ilerlemesi sürekli devam etmiştir. Bu başarıdaki en önemli etken, Almanların yüzyıllarca bıkmadan usanmadan çalışması ve öncekinin bıraktığına sonrakinin pek çok şey eklemesidir. Alman halkının bilim ve eğitime saygı göstermesi gelişmeyi, kalkınmayı, medenileşmeyi beraberinde getirmiş, kesintisiz bir çalışmayla da o günkü büyük gücü meydana getirmişlerdir. Yazarın eser boyunca Almanları “kavm-ı fâzıl”, Almanya’yı “şevketli” bir imparatorluk, Berlin’i “belde-i muazzama” olarak nitelemesi oluşturulmaya çalışılan Alman imgesinin önemli ipuçlarını temsil etmektedir.

Page 65: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

65

Yazar, Almanları medeni bir millet, hatta Avrupa’daki diğer medeni milletlerden de üstün bir millet yapan dört neden sayar: “Sa’y, sebat, vaktin nakit olduğunu bilmek ve özellikle de vatan muhabbeti.” Yazara göre, öncelikle Almanlar çok çalışkan insanlardır. Onları bu kadar üstün duruma getiren, bıkmadan usanmadan çalışmalarıdır. Yine yazara göre Almanlar, çok sabırlıdırlar. Uzun süre, her türlü zorluğa göğüs gererek çalışırlar, böylelikle çalışmaya karşı sebat ederler. Üçüncüsü, vaktin nakit olduğunu bilirler. Savaş zamanlarında sıkıntı çekseler de barış zamanlarını çok iyi değerlendirirler. Son olarak da, vatanlarını çok severler. Bu vatan sevgisiyle kendini feda edercesine çalışırlar.

Yazar, Almanlara ait özellikleri şu şekilde sıralar: Kanuna riayet, üstün verdiği emri derhal yerine getirme, iktisadî hayata değer verme, kazandığını muhafaza etmesini bilmek, sabırla ve son derece emin adımlarla geleceğin mutlu günlerine çalışarak gitmek, kendinden çok milleti sevmek, birlik beraberlik düşüncesi, üstün ahlak, tasarrufa uymak, girişimci düşünceye sahip olmak, askerliği sevmek, düşmanı sürekli gözetlemek.

Mehmed Enisi’ye göre Almanlar tam anlamıyla hayat adamıdır, iş adamıdır. Hayatın bütün güçlerinden çalışmayla yararlanmaya çalışırlar. Onlar el attıkları her işte başarılıdır. Metin bir ruha, çelik gibi bir iradeye sahiptirler. Bilime ve eğitime önem verirler. Almanlar bilimsel çalışmalarını özgürce yapabilmektedirler. Almanlarda gerçeğe ulaşma aşkı vardır.

Yazar Alman kadınlarını da ayrıca betimler. Bu betimleme yine kusursuzdur. Alman kadını sadedir, tasarruf yapmasını bilir. İyi bir anadır, ülkesinin nüfusuna katkıda bulunmak amacıyla çok çocuk doğurur. Çocuklarını millî ninnilerle büyütür, ruhlarına vatan sevgisini aşılar. Kocasının gelirini iyi idare eder. Onun kilerinde bir defter, iki gözlü bir terazi, bir küçük kantar vardır. Aldığını tartarak hesaba geçirir, kullandıklarını ve kalanları dikkatlice takip eder, deftere yazar. En küçük bir şeyi bile zayi etmez.

Alman kadını el işi yapar, dikiş diker. Ürettiğini satar, paraya çevirir. Ticaretle meşgul olur. Hayatın dertlerini yalnız kocasının üzerine yüklemez, ona yardım eder. Bunun için ailesine sevinç ve mutluluk daha kolay, daha çabuk girer.

Alman kızları da yazarın dikkatinden kaçmaz. Alman üniversitelerinde öğrencilerin yarıdan fazlasını kızlar oluşturmaktadır. Kızlar buralardan mezun olunca ev kızı gibi durmazlar. Doktor, dişçi, aşçı, piyanist, öğretmen, yazar, kimyager gibi çok değişik meslek sahibi olarak hayatın her alanına yayılırlar.

Görüldüğü gibi yazar, gittiği toplumun en belirgin özelliklerinden yola çıkarak o toplum ile ilgili bir değerlendirmeye varmıştır.

Mehmed Enisi, eserinde neredeyse Türklerden hiç bahsetmemiştir. Fakat eserinin sonunda Türk gencine şöyle seslenmiştir:

Page 66: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

66

“Ey gözlerinin içinde ecdadının nur-u şehameti parlayan Türk genci, ey Türk çocuğu! Muhterem milletinin altı yüz senelik bir anası olan vatanın için çalış, hatırlan. Sen de o ananın memelerinden akan süt ile büyüdün, borcunu ödemeye ikdam et. Omzunda silah taşımaya, elinde zafer sancağı taşımaya arzu göster. Harita-yı cihanı önüne aç, bak, hudud-u vatanı teftiş eyle, çünkü zaman gelecek, oraları muhafaza vazifesiyle muvazzaf olacaksın. “Vatanıma müfit ne yapabilirim? Vatandaşlarımın alem ve …tahfif için neye muktedir? İyi bir aile teşkil etmek için nasıl hareket etmeliyim? Vatanımın muhtaç olduğu sanayiden birine süluk etmem nasıl bir saiye tevafuk eder? ...” diye düşün ve çalış!.. Vücudunun kuvvetini, irfanının kudretini seviyye-yi matlubeye eriştirmeye, çevik, meşakke, mütehemmil, faaliyet-i fikriyeye sahip olmaya çabala, yirminci asrın rabb’ olanı müstesne bir surette tetvic eden Alman faaliyetini bir numune-i mesai add eyle, kolunda, ruhunda, irfanın da metin olsun; bunun için hem maddiyatını besle; elinde meşale-i marifet tutarak sağlam adımlarla yürü. İstikbal senindir, Türk genci!.. İstikbal senindir, Türk çocuğu!..” (Yalkı, 24). Yazara göre, Türk gencinden beklenen vatana, millete faydalı olmak için

neler yapabileceğini düşünmesi, vatana olan borcunu ödemesi, omzunda silah taşımaya, elinde zafer sancağı tutmaya arzu göstermesidir. Türk kadınından beklenen, Alman kadınları gibi ailenin ekonomisine katkıda bulunması, hayat mücadelesinde eşine yardımcı olması, yaptığı el işini satmayı da öğrenmesi, çocuklarını ciddi, vatanperver, oğlansa iyi asker, kızsa iyi anne olmak üzere terbiye etmesidir. Türk kızından beklenen, mutlaka eğitim görmesi, hayatın her alanında bulunması, çalışkan, ciddi, zarif olması; evin süsü olmaktan çıkmasıdır.

Mehmed Enisi, eserinde olumsuz Türk imgesinin karşısına, kusursuz Alman imgesi koyar. Eserde esasen Alman gibi olamayan Türkler anlatılır. Bu çatışmanın üstün tarafı olan modern Almanya imgesi örnek alınarak, “Yeni bir Türkiye inşa edilmeli, Alman Ruhu’ndan yararlanılarak Türk ruhu kurulmalıdır.” imajı seyahatname boyunca okuyucuya hissettirilir.

Page 67: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

67

Sonuç Sonuç olarak; eserden yola çıkarak, Mehmed Enisi’nin İttihat ve Terakki

yanlısı bir Türk milliyetçisi olduğunu, Batılılaşmanın yolunun Almanya gibi olmaktan geçtiğini düşündüğünü söyleyebiliriz. Yazar, henüz çıkan savaşta Almanya yanında yer alınması gerektiğine, savaşın mutlaka Almanya lehine sonuçlanacağına inanmaktadır. Bu, onun dönem paradigmasına uygun hareket ettiğini, ortalama bir İttihat Terakki yanlısının Batılılaşma ve yeni bir ulus inşa etme idealinde, Almanya merkezci bakış açısına sahip olduğunu göstermektedir. Yine Enisi’nin Almanya’yı aşırı derecede övmesinden, Osmanlı Devleti’ni Almanya yanında savaşa girmeye özendirdiği görülmektedir. Kaynakça DAŞÇIOĞLU Yusuf – GÜRSES Mürsel, “Mehmed Enisi Yalkı’nın Alman Ruhu Adlı Seyahatnamesine İmgesel Bir Yaklaşım”, Turkish Studies, 7/4, 2012, s. 316. GÜNDÜZ Mustafa, “Son Dönem Osmanlı Seyyahlarının Gözlemlerinde Sosyolojik Temalar”, Kıbatek Gezi Edebiyatı Sempozyum Kitabı, Ankara 2006. YALKI Mehmed Enisi, Alman Ruhu, Nefaset Matbaası, İstanbul 1330.

Page 68: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

68

DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU ROMANINDA BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NIN AKİSLERİ

Mustafa BOSTAN*

Giriş: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Roman 7 Teşrinisani 1929 ile 10 Kânunuevvel 1929 tarihleri arasında

Cumhuriyet Gazetesi’nde tefrika edilmiştir. Romanın kitap olarak ilk baskısı ise 1930 yılında “Resimli Ay Matbaası”nda yapılmıştır. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Peyami Safa’nın en sevilen ve en çok okunan romanlarındandır.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, romanın kahramanı ve anlatıcısı olan hasta bir çocuğun yaşadığı olayları ele almaktadır. On beş yaşlarında olan bu çocuk kemik veremi hastalığı ile mücadele etmektedir. Hasta çocuk İstanbul’un kenar mahallelerinde annesiyle birlikte yaşamaktadır. Daha önce ameliyat olmasına rağmen dizindeki ağrılar dinmemiş, daha da artarak devam etmektedir. Bu ağrılardan dolayı muayene olmak için hastaneye gider ve dizindeki hastalığın ilerlediğini öğrenir. Doktorların tavsiyesi; heyecansız bir hayat ve sağlıklı beslenmedir. Bu tavsiyelere uymadığı sürece hastalığı artacak ve bacağı kesilecektir. Bunun üzerine Erenköy’de bir köşkte oturan akrabalarının yanına gider. Köşkte, uzaktan akrabası Paşa ve kızı Nüzhet vardır. Çocukluğundan beri Nüzhet’le araları çok iyi olan hasta çocuk, kendisinden büyük olmasına rağmen ona âşıktır. Köşkte Nüzhet’le çok iyi vakit geçirir, aynı zamanda iyi beslenmesi hastalığına iyi gelmektedir. Bir süre sonra Nüzhet’i Doktor Ragıp ister ve çocuğun hayatı bir anda alt üst olur. Nüzhet’in de bu olay karşısında istekli olduğunu anlayan çocuk, köşkten ayrılmaya karar verir; ancak annesi köşke geldiği için ayrılamaz. O akşam, yemekte Doktor Ragıp ve annesi de bulunmaktadır. Yemek esnasında yapılan sohbetlerde bazı fikrî tartışmalar çıkar. Paşa, Doktor Ragıp ve Nüzhet çocuğun karşısında bir tavır sergiler. Bunun üzerine hasta çocuk, ertesi sabah, annesiyle birlikte köşkten ayrılır. Yaşadığı bu üzücü olaylar yüzünden rahatsızlığı iyice artmıştır. Hastaneye alınır ve ameliyat olmak üzere Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’na yatırılır. Roman çocuğun bu koğuşta yaşadıkları ve hissettikleriyle yoğunlaşır. Ameliyattan sonra çocuğun bacağı kurtulmuştur. Hastaneden taburcu olmayı beklediği günlerde Paşa’nın hasta olduğunu, Nüzhet ile Doktor Ragıp’ın ise nikâh hazırlıklarına başladığını öğrenir. Çocuk iyileşince hastaneden ayrılır. Roman, hasta çocuğun;

* Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü 4. Sınıf Öğrencisi. [email protected]

Page 69: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

69

“ …Beş dakika sonra hastaneden çıkıyorum. Son not. Bu odada başkaları inleyecekler. Onları şimdiden gayet iyi tanıyorum. Üstümden çıkarıp yatağa attığım robdöşambr içinde, ebediyen aynı insan bulunacak: Hasta…” (Safa, 114). bu notu ile sonlanır. Olay örgüsünün bu şekilde olduğu Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun vaka

zamanına bakıldığında, olayların kesin bir şekilde tarihini belirleyebiliriz. Bu romanda anlatılan olaylar 1915 yılında yaşanmıştır. Romanın sonunda, çocuğun defterine yazdığı 5 Teşrinievvel 1915 tarihiyle bunu açık bir şekilde görmekteyiz. “1915 senesi Birinci Dünya Savaşı’nın en acılı ve en buhranlı dönemine tesadüf etmektedir.” (Tekin 1986: 112). Fakat roman bu savaşın acı dolu olaylarına yer vermemiştir. Savaş, yalnızca olayların geçtiği zamanı yani olayların nasıl bir zamanda yaşandığını okuyucuya hissettirmek için kullanılmıştır. Peyami Safa’nın asıl amacı “…bu manzaralarla devrin genel panoramasını çizmek değil, çocuğun çevresini tanıtmaktır.” (Tekin 1986: 112). Birinci Dünya Savaşı tarihsel olarak belirtilmiştir; fakat aynı zamanda romanın içine gizlenen işaretler de romanın bu savaş yıllarında geçtiğini kanıtlar niteliktedir.

Romanın kahramanı olan hasta çocuk, ağırlaşan hastalığı yüzünden muayene olmak için hastaneye gitmiştir. Hastanede doktorlarıyla konuşurken, Doktor Mithat’ın teselli amaçlı şu sözleri;

“– Harp bitince bir güzel takma bacak yaptırırsınız, rahat rahat…” (Safa, 90).

olayların Birinci Dünya Savaşı döneminde geçtiğini kanıtlar izlerden biridir. Doktorun bahsettiği “harp” Birinci Dünya Savaşı’dır. Romanda anlatılan olayların arasına serpiştirilen bir başka savaşı kanıtlar cümle, hasta çocuğun ameliyat olmak üzere tekrar hastaneye gelmesi ve can sıkıntısından gazete okumak istemesi anında yer alır:

“…harp tebliğlerinde yaralı sayılarını okurken, hep kanlı maceraları benimkine benzeyen binlerce insanları düşünüyorum…” (Safa, 92). Birinci Dünya Savaşı’nın şiddetli bir şekilde devam ettiği bu dönemler,

gazetede anlatıldığı gibi kanlı bir şekilde devam etmektedir. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanın, verilen tarih ve olayların

akışında yer alan yukarıda değindiğimiz çeşitli ipuçlarıyla Birinci Dünya Savaşı yıllarında geçtiği kesin olarak anlaşılır. Ayrıca, romanda yer alan Alman hayranlığı, İstanbul’un kenar mahallelerinde yaşanan sefaletler ve hastane imkânlarının yetersiz oluşu ile insanların acılı halleri Birinci Dünya Savaşı’nı işaret eden diğer unsurlardır.

Page 70: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

70

* Birinci Dünya Savaşı’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Romanındaki Akisleri

Birinci Dünya Savaşı’nın hemen hemen her açıdan olumsuz etkileri Osmanlı

Devleti’ni ve yaşayan halkı etkilemiştir. Savaşın kötü bir şekilde devam etmesi ve ittifak devletlerinin zayıflaması, itilaf devletlerinin mağlup durumdaki devletlerin ulaşım ve haberleşme kaynaklarını kısıtlamasına sebep olmuştur. Ülkeye giriş ve çıkışlar denetlenmeye başlanmış ve bir hayli zorlaşmıştır. Romanlarda değinilen bu kısıtlamanın en iyi örneği Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda hasta çocuk ile Nüzhet arasında geçen bir diyalogda yer almaktadır.

“… - Berlin’e ne vakit gideceksin, Nüzhet? - Bu gece sabaha karşı. Çünkü bu gece gitmezsem, altı sene tren yok…” (Safa, 84). Nüzhet’in Berlin’e yani Almanya’ya gidecek olması ve trenin altı yıl

olmayışı savaşta mağlup olan Osmanlı Devleti ile Almanya demiryollarına getirilen kısıtlamanın örneğidir.

Savaşın en önemli etkilerinden biri de hiç şüphesiz sağlık sektöründe yaşanan sıkıntılardır. Ülke, çok büyük savaşlardan yeni çıkmış ve kendini toplama zamanı yakalayamadan Birinci Dünya Savaşı’na birçok cephede birden katılmıştır. Ülkenin hastaneleri tamamen yaralı askerler için seferber olmuştur. İlaç, sargı bezi, ameliyat gereçleri gibi mühimmatların hemen hemen hepsi cephelere gönderilmiştir. Cephe gerisindeki şehirlerde ise hastaneler hem doktor hem hasta bakıcı hem de ilaç yönünden bir hayli yetersiz kalmıştır.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, hasta bir çocuğu anlattığı için hastane sahnelerine yer verilmiştir. Bu anlatılan hastane sahnelerinde, savaşın sağlık sektörünü etkilediği açık bir şekilde görülür.

“… Harp bitince bir güzel takma bacak yaptırırsınız, rahat rahat…” (Safa, 90) Bir doktorun teselli amaçlı hasta çocuğa söylediği bu sözlerden de

anlaşıldığı gibi savaşın şiddetli bir şekilde devam etmesi, hastanelerin yaralı askerlerle ilgilenmesi bazı hastaların durumlarının savaş sonrasına ertelenmesine sebep olmuştur.

Hastanelerde yaşanan bu durum aynı şekilde ilaç sektöründe de yaşanmıştır. İlaçların büyük bir bölümü ya cephelere ya da askerî hastanelere gönderilmiştir. Ayrıca ilaçların yurtdışından gelmesi ve savaş nedeniyle bu işlemlerin zorlaşması ilaçların bulunamamasına ve mevcut ilaçların ise çok pahalıya satılmasına sebep olmuştur. Bu durum Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanında göze çarpar.

Page 71: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

71

“… Büyük bir askeri hastanede çalışan bir hastabakıcı kadın ahbabımız bile muntazam her gün uğruyor, pansumanlarımı yapıyor, harp yüzünden pahalılaşan pamuk ve gaz bezi gibi şeyleri hastaneden getiriyordu…” (Safa, 82). En basit gereçler olan ve her yerde bulunan pamuk ve gaz bezi gibi

malzemeler bile savaş nedeniyle pek bulunmamış ve çok pahalıya satılmıştır. Savaşın ekonomik etkileri fakir olan halkı daha da yoksulluğa itmiştir.

İstanbul’un kenar mahallelerinde yaşanan sefaletler Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda anlatılmıştır. Roman kahramanı da bu sefalet içindeki kenar mahallelerde yaşamaktadır. Romanda bu sefalet mekânları çocuğun gözlemleriyle aktarılmıştır.

“… Biz kenar mahallelerden birinde annemle yalnız oturuyorduk. (…) Kenar mahalleler. Birbirine ufunetli adeleler gibi geçmiş, yaslanmış tahta evler. Her yağmurda, her küçük fırtınada sancılanan ve biraz daha eğilip büğrülen bu evler…” (Safa, 12-13). Romanda anlatılan bu mahalleler ve evlerin dış cephesindeki hastalıklı

benzetmeler, o mahallelerde yaşanan sefaletin göstergesidir. Bu mahallede yaşayan insanlar ve özellikle çocuklar, fakirliklerinin savaştan dolayı daha çok artmasıyla acı çekmektedirler.

“… Eşiklerinde soluk yüzlü, çıplak ayaklı, ürkek ve sessiz çocukların, ellerinde ekmek kabuğuyla ve çerden çöpten yapılmış oyuncaklarla, ağır ağır, düşünerek ve gülmeden oynadıkları bu evlerin arasında kendi evimi ararım ve adeta güç bulurum, çünkü bunların hepsi benim evim gibidirler…” (Safa, 14). Romanda anlatılan, kenar mahallelerde yaşayan bu çocuklar birer sefalet

örneğidir, çünkü sağlıksız beslenmektedirler ve bundan dolayı “soluk yüzlü” bir halde tasvir edilmişlerdir; “çıplak ayaklı” olmaları yine ekonomik güçlerinin olmamasından kaynaklanmaktadır. “ellerinde ekmek kabuğu” ve “çerden çöpten yapılmış oyuncaklar” yine savaş yüzünden yaşanan sefalete örnek teşkil eder. Çocuk olmalarına rağmen “düşünerek ve gülmeden oynamaları” şüphesiz acı çektiklerini gösterir. Elbet ya babaları ya da herhangi bir yakınları savaşa gitmiş ve dönmemiştir.

