18. HZ. PEYGAMBER’İN HAYATINDA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D204665/2011/2011_ALGULH.pdf18....
Transcript of 18. HZ. PEYGAMBER’İN HAYATINDA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D204665/2011/2011_ALGULH.pdf18....
18. TEBLİĞ
HZ. PEYGAMBER’İN HAYATINDA
KUR’ÂN MERKEZLİ TEBLİĞİN ÖNEMİ
Hüseyin ALGÜL♦
Hz. Peygamber’in hayatında Kur’ân merkezli tebliğin önemine geçme‐den Kur’ân hakkında yine Kur’ân’dan bir temellendirme yapmanın uygun olacağını düşünüyorum. Bu bize, tebliğin merkezinde her zaman ilk sırada Kur’ân‐ı Hakîm’in ve Rasûl‐i Erkem’in (s.a.v.) müşterek bir zeminde yer aldığını gösterecektir. Bunu en kolay anlamanın yolu, referans olarak Kur’ân‐ı Mübîn’in şehâdetine başvurmaktır.
Bu nokta‐i nazardan baktığımız zaman şunları tespit ediyoruz:
Kur’ân, “Kendisinde şüphe olmayan kitaptır, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, arınmak isteyenler/müttakîler için yol göstericidir.”1
Hz. Peygamber, “Kur’ân’la müjdeleyici ve uyarıcı olarak”2 gönderilmiş‐tir.
“İnananlar, Allah’a ve Rasûlüne itaat ederler, dinlemiş oldukları Kur’ân’dan asla yüz çevirmezler”.3
Kur’ân‐ı Hakîm, “Âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye Rasûl‐i Ekrem’e indirilmiş mübarek bir kitap”tır.4
♦ Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi İslâm Tarihi Öğretim Üyesi. 1 Bakara, 2/1‐2. 2 Bakara, 2/119. 3 Enfâl, 8/20. 4 Sâd, 38/29.
554 VAHYİN NÜZÛLÜNÜN 1400. YILINDA HZ. MUHAMMED (S.A.V.)
Kur’ân‐ı Mübîn, “Mekke’de ve onun çevresinde bulunanları asla şüphe olmayan mahşer günüyle ikaz etmesi ve ulaşabildiği herkesi uyarması için, Hak Teâlâ Hazretleri tarafından Nebiyy‐i Muhterem’e (s.a.v.) vahyedil‐miş”tir.5
Yüce Allah, Âhir Zaman Peygamberi Hz. Muhammed’i (s.a.v.), “Âlem‐lere rahmet olarak” göndermiş,6 “Âlemlere uyarıcı olsun diye de Kur’ân’ı indirmiş”tir.7
Kur’ân‐ı Mu’cizü’l‐Beyân, “Cenâb‐ı Hak tarafından kullarından diledi‐ğini kendisiyle doğru yola sevk eden ilahî bir nur olarak Peygamber Efen‐dimiz’e indirilmiş olup, Rasûl‐i Müctebâ (s.a.v.) insanları o nurla doğru yo‐la” sevk etmektedir.8
İslâm hidâyetinin yayılmasında, insanların hak ve hakikati gönül diliyle benimsemesinde Kur’ân‐ı Hakîm’in tebliğin merkezinde oluşunu tereddüt‐süz ortaya koyan delillerden biri de bizzat Kur’ân’da onun farklı isimlerinin yer almasıdır ki, bu isimlerden her biri Kur’ân hidayetinin insanlara ulaşan çeşitli cihetlerini yansıtır.
Bu bağlamda İlâhî mesajı tüm boyutlarıyla içinde bulunduran ve hiçbir zaman eskimeyen canlı müracaat kaynağı olarak “el‐Kitâb”,9 hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın hak ile bâtılı ayırıcı özelliğiyle “el‐Furkân”,10 öğüt veren, hatırlatan, sakındıran işleviyle “ez‐Zikr”,11 zihinleri ve gönülleri aydınlatan bir ışık olarak “en‐Nûr”,12 doğru yola hidayet eden bir rehber olması cihetiy‐le “el‐Hüdâ”,13 îman, ibadet, teslimiyet, ahlâk ve takva gibi temel İslâm ilke‐lerinin insan kişiliğine ve davranışına kazandıracağı pozitif enerji ile manevî
5 Şûrâ 42/7; En’am 6/19. 6 Enbiyâ 21/107. 7 Furkan 25/1‐2. 8 Şûrâ 42/52‐53. 9 Bakara 2/2. 10 Furkân 25/1. 11 Hicr 15/9. 12 Nisâ 4/174. 13 Bakara 2/185.
HZ. PEYGAMBER’İN HAYATINDA KUR’ÂN MERKEZLİ TEBLİĞİN ÖNEMİ 555
hastalıklara şifâ olması itibariyle “eş‐Şifâ”,14 Yüce ve şerefli anlamında “el‐Mecîd”,15 Hakka, doğruya, hikmete, adâlete, takvaya ulaştıran nasihat ve öğütler kitabı anlamında “el‐Mav’ıza”,16 felâketlere, kötülüklere, sıkıntılara karşı ikaz ve uyarı anlamında “et‐Tezkira”,17 okunduğu, anlaşıldığı, üzerinde düşünüldüğü ve gereğince davranıldığı takdirde gönle haz, davranışlara istikamet vermesi bakımından “Kelâmullâh”,18 insanlığın kurtuluşu için Cenâb‐ı Zülcelâl tarafından uzatılan ip anlamında “Hablüllâh”,19 gönüllere inşirah veren kutlu, feyz kaynağı bir kitap anlamında “el‐Mübârek”,20 hikmet dolu kitap anlamında “el‐Hakîm”,21 değerli, şerefli anlamında “el‐Kerîm”,22 apaçık anlamında “el‐Mübîn”,23 sözlerin en güzeli anlamında “Ahsenü’l‐Hadîs”,24 derununda derin mânâları bulundurması cihetiyle “Hikmet”,25 eş‐siz, üstün, kıymeti büyük anlamında “el‐Azîz”26 isimleri, Kur’ân’da yer alır.27
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatında Kur’ân merkezli tebliğ konusunu temellendirebilmek açısından iki hususa daha değinmemiz gerekiyor. Bun‐lardan biri, tebliğ emâneti kendisine tevdi edilmiş olan Zât‐ı Risâlet hakkın‐da Kur’ân’ın ne dediği, ikincisi de Kur’ân merkezli tebliğ sürecinde Zât‐ı Risâlet’in yapıp ettiklerinin çevredeki tezâhürleri itibariyle Kur’ân’da kendi‐sine verilen unvanlardır.
14 İsrâ 17/82. 15 Bürûc 85/21. 16 Yûnus 10/57. 17 Müddessir 74/54. 18 Tevbe 9/6. 19 Âl‐i İmrân 3/103. 20 En’am 6/92. 21 Yûnus 10/1. 22 Vâkıa 56/77. 23 Mâide 5/15. 24 Zümer 39/23. 25 Kamer 54/5. 26 Fussılet 41/41. 27 Bk. Abdurrahman Çetin, “Kur’ân‐ı Kerîm”, İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklo‐
pedisi, Redaktör: İbrahim Kâfi Dönmez, M. Ü. İlâhiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, III, 86‐87.
556 VAHYİN NÜZÛLÜNÜN 1400. YILINDA HZ. MUHAMMED (S.A.V.)
Kur’ân‐ı Mübîn’de verilen bilgilere göre Hz. Peygamber, “En büyük ah‐lâkın sahibi”dir,28 “Allah’a, âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikre‐den kimseler için Allah’ın Rasûlünde en güzel örnek” vardır (üsve‐i hasene).29 “Dünyada maddî cazibesi sebebiyle kıymet atfedilen hiçbir şey Allah’tan, Peygam‐ber’den ve bunların yolunda cihattan daha sevgili” olamaz. “Dünyevî sevgileri Allah ve Peygamber sevgisinin önüne geçirmek ve hak adına mücadeleden kaçınmak, zillet, horluk ve sıkıntı sebebidir”30 “Mü’minler arasında bir anlaşmazlık çıktı‐ğında Hz. Peygamber hakem tayin edilir, bu durumda verilen hükme uy‐mak imânî bir vecibedir. Aksi halde kâmil mü’min olunamaz”31. Hz. Pey‐gamber’in hükmüne rıza göstermenin kâmil imana delâlet ettiğinin Kur’ân’da bildirilmesi, Sünnet’in de mü’minler için bağlayıcılığını göster‐mektedir. “Hz. Peygamber mü’minlere kendi canlarından daha yakındır, eşleri de onların anneleridir”32 “Hz. Muhammed (s.a.v.) içimizden biridir, sıkıntımız onu üzer, o bize çok düşkün, inananlara çok şefkatli, çok merhametlidir”33 “İlâhî muhab‐bet ve mağfirete erişebilmenin yolu, Hz. Peygamber’i sevmek”ten geçer.34
Hak Teâlâ’nın Kur’ân‐ı Hakîm’inde kulları için “üsve‐i hasene” olarak gösterdiği Peygamber Efendimiz, risâlet görevini zaman ve şartları gözete‐rek en yüksek vazife şuuru ve en derin sorumlulukla yürütmüş, bu hususta Kur’ân’ın rehberliğinden asla ayrılmamış, kendisine tevcih edilen emr‐i ilâ‐hîyi bihakkın îfa için en büyük gayreti göstermiş, bu uğurda karşılaştığı engelleri, fedakârlık ve sabırla aşmıştır. Bu kudsî vazifenin ifâsı sürecinde yapmış olduğu verimli ve semereli tebliğ hizmetinin bir yansıması olarak Kur’ân‐ı Mecîd’de ona bazı unvanlar verilmiştir.
28 Kalem 68/4. 29 Ahzâb 33/21. 30 Tevbe 9/24. 31 Nisâ 4/65. 32 Ahzâb 33/6. 33 Tevbe 9/128. Bu âyetin detaylı bir tefsiri için bk. Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân
Dili, IV, 2653 vd. 34 Âl‐i İmrân 3/31.
HZ. PEYGAMBER’İN HAYATINDA KUR’ÂN MERKEZLİ TEBLİĞİN ÖNEMİ 557
Fazilet ve iyilikleri anılarak övülen kişi anlamında “Muhammed”,35 Allah Teâlâ’yı yüksek sıfatlarıyla ve kudret eserleriyle gerektiği şekilde öven kişi anlamında “Ahmed”,36 yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla insanlara gönderilen peygamber anlamında “Rasûl”,37 okuma yazma bilmediği halde ilâhî lütufla ilmin bütün inceliklerine ve kemâlâtına vâkıf olduğu için “Ümmî”38 denil‐miştir.
İnsanlara İslâm’ı müjdelediği için “Beşîr‐Mübeşşir”,39 Allah’ın birliğine ve ümmetin fiillerine şehâdet ettiği için “Şâhid”,40 inanmayanları Allah’ın azabıyla uyardığı için “Nezîr‐Münzir”,41 insanları ve cinleri hak yola davet ettiği için “Dâî İlallâh”,42 tebliğâtı ile şirkin karanlığını yok edip ortalığı iman nuruyla aydınlattığı için “Sirâcun Münîr”,43 hidayet ve irşadıyla yıldızların gecenin karanlığını aydınlattığı gibi insanın içini dışını saran karanlığı ay‐dınlatıp nurlandırdığı için “Necm‐i Sâkıb”44 denilmiştir.
Son peygamber olması, peygamberlik müessesesinin kendisiyle tamama ermesi itibariyle “Hâtemü’n‐Nebiyyîn”,45 her iki dünyada da saâdete vesile olacak İslâm dinini tebliğe tüm insanlığın muhatap kılınması, bütün akıl sahiplerinin bu tebliğe kulak vererek hidayete erişebilmeleri, güzel ahlâkıyla tüm insanlığa örnek olması sebebiyle “Rahmeten li’l‐Âlemîn”,46 her bakımdan güvenilir olması, vahyi kusursuz ve eksiksiz olarak tebliğ etmesi, nübüvvet ve risâlet görevini hakkıyla yapması anlamında “el‐Emîn”,47 şefkat ve mer‐
35 Fetih 48/29. 36 Sâf 61/6. 37 Bakara 2/285; Nisâ 4/13. 38 A’râf 7/157. 39 İsrâ 17/105; Sebe’ 34/28. 40 Fetih 48/8; Nahl 16/89. 41 Hacc 22/49; Ra’d 13/7. 42 Ahkâf 46/31. 43 Ahzâb 33/46. 44 Târık 86/3. 45 Ahzâb 33/40. 46 Enbiyâ, 21/107. 47 Tekvîr 81/21.
558 VAHYİN NÜZÛLÜNÜN 1400. YILINDA HZ. MUHAMMED (S.A.V.)
hametle ümmetine düşkünlüğü anlamında “Raûf‐Rahîm”48 denilmiştir. Allah Teâlâ, zâtına mahsus güzel isimlerden olan ve kullarına rahmet, şefkat ve merhametini ifade eden bu iki ismini Hz. Peygamber’de sıfat olarak bir ara‐ya getirmiştir.
Kur’ân merkezli tebliğ örneklerine geçmeden önce çok kısa olarak Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Kur’ân öğrenimine ve ashâbın Kur’ân’ı okumaya ve anlamaya verdiği öneme değinmek uygun olacaktır.
Hz. Peygamber’in buyurduğuna göre Kur’ân’ı öğrenmek ve öğretmek, “Müslüman’ı en hayırlılar mertebesine yükseltir”49, “Kur’ân ile meşgul olmak, Allah nezdinde çok mühim bir davranıştır.”50 “Gönlünde Kur’ân’dan bir şey bu‐lunmayan kişi, harabeye dönmüş bir ev gibidir.”51
Rasûl‐i Mücteba (s.a.v.), Kur’ân okur ve Kur’ân’ı güzel okuyanı dinle‐mekten haz alırdı, Cebrail (asm) ile hususiyle ramazan ayında Kur’ân’ı mu‐kabele ederlerdi. Vefatı yılında mukabele iki defa gerçekleşti.52 Bu olay İslâm tarihine “arza‐i ahîre” diye geçmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), Kur’ân’ı öğret‐meye önem verirdi, uzak yerlerde oturanlara hem Mekke hem de Medine döneminde hocalar göndererek onların da Kur’ân’ı öğrenmesini sağlardı. Ashâb‐ı Kiram Hazretlerinin hayatlarında önem verdiği şeylerin en başında Kur’ân’ı öğrenme, öğretme, anlama ve hayatlarına aktarma faaliyeti geli‐yordu. Bu konuda birbirleriyle istişare ve müzakere ederek bilgi aktarımı yapıyorlar, edindiği doğru bilgileri eşlerine ve çocuklarına öğretiyorlardı. Sahâbeden bir kadının mehrinin, kocasının kendine öğreteceği bir sûre ol‐ması, o kadın için göz aydınlığı ve sevinç kaynağı sayılırdı.53 Kadının mehir hakkı baki olmakla beraber şartlara göre bir sûre öğretilmesinin mehir bedeli sayılmasına Rasûl‐i Ekrem (s.a.v.) tarafından cevaz verilmesi, sahâbe dev‐rinde Kur’ân’a bakışa dair önemli bir ipucu sayılabilir. Keza ashâb arasında
48 Tevbe 9/128. 49 Buhârî, Fezâilü’l‐Kur’ân, 21; Ebû Davud, Salât, 349. 50 Müslim, Salâtü’l‐Misâfirîn, 251. 51 Tirmizî, Sevâbü’l‐Kur’ân, 18. 52 Buhârî, Fezâilü’l‐Kur’ân, 7, Îtikaf, 17; Bed’ul‐Vahy, 5, 6; Savm, 7; Menâkıb, 25; Müslim,
Fezâilü’s‐Sahâbe, 50, 98, 99. Nesâî, Sıyâm, 2. Kur’ân’ın arzıyla ilgili olarak Bk. Muhammed Abdülazîm ez‐Zerkanî, Menâhilü’l‐İrfân Fî Ulûmi’l‐Kurân, Dâru İhyâ, 3. baskı, I, 234.
53 Ebû Davud, Nikâh, 30.
HZ. PEYGAMBER’İN HAYATINDA KUR’ÂN MERKEZLİ TEBLİĞİN ÖNEMİ 559
geceleyin, teheccüd kılmak ve bunun öncesinde, sonrasında Kur’ân okumak geleneği yaygındı. Hatta geceleyin sahâbe evlerinin yanından geçen kişi, arı uğultusunu andıran bir ses duyabilirdi.54 Bu tür bir uğultu, Mescid‐i Ne‐bî’deki Kur’ân okuyuşlarında da duyulurdu. Hatta Hz. Peygamber (s.a.v.), çok sayıda sahabînin okuyuşunun birbirlerini olumsuz etkilememesi için her bir şahsın kısık sesle okumasını tavsiye ediyordu. Ashâb arasında Kur’ân’ı ezberlemeye ilgi de çok fazlaydı. Hatta bunlar arasında Hz. Peygamber’in sağlığında ezberlemeye başlamış olmakla beraber onun vefatından sonra tamamlayanlar da vardı.55 İslâm âlimlerinin tespitlerine göre bu durum yani ashâbın Kur’ân’ı öğrenmeye, öğretmeye, anlamaya, ezberlemeye ve yaşa‐maya iştiyâkı, Kur’ân mûcizesinin canlı bir örneği olduğu gibi,56 Hz. Pey‐gamber’e (s.a.v.) bu denli samimi yakınlık gösteren sahâbenin mevcudiyeti de, Kur’ân’la birlikte ona ihsan edilmiş en büyük mûcizedir.57
Şimdi Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatından Kur’ân merkezli tebliğe ba‐zı örnekler verebiliriz:
Kureyş’in ileri gelenlerinden Utbe b. Rebîa, Kureyş kabilesinden yetki alarak Hz. Peygamber’i (s.a.v.) bazı vaatlerle davasından vazgeçirmeyi dü‐şündü ve onun yanına giderek, “Asil bir aileden geldiğini belirttikten sonra atalarının dinini ve tapındıkları putlarını kötülediğini, Mekkeli hemşerilerini putla‐ra bağlılığı sebebiyle düşüncesizlikle suçladığını” hatırlattı; “Yürümekte olduğu yoldan geri dönmesi için bazı tekliflerde bulunacağını ve bunlardan bazılarını kabul edeceğini umduğunu” söyledi. Bu doğrultuda ona zenginlik, reislik, meliklik gibi o günkü şartlarda erişilmesi kolay olmayan şeyler teklif etti. Buna göre yürütülecek bir kampanya ile hiç kimsede olmayan bir zenginliğe sahip olabileceğini, kendisine danışılmadan önemli işlerde asla karar verilmeyecek bir şeref payesine kavuşabileceğini, herkesin kendisine itaat edebileceği büyük bir saltanata da isterse erişebileceğini hatırlattı. Bunların hâricinde herhangi ruhsal bir hastalığa tutulmuşsa gerekirse en ünlü tabiplere başvu‐rarak tedavi ettirilebileceğini de ilave etti.
54 İbn Sa’d, Tabakât, III, 110; İbnü’l‐Esîr, el‐Kâmil, III, 284. 55 ez‐Zerkanî, ez‐Zerkanî, Menâhilü’l‐İrfân, 234‐235. 234‐235. 56 Mustafa Sâdık er‐Râfiî, İ’câzu’l‐Kur’ân, Dâru’l‐Kitâbi’l‐Arabî, Beyrut 1990, s. 158‐159. 57 Karafî, el‐Furûk, tahkik: M. Ahmed Serrac‐Ali Cuma, Dârusselâm, 2001, IV, 305.
560 VAHYİN NÜZÛLÜNÜN 1400. YILINDA HZ. MUHAMMED (S.A.V.)
Hz. Peygamber (s.a.v.), Utbe b. Rebîa’nın sözlerini dinledikten sonra ona Fussılet sûresinin ilk altı âyetini okuyarak cevap verdi.
Utbe, elini boynu arkasına bağlamış vaziyette pürdikkat Hz. Peygam‐ber’in (s.a.v.) okuduklarını dinlemekteydi. Hz. Peygamber (s.a.v.), “Ey Utbe! Okuduklarımı dinledin. Artık ötesini sen düşün” dedi. Utbe, kalkıp kendisini merakla bekleyenlerin yanına gitti. Bekleyenler olan bitenden haber almak isteyince Utbe onlara şöyle dedi:
‐ Yemin ederim ki, benzerini bu zamana kadar hiç duymadığım son derece il‐ginç sözler işittim; bu sözler, ne şiir, ne büyü, ne de kâhin sözleridir! Beni dinleyin de hatırım için bu işin peşini bırakın, bu şahısla uğraşmaktan vazgeçin, istediğini yapsın, ona dokunmayın. Yemin ederim ki kendisinden işittiğim sözlerin büyük bir sonucu olacaktır…
Ne var ki, Utbe’nin bu teşebbüsünden Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dava‐sından bir şekilde vazgeçtiği haberini bekleyenler, tam aksine değerlendir‐meler işitince, “Ey Utbe! O, seni diliyle büyülemiş!” demekten kendilerini ala‐madılar.
Utbe de, kendisini bekleyenler de câhiliye kompleksini yenemediği için Müslüman olmadılar, ama değerlendirmelerine kulak verilirse ünlü şair Utbe’nin Hz. Peygamber’den (s.a.v.) dinlediği Kur’ân âyetlerinden çok etki‐lendiği ve onun icâzı karşısında bir söz söyleyemez duruma düştüğü anla‐şılmaktadır.58
* * *
Geleneğe göre Kâ’be’yi topluca ziyaret günleri yaklaşınca Velid b. Muğire önderliğinde bir müşrik topluluğu, şehre akın edecek halk kitleleri‐ne Hz. Peygamber (s.a.v.) hakkında karalama kampanyası planladılar. Bu amaçla onu “kâhin, akıl özürlü/mecnun, şair, büyücü” gibi şeylerden biriyle yaftalamak istediler. Ama Velid’e göre, Hz. Peygamber’de (s.a.v.) bunların hiç biri yoktur. Zira ondan dinlediği Kur’ân âyetlerinde bambaşka bir letafet vardır, onun Kur’ân merkezli sözlerinin başlangıcı sapasağlam bir hurma
58 İbn Hişam, es‐Sîretü’n‐Nebeviyye, I, 313‐315; İbnü’l‐Esîr, el‐Kâmil, II, 70.
HZ. PEYGAMBER’İN HAYATINDA KUR’ÂN MERKEZLİ TEBLİĞİN ÖNEMİ 561
ağacını andırır, sonu da bu ağacın leziz meyveleri gibidir…59 Bununla bera‐ber iftira kampanyası çerçevesinde Hz. Peygamber’de (s.a.v.) olmayan bir şeyi varmış gibi göstermekte kararlı idiler. Güya böyle yapmakla insanların ona olan temayülünü yıkmak istiyorlardı. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in (s.a.v.) okuduğu Kur’ân âyetlerinin etkisiyle onun izinden giderek aileleriyle ters düşenleri merkeze almak sûretiyle ona büyücü demeyi karar altına aldı‐lar. Hâlbuki böyle bir durumun onda olmadığını kendileri de açıkça biliyor‐lar ve bunu kendi aralarında itiraf ediyorlardı.
* * *
Sürekli Rasûl‐i Ekrem’in (s.a.v.) dilinde olan Kur’ân âyetleri, insanların iman hakikatine ilk adımı atmalarında çok etkili idi. Hatta kimileri dünyevî mevkilerini kaybetme endişesiyle iman etmeseler de Kur’ân’ın tesirine ka‐pılmaktan kendilerini alamıyorlardı. Nitekim Ebû Cehil gibi müşriklerin ileri gelenleri bile Kur’ân dinlemeyi gizlice düşünüp araştıranlar arasınday‐dı. Nitekim Kur’ân’ın etkisiyle Mekkelilerin İslâm’a yönelmelerinin hızlan‐dığı günlerde Ebû Süfyan b. Harb, Ebû Cehil b. Hişam, Ahnes b. Şerîk birbir‐lerinden habersiz, bir gece, Kur’ân dinlemek üzere Hz. Peygamber’in evinin civarına mevzilendiler. Hz. Peygamber (s.a.v.) geceleyin uyandı, namaz kıldı, Kur’ân okudu. Bu üç kişi sabaha doğru dağıldılar, fakat evlerine gi‐derken yol kesişti ve karşılaştılar, itiraf edemeseler de üçü de aynı şeyi yap‐mıştı, birbirlerini kınadılar, bazıları bunu fark ederse kendileri açısından kötü gelişmeler olabileceğini düşündüler ve ayrıldılar, fakat üç gece peş peşe benzer âkıbete düşmekten kendilerini alamadılar. Nihayet birbirleriyle kesin sözleşmek sûretiyle bir daha tekrarlamamak üzere ayrıldılar. Aksi halde davaları zarar görebilirdi.60 Bu üç kişinin dinledikleriyle ilgili değer‐lendirmeleri, esasında Kur’ân’ın gücünü fark ettiklerini gösteriyor. Bu bağ‐lamda Ahnes b. Şerîk’in Hz. Muhammed’den (s.a.v.) dinledikleri hakkında ne düşündüğü sorusuna Ebû Cehil’in cevabı hayli ilginç görünüyor. O diyor ki: “ Biz Abdümenafoğulları ile şan ve şeref yönünden şimdiye kadar çekiştik dur‐duk. Onlar halka yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Onlar bağışta bulundular, biz de
59 İbn Hişam, a.g.e., I, 289. 60 İbn Hişam, a. g. e., I, 337‐338.
562 VAHYİN NÜZÛLÜNÜN 1400. YILINDA HZ. MUHAMMED (S.A.V.)
bulunduk. Onlar arabuluculuk yapıp diyet yüklendiler, biz de yüklendik. Artık kulak kulağa giden yarış atı durumuna gelince onlar ‘şimdi bizim içimizde kendisine vahiy gelen bir peygamber var’ dediler. Biz bunun dengini nereden bulup çıkaraca‐ğız? Vallahi hiçbir zaman onu tasdik edemeyiz!”61
* * *
Anlaşılıyor ki, Mekke dönemi şartlarında Kur’ân, hem eda‐sada bakı‐mından hem de derin mesajları itibariyle dinleyenleri etkilemesi bir yana Müslüman varlığının ötekilere duyurulması açısından önem taşıyordu. Bu sebeple Abdullah b. Mes’ud’un (r.a.) Hz. Peygamber’den sonra Kâ’be civa‐rında cehrî olarak ilk Kur’ân okuyan şahıs olmasının da konumuz açından bir önemi olsa gerektir. Nitekim Müslümanlardan bir grup, Kâ’be civarında toplanan müşriklerin ileri gelenlerini kastederek “Keşke bunlara Kur’ân’ı du‐yuracak biri çıksaydı!” diye içlendiler. Bu esnada Abdullah b. Mes’ud (r.a.) heyecanla, “Bunu onlara ben yarın duyurabilirim” deyince “çevresi geniş olup akraba desteğine erişebilecek birinin bunu daha rahat yapabileceğini, aksi halde eza cefaya maruz kalmanın muhtemel olacağını” söylediler. Fakat o, bu gerekçeyi duyduğu halde ertesi gün kuşluk vakti, Kâ’be’ye gitti, kalabalığın ortasına girmek sûretiyle besmele ile Allah’a sığınıp Rahman sûresi’ni okumaya baş‐ladı. Müşrikler, başlangıçta şaşkınlık yaşadılar. Daha sonra, okunanların Kur’ân olduğunu anlayınca, onun tesir gücünün de farkında oldukları için darp ile hırpalayarak Abdullah b. Mes’ud’u (r.a.) susturmaya çalıştılar. Hü‐cumun şiddetini artırsalar da o, Allah’ın yardımıyla okumasını sürdürdü ve üstü başı kan içinde oradan uzaklaştı. O’nu bu vaziyette gören mü’minler, başına gelenlerden dolayı çok üzülseler de o, “Allah düşmanları hiçbir zaman benim yanımda şu andaki kadar zayıf duruma düşmemişlerdi. İsterseniz yarın da okuyabilirim” diyerek ciddi bir duruş sergiledi. Buna karşılık arkadaşları ona “Zor şartlarda da olsa müşriklerden önemli kişilerin katılabildiği bir mecliste Kur’ân’ı okumakla önemli bir vazife îfa ettiği için” kendisine teşekkür ve Cenâb‐ı Hak nezdinde mertebesinin yükselmesi için dua ettiler.62
61 İbn Hişam, a.g.e., I, 337‐338. 62 İbn Hişam, es‐Sîre, I, 336; İbn Sa’d, Tabakât, III, 151; İbn Hacer, el‐İsâbe, II, 329.
HZ. PEYGAMBER’İN HAYATINDA KUR’ÂN MERKEZLİ TEBLİĞİN ÖNEMİ 563
Şimdi şöyle bir soru soralım: “O günkü şartlar altında müşriklere Kur’ân’ı duyurmak isteyenin saldırıya maruz kalacağını bildikleri halde Müslümanlar bunu niçin istiyorlardı?” Buna çeşitli cevaplar verilebilirse de makul cevaplardan biri şu olabilir: Mekke dönemi tebliğ faaliyetlerinin merkezinde yer alan Kur’ân‐ı Kerim, muarızları susturucu, inatçıları hayrette bırakıcı, mülayim ve mantıklıları ikna edici bir özelliğe sahipti. Şâirler, hatipler, onun icaz ve belâğatı önünde acze düşmekteydiler. İman eden ediyordu. Mele’ grubu gibi çıkarlarının elden gideceğini düşünerek imandan uzak duranlar ise menfaat‐lerinin kaybolacağı endişesiyle İslâm’a karşı çıkıyorlardı. Bunu yaparken de ilk önlemeye çalıştıkları şey Kur’ân’ın kendilerine ve çevrelerindeki yakınla‐rına duyurulmasının önlenmesiydi. Çünkü Kur’ân’ın, gönüllere hâkim olan yüksek etkileme kuvvetinin farkındaydılar.
Müşrikler, Mekke döneminde Kur’ân merkezli tebliğin insanlar üzerin‐deki kalıcı tesirinin o derece farkında idiler ki, kalabalık insanlar arasında Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ve ashâbının okuduğu Kur’ân âyetlerinin duyul‐masını önlemek ve insanlara sakin ortamda ulaşmasını engellemek için gü‐rültü‐patırtı çıkaran özel tim/yürüyen gürültü kuleleri oluşturdular.
* * *
Habeşistan muhâcirleri Kureyş müşriklerince sınır dışı ettirilmek iste‐nirken, kafile reisi konumunda olan Ca’fer b. Ebî Tâlib’in (r.a.) mantık doku‐su çok güçlü bir savunması vardır. Kralın huzurunda yaptığı bu savunma‐sında Hz. Ca’fer fevkalade bir başarı elde etti.63 Bu süreçte bu şaheser sa‐vunmanın Habeşistan hükümdarının şefkat ve adalet duygularını harekete geçirdiğini fark eden Mekke yönetiminin elçileri (Abdullah b. Ebî Rebîa ve Amr b. el‐As), “Bunlar Îsa ve Hıristiyanlık hakkında iyi düşünmezler” diyerek Habeşistan saray erkânını tahrik etmek istemişlerse de Hz. Ca’fer’in buna karşı cevabı, Kur’ân’dan bir âyet okuyarak olmuştur: “…Meryem oğlu Îsâ Mesîh, ancak Allah’ın peygamberi, Meryem’e ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve kendisinden bir ruhtur …”64
63 Savunmanın muhtevası için bk. İbn Hişam, es‐Sîre, I, 359‐362; İbn Sa’d, Tabakât, I, 203‐207;
İbnü’l‐Esîr, el‐Kâmil, II, 80‐82. 64 Nisâ 4/171.
564 VAHYİN NÜZÛLÜNÜN 1400. YILINDA HZ. MUHAMMED (S.A.V.)
Hükümdar bu âyetin merkeze alındığı açıklamayı Hz. Ca’fer’den dinle‐dikten sonra iyice tatmin olmuş ve Müslümanların, kendi ülkesinde huzur içinde kalıp dinlerinin gereğine göre yaşayabileceklerine izin vermiştir.
Burada, Hz. Ca’fer’in Kur’ân’a vukûfiyeti ve ‐tıpkı Peygamberimizde (s.a.v.) olduğu gibi‐ muhataplarına Kur’ân’dan âyetlerle cevap vererek so‐nuç alması, konumuz açısından mühimdir.
* * *
Hz. Ebû Bekir, tesirli edasıyla Kur’ân okuyunca Mekkeli kadınlar ve ö‐zellikle gençler, Müslümanlığa meylediyorlardı. Hz. Ebû Bekir’in okuyuşuy‐la çevreye Kur’ân’ın kuşatıcı mesajı yayılıyordu. Müşrikler, aralarında say‐gın bir konumda olan Hz. Ebû Bekir’e başlangıçta eziyet etmeyi düşünmedi‐lerse de Kur’ân’ı duyulacak yerlerde okumaması hususunda kendisine müh‐let verdiler. Hâlbuki o, evinin bahçesindeki bir gölgelikte Kur’ân okuyor, namaz kılıyordu. Buna devam etti. Bunun üzerine, bundan geri durmadığı takdirde şiddet kullanmak zorunda kalacaklarını söylediler. Hz. Ebû Bekir, onların taleplerine boyun eğmektense Habeşistan’a göç etmeyi denedi. Şehri terk ettikten sonra İbnü’d‐Duğunne adlı önemli bir şahıs onu himayesine almakta ısrar ettiği için geri döndüyse de müşrikler bu sefer de himaye ede‐ni sıkıştırdılar ve Hz. Ebû Bekir’in himaye edilmesine ancak Kur’ân’ı görüle‐cek ve duyulacak yerlerde okumaması kaydıyla müsaade edebileceklerini belirttiler. Çünkü Hz. Ebû Bekir, İbnü’d‐Duğunne’nin himayesiyle göçten vazgeçerek geri döndükten sonra da evinin bahçesindeki gölgelikte Kur’ân okumaya devam ediyordu. Müşriklerin mele’ grubunun baskısı üzerine İbnü’d‐Duğunne, himaye konusunda Hz. Ebû Bekir’e özür beyan etmek zorunda kaldı, Hz. Ebû Bekir de Kâ’be önünde onun himayesinden ayrıldı‐ğını Mekkelilere açıkladı. O, zâten Allah’ın himayesinde idi. Hz. Ebû Bekir bütün sınırları zorladıktan sonra şartları gözeterek namazı evinin içinde görünmeyen yerde kılmaya, Kur’ân’ı da dört duvar arasında duyulmayan bir yerde okumaya devam etti.65
65 İbn Sa’d, Tabakât, III, 169‐214; İbn Hişam, a. g. e., I, 267 vd.; Sahîh‐i Buhârî Muhtasarı Tecrîd‐i
Sarîh Tercemesi ve Şerhi, IX, 328‐344; Hersekli Mehmed Kâmil, Metâliu’n‐Nücûm, I, 6 vd.d..
HZ. PEYGAMBER’İN HAYATINDA KUR’ÂN MERKEZLİ TEBLİĞİN ÖNEMİ 565
Onlar esasında Hz. Ebû Bekir’e ve İbnü’d‐Duğunne’ye karşı değildiler. Peki, neye karşı idiler? Tabiî ki Hz. Ebû Bekir’in okuduğu Kur’ân’ın, kadın‐erkek ve özellikle gençler tarafından duyulmasına, anlaşılmasına, üzerinde düşünülmesine karşı idiler. Çünkü buna izin verdikleri takdirde Müslüman‐lığa meyledenler giderek artıyordu. Câhiliye devrinin en köklü gelenekleri arasında yer alan himayeciliğin bile geçersiz sayıldığı bu örnek, bize, İs‐lâm’ın ilk yayılış yıllarında Kur’ân merkezli tebliğin önemini gösteriyor.
* * *
İlk Müslümanların, İslâm’ı tercihlerine bağlı olarak akraba grubundan ve diğer müşriklerden gelen çeşitli baskılar sonucunda ortaya çıkan prob‐lemleri çözmede ve bu yeni durumlara uygun davranış geliştirmede Kur’ân onların gören gözü, konuşan dili oldu.
Meselâ Sa’d b. Ebî Vakkas’ın (r.a.) İslâm’a girişini annesi protesto edince doğru davranışın ne olacağını Kur’ân bildirdi.66
Hz. Ebû Ubeyde b. el‐Cerrah’a ise babası muhalefet etmiş ve bu du‐rumda nasıl davranılacağına Kur’ân açıklık kazandırmıştır.67
Yâsir (r.a.) ve Sümeyye’nin (r.a.) şehâdetine tanık olan oğul Ammar da, ‐gönlünün derinliğinde imanını muhafaza kaydıyla‐ müşriklerin beklediği bazı kelimeleri söylemek zorunda kalınca, canı kurtulsa da ruhunu sarsan derin sıkıntıdan onu Kur’ân selâmete çıkarmıştı.68
* * *
Ünlü Muallaka şairlerinden Lebid b. Rebîa’nın (ö. 40‐41/660‐661) İslâm’a girişinde Kur’ân‐ı Mu’cizülbeyân’ın etkili olduğu kuvvetli bir görüş olarak dile getirilir. O, Müslüman olduktan sonra Kur’ân’ın tesiriyle şiirlerinde eski câhiliye tasvirlerini terk etmiş, bunun yerine takvâ, sâlih amel, ölüm ve âhi‐ret hazırlığı gibi mev’ıza ve hikemiyat ağırlıklı temalar işlemiştir. “İyi biliniz ki, Allah’tan başka her şey bâtıldır, her nimet de şüphesiz zevale mahkumdur” bey‐
66 Lokman 31/15. 67 Mücâdele 58/22. 68 Nahl 16/106.
566 VAHYİN NÜZÛLÜNÜN 1400. YILINDA HZ. MUHAMMED (S.A.V.)
ti, Lebîd’in İslâmî şiire dönüşünün ana ruhunu oluşturmuş ve Hz. Peygam‐ber’in de (s.a.v.) takdirini kazanmıştır.69
* * *
Birinci Akabe biatından sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine’ye Mus’ab b. Umeyr’i (r.a.) muallim olarak gönderdi. Bu zâtın söz konusu görevi yürü‐tebilecek yeteneği ve birikimiyle ilgili farklı şeyler söylenebilirse de en başta Kur’ân’a vukûfiyeti ve hâkimiyeti ifade edilmelidir. Çünkü o, Medine’deki tebliğ faaliyetlerinde daha ziyade Kur’ân‐ı Kerîm’den muktezây‐ı hâle mu‐vafık âyetleri okuyarak muhataplarını ikna ediyordu. Bu münasebetle Me‐dine’de meydana gelen İslâmlaşmanın yaygınlık kazanmasında Hz. Mus’ab’ın, Peygamberimizden öğrendiği veçhile insanlara Kur’ân diliyle hitap etmesinin önem taşıdığı rahatlıkla ifade edilebilir.
* * *
Peygamberliğin 11. yılında (620) Rasûl‐i Ekrem (s.a.v.) Mekke’den Minâ’ya gidilirken solda bir yer olan Akabe’de Medine’den gelmiş Hazrec kabilesine ait altı kişi ile karşılaştı. Bunlar, hasımları olan Evs’e karşı Kureyş’ten destek sağlamaya gelmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.v.) onlara îman esaslarını anlattı, İslâm ve Kur’ân hakkında bazı bilgiler verdikten sonra onları İbrahim sûresi’nin 35‐52. âyetleriyle baş başa bıraktı.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) okumuş olduğu Kur’ân âyetlerinin fevkalade etkisinde kalan başta Es’ad b. Zürâre olmak üzere Medineli altı kişi, kendi beldelerinin İslâm’a ilk girenleri arasına katıldılar.
Bu hep böyle devam etti; Medine’deki yayılma sürecinde ilk altı kişinin Kur’ân’la tanışmasıyla başlayan İslâmlaşmanın ‐farklı faktörler devreye girmiş olsa da‐ merkezinde sürekli Kur’ân‐ı Mübîn’in olduğunda şüphe yoktur.
* * *
69 Süleyman Tülücü, “Lebîd b. Rebîa”, DİA, XXVII, 121‐122.
HZ. PEYGAMBER’İN HAYATINDA KUR’ÂN MERKEZLİ TEBLİĞİN ÖNEMİ 567
Bütün bu örneklerden sonra şunu söylememiz gerekiyor:
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) tebliğ hayatında Kur’ân, merkezde yer alıyor‐du, müthiş bir tesir gücüne sahipti. Çünkü o, Allah kelâmı idi. Hz. Peygam‐ber (s.a.v.) ve onun izinden giden Hz. Ebû Bekir’ler, Hz. Abdullah b. Mesud’lar, Hz. Mus’ab’lar, Hz. Ömer’ler, Hz. Ali’ler, Hz. Ubey b. Kâ’b’lar ve diğerleri, Kur’ân’ı bütün sözlerin üstünde tutuyorlardı. Onlar, böyle bir bağlanışla Kur’ân’ı okuyorlar, anlıyorlar, özümsüyorlar ve temsil ediyorlar‐dı. Böylece ortaya “Kur’ân insanı” veya “Yaşayan Kur’ân” denilen bir örneklik çıkıyordu ki, bu tavsif en başta ümmet için “Üsve‐i Hasene” olan Rasûl‐i Ek‐rem’e (s.a.v.) yakışmaktadır. Hayatını Kur’ân ahkâmıyla tanzim eden bu örnekliğe tanık olanlar, Kur’ân insanının şahsında İslâm’ın özünü gördüler, Kur’ân insanının edâ, sadâ, etvar ve efâlinden etkilendiler, ihtida yolunda ilk rahmet esintisini böylece ruhlarında hissettiler.