117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün...

249
1

Transcript of 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün...

Page 1: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

1

Page 2: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

2

İNSÂN-I KÂMİL Abdülkerim Cîlî

Abdülkadir Akçiçek tercümesi

Cilt (1/ Kitap/5) (14/20) BÖLÜMLERİ.

NECDET ARDIÇ

TERZİ BABA

ŞERHİ

İRFAN SOFRASI

NECDET ARDIÇ

TASAVVUF SERİSİ (117-90/1-5)

Page 3: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

3

İnsân-ı Kâmil

Abdülkerim Cîlî

Abdülkadir Akçiçek tercümesi

Cilt (1/ Kitap/5)

(4/13) Bölümleri.

Necdet Ardıç Terzi Baba

Şerhi

Kayda Alanlar Erhan Aytaç, Nurbil Aytaç

Düzenleyen Terzi Baba

Adres

Büro: Ertuğrul Mahallesi Hüseyin Pehlivan Caddesi No: 29/5

Servet Apt. 59 100 Tekirdağ

Ev: 100 yıl Mahallesi Uğur Mumcu Caddesi

Ata Kent Sitesi A Blok Kat 3, D. 13. Süleyman paşa Tekirdağ

Tel: (0282) 408 93 84

(0533) 7743937

www.terzibaba13.com

[email protected]

Page 4: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

4

Sayfa no’su

İçindekiler:………………………………………………………… (4)

Önsöz:……………………………………………………………….. (5)

14-Bölüm-Sıfatlar tecellisi:…………………………………… (8)

15-Bölüm-Zat tecelligâhı:………………………………….. (124)

16- Bölüm-Hayat:…………………………………………….. (148)

17- Bölüm-İlim:……………………………………………….. (180)

18- Bölüm-İrade:……………………………………………… (205)

19- Bölüm-Kudret:……………………………………………. (216)

20- Bölüm-Kelâm:……………………………………………. (227)

Terzi Baba kitapları listesi:………………………………… (241)

Page 5: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

5

ÖNSÖZ

Muhterem okuyucularım, sevgili kardeş ve evlâtlarımız. Uzun zamandır sohbetlerini yaparak kayda aldığımız Abdülkerim Cîlî Hz. nin gerçekten çök yüce hakikatleri bünyesinde bulunduran “İnsân-ı Kâmil” isimli kitabının acizane şerhi bittikten epey zaman sonra, nihayet onun da ses kasetlerinin kayda geçirme işlemleri de bittikten sonra, bu sahada hizmeti geçen evlâtlarımıza teşekkür ederim sağ olsunlar.

Daha sonra kayda geçen bu ses kayıtlarının okuyucularımıza sunulabilmesi için kitap haline dönüştürülmesi gerekiyordu vakti gelmiş ki Rabb’im izin verdi, şükür “giriş” bölümü şerhi ile birinci kitap tamamlanmış oldu. “mukaddime” bölümü ile de ikinci kitap tamam olmuştu. Zat, İsim. Sıfat, bölümleri ile de, üçüncü kitap tamam olmuştu. Daha sonrada,

4-Bölüm-Ulûhiyyet.

5-Bölüm-Ahadiyyet.

6- Bölüm-Vahidiyyet.

7- Bölüm-Rahmâniyyet.

8- Bölüm-Rububiyyet.

9- Bölüm-A’mâ.

10- Bölüm-Tenzih.

11- Bölüm-Teşbih.

12- Bölüm-Fiiller tecellisi.

13-İsimler tecellisi.

Bölümleri ile de, dördüncü kitap tamam olmuştu.

Bu kitap ile de.

14-Bölüm-Sıfatlar tecellisi.

15-Bölüm-Zat tecelligâhı.

16- Bölüm-Hayat.

17- Bölüm-İlim.

18- Bölüm-İrade.

19- Bölüm-Kudret.

Page 6: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

6

20- Bölüm-Kelâm.

Mertebe/bölümleri anlatılmaya çalışılacaktır.

İnşeallah ileriki zamanlarda bölüm, bölüm tamamı kitaplar halinde sizlerin okuyabilmenize sunulacaktır. Bu ve benzeri kitapların İnsan tefekkür ufkunda çok büyük hedefleri gösterdiği aşikârdır. Cenâb-ı Hakk bu ve benzeri kitaplarda kendi hakikatlerini kendi bildirmesiyle ve evvelâ Peygamber Efendimizin bizlere aktarımı ve daha sonra da büyüklerimizin bu günlere kadar bizler dahil günümüz insanına kadar ulaşmasını sağlayan büyüklerimiz, İrfan ehline şukranlarımızı sunarız.

Bütün âlemlerin bir harikası olan “İnsân” ne yazık ki kendi değerini, varlığının üzerinden binlerce sene geçtiği halde, çok azı müstena, anlamış ve kadrü kıymetini bilmiş değildir. Ayrıca bu kıymetini anlamamakta ısrar etmekte ve kısa süreli nefsi emmâre içinde olduğu dünya yaşantısını tercih edep, İlâh-i ve ebedi hayatını heba etmekte, gerek birey gerek toplum olarak, hazin bir sona doğru sür’atle gitmektedir.

İşte elimizde bulunan bu kitap ve benzerleri, kişiye evvelâ kendini sonra da Rabbını tanıtıcı haliyle tefekkür hayatımızda çok büyük bir yeri olması lâzım gelmektedir. İnsan ki “Hakk’ın zât-i zuhur mahalli ve âlemin göz bebeği”dir. Bu hakikatini yerinde kullanamadığından ne yazık ki yerlerde sürünmektedir. Yerlerde sürünmekten kurtulup ayağa kalkması ve asli asaletine ulaşması, bu ve benzeri tevhid kitaplarında belirtilen kendi hakikatlerini anlaması ile ancak mümkün olacaktır.

Umarım Azrâîl (a.s.) ile zaruri ölüm gelmezden evvel ihtiyari ölüm ile, bu dünyanın ve kendi beden dünyamızın hakikatini idrak etmiş olarak varlığımızı daha evvelden Hakk’a teslim ederiz de Azrâîl (a.s.) geldiğinde varlığımızda sadece geriye kalmış bir çuval et ve kemikten başka bir şey bulamamış olsun.

Rabb-ımızdan cümlemizi gaflet ehli olmamızdan korumasını, ve bizlere kendi varlığından varlık vermiş olduğundan, kendi aklından da akıl vermesini niyaz ederim.

Bu bölümde,

14-Bölüm-Sıfatlar tecellisi.

15-Bölüm-Zat tecelligâhı.

16- Bölüm-Hayat.

17- Bölüm-İlim.

Page 7: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

7

18- Bölüm-İrade.

19- Bölüm-Kudret.

20- Bölüm-Kelâm.

Hakikatlerinden bahsedilecektir. Bu seriden beşinci kitaptır. Akıl ve idraklerimizin kısmen dahi olsa açılmalarını Cenâb-ı Hakk’tan dilerim. T.B.

-------------------

Page 8: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

8

حیم حمن الر سم الله الر بBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

SIFATLAR TECELLİSİ

14. BÖLÜM

SIFATLAR TECELLİSİ

Yüce ve sübhan olan Hakkın zatı, kullarından birine; sıfatlarından biri ile tecelli edince… o kul; Tecellisini aldığı o sıfatın semasında yüzmeye başlar…

İcmal yolu ile, o sıfatın son haddine ulaşır…

— İcmal yolu…

Dedik… Çünkü: Tafsil yolu kapalıdır…

-------------------

14. BÖLÜM

SIFATLAR TECELLİSİ

Yüce ve sübhan olan Hakkın zatı, kullarından birine; sıfatlarından biri ile tecelli edince… o kul; Tecellisini aldığı o sıfatın semasında yüzmeye başlar…

İcmal yolu ile, o sıfatın son haddine ulaşır…

- İcmal yolu…

Dedik… Çünkü: Tafsil yolu kapalıdır… Yani bir sıfatın hakikatini idrak etmek ancak icmal yollu yani toplu olarak olur. Tafsilatının tamamını anlamak mümkün değildir. Çünkü mevcut malzememiz bunu almaya yeterli değildir, yani akıl kapasitemiz sıfatların hakikatini yani tafsilatını anlamamıza yetmiyor ve gereği de zaten yoktur. İcmal yollu olarak bir şeyi bilmek onu aynı zamanda tafsil yollu bilmekte demektir. Ama tafsili olarak her bir ferdi ve tecelliyi bilmemize gerek yoktur. Öğrenmeye çalışırsakta boşuna zaman kaybı olur. Çünkü küllisi bizi ilgilendirmiyor. Şöyle düşünelim, Mesela Cenab-ı Hakk, Rezzak sıfatıyla tecelli etti bir tarlada diyelim. Biz o tarladan bir başağı idrak etmemiz, tamamını idrak etmemiz gibidir. Çünkü diğerleri onun devamı aynısı olur. İşte bu icmal yollu yani bir fertten bütün fertleri idrak etme yoludur. Ama bir dönümlük bir tarla içerisinde kaç tane kök var, kaç tane başak var, o kaç tane başağın her birerlerinin boyları ne

Page 9: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

9

kadar, her birinde kaç tane yaprak var, her birinde kaç tane dane var. İşte tafsil yollu bunu anlamaya yol yoktur ama gerekte yoktur. Ama onların bir tanesini bildiğimiz zaman hepsini icmal yollu olarak yahut toplu olarak bilmiş oluyoruz. Bir orman diyelim, ağacın bir tanesini bildik mi, ormanda kaç tane ağaç var, üzerinde kaç dalı, kaç yaprağı var... bunları bilmemize gerek yoktur. Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor.

-------------------

Şu bir gerçektir ki, sıfat tecellisine mazhar olan zatlara gelen tecelli ancak, icmal yolu ile gelir; tafsil yolu ile değil… O gelen tecellide toplu olarak gelir.

-------------------

Kul, bir sıfatın semasında yüzmeğe başlar; icmal yolu ile onun kemaline ulaşırsa… o sıfatın arşını doldurur…

Yani; Kendi aldığı sıfatın…

Bundan sonra, diğer bir sıfatla karşılaşır; onunla olan hali de önceki gibi sürer, gider…

O kul, bu halinde devamlıdır…

Taa, sıfatları tüm olarak, yukarıda anlatıldığı gibi ikmal edinceye kadar…

-------------------

Ey kardeşim, bir kulun yukarıda anlatılan hale gelmesi, seni işkillendirmesin…

— Müşkil iştir…

Demeyesin… Bu, olur; şöyle ki:

Yüce Hak bir kula, isimlerinden veya sıfatlarından biri ile tecelli etmeyi dilediği zaman, zaten o kul fena bulur... O kadar ki: Kendinden geçer… Varlığı kalmaz… Onu, kendi varlığı bağından söker…

Kulun kendinde vehmettiği nuru söndüğü zaman, kulda; halkıyete bağlanan ruhu fena bulduğu zaman, ondan aldıklarına karşılık kendisi kalır; .zatı kalır…

O kulun heykelinde; yüce Hak kaim olur…

-------------------

Ey kardeşim, bir kulun yukarıda anlatılan hale gelmesi,

Page 10: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

10

seni işkillendirmesin…

- Müşkil iştir…

Demeyesin… Bu, olur; şöyle ki:

Yüce Hak bir kula, isimlerinden veya sıfatlarından biri ile tecelli etmeyi dilediği zaman, zaten o kul fena bulur... O kadar ki: Kendinden geçer… Varlığı kalmaz… Onu, kendi varlığı bağından söker… İşte bu fenafillah, isimler tecellisinde, sıfatlar tecellisinde bakabillah olur. Yani o kul fena bulur, kendi nefsaniyetinden fena bulur. Tabi o nefsaniyetinden fena bulduğu zaman, Hakk onda baki kalır bu sefer. O kulun kendine ait bir varlığı kalmaz. Onu beşeriyetinden, nefsaniyetinden, o sıfat tecellisi söker.

Kulun kendinde vehmettiği nuru söndüğü zaman, "Ven necmi iza heva" Bu heva yıldızı, vehim yıldızı söndüğü zaman. kulda; halkıyete bağlanan ruhu fena bulduğu zaman, Yani kulun halkıyete dönük yönü, ruhu işte bu da vehim zaten. Ruh deniyor ama vehmi yönde faaliyet gösteriyor. Nurani yönde değil gösterdiği faaliyet, nefsani yönde faaliyet gösteriyor. ondan aldıklarına karşılık kendisi kalır; .zatı kalır… Eğer kendimizi incelersek, kendimizin bir rahmani tarafımız var, bir nefsani tarafımız var. Nefsani tarafımızı hayal ve vehim tarafını ortadan kaldırdığımız zaman, zaten bizde rahmani tarafımız kalacak ki, açığa çıkacak olan odur. Nefsani tarafımız açığa çıktığından, rahmani tarafımız batında kalmakta, kapalı kalmakta. İşte Cenab-ı Hakk, ona tecelli ettiğinde, sıfat tecellisinde bulunduğunda, o sıfat, hangi sıfatıyla tecelli etmişse, o sıfatın gereği ondaki vehim ve hayali ortadan kalkar. Asli hali üzere kalır. O zaman zaten bizim özümüzde o tecelli olmazdan evvel aynı esmanın varlığı, sıfatın varlığı mevcut, mevcut olduğundan eğer mevcut olmasa o tecelliyi kabul edemeyiz. O tecelli olmaz, olsa da yerine oturmaz. İşte insan olmamızın vasfı budur.

"Âdem'e isimleri öğrettik" demesi, bizim mevcudiyetimizde isimler ve sıfatlar var ama batında kalmış. İşte belirli sistem içerisinde çalışmalarla, zikirlerle, sohbetlerle, belirli nefsi mücadeleleriyle nefsimizi yana doğru çektiğimizde zaten altta baskıda olan üzerinden baskısı kaldırıldığında, kendinden dışarıya çıkmış oluyor ki, bizim varlığımızda. Bu varlığa karşı, birde Hakk'tan bir eşit varlığı geldiği zaman onlar ikisi birleşiyor ve çok daha güçlü hale gelmiş oluyorlar. Arada nefsaniyet varken, bizimdeki esma altta, Hakk'tan gelen esma üstte arada nefsaniyet varken birleşemiyor. Ne zaman aradan bunu çekiyoruz, bizdeki ile yukarıdan gelen yani arzda olan, beden arzında olan zuhur ile

Page 11: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

11

semadan gelen tecelli birleştiği zaman, orada işte hem doğum oluyor, hem her şey oluyor ve gelişme ancak böyle mümkün. Tasavvuf çalışmalarının en büyük sistem oluşturmasının bir yönü de bu. Kişideki nefsaniyeti yan tarafa çekip, hükümsüz bırakmak, batında olanla, latif âlemden geleni birleştirmek yani fişi prize takmak gibi. halkıyete bağlanan ruhu fena bulduğu zaman, Nefsani arzuları fena bulduğu zaman. Yani dizginlendiği zaman, bunun en büyük şeyi oruç, dizginlemenin en büyük şiddetli yolu oruç. Cenab-ı Hakk, nefs-i emmareyi bir çok şeylerle imtihan etmiş, etmiş hiçbirisinde peki "Beli" dememiş hep isyanda olmuş, ama ne zamanki aç bırakmış o zaman tamam sensin demiş.

O kulun heykelinde; yüce Hak kaim olur… Yani Hakk'ın kadehleri olur. Sunuluşu olur ve Hakk'ın pak temiz şarabını sunarlar. "Rabbları onları temiz pak şaraplarla sulandırır, susuzluklarını giderir" O kulun heykelinde; yüce Hak kaim olur… olduğu zaman. O kul “saye-i Yezdan” Hakk’ın gölgesi hükmünde olur.

-------------------

Burada dikkat edilmesi gereken şudur ki:

a) Zatında hülul yolundan bu iş olmaz… Bir incelik taşıyan LATİFE yollu olur…

b) Bir ayrılma yolu düşünülemez…

c) Kendisinden aldıklarına mukabil, kula kendini verip bitişmek de olamaz…

Şunu unutmamalı ki: Onun kullarına tecellisi. bir fazlı ve ihsanı yolundan gelir…

Onları kendi varlığında ifna ettiği, buna karşılık onlara bir ihsanda bulunmadığı zaman, bu halin adına:

— Nikmet…

Denir ki… İşte bu, onun şanına yakışmaz… Böyle bir durumdan yüce Hakk tenzih edilir…

-------------------

Burada dikkat edilmesi gereken şudur ki:

a) Zatında hülul yolundan bu iş olmaz… Bir incelik taşıyan LATİFE yollu olur…

Yani hulül, duhul etmek, girmek şekliyle bu iş olmaz diyor. Bazıları Allah'ın duhül ettiğini, hulül ettiğini girdiğini yani bazıları da

Page 12: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

12

ittihat Allah ile birleştiğini düşünürler ki, hristiyanlar tamamen bu kanaattedirler. İsa (a.s)'a ruhun geldiğini ve bir deniz kenarında su kenarında gezerken, beyaz bir güvercin şeklinde ruhun gelip kendisine girdiğini tasvir ederler, incil'de, işte bu hulüldür. Böylece anlatırlar ama hulüldür, giriştir. Yalnız onu değişik şekilde bir simge olarak, bir sembol olarak söyleseler de, oradaki güvercin kuşun gelmesi demek, kendisinde bulunan gök ehlinin faaliyete geçirilme simgesi diye izah etmiş olsalar o zaman tamam. Zaten kendisinde mevcut olanın ama zamanı gelip, faaliyete geçirilmesi. O kuşla o şekilde belirtile bilir ama kuş gelip girmesiyle, güvercinin girmesi, ruhun girmesi diye belirtiyorlar.

Bir incelik taşıyan LATİFE yollu olur… Aslında zaten afakta ve enfüste var olan Allah'ın bütün tecellileri, bütün isimleri, bütün sıfatları, bir daire çizdiğimiz zaman, o dairenin ortasına bir nokta veya çizgi koyduğumuzda, o çizginin evveli ve ahiri diye daire ikiye bölünmüş olur orada, ve orada hareket durmuş olur, geçmez bir tek işaret dönüşümü keser, oraya dokunur kalır orada. İşte bizim nefsimiz bu varlık âleminin çemberinin içine girmiş, yolu tıkamış vaziyette, ne zaman kendimizi çekiyoruz, oradan nefsimizi çekiyoruz, o daire kendiliğinden faaliyetini sürdürmüş oluyor, devamını dönüşümünü sürdürmüş oluyor. İşte bizim varlık heykellerimizde de nefsaniyet araya girdiğinden ebediyet ve ezeliyet arada kesilmiş oluyor ve bizimle başlamış oluyor, tarih kendi tarihimiz. Dairenin hiç bir noktası olmayınca orada ne sayı olur, ne gün olur, ne zaman, ne mekan olur. İşte bizim nefsaniyetimizin oraya saplanması o akışın, o yaşantının hem akışını durdurmakta hem o faaliyeti kesmekte ve de ön, arka diye zaman mevhumları ortaya çıkmakta. İşte demin dediği gibi, biz vehmettiğimiz o benliğimizi oradan çektiğimiz zaman, o zaten tabi haliyle ne duhül, ne hulül, ne giriş, ne çıkış hiçbir şey ortada olmamış oluyor ki, zaten yok böyle bir şey. Kişi bu idrak ettiği zaman hem ezeli, hem ebedi olmuş oluyor. Çünkü o mevcut potansiyel kendisinde vardır.

b) Bir ayrılma yolu düşünülemez…

Yani nefsaniyetinde senden ayrıldığı yahut sen bir yerlerden ayrıldın, bir yerlerden bütünlendin gibi bu da düşünülemez diyor. Yani şimdi diyoruz ya, nefsaniyetin ayrıldı aslında orada nefsaniyetin diye bir şeyde yok ki aslında ayrılsın. Ama bunlar hep izafi, izahi meselelerdir. Münkalib olmak, inkilab var, nefsi diye daha evvelce zannettiğimiz şeyin aslında olmadığı ve bunun da Hakk'a ait olduğunu anladığımız zaman, işte bizim nefsi diye düşündüğümüz, bizim beşeriyetimize ait dediğimiz şey, bizi ayırmış oluyor, gayr hükmüne getirmiş oluyor. Ama bu "Gayn" ın

Page 13: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

13

üstündeki noktayı kaldırdığımız zaman "Ayn" olduğunda ayni olduğunda o zaman ne giden vardır, ne gelen vardır, ne giren, ne çıkan vardır. Tek şey vardır oda idrak, anlayış, hayata bakış değişikliğidir, ortada başka değişen hiçbir şey yoktur, eski Ahmet, Mehmet, Ali, Veli... eski olan ama yeni olan onda yeni anlayışıdır, kendisi yine aynıdır.

c) Kendisinden aldıklarına mukabil, kula kendini verip bitişmek de olamaz…

Yani nefsaniyetini alıpta kendinden bir şey verdi diye ittihat, bitişme diye bir şeyde olmaz.

Şunu unutmamalı ki: Onun kullarına tecellisi. bir fazlı ve ihsanı yolundan gelir… İkramı ve lütfu yolundan gelir. O dünyada yani her birerlerimiz bir dünya, kulluk dünyasında hatta âlemde, o âlemde her birerlerimiz bir âlemiz başlı başına, o âlemde Cenab-ı Hakk kendini ne kadar ortaya çıkarmak istiyorsa, ne kadar duyurmak istiyorsa o âlemin sahibine, işte o kadar fazla ihsan eder ve o yoldan o gelir.

Onları kendi varlığında ifna ettiği, buna karşılık onlara bir ihsanda bulunmadığı zaman, bu halin adına:

- Nikmet… Nimetin karşılığı, yani zıttı, zorluklar, vermemekler, kendisinden almaklar, iyilikleri kaldırmaklar gibi. Yani Cenab-ı Hakk, bir kuluna tecelli etmezse bunun ismi nikmettir. Cenab-ı Hakk'tan da bu tenzih edilir böyle şey diyor. Yani Cenab-ı Hakk, kuluna verir, her şeyini verir, yeter ki biz alıcı olalım veya biraz gayret gösterelim. Çünkü durup durduğumuz yerden de kimse kimseye bir şey vermiyor.

Denir ki… İşte bu, onun şanına yakışmaz… Böyle bir durumdan yüce Hakk tenzih edilir…

-------------------

Yukarıda:

— LATİFE…

Şeklinde bir kelime kullandık… İşbu LATİFE, başlıca: Ruh'ül-kudüs'tür… O, her şeyini ifna ettiği kula; bu:

— Ruh'ül-kudüs…

Dediğimiz lütfu, ihsan yollu yapar…

Bütün tecelliler de, bu LATİFE üzerine gelir.. Bu da, onun varlığından başka bir şey değildir…

Page 14: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

14

Durum, anlatıldığı gibi olunca o: Ancak kendi özüne tecelli etmektedir