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda en büyük ittifakı Almanya’ydı. Bu yüzden İstanbul’un hemen her yerinde Almanlara rastlamak mümkündü. Romanların arka planına da her yerde karşılaşılabilen Almanlardan bahsedilmiştir. Bu durum ister istemez bir Alman hayranlığını ortaya çıkarmış, Fransızcanın yerini Almanca almaya başlamıştır. Bu durumun önemli bir örneği

Page 72: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

72

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda, Paşa’nın konağında verilen yemekte tartışma konusu olmuştur.

“… Diyorlar ki, İstanbul’da, gece yarıları, üçer beşer kişi, ellerinde birer kova siyah boya ile sokakları dolaşıyorlarmış ve nerede Fransızca bir ibare görürlerse derhal siyahla kapatıyorlarmış. Sen ne dersin? Almanlara yaranacağız diye kırk yıldır öğrendiğimiz lisanı bize unutturamazlar ya!...” (Safa, 72). Almanya’nın yanında savaşa girilmesi, toplumda iki ayrı grup meydana

getirmiştir. Savaş yanlıları Almanları desteklemiş ve bunun sonucu olarak Fransa’ya ve Fransızcaya açık bir düşmanlıkları başlamıştır. Savaş dolayısıyla Almanlarla sıkı bir münasebet başlamış ve bunun etkileri sosyal yaşamda görülmüştür. Alman askerleri, Alman komutanlar, Alman bürokratlar, Alman diplomatlar, Alman tüccarlar ve Alman doktorlar İstanbul’un her yerindedirler. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, genel olarak hastane sahneleri içerdiği için hastanede yer alan Alman doktorlardan bahsedilmiştir.

“… Beni bir gün çalıştığı o hastaneye götürdü ve bir Alman operatörüne gösterdi. Karanlık bir seririyatta alelacele dizime bakan bu Alman, yanlış bir teşhis koydu…” (Safa, 82) Hasta çocuğun hastanede karşılaştığı bu Alman doktorun hastaya pek

ehemmiyet vermediği ve hatta yanlış teşhis koyduğu, hasta çocuğun anlattıklarından anlaşılır.

Sonuç Peyami Safa’nın bu romanı tipik bir savaş romanı olmamakla beraber

savaşın akisleri yer yer kendini hissettirmektedir. Romanın arka planına ustalıkla yerleştirilen “Birinci Dünya Savaşı”nın etkileri; ulaşım, sağlık, sosyal ve ekonomik yönden ele alınmıştır. Romanda da görüldüğü üzere “Birinci Dünya Savaşı” Türk toplumunu birçok yönden etkilemiştir. Romandan alınan kesitler ile bu etkiler gayet açık bir şekilde gözler önüne serilmiştir.

Page 73: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

73

Kaynakça AYVAZOĞLU Beşir, Peyami Hayatı Sanatı Felsefesi Dramı, Ötüken Yayınları, İstanbul 1999. BÜRÜN Vecdi, Peyami Safa ile 25 Yıl, Yağmur Yayınları, 1978. MORAN Berna, “Peyami Safa’nın Romanlarında İdeolojik Yapı” Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I, İletişim Yayınları, İstanbul 2009. SAFA Peyami, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Ötüken Yayınları, İstanbul (basım yılı belirtilmemiştir.). TANPINAR Ahmet Hamdi, “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”, Edebiyat Üzerine Makaleler, Dergah Yayınları, İstanbul 1977. TEKİN Mehmet, Peyami Safa’nın Romanlarında Yapı ve Anlatım Teknikleri Bakımından İncelenmesi, (Yayımlanmamış doktora tezi), Atatürk Üniversitesi, Erzurum 1986. TEKİN Mehmet, Peyami Safa’nın Roman Sanatı ve Romanları Üzerine Bir Araştırma, Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya 1990.

Page 74: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

74

UNUTULAN SAVAŞ KORE VE UNUTULAN KORE SAVAŞ MEKTUPLARI

Samet YILDIRIM*

a. Kore Savaşı Hakkında Genel Bilgi

II. Dünya Savaşı sırasında Japonya’nın işgali altında bulunan Kore, Japonya’nın II. Dünya Savaşı’nda yenilmesi sonucunda 38. paralelin kuzeyindeki Kore toprakları Sovyet Rusya, güneyindeki Kore toprakları ise ABD tarafından işgal edilmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında değişen siyasî yapı Kore’yi de etkilemiştir. Amerika ve Sovyet Rusya arasında sınır olarak belirlenen 38. paralel aynı ırktan gelen aynı kültüre sahip bir toplumun iki düşman devlete dönüşmesine neden olmuştur. Birleşmiş Milletler (BM)’in tüm çabalarına rağmen birleştirilemeyen Kore’de 25 Haziran 1950’de Kuzey Kore Kuvvetleri’nin 38. paraleli geçmesi üzerine Kore Savaşı patlak vermiştir. BM ise Uzak Doğu’da yaşanan bu gelişmeler karşısında barışı sağlamak için tüm üye devletlere yardım çağrısında bulundu.1

Türkiye de Kore Savaşı’na BM’nin kararına uyarak 4500 kişilik bir kuvvetle katılmış ve Türk Tugayı Kore Savaşı’nın kazanılmasında etkili rol oynamıştır. Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesi Türk kamuoyunda ayrı bir heyecan yaratmıştır. Türk halkı, Kore Savaşı boyunca Türk askerine maddi ve manevi destekte bulunmuş, Türk askerinin Kore’deki başarıları “destan” olarak nitelendirilmiştir. 27 Temmuz 1953 tarihinde son bulan Kore Savaşı’nın galibi ise Birleşmiş Milletler Kuvvetleri yani Güney Kore’dir. Ayrıca Türk Tugayı Kore Savaşı’nda fazlaca zayiat vermiştir.

* Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 4. Sınıf Öğrencisi. 1Serkan Sipahi, Kore Savaşı ve Türk Kamuoyu, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir 2007.

Page 75: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

75

b. Kore Savaş Mektupları Kore Savaş mektupları, Kore’de cephede savaşan askerin ve Türk milletinin

duygu ve fikirlerini yansıtan en önemli kaynaklardan biridir. Kore’de savaşan askerlerimiz mektup yazmaya fırsat buldukları anda anavatandaki ailelerine sıhhat haberlerini bildirmeyi ihmal etmemişlerdir. Bu konuda Turan Ergüngör şöyle demektedir:

“Mektupların gitmediği veya mektup gönderecek 15 sentin bulunmadığı zamanlar gazeteler vasıtası ile sıhhat haberimizi bildiren bir iki satırlık mesajlarımızın mutlaka memleketimize duyurulacağı emniyet ile gönüllerimiz ferahlardı. Zira memleketten haber almak kadar haber göndermek düşüncesi de mühimdi”3

Kore’den Türkiye’ye gönderilen ilk mektuplar arasında Kore’ye ulaşmanın ve Kore Savaşı’na katılmanın heyecanı vardır:

Bay Mustafa - Yukarı Ayrancıbağları, Kavaklıdere, Ankara Sevgili babacığım; uzun yolculuktan sonra Kore’de verilen vazifeye

başladık. Ben bu vazifeyi aldığımdan dolayı ne kadar memnunsam sizler de daha bir bahtiyar olmalısınız. <Cumhuriyet> gazetesine, beni sizinle kısa da olsa konuşturduğu için teşekkür ederken hepinizin sağ salim olmasına dua eder, benim

2 Özge Erdağı, Kore Harbi’nin Sözlü ve Yazılı Türk Halk Edebiyatına Yansıması, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Türk Halk Edebiyatı Bilim Dalı (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2007. 3Turan Ergüngör, Kore'de Birinci Türk Tugayı, Karınca Matbaası, Ankara 1954.

Şehit Sb. Asb. Er

Yaralı Sb. Asb. Er

Kayıp Sb. Asb. Er

Tutsak Sb. Asb. Er

Toplam

1. Tugay 25 16 369 4 38 1059 3 1 171 4 3 213

1953

2. Tugay 8 2 111 20 17 463 - - 671 3. Tugay 4 8 178 15 11 478 - 2 - 7 703

Genel Toplam

721 2147 175 234 3277

Tablo: Türk Tugayı’nın Kore Savaşı’ndaki kayıpları (1950- 1953).2

Page 76: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

76

için hiç merak etmemenizi bildiririm. Yenice yolladığım mektubun cevabını bekliyorum. Allah’a emanet olun. Oğlunuz Hasan Özulu.4

Muhterem akrabalarım 18-10-950 günü salimen Kore’ye geldik. Hepimiz iyiyiz, merak etmeyin.

Cümlenize selam eder ellerinizden öperim. Arkadaşların cümlesine selâmlar. Ruşen oğlu Seyid Tüysüz Tirebolu.5

Kore’ye giden askerlerimizden olan Mehmet Kaygı ise babasına şu satırları

yazmıştır: Bay Halid - Mudurnu Sevgili babacığım; Kore’ye vatanımın ve sizlerin şerefini korumak için

geldim. Bu (…) kızıllarla kanımın son damlasına kadar yılmadan çarpışacağım. Muvaffakiyetimize güveniyorum. Bizden bahtiyar kim olabilir. Her an hayır duanızı beklerim. Sıhhatim iyidir. Ellerinizden öperim. Oğlunuz Mehmet Kaygı.6

Kore’den gönderilen mektuplar arasında askerlerin kendi yazdıkları şiirleri

de bulunmaktadır: Kore’den: Sabah yeli selam götür ilime Kurban olam toprağına gülüne Ölsem de gam yemem hürriyet yoluna Destan olacağız milletlerin diline Ak saçlı ninem ağlayıp saçını yolma Öleceğim sanıp sakın nevmit olma Dualar et her an Kore’deki oğluna Ölürsem ne çıkar ben de millet yoluna Kore dağları sarpsa da aşılmaz sanma Böyle boş sözlere sakın kanma Hele bir şu aslanlar girsin meydana Allah Allah diyerek gelsinler galeyana

4Cumhuriyet, Nu, 9432, 8 Kasım 1950, s.7. 5 Nu, 9434, 10 Kasım 1950, s.7. 6 Nu, 9432, 8 Kasım 1950, s.7.

Page 77: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

77

Tulga’mın resmi gene göründü gözüme Teselli ol ey İrfan, o emanettir iline İnanmayanlar inansınlar dilime En uzun Kore’li ancak gelir belime. Kd. Yzb. İrfan Tuna.7 Bir başka askerimiz babasına sıhhat haberini bildirdikten sonra mektubunda

Kore’ye geliş amacını şiirle aktarmıştır:

Muğla vilayetinin, Köyceğiz kazası, Ali Yavaş’a: Sevgili babacığım; benim burada vücudum sıhhat ve afiyetledir, merak

etmeyin. Kore’ye geldik, bayrağımızı dikeriz. Biz Türk’üz her saniye düşmana cenk düşünürüz, Çıksak dağların başına düşman değil, taşı çürütürüz, Biz Türk’üz, Allah’ımız yol gösterir bize, Biz vatanımız uğrunda kanımızı, canımızı Feda ederiz, birinci vazifemiz vatanımızı Korumak, sonra hiçbir kimseye Ezilmemek, dünyada hür yaşamaktır.

Vilayeti Muğla, kazası Köyceğiz, İbrahim Yavaş.8

Bir askerimiz de Türkiye’deki ailesi için Zafer gazetesi muharririnden mektubu ile yardım talebinde bulunmuştur:

Zafer gazetesi muharriri Sayın Bayan Adviye Fenik’e: Size cepheden bütün asker arkadaşlarımla beraber hürmetlerimizi yolluyor

ve bu maksatla da bir dilekte bulunmak istiyorum. Kore’de, cephede milletimize ve atalarımıza layık olduğumuzu gösteriyor, eski zaferlere yenilerini katmak için canla başla çalışıyoruz. Şimdi size ricamı söyleyeyim. Ankara’dan ayrılırken bir buçuk yaşında bulunan kızım Engin’i çok hasta bıraktım. Ailem okuryazar değildir. Şimdiye kadar kendilerinden hiçbir haber alamadım. 7 yaşında bir de oğlum vardır. Acaba ailem onu okula yazdırdı mı? Ailemin ve benim kimsemiz yoktur. Kendisi de bu işleri başaramaz. Evime gidip bir fincan acı kahvemizi içmenizi ve ailem hakkında bana bir haber göndermenizi sizden rica eder, hürmetle ellerinizden öperim. Özel Karargâh Baş Çvş. Kemal Bingöl 4788 Kore B. M. Türk Silahlı K. K. 191.9 7 Nu, 9450, 26 Kasım 1950, Ek.1. 8 Nu, 9449, 25 Kasım1950, s.6. 9 Nu, 9452, 28 Kasım 1950, s.6.

Page 78: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

78

Kore’den askerlerin yazdıkları bu mektupların yanı sıra Türkiye’den gönderilen mektuplar da bir hayli önemlidir. Nitekim bir annenin yazdığı şu satırlarda cephedeki oğluna öğütleri bulunmaktadır:

Yüzbaşı Turhan Sam’a: Sevgili oğlum; kadere karşı gelmek, ihtiras ve küçüklüklere karşı durmak

elimizde olmadığından mesafeleri uzatmak mecburiyeti var. Çarpışma ise beşikten mezara kadar sürüyor. İnsan gibi yaşamak ve yaşatmak, yakınlarını, toprağını ve toprağında bulunan topluluğu, bütünlüğünü korumak görevinde her zaman, her yerde üzerinde duracağımız bir meseledir. Size karşı gelmek isteyenlerin sinsice hareketlerini, haris ruhlarını kabalaştırdığı muvazenesizleri yenebilmek için sıhhatli, akli ve ruhi durumunun normal olması esastır. İçten gelen dua ve sevgilerimiz sizleri korusun. Gazete ile İskenderun ve Seyhan’dan gönderdiğin mektuplarını aldık. Cevapları da gene geciktirmezsen. Ben, Belkıs, ablan hasretle gözlerinden, Aydın da ellerinden öper. Annen: S. Sam.

Türkiye’den gönderilen mektuplar arasında Kore’deki askerlerimize evlatları

olduğunun müjdeleri de verilmiştir:

Baş Gd. Şaban Oktay, Bölük 5’te 2016 Türk Savaş Birliği-Kore: Sayın Oktay, bir oğlunuz oldu. Yavrunuz ve eşiniz sıhhattedirler. Oğlunuza

koyacağınız ismi bize haber vermek üzere harp muhabirimize bildirmenizi rica ediyorlar. Cumhuriyet.10

Levazım Yzb. İhsan Tamer’e: İhsan; 9-XI-950 gecesi saat 1.30’ da bir kızımız oldu. İkimizde sıhhatteyiz.

Gönderdiğin mektuplarını aldık. Oğlun Hakkı ve hepimiz seninle iftihar ediyor, sana ve kahraman arkadaşlarına muvaffakiyetler temenni ediyoruz. Eğer muvafık görürsen kızının ismini (Koray Tamer) koyacağız. Gözlerinden öperiz. Eşin: Perizad Tamer.11

Türkiye’den gönderilen mektuplar arasında bir asker çocuğunun babasına

yazdığı şu satırlar da dikkate şayandır: Py. Baş Gd.’si Ömer Diker’e - Kore:

10 Nu, 9447, 23 Kasım 1950, s. 6. 11 Nu, 9433, 9 Kasım 1950, s. 6.

Page 79: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

79

Sevgili kahraman babacığım, nasılsın, iyi misin? Bir aydır mektup alamadığımız gibi hiçbir yerden sıhhat haberini alamadık çok meraktayız. Annem, Türker, Savaş hepimiz iyiyiz, sıhhat haberlerini bekliyoruz.

Arslan asker babacığım, Ben bir küçük askerim Bulutlarda gezerim, Eğer düşman görürsem Süngüm ile ezerim. Oğlunuz Tuncer Diker.12 Türkiye’den Kore’ye gönderilen bu mektupta ise Kore’de yaralanan

askerden haber alma isteği ve şifa dilekleri bulunmaktadır:

Halil Çokyüce Kd. Yüzbaşı: Sevgili ağabeyciğim, yaralandığını <Cumhuriyet> gazetesinde okuduk. Bize

sıhhi durumunu serian bildir. Hamdolsun hepimiz iyiyiz, acil şifalar dileriz.13

Bir başka mektupta ise sevgilisi Kore’deki askerimize seslenmektedir:

Kd. Üsteğmen Niyazi Taştepe’ye - Kore: Biricik sevgilim, senden ayrılalı epey bir zaman oldu, ne bir mektup ne bir

haber alabildim. Geçen gün gazetede çok şükür Niyazi’den sevgilisine diye okuyunca çılgına döndüm. Biz burada çok iyiyiz. Yalnız senden haber alamıyoruz. Bizi habersiz bırakma. En kısa zamanda zaferle dönmenizi bekliyoruz. Burada mektubuma son verirken iki gözlerinden hasretle öper sonsuz sevgi ve selamlarımı yollarım. Seni seven: Adviye Altındağ.14

Sonuç Kore Savaşı’nda Türk askeri kazandığı zaferlerle tarihin sayfalarına adını

yazdırmayı başarmıştır. Bunun yanında Kore’de savaşan askerlerimize Türk milleti hiçbir zaman ilgi ve alakasını eksiltmemiştir. Türkiye’nin o dönem için çıkan gazeteleri arasında bir hayli önemli olan Cumhuriyet gazetesi ise bu alakasını gazetesinde “Cumhuriyet Postası” adı altında bir bölümle göstermiştir. Bu bölümde yayınlanan mektuplar Uzak Asya ile Türkiye arasında adeta bir köprü olmuş, cephede mektup göndermek üzere 15 senti bulamayan askerimiz Cumhuriyet Postası vasıtası ile yurduna, ailesine ve bölüğüne seslenme imkânı bulmuştur. 12 Nu, 9474, 20 Aralık 1950, s.6 13 Nu, 9498, 13 Ocak 1951, s.5 14 Nu, 9483, 29 Aralık 1950, s.6

Page 80: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

80

Kaynakça ERDAĞI Özge, Kore Harbi’nin Sözlü ve Yazılı Türk Halk Edebiyatına Yansıması, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Türk Halk Edebiyatı Bilim Dalı (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2007. ERGÜNGÖR Turan, Kore'de Birinci Türk Tugayı, Karınca Matbaası, Ankara 1954. SİPAHİ Serkan, Kore Savaşı ve Türk Kamuoyu, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir 2007. Kısaltmalar Asb. : Astsubay. BM: Birleşmiş Milletler. Bş.Gd.: Başgedikli. Çvş.: Çavuş. Kd.: Kıdemli. Sb.: Subay. Py.: Piyade. Yzb.: Yüzbaşı.

Page 81: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

81

ANONİM BİR FÜTÜVVET RİSALESİ, İNCELEME VE METİN

Yunus Emre ÇAKIR*

Giriş Çalışmamız iki ana kısımdan oluşmaktadır. İlk kısımda, ele aldığımız eserin

özellikleri üzerinde durulacak ve bu esere ait hususiyetler irdelenecektir. İkinci kısımda ise bu esere ait hususiyetler umumî hatlarıyla yayınlanan diğer fütüvvetnameler ile karşılaştırılarak kısa bir analiz yapılacaktır. Çalışmamızın son kısmında ise 6 varaktan oluşan eser yer alacaktır.

* Fütüvvet-Tasavvuf İlişkisi ve Fütüvvetnameler İran kökenli bir akım olan fütüvvet kavramının Anadolu’da bir dönemler

tasavvuf kavramı ile eş anlamlı olarak kullanıldığı zikredilmektedir ki, esasen tasavvuf geleneğinin fütüvvet düşüncesi çerçevesinde geliştirildiği bilinmektedir.1 Fakat İslam tarihinde fütüvvet kavramının Emeviler döneminde sûfî/tasavvufî bir nitelik taşımadığı da zikredilmektedir.2 Bu durum açıkça göstermektedir ki, fütüvvet ve tasavvuf anlayışı zamanla karşılıklı etkileşim içinde bulunmuşlardır.

Taeschner, “İslam Ortaçağında Fütüvve Teşkilatı” adlı makalesinde, büyük sûfilerin fütüvveti, “İslam’ın yüce peygamberi gibi halkı düşünmek, halkın derdiyle dertlenmek, nefsi için istediğini fazlasıyla başkaları için de istemek, kusur ve ayıpları örtmek, nefse düşman olmak, yoksuldan nefret etmemek, zengine halini arz etmemek, eline geçen ile elinden çıkanı bir görmek, kimseye düşman olmamak, kimseden mürüvvet ve ihsan beklememek, fakat herkese karşı mürüvvet ve ihsan sahibi olmak ve iki âlemden de geçmek” olarak tanımladıklarının altını çizer.3

Özet olarak fütüvvet öğretisi samimiyet, cömertlik, tevazu, merhamet, dürüstlük gibi insanî meziyetleri kapsayan bir zihniyet prizmasıdır. X. asırdan itibaren görülen fütüvvetnameler ise bu insanî hususiyetlerin dile getirildiği medenî ve edebî eserlerdir.

* Tarih Bölümü, 2. Sınıf Öğrenci. [email protected] 1 Süleyman Uludağ, “Fütüvvet”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 13, s. 260. 2 A. Yaşar Ocak, “Fütüvvet”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 13, s. 261. 3 Franz Taeschner, “İslam Ortaçağında Fütüvve Teşkilatı”, Çeviren: Fikren Işıltan, İÜİFM, S.15, No:1–4, İstanbul, Ekim 1953-Temmuz 1954, s.6.

Page 82: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

82

1. Fütüvvetname Değerlendirmesini yapacağımız eser Milli Kütüphane yazmalar

koleksiyonu “06 Mil Yz A 5941” katalog numarasıyla kayıtlı isimsiz ve kısa bir eser olup, “şeddin ve hırkanın şartlarını” ve bir takım tasavvufî düsturları içermektedir. “hamdele”si4 bulunmayan risalede “salvele”den sonra giriş kısmında, tasavvufun ana hatları zikredilmekte, bu esasların öğrenilip mucibince amel edilmesi ile “şedd bağlamak ona helal olup, hakikat ona yüz göstere” denilmektedir.

Eser, Ahmed Yesevî’nin Farkname’si ile kısmî oranda benzer unsurlar taşımaktadır. Eserin bir faslı “Fakirlik Kapısı”na ayrılmıştır ve burada zikredilen kapı ve makamların Fakrname ile benzer unsurlar taşıdığı5 görülmektedir. Fakat bu benzerlikler ilişkisi bu çalışmanın sınırlarını bir hayli aşacağı için bir başka çalışmada bu konuyu ele almak elzemdir.

Eserin Muhtevası

Eser besmele ve salveleden sonra “şedd” bağlamak için tasavvufî ilimlerin

tahsil edilmesi gerektiğini belirterek başlamaktadır. “miyan beste”6 olmak ve şedd bağlamaya layık olmak için 3 vasfa sahip olması gerektiği belirtilip, miyan bestelik ve şeyhlik için terk edilmesi gereken 4 haslet zikredilir.

Sonrasında ise şeddin şartları; imanı, namazı, guslü, kıblesi, farzı, paklığı, yemişi, canı ve tekbiri birer cümle ile tarif edilmektedir. Hemen akabinde şeddin ahkâmı için 6, şeddin rüknü için 6; şeddin, hırkanın ve tacın abdesti için 3, şeddin hutbesi için de 6 şart sıralanmaktadır.

Bir sonraki kısımda “Şeriat Hutbesi” için 4, “Fakirlik Kapısı” için de 4 şart sıralanmakta ve her biri onar şart; şeriat, tarikat ve hakikat olmak üzere sıralanmaktadır. Müstensih eseri kaleme alırken bir takım atlamalar yapmıştır. Eser, fakirlik kapısı için 4 kapı ismi verilmesine rağmen 3’ü için on makam verilip Hz. Ali’den rivayet edilen bir söz ile bitirilmektedir.

4 Fütüvvetnamelerin genel karakteristik özellikleri itibariyle Allah’a hamd (hamdele) ile başlaması esasıdır. 5 Bkz. Abdurrahman Güzel, “Ahmed Yesevî’nin Fakr-Name’si Üzerine Bir İnceleme”, Öncü Basımevi, Ankara 2008, s.295-296. 6 “Kemer-Beste de denilmektedir. Şedd kuşatılıp, beli bağlanan, nasibi verilen kimsedir.” Mehmet Saffet Sarıkaya, XIII-XVI Asırlardaki Anadolu’da Fütüvvetnamelere Göre Dinî İnanç Motifleri, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002, s.247.

Page 83: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

83

2. Eserin Diğer Fütüvvetnameler ile Karşılaştırılması Bu çalışmada ele aldığımız fütüvvetnameyi klasik literatür bilgileri ve

yayımlanmış diğer fütüvvetnameler ile karşılaştırdığımızda fütüvvete giriş niteliğinde kısa bir eser olduğu görülmektedir. Radavî Fütüvvetnamesi’nden istinsah edildiğini düşündüğümüz eserin müstensihi belli olmamakla birlikte, Eylül 2012 tarihinde AEÜ Ahilik Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi’nce düzenlenen II. Uluslararası Ahilik Sempozyumu’nda tebliğ edilen ve sempozyum kitabından basılan Seyyid Hasan bin Kasım’ın kayıt ve istinsah ettiği “Kitab-ı Fütüvvetname” adlı bildiride yayımlanan fütüvvetname ile büyük oranda benzerlikler taşıdığı görülmüştür.

Zikredilen bildirideki fütüvvetname ile burada ele aldığımız fütüvvetname arasında en belirgin fark, üslup özelliği olarak göze çarpmaktadır. Bununla birlikte eserin klasik din algısında da bir takım bariz farklıklılar taşıdığı göze çarpmaktadır. Örneğin Eliaçık’ın yayınlamış olduğu fütüvvetnamede “İmam Cafer-i Sadık”ın zikredilmesine ve bu iki fütüvvetnamenin de Radavî fütüvvetnamesinden alınmış olmasına7 rağmen; göze çarpan bu fark dönemin İslam/Sünni-Şiî algısını gözler önüne sermektedir. Bu durum, fütüvvet anlayışının bir dönem Sünni, Şiî ve Batınî, toplumun tüm kesimlerine açık bir şekilde etkili olan tasavvufî bir öğreti olarak benimsenmesinin8 bir yansıması olduğu ileri sürülebilir. Öyle ki eserde bir takım istinsah hataları bulunmaktadır, 6A/11 no’lu sayfada dördüncü maddeden sekizinci maddeye atlanması bir hatadır. Fakat “İmam Cafer-i Sadık” lafzının bir yanlışlık eseri olarak atlandığı iddia edilemez.

Eser, Türkçe olarak kaleme alınan Burgazî, Radavî ve Seyyid Hüseyin’in fütüvvetnameleri ile karşılaştırıldığında çok kısa ve özet bir eser olduğu görülmektedir. Bu fütüvvetnameler; fütüvvetin tarifini, fütüvvete kabul edilmek için gerekli olan şartları, fütüvvete alınmayanları, fütüvvetten düşüren şartları sıralayıp, adab ve erkân tarifi yapmalarına karşın bu çalışmada ele aldığımız eser, yalnızca fütüvveti tarif etmekte, fütüvvete kabul edilmek/şedd bağlamak için gerekli şartları sıralayıp sonlanmaktadır.

Aynı zamanda fütüvvetnameler gündelik hayata dair bilgiler ve kurallar da ihtiva etmektedir. Örneğin Şeyh Seyyid Gaybî oğlu Şeyh Hüseyin’in fütüvvetnamesi bu türdendir. Elbise giymeye, evden çıkmaya, misafir olmaya;

7 Muhittin Eliaçık, “Seyyid Hasan bin Seyyid Kasım’ın Kayıt ve İstinsah Ettiği ‘Kitâb-ı Fütüvvetname’”, II. Uluslararası Ahilik Sempozyumu Bildiriler, C. 1, Ankara 2013, s.66. 8 Yusuf Benli, “Ahilikte Şiîlik Etkisi ve Ahiliğin Anadolu’da Aleviliğe Tesiri Meselesine İlişkin Bazı Değerlendirmeler”, Hikmet Yurdu Düşünce Yorum Sosyal Bilgiler Araştırma Dergisi, S. 3, s. 178.

Page 84: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

84

misafir ağırlamaya dair pek çok konuda görgü kuralları ihtiva etmektedir.9 Buna mukabil bu çalışmada ele aldığımız eser yalnızca şedd bağlamak için gerekli olan unsurları ve tasavvufî kuralları ihtiva etmektedir.

Sarıkaya, “XIII-XVI. Asırlardaki Anadolu’da Fütüvvetnamelere göre Dini İnanç Motifleri” adlı eserinde; erken dönem fütüvvetnamelerin, fütüvvetin tarifi ve ahlakî esaslarının izahını yaptıklarını; ilerleyen dönemlerde yazılanların ise merasim adab ve erkânına daha çok yer verdiklerini zikretmektedir.10 Bu özelliği ile yalnızca bir takım tasavvufî unsurları ve şedd kuşanmak/miyan beste olmak için ana esasları sadelikle vurgulayan eser, erken dönem fütüvvetnamelerinin özelliğini taşımaktadır. Üstelik Şiî inanç akidelerinin Radavî ve Şeyh Hüseyin fütüvvetnamelerinde olduğu gibi etkin ve baskın bir surette hissedilememektedir.

Fütüvvetnameler genel karakteristik olarak bir silsile ve meslek pirlerini zikrederler.11 Fakat incelediğimiz eser, şeddin hutbesi beyanında sadece Hz. Âdem, Hz. Şit, Hz, İsa, Hz. Musa, Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed’in isimlerini zikretmekle yetinmektedir.

Sonuç Burada tanıtmaya çalıştığımız eser bir fütüvvetname olup şeddin şartlarını

sıralamaktadır. Fütüvvetname kategorisindeki eserlere nazaran pek çok konuyu teğet geçmesi dikkat çekici bir hususiyetidir. Kanaatimizce bu eser, fütüvvete yeni adım atanlara hitaben kaleme alınmış giriş mahiyetinde bir eserdir. İlk kez ilmî bir bahse konu olan bu eser, fütüvvetname türündeki eserlerin tasnif ve tanımının yeniden ele alınması için bir kapı aralamaktadır. Eserin üslubunun sadeliği ve Farkname gibi Türklerin İslamlaşma süreci için mühim bir eser ile olan benzerliği eserin değerini bir kat daha artırmaktadır.

9Abdülbaki Gölpınarlı, “Şeyh Seyyid Gaybî oğlu Şeyh Seyyid Hüseyin’in Fütüvvetnamesi”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Mecmuası, 1955–1956, S.17 (1–4), s.29. 10Mehmet Saffet Sarıkaya, XIII-XVI Asırlardaki Anadolu’da Fütüvvetnamelere Göre Dinî İnanç Motifleri, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002, s.42. 11Mehmet Saffet Sarıkaya, Fütüvvetname-i Ca’fer Sadık İnceleme-Metin, Horasan Yayınları, İstanbul 2008, s. 29.

Page 85: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

85

Kaynakça BENLİ Yusuf, “Ahilikte Şiîlik Etkisi ve Ahiliğin Anadolu’da Aleviliğe Tesiri Meselesine İlişkin Bazı Değerlendirmeler”, Hikmet Yurdu Düşünce Yorum Sosyal Bilgiler Araştırma Dergisi, S.2, 3, 147–180. ELİAÇIK Muhittin, “Seyyid Hasan bin Seyyid Kasım’ın Kayıt ve İstinsah Ettiği ‘Kitâb-ı Fütüvvetname’”, II. Uluslararası Ahilik Sempozyumu Bildiriler, C.1, Ankara 2013, s.61–70. GÖLPINARLI Abdülbaki, “Şeyh Seyyid Gaybî oğlu Şeyh Seyyid Hüseyin’in Fütüvvetnamesi”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Mecmuası, 1955–1956, S.17 (1–4), s.27–72. GÜZEL Abdurrahman, Ahmed Yesevî’nin Fakr-Name’si Üzerine Bir İnceleme, Öncü Basımevi, Ankara 2008. OCAK A. Yaşar, “Fütüvvet” mad. TDV İslam Ansiklopedisi, C:13, s.261–263. SARIKAYA Mehmet Saffet, XIII-XVI Asırlardaki Anadolu’da Fütüvvetnamelere Göre Dinî İnanç Motifleri”, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 2002. SARIKAYA Mehmet Saffet, Fütüvvetname-i Ca’fer Sadık İnceleme-Metin, Horasan Yayınları, İstanbul 2008. TAESCHNER Franz, “İslam Ortaçağında Fütüvve Teşkilatı”, Çev. Fikren Işıltan, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Mecmuası, S.15, No. 1–4, İstanbul Ekim 1953-Temmuz 1954. ULUDAĞ Süleyman, “Fütüvvet” mad., TDV İslam Ansiklopedisi, C. 13, s.259–261.

Page 86: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

86

Ek: Fütüvvetname Metni: Çeviriyazı ve Tıpkıbasım

Bismillahirrahmanirrahim. El-fütüvvetü alâ-selaseti aksâmin evvelühâ muhafazatu Emrillah ve’s-sânî murâ’atu Resulillah ve’s-sâlisü es-sohbetü ma’a ahlillah ve ulmeşıh ruzillahü teali anhüm rivayet kılurlar peygamber aleyhisselavatü ve-selamü eydür kim şeddin murtaza Aliyü muhabbet aşık ve derviş-i sadık Halil er-rahmani gerekdür ki üç fen içinde kamil mükemmil olan evvel ilm-i şeriat ikinci ilm-i tarikat üçüncü ilm-i marifet hasıl itmiş ola ta kim şedd bağlamak ana dürüst ola ve ana yüz göstere ve dahi buyuyurlar kim Miyan beste olan kimisine kim şedd bağlanur üç nesne lazımdur ta ki şedd ana layık ola ve hakikat yüz göstere evvela terk alayıkdür yani dünya ta’likatın terk eylemekdür ikinci hıfz-ı hakayıkdur yani hakikat bağlamakdur üçüncü keşif dekayıkdur ve dahi buyururlar ki aşık-ı sadık olan kasib Halilürrahman ki şedd-i şah-ı merdan emir’ü-l müminin Ali mürşid-i kâmil elinden kabul idub sadık kimisine ko halkın başında tacdur kim ol tacın dört terki vardur şeyhinden diriğ dutmaya belki kendi canına minnet bile ikinci terk-i perhizkar olmakdur eyüden ve yaramazdan üçüncü terk oldur kim kendüyi ölmezden evvel ölmüş bile nitekim peygamber a.s. “mûtû kalbe en temûtu” buyurmuşdur dördüncü terk oldur kim eyüye ve yatluya sabr eyleye ta ki şeref bulub miyan bestelik ana helal ola ve rivayetdür hoca Abdullah ensariden hazret-i Aliden iderler kim aşık Halilürrahmanni gördür kim miyan bestelik ve şeyhlik ana helal ola anda on haslet gerekdür kim evvela Hakk’a inanmakdur ikinci halk arasında insaf ile dirilmekdür üçüncü nefsi kahreylemekdür dördüncü ululara hizmet eylemekdür beşinci eli altında (ğayre) şefkat eylemekdür altıncı dostlara nasihat etmekdür yedinci dervişlere şeyhlik etmekdür sekizinci ulemaya tevazu etmekdür tokuzuncu düşmanı ile (yavaşdur!) dürülmekdür onuncu şeddin şeraitlerini bilmekdür mesela eğer sorsalar ki şeddin imanı nedir ve şeddin namazı nedür ve şeddin guslü nedir ve şeddin kıblesi nedür ve şeddin farizası nedür ve şeddin paklığu nedür ve şeddin yemişü nedür ve şeddin canı nedür ve şeddin tekbiri nedür ve şeddin suali nedür cevab virsen ki şeddin imanı şazılıkdur namazı arılikdur (unsi) terk-i adetdür kıblesi pirdur farizesi şeyh sohbetidür paklığı doğrulukdur yemişi hayadur canı sanadur tekbiri rastlıkdur fasıl eğer sorsalar ki şeddin ahkâmı kaçdur cevab vir ki altıdur evveli tevbedür ikincisi müşahededür üçüncüsü yakınlıkdur dördüncüsü sadıklıkdur beşincisi tevekküldür altıncısu terk-i adettür fasıl eğer sorsalar ki tarikat imam Alide razı Allah teala ana kaç şart vardur cevab dirsen ki altıdur evveli tevbe ikincisi teslim üçüncüsü hakka yakın olmakdur dördüncü (Tevekkit)dür beşinci kana’atdür altıncı uzlettur fasıl eğer sorsalar şeddin kaç rüknü vardur cevab vir ki altıdur evveli ilm ikinci amel üçüncü sabır dördüncü (rahünma)dur beşinci Allaha şükr itmekdür altıncu ihlasdur fasıl eğer sorsalar ki şeddin ve hırkanın ve tacun abdesti kaçtır cevap vir ki üçdür evveli maşeyh

Page 87: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

87

nazarına ele boş varmamakdur ikinci tahretsiz yürümemekdür üçüncü emr-i ma’ruf … ilmekdür fasıl eğer sorsalar ki şeddin hutbesi kaçdur cevab vir ki altıdur … Adem peygamber aleyhisselam ikinci Şit peygamber Üçüncü isa a.s. dördüncü Musa aleyhisselam beşinci İbrahim aleyhhiselam altıncı Muhammed Mustafa aleyhisselam fasıl eğer sorsalar şeriatın hutbesi kaçdur cevab vir ki dörtdür evveli yalan söylememek ikinci zina etmemek üçüncü suci içmemek dördüncü uğurluk etmemek fasıl eğer sorsalar ki fakirlik kapusu kaçdur cevab vir ki dörtdür evveli şeri’atdur on makam içindedür üçüncü ma’rifetdür on makam içindedür dördüncü hakikatdür on makam içindedür bab-ı evvel evvelki şeri’at içindedür evveli iman getürmekdür ikinci namaz kılmakdur üçüncü zekat vermekdür dördüncü oruç tutmakdur beşinci hacca varmakdur altıncı helal kesb kazanmakdur yedinci haram yememekdür sekizinci şeri’at evine girmekdür dokuzuncu gazaya varmakdur onuncu emr-i ma’ruf (bahimekdür) bab ikinci ol on ki tarikat içinde evveli tevbedür ikinci yahşi halk ile halayık ile dirilmekdür üçüncü mürid olmakdur dördüncü havk olmakdur beşinci lezzetleri terk etmekdür altıncı helal kısbettür yedinci evrad sekizinci pir- icazetli olmakdur dokuzuncu cem’a ve nasihatdur onuncu terk-ü tecrittür bab üçüncü ol ondur hakikat içinde içinde evveli toprak olmakdur ikinci yetmiş iki millete hakikat nazarı ile bakmakdur üçüncü ayuluktme (!) gözetmekdür ve …etmekdür dördüncü dünya içinde yaradılmışlardan emin olmakdur beşinci hiç kimse incitmemekdür altıncı fakirlere münkir olmamakdur yedinci Allah yolunca sulûk eylemek sekizinci sırrını saklamak dokuzuncu münacat eylemek onuncu ibret gözin açub ilme dürişmekdür bab dördüncü ol on ki ma’rifet içindedür evveli kendü nefsini edeb ile saklamakdur nitekim peygamber aleyhisselam buyurmuşlardur edeb’en minel neffes min’el deris nefsini hor kılmakdur üçüncü haramdan perhiz kılmakdur dördüncü halim’ünnefs olmakdur sekizinci din gözün aydun kılmakdur dokuzuncu kurb ve maldur onuncu kendüyi bilmekdür nitekim emirülmüminin Ali kerem Allahû vechehû buyurırlar ki min arefe nefse fekad arefe Rabbe ve Allahü a’lâm bi’s-savâb Ve ileyhi el-mercu’u ve el-mâb.

Page 88: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

88

Page 89: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

89

Page 90: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

90

Page 91: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

91

Page 92: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

92

Page 93: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

93

Page 94: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

94

Page 95: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

95

Page 96: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

96

Page 97: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

97

ÇANKIRI BÖLGESİ EFSANELERİ

Tevfik ÇİL*

Giriş Bir tabiat olayını, bir varlığın meydana gelişini, tabiat unsurlarından birinde

olan değişikliği, olağanüstü durumları, hakikat ve akıl dışı açıklamalarla anlatan hikayeler efsanedir. Efsanenin temeli olan olay, halkın hayalinde şekil değiştirerek ağızdan ağıza, nesilden nesile geçer. Her milletin kendi dilinde birçok efsanesi vardır. Bunlardan bazıları farklı farklı milletler tarafından benimsenmiş ve aynı efsane başka isimlerle birçok kültürde yerleşmiştir.

Başladığı tarih belli olmamakla birlikte bir efsanenin, bir masalın veya bir destanın çeşitli değişikliklere uğratılarak zamanımızda ayrı ayrı deyişlerle yaşadığı bir gerçektir. Bu söyleyiş şekillerindeki farklılığı asıl mevzuyu kaybetmemekle birlikte efsanelerde de görmek mümkündür. Efsaneler, daha ziyade inançla ilgili hususlarda ortaya çıkmış, kainattaki varlıkların ve hadiselerin oluş şekillerini, gerçek olsun ya da olmasın, bir sebebe bağlayarak izah etmeye çalışan halk edebiyatı mahsulleridir. Çankırı Efsaneleri 1. Çankırı Adına Dair Efsane 2. Gebe Kaya Efsanesi 3. Aşık Ömer Efsanesi 4. Taş Bebek Efsanesi 5. Ağlar Kaya Efsanesi

1. Çankırı Adına Dair Efsane

Çankırı’nın eski adı Kankırı yada Kankara'dır. Bu adın kentin taşının ve toprağının kan gibi kızıl olmasından kaynaklandığı söylenir. Selçuklular Anadolu’yu fethedince yöredeki Türkmenler’in Kara Tekin oymağı egemenlik kurmuş ve kente Kengürü adını vermiştir. Bu adın zamanla değişime uğrayarak Çankırı’ya dönüştüğü söylenir. Efsaneye göre Türkler bu yöreye gelince bölgede pek çok kilise vardır. Çan sesleri tüm yaylaya yayılır ve uzaklardan duyulurdu. Bu

* Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 1. Sınıf Öğrencisi.

Page 98: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

98

nedenle yöreye Çan-Kırı denir. Başka bir söylenceye göre ise Kara Tekin oymağı halkı, develerle mal taşır. Kervan dizerler. Tüm yöre, çan sesleriyle inler. Bu nedenle kente Çankırı adı verilir.

Resim: Gebe Kaya

2. Gebe Kaya Efsanesi

Zamanın birinde bir köyden Çankırı Merkez’e doğru bir gelin alayı gitmektedir. Gelin hamiledir. Utancından Allah’a yakarır: “Senin huzuruna bu vaziyette nasıl çıkarım, Allah’ım ya beni taş et ya da kuş et!”. Bu yakarışın hemen akabinde gelin ve dünürleri ayrıca binek olarak kullandıkları hayvanlar, hepsi birden taş oluverir. Hatta gelin geliyor diye, düğün evine müjde vermeye giden bir kişinin de 2 km ilerde taş olduğu belirtilmektedir. Taş kesilen o kişinin adına da “müjdeci” denilmiştir.

Resim: Aşık Ömer’in temsilî resmi

Page 99: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

99

3.Aşık Ömer Efsanesi Aşık Ömer Çankırı yakınlarında bir köyde değirmencilik yapmaktadır. Akşama

kadar un öğütür, sürekli çalışır. Bir gece yorgun argın yatar. Birden değirmenin durduğunu, doğadaki tüm seslerin sustuğunu hisseder. Kalkıp bakar. Tüm doğa tanrıya secde etmektedir. Ağaçlar eğilmiş, sular durmuştur. O an tüm istekler gerçekleşecektir. Ömer, Allah’tan sazına ve sözüne güç vermesini ister. Dileği kabul olur. Aşık Ömer’in ustaca saz çalıp söylemesi bu sebepledir.

Resim: Taş Bebek 4. Taş Bebek Efsanesi Ahmet adlı bir Çankırılının Meryem adında bir karısı vardır. Çok istedikleri

halde çocukları olmaz. Ahmet çocuğu olsun diye yeni bir evliliğe karar verir. Meryem bu duruma çok üzülür ve dağlara sığınır. Ağlayarak dolaşırken karşısına Hz. Hızır çıkar. Ona bebek biçiminde bir taş verir. Bu taşı kocasının evleneceği gece beşiğe koymasını söyler. Meryem köyüne dönerek, denileni yapar. Beşiğin başında sürekli tanrıya yalvarır. Beşikteki taş canlanır. Ağlamaya başlar. Bunu duyan Ahmet yeni karısını bırakır ve Meryem’e döner. Karı koca yıllar sonra büyüyen oğullarını Ahmet'in ikinci karısıyla evlendirirler.

Page 100: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

100

Resim: Ağlar Kaya

5. Ağlar Kaya Çankırı’nın Orta ilçesine 17 km. uzaklıkta olan Bağkışla bölgesinde,

arasından su akan gri renkte kayalar bulunmaktadır. Bunların oluşumuyla ilgili yöre halkı, iki yüz yıllık bir efsane anlatmaktadır: Efsane, “Paşa” denilen baba ile “Sultan” denilen bir kız üzerine oluşmuştur. Osmanlılar zamanında “Kışla” denilen bu bölgeye Tatarlar saldırır ve yakıp yıkmadıkları yer kalmaz. Pek çok insanı öldüren Tatarlar, kayaların arasına kaçmayı başaran Sultan’ı öldüremezler ve köyde tek sağ kalan kişi o olur. Kayaların arasına girdiğinde Allah’tan kendisini taş etmesini dileyen Sultan, iki kayanın birleşmesiyle taş kesilir. Kayaların arasından akan su ise Sultan’ın gözyaşları olarak kabul edilir ve küçük bir dere olup akar. Bu su sayesinde Ağlar Kaya’nın tam karşısında yer alan dağda Sultan'ın ağabeyi kabul edilen çam ağacı bile beslenmektedir. Sultan’ın babası olan Paşa için ise, dağın tepesine bir türbe inşa ettirilmiştir. Türbenin yanında yer alan su kuyusunun da Sultan’ın gözyaşları ile dolduğuna inanılmaktadır. Günümüzde Sultan'ın ağabeyi kabul edilen çam ağacının kutsal olduğuna inanıldığından kimse dal bile kesmemektedir. Efsaneyle ilgili bir başka ilgi çekici unsur ise, ne zaman o bölgeye bir Tatar gelse, on iki ay sürekli akan ve şifalı olduğuna inanılan su, akmamaya başlamaktadır.

Page 101: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

101

NECİP FAZIL KISAKÜREK’İN HİKÂYELERİM ADLI ESERİNDEKİ MEKTUP HİKÂYESİNİN İNCELENMESİ

İbrahim Serdal SÖYLEMEZ*

1. Mektup Mektup, kişi ve kurumlara yazılan duygu ve düşüncelerin bildirildiği sıkça

kullanılan bir düzyazı türüdür. Mektup sözcüğü dilimize Arapçadan geçmiştir. Bir başka kimseye

gönderilen yazılı kâğıt, yazılmış olan anlamlarını taşımaktadır Türkçesi “bitig”dir. Diğer edebiyat türlerinden ayrı olarak belli kalıplar edinmemiştir. Mektup bir düzyazı olarak giriş, gelişme ve sonuca sahip olabilir. 20. yüzyıldan beri bilgisayar aracılığıyla sanal olarak yapılan yazışma türüne de elektronik mektup (e-mail) denir. Mektuplarda yazarın kişiliğinin, duygu ve düşüncelerinin içten bir şekilde yansımasını görürüz. Dil ve üslûp genellikle yalındır.

2. Mektup Türleri Mektuplar “edebi mektuplar”, “özel mektuplar”, “resmi mektuplar”, “iş

mektupları” ve “açık mektuplar” olmak üzere temelde beşe ayrılır. Bunların dışında manzum şekilde, yani şiir olarak yazılan mektuplar da vardır.

2.1. Özel Mektuplar: Birbirinden uzakta bulunan yakın akraba veya arkadaşların haberleşmek,

bir olayı aktarmak, bilgi vermek, ortak düşünceleri paylaşmak gibi çeşitli amaçlarla yazdıkları ve sadece yazanla okuyanı ilgilendiren mektuplardır

Özel mektuplar, konularına göre değişik isimlerle anılır: “Aile mektupları, tebrik mektupları, teşekkür mektupları, davet mektupları

(davetiyeler), taziye mektupları, özür mektupları” gibi özel mektupların gizliliği söz konusudur ve bu gizlilik kanunla korunmuştur.

2.2. Edebî Mektuplar: Edebî mektuplar açık olarak bir dergide veya gazetede yayımlanır. Yazar,

birine hitaben herhangi bir konudaki görüşlerini, düşüncelerini, duygularını anlatır. Ancak asıl amaç bu duygu, düşünce ve görüşleri herkese anlatmaktır.

Edebî mektuplardan yazıldıkları döneme ait sanat, edebiyat ve fikir olayları hakkında bilgi edinmek de mümkündür. Edebiyat dünyasında tanınmış sanatçılar

* Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 4. Sınıf Öğrencisi.

Page 102: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

102

birbirlerine yazdıkları mektuplarla genelde fikir ve sanat olaylarını, eserleri tartışırlar.

Olaya bağlı sanatsal türlerde de edebî mektuplardan yararlanılır. Özellikle hikâye ve roman türlerinde kahramanların hayatlarını, ruh hâllerini, duygularını, düşüncelerini, anlayışlarını daha etkili anlatmak için zaman zaman mektuplar araç olarak kullanılmıştır. Hatta kahramanların birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşan romanlar da vardır.

Belli bir konuya bağlı kalmadan bütün hayatı içine alabilen bir anlatım aracıdır. Gönderenin iç dünyasından veya çevresinden seçilen haberler, çeşitli gözlemler, bir toplumun ve çevrenin özellikleri mektubun konusu olabilir. Mektubu yazan kişi yaşadığı çevreyi ve hayatı da anlatır. Bu bakımdan mektuplarda devirlerin, çevrelerin düşünce tarzlarını, âdetlerini, kısacası yaşayış şekillerini bulmak mümkündür. Böyle mektuplar, tarih araştırmacıları için belge niteliği taşır.

2.3. Edebi Nitelik Taşımayan Özel Mektup: Birbirini çok yakından tanıyan kişilerin karşılıklı yazdıkları mektuplardır.

Bunların belirleyici özelliği bir kişiden diğer kişiye yazılmış olması, içten ve senli benli bir dille oluşturulmalarıdır. Böyle mektuplarda bir alana sıkı sıkıya bağlanmak gerekmez.

Özel mektuplar hitap, gövde, sonuç bölümlerinden oluşur. Tebrikler, telgraf, davetiyeler, tebrik mektupları, taziyeler özel mektup çeşitlerinden bazılarıdır.

2.4. Resmi Mektuplar (Dilekçe): Devlet dairelerinin kendi aralarında veya kişilerle devlet daireleri arasında

yazılan mektuplardır. Bu tür mektuplarda çizgisiz beyaz kâğıt kullanılır. Anlatım ciddi olmalı, konu dışında ayrıntılara ve özel isteklere yer verilmemelidir.

2.5. İş Mektupları: Ticaret ve endüstri kurumlarının birbirlerine ya da kişilere, kişilerin bu

kurumlara gönderdikleri mektuplara denir. İş mektuplarının en çok kullanılan çeşidi dilekçedir.

Bir talebi ya da siparişi bildirmek, bir soruna açıklık getirmek, iş başvurusunda bulunmak, bir üst makama belirli bir durumla ilgili bilgi iletmek vb. amaçlarla kişiler ile kişiler, kişiler ile kurumlar ya da kurumlar ile kurumlar arasında yapılan yazışmalardır.

Page 103: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

103

3.Türk ve Dünya Edebiyatında Mektup Mektup, yazının bulunduğu tarihe kadar ortaya çıkmış eski edebiyat

türlerinden biridir. Eldeki en eski örnekler; Mısır firavunlarının diplomatik mektupları (MÖ 15. – 14. yüz yılları) ile Hitit krallarının Hattuşa (Boğazköy) arşivinde bulunan mektuplarıdır. Batı edebiyatında mektup türünün ilk örneklerini, Yunan edebiyatında görürüz. Mektup, bir edebiyat türü olarak, özellikle Latin edebiyatında gelişip yaygınlaşmıştır. Bu alanda yazanların başında Cicero (MÖ 106 – 43) gelir. Rönesans’tan bu yana Avrupa’da çeşitli ülkelerde bu türün yaygınlaştığı görülür. Özellikle Fransa’da mektup türü büyük gelişme göstermiştir. Mektup türünün Türk edebiyatında epey uzun bir geçmişi vardır. Münşeatlarda (Nesir halindeki yazıları bir araya toplanmasından meydana gelen eserlere denir.) resmi ve özel mektuplara geniş yer verilirdi. Şinasi’nin öncülüğünde başlayan düz anlatım akımı, mektuplarda da etkisini göstermiş; Tanzimat’tan bu yana yazılan özel mektuplarda yapmacıksız, doğal bir anlatım kullanılmıştır.

4. Hikaye ve Romanda Mektup Anlatım Tekniği* A. Tek Seslilik veya Çok Seslilik Açısından 1. Tek Sesli Mektup Hikâye veya Roman “Tek sesli mektup hikâye veya romanlar”, bir kişinin yazdığı mektuplar

üzerine kurulan eserlerdir. Mektupların altında tek imza bulunur. Dolayısıyla bunlara tek imzalı, ben tarzını kullanan hikâye veya romanlar da denilebilir. Yazılan mektubun cevabı verilmez; ancak mektupta muhatabın cevaplarından bahsedilebilir.

2. Çok Sesli Mektup Hikâye veya Roman “Çok sesli mektup hikâye veya roman”dan kastımız birden fazla kişinin

mektuplaşmalarından oluşan tahkiyeli eserlerdir. Ancak bazen bir romanın yarısı mektuplardan teşekkül etmekte veya bazen de eserde yer alan birkaç mektup eserin yapısında belirleyici olmaktadır.

B. Mektubun Hikâye veya Romandaki Yeri Açısından 1. Tamamı Mektuplardan Oluşan Mektup Hikâye veya Roman Bir romanın roman épistolaire/epistolary novel yani mektup-roman sıfatını

hak etmesi için aslında tamamının mektuplardan oluşması gerekir. Bu durum * Ayrıca bkz. Ömer Çakır, Türk Edebiyatında Mektup, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2005.

Page 104: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

104

mektup-hikâye için de geçerlidir. Ancak bazen bir romanın yarısı mektuplardan teşekkül etmekte veya bazen de eserde yer alan birkaç mektup eserin yapısında belirleyici olmaktadır.

Tamamı mektuplarla yazılmış bir romanda anlatıcı, yalnızca kahramanlardan oluşmaktadır. Bir kısmı mektuplardan oluşan veya tahkiyede mektubun önemli olduğu eserlerde ise yazar-anlatıcı da kendini gösterir.

2. Mektubun Kurguda Belirleyici Bir Rol Oynadığı Mektup Hikâye veya Roman Bazı roman ve hikâyelerin tamamı mektup şeklinde kalem alınmışken

bazılarında eserin önemli bir kısmı mektuplardan meydana gelir. Kimi hikâye ve romanlarda ise bir veya birkaç “mektup” tahkiyenin kurgusunda çok önemli bir yere sahip olur. Mektubu çıkardığımızda metinin bütünlüğü içinde önemli bir boşluk oluşur, kurgunun düzeni bozulur. Hatta bazı eserlerin içinden mektuplar atıldığında eserin yapısı tamamen çöker.

C. Mektubun İşlevi Açısından Mektup Hikâye veya Roman Günlük hayatta mektubun en temel görevi “haber verme” ve çeşitli duygu

ve düşüncelerin iletimi ve paylaşımıdır. Mektupta yazılı olanlar hem gönderici hem de alıcı açısından önemli olabilir. Her mektubun bir yazılış amacı vardır. Dolayısıyla mektup bir işlevi yerine getirir. Kurmaca mektuba bu açıdan baktığımızda genel olarak şunlardan bahsedebiliriz:

1. Gerçeği Değiştiren Mektup Aşk itirafları, gizli kalmış duyguların veya bilgilerin ifşa edildiği mektuplar

bu grupta yer alır. Bu tür mektuplar, roman ve hikâyelerde “olayın can alıcı yerinde” bulunur. Dolayısıyla olayların akışında bir dönemeç oluşturur. Ayrıca müstakil bir mektuptan oluşan eserde de “mektup” benzer işlev üstelenebilir.

2. Gerçeğin Değişimini Anlatan Mektup Bazı hikâye veya romanlarda mektup, gerçeğin değişimini anlatan bir

işleve sahiptir. “Bir ölüm, doğum, evlilik ya da yaşanmış bir olayı anlatan ve olayların akışını değiştiren mektuplar” bu özelliktedir.

3. Gerçeği Aktaran Mektup Bu başlık altında toplayabileceğimiz metinler; yaşanmış veya yaşanmakta

olan bir olayı, genel olarak objektif bir şekilde anlatan, haber veya bilgi veren mektuplardır.

Page 105: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

105

Ç. Yazarın Konumu Açısından Mektup Anlatım Tekniği

Mektup anlatım tekniği yazara, eser ve okur karşısında çeşitli şekillerde “konuşlanma” imkânı verir. Yazar isterse kendini tamamen gizler. Bunlardan ilki başka sebeplerle de kullanılan takma ad kullanma yöntemidir. Çoğu zaman ise kendini mektubun “müstensihi”, “okuru”, “tanıtıcısı” veya mektubu “bulan”, “yayımlayan” kişi gibi göstererek bir çeşit maske kullanır. Son tahlilde hangi yönteme başvurursa başvursun, o metnin bir sahibi/müellifi vardır; fakat okura seslenirken yazara en geniş “gizlenme” ve “örtünme” imkânını sunan, mektup tarzı anlatımdır, diyebiliriz.

1. Müellifin İstinsah Ettiği Mektup Mektup tarzında yazılmış hikâye ve romanlarda kullanılan yöntemlerden

biri eserin asıl sahibinin kendini mektupların “müstensihi” olarak göstermesidir. Öyle ki bunun en fazla başvurulan yöntem olduğunu söylemek mümkündür. Yazar böylece kendini tamamen gizlememiş olur. Mektubun altına “müstensihi” veya daha az kullanan bir yöntemle “muktebesi” olarak kendi ismini yazar. Metnin başında kimden kime yazıldığını belirtir. Böylece başkasına aitmiş gibi görünen mektupları sadece yeniden yazan, temize geçen kişi konumunda kalır. Dolayısıyla metnin muhtevasına hiç müdahale etmemiş gibi görünür. Mektubun asıl sahibinin, isimleri söylenenler olduğu ima edilir. Bu suretle okura mektupların gerçek olduğu mesajı verilir.

2. Müellifin Bizzat Kaleme Aldığını İfade Ettiği Mektup Mektup hikâye ve romanlarda eserin müellifinin değişik usullerle

örtündüğü bilinmektedir. Bununla beraber söz konusu yöntem(ler)in aksine bazı eserlerde yazar bizzat mektupları kaleme aldığını açıklamaktadır. Mektupların sonunda kahramanların ismi yazılmış olsa da böylece yazar gizlenmediğini ilan etmiş olur. Bu tarz bir yöntemin okur, yazar ve kahramanlar arasında daha sıcak bir ilişki kurduğu söylenebilir. Yazarın içten ve samimi tavrı dikkat çeker.

3. Yazarın Tanıttığı Mektup Mektup anlatım tekniğinin kullanıldığı hikâyelerin bazılarında yazar/yazar-

anlatıcı kendini sadece eseri takdim eden veya tanıtan kişi olarak ima eder. Mektubu yazan eserin kahramanıdır; altında onun ismi bulunur. Ancak yazar eserin sahibi olduğunu gizlemez, yani takma ad kullanmaz. Okura mektup hikâyeyi takdim mahiyetinde tanıtıcı bilgi verir, betimlemeler yapar ve aradan çekilir. Okur mektupla baş başa kalır.

Page 106: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

106

4. Yazarın Bulduğu Mektup Tahkiyeli mektuplar kaleme alan yazarlar yukarıda işaret edildiği üzere,

metin karşısında kendilerini okura türlü şekillerde göstermektedirler. Yaygın olarak kullanılan, yazarın mektubu “istinsah eden”, “tanıtan” veya “bizzat yazan” kişi gibi konumuna bir de “mektubu veya mektupları bulan” özelliğini ilave edebiliriz. Zira bu suretle yazar, kendini metinden oldukça uzaklaştırmış olmaktadır. Bu yöntemle yazarın metindeki tasarrufunda çok daha özgür olduğu söylenebilir.

5. Müellifin Yayımladığı Mektup Yazarın mektuplar karşısında aldığı konumlardan biri de “yayımcı” olarak

görünmesidir. O kendisine posta yolu ile ulaşan veya bir şekilde elde ettiği mektupları olduğu gibi yayımlar. Biz bu durumu genellikle eserin başına yazar tarafından kaleme alınan “mukaddime”den öğreniriz. Yazar böylece “mukaddime”nin dışındakilerin kendine ait bir metin olmadığı imasında bulunmuş olur. Okur ise yazara gelen özel bir mektupla baş başa kalma yanılgısına düşer. Bu tarz bir yöntem yazarın hareket alanını genişletir; söylemek istediklerini istediği şahsa ve istediği biçimde söyletme/yazdırma imkânını verir.

D. Yazarın Cinsiyeti Açısından Mektup Hikâye veya Roman 1. Müellifin Cinsiyeti Açısından Yazarın cinsiyeti ile mektup anlatım tekniği arasında önemli bir ilişki

olduğunu söyleyebiliriz; çünkü mektup anlatım tekniği, kadın yazara “erkek”, erkek yazara da “kadın” ağzından yazma olanağı sunar. Dolayısıyla mektuplar kahramanların şahsında yazara cinsiyet değiştirme imkânı verir. Yazar bu suretle kadın veya erkek ağzından söylemek istediklerini kaleme alma fırsatı bulur.

2. Mektup Yazanın (Kahramanın) Cinsiyeti Açısından Mektup anlatım tekniğinin kullanıldığı tahkiyeli eserlerin “kadın

mektubu/mektupları” veya “erkek mektubu/mektupları” başlığı/adı altında yayımlandığı görülmektedir. Mektuplardaki cinsiyet vurgusunun öne çıkması dikkat çekicidir. Zira böylece mektup sahibinin cinsiyeti eserin konu ve temasının önüne geçmektedir. O sebeple bu durumun teknikle doğrudan bir ilgisi vardır.

a. Kadın Mektupları Mektup anlatım tekniğinin kullanıldığı özellikle hikâyelerde metnin “kadın

mektubu” olarak tanımlanmasında belirleyici ilk unsur mektubun “kadın” ağzından yazılmış olmasıdır. Bu noktada bazı mektuplarda zarf, kâğıt ve mürekkep seçimi gibi özelliklerden bahsedilmesi dikkat çekicidir. Erkek veya kadın muharrir,

Page 107: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

107

okurun karşısında “yayımcı”, “bulan”, “müstensih” gibi türlü şekillerde çıksa da mektubun sahibi/yazarı kadın ise eser “kadın mektubu” olarak değerlendirilmektedir.

b. Erkek Mektupları Muharriri erkek veya kadın olsun “erkek” ağzından kaleme alınmış mektup

hikâyeler “erkek mektupları” olarak zikredilmektedir.

Mektup Muharriri: Necip Fazıl Kısakürek

1. Bibliyografik Künye: Necip Fazıl KISAKÜREK, Hikâyelerim “Mektup”, Büyük Doğu Yayınları, Ankara, Nisan 1989, s. 302-310. 1.1. Eser Adı: Hikâyelerim 1.2. Eserin Yazarı: Necip Fazıl KISAKÜREK 1.3. Eserin Türü: Hikâye 1.4. Eserin Basım Tarihi: Nisan 1989

2. Konu: Bir genç kızın vicdanının sesi. Yani açıklamak gerekirse; bir genç kız kendi vicdanından mektuplar alıyor ama genç kız bunu bilmiyor. Mektuplar hep (V) harfiyle bitiyor. Esrarlı mektupların sırrı son mektupta çözülüyor. Genç kız kendi kendine mektup yazdığının farkına varıyor.

3. Eserin Adının Tematik Yapı İle İlgisi: Eser ismi ile müsemmadır. Çünkü hikâye esrarengiz mektupların etrafında döner.

4. Hikâyenin Planı: Hikâyenin planı klasik vak’a planına uygundur. Giriş: Bu bölüm, genç kıza gelen ilk mektupla birlikte başlamaktadır. Gelişme: Bu bölümde genç kız, gelen mektupların kim tarafından

gönderildiğini araştırmaktadır. Sıklaşan mektuplar genç kızın iyice canını sıkmıştır. Daha sonra genç kız bir hocanın yanına gider ve derdini anlatır. Hoca da vicdanını işaret eder.

Sonuç: Bu bölümde ise genç kız son mektubu alır ve sır çözülür.

Mektup Hikayesi: Bir genç kız, birkaç aydan beri esrarlı mektuplar alıyor. Daktiloyla

yazılmış, imzasız mektuplar… Bu mektuplarda onun günlük hayatı en mahrem ve tamamıyla şahsi çizgilerine kadar anlatıyor ve sonuna birkaç kelimelik bir öğüt cümlesi eklenerek imza yerine bir (V) harfi konduruluyor.

İlk mektup: Küçük Hanım;

Page 108: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

108

Çalıştığınız dairenin müdürü sizden ümidini kesince iş bahanesiyle sizi paylamak adiliğine düştü ve daktilografik olarak bir işe yaramadığınızı yüzünüze söylemeye kadar vardı. Siz de ona şu cevabı verdiniz: “Tarafınızdan beğenilmemi sağlayacak şartlardan daima uzak kalacağım! ...” Dikkat ediniz; bu adam tehlikelidir ve asil tavırlardan anlayacak biri değildir. (V) Kız bu mektubu alır bu mektubu kimin gönderdiğini düşünmeye başlar. Önce müdüründen şüphelenir ama onunla bu durumu konuşunca onun göndermediğini anlar. Sonra tekrar bir mektup daha gelir:

Küçük Hanım; Size, tek başınıza sinema sinema sürtmemenizi ihtar eden annenizin kalbini

kırdınız ve kadıncağızı saatlerce ağlatıp yine sokağa vurdunuz! Unutmayın ki, cennet, annelerin ayakları altındadır. (V)

Bu mektuplar artık genç kızı çileden çıkarmıştı. Bu sefer annesinden şüphelendi, ama onun da okuması yazması yoktu. Mektuplar sıklaşmaya ve her gün gelmeye başladı. Artık çevresindeki herkesten şüpheleniyordu. Bu sırrı çözmek için hoca hoca dolaşmaya başladı. Hocanın biri, “Adeta vicdanın mektupları yazan kalemin içine giriyor” dedi. Ermişliği söylenen din adamının yanından adeta koşarak kaçtı ve son mektubu aldı:

Küçük Hanım; Ermişliği söylenen din adamı sana gerçeği bildirdi. Mektupları yazdıran

vicdanındır. Zaten altındaki (V) harfi de bunun ispatı değil mi?... Vicdanını ara! (V)

Sır çözüldü…

5. Hikâyedeki Mektup Anlatım Teknikleri: Tek Sesli Mektup-Hikâye: Çünkü tek bir kişi tarafından (Vicdan) mektuplar gönderiliyor karşılıklı değil.

Mektubun Kurguda Belirleyici Bir Rol Oynadığı Mektup-Hikâye: Hikâye mektuplar üzerine inşa olmuş. Zaten eserin ismi de “Mektup”.

Gerçeğin Değişimini Anlatan Mektup: Bu hikâyede ilk mektuptan itibaren vicdan, genç kıza öğütler veriyor ve yaptıklarının yanlış olduğunu anlatıyor. Mektuplar olayların işleyişinde adım adım genç kıza yardımcı oluyor. Gerçekleri görmesini sağlıyor.

Müellifin Cinsiyeti Açısından: Yazar Necip Fazıl’dır. Yani eser erkek yazar tarafından yazılmıştır.

Mektup Yazanın (Kahramanın) Cinsiyeti Açısından: Mektuplar ne kadın ne de erkek tarafından yazılmıştır. Kızın vicdanı mektupları yazmıştır. Bu yüzden sınıflandırmaya alamayız.

Page 109: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

109

Kaynakça ÇAKIR Ömer, Türk Edebiyatında Mektup, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2005. KISAKÜREK N. F., Hikâyelerim, Büyük Doğu Yayınları, Ankara 1989, s. 302-310.

Page 110: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

110

SAMSUN ÇARŞAMBA BÖLGESİNİN DÜĞÜN VE KINA ADETLERİ ÇARSAMBA YÖRESİNİN GENEL FOLKLORİK ÖZELLİKLERİ

Ayşenur AKÇAY*

Giriş Lozan Antlaşmasından sonra Çarşamba’ya Selanik, İskeçe, Kavala,

Kafkasya, Doğu Karadeniz ve Gürcistan’dan gelen yerleşmişlerimiz dolayısıyla bölgede zengin bir folklor kültürü oluşmuştur. Kemençe eşliğinde oynanan horonlar, davul zurna ile oynanan Rumeli oyunları ve haylar bağlama ile oynanan kol kavalar bu çeşitliliğin önemli örnekleridir. Yerli halk çiftetelli ve karşılamalarla oynarken diğer gelenler ise kasap, telgrafın telleri, sarıkız, sarhoş barı, sağır perde, oduncular, kaba ceviz, Çarşamba çiftetellisi, Çarşamba sallaması gibi oyunlar oynarlar.

Giysi olarak erkekler içlik denilen gömlek, Aba-ceket kullanırlar. Ayaklara örme yün desenli veya düz çorap, sivri çakır ile sonraları lastik veya yandan bağcıklı sivri burunlu yüksek topuklu kundura, bele yün kuşak sarılırdı. Kırsal kesimlerde “kalabalık” denilen el örgüsü yün başlıklar, kalpaklar veya sekiz köşe kasket ve yelekler kullanılır.

Kadınlar ise; sile bezi iç gömlek, kadife sim işlemeli cepken, alta sire seten şalvar ve bütün bedeni örten kadife sim işlemeli üç etek giyerlerdi. Üç etek üstüne bez önlük peştamal veya şal; bele örme ince yün kolan veya gümüş kemer yakılırdı. Başa pul işlemeli yaşmak bağlanır, beşibirlik kullanılır, ayaklara işlemeli veya düz yün çorap ve çakır giyilirdi.

Müzik aracı olarak, tezeneli sazlar, divan sazları, bağlama, cura, çöğür, yaylı sazlardan Karadeniz kemençesi, üflemeli çalgılardan zurna, kaval, çoban kavalı, tulum, vurmalı çalgılardan davul, tef, kaşık, zil, tömbelek kullanılır.

* Çarşamba’nın Kına Geceleri Kına Kağnısı: Kız ve oğlan evinin yapmış olduğu eşyaların mahallenin

insanlarına gösterilmesi amacıyla köyde veya şehrin içinde dolaştırılan kağnıdır. Eşyalar arabanın üstüne yerleştirilir. Etrafı halı, kilim ile süslenir. En üste yakın akrabalardan yaşlı bir kadın oturur. Bu kadının elinde yazma ve erbilerden yapılmış düğün bayrağı olur. Davul-zurna eşliğinde dolaştırılır. Yine kına kağnısı hazırlanırken veya indirilirken mahalli oyunlar oynanır. Eşyaları indirip yükleme

* Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 1. Sınıf Öğrencisi.

Page 111: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

111

işlerini genel olarak sağdıçlar ve gençler yaparlar. Birinci günün akşamı erkekler oğlan evinde, kadınlar da kız evinde toplanırlar. Bu geceye kına gecesi denir. Oğlan evinde sazlı eğlenceler yapılır. Davetlilere yemek ikram edilir. Çalınır, söylenir, oynanır, geç vakitlere kadar eğlenceler sürer

Kına Gecesi: Kız evinde sadece kadınlar toplanır. Oğlan evinden sinilerle topluca türküler söyleyerek, tef çalarak kız evine gidilir. Gelenlere ikramlar yapılır. Yenilir, içilir. Çalınıp söylenir. Mahalli oyunlar oynanır. Çeşitli oyunlar çıkarılır, taklitler yapılır, maniler söylenir. Gecenin sonuna doğru da gelin kızın kınası yakılır. Kına yakılırken gelin övülür (türkülerle ağlatma). Bu sırada bir sessizlik ve hüzün çöker. Kız anası, gelin kız ve yakınlarından ağlayanlar olur. Bu gecenin kutlanmasına halk arasında kına tepmek denir.

Kına Yakma: Kına yakılmadan önce gelin ortaya oturtulur ve gelinin arkadaşları elinde mendil ve mumlarla çember oluştururlar ve gelinin bekar bir arkadaşı elinde kına tepsisini Kınayı Getir Aney türküsü ile ortaya getirir, elinde mum olan arkadaşları da oluşturdukları çember etrafında Yüksek Yüksek Tepeleri ve Çarşamba Dedikleri gibi türküler söylerler ve gelin ağlatılmaya çalışılır. Türkü merasiminden sonra kına yakılma işlemi başlatılır. Öncelikle gelin avucunu açmaz ve kayınvalide çağrılır. Gelinin eline lira koyduktan sonra gelinin her iki avucuna da kına yakılır.

* Kına Gecelerinde Söylenen Bazı Maniler:

Tuz kabını tuzsuz koyan Anasını kızsız koyan Yuvasını ıssız koyan Gelinim hatunum kınan kutlu olsun Vardığın yerde dilin tatlı olsun. Sevdalıyım sevdalı Sevdiğim Çarşambalı Çarşamba'nın gençleri Hem yiğit hem delikanlı Şu parklarda gezerler Gözlerini süzerler Çarşamba'nın kızları Çiçeklerden güzeller Çarşamba iki yaka Sevdayla olmaz şaka Şu ömrümü geçirsem Yarime baka baka

Page 112: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

112

Çarşamba ne yandadır Terme'si ne yandadır Nam salmış Türkiye'ye Yiğiti her yandadır Çarşamba ırmağını Ölçelim elli elli Toplanıp oynayalım Kızlarla çiftetelli

* Çarşamba’nın Eski Düğün Adetleri Eskiden kız ve oğul evlendirmek birtakım usul ve merasime bağlı

bulunuyordu. Kız seçiminde çok titiz davranılırdı. Bu iş için kadın grubu oluşturulur, onlar mahalle mahalle dolaşarak kızın seçimini yaparlardı. Kız beğenildikten sonra, iki aile arasında görüşmeler yapılır; erkek ailesinin zenginliğine göre değişen miktarlarda çeyiz için saçı namı verilirdi. Artık nişan merasimi için hazırlıklar başlatılırdı. Bütün saçılar ortaya getirilerek teşhir edilirdi. Düğünlerde davul dövdürme ve güreş yaptırma eskiden kalma en makbul adetlerdendi. Güreş küçüklerden başlayarak sırasıyla büyüklerde sona ererdi. Dernek mahallinde sıralanan basmalar, canfesler, ipeklikler derece itibariyle pehlivanlara verilirdi. Baş pehlivanlar için ortaya dana, koyun, tay çekilir ve kazananlara verilirdi.

Büyük pehlivanlar ortada dururken Güveyi (damat) derneğe davet edilir, yeni elbise giydirilir, sağdıcı tarafından başına sarık sarılırdı. Bu arada sarığın kısalığından bahsedilirken bahşiş toplanırdı. Elbise merasiminden sonra büyük sinilerle getirilen baklavalar yenilir, güvey serbest bırakılırdı. Boşalan sinilere kadifeli, can fesli sırma örgülü keselerde çıkarılan bahşişler konulurdu. Bu işlerden sonra gelin alma merasimi için hazırlıklar başlatılırdı. Kafile sırayla atlılar, yayalar ve kağnılar olmak üzere yola çıkardı. Öküzlerin başı boncuklu yular, zil ve çanlarla süslenirdi. Gelini alabilmek için ayrıca bazı engeller aşılmalıydı. Evvela yağlı sırıklara tırmanmak, yükseklerden tek mermi ile yumurta düşürmek gerekirdi. Ardından bahşişle kapılar açılırdı. Bu engeller aşıldıktan sonra kız evi misafirlerine ikramlarda bulunurdu. Gelin evden erkek kardeşleri veya akrabaları tarafından indirilir, hazırlanan ata veya arabaya bindirilirken uğurlu gelsin düşüncesiyle ayağına bakır bir kap vurulurdu. Bu kap gelinin en kutsal eşyası sayılırdı.

Gelin baba evinden gelin gittiği eve girerken eline Kur’an-ı Kerim verilir, sonrasında cam bir şey verilip kırılması söylenir, daha sonrada bereketli ve tatlı bir yuvası olsun diye şeker ve bozuk paralar etrafa atılırdı.

Page 113: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

113

Düğün Yemekleri: Düğünler yemekli olduğunda önceden aşçılar ayarlanır, kazanlarla yemekler hazırlanırmış düğünlerde yapılan yemekler şunlardır: Keşkek Et yemeği(Büryan) Pilav Üzüm Hoşafı Baklava

* Günümüzdeki Çarşamba Düğünleri Bugün aile bahçelerinde ve çoğunlukla orkestra eşliğinde yapılan eğlenceler

Çarşamba düğününü oluşturur. Önceleri kız ve oğlan evinde ayrı ayrı olur ve birkaç gün sürerdi. Geline kına yakma, damadı tıraş etme, güreşler bugün artık yok gibidir. Yeni çiftin evini oluşturmasında iki aile ortaklaşa katkıda bulunurken, çevreden gelen hediyeler bu mutluluğun başlangıcını pekiştirmektedir. Kaynak Kişi: Ferhunde Akçay 87 yaşında, ilkokul mezunu

Page 114: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

114

Elif ŞAFAK, “AŞK” ROMANINDA MEKTUP

Elif NİZAMOĞLU*

Giriş Tanzimat sonrası Türk edebiyatında mektubun bir “form” olarak

kullanımını “mektup hikaye” ve “mektup roman”larda görülür. Bunun dışında hikaye ve romanlarda mektup aynı zamanda bir anlatım tekniği olarak da kullanılmıştır. Buna mektup formunda yazılmış eserler içinde mektup anlatım tekniği de denebilir. Mektup anlatım tekniği, tahkiyeli eserlerde türlü yöntemlerle karşımıza çıkar (Çakır 2005: 337).

Romandaki mektupları değerlendirmeye geçmeden önce eserin konusundan bahsedelim. Ella Rubinntain (40) Amerikalı bir ev kadınıdır. Tipik burjuva değerlerinin hâkim olduğu oldukça varlıklı bir ailesi düzenli ve görünüşte “sorunsuz” bir evliliği vardır. Üç çocuğunu da büyüttükten sonra bir yayınevinde editör-asistanı olarak iş bulur. Görevi A. Z. Zahara adlı tanınmamış bir yazarın tasavvuf felsefesini konu alan tarihi romanını değerlendirmektir. Ancak hayatının kritik bir döneminde eline aldığı bu kitap hiç beklemediği bir şekilde Ella’yı derinden sarsacak dünyevî aşkı keşfetmek adına zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmasına neden olacaktır.

1. Çok Sesli Roman Olma Özelliğiyle Aşk

Çok sesli mektup hikâye veya romandan kastımız birden fazla kişinin mektuplaşmasından oluşan tahkiyeli eserlerdir. Bu tür mektuplaşma üzerine inşa edilen romanlarda iki kişi karşılıklı mektuplaşabileceği gibi daha fazla kahraman birbirleriyle mektuplaşabilir. Böylece hikaye veya romanda çok sesli bir yapı oluşur. Eser tek sesin düşebileceği monotonluktan kurtulur (Çakır 2005: 340). Aşk romanında da kahramanlarımız Ella ve Aziz Zahara’nın mektuplaştığını görmekteyiz. Karşılıklı alınan mektuplar kurguyu genişletmekte ve eserin tek düzeliğini kırmaktadır. Eser bu mektuplar üzerine kurulmuştur ve eseri monotonluktan kurtarmıştır.

“Sayın editör, Size bu yazıları Amsterdam’dan yolluyorum. İlişikteki hikayem ise, Anadolu’da geçmekte, 13. yüzyıl Konya’sında. Ama samimi düşüncem

* Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 4. Sınıf Öğrencisi.

Page 115: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

115

şudur ki, işbu hikaye zamandan mekandan bir kültür farklılıklarından münezzehtir. Evrenseldir. Meramınız aşk, aşkınız baki olsun Aziz Zahara” (Şafak, 29-30).

“Sevgili Aziz Z. Zahara, Adım Ella. RBT Yayınevi’nde edebiyat editörünün asistanının asistanı olarak Aşk Şeriatı isimli romanınızı okuyorum. Aslında yeni başladım ama gayet keyifli ilerliyorum. Tabii bu sadece benim kişisel görüşüm. Yazdıklarımın editörlerin görüşlerini yansıtmadığını baştan belirtmeliyim. Benim sizin romanınızı sevip sevmememin yayınlanması kararında etkisi fazla olmayacaktır. En iyi dileklerimle, Ella” (Şafak, 68-69).

Kahramanlar bu iki mektupla tanışmışlardır. Bu mektuplar romandaki hikâyenin başlamasına ve her iki kahramanın da hayatının değişmesine yol açmıştır.

2.Mektubun Kurguda Belirleyici Bir Rol Oynadığı Mektup Roman Aşk Bazı roman ve hikâyelerin tamamı mektup şeklinde kaleme alınmışken

bazılarında eserin önemli bir kısmı mektuplardan meydana gelir. Kimi hikaye ve romanlarda ise bir veya birkaç “mektup” tahkiyenin kurgusunda çok önemli bir yere sahip olur. Mektubu çıkardığımızda metnin bütünlüğü içinde önemli bir boşluk oluşur, kurgunun düzeni bozulur. Hatta bazı eserlerin içinden mektuplar atıldığında eserin yapısı tamamen çöker (Çakır 2005: 343).

Mektubun romandaki yeri açısından incelediğimizde romanın tamamen mektuplardan oluşmadığını, çok miktarda bulunmakla beraber kurguda önemli bir yer aldığı görülmektedir. Olayları şekillendiren ve mektuplarla gelişen bir kurguyla karşılaşmaktayız. Ella, Aziz’le mektuplaşmalarından sonra kendini, hayatını sorgulamaya başlar. Mutsuzluklarını fark eder ve yeniden şekillendirmeye çalışır. Kurguyu genişleten mektuplardan örnekler verelim:

“Bir önceki mesajında demişsin ki, “Romanını iki kez okuduktan ve Şems ile aranda bunca benzerlik gördükten sonra hayat hikayeni merak etmeye başladım. Bana nasıl Sufi olduğunu anlatır mısın? Geçmişi konuşmaktan pek hoşlanmıyorum Ella yine de sana anlatacağım… İskoçya’da, Kinlochbervie adında bir balıkçı köyünde dünyaya geldim. … Ben bunların arasında büyüdüm. Ardından bütün dünya paldır küldür 1960’ların tufanına yakalandı. Öğrenci eylemleri, uçak kaçırmalar, devrim girişimleri… Bense sessiz köşemde hepsinden uzak, yaşıtlarımın kapıldığı değişim dalgasından habersizdim. Babamın ikinci el kitap satan bir dükkânı vardı, annemse yünü kıymetli koyunlar yetiştirirdi. Böylece çocukluğum boyunca hem bir çobanın münzevi hâllerinden, hem bir kitapçının içe dönüklüğünden bir şeyler aldım galiba. Çoğu gün ağaca tırmanır, manzaraya seyre dalar, tüm hayatımı burada geçirmeyi planlardım. Bezen köyden çıkmak ve

Page 116: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

116

maceraya atılmak arzusu kalbimi yoklasa da Kinlochbervie’yi severdim. Hayatımdan memnundum. Orada doğdum orada öleceğim sanırsam. Meğer Tanrı’nın benim için yazdığı hikâye bambaşkaymış. Yirmi yaşında hayatımı tümden değiştirecek iki şeyle karşılaştım. … Kendince, kadrince, yapabildiğince… Böylece Margot’un peşine düşüp Amsterdam’a gittim. Orada evlendik. Margot burada biraz duruldu; kendini siyasi yahut ekonomik nedenlerden Avrupa’ya iltica edenlere yardıma adadı. … Margot ne statümle ne maaşımla ilgileniyordu ama ben bunları gün geçtikçe daha çok önemsemeye başladım. Güçlü olmak istiyordum. Güçlü ve zengin… Tüm hayatımızı ince ince planlamıştım. … (Şafak, 261-265).

Aziz Zahara’nın geçmişinden bahsettiği bu mektupta onun tasavvufla tanışma sürecini, ilk evliliğini, hayatında nelerin değiştiğini anlatmaktadır. Bu geri dönüşlerle anlatılan kesit okura Aziz Zahara’yı çok iyi tanıtmaktadır. Ayrıca Ella bu mektuptan sonra Aziz Zahara’ya duygusal olarak yaklaşmaktadır. Tüm bunlar kurguyu sağlamlaştıran eserin gücüne güç katan unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

3.Mektubun İşlevi Açısından Mektup Roman Aşk Günlük hayatta mektubun en temel görevi “haber verme” ve çeşitli duygu

ve düşüncelerin iletimi ve paylaşımıdır. Mektupta yazılı olanlar hem gönderici hem de alıcı için önemli olabilir. Her mektubun bir yazılış amacı vardır. Dolayısıyla mektup bir işlevi yerine getirir (Çakır 2005: 345).

a. Gerçeği Değiştiren Mektup Aşk itirafları, gizli kalmış duyguların veya bilgilerin ifşa edildiği mektuplar

bu grupta yer alır. Bu tür mektuplar roman ve hikayede “olayın en can alıcı yerinde” bulunur. Dolayısıyla olayların akışında bir dönemeç oluşturur (Çakır 2005: 345).

“Hani bir şarkı var:”Que sera, sera” hatırlar mısın? “her şey olacağına varır” benim şarkım değil. Hiç koyuveremiyorum kendimi. Sen dindar ama ben değilim. Gerçi her hafta ailecek Şebt’i kutlarız ama bu dini bir gereklilikten ziyade kültürel bir uygulama gibi bizim için. Üniversitedeyken bir ara Doğu Mistisizmini merak salmış, Budizm ve Taoizm’i hayli incelenmiştim. Bir kız arkadaşımla işi Hindistan’a gidip, aşramlarda kalma planları yapmaya kadar vardırmıştık. Ama hayatımın o evresi çok uzun sürmedi. Mistik öğretiler ne kadar müthiş olsa da modern insanın ihtiyaçlarına karşılık vermiyor diye düşünmüştüm o zamanlar. Umarım dine soğuk yaklaşmam seni incitmiyordur. Sana karşı hep dürüst olmak istediğim için bunları yazıyorum; zamanı gelmiş bir itiraf addet. Seni görmeden özleyen, Ella” (Şafak, 184-185).

Page 117: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

117

Ella’dan gelen bu samimi mektubun ardından Aziz Zahara tasavvufla nasıl tanıştığını, aslında dindar bir adam olmadığını, hayatta dibe vurduğu bir anda nasıl bir aydınlanma yaşadığını anlatmaya başlıyor. Ella’nın bu mektubu Aziz Zahara’nın geçmişten gelen geniş bir pencere açmasını sağlamış ve okura bu yönüyle tanıtılmasında etkili olmuştur. b. Gerçeğin Değişimini Anlatan Mektup

Bazı hikaye veya romanlarda mektup, gerçeğin değişimini anlatan bir işleve sahiptir. Bir ölüm, doğum, evlilik ya da yaşanmış bir olayı anlatan ve olayların akışını değiştiren mektuplar bu özelliktedir.

“Aziz, buraya kadar anlattıklarımın seni etkilediğini, hikayemin devamını merak ettiğini söylemişsin. Bense seni sıkmaktan endişe ediyordum Ella. Bu yazdıklarımı değil başkasıyla paylaşmak, ben kendim çoktan unuttum sanıyordum. 1975 yazını Fas’ta Sufiler arasında geçirdim. Hayatımda ilk defa bir zaviye gördüm. Odam beyazdı; ufacık, basıl ve basit. En temel ihtiyaçları karşılıyordu, o kadar: bir döşek, bir gaz lâmbası, bir kehribar tespih, pervazda bir sakı çiçeği, duvarda Hazreti Fatma’nın Eli’ni gösteren bir kabartma ve çekmecesinde Rumi’nin şiirleri olan ceviz ağacından bir masa vardı. Hepsi bu. Ne telefon, ne televizyon, ne duvar saati, ne radyo. Aldırış etmedim. Yıllarca geçlerin toplandığı işgal evlerinde barındıktan sonra, rahatlıkla zaviye yaşayabilirim diye düşündüm. Baba Samed bu ruhani mekânın başıydı. … Yoksa ben dışarıdayken bavulumu mu karıştırmışlardı? Hazret şüphemi anlamış gibi öyle bir laf etti ki içime oturdu. “uyuşturucu kullandığını bilmek için eşyalarını karıştırmaya gerek yok. Gözlerini görüyoruz ya, yetmez mi? Gölerin müptela gözleri. İşin tuhaf yanı o güne dek kendine hiç toz kondurmamış “bağımlı” olduğumu kabullenmemiştim. Uyuşturucu beni değil, ben uyuşturucuyu kullanıyorum sanıyordum. Kontrol bende sanıyordum. “eğer bir yaran varsa, ki bence var, yarayı uyuşturmak başka, tedavi etmek başka” dedi baba Samed. “uyuşturucunun etkisi geçince, anestezinin etkisi geçmiş gibi olur. Her neren acıyorsa, ağrı misliyle geri döner. Haklıydı, biliyordum. Söz verdim. Uyku haplarım dahil yanımda ki tüm kimyasal maddeleri ona teslim ettim. Ama çok geçmeden bendenim teklemeye, ruhum yalpalamaya başladı. Zaviyede kaldığım dört ay içerisinde sayısız kez yeminimi bozdum, yoldan çıktım. Kafa yapmaya kararlıysan, dünyanın neresine gidersen git, madde gelir seni bulur. Aramana bile lüzum kalmaz. Hoca hocayı Tekke de, deli deliyi dakikada bulur misali keşlerde keşleri bulur. Bir gece gene kaçtım ve zaviyeye zil zurna sarhoş, kafam dumanlı döndüm. Ama dış kapı kapalıydı. Bahçede uyumak zorunda kaldım. Ertesi sabah beni dışarda iki büklüm vaziyette buldular. Ne Baba Samed bir soru sordu, ne ben bir açıklama yaptım. Ama bu tür tatsız hadiseler dışında Sufilerle gayet iyi geçiniyorum. Zaviyenin sükûneti iyi gelmişti ruhuma. Uzun

Page 118: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

118

zamandır ilk defa huzurluydum. Amsterdam’a bir sürü yabancıyla aynı çatı altında kalmaya alıştım ya dingin bir yalnızlığın ne olduğunu ilk kez tadıyordum. İlk bakış da burada da bir nevi komün hayatı yaşıyordum. Tüm dervişler beraberce yiyor, içiyor, aynı anda dua ediyor, zikir çekiyor, uyuyordu. Ama asıl beklenen herkesin yalnız kalıp kendi içine yönelmesiydi. Sufiliğe merak salan kişi evvela kalabalık içinde yalnız kalmayı öğrenmeliydi. Sonra da kendi içindeki kalabalığı birlemeyi. Önce diyorsun ki, “dünyada bir ben varım!” Sonra: “bende bir dünya var!” Ve en nihayetinde: “ne dünya var, ne ben varım!” … Orada Müslüman olup, Aziz Zekeriya Zahara ismini aldım. Günün birinde Bana Samed bana bavulumu geri verdi ve dedi ki: “Artık gitme vaktin geldi. Alıcı kuş gibi uçacaksın bu yuvadan. Sen madem ki kendi içindeki âlemi dolaştın ve nefsini aştın, şimdi git dünyayı dolaş. Senin gibi insanlar tüm ömrünü bir dergâhta kapalı geçiremez. Senin anlatacak hikayelerin var…” … Böylece Craig olarak girdiğim yerden Zahara olarak ayrıldım. Hayatımın bu yeni ve gezgin safhasına Sufi kelimesinin “f” harfiyle tanıştığım mevsim diyorum. Baki aşkla, Aziz” (Şafak, 267).

Aziz Zahara’nın bu mektubu, gerçeğin değişimini anlatan bir mektup olmuştur. Hayatını işine odaklı yaşayan, kariyer peşinde koşan bir adamın, aynı amaçlar doğrultusunda çıktığı bu yeni serüven onu ruhanî olarak başkalaştırmıştır. Mekke’ye giren ilk Hristiyan olup çektiği fotoğrafları yüksek meblağlara satmayı planlayan Aziz, tekkede geçirdiği dört ayın sonunda aslında olmak istediği yerde olduğunu anlıyor. Dört ay boyunca okuduğu birçok tasavvufî eser onu bu yolda eğitip aydınlanmasında etkili oluyor. İşte bu geçmişi olduğu gibi aktaran mektup, roman içerisinde çok önemli bir yere sahip olmuştur.

c. Gerçeği Aktaran Mektup Gerçeği aktaran mektup, yaşanmış veya yaşanmakta olan bir olayı, genel

olarak objektif bir şekilde anlatan, haber veya bilgi veren mektuptur (Kefeli 2002: 35).

“Sevgili Ella, kızınla aranızın düzelmesine çok sevindim. Ben de bu sabah erkenden Momostenango’dan ayrıldım. Tuhaf şey, burada sadece birkaç gün kaldığım hâlde veda etme zamanı geldiğinde bir burukluk hissettim. Guatemala’daki bu ufacık köyü bir daha dünya gözüyle görebilecek miydim acaba? Sanmıyorum. … Bende bir nineden senin için bir kilim satın aldım. Kadıncağıza, Boston’lu bir hanım için hediye aldığımı, seçmeme yardım etmesini söyledim. Bir süre düşündükten sonra evindeki koca yığından bir parça çekti çıkardı. Yemin ederim, orada her renkten ve desenden elliden fazla kilim depolanmıştı ama yaşlı kadın senin için seçtiği kilimde yalnız üç renk vardı: sarı, turuncu ve mor. Garip bir tesadüf değil mi, tabii kâinatta “tesadüf” diye bir şey

Page 119: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

119

varsa… Bizim sanal âlemde karşılaşmamızın da bir tesadüf olmayabileceğini hiç düşündün mü? Sevgilerimle, Aziz” (Şafak, 156). Aziz Zahara’nın gerçeği olduğu gibi aktaran bu mektubu, Guatemala’da yaşadığı bir günü objektif bir biçimde aktarmasıyla oluşmaktadır. Yaşadığı bir tesadüfü anlatmakta ve bunun üzerine Ella’nın da düşünmesini istemektedir.

4. Yazarın Konumu Açısından Mektup Anlatım Tekniği Mektup anlatım tekniği yazara, eser ve okur karşısında çeşitli şekillerde

“konuşma” imkânı verir. Yazar isterse kendini tamamen gizler. Bunlardan ilki başka sebeplerle de kullanılan takma ad kullanma yöntemidir. Çoğu zaman ise kendini mektubun “müstensih”i, “okur”u “tanıtıcısı” veya mektubu “bulan” kişi gibi göstererek bir çeşit maske kullanılır (Çakır 2005: 348).

Mektup anlatım tekniğinin “yazar” açısından bir diğer özelliği hikâye veya roman yazarını anlatıcı konumundan çıkarmasıdır. O sebeple metinde kahramanlar konuşur veya yazar, kahramanları konuşturur, kendisi ise suskun görünür. İsterse mektup aralarına girerek sesini duyurur. Bu durumda yazarın görevi sadece bir kompozitör olur. Artık mektuplar onun elinde bir “mektup oyunu”na dönüşür. Yazar mektupları okura istediği şekilde taktim etme hakkına sahiptir (Kefeli 2002: 35).

Elif Şafak’ın Aşk romanında ise mektup tekniği tamamen mektuplara teslim olmamış, kurguyu zenginleştirmesi için aralara serpiştirilmiş, hikâyenin içinde hikâye katma vasfı yüklenmiştir. Yazar romanda mektupların kendisine ait olduğunu kurgu içinde sezdirir. Ancak mektupların altında kahramanlara ait imzalar vardır. Bu da yazarın sanki mektuplarda hiçbir yönlendirmesi yokmuş imajı yaratmasını kolaylaştırmıştır.

5. Yazarın Cinsiyeti Açısından Mektup Roman Yazarın cinsiyeti ile mektup anlatım tekniği arasında önemli bir ilişki

olduğunu söyleyebiliriz; çünkü mektup anlatım tekniği, kadın yazara “erkek”, erkek yazara da “kadın” ağzından yazma olanağı sunar. Dolayısıyla mektuplar kahramanların şahsında yazara cinsiyet değiştirme imkânı verir. Yazar bu surette kadın veya erkek ağzından söylemek istediklerini kaleme alma imkânı bulur (Çakır 2005: 354). Romanda yazarın, hem kadın hem de erkek perspektifinden bakmak suretiyle mektuplardaki şahsiyetleri konuşturduğu görülmektedir.

Page 120: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

120

Kaynakça ÇAKIR Ömer, Türk Edebiyatında Mektup, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,(Basılmamış Doktora Tezi), Ankara 2005. KEFELİ Emel, Anlatım Tekniği Olarak Mektup, Kitapevi Yayınları, İstanbul 2002. ŞAFAK Elif, Aşk, Doğan Kitap Yayınları, İstanbul 2009.

Page 121: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

121

TÜRK EDEBİYATINDA MÜNACAT VE ŞEFİK AŞIKOĞLU’NUN MÜNACATI

Emine ÇELEBİ*

Giriş Münacatın sözlük anlamı fısıldamak, Allah’a yakarmaktır. Edebiyattaki

anlamı ise, Allah'a dua etme, yalvarma, yakarma, istekte bulunma konularını içeren ve genellikte vezinli olan şiir türünün genel adıdır. İslamî edebiyatta nazım ve nesir örnekleri bulunmaktadır. Nesir olan münacatlara, genel olarak “tazarruname” adı verilmiştir.

Türk Edebiyatında münacat, gazel, kaside, mesnevi, terci-i bent ve terkib-i bent nazım şekilleriyle yazılmıştır. Bunun yanında modern Türk şiirinde belli bir nazım şekline dâhil edemeyeceğimiz serbest örnekleri de bulunmaktadır. Münacat, İslamiyet’in etkisiyle ilk olarak Arap edebiyatında ortaya çıkmıştır. 10.-11. yüzyıllarda İran edebiyatında 12. yüzyıldan itibaren Türk şiirinde yerini almıştır. Aruz vezninin kısa kalıpları kullanılması münacatların bestelenmesini kolaylaştırmıştır. Ayrıca bu durum şiirde ahengi sağlamıştır. Tekke şairlerinin dörtlükler halinde yazdıkları ilahiler çoğunlukla aruz vezniyle oluşturulmuştur. Heceyle yazılanlarda daha çok 8’li ölçüye rağbet edilmiştir. Klasik edebiyattan tekke edebiyatına; Tanzimat’tan Cumhuriyet edebiyatına kadar her devirde münacat yazıla gelmiştir. Münacatların muhteva özelliği ile ilgili olarak da şunları söyleyebiliriz: Münacatın kaynağı; Kur’an-ı Kerim’deki “Sizin duanız olmasa rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?” ayetidir (Furkan Suresi, 77). Kulun rabbi karşısındaki acizliği, fakirliği ve nimetlere ve ihsanlara karşı nankör oluşu anlatılan münacatlarda hesap günü, ahiret kaygısı ve ölüm endişesi sıkça işlenen konular arasındadır.

* Şefik Aşıkoğlu’nun Hayatı ve Eserleri 1 Nisan 1949’da Ilgaz’da doğan Aşıkoğlu Sofuamedgil sülalesinden Salih

Çavuş’un oğlu Ali’nin ilk evladı olup bir kız iki erkek kardeşi vardır. Kendisinden sonra dünyaya gelen iki kardeşi vefat etmiş, çok sevdiği ve elinde büyüdüğü anneannesi Çırak Ayşe ve dedesi Deli Şavkı’nın terbiyelerinde büyümüştür.

* Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 3. Sınıf Öğrencisi.

Page 122: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

122

İlkokulu köyde okuyup daha sonra İstanbul’a babasının yanına okumaya gitmiş ve bir müddet cami altındaki derme çatma yurtta cami hocasından dersler almış, ardından İstanbul İmam-Hatip Okulu’na devam etmiştir.

Lise sonrası girdiği üniversite sınavı ile Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü’nde öğrenimine devam etmiştir. Aşıkoğlu asıl kimliğinden uzaklaşan, millet ve ümmet olma ruhunu kaybeden Müslüman Türk milletine kaybettiği kimliği kazandırmayı amaçlamıştır.

1974’te mezun olan Aşıkoğlu, Ankara Müftü Muavinliği göreviyle memuriyet hayatına başlayıp evlenmiş, ardından askere gitmiştir. Askerlik dönüşü Milli Eğitim Bakanlığı’na geçip 1976’da Adıyaman Kız Meslek Lisesi ve İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yapmıştır. 1979’da kendi isteği ile Çankırı’ya gelmiş, Çankırı Lisesi’nde bir yıl görev yapmıştır.1980’de Kurşunlu İmam-Hatip Lisesi Müdürlüğü’ne atanmış ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne de vekâlet etmiştir.

Milli Eğitim Müdürü olmuştur, ama hepsinden öte bildiğini bildirmekten mutluluk duyan şair bir öğretmendi. Kurşunlu’da 1982’de dile getirdiği bazı sözler sebebiyle 1983’te, Edirne-Uzun Köprü’ye tayin edilmiştir. Aklandıktan sonra 1986’da Ilgaz Fatih Sultan Mehmet İlköğretim Okulu Müdürlüğü’ne atanmıştır. Bu dönemde kendisi Ilgaz’da, ailesi de büyük oğlu Çankırı Anadolu Lisesi’ni kazandığından merkezde kalmıştır. 1987’de Çankırı İmam-Hatip Lisesi’ne geçen Aşıkoğlu, 26.12.1997’de vefat etmiştir. Ömrünü Hakk’ı tanımaya ve tanıtmaya harcamış olan Aşıkoğlu’nun eserleri; Şiirler, mektuplar, makaleler ve hikâyeler olarak dört bölüme ayrılmış, böylelikle Diriliş Gülü adlı eseri ortaya çıkmıştır.

Aşıkoğlu’nun şiirlerinden biri olan Münacat’ı çeşitli yönlerden değerlendirmek üzere, günümüz şiiri esas alınarak yazılan münacatlarla arasındaki farklılıklar ve benzerlikler ortaya koyulacaktır:

* İnceleme Kırk altı beyitten oluşan münacat on altılı hece ölçüsüyle kıt’a nazım şekli

kullanılarak kıt’a-yı kebire tarzında oluşturulmuştur. Allah’ın doksan dokuz ismi zikredilerek yazılmıştır. Allah’ın rahman, rahimve âlim isimleri 4 kez kullanılmıştır: “Allah’ım rahman, rahimsin, vücud, kıdem, beka sensin, Sensin hâkim, kadim, mukim, âlim, halim, azim sensin”. Halık ismi 3 kez geçmiş olup örnek olarak, “Her mahlûkun halıkısın, her bir mazlumun melcei, Her üzgünün yardımcısı, bir tek sığınağım sensin” beytinde bulunmaktadır. Yine münacatta cemal ismi 3 kez geçmiştir: “İzzet, cemal, mülk ve celal, kudret, kemal, deyyan, burhan, Emin, eman, hannan, mennan derdime dermanım sensin”. Bunların yanında ya hasib, ya hayy, ya kayyum, ya burhan, ya mukim, ya hak ve ya celal isimleri 2 şer kez kullanılmıştır.

Page 123: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

123

Aşıkoğlu münacatında günahkârlığından dolayı pişmanlık içerisinde dua etmiştir. Bu dünyada yegâne gerçeğin Allah olduğunu söylemiş, yakarışlarına Esma’ı Hüsna’yı aracı kılmıştır. Dizelerde genel tema Allah’a yakarış ve onun azameti karşısında acziyetin farkına vararak af dileyiştir. Şefik Aşıkoğlu’nun münacatında bu benzerlikler bulunmasına karşın şiirdeki iktibas ve telmihler diğerlerine nazaran daha yoğundur. Örnek olarak “Belalardan sen korursun, sır ve hafi malumundur, Hayran nasirin sensin, hâkim ve razığım sensin” mısralarında hayran nasirinle cevşenden iktibas yapılmıştır:

Sensin ekremel ekremin, erhamer rahimin, Ni’mel vekil, ni’men nasir, benim güzel mevlam sensin. (Bkz. Al’i İmran suresi 3/173)

Kimsesizin yardımcısı, tevbeleri kabul eden, Ya zel celali vel ikram inayette daim sensin.

Evet, mülkün malikisin, evet zül kuvvtil metin, Hiç kimseye muhtaç değil, hak zatınla kaim sensin.

Sevban'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Muhammed, namazı

bitirince 3 defa "estağfirullah" der ve şöyle söylerdi: “Allahumme entesselamu ve minkesselam, tebarekte ya zel celali vel ikram”. Bu hadisten de iktibas yapılmış, anlam genişletilmiştir. Ayrıca ikinci mısraların sonundaki sensin kelimesiyle ahenk yakalanmıştır.

MÜNACAT

Allah’ım rahman, rahimsin, vücud, kıdem, beka sensin, Sensin hâkim, kadim, mukim, âlim, halim, azim sensin. Seyyitlerin seyyidisin, duacılar sığınağı, İyilikler padişahı, efendim, sultanım sensin. Belalardan sen korursun, sır ve hafi malumundur, Hayran nasirin sensin, hâkim ve razığım sensin. İzzet, cemal, mülk ve celal, kudret, kemal, deyyan, burhan, Emin, eman, hannan, mennan derdime dermanım sensin.

Page 124: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

124

Haşyetinden dağlar taşlar, heybetinden insan ve cin Sana pervane olmuşlar, dilimde sübhanım sensin. Yer izninle karar kıldı, gök direksiz mekân kurdu, Ol dedin mevcudat oldu, yoktan yaratanım sensin. Hamd ve sena, ahd ve vefa, af ve rıza, ihsan ata, Hepsi senden senden bize, sultanım, efendim sensin. İşitirsin her sesi sen, kuşatırsın herkesi sen, Yapıp eden sensin sen, ayıbımı örtenim sensin. Her mahlûkun halıkısın, her bir mazlumun melcei, Her üzgünün yardımcısı, birtek sığınağım sensin. Gayıpların âlimisin, günahların gaffarısın, Ayıpların settarısın, suçluyum ümidim sensin. Gönülleri sen süslersin, sen nurusun mevcudatın, Seni söyler cism-ü canım, gurbette sahibim sensin. Celil, cemil, habir, latif, rahmet ve rıdvan sahibi, Huccet, burhan, hikmet, ihsan, hem velim, vekilim, sensin. Sen ki herşeyin rabbisin, ilahısın, halıkısın, Âlimisin, saniisin, benim de melikim sensin. Evvel sensin, ahir sensin, zahir sensin, batın sensin, Renk veren cümle mahlûka, gönülde habibim sensin. Saltanatın ebedidir, kadirsin lutfu ihsana, Mü’min, müheymin, mükevvin, derdime tabibim sensin. Herşey rahmetin içinde, rahmet gadabını geçmiş, Binler günah ve suçuma, benim de kefilim sensin. Hâkimlerin hâkimisin, adillerin adilisin, Sadıkların sadıkısın, cihanda enisim sensin.

Page 125: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

125

Sensin ekremel ekremin, erhamer rahimin, Ni’mel vekil, ni’men nasir, benim güzel mevlam sensin. Sen bereketler indirir, ölüleri diriltirsin, Hem musavvir, hem mukaddir, rabbim, rabbim, rabbim sensin. Beyti haramın rabbi sen, şehr-i haramın rabbi sen, Mescid-i haram rabbi sen ki rabbilâlemin sen. Kimsesizin yardımcısı, tevbeleri kabul eden, Ya zel celali vel ikram, inayette daim sensin. Evet, mülkün malikisin, evet zül kuvvtil metin, Hiç kimseye muhtaç değil, hak zatınla kaim sensin. Her kerimden ekrem olan, her kebirden ekber olan, Her rahimden erham olan, ezel, ebed, kaim sensin. Senin için var mevcudat, senden korkar tüm mahlûkat, Yok, olacak cümle zerrat, bilginlerden âlim sensin. Kâfi sensin, şafi sensin, radi sensin, gadi sensin, Baki sensin, hadi sensin, kuvvetim kudretim sensin. Öldüren, dirilten sensin, ağlatıp güldüren sensin, Sevindiren yetimleri, yalnız hay ve kayyum sensin. Şakir, zahir, hazır, nazır, fatır, cabir, kadir, nasır, Habib, garip, hasib, tabib, şifasıza merhem sensin. Azabından cehennemin var, rahmetinden cennetin, Narında hak, nurunda hak, mahlûkuna rahim sensin. Her sevgiliden sevgili, her azizden binler aziz, Her yakından binler yakın, yegâne sevgilim sensin. Uzak değil sen yakınsın, cümle mağlup, garip sensin, Kavlinde hak, va’di sadık, lutfunda hep mukim sensin.

Page 126: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

126

Görülmezsin, hem görersin, lemyelidvelemyuledsin, Eşin benzerin yok rabbim, kalbimde hasibim sensin. Ariflerin sevgilisi, müridlerinenisisin, Âşıkların müştakı sen, ruhumda sururum sensin. Nebiler, sıdıklar rabbi, ebrarlar, ahyarlar rabbi, Enharlar, eşcarlar rabbi, dünyada huzurum sensin. Dünya ve ahret sensin, arş ve sema, me’va, naim, Yalan dünya neme gerek, benim de nasibim sensin. Hayyu, kayyum, sabur, şekur, gafur, vedud, rauf, kuddus, Halık, razık, gahhar, cebbar, dareyn de şafim sensin. Gökyüzünde her ne varsa, musahhar kıldın âdeme, İmtihan ölüm ve hayat, benimse muradım sensin. Yeryüzünü kıldın mihad, üstünde dağları evtad, Kameri nur, şemsi sirac, mahlûka onurum sensin. Geceyi elbise yaptın, gündüzü maişet vakti, Narın üstümüzde mirsad, bir tek dayanağım sensin. Sabır ehli ve tövbekâr, temizlenen şol Muhsinler, Seversin onları ama, benim de maksudum sensin. Dilediğin yaratırsın, dilediğin bağışlarsın, Dilediğini yaparsın, ilahi matlubum sensin. Sen kendini kendin andın, seni sena ettim sandım, Yazıp çizip hep aldandım, amma ki penahım sensin. Sen bilirsin demem o ki: ilahi entemaksudi, Kays’a meşk ettirmedeyim, ahıma şahidim sensin. Varım sensin, yoğum sensin, elim sensin, kolum sensin, Senden gayrı ben neyim ki, bedenimde canım sensin.

Page 127: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

127

Muhammedim, Muhammedîm, âlemlere rahmet oldun, Şefaatine muhtacım, mahşerde senedim sensin. Şefik tevessül eyledi, senden ümidin kesmedi, Lütfun gözetliyor hadi, dareynde penahım sensin. Atma bizi ateşine, kurtar bizi cehennemden, Şereflendir cemalinle, ilahım Allah’ım sensin.

Kaynakça

AŞIKOĞLU Şefik, Diriliş Gülü, Çankırı 1998. KURNAZ Cemal, Münacat Antolojisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık, Ankara 1992.

Page 128: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

128

MELA AHMED-İ CIZÎRÎ’NİN DİVAN’INDA TASAVVUF VE İNSANA GENEL BİR BAKIŞ

Emrah AKSU - Resul ATAŞ*

Giriş

Bu çalışmamızda 16. yüzyılın divan şairlerinden olan Melaye Cizîrî’nin divanından yola çıkarak onun hayatı, şiiri, edebi kişiliği, tasavvufi mecazlardan bazılarını ve umumi olarak şiirlerinde insana bakışını ele aldık. Mela, ismi pek duyulmayan bir divan şairi olmasına rağmen kendi devrinde ve yöresinde oldukça rağbet görmüş bir isimdir. Klasik edebiyatta medrese eğitiminden geçen şairler gibi Mela’da aynı eğitimden mahrum kalmamış, devrin önemli Doğu âlimlerinden icazet alıp, şiirlerini yazmıştır. Türkçeye tercüme edilen Divan’ının oldukça hacimli ve yoğun olarak tasavvufi bir boyutunun olduğundan söz etmek gerekir. Bununla beraber tefsir, hadis, fıkıh, kelam, astronomi, felsefe gibi ilimleri divanındaki şiirlerine oldukça başarılı bir şekilde yansıtmıştır.

* Mela Ahmed-i Cizîrî’nin Hayatı İslam tarihi boyunca bölgemizde, özellikle dini ilimler alanında pek çok

âlim yetişmiştir. Bu önemli âlimlerden biri de hiç şüphesiz Mela Ahmed-i Cızîrî’dir (ö. 1050/1640). O, H. 975, M. 1567 yılında Cizre’de dünyaya gelmiştir. Önce bir din âlimi olan babasından ve ondan sonra da yöredeki âlimlerden Arap dili ve İslâm dini ile ilgili ilimleri öğrenmiştir. İlim tahsili için Hakkâri, Diyarbakır ve İmadiye’ye gitmiş, 32 yaşında Diyarbakır’a bağlı Sıtrebas köyünde Mela Taha adındaki âlimden ilmi icazet almıştır.

Diyarbakır’a bağlı Serba köyünde imamlık ve müderrislik yapmış, bilahare bir süre Hasankeyf’te ve ondan sonra da ömrünün sonuna kadar memleketi olan Cizre’de müderrislik yaparak pek çok talebeye icazet vermiştir. H. 1051, M. 1640 yılında 75 yaşında Cizre’de vefat etmiş ve Cizre’deki “Medrese Sor”da defnedilmiştir. Arapça ve Farsçayı da çok iyi bilen Mela Ahmed el-Botî el-Cızîrî (ö. 1050/1640), divanında tasavvuf, usul, fıkıh, tefsir, hadis, sarf, nahiv, mantık, estetik, felsefe, belâgat, matematik, astronomi, kozmoloji, tarih, fizik, metafizik vs. ilimlere yer vermiştir.1

* Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 4. Sınıf Öğrencileri. 1Nurettin Turgay, “Ahmed El-Botî El-Cızîrî ve Divanında Kur’ân’a Yaklaşımı”, Mukaddime Dergisi, S. 4, 2011, s. 139.

Page 129: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

129

* Mela’nın Şiirine Dair Divan’ından Örnekler Nazmın etrafa saçılmış incilerini görmek dilersen eğer Gel Mela’nın şi’rinde gör onları, Şiraz’a gitmene ne hacet

G 11/ 12/ s.147 Mela, bu beyitindeki ilk dizede kendi şiirinin kıymetinden söz edip

şiirlerinden incilerin döküldüğünü dile getirmiştir. Şiire merak salan kişilerin, yönünü İran (Fars) edebiyatına doğru çevirmesine hacet olmadığını, bu şiirlerin tadını uzak yerlerde değil, kendi öz vatanında şiir yazan Mela’nın divanına çevirmesini istemiştir. Mela, kendi divanında bulunan şiirleri Şiraz’daki şairlerin yazdığı şiirlerden üstün görmüştür.

Şiirde pîridir şairlerin Mela, satmakta daim bu paha biçilmez şalı Gösterme bana, yanımda yavru kuşu gibi kalan Ferrûhi’yi

G 24/ 6/ s.172 Mela, kendisini şairlerin üstadı olarak nitelendirmiş ve İran’ın büyük şairi Ferrûhi’nin şiirlerini kendi şiirleri yanında yavru kuşu gibi kaldığını belirtmiştir.

Mela’nın gözbebekleri sevgilinin gözlerinde gördü kendi aksini Nîşanî gibi sevgilinin siyah benlerinde kaldı yanlışlıkla

K 10/ 25/ s.56 Melayê Cızîrî bu beyitte görüldüğü gibi şiirlerinde Mela mahlasının yanında Ahmet ve Nîşanî mahlasını da kullandığını görmekteyiz.

* Mela Ahmed-i Cızîrî’nin Divan’ında Tasavvufî Bakış Aklı kıt olur katı ve sert tabiatlı zahidin Bir iki kadeh sun da yumuşatıver tabiatını

G 68/ 12 /s. 252 Bu beyitte zahidlere bir eleştiri söz konusudur. Zahidlerin katı ve sert bir

tabiata sahip olduklarını söyleyen Mela, onların ancak bir iki kadeh içmekle yumuşayacaklarını ifade eder. Tasavvuf erbabı her zaman için zahidlere karşı çıkmışlardır. Onları ham sofu olarak niteleyen mutasavvıflar, zahidleri çıkarcı olarak görmüşlerdir. Sırf ahirette rahat edebilmek için ibadet ettiklerini belirten mutasavvıflar kendilerini de rind olarak nitelemişlerdir. Rindler zahidleri âşık olmamakla suçlarlar. Mela da bu yüzden zahidlere bu sert ve katı tabiatlarını değiştirmeleri için bir iki kadeh içmelerini tavsiye eder. Tasavvufta şarap, ilâhî aşkı temsil eder. Şair burada sert tabiatın ancak ilâhî aşk ile yumuşayabileceğini ifade eder.

Page 130: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

130

Ezel seherinde yaktı Allah aşk mumunu Kendi zatında gösterdi ebedi güzellik nurunu

K 1 /1 / s.1 Cizîrî divanının ilk beytidir. Mela divanına ilk olarak ezel konulu bir

beyitle başlamıştır. Ezel seherinde yani bezm-i elest de Allah Mela’nın aşk ateşini yakmıştır. İçine dolan bu aşk ile Mela ebediyete kadar Allah’ın güzellik nurunu içinde taşımıştır. Her mutasavvıfta olduğu gibi Mela da ilk aşk hissiyatının ezelde kendisine verildiğini belirtir. Mutasavvıflar, bu dünyadaki yaşantılarını da bu aşk ile şekillendirirler. Ki kıyamet günü kendilerine yapılan sözleşme hatırlatıldığında “Bundan haberimiz yoktu” diye bir cevap vermekten korkarlar.

Hızırla yol arkadaşı ol, ab-ı hayat istersen eğer Getir cam-ı Cem’i sun, Dara ile İskender’den söz etme artık

G/ 16/ 8/ s.157 Bu beyitte ebedilik vasfına ulaşmak için Hızır peygamber ile yol arkadaşı

olunması gerektiğinden söz edilmiştir. Doğunun iki büyük hükümdarı olan Dara ile İskender’e telmihte bulunulmuş ve “Getir cam-ı Cem’i sun, Dara ile İskender’den söz etme artık” dizesiyle bir sohbet meclisinin kurulduğu gözler önüne serilmiştir. Bu sohbetlerin vazgeçilmez unsuru olan şarap (cam-ı Cem) ise her zamanki yerini almıştır. Büyük hükümdar İskender-i Zülkarneyn’in hikâyesine de atıfta bulunulmuştur. Ölümsüz olmak isteyen İskender, ab-ı hayat suyunu aramaya kalkışır. O da Hızır gibi ebedi bir ruha sahip olmak ister. Bunun için de Hızır’ı yanına alarak karanlıklar ülkesi2 içerisinde âb-ı hayat suyunu bulmaya kalkar. Belli bir müddet sonra Hızır’ı kaybeden bu büyük hükümdar perişan bir şekilde ülkesine geri döner. Mela’nın bu beyitte dile getirmek istediği İskender’in erişemediği yalnız Hızır’ın eriştiği ebediliktir. Ebedîlik, tasavvufta ulaşılmaya çalışılan tek gayedir. Şair, İskender, Hızır, Dara, Cem gibi tarihi kişileri beyitte işleyerek anlamı zenginleştirmiştir.

Âlemin tüm orduları sana karşı düşman olsa da Mela Bir kıl bile gam çekmezsin sevgili sana yar ise eğer

K/ 6/ 19/ s.45

2Zulmet: Karanlık. Çoğulu zulûmâttır. Âb-ı hayatın içinde bulunduğu 3 aylık yolu olan karanlıklar ülkesinin adıdır. Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya göre Zulumât diyarı; 6 ay gece; 6 ay gündüz olan Kuzey Kutbu’dur. Hızır, İlyas ve İskender bu diyara gitmişler ve ilk ikisi âb-ı hayatı bulup içmişlerdir. İskender ise karanlıklar içinde yolunu şaşırmıştır. Divân şiirinde sevgilinin saçı zulumâta, dudağı da bu zulumât içindeki âb-ı hayata benzetilir (Bkz. İskender Pala, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay., İstanbul 2012, s. 494).

Page 131: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

131

Bu beyitte, yaşadığımız dünyada bulunan bütün orduların Mela’ya düşmanlık göstermesine rağmen, Sevgili’nin yani Allah(cc)’ın yanında bulunması sebebiyle, kimsenin ona bir kıl kadar gam çektiremeyeceğinden söz edilmiştir. Tasavvufta âlem denilince akla iki hadis-i kudsî gelir. Bunlardan ilki: “levlâke levlâk lemma halaktul eflak” ikincisi ise; “küntü kenzen mahfiyen”dir. İlkinin anlamı şudur: “Ya Muhammed sen olmasaydın sen, felekleri yaratmazdım ben” yani, Yüce Allah’ın bu âlemi yaratmasındaki esas amaç peygamber efendimiz Hz. Muhammed(sav)’dir. Kuşkusuz O olmasaydı yaşadığımız bu dünya, evren de olamazdı. “Bu bakımdan Hz. Muhammed fahr-i âlem(âlemin övüncü)dir3.” İkinci hadisin anlamı ise şudur: “Ben gizli bir hazine idim bilinmeyi sevdim, âlemleri yarattım.” Bütün bu hadislerden de ilham alarak şair, gerçek sevgilinin, gerçek dostun âlemlerin yaratıcısı olduğunu söyler.

Tasavvufta sevgili, Yüce Yaradan’dır, âlem ise onun bir nakşıdır. “Onun belli bir nizam içinde devamını sağlar. İnsan âleme bakınca hemen Yaratıcı’yı hatırlamalıdır. Asıl vatan ahrettir.”4

Söyleyeyim mi nedir, kalb gözüyle gördüğüm aşkın manasını Saf güzelliğin ruh aynamızda yansıyan parıltısıdır aşk.

K/ 1/10/ s.20 Mela, bu beyitte kalp gözüyle gördüğü aşkın manasını kendince tanımlamıştır. Aşk; saf güzelliğin yani Allah’ın tecellisinin ruhumuzdaki aksidir. Saf güzellikten kasıt, Allah’ın cemalidir. Gerçek aşk, Elest bezminde Allah’ın cemalini görüp onun güzelliğine duyulan aşktır. Mela’dan önce aşkı anlatan pek çok şair vardır. Fakat Fuzuli, söylemiş olduğu bu beyitiyle “Aşk imiş her ne var âlemde, ilim bir kıyl u kal imiş ancak” aşkın manasının ne derece önemli olduğunu vurgulamıştır. Âlemde aşktan başka bir şeyin olmadığını, ilmin aşkın yanında boş sözlerden ibaret olduğunu belirtmiştir. Aşka tutulan kişi mecnuna döner, Mela’da tasavvufi bir aşk ile yanmaktadır. Ne yaptığını bilemez bir durumdadır, onun tek derdi aşkına ulaşmaktır. Saf güzelliğin peşindedir, onun öyle maddi aşkta gözü yoktur.

Aşk yolunda fani olan sevgilide beka bulur Fani olan âşık beka bulmadıkça eremez muradına

G/ 75/ 14/ s.265 Tasavvufun en mühim konularından biri ‘bekâ ile fenâ’ kavramlarıdır. “Tasavvufi anlamda “İnsân-ı Kâmil” olmak “Bekâbillah”a yani sürekli olarak

3 Pala, a.g.e., s.17. 4 Pala, a.g.e., s.17.

Page 132: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

132

Allah’ın varlığında bulunma mertebesine ulaşmakla olur. “Bekâbillah”ı “Fenâfillah” yani insan varlığının Allah varlığında yok olduğu, onun bir olduğu makamı izler.”5 Mela’da aşk yolunda fâni olanın yani; Allah’a aşk ile koşan kulun, bütün beşeri arzularından sıyrılıp ilahi vasıflar ile donanmak suretiyle kendisini Allah’ta bulabileceğinden söz etmiştir. Yüce Sevgili sevdiği kulun gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olur. Hz. Peygamber, bunu bir hadisi kudsîde de şöyle belirtmiştir. “Ben kulumu sevince onun gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum.”6 Kul Allah ile o denli bir meşguliyet içerisine girdiği vakit kendi öz benliğini kaybeder. O benliğin yerine Allah geçer.

Gönlü çelip titretmede bizi aşk cezbesi Ondandır gece boyunca zil gibi inleyişimiz

K/ 12/ 6/ s.60

Tasavvuf zorlu bir yoldur. Yükü ağırdır. Bu yükü sırtına alan mürid nasıl bir yola girdiğinin farkındadır. Bu yolda mürid, pek çok zorluklarla karşılaşır. Bu zorlukların üstesinden gelebilmesi için ona gerekli tek şey aşktır. Bu aşk, cezbe halindeyken doruk noktasına ulaşır. Mela’nın zil gibi inleyişi de cezbe halindeyken ortaya çıkan bir feryad halidir. Kendisi gece boyunca Allah ile meşgul olmuş ve bunun sonucunda da farkında olmadan inleme sesleriyle kendinden geçmiştir. Cezbe halinde olan kişi kendinde değildir. Bu yüzden yaptığı şeylerden sorumlu ve yükümlü değildir. Âşık o an cünûn halinde olup mecnuna dönmüştür. 13. yüzyılın büyük ve usta şairi Yunus’un şu beyiti cezbeyi çok güzel bir şekilde ifade etmiştir.

‘Cezbe-i aşk olmayınca neylesin şeyhim beni, Hak’tan ilham gelmeyince neylesin şeyhim beni !’7

Yunus Yunus, yalın bir dil ile tasavvufa giren müridin içinde, aşkın bulunması

gerektiğini dile getirmiştir. Şeyhinin de Yunus’tan beklediği budur. Aslına bakıldığı zaman aşk ile cezbenin aynı kavramlar olduğunu söyleyebiliriz. Aşk görünmeyen duygu hali iken cezbe görünen, ortaya çıkan yoğun bir duygu halidir.

Melayê Ahmed-i Cızîrî’de bu aşkı, öylesine derin bir şekilde hissetmiştir ki divanının pek çok gazel ve kasidesinde bu cezbeyi görmek mümkündür.

5 Mine Mengi, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyat Tarihi- Metinler, Akçağ Yay., Ankara 2012, s.39. 6 Buhârî, Rikâk 38. 7Bkz.http://www.islamiforumlar.net/tasavvuf/1503-quotcezbe-i-ask-olmayinca-neylesin-seyhim-beni-haktan-ilham-gelmeyince-neylesin-seyhim.html. (21.04.2013 )

Page 133: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

133

İstila etti gönlü aşk üstadı yanıp tutuştu o anda baştan aşağı Tekrarlamak “ene’l-hak” remzini inan şimdi Mansur’dur gönül

G/ 56/ 3/ s.231 Mela, Hallac-ı Mansûr’un aşk üstadı olduğunu ve şu anda gönlünün

Mansûr’un “ene’l-hak” remizleriyle dolduğunu dile getirmiştir. Hallâc-ı Mansûr sırları ifşa ettiği için öldürülmüştü. Bu sırlar Hak ile kul arasında olan sırlardır. Hallâc-ı Mansûr cünun halinde bu sırları ifşa etmiş ve cezasını da asılmak suretiyle çekmiştir. Ene’l-Hak deyince Hallâc-ı Mansûr’un en sıkı takipçilerinden olan ve 14. yüzyılın önemli simalarından olan Seyyid Nesimî’ye atıfta bulunmamak olmaz. Nesimî de Mansûr’un yolundan gitmiş ve o nasıl ki sırlarını ifşa etmişse Nesimî de bu sırların yükü altında kalamayıp sırları açığa çıkarmıştır. Bunun cezasını da çok ağır bir şekilde ödeyen Nesimî, derisi yüzülerek öldürülmüştür. Şüphesiz bu olayı bir tek Mela’nın divanında görmüyoruz bütün bir tasavvuf rüzgârına kapılan şairlerin divanında görmek mümkündür. Ene’l- Hak bahsini kapatmadan evvel bu olayı en güzel şekilde işleyen Seyyid Nesimî’nin bir şiirini örnek vermek yerinde olacaktır.

Hallâc ene’l- Hak söyledi Haktır sözü Hak söyledi

Nâdân mukayyed anladı Amma ki, mutlak söyledi8 Nesimî

* Mela Ahmed-i Cızîrî’nin Divan’ında İnsana Bakış Âlem ağaç, insan onun meyvesi, gelip oturmuş sultan tahtına Onunla süslenmiş ikbal, onunla bulmuş mutluluğu devlet

K1/133/s.47 Mela insanı tasavvufî bir bakışla ele alır. Yukarıdaki beyitte gördüğümüz

gibi Allah’ın dünyayı ve âlemi yaratmasının tek nedeni olarak insanı göstermektedir. Dünyayı ve âlemi bir ağaca, insanı da o ağacın meyvesine benzeterek dile getirmiştir. Ayrıca Mela, kasidenin bu ilk beyitinde insanın Allah katındaki değerine işaret etmiştir. Çünkü insan yeryüzüne Allah’ın halifesi olarak gönderilmiştir. Bunu hadislerde de görmek mümkündür.

İnsan, eşref-i mahlûkâttır. Yani yaratılan varlıklar içerisindeki en şerefli ve en kıymetlisidir. Mela da bu beyitinde bunu vurgulamış ve insanın değerinden söz

8 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2012, s.123.

Page 134: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

134

etmiştir. Bu görüş sonradan gelen şairler tarafından değişik şekillerde işlenmiştir. Şeyh Galib’in:

“Hoşça bak zatına kim züpde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”9 şeklindeki beytinde insanın kadir ve kıymeti dile getirilmiştir. Ayrıca

Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nın önemli simalarından biri olan Necip Fazıl da insanı “cinlerin padişahı, Allah’ın körebesi”10 olarak nitelendirmiş, şiirlerinde âdemin vasıflarını sıkça kullanmıştır. Görüldüğü gibi insan, mutluluğun onunla sağlandığı, ikbâlin onunla süslendiği sultan tahtına en layık olan yaratılmıştır.

Çok yüce unsurdandır varlık cevherimiz Mela Doğrusu, süfli ve aşağı bir unsur değiliz biz

K12/19/s.99 Mela bu beytinde insanın yaratılışında Allah’ın ruhundan bir parça

üflediğini ve varlıklar içinde eşref-i mahlûkat olduğunu, yani yaratılan varlıkların en şereflisi ve en değerlisi olduğunu dile getirmiştir. Çünkü insanın içinde Allah’tan bir parça olan ruh bulunmaktadır. Bu da insanın cevherinin yani özü olan ruhunun asla adi ve kirli bir unsur barındıramayacağını göstermektedir. İnsan, bu sebeple yüce unsurlarla donatılmıştır.

İnsanın bu güzel yaratılışında apaçık bir Subhanî sır var Delillerin ve ayetlerin en parlağıdır şüphesiz bu güzel yüz

K19/3/s.143 Mela divanında, insanın Allah’ın katındaki değerini ve âlemler içindeki

yerini açıkladıktan sonra insanın yaratılışındaki Rabbanî sırları açıklamaya çalışır. İnsanın yaratılışındaki mükemmellikte Allah’ın ayetlerinin delillerinin olduğunu dile getiren Mela, bu delillerin özellikle en net ve açık olarak nakşedildiği yerin insanın yüzü olduğunu belirtir. İbret almak ve Allah’ın büyüklüğünü anlamak isteyenler için çok büyük sırlar barındıran yer güzel bir yüzdür.

Varlıkların her bir nevi, her bir ferdi, her bir kısım ve heyeti Allah’ın güzel isimlerinden birinin idaresi ve hükmü altındadır K1/126/s.47

9 Uludağ, a.g.e., s.188. 10 Bkz. http://www.siirleri.org/siir/6302/Ben.html

Page 135: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

135

Şair burada, Allah’ın her bir varlık çeşidini, ferdi ve heyeti yaratırken; yaratılanların, kendisinin güzel isimlerinden birinin idaresi ve hükmü altında olduğundan söz eder. Bu sebeple insanlar Allah’ın isimlerinden ve sıfatlarından eserler taşırlar. Allah bilinmek istenmiş ve bu yüzden kendi zatına has olan güzel isimlerinin birer tecellisi olarak âlemi, hayvanatı ve özellikle de güzel isimlerinin yansıdığı insanı yaratmıştır. İnsanın yaratılışında Allah’ın sanatkarlığı ve mükemmelliği en iyi şekilde görülmektedir. Şair de bu durumu beytin ikinci dizesinde net bir şekilde ifade etmiştir.

Sonuç Sonuç olarak Melaye Cizirî, şiirlerinde divan edebiyatı geleneğinin

çizgisini yansıtmış, bu yolda sanatını başarılı bir şekilde icra etmiştir. Mela, divanında insanı Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellîsini üzerinde taşıyan eşref-i mahlûkât olarak anlatmıştır. Devrinin diğer Türkçe yazan şairleri gibi Divan şiiri mazmunlarını başarıyla kullanmış ve tasavvufî bir bakış açısıyla şiirlerini oluşturmuştur. Dünyaya bakışı tasavvufîdir. Âlemleri Yüce yaratıcının tecellîgâhı olarak görmüş ve bunu dile getirmiştir. Mela’nın divanı 16. yüzyılda kaleme alınmış önemli bir divandır. Devrinin diğer Türk ve Fars şairleriyle paralel unsurları kullanmış ve tasavvuf edebiyatının önemli simalarından birisi olmuştur. Şiirlerinde yaşadığı çevreyi, eğitim gördüğü mekânları ve etkisinde bulunduğu şairlerin isimlerini sıkça kullanmıştır. Kaynakça CIZÎRÎ Melayê, Diwan Metnê Kurdî-Türkçe Çeviri (Haz: Osman Tunç), Nûbihar Yay., İstanbul 2008. CIZÎRÎ Molla Ahmed, Divan (Haz: Osman Tunç), Kent Yay., İstanbul 2007. MENGİ Mine, Eski Türk Edebiyatı Tarihi Edebiyat Tarihi- Metinler, Akçağ Yay., Ankara 2012. PALA İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yay., İstanbul 2011. ULUDAĞ Süleyman, Tasavvuf Terimler Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2012. TURGAY Nurettin, “Ahmed El-Botî El-Cızîrî ve Divanında Kur’ân’a Yaklaşımı”, Mukaddime Dergisi, S.4, 2011. ÜSTÜNER Kaplan, Divan Şiirinde Tasavvuf, Birleşik Yay., Ankara 2007.

Page 136: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

136

Dergi Yayım İlkeleri

1. Türk Dili ve Edebiyatı Bülteni 6 aylık dönemler halinde yılda iki sayı yayımlanan hakemli bir bültendir. 2. Bültenin yayın konusu Türk dili ve edebiyatı alanı içine giren konularla sınırlıdır. 3. Bültenin yazım dili Türkçe’dir. Yayın Kurulunun uygun gördüğü durumlarda İngilizce, Almanca, Rusça ve Türk lehçelerinde hazırlanmış yazılar da yayımlanır. 4. Bültene gönderilecek yazılarda Türk Dil Kurumu Yazım Kılavuzu’na uyulması esastır., 5. Bültende yayımlanması istenen yazılar Times New Roman fontunda, MS Word formatında, ana metin ve başlıklar 11 punto, dipnotlar 9 punto, sağ ve sol 4 cm, üst 5 cm, alt 7 cm şeklinde hazırlanarak [email protected] adresine e-posta yoluyla gönderilmelidir. 6. Bültene gönderilecek yazılar daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış ya da yayımlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır. 7. Yayımlanmak üzere gönderilen çalışmalar Yayın Kurulunun ön incelemesine tabidir. Ön incelemede konu, şekil ve içerik açısından uygun bulunan yazılar değerlendirilmek üzere iki ayrı hakeme gönderilir. 8. Hakem değerlendirmesi sonucunda hakemlerden birinin olumlu, diğerinin olumsuz görüş bildirmesi durumunda yazı üçüncü bir hakeme gönderilir. Yazının yayımlanabilmesi için en az iki hakemin olumlu görüş bildirmesi gerekir. 9. Yayın Kurulu hakem değerlendirmeleri doğrultusunda yazıların aynen yayımlanmasına, yazarından düzeltme talep edilmesine ya da yayımlanmamasına karar verir ve bu karar yazarlara bildirilir. Yayımlanmasına karar verilen yazılara hangi sayıda yer verileceğine de Yayın Kurulu karar verir. Gönderilen yazılar yayımlansın ya da yayımlanmasın iade edilmez. 10. Yayımlanmak üzere gönderilen çeviriler orijinal metni ile birlikte gönderilir. 11. Yayımlanmasına karar verilen yazıların tüm hakları ÇKÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne aittir.

Page 137: 2013-I¼rk Dili ve Edebiyatı Bülteni.pdfkurulan devletin milli bir marşa ihtiyacı vardı. Bu eksikliği Mehmet Akif Ersoy yazdığı “İstiklal Marşı” ile kapatmıştır.

137

12. Bültende yazıların yayımlanmış olması, yazara ait görüşlerin ÇKÜ Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü tarafından paylaşıldığı anlamına gelmez. Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. 13. Bültende yayımlanan yazılardan ancak kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. 14. Yayıma kabul edilen yazılara telif ücreti ödenmez.