2012 Ağustos-Eylül-Ekim

56
1 AĞUSTOS - EKİM 2012 SAYI: 2012 - 2 Kurthan Fişek Hocamızı Sonsuzluğa Uğurladık...

Transcript of 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

Page 1: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

1

AĞUSTOS - EKİM 2012 SAYI: 2012 - 2

Kurthan Fişek HocamızıSonsuzluğa Uğurladık...

Page 2: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

İÇİNDEKİLER

Sunuş…………………………………………………………………………….... 3

Kurthan Fişek Hocamızı Sonsuzluğa uğurladık …………………………………. 4

Açıklamalar ………………………………………………………………………. 10

Etkinlikler ………………………………………………………………………… 16

Mülkiye Kitaplığı …………………………………………………………………. 33

Mülkiyelilerden ………………………………………………………………….... 44

Yitirdiklerimiz …………………………………………………………………….. 53

Duyurular ………………………………………………………………………… 55

Kapak Fotoğrafı: Tempo Dergisi Ekim 2012

Page 3: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

3

Sevgili Mülkiyeliler, Değerli Okurlarımız,

Bültenimizin ikinci sayısını sizlere ulaştırdığımız için

sevinçliyiz. Kısa yazılar, kitap ya da film eleştirileri,

gezi notları ile yapacağınız katkılara da açık olan

bültenimizin, düzenli olarak yayını sürmekte olan

hakemli akademik dergimiz Mülkiye Dergisi’nin

yanında başka türlü bir ihtiyaca cevap veren,

Mülkiye topluluğunun beraberliğini pekiştiren

bir yayın olacağını, ilginiz ve desteğinizle daha da

zenginleşeceğini umuyoruz.

Bunun yanında artık bir facebook sayfamız

ve twitter hesabımız da var. Birliğimizi ve

etkinliklerimizi sosyal medyada görünür kılmak

için arkadaşlarımız özveriyle çalışıyor. Facebook

ve twitter’dan sadece etkinliklerimizi duyurmakla

kalmıyor, üyelerimizin, mezunlarımızın ve

fakültemizin değerli öğretim elemanlarının

çalışmalarını da tanıtıyoruz. Bu gönüllü çabaya

emeği geçenlere şükran borçluyuz. Çok güzel

olduğunu düşündüğüm ve takipçisi hızla artan

SUNUŞ

facebook sayfamızı ve twitter hesabımızı lütfen siz

de takip edin. Sayfalarımıza aşağıdaki linklerden

ulaşabilirsiniz:

http://www.facebook.com/pages/

M%C3%BClkiyeliler-Birli%C4%9Fi-Genel-

Merkezi/151856924953652

https://twitter.com/mulkiyeliler

Bültenimizin kapağını maalesef hepimizi derinden

üzen bir habere ayırdık bu sayıda. Kurthan Fişek

Hocamızı sonsuzluğa uğurladığımız haberine.

Kurthan Hoca gerçekten de hayatın birçok

alanından “fişek” gibi geçti; üniversitede, siyasette,

medyada, spor dünyasında ve bulunduğu her

ortamda renkli ve tutkulu kişiliği ile iz bıraktı.

Söylendiği gibi, birçok Mülkiyeli’den daha

Mülkiyeli’ydi. Sevilen bir hoca, sevilen bir

gazeteciydi. Huzur içinde uyusun…

Bayram tatilinin son günü 29 Ekim Cumhuriyet

Bayramı ile çakışıyor. Bu nedenle, Cumhuriyet

Bayramı için düzenlediğimiz etkinliği, katılımı

artıracağını düşünerek iki gün erteledik ve 31

Ekim 2012 Çarşamba gününe aldık. Bu tarihte

değerli hocamız İşaya Üşür’le birlikte olduk ve

“Cumhuriyet” üzerine konuştuk.

Yönetim kurulumuz adına bayramlarınızı kutluyor,

barış talebini yükselten toplum kesimlerinin sesinin

daha güçlü biçimde duyulacağı, barış zemininin

güçleneceği günlere erişmemizi diliyorum.

Sevgi ve saygı ile…

Sevilay Çelenk

Page 4: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

4

Hocamız, Ağabeyimiz, Ustamız Prof. Dr. Kurthan Fişek’i 17 Eylül’de kaybettik. Okulumuzun her köşesinde

parmak izleri olan ve her öğrencinin Kurthan Hocası bizi anılarımızla baş başa bırakıp gitti. Hayatımıza

bıraktığı boşluğu doldurmanın ve anılarla yetinmenin olanaksız olduğunu biliyoruz. Tek tesellimiz,

Kurthan Hocanın hayatımıza dahil olmasıdır.

İstanbul'daki evinde nefes darlığı sonucu hayatını kaybeden Hocamızı, 19 Eylül Çarşamba günü 10.30'da

AÜ SBF'de düzenlenen anlamlı törenin, Kocatepe Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Cebeci

Asri Mezarlığı’nda toprağa verdik.

Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

http://www.mulkiye.org.tr/?x=4&id=448

Kurthan Fişek Hocamızı Sonsuzluğa Uğurladık…

Page 5: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

5

Prof. Dr. Kurthan Fişek, 1942 yılında Ankara’da doğdu. İlk ve orta

öğrenimini Boston Martin Milmore, Ankara Mimar

Kemal ve Ankara Maarif Koleji’nde tamamladı. 1960

yılında ODTÜ’ye girdi ve aynı tarihte gazeteciliğe

başladı. 1960-66 döneminde muhabir olarak Yeni

Gün ve Öncü gazetelerinde çalıştı. Turkish Daily

News gazetesinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü dört yıl

sürdürdükten sonra, ODTÜ İdari İlimler Fakültesi’ni

bitirdi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi

Kürsüsü’ne asistan oldu.

1969 yılında “Devlete Karşı Grevlerin Kritik Tahlili”

teziyle doktor, 1975 yılında “Yönetime Katılma”

çalışmasıyla doçent, 1980 yılında “Spor Yönetimi”

kitabıyla profesör oldu.

1970 öncesi Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi olan

Kurthan Fişek, aynı dönemde TİP Bilim Kurulu

üyeliği ve Emek dergisi Yazı Kurulu üyeliği de yaptı.

1978-1979 döneminde, Ankara Spor Akademisi ve

Atletizm Federasyonu Başkanlıklarını yürüten Prof.

Dr. Kurthan Fişek, 1980-1983 döneminde de Siyasal

Bilgiler Fakültesi Dekan Yardımcılığı görevinde

bulundu. 1983 yılında, 1402 sayılı Sıkıyönetim

Yasası’nın amir hükümleri gereğince, üniversitedeki

görevine son verildi. 1990’da, yedi yıllık yargı süreci

sonunda, meslektaşlarıyla beraber ve bütün özlük

hakları geri yürümek üzere, görevine iade edildi.

12 Eylül 1990’da istifa ederek gazeteciliğe döndü.

Nokta, Tempo, Aktüel, Ekonomist dergilerinde

Yayın-Yönetim Danışmanlığı yaparken, Sabah ve

Hürriyet gazetelerinde köşe yazarı olarak çalıştı.

1999’da YÖK Yasası’nın 60/b maddesi ile Ankara

Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yeniden

göreve başladı. 2002 yılından, emekli olduğu 6

Mart 2009 tarihine kadar SBF Yönetim Bilimleri

Anabilim Dalı Başkanlığı görevini yürüttü. Aynı

dönemde, “Personel Yönetimi” ve “Yönetim Bilimi”

derslerini lisans; “Devlet-Medya İlişkisi” dersini ise

yüksek lisans düzeyinde verdi. İngilizce, Fransızca

ve Almanca biliyordu.

Yerli ve yabancı dilde yayınlanmış çok sayıda

kitap ve makalesi vardır. Akademisyenlerin, yakın

dostları olan siyasetçi ve gazeteci-yazarların

katkılarıyla, Yrd. Doç. Dr. İpek Özkal Sayan’ın yayına

hazırladığı Prof. Dr. Kurthan Fişek İçin: Yönetim

Üzerine armağan kitabı (KAYAUM Yayını) ise

2010’da okuyucuyla buluştu. Türkiye’de “Yönetim

Bilimi” yazınının klasiklerinden olan Yönetim kitabı,

gözden geçirilerek, Prof. Dr. Birgül Ayman Güler’in

geniş sunuş yazısıyla birlikte 2011’de yeniden

yayınlandı (Kilit Yayınları). Kurthan Fişek’in “Burası

Ankara” kitabının gözden geçirilmiş yeni baskısı

Can Dündar’ın “sunuş” yazısıyla okurla buluştu, kısa

sürede “çokokunanlar” arasına girdi.

Kurthan Fişek’in Başlıca Kitapları:

• Yönetim (SBF Yayınları, 1975; Paragraf Yayınevi,

2005; Kilit Yayınları, 2011).

• Türk-ABD Silah Ticaretinin İlk Yüzyılı, Oral

Sander’le birlikte, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara,

2007. (Çağdaş Yayınları, 1977)

• Burası Ankara (ATO Yayınları, 2003; Phoenix

Yayınları, 2012).

• Sporun Anatomisi, YGS Yayınları, 2003.

Page 6: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

6

• Devlet Politikası ve Toplumsal Yapıyla İlişkileri

Açısından Spor Yönetimi: Dünyada ve Türkiye’de,

YGS Yayınları, 2003 (SBF Yayınları, 1980)

• 100 Soruda Türkiye Spor Tarihi, Gerçek Yayınevi,

1985.

• Yönetime Katılma, TODAİE Yayınları, 1977.

• 100 Soruda Sosyalist Devlet, Gerçek Yayınevi,

1970.

• Devlete Karşı Grevlerin Kritik Tahlili, SBF Yayınları,

1969.

• Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve İşçi Sınıfı,

Doğan Yayınevi, 1969.

Başlıca Makaleleri:

• “Sporun Şanı, Ülkelerin Gururu İçin”, Mülkiyeliler

Birliği Dergisi, Eylül 1988.

• “Yönetimin Yeniden Düzenlenmesinden Yönteme

İlişkin Bazı Sorunlar”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi

(Kamu Yönetimi Özel Sayısı), c. 8-9, S. 70-71, 1983.

• “Sports Administration in Turkey”, Current Turkish

Thought, S. 46, 1981.

• “Yönetime Katılma ve Özyenitim”, Milli

Prodüktivite Merkezi Yayınları, S. 23, 1979.

• “Administration in Turkey”, Current Turkish

Thought, S. 28, 1976.

• “Çok Uluslu Şirketler ve Yönetsel Örgütlenme”,

Yönetim Sosyolojisi Kolokyumu, 1976.

• “Türk Parlamentoculuğunun İlk Yüzyılı”, Siyasi

İlimler Türk Derneği, 1976.

• “Türkiye’de Mülki İdare Amirliği’, İdarecinin Sesi,

1976.

• Yönetimde Özendirme ve Liberman Tartışması”,

Amme İdaresi Dergisi, c. 9, S. 1, 1976.

• “On the Social Heritage of Administrative

Ideology”, Turkish Public Administration Annual,

1975.

• “The Esence of Administration: The Division of

Labour, Authority and Hierarchy”, SBF Dergisi, c. 29,

S. 1-2, 1975.

• “Yeniden Yönetim ve Mizah”, Amme İdaresi

Dergisi, c. 8, S. 2, 1975.

• “Yönetim ve Mizah”, Amme İdaresi Dergisi, c. 5, S.

3, 1972.

• “On the Centennial of the Commune of Paris”, SBF

Dergisi, c. 26, S. 1, 1971.

• “The Genesis of Bureaucracy in England and the

U.S. of America”, SBF Dergisi, c. 26, S. 1, 1971.

• “On Bureaucracy”, SBF Dergisi, c. 25, S. 2, 1970.

• “Devlete Karşı Grevlerin Kritik Tahlili”, SBF Dergisi,

c. 24, S. 2, 1969.

• “Osmanlı Dış Borçları Üstüne”, SBF Dergisi, c. 22, S.

3, 1968.

• “Anadolu Toplumlarının Evrimi Üstüne

Düşünceler”, SBF Dergisi, c. 22, S. 1, 1967.

http://www.facebook.com/photo.php?fbid=15584

7474554597&set=a.154743174665027.33291.1518

56924953652&type=1&theater

Page 7: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

7

Sevgili Hocamız Prof. Dr. Kurthan Fişek için Siyasal Bilgiler Fakültesi Prof. Dr. Aziz Köklü

Salonu’nda yapılan uğurlama törenine dostları, arkadaşları ve öğrencileri katıldı

SBF Dekanı Prof. Dr. Yalçın Karatepe törende bir konuşma yaptı

Page 8: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

8

Türkiye'de Devlet-İşçi İlişkileri Açısından Devlete Karşı Grevlerin Kritik Tahlili (AÜ SBF Yayınları, 1969)

Türkiye’de Kapitalizmin Gelişmesi ve İşçi Sınıfı (Doğan Yayınevi, 1969).

100 Soruda Sosyalist Devlet (Gerçek Yayınevi, 1970).

Yönetim (SBF Yayınları, 1975; Paragraf Yayınevi, 2005; Kilit Yayınları, 2011)

Türk-ABD Silah Ticaretinin İlk Yüzyılı

(1829-1929), Oral Sander’le birlikte

(Çağdaş Yayınları, 1977; İmge Kitabevi Yayınları, 2007).

Doçentlik Tezi:Yönetime Katılma (TODAİE Yayınları, 1977)

Profesörlük Tezi: Devlet Politikası ve Toplumsal Yapıyla İlişkileri Açısından Spor Yönetimi: Dündaya - Türkiye'de (SBF Yayınları, 1980; YGS Yayınları, 2003) .

Devlet Politikası ve Toplumsal Yapıyla İlişkileri Açısından Spor Yönetimi: Dündaya ve Türkiye'de (SBF Yayınları, 1980; YGS Yayınları, 2003).

100 Soruda Türkiye Spor Tarihi (Gerçek Yayınevi, 1985).

Page 9: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

9

Doçentlik Tezi:Yönetime Katılma (TODAİE Yayınları, 1977)

Sporun Anatomisi (YGS Yayınları, 2003). Burası Ankara (Ankara Ticaret Odası Yayınları, 2003; Phoenix Kitap, 2012).

Prof. Dr. Kurthan Fişek için: YÖNETİM ÜZERİNEYay.Haz. İpek ÖZKAL SAYAN (AÜ Basımevi, 2010).

Page 10: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

10

Page 11: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

11

Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü

tarafından 1992 yılında İrtifak Hakkı Sözleşmesi

ile 49 yıllığına Birliğimize tahsis edilmiş bulunan

İstanbul İli, Üsküdar ilçesi, Abdullahağa Mahallesi,

128 pafta, 1334 ada, 35 parselde bulunan

gayrimenkul üzerinde yap-işlet-devret modeliyle

gerçekleştirilecek olan ‘Mülkiyeliler Birliği

Nakkaştepe Kültür ve Sosyal Tesisleri’ projesiyle

ilgili olarak Liber Gastronomi Turizm Eğitim İnşaat

Sanayi ve Ticaret A.Ş. ile yapılan görüşmeler

sonucunda anlaşma sağlanmış ve anılan şirketle 1

Ağustos 2012 tarihinde protokol imzalanmıştır.

Tüm Mülkiye camiasına hayırlı olmasını dileriz.

Nakkaştepe Projesine İlişkin Protokol İmzalandı

... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar... açıklamalar...

Page 12: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

12

Hukuk Mücadelelerinde Öğrencilerimizle Yan Yana Yürüyoruz

Ankara Üniversitesi Ön Lisans ve Lisans Eğitim-Öğretim Yönetmeliği’nde yapılan değişiklik

sonucunda hak kaybına uğrayan öğrencilerimizin, yargıya başvurmalarına yardımcı olduk.

Öğrencilerimize Hukuki Destek

Ankara Üniversitesi Ön Lisans ve Lisans Eğitim-Öğretim Yönetmeliği’nin derslerden başarılı olma du-

rumunu düzenleyen 16. Maddesinde, 27/08/2011 tarihinde gerçekleştirilen değişiklik, mezuniyet

durumuna gelen ve fakültemiz öğrencilerinin de aralarında bulunduğu çok sayıda öğrenciyi mağdur

etmiştir. Öğrencilerimiz, “kazanılmış hak” ve “idari istikrar” ilkeleri gereği, kendilerine üniversiteye kayıt

yaptırdıkları dönemde yürürlükte bulunan ve lehte olan yönetmelik hükümlerinin uygulanması talebiyle

hak arayışı içine girmiş ve hukuki destek talebiyle birliğimize başvurmuştur.

Derneğimiz, bu süreçte öğrencileri destekleme kararı almış ve avukatımız iki öğrenci için söz konusu

yönetmeliğe karşı iptal davası açmıştır. Öğrencilerimizden birinin davası sonuçlanmış olup, Ankara

17. İdare Mahkemesi başarı notunun hesaplanmasına ilişkin yönetmelik değişikliğinin hukuka aykırı

olduğuna ve yürütmesinin durdurulmasına hükmetmiştir.

Yönetmelik değişikliğinden etkilenen mezuniyet durumundaki çok sayıda öğrencimizin uğradığı

haksızlığı giderecek bu gelişmeyi duyurmaktan mutluluk duyarız.

... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar... açıklamalar...

Page 13: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

13

“Atatürk Orman Çiftliği Yok Edilemez! Bir İmza Da Siz Verin”

Mülkiyeliler Birliği Yönetimi olarak, AOÇ’nin tahrip edilmesine karşı çıkıyor ve Mimarlar Odası bünyesinde sürdürülen aşağıdaki imza

kampanyasına katılmanızı diliyoruz.

BAŞKENT DAYANIŞMASI BİLEŞENLERİNE

Bildiğiniz üzere, 1925 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün “Orman Çiftliği” adıyla kurduğu ve 1937

yılında Türkiye Cumhuriyetine vasiyet mektubuyla emanet ettiği çiftlik arazisi, yıllardır tahribat

altındadır. Ankara’nın temiz hava koridoru olan AOÇ üzerinde şimdi de Başbakanlık binası yapılması

planlanmaktadır.

Halen doğal ve tarihi sit özelliklerini içinde barındıran, hem ülke açısından hem de kentsel tarım

konusundaki dünyadaki ender örneklerden olmasından kaynaklı Atatürk Orman Çiftliğinde Başbakanlık

binasının yapılması planlama kriterleri açısından onarılmaz hasarlar açacaktır. Böylesi bir durumda

güvenlik gerekçesi ile Atatürk Orman Çiftliği halka kapatılmış olacaktır.

Atatürk Orman Çiftliği taşıdığı tarihsel, fiziksel ve kültürel değerleri ile hepimizindir. Halka emanet edilmiş

bu denli önem taşıyan Atatürk Orman Çiftliği “kültürel peyzaj” alanı olarak sadece Ankara için değil ülke

ve dünya mirası açısından önemlidir. Atatürk Orman Çiftliği alanının korunması, Ankara, Türkiye ve

Dünya için bir değerdir.

Emekle büyütülmüş bir değer olan, ormanla temiz hava koridoru oluşturan, nefes almamıza olanak

sağlayan Atatürk Orman Çiftliğine sahip çıkmak için Şubemiz tarafından Cumhurbaşkanı’na iletilmek

üzere imza kampanyası başlatılmıştır.

Atatürk Orman Çiftliği Yok Edilemez!

İmza kampanyasına katılmak için:

http://www.mimarlarodasiankara.org/index.php?Did=4681

... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar... açıklamalar...

Page 14: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

14

Kültürler Başkenti Ankara için,

Atatürk Orman Çiftliğine Sahip Çıkmak İçin,

Ankara İyi yönetilmeyi hak ettiği için,

Yeşil Alanlarımıza Sahip Çıkmak için

Yaşanılası Ankara İçin,

Kültür ve Sanatın Başkenti için

Bisiklet Yolları için,

Ankara’nın Çok Kültürlü Kimliği İçin

Meydanlar İçin,

Geceleri Sokaklarında Özgür Dolaşmak İçin

İnsan Odaklı Kentsel Planlama İçin,

Belediye hizmetlerinin herkese eşit sunulması için,

Sağlıklı Konutlarda Barınmak için, AVM değil, Kültür

Merkezleri için

Çocuk Dostu, Kadın Dostu, Engelli Dostu, Yaşlı Dostu,

İşçi Dostu, İnsan Dostu,

Başkent İçin 13 EKİMDE YÜRÜYORUZ

Herkes Ankara’da Hakları İçin Yürüdü

“BEN ANKARA” ANKARA İÇİN YÜRÜYOR.

ANKARA İÇİN YÜRÜYÜŞE KATIL.

Başkent Bileşenleri 10 Ekim 2012 Mülkiyeliler Birliği bahçesinde bir basın açıklaması

yaptı. “Ben Ankara” adına açıklamayı Başkanımız Sevilay Çelenk yaptı ve 13 Ekim’deki

yürüyüş için çağrı ı yaptı.

Renklerin Eylemi Devam Ediyor Ankara İçin KIRMIZI ÇAĞRI

... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar... açıklamalar...

Page 15: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

15

Basına ve Kamuoyuna

Açlık grevi, kişinin canını ve bedenini ortaya koyarak duyarlılık, diyalog, destek talep ettiği bir sesleniştir.

Bedenlerin ve hayatların göz göre göre tükenip gitmesine vicdanların razı gelmeyeceğine güven duyan

bir çözüm arayışıdır. Bugün Türkiye genelindeki 60’a yakın cezaevinde yüzlerce tutuklu ve hükümlü açlık

grevi yaparak çözüm ve hak arıyor; vicdanlara sesleniyor.

Açlık grevi yapanlarda ciddi sağlık sorunlarının baş göstermesi ve konuya ilişkin nihayet hükümet

düzeyinde bir açıklama yapılmasını takiben, merkez medya günlerdir görmediği açlık grevlerini,

cezaevlerine düşen yangını görmeye başladı. Ancak hükümet açıklamaları ve merkez medyanın “icazetli

haberciliği” üzerinden bu tabloyu etraflıca görmenin ve anlamanın imkânı yok. Sadece ve sadece insan

olmanın gereği olarak, ölümler başlamadan, açlık grevinin sona ermesi isteğini güçlü bir biçimde dile

getirmemiz, bunu ortak ve yaygın bir sese dönüştürmemiz gerekiyor.

Bizler bu ülkede açlık grevleriyle kuşatılmış olarak yaşamanın ve nefes almanın ağırlığını biliyoruz; kitlesel

açlık grevleri ve ölüm oruçlarının acı ve utanç verici sonuçlarını yaşadık.

21. yüzyılda, bu acı ve utançla ilerlemek istemiyoruz

Ölümün yanında zalim gibi sessiz durmayı reddediyoruz…

Özgürce bayramlaşmak ve barışmak istiyoruz.

Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu

... açıklamalar... açıklamalar.... açıklamalar... açıklamalar...

Ölümün Yanında Zalim Gibi Sessiz Durmayı Reddediyoruz.

Page 16: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

16

Page 17: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

17

1 Eylül Dünya Barış Günü’nü KutladıkMülkiyeliler Birliği ‘’1 Eylül Dünya Barış Günü’’nü bu yıl TOBAV ve Opera Solistleri Derneği ile birlikte

kutladı. 1 Eylül Cumartesi günü saat 17.30-19.00 arasında yapılan kutlamada, Mülkiyeliler Birliği Vakfı

Başkan Yardımcısı Süleyman COŞGUN ve TOBAV adına TOBAV Yönetim Kurulu üyesi Nazik ALANBAY

konuştu. Ankara Devlet Opera ve Balesi sanatçıları Soprano Esin TALINLI ile Tenor Şenol TALINLI, piyanist

Fügen YİĞİTGİL eşliğinde bir konser verdi.

Dünyamız, bölgemiz ve ülkemizde her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olan barış en büyük idealimiz.

DÜNYA BARIŞ GÜNÜ’NDE DE SANATA EVET

TOBAV Sanata Evet kampanyasını, ortadoğu da savaşın ilk başladığı yıllarda, barışın kültürü ile

sanatın kültürünün birbirinden ayrılamıyacağını ifade etmek için başlatmıştı. Sonra ülkemizde sanat

çok maceralar geçirdi. Kayıtsız şartsız hükmetmenin yolunun toplumu cahilleştirerek elde edeceğini

zanneden anlayışlar, aydınlanma ile elde edilmiş bütün teknolojik olanakları kullanarak aydınlanmaya

karşı siyasetler uygulama arayışlarına girdiler. Bu derinden gelen dalga, bu gün köpürme aşamasına ulaştı.

Oysa, paranın ve savaşın tek nesnel güç olduğunu zannedenler aklı, bilimi, sanatı ve insanın barışa olan

özlemini unutuyorlar.

Sanat herhangi bir zanaatin kod adı ya da takma ismi değildir. Sanat, başlıbaşına bir felsefedir ve bu

felsefe bütün zanaatlar için geçerlidir. Bir işi iyi, güzel, doğru yani etik, estetik ve adalet kavramlarını bir

bütün olarak ölçü alarak, bir işi, bir zanaati gerçekleştirme felsefesidir sanat !

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Soprano Esin TALINLI Tenor Şenol TALINLI

Page 18: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

18

Bizler, tiyatro, opera ve bale zanaatkarları olarak

mesleğimizi sanat düzeyinde gerçekleştirmek

için büyük titizlik gösteriyoruz. Bu titizlikten en

ufak taviz vermek istemiyoruz. Çünkü, bu felsefe

ile gerçekleştireceğimiz icralarımızla sizlere örnek

olmak, yaşam sahnesinin aktörleri olarak sizlerin

de bu felsefeden etkilenerek onu yaşam biçimi

haline getirmenizi hayal ediyoruz. Bu bir karşılıklı

etkileşim.

Bu etkileşimin kompleksiz bir şekilde kültürleşmesi

heyecanıyla yıllardır mesleklerimizi, sanat

felsefesi ile gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Böylece

insanımızın yaşam kalitesinin yükselerek kendi

estetiğini kuracağını, yaşamını sanatsallaştıracağını,

farkındalığının artacağının heyecanını duyuyoruz !

Yaşamın estetikleşmesi, sadece ekonomik olanaklar

ile elde edilmez.Yaşamın estetikleşmesi, insanın

bunun önemini anlayıp onu talep etmesiyle

oluşur.Yaşamın estetikleşmesi toplumların yaşam

kalitelerindeki beklentileri de arttırır. O zaman

eğitim, sanat, iletişim, bilim, teknoloji, ekonomi,

siyaset bu kaliteye göre ölçülmeye başlar !

Zaten barış da bu kalitenin bir arayışıdır.

Barış yaşamını bu kaliteye yükseltebilmiş

toplumların talebidir. Sanat kavramının tanımını

yapamamış toplumlar, barış kavramının

tanımını da yapamazlar. Tıpkı mutluluğun

resmi gibi tanımlanamaz kavramlarmış gibi

kalırlar. Oysa bunların hepsi tanımlanır. Bu gün

1 Eylül 2012 Dünya Barış Günü’nde, Mülkiyeliler

Birliği ve Opera Solistleri Derneği ile birlikte

gerçekleştireceğimiz bu gecede, tiyatro,opera

ve baleyi bizler nasıl, büyük titizliklerle

gerçekleştiriyorsak, dünyamızın insanlarının

da "barışı" sanat titizliği ile gerçekleştirmeleri

gerektiğini sizlere ifade etmek istiyoruz.

Bu kültür, demokrasinin de kültürüdür.

Çünkü içinde estetik, adalet ve etik olmayan

demokrasi, demokrasi değildir. Bu örnekleri

size Opera Solistleri Şenol Talınlı ve Esin Talınlı

aracılığı ile sunacağız. Piyanoda da onlara, bu

mesleğin demirbaşlarından Fügen Yiğitgil eşlik

edecek !

Umarız, konser bittiğinde sizlerde, yaşayarak,

SANATA EVET ile ne demek istediğimizi çok

daha anlaşılır bulur, hatta belki heyecanlanarak,

yüksek sesle ve hep birlikte, SANATA EVET

diyerek duygu ve düşüncelerinizi ifade etmek

istersiniz ! Saygılarımızla,

Nazik ALANBAY

TOBAV Yönetim Kurulu Üyesi

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

TOBAV

Yönetim Kurulu Üyesi

Nazik ALANBAY

Page 19: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

19

Bugün 1 Eylül Dünya Barış günü, bütün dünyadaki

barışseverler bugünü umut coşku ve kararlılık

içinde kutluyor.

1 Eylülün barış günü olarak seçilmesinin bir

anlamı var. bildiğiniz gibi 1 eylül 1939’da nazi

almanya’sı polonya’ya saldırarak ikinci dünya

savaşını başlattı. 5 yıl süren ve milyonlarca

insanın ölümüne neden olan faşizm heyülası 8

Mayıs1945’de saldırganların silahlarını teslim

etmeleriyle sonuçlandı.

Barışseverler silahların kazandığı zafer gününü

kutlamak yerine faşist tırmanışın doruğa ulaştığı 1

Eylül tarihini barış günü olarak seçtiler.

Birleşmiş Milletlerin oturumlarının başladığı tarih

olan 21 Eylülü barış günü ilan etmesi de önemli bir

gelişmedir.

Tüm insanlık için barış kavramını romantik bir

Mülkiyeliler Birliği Vakfı Başkan Yardımcısı Süleyman COŞGUN

ütopya olmaktan çıkarmak zorunda olduğumuzu

düşünüyoruz. bunun için silahlanma yarışına karşı

sesimizi yükseltmemiz gerekiyor.

Dünya barışının önündeki tek engel değildir.

sömürü düzenini sürdürme çabasında olan

güçlerin elinde ne yazık ki günümüzde tanık

olduğumuz gibi başka seçenekleri de bulunmakta.

Onları etkisiz hale getirmek ve dünya barışına

giden yolu ayıklamak için, sömürgeciliğin her

çeşidine ve ırk ayrımına karşı çıkmak, halkların

egemenlik ve bağımsızlığını devletlerin toprak

bütünlüğünü savunmak , ülkelerin içi işlerine

karışılmasını önlemek insanlığın barış içerisinde

yaşayabileceğine inanmak gerekiyor.

Barış günlerinde sadece yaşanmakta olan

savaşlara karşı çıkmak değil, savaş kavramının

tümüyle ortadan kalkması için tüm insanlığın el

ele vermesi için sesimizi yükseltmemiz gerekiyor.

Umarım bu çabalar dünya tarihini yazanların

tüm dünya sözlüklerinden savaş sözcüğünün

silinmesine tanık olacaktır.

Barış için verilecek mücadelenin kuşkusuz içini de

doldurmamız gerekiyor. Bunun en evrensel dili

kuşkusuz sanattır. Biz bu yıl sanat örgütlerinin en

önemlilerinden olan TOBAV’la ve Opera Solistleri

Derneği ile birlikte kutluyoruz.

Mülkiyeliler Birliği adına kutlamamıza katıldığınız

için teşekkür ediyorum.

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Page 20: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

20

Sivas Şehitlerimizi Andık

“Sivas ve Gazi’de bir taşla iki kuş vuruldu”

Ercüment Özkaya

Teorik ve daha önemlisi ideolojik olarak hepimizin öyle çelişkisiz, çatışmasız, barışçıl, çok güzel bir ülkede çok

mutlu hayatlar sürüyor olması gerek. Çünkü biz bir kurtuluş savaşı verdik. Ulusal bağımsızlığımızı kazandık.

Ulus devletimizi kurduk. Dahası bu mutlu vatan üzerinde homojenliğimizi de sağladık. Elhamdülillah

%99’umuz Müslümandır bu ülkede. Hepimiz de Türküz. Ama gel gelelim bugün bir katliamı anmak için

buradayız. Şimdi madem hepimiz Türküz, hepimiz homojen bir kitleyiz, niye sık sık katliamlarla, sık sık

anmalarla vakit geçiriyoruz?

Bu ülkede bazıları daha imtiyazlıdır kuruluşundan beri. Bazıları daha eşittir. Bazıları daha hâkimdir. Bazıları

da azınlıktır. Sivas’ta iki azınlık birden ele alındı. Bu iki azınlığın birbirine mahkûm kalması, bir tarihsel sürecin

sonucuydu. Sivas da bizi bugüne getiren o talihsizliğin, en belirgin, sembolik anı oldu. Oradaki insanlar Alevi

oldukları için ve solcu oldukları için katledildiler. Aleviliğe baktığımızda, olağan şüpheliler gibi, Osmanlıdan

beri cumhuriyette de devam eden, devletin her zaman her şeyden dolayı olağan şüpheliler kapsamında

gördüğü bir azınlıktır.

Böyle bir azınlığın olması, devletin iktidarını yeniden üretmek için, bir yandan istenmeyen bir şeydir, bir

yandan da çok kullanışlı, çok lazım bir şeydir. Çünkü bir azınlığınız varsa bir günah keçiniz vardır. Bir günah

keçiniz varsa memnun edemediğiniz çoğunluğu, o günah keçisine karşı kendi saflarınıza çekmek için çok

kullanışlı bir aracınız var demektir.

Şimdi, biliyorsunuz büyük bir propaganda ile yaşıyoruz 10 yıldır. Geçmişin hesapları görülüyor. Ergenekon

davaları devam ettiriliyor. Askeri vesayet denen şey ortadan kaldırılıyor. Ama bir takım şeyler değişmiyor

bu ülkede. Ne ilginçtir ki güya böylece kendisini temizleyen siyasi irade 19 yıl geçtikten sonra hala Sivas’ı

aydınlatmış değil. Gazi katliamı oldu Sivas’tan iki yıl sonra, 95’te. Gene Alevilere yönelik bir operasyondu bu.

Ve dikkat ederseniz Ergenekon davalarında bunlarla ilgili en ufak bir soruşturma yok.

Sivas Katliamının 19. yılında düzenlediğimiz Çarşamba Söyleşisi’ne konuşmacı

olarak fakültemizden Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya ve mezunlarımızdan yayıncı,

çevirmen Ercüment Özkaya katıldı

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Page 21: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

21

Sivas ve Gazi olayları bence Türkiye'nin 80 yıldır ve hiç bırakmadan sürdürdüğü ve kadrolar değişse de asla

bırakmadan sürdüreceği solu kuşatmanın, solu lokalize, marjinalize etmenin bir aracı olarak kullanıldı. Sivas

ve Gazi ile bir taşla iki kuş vuruldu. Apolitik ya da kurulu düzeni sorgulamayan kitlelerin gözünde iki azınlık

birbirine talihsiz bir şekilde bağlandı. Sol, sosyalist sol ve Aleviler birbiri içine hapsedildi. Solu, sosyolojik bir

azınlığın içine kilitlerseniz, bir taşla iki kuş vurmuş olursunuz. Kontaminasyonu, bulaşmayı önlersiniz. Ve solun

ne yazık ki gerçekten o aldığı darbelerden sonra kendini toparlama gücünü bir türlü hala bulamaması da bu

olayın devam etmesine yol açıyor.

Türkiye’de gerçekten devletin içinde yuvalanmış bir takım odakların temizlenmesi söz konusuysa, ortaya

çıkarılması gereken üç şey vardır: 1 Mayıs 1977, 2 Temmuz Sivas ve 1995 Gazi olayları. Bunların üzerine

gitmeyen hiçbir temizlik operasyonu hiçbir şeyi temizleyemez. Ve bunu yapan odakları ortaya çıkaracak bir

irade olmadığı sürece Türkiye'de demokratikleşme, Türkiye’de adı ne olursa olsun, normalleşme, Türkiye'de

devletin milletiyle barışması diye şeyler beklemeyelim. Olmayacaktır.

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya ise, Sivas Katliamı’nda özgün olanın anlamının, onu bugün dahi yakıcı

kılan durumunun tartışılması gerektiğini savundu. İdeolojik gerekçeler ve hassasiyetler sonucunda Sivas’ı

Cumhuriyet tarihinin farklı mağduriyetleriyle bitiştirerek değerlendirmenin eksikliğine, her katliam ya da

acının kendi özgünlüğünü anlamaya çalışmadan, onu hiç sorgulamadan diğer acılarla ortak mağduriyet

altında yorumlamanın yanlışlığına vurgu yaptı. Yalçınkaya, Sivas’ı Sivas yapan ve bugün hâlâ tartıştıran

etkenlere eğilirken, Sivas’ın üzerini örtmek için mücadele verenleri bir kenara koydu, temelde Sivas’ı eksik

tartışan sosyalist kesimi eleştirdi.

Konuşmaların tam metni için bakınız;

http://www.mulkiye.org.tr/?x=1&id=491

Page 22: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

22

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

“Adalet, özgürlük, hesaplaşma ve vicdan etkinlikleri” kapsamında, 25 Eylül 2012 tarihinde "12 Eylül

ve Mülkiye" konulu bir panel gerçekleştirdik. Devrimci 78’liler Federasyonu ile birlikte Çankaya

Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde düzenlediğimiz panele katılan, görüş ve anılarını paylaşan

üyelerimize teşekkür ederiz. http://www.mulkiye.org.tr/?x=4&id=446

12 Eylül’ün Mülkiye’ye Etkilerini Tartıştık

Prof. Dr. Taner Timur, Prof. Dr. Korkut Boratav, Handan Koç, Hüseyin Özkan

Prof. Dr. Cevat Geray, Füsun Çiçekoğlu (Eski Mülkiyeliler Birliği Başkanı), Prof. Dr. Rona Aybay

Page 23: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

23

Prof. Dr. Taner Timur, Prof. Dr. Korkut Boratav, Handan Koç, Hüseyin Özkan

HAZIRLIK SINIFI ÖĞRENCİLERİYLE TANIŞMA TOPLANTISI

Ankara Üniversitesi Gölbaşı yerleşkesinde hazırlık okuyan SBF hazırlık öğrencileri Mülkiyeliler

Birliği yöneticileri ile biraraya geldi. Toplantı SBF, eğitim, gelecek ve Mülkiyeliler Birliği konularının

ele alındığı canlı ve samimi bir buluşma oldu. Toplantıya Mülkiyeliler Birliği Vakfı Başkan Yardımcısı

Süleyman Coşgun ile Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu üyeleri Özgür Kabayel ve Azmi Ekmen

katıldı.

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Page 24: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

24

Güngör Aydın, Mülkiyelilerle İmza Gününde Buluştu

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Mülkiyeliler Birliği eski Başkanlarından, Emekli Vali Güngör

Aydın’ın anıları, bazı konuşmaları ve makalelerinden oluşan

“Vali” adlı kitabının imza günü, 22 Eylül Cumartesi, saat

16.00’da Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi bahçesinde yapıldı.

Kalabalık imza gününde sevenleri Sayın Güngör Aydın’la

sohbet etme ve kitap üzerine konuşma olanağı buldu.

Page 25: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

25

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

"Ben Ankara Fotoğraf ve Şiir Sergisi"nin Açılışı

Mülkiyeliler Birliği'nde Yapıldı

Page 26: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

26

Üyelerimizden Mehmet Özer’in “Gemisiz Çapa Ankara” çalışması Mülkiyeliler Birliği bahçesinde

sergilendi

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Page 27: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

27

BEN ANKARA YÜRÜYÜŞÜ

“Ankara İçin Yürüyoruz” kampanyası için 13 Ekim 2012 Cumartesi günü saat 17.00’de Ulus Heykel’de buluşan Ankara Platformu bileşenleri, Kızılay’a yürüdü. Üyelerimizin de katıldığı yürüyüş, Yüksel Caddesi’nde Ahu Sağlam’ın verdiği konserle sona erdi.

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Page 28: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

28

Çarşamba Söyleşileri’inde Suriye’yi Konuştuk

“Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri” kapsamında, 19 Eylül’de, “Suriye Olayları Aleviler ve

Türkiye” başlığıyla Genel Merkez binamızda toplandık. Konuşmacılarımız; Bereket Kar ve Hakan

Mertcan’dı…

Konuşmaların tam metnini aşağıdaki linkte bulabilirsiniz

http://www.mulkiye.org.tr/?x=1&id=492

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Araştırmacı-Gazeteci Bereket Kar, konuşmasında,

“Arap Baharı” sürecinin, bölge genelindeki

rejimlerin dahi öngörebildikleri bir halk hareketi

olarak doğmadığını, küresel güçlerin de bu

hareketi sonradan kavramaya ve yönetmeye

çalıştığını belirtti. Kar’a göre, yıllardır Filistin-İsrail

çatışması üzerinden şekillenen Ortadoğu’daki

kamplaşmalarda artık yeni bir döneme girildi ve

“Arap Baharı”, yeni bir paylaşımın adı olarak ortaya

çıktı.

Bereket Kar, bölge halklarının mevcut rejimlerine

başkaldırırken “aslında ne istedikleri ve neye

karşı durdukları”nı anlamadan, “Arap Baharı”

sürecindeki yeni paylaşımın ilk nüvelerini

görmemizin zorlaşacağını, eski argümanlara

sığınarak “halk hareketlerinin doğrudan ya da

dolaylı biçimde egemen devletler tarafından

kışkırtıldığı, bu sürecin bir kurmaca olduğu”

hatasına düşebileceğimizi sözlerine ekledi. Süreci

daha net tarif edebilmek için, başta Suriye olmak

üzere, Ortadoğu’daki halk hareketlerinin geçmişten

bugüne geçirdiği değişimlere odaklanmak, ittifak

ve ayrışma noktalarına yereli temel alarak, etnik

ve mezhepsel faktörleri ihmal etmeden, küresel

dengeler bağlamında eğilmek gerektiğini savundu.

Page 29: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

29

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Asistanı, “Türk Modernleşmesi ve Arap Alevileri” konulu tez

çalışmasını sürdüren Hakan Mertcan ise, Suriye’deki gelişmelerin Türkiye Alevilerine etkisi üzerine

konuştu. Bereket Kar’ın genel Ortadoğu gözlemini, Hakan Mertcan Türkiye Alevileri üzerinden

derinleştirdi. Mertcan, Suriye’deki Nusayrilerin kökenine dair kısa tarihsel analiziyle, Nusayrilerin bugün

nasıl adlandırılmaya, hatta yaftalanmaya çalışıldığını, etimolojik ve politik gelişim çizgisiyle birlikte

yorumladı.

Hakan Mertcan, Suriye ve özelde Baas Partisi üzerine Türkiye’de yürütülen güncel tartışmalarda,

entelektüel kesim tarafından Nusayriliğin nasıl yorumlandığını, Esed rejiminin diktatoryal yapısı ile

Aleviliğin nasıl bitişik okunmaya çalışıldığını, Türkiye’de Alevilere bu yolla nasıl gözdağı verilmek

istendiğini basından örneklerle ortaya koydu.

Bereket Kar, Dinçer Demirkent, Hakan Mertcan

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Page 30: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

30

Fakültemizin değerli öğretim üyelerinin yazılarıyla katkıda bulunduğu "Cumhuriyet'in Ütopyası:

Ankara" kitabı yayınlandı. "Çarşamba Söyleşileri" kapsamında, bu önemli derlemeyi yazarlarıyla

birlikte 10 Ekim’de Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi’nde tartıştık.

Cumhuriyetin Ütopyası Ankara

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Page 31: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

31

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Doç. Dr. Funda Şenol Cantek, Yrd. Doç. Dr. Murat Sevinç, Doç. Dr. Elif Ekin Akşit, Selda Tuncer

Söyleşinin açılış konuşmasını Mülkiyeliler Birliği Başkanı Sevilay Çelenk yaptı

Page 32: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

32

... etkinlikler... etkinlikler.... etkinlikler... etkinlikler... etkinliler...

Prof. Dr. İşaya Üşür, “Cumhuriyet ve Türkiye

Cumhuriyeti” konulu Çarşamba Söyleşisi için 31

Ekim Çarşamba akşamı Mülkiyeliler Birliğinde

dinleyicileriyle buluştu.

Prof. Dr. Üşür’ün konuşmanın tam metnini en

kısa zamanda sizlere ulaştıracağız.

Page 33: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

33

Page 34: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

34

... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...

Mülkiyeliler, Mülkiyelilerin eserlerini E-Bülten'de değerlendiriyor, üretim zincirimize her

gün yeni bir halka ekleniyor. Hocalarımızın ve mezunlarımızın ilginizi çeken çalışmalarını

Mülkiyeliler Birliği'nin hazırladığı, 2 ayda bir yayınlanan E-Bülten'e yazmak, görüşlerinizi

paylaşmak isterseniz, 2 sayfayı geçmeyecek yazılarınızı [email protected] adresine

bekliyoruz.

Bir eserin yayınlandıktan, sergilendikten sonra, büyük ölçüde artık o yazarın "mülk"ü

olmaktan çıktığına, kamusal dolaşıma girdiğine inanıyoruz. Bu dolaşımın nitelikli bir

boyut kazanmasında en önemli özne ise okur... İlgi gösterilmeyen bir eser, zamanla

çoraklaşabiliyor. Mezunlarımız, yazılarını bize iletmeye başladılar. İlk çalışmaları aşağıda

ilginize sunuyoruz.

İlerleyen e-Bülten'lerde değerli yazılarınızı yayınlamayı sürdüreceğiz.

Üretim sürecine siz de katılın...

Mülkiyeliler, Mülkiyelilerin Çalışmalarını Değerlendiriyor…

Page 35: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

35

Barış Ünlü, “Osmanlı: Bir Dünya-İmparatorluğunun

Soykütüğü”

Dipnot Yayınları

“İmparatorluk” Tartışmalarında Osmanlı’nın Yeri ve Özgünlüğü

Okay Bensoy

"Osmanlı: Bir Dünya-İmparatorluğunun Soykütüğü",

son dönemde yayınlanmış tezler içinde okuduğum

en nitelikli işlerden biri. Osmanlı'nın kuruluşunu

"dünya-imparatorluk" kavramı üzerinden

tartışırken, Braudelci uzun-dönem analizini

imparatorlukların karakteristik-tarihsel özellikleriyle

birlikte yorumluyor. Braudel ile İbn Haldun

literatürünün birbirini tamamladığı iddiasını Ümit

Hassancı çizgiyle somutlaştırıyor.

İslam etkisi ile Bizans/Roma etkisi arasında salınan

Osmanlı'nın kuruluşu tartışması, sırasıyla millliyetçi-

İslamcı bakışı ve oryantalist görüşü karşı karşıya

getiriyordu. Barış Ünlü'nün kitabı ise, bu ikiliklerin

her ikisinin de kuruluşa dönemsel olarak katkıda

bulunmuş olabileceği üzerine kurulu. Elbette bir

"ortayolculuk" değil, dünya-imparatorluk bakışının

getirdiği bir ara yol, yöntem denemesi bu kitap.

Dünyada Akad İmparatorluğu'nun Yakındoğu'ya

etkisini (Amelie Kuhrt'un çalışmalarını ihmal

etmeden) "uzun erimli" ve "spiral" çevrimlerini

izledikten sonra İran/Pers egemenliğinin İslam

devlet ve medeniyetine emperyal katkılarına

yoğunlaşıyor, oradan Bizans/Roma emperyal

yayılımının ve artı-ürünü bölüşme biçimlerinin Batı

coğrafyasına, Osmanlı'nın kuruluşuna ve evrensel

anlamda imparatorluk kültüne yansımalarına

eğiliyor.

Yazarın Marksizm eleştirisi tam da burada

düğümleniyor: Devlet biçimlerine çoğunlukla

üretim tarzları temelinde yaklaşıp imparatorluk

karakteristiklerini, bunların etkilerini bir tür

üstyapı unsuruna indirger, "küçümserseniz",

... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...

Page 36: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

36

imparatorlukların kuruluş tartışmalarını

coğrafileştirmek ya da özcü bir "despotik

yönetim" tartışmasına sıkıştırmak durumunda

kalabilirsiniz, amacınız bu olmasa bile... Althusser'in

Montesquieu'sine karşı Ümit Hassan'ın İbn

Haldun'unu okumakta fayda olabilir.

Barış Ünlü'nün Eric Wulff'tan alıntıyla işlediği

"vergisel üretim tarzı", imparatorluk anlayışının

bir sonucu. Kitapta özellikle bu kavrama dikkat

ederek "uzun dönemli" analize odaklanmada

fayda var, çünkü artığa el koyma ve onu yeniden

dağıtma süreçlerinde, vergisel üretim, merkez-

taşra ikiliğini çözümlemede önemli bir anahtar.

Doğu-Batı ayrımını eleştiren, onu yatay kesen, her

coğrafyanın kendine özgü üretim biçimi olduğu

klişesini kemiren bir özelliği var "vergisel üretim"in.

"Vergisel üretim tarzı", ATÜT-feodalizm tartışmasına

giriş için de değerli. İki kavramın aslında birbirini

dışlamadığını, toprağa dayalı aynı üretim ilişkisinin

birbirini dışlamayan biçimleri olduğunu anlatıyor.

Merkezin mi, taşra/yerelin mi üretim ve bölüşüm

süreçlerinde daha etkin olduğunu kavramak için,

ATÜT ve feodalizm üzerinden gelişen yazına özcü

coğrafi ayrımları aşma çağrısı yapıyor. Dolayısıyla,

Osmanlı'nın kuruluşunda "tipik" üretim tarzlarını

coğrafya ve despotizmle ilişkilendirme gayretlerine

karşı çıkıyor, imparatorluk "tip"leri öneriyor.

Ünlü, Osmanlı'nın "başarısı"nı uzun bir "dünya-

imparatorluk tarihi"nden çıkarsıyor. Osmanlı'nın

başarısı tek başına bir dinin, devletin, fetih fikrinin,

kültürün, uygarlığın, göçebelik/barbarlık ya da

yerleşikliğin başarısı değildir; bunların tarihsel

süreçteki birikimleriyle beliren, önceki imparatorluk

kültlerinin katkısıyla şekillenen bir öyküdür.

Önsözünde belirttiği, kitabın ilerleyen

bölümlerinde bize hatırlattığı üzere, "büyük

kuramsal" iddiaları olmayan ve kuruluş

tartışmalarına yeni bir yöntem önermeyi

amaçlayan bu çalışma, sadece Osmanlı'ya bakışımı

gözden geçirmemi sağlamakla kalmadı, nitelikli

bir tezin bölümlendirmesinin, sınırlamalarının

nasıl yapılabileceği, tez dili-kitap dili ayrımının

önemi hakkında da değerli şeyler öğretti. Kitap,

Osmanlı’ya dair yöntem tartışmalarının ötesinde,

bilimsel yöntemin başarılı bir uygulaması olarak

örnek kaynak kitaplar listesine girebilir.

... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...

Page 37: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

37

... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...

Selçuk Baymaz

Kelimeler var. Uzaklardan dumanını tüttüre

tüttüre koca dağ ve ovaları aşarak gelen bir

trenin vagonlarında. Tek tek ve içli içli gelen

kelimeler… Her biri yük, her biri mesaj, her biri

dilek ve haberlerle dolu… Tarihin en doğusundan

yola çıkarak, güneşin insan gözüyle görünmeye

başladığı andan, İsa’nın doğumu diye bilinen

günden tam 2000 yıl sonrasına kadar uzanan bir

yolun üzerinde ilerleyen kelimeler…

Kahraman Çayırlı’nın “Maya Takvimi ve İzmir” isimli

kitabını elinize alıp, şiirleri okumaya başladığınız

andan itibaren, sayfalar arasında yukarıda

anlatmaya çalıştığım hislere kapılıyorsunuz.

Kelimeler gözünüze çarpıyor. Savruk, yalnız, içli

kelimeler… Ve anlatıyorlar. Nanoteknolojiyle

küçücük birimlere sığdırılan büyük dünyalar

gibi. Mısraları oluşturan kelimelerin, bütünün

bir parçasıyken, aynı zamanda toplum içinde

yaşayan insanın bireyliğini anımsatacak bir duruşa

sahip olduklarını görüyorsunuz. Bir kelimenin

şiir içerisinde bu kadar sorumluluk yüklendiğini

görmek belki tuhaf gelebilir ama okurken bunun

ne kadar olabilir bir gerçek olduğunu ve aslında

kelimelerin yaşayan bir organizma gibi orada

varlığını sürdürdüğünü hissediyorsunuz. Her

kelime, okuyucunun onu izlediğinin ve yaşadığının

farkında. Siz onu okurken, o da sizi izliyor göz

ucuyla. Tepkilerinizi ölçüyor. Mimiklerinize

bakıyor. “Tanıdı mı beni daha önce gördüğü bir

yerden acaba…” diyor. Aralarında konuşuyorlar

hatta… “Acaba beni daha az mı sevdi? Daha az mı

anladı?” diye kıskançlıklar bile yaşadıklarını hayal

edebilirsiniz.

Farklı zaman ve ortamlardan bir araya gelen kelime

sürüleri görüyorsunuz mısralarda. Her biri bir

ağızdan konuşuyor. Siyahı, beyazı, kızılı… İnsan

yığınları gibi… Her biri bir dert anlatıyor ve bunu

gruptan ayrılmadan, grubun ortak mesajına aykırı

düşmeden... Ki bazen de düşerek… Ansızın, şiirin

içinde anarşi yarata yarata, diğerlerine kafa tuta

tuta okuyucunun ilgisini bir noktadan apayrı bir

noktaya çekip şiirin olağan his ve konusundan

uzaklaştıran bir kelime ortaya çıkıverebiliyor. Yeni

bir odanın kapısını aralıyor. Ve siz kendinizi oda

Maya Takvimi ve İzmir

Kahraman Çayırlı

“Maya Takvimi ve İzmir”

Yasak Meyve Yayınları

Page 38: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

38

... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...

içinde odalar arasında buluyorsunuz. Seçim yapıp

girmek ya da girmemek sizin elinizde.

Kelimelerin anlatmak istediği bir dert var. Sanki

yıllardır içlerinde tutmuş, saklamış, biriktirdiği onca

şeyi içine atmış ve hazır sizi bulmuşken bunları

anlatmak, hatta haykırmak için fırsat bulmuş

gibi bir halleri var. Yalnız, bireyselliklerinden

bahsederken, her kafadan bir ses gelen kalabalık

insan güruhlarının çıkardığı gürültü kirliği

yok. Bir ahenk var. Okuduğunuz her bir şiirde

bunu fark edebiliyorsunuz. Ve bir sonraki şiire

geçerken, -yukarıda bahsettiğim- aynı trenin

bir sonraki vagonundaki kelimelerin yanına

geçip yolculuğunuza pencere kenarında onların

gözlerinin içine baka baka, alınlarından akan

teri gözlerinizle görerek, “çok sıcak oldu, bıktım

bu yolculuklardan artık...” diye sitem edenlerin

veyahut yolculuğun keyfini çıkaran haylaz

“kanındaki nazar miktarını”1 dinleyerek devam

ediyorsunuz.

Kitapta her bir şiir, kitabın başından sonuna

kadar anlatılan bir hikâyenin parçası gibi bir his

veriyor. İnsan medeniyetlerinin tüm çağlarda

ortak bir potada eritilip, bunun üzerine birde post

modern çağlarla karıştırılarak dizelere döküldüğü

bir kurguyu yaşatıyor okuyucuya. Şair, dünü ve

bugünü, kendi çocukluğunu, tarih öncesini, köleyi,

soyluyu, sokak kadınını, “kalbin yükdoksansekize

bölünmesi”ni2 “şiir kabuklarıyla uyumayı”3, tanrıyı,

transseksüeli, heteroseksüeli, Mardin’i, Gaziantep’i,

büyüklerinden dinlediklerini ya da okuduklarını,

gözüne çarpanları, maya takviminden İzmir’e kadar

her şeyi aynı tencerede pişirerek okuyucuya bir

lezzet sunmaya çalışıyor. Tüm bunlarla beraber,

kitap tüm bu “zamanlar yolculukları”nı sunsa da

size; zaman zaman sanki bu kurgudan bağımsız

yazılıp ama yine de kitapta yer alsın diye dahil

edilen şiirlere de denk geliyorsunuz. Bu da

ister istemez, bu keyifli yolculuğun arasında

aniden takılıp hızınızın kesen irili ufaklı taşlar

gibi bir etki yapıyor. Tabi kitabı okurken, bu

kurguya bağlı kalmak zorunda değilsiniz. Her bir

kelimenin bireyselliğinden ve bağımsızlığından

bahsetmişken, şüphesiz bu bağımsız kelimelerin

oluşturduğu şiirin de kitaptaki diğer şiirlere

nazaran özgün olacağını göz önünde tutarak

kitabın her hangi bir sayfasındaki bir şiiri açıp, şairin

keyifli içsel anlatısını, size sunmaya çalıştığı dünyayı

izlemeye koyulabilirsiniz.

“Maya Takvimi ve İzmir”, şiirlerde yer alan tüm

bu ahenkli karmaşanın, aslında bize vermek

istediği mesaj ya da anlatmak istediği hikaye;

medeniyetin geldiği son noktada geçmiş ve

bugünün birleşmesiyle, modernitenin yarattığı

ikilikler, zıtlıklar ve karmaşanın içerisinde

yaşadığımız dünyanın, kendi hayatlarımızın,

kendi kargaşalarımızın şair tarafından kelimelerle

gözlerimizin önüne sunulmasıdır.

*1 “Nazara Mardin” şiiri

*2 “Köpek” şiiri

*3 “Sonu Yok Işığın” şiiri

Page 39: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

39

Sayı Editöründen…

Reuter ve Mülkiye

Türkiye’deki Ernst Reuter: Birkaç Kişisel Anı

Edzard Reuter

rnst Reuter’in İkinci Vatanı Türkiye’de Çağdaş

Kentbilimin Gelişmesine

Yaptığı Katkılar (Yayınları Üzerinden Bir

Değerlendirme)

Ruşen Keleş, Ayşegül Mengi, Can Giray Özgül

Ernst Reuter: Bilgi Transferi ve Kültürler Arası

Pragmatizm Arasında

Türkiye’de Kentsel Reformlar

Heinz Reif, Barış Ülker

Ernst Reuter’in Türk Yerel Maliye Sistemine İlişkin

Çalışmaları Hakkında

Bir Değerlendirme

Menaf Turan

Türkiye’de Ernst Reuter ve Bayındırlık Üzerine

Araştırmalar

Burcu Doğramacı

Sürgündeki Ernst Reuter: 1935-1946

David E. Barclay

Ay Yıldız Altında Sürgün, Nazi Yönetiminde

Türkiye’ye Kaçan

Alman Bilim Adamları ve Ernst Reuter’in Konumu

Faruk Şen

Ernst Reuter ve Türkiye’de Sosyal Konut

Esra Akcan

Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri

Sınırın Ekonomi Politiği

Havva Neşe Özgen

Mülkiye Dergisi’nin yeni sayısının dosya bölümü, Türkiye ve dünyada çevre-

cilik alanında değerli çalışmalara imza atmış, Mülkiye’nin eski hocalarından

Ernst Reuter’e ayrıldı.

http://www.mulkiye.org.tr/?x=4&id=438

Mülkiye Dergisi’nin Yeni Sayısı Çıktı

... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...

Page 40: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

40

Pulat Tacar’ın “AİHM’de Doğu Perinçek-İsviçre Davası” kitabı çıktı.

Mezunumuz Pulat Tacar, Türkiye’nin deneyimli ve seçkin

diplomatlarından...

Mesleki kariyerinin büyük bir bölümünü, Türkiye’nin Avrupa ülkeler-

indeki Konsolosluk ve Büyükelçilik düzeyindeki temsilcilik görevleri

oluşturdu.

Tacar bu kitapta, “Ermeni soykırımı” iddiasını ve İşçi Partisi Genel

Başkanı Doğu Perinçek’in, bu iddiayı kabul etmemenin suç sayıldığı

İsviçre’deki “yalan çiğneme eylemi” nedeniyle yargılanıp cezaya

çarptırılması davasını inceliyor.

AİHM’de

Doğu Perinçek-İsviçre Davası

Pulat Tacar

Kaynak Yayınları

... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...

“Tren, yalnızca yolcuları taşımaz kuşkusuz; irili ufaklı ‘belirtiler’ de trenle taşınır. 12

Eylül’ün Kars’a trenle taşındığını görebiliyorduk; vagonlardan askerler iniyor, iner inmez

içtima ediyorlardı. Yol kenarında oynayan çocuklara göz kırpanı bir yana, kimisi görevi

benimsemiş, etrafa öfkeyle bakıyordu.” Faruk Duman

Tren, sadece bir ulaşım aracı değil. En azından meraklısı için öyle değil. Tren, bir seyyar

penceredir, aslında kendisi de bir manzara. Tren, bir hayattır. “Demiryolcu” diye bir

insan türü var: Meslekten demiryolcular ve demiryolu-tren tutkunları. Kendine mahsus

bir romantizmi vardır trenin.

Bu kitap, Türkiye’nin demiryolu politikasından, işte bu tren romantizmine uzanan

bir şebeke hattı kuruyor. Türkiye’de demiryolculuğun tarihi… Ege ve İzmir trenleri…

Ankara Ekspresi… İstasyon “olgusu”… Gar lokantaları… Demiryolcu işçiler ve

sendikacılık… Demiryolcu futbol takımları… Demiryolu aletleri, demiryolu eşyaları…

Tren şarkıları-türküleri… Trenler ve filmler… Tren duygusu…

Yazarlar:

Alper Araz, Tolga Arvas, Mehmet Atlı, Yüsri Atlı, Suavi Aydın, Orhan Berent, Aksu Bora,

Tanıl Bora, Zafer Boyar, Faruk Duman, Yonca Kösebay Erkan, Kıvanç Koçak, Murat Meriç,

Tuğrul Paşaoğlu, Ali Can Sekmeç, Yavuz Yıldırım.

Tren Bir HayattırDerleyen: Tanıl Boraİletişim Yayınları

Mezunumuz İsmet Tanıl Bora’nıderlediği “Tren Bir Hayattır” kitabı çıktı.

Page 41: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

41

Eril modernleşmenin önemli bir boyutu, yeni modern kadın temsillerini cinsiyetsizleştirmesidir.

Muhafazakâr modernleşme gözlüğünden bakınca, kadınların cinsel ahlak açısından yargılanamayacakları

bir aseksüel kamunun varlığı gerekliydi. Muhafazakâr modernleşmenin kabul ettiği kamusal kadınlık

-çoğu aristokratik gelenekte olduğu gibi kadınları cinsellik sahibi olarak değil- toplumsal gelişime

adanmış, cinsiyetsiz bedenler olarak konumlandı. Toplumsal amaçlar için seferber edilecek sosyal

kimlikler inşa edebilme (ve erkek odaklı cinsiyet rejimlerinin otoriter siyasal rejimlerle eklemlenme)

stratejisi olarak bu tarzın başarılı bir örneği de Türkiye’de yaşandı. Serpil Sancar, tarihsel olarak kadınların

dışlandığı, cinsiyetçi politikaların belirginleştiği ve cinsel ahlakın sınırlarının çizildiği bir tarih anlatıyor

bize. Feminist bir tarih okuması bu. Yazar, muhafazakâr modernleşmenin paranoyalarını ve orta sınıf Türk

ailesinin nasıl inşa edildiğini tartışıyor. Beklentiler ve hayal kırıklıkları, şikâyet ve serzenişleri resmediyor.

Cumhuriyet’in inşasında kadınlar nasıl bir rol aldılar? Neleri tartıştılar? Nasıl tartışıldılar? Ulus-devlet

sürecinde, kanonik anlatılarda kadının işlevi neydi? Kadınlar milli davalara nasıl dahil oldular? Türk

Modernleşmesinin Cinsiyeti, Türkiye feminizmi ve kadın çalışmalarıyla ilgili en kapsamlı çalışmalardan

birisi.

Türk Modernleşmesinin CinsiyetiSerpil Sancarİletişim

... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...

Mezunumuz ve Fakültemizin Değerli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serpil

Sancar'ın Beklenen Kitabı "Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti" Çıktı

Page 42: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

42

"Çizgimiz muhafazakârlığın genlerine ve tarihi kodlarına

uygun bir şekilde, siyaset yaptığı coğrafyanın toplumsal

ve kültürel geleneklerine yaslanmaktır... Devrimci

dönüşümlere karşı tedrici ve doğal sürecinde işleyen bir

toplumsal dönüşümü savunuyoruz.”

Bu ifade, 2004 yılında Yalçın Akdoğan tarafından kaleme

alınan Ak Parti’nin yeni muhafazakârlık başlıklı politik

manifestosunda yeni bir ideolojiden bahis edildiği iddiası ile

yer almıştı. Geleneklere bağlılık ve doğal süreçlere güven...

Mahşerin bu iki atlısıyla feminist kadınların hesaplaşması

yüzyıllardır sürüyor.

Handan Koç’un “erkek egemenliğine karşı cins mücadelesi

içinde yazıldı(…) “diye tanımladığı kitabı dört ana

bölümden oluşuyor. Kitabın temel iddiası, Türkiyeli

İslamizm ve muhafazakârlığın birleşik bir ideoloji olduğu

ve kadınların karşı çıkışlarının diğer muhaliflerinkinden

temelden farklı olması gerektiğine dayanıyor. İslamizm ve

muhafazakârlık kadın özgürlük ve kurtuluş mücadelesinin

hep karşısında yer alır: Yazar “dostumuzu tanımalıyız ama

düşmanımızı daha iyi tanımalıyız” düşüncesinden hareketle

klasik İslamcılığın kadınlara yönelik yaklaşımlarını aşk,

cinsellik, beden ve emek politikaları açısından eleştiriyor.

Kitap daha sonra Şule Yüksel Şenler’den başlayarak

kadınların sıkıştırıldığı örtünme meselesini ele alıyor. Taha

Parla ve Said Nursi’nin konu ile ilgili yazdıkları feminist

açıdan gözden geçiriliyor. Daha sonraki bölümde dört

makale yer alıyor: Milletin Adamları, Liberaller Ve Kadınlar,

Sızıntı Dergisi Otuz Yaşında, Gülenizmde Kadın, Yaşlanan

Muhafazakârlığa Karşı FeminizmHandan KoçDestek Yayınları

Cumhuriyet, Sosyal Demokratların Kırmızı Çizgileri.

Kitabın son bölümünde ise İran kadın hareketinin en

önemli kampanyasının belgesi olan “Bir milyon imza”

broşürünün Türkçesi ilk defa yayınlanıyor.

Bu kitapta;

“Feministler neden bedenimiz bizimdir diyor?

Aşk’tan anneliğe her konuda İslamcı tezler kadınlara ne

öğütlüyor?

Menderes, Özal ve Erdoğan milletin adamları ise biz milletin

nesiyiz?

Kadın fıtratı tesettürü gerekli mi kılar?” gibi sorulara cevap

aramış yazılar yer alıyor

... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...

Mülkiyeli, Kadın Hareketinin Önemli İsimlerinden Handan Koç’un

“Muhafazakârlığa Karşı Feminizm” Kitabı Yayınlandı

Page 43: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

43

Hakikat kavramı ve insan hakları teması etrafında düzenlenmiş sekiz seminer ve üç forumun yoğun

tartışmalarını yansıtan bu çalışma, geçmişle hesaplaşma gündemimize dair kolektif bir değerlendirme

çabasının sonuçlarını sergiliyor. Bizleri, hakikati beklemeye değil, onu savunmaya; geçmişle

hesaplaşmanın yolları, yordamları, zorlukları üzerine birlikte kafa yormaya; geçmişin sorgulanması işini,

geleceğe dair ne yapmak istediğimiz sorusunun cevaplanması gereken bir ‘şimdi’de yapmak zorunda

olduğumuz gerçeğine hakkını vermeye çağırıyor.

Derlemeye katkıda bulunan yazarlar kent mekânlarını ve oralarda sürdürülen hayatları toplumsal

hafızanın taşıyıcıları olarak okumaya; hakikati bilme hakkının olanaklılığı ve hukuk içerisindeki serüveni

üzerine düşünmeye; geçmişle hesaplaşma bahsinde ceza yargılamasının sağladığı imkânları irdelemeye;

toplumsal yas süreçlerinin anlamı üzerinde dikkatlice durmaya; egemen politik kültürümüze sirayet eden

travmatik hafızanın haritasını çıkarmaya çalışıyor.

Katkıda bulunanlar:

Elif Ekin Akşit, Kerem Altıparmak Ahmet Murat Aytaç, Tanıl Bora, Alev Özkazanç, , Ozan Erözden, Cem

Kaptanoğlu, Murat Paker, Ümit Fırat, Sezgin Tanrıkulu, Selçuk Kozağaçlı, Faruk Alpkaya, Hüseyin Aygün,

Ayhan Yalçınkaya, Yılmaz Ensaroğlu, Funda Tosun, İlhami Algör.

Hakikat ve İnsan Hakları

Hakikat ve İnsan Hakları,

Derleyenler: Özkan Agtaş ve Bişeng Özdinç

Dipnot Yayınları

... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı... mülkiye kitaplığı...

"Hakikat ve İnsan Hakları" adıyla yayınlanan derlemeye katkıda bulunanlar arasında Fakültemizin

değerli akademisyenleri de bulunuyor.

Page 44: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

44

Page 45: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

45

Mülkiye’nin Anaokulu Açıldı

Fark şu ki bu okul, Tunçbilek Termik Santrali ve

Kömür Ocakları ile ünlü Kütahya Tavşanlı’da.

Öykü biraz buruk ama gelinen nokta gözlerimizin

içini güldürmeye yetiyor: Geçmişi hatırlıyorum

da bir an, Siyasal Yemekhanesi yemeklerinin

çekilmez hale geldiği, Çığır’da ise yemek

yiyecek kadar paramız olmadığında, Hacettepeli

arkadaşlarımızdan gelen duyumlara istinaden

Hacettepe Yemekhanesi’ne hücum ederdik, biz

uyanıklar… Tavuk pilav yanında tatlı inanılmaz

düşük fiyat... Öyle ki, Teşkilat fiyatına! Bu

Doğramacı’dan öğrencilere ‘uslu dursunlar’ diye

Mülkiye’nin Anaokulu Açıldı!

...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..

2001 yılında fakültemizden mezun olan sevgili Hande Gül, 2009 yılında, genç yaşta bize veda etmişti.

Ailesi Handemizin adını yaşatmak için varını yoğunu bir okul yaptırmak için harcadı. Eylül ayında

açılan Hande Gül Anaokulu, değerli Mülkiyelilerin ziyareti ve desteğiyle yavrularımıza ışık saçacak.

1975 mezunumuz Sayın Sabri Günenç’in içten anlatımıyla bu güzel okulumuzu ve değerli Gül Ailesi’ni

tanıyalım…

çekilmiş bir kıyaktı… İşin püf

noktası ise şuydu: Öğle vakti

kapılar açılmadan, Siyasal ve

Hukuk’tan hızlı adımlarla yol

alınacak, Kurtuluş tren yolu

alt köprüsünden geçilerek

yokuş hızla tırmanılacak ve

yemekhanenin kapısında

hazır olunacaktı. Bizim gibi

uyanıklar, kapılar açılır açılmaz

Hacettepe Tıplıların ardından

‘itmeyin arkadaşlar!’ diye bağırarak, içeri kayardı.

Tıplıları görevliler zaten tanır ama biz kimlik

kontrolü engelini ancak bu kargaşa ile aşardık…

Haydar kardeşimiz, Tıp‘ın ağır abilerinden biri

idi. Bir de Zehra kardeşimiz vardı ki, Hemşirelik

Yüksek Okulu’ndan, sohbeti şeker mi şeker… Bu

okulun kızları yabancı dilde hazırlık okur, okurken

staj yapar, uygulamada ‘değme doktorlara’

kök söktürürlerdi. Velhasıl kelam okul bitince

Hacettepeli bu iki arkadaş bir can oldular ve

1977’de nur topu bir kızları oldu. Adını “Hande”

koydular.

İşte öykü şimdi başlıyor: Haydar ile Zehra görev

Page 46: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

46

aşkıyla ayrım yapmaksızın Yurdumuzun değişik yörelerinde görev yaptılar. Küçük Hande de onlarla

birlikte... Üzerine titredikleri Hande’nin iyi bir eğitim alması için ellerinden geleni yaptılar. Hande

2000–2001 öğretim yılında Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduğunda pek keyiflendiler. Hande,

İktisat bölümünü üssü mizan derecesi ile bitirdi. Sonra yurtdışında yüksek lisans yaptı. Yuva kurma

sırası geldiğinde beyninde bir ur tespit edildi. Tedavi karşılıksız kaldı ve Hande Gül‘ü 2009’un sonunda,

hayatının baharında kaybettik. Henüz 32 yaşındaydı. Aile, tek varlığını kaybedince hayata küsmedi.

Radikal bir karar alarak onun adını yaşatmaya karar verdi. Tüm birikimlerini ortaya koyarak son durakları

Tavşanlı’da adına bir okul açma girişiminde bulundular. Hande, tarif edilemez derecede çocuk sevgisi

ile doluydu. Bu nedenle ailesi bir anaokulu yaptırmaya karar vermişti. Evet, Hande Gül Anaokulu bu

yıl, Hande’nin doğum günü olan 14 Eylül’de Tavşanlı’da resmen açıldı. Çocuklar çiçekler gibi açacak,

serpilecek bu okulda. Okulun baş köşesinde Hande’nin ‘MM’ rozetli resmi yer alacak. Ve o gün ”Başka bir

aşk istemez, aşkınla çarpar kalbimiz” diyecek marş! Ne büyük, ne onurlu bir davranış! Sağ olasın Haydar

kardeşim, Sağ olasın Zehra kardeşim! Yolu düşen Mülkiyelileri bekliyorlar. Elimizden geldiğince tüm

camiaya yayalım bu güzel haberi. Kapıları ve yürekleri sonuna kadar açık…”

İletişim:

Haydar Gül 05052647130

...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..

Page 47: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

47

Zamanda ve Mekanda Yolculuk SBF-DER Diyarbakır’daydı

1980 öncesinin anti-faşist mücadelesindeki beraberliklerini bugüne taşımayı başaran SBF-DER’liler, bu sene uzun süredir planladıkları Diyarbakır buluşmasını gerçekleştirdiler.

40 civarında SBF-DER’linin katıldığı 3-6 Mayıs tarihleri arasındaki gezinin gezinin programının hazırlanması, ev sahipliği ve rehberliğini bizzat, kendisi de bir SBF-DER üyesi olan Diyarbakırlı yazar, şair Şeyhmus Diken’in yapmış olması katılanlar için müthiş bir ayrıcalıktı.

Şeyhmus, bir dantel titizliğiyle ördüğü ve aksatmadan uyguladığı programla yine SBF-DER’li Diyarbakırlı gazeteci-yazar Naci Sapan’ın da desteğiyle o 4 günü büyük ve derin bir yolculuğa dönüştürdü, bizlere ömrümüz oldukça unutamayacağımız bir kültürel, siyasi, edebi, mimari ve duygusal bir ziyafet çekti

Geziye İstanbul, Ankara, İzmir ve Hatay’dan gelen SBF-DER’liler olarak misafiri olduğumuz Sur Belediyesi ile Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ni ziyaret ederek başladık. Başkanlar Abdullah Demirbaş ve Osman Baydemir ile yapılan samimi sohbetler güzel bir açılış oldu. Belediyecilikte katılımcılıktan başlayıp, çok kültürlülük, ayrımcılık ve cinsiyetçilikle mücadeleye, ekonomik sorunlara kadar geldik. Lafın arasında geçiveren “Bugün 4 cenazemiz var”ın dayanılmaz ağırlığını duyduk.

Diyarbakır’ın surlarını, Keçi Burcunu, Hevsel bahçelerini Şeyhmus’un tatlı hikayeleriyle zihnimize kazıyıp, eski Diyarbakır Cezaevini, eski JİTEM sorgu karargahını, hemen arkasında çok sayıda insan kemiğinin çıktığı kazıları gördük, orada yatanları düşünerek sessizce Dicle ovasına karşı oturup çay içerken kendimize geldik.

Diyarbakır’ın sanki yüzlerce yılı telafi etmek istercesine büyük bir restorasyon ile tarihini, mimarisini, kültürel çeşitliliğini canlandırmaya, ona sahip çıkmaya çalıştığına tanık olduk. Keldani Kilisesi Mar Petyun ve Meryem Ana Süryani Kadim Kiliseleri ile Orta Doğu’nun en büyük Ermeni Kilisesi Surp Giragos tamamlanmış, bir zamanlar bütün dinlere ibadet alanı sunduğuna inanılan büyülü mekan Ulu Camii’de restorasyon sürüyordu.

Cuma günü Hasankeyf, Mardin ve Midyat’ı coğrafyanın tarihi, siyasi hikayeleri, fıkraları ve şarkıları eşliğinde gezilip, güzelim Deyruzahfaran Manastırında Süryani Metropoliti ile çay içildi. Akşam Diyarbakır’a dönülüp Erdebil köşkünde Kürt müziğinin en güzel ezgileriyle halaya duruldu.

Cumartesi günü Diyarbakır’da Koşu Yolu Parkı’nda, Cumartesi insanları, kayıp yakınları tarafından yapılan oturma eylemine SBF-DER de katıldı.

SBF-DER’in 1970 ile 1980 arasında öldürülen10 üyesinden biri olan İsmail Gökhan Edge 1976 yılında

...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..

Kumru Başer

Page 48: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

48

Diyarbakır zindanlarında işkence ile katledilmişti. Oturma eylemine bizler de onun resmiyle gittik, onun katillerini sorduğumuzu anlattık. Diyarbakırlılarla otururken, ne kadar çok kişinin, ailesinden üç, dört, beş kaybın fotoğraflarını taşıdığını görmek sarsıcıydı.

O günü Ahmed Arif müzesi haline gelmiş güzelim bir Diyarbakır evinin avlusunda çay içerek yaptığımız sohbet ve sonrasında Kürt sözlü tarih geleneğine yeniden hayat veren dengbej geleneğinin en seçkin örneklerini dinleyerek sürdürdük.

Hepsinin aynı güne sığdığına inanmak güç ama akşam da tarihi Demirciler çarşısının içinden geçerek gidilen Sülüklü Han’ın dolunaylı güzel avlusunda SBF-DER’in sponsorluğundaki Nazım Hikmet söyleşisi vardı. SBF-DER üyeleri Şeyhmus Diken ve Tahir Şilkan’dan ve Nazım’ın Bursa Cezaevi yıllarını araştıran Güney Özkılınç’dan büyük şairle ilgili hiç bilmediğimiz şeyler öğrendik. Döndüğümüzde muhtemelen hepimiz Memleketimden insan Manzaraları’nı bir kez daha açıp kaybolduk sayfaları arasında.

Diyarbakır’dan ya da dışarıdan SBF-DER’liler 4 günlük gezi sona erdiğinde unutulmaz anılar, yepyeni ufuklar, algılamalar, yeni ve yenilenen dostluklar ve en güzeli sıcak, sol bir rüzgârın keyfiyle ve dinamizmiyle dopdoluydu .

...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..

Page 49: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

49

Zeus Altarı’na Yolculuk (1)

Haluk İl

...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..

Kalkıp gitmek, aynı şeyleri biteviye yapıp

durduğumuz, hiç de özellikli olmayan hayatımızın

yükünü sırtımızdan atıp yola çıkma isteği, var

olduğunu bildiğimiz yeni hayatlara uzanma, yaşama

arzusu. Modern insan bu kaçma hevesini, yeni hayat

özlemini, karmakarışık yaşamının diğer ucunda,

doğal, basit, riski ve yükü az bir hayat olarak kurgular

çoğu zaman. Sakin bir sahil kasabası ya da bir köy

yaşamı, oysa ne yeni bir hayata başlayacak enerjisi, ne

cesareti ne de bu basit hayatı nasıl sürdürebileceğine

dair donanımı vardır. Yapabileceği kısa zamanlara

sığdırdığı yıllık tatil programlarına çocuksu bir

sevinçle hazırlanmak, gelip geçici de olsa, yola

çıkmanın büyüsüne kapılmaktan ibarettir. Haritalar

o zaman düşer akla, kötü hazırlanmış ülke haritaları

üzerinde yolculuk egzersizleri başlar.

Biriken ve artık taşıması, yer bulması dert olan

Atlas’ların birini bile atmaya kıyamadım bu güne

kadar. Harita külliyatı ise -aynı haritaların ısıtılıp farklı

biçimlerde yayınlanmış olsa da- hallice ve kabarık.

Gitme hevesimin malzemesi bu dergiler, hele

haritalar.

Başkalarında da öyle midir? Yoksa hayata Ülke

haritasının bir ucunda hem de doğusunda başlamış

olmak mıdır nedeni, harita benim için doğduğum

yerden başlar. Sanki oradan çizilmeye başlamıştır

ve batıya gitmek zorundadır. Bunda eğitimimizdeki

oryantalizmin katkısı var mıdır, yoksa varoluşsal bir

problem midir, bilemiyorum. Geriye baktığımda

kendimce bu yol problemini bayağı zorlamışım

gibi, çünkü şu anda doğduğum yerin karşı

ucundayım, haritalarda Anadolu coğrafyasının bitim

Page 50: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

50

...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..noktalarından biri hissini uyandıran, Egenin bitimi

Körfez, Edremit Körfezi. Sonrası şimdilik çok merak

konum değil, bilinmez, kalınır mı, batı ya devam mı

edilir, geriye mi dönülür, kim bilir?

Coğrafya mekana ait bir kavram, durağan. Ancak

anlatacağımız coğrafya mekansallıkla kalınabilecek

bir yer değil, biz de zamansallığı katıp, kısa bir

yolculuğa çıkacağız.

Kaz Dağları deniyor, söylencesi de koca tabelalara

yazılıp, uygun yerlere asılmış, yerel ve yeni

sayılabilecek bir hikaye. İsmi gibi söylencenin

de bir derinliği yok. Ne çok oynanmış yerlerle,

isimleriyle, ne çok zorlanmış bu coğrafya, kısa bir

tarih zamanı öncesi, gitmek zorunda kalan bura

yerlileri ne diyorlardı yaşadıkları topraklara ki

yüzyıllarca akıllarına gelmemişti yerlerin adlarını

değiştirmek, bilmiyorum. Memleketten tanışığım

her yerin iki isminin olmasına. Ancak oraların bir

avantajı halk coğrafyasının diline sadıktır, unutmaz,

buralarda unutmayacak kimseler de yok, kalmamış,

kullanacağız, çare yok.

Bir sarı kız söylencesine dayanıyor Kaz Dağları ismi.

“Bir baba ve onun güzel kızı bu dağların eteklerinde

bir yerlerde yaşıyorlar, baba hacca gitmek istiyor ama

kızını yalnız bırakmak istemiyor, kızı babasını ikna

edince baba gidip dönüyor, ancak dönünce kimse

evine uğramıyor. Hacda iken kızı hakkında kötü yola

düştü söylentileridir bunun nedeni. Babası namus

ya kızını öldürmesi gerekecek, kıyamıyor. Dağlara

bırakıyor kızı, daha sonra zorda kalanlara sarı kızın

yardımı söylentisi ile varıp kızını buluyor baba. Kız

kaz otlatmakta, baba namaz kılmak istiyor, sarı kız

su döküyor babasının eline ancak su tuzlu, babası

bunu hatırlatınca dönüyor dağlara ve elindeki su tatlı

bir pınar suyuna dönüşüyor ki baba kızının erenler

katına yükseldiğini anlıyor.” Bu yerel söylence büyük

bir ihtimalle 13. yüzyılda gelip buralara yerleşen alevi

Türkmen nüfusla gelmiş ve yakın bir zamanda da bu

dağlara iliştirilivermiş.

Başka bir adı daha var, İda. Bizi Mitoloji çağlarına

götüren, o görkemli çocukluk çağına atıveren, gizemli

ad. Mitoloji dedik ya, önce bir duralım derin bir

nefes alalım, nereden başlamalı karar kılalım, sonra

kelamımıza devam edelim. Çünkü çok eski belki de

yeni zamanlara gideceğiz, Yolumuz Mitoloji yolu,

çıkılabilecek en keyifli yolculuk. Eski aynı zamanda

yeni dedik, şimdi sözü Marks’a bırakalım: “ Yetişkin

bir insan bir daha çocuk olamaz, olsa olsa çocuksu

olur. Buna karşılık çocuğun naifliği insana yine de

bir sevinç kaynağı değil midir. Her çağ da kendi öz

karakteri, en tabii karakteri ile çocuklarının tabiatında

yeniden doğmaz mı, insanlığın tarihi çocukluk

dönemi, en güzel tomurcuklanma çağı, hiçbir

zaman geri dönmeyecek bir dönem olarak neden

sonsuz cazibe kaynağı olmasın.” (Grundrisse S.186)

Olsun, sonsuz cazibe kaynağımız olsun ki toplumsal

mühendislerin tarihle, coğrafyayla zorla kurdukları

yapay ilişkinin boğuculuğundan kurtulalım, aklımızın

çocuksu yanı keşfolunsun.

Mitolojiye, daha doğrusu Yunan mitolojisine

yaradılış hikayesi ile başlamasak bir çok şey eksik

kalır. Mesele derin ve uzun, Zeus Altarı’nı anlatmak

Page 51: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

51

için çıktık yola, oraya varabilirsek ne ala. Çünkü

mesele çocukluğumuzun meselesi aynı, zamanda

günümüzün.

Behçet Necatigil’in 100 Soruda Mitologya kitabını

alıyorum elime. Yıllar olmuş, kitap dağılmasın

diye kendi çapında orası burası onarılmış, sayfalar

sararmış, ne çok okumuşum, farklı zamanlarda, farklı

duyarlılıklarda; 143 sayfalık bu değerli kitap ne çok

anının izini taşıyor üzerinde, yaşım kadar yıpranmış.

Bu nedenle kitap biriktiriyoruz, yani anılarımızı.

Gene uzaklaşacağız meseleden dönelim yaradılış

efsanesine ve oradan Zeus’a.

“Önce Khaos vardı, bu boş ve sonsuz mekandan

Gaia, yani toprak ve Tartaros, yani yerin altı ve Eros,

yani aşk oldu. Gaia kocasız, kendiliğinden dağları,

denizleri ve URANUS’u yani gökyüzünü doğurdu.

Gaia ile Uranus’un çocukları oldu. Ancak Uranus

bütün çocuklarını Gaia’nın karnında tutuyordu.

Buna kızan Gaia oğlu Kronos’u doğurdu. Kronos

babası Uranus’un üreme organını kesti ve denize

attı. Evrenin sahibi artık Kronos olmuştu. Kronos’un

kızkardeşi Rheia’dan Olimpos tanrıları olacak

çocukları doğdu. Ancak bu çocuklardan birinin

Kronos’un egemenliğine son vereceği rivayet

edildiğinden, Kronos doğan çocuklarını yutuyordu.

İşte Yunan tanrılarının en güçlüsü olacak Zeus bu

şartlarda yutulmak üzere doğdu. Bu kez annesi

Kronos’a, Zeus yerine bir taş yutturdu ve çocuğu Girit

de bir mağaraya sakladı.”

İda Girit Kralı Melisseus’un kızıdır. Bebek Zeus’u

sevmiştir ki onu alır, kendi adıyla aynı olan İda Dağı’na

gelir, onu orada büyütür. Zeus büyüyünce Kronos’u

tahtından indirecek ve yeryüzü egemeni olacaktır.

Artık İda Zeus’un doğup büyüdüğü yerdir. Doğup

büyüdüğü yere her fırsatta dönme arzusu, Zeus’u

da bizi de Mitoloji yoluyla tekrar tekrar buralara

sürükleyecektir. İda’ya her fırsatta uğrayıp, kalmış

olması kuvvetle muhtemeldir.

Zeus İda’ya bir de Troya savaşı vesilesi ile gelir. 9 yıl

süren bu uzun ve trajik savaşın 51 günü, çağların en

görkemli yapıtlarından olan İlyada’da anlatılır.

Zeus Troya Savaşı’na nasıl karışmıştır? İlyada bu

anlatıyla başlar. Troya Savaşı yıllardır devam

etmektedir. Agamemnon’a kızan Akhileus savaşa

artık karışmayacaktır. Ancak annesi deniz tanrıçası

Thetis’den öcünü almasını ister, Thetis Olyimpos’a

gidip Zeus’a yalvarır, Zeus söz verir. Akhalar artık

savaşı kazanamayacaklardır.

Zeus savaşı izlemek için muhteme-len sık sık

uğradığı İda Dağı’na gelir, Dağın en yüksek tepesi

Gargaros’a yerleşir. Savaş alanı tüm muhteşemliği

ile görünmektedir ve savaş da olabildiğince

şiddetlenmiştir. Tanrılar da artık savaşın

ortasındadırlar, ancak Zeus’a karşı gelemezler.

...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..

Page 52: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

52

...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden...mülkiyelilerden..Zeus’un korumasıyla da üstünlük Troyalılardadır çünkü henüz Akhileus savaşa girmesi için ikna edilememiştir.

Akhaların yanında yer alan Hera ve diğer tanrılar savaşın içindedirler. Hera savaşa burnunu sokmak için

yerinde duramaz ve fırsat kollar, ancak Zeus’dan korkmaktadır. İlyada’da şöyle anlatır ozan: “Ama o Zeus’u da

görüyordu, çok pınarlı İda Dağı’nın en yüksek doruğunda, görünce de korku kaplıyordu yüreğini.”

Düşünüp taşınmaktadır ve sonunda insanoğlunun olduğu gibi insan tanrıların hele Zeus’un en zayıf noktası

gelir aklına. Ozan anlatır: “Süslenip püslenip İda’ya gidecekti, belki Zeus onu koynuna alıp sevişmek isterdi,

o zaman dökerdi üstüne ılık tatlı uykuyu, gözkapaklarını, düşünen aklını örterdi.” Süslenir püslenir Hera,

uzatmayalım Troyalılardan yana Afrodit’i bin bir yalanla kandırıp onun nakışlı memeliğini alır ki “Alımlı ne varsa

onun içindeydi, sevgi onun içindeydi, istek onun içinde, cilveleşme, şakalaşma onun içinde en akıllı insanı

ayartan aşk onun içinde.” Hera fenadır, hırslıdır, tekmil tanrıların efendisi uykuyu da güzel bir kadın vaadiyle

yardım için yoldan çıkarır. Evet Zeus’la sevişip onu uyutacak, böylece savaşa karışmasını önleyecektir. Yine

Ozana dönelim:

“Vardılar canavarlar tanrısı İda’ya, Lektos burnunda fırladılar denizden, ayak bastılar bereketli toprağa, ayakları

altında ormanlı doruklar titredi, uyku durakaldı orada, görünmeden Zeus’un gözüne çok yüksek bir çamın

üstüne kondu, İda’da büyüyen en yüksek ağaçtı bu, havada yüksele yüksele göğe varıyordu. Hera yürüdü

dosdoğru Gargaros doruğuna, İda’nın en yüksek tepesiydi bu Zeus aldı karısını koynuna, sarıldı, tanrısal toprak

yemyeşil bir çimen saldı, taptaze lotos bir halı serdi toprakla aralarına, safranlardan, sümbüllerden, tatlı bir halı,

uzanıverdi ikisi de halının üstüne, sardı onları güzelim bir altın bulut, buluttan çiğ damlaları akıyordu pırıl pırıl

tanrıların babası yüksek Gargaros tepesinde mışıl mışıl uyuyordu. ”

Hera, İda Dağında savaşı izleyen Zeus’ u sevişerek aldatıp uyutmuştur.

Gene de savaşın kaderi, en yakın arkadaşı öldürülen Akhileus’un savaş kararı ile değişecek, Zeus’da

Olyimpos’da tanrıları toplayacak, artık savaşta tarafsız olduğunu, tanrıların istedikleri tarafı tutabileceklerini

söyleyecektir.

İlyada’nın trajik sonu biliniyor. İda birçok mitolojik hikayenin de geçtiği, uğrak yerlerinden biridir. Paris burada

büyümüştür. Ünlü güzellik yarışmasının mekanıdır.

Biz İda’da bulunduğu varsayılan Zeus Altarına bir yolculuk vesilesi ile başlamıştık. Zamanımız yerimiz olursa bu

Altarı gezip Gargaros tepesi olarak varsaydığımız yerden Troyaya bakacağız. Mitolojiye yolculuk derken, biraz

da kendimize yolculuğa çıktık, henüz yolun başındayız

Page 53: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

53

YİTİRDİKLERİMİZ

Page 54: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

54

1967 mezunumuz Emekli Mülki İdare Amiri Okan Eşrefoğlu’nu 6 Ekim 2012 tarihinde kaybettik. Cenazesi 8 Ekim Pazartesi günü toprağa verildi.

1947 mezunu üyemiz Sayın Hüseyin Öğütçen vefat etti. 27 Ağustos Pazartesi günü yapılan törenin ardından, naaşı Balçova Aile Mezarlığı’na defnedilmiştir.

1975 İktisat Maliye mezunumuz Sayın Aynur Kocamanoğlu vefat etti. Cenazesi 1 Eylül 2012 Cumartesi günü Kocatepe Camii’nde kılınan namazı müteakip, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi.

Mülkiye camiasının başı sağolsun

...yitirdiklerimiz... yitirdiklerimiz... yitirdiklerimiz... yitirdiklerimiz..

Page 55: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

55

Page 56: 2012 Ağustos-Eylül-Ekim

56

ÜYELERIMİZİN E-MAIL ADRESLERİ VE GSM NUMARALARINI TELEFON VEYA E-MAIL

YOLUYLA GÜNCELLEMELERİNİ RİCA EDERİZ.

MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ YÖNETİM KURULU

Tel : (312) 418 55 72

E-mail : [email protected]

CEP TELEFONUNUZDAN "MULKİYE" YAZIN, 8071’E GÖNDERİN

GELEN MESAJI "EVET" YAZARAK CEVAPLAYIN,

HER AY 5’ER TL OLMAK ÜZERE AİDATINIZ EK BİR İŞLEME GEREK KALMADAN TAHSİL

EDİLSİN...

NOT:

1-SİSTEME AVEA VE TURKCELL ABONELERİ DAHİLDİR.

2-VODAFONE ABONELERİ SİSTEME 2 AY SONRA DAHİL OLACAKLARDIR.

VODAFONE ABONELERİ 2. BİR DUYURUMUZU BEKLEMELİDİR.

3-KURUMSAL CEP NUMARALARI KULLANILMAYACAKTIR.

4-ŞUBELERİMİZDE KAYITLI ÜYELERİMİZ BU DUYURUMUZU DİKKATE ALMAMALIDIR.

ŞUBELERİMİZE KAYITLI ÜYELERİMİZ AİDATLARINI ŞUBELERİNE ÖDEYECEKLERDİR.

5-KONTÖRLÜ HAT KULLANANLARIN KONTÖRLERİNİN MÜSAİT OLMASI ÖNEMLİDİR.

SAYGILARIMIZLA

MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ YÖNETİM KURULU

DUYURU

... duyurular... duyurular... duyurular... duyurular... duyurular...

Bilgilerimizi Yenileyelim

Aidatlarımızı Cep Telefonu Mesajıyla Ödeyelim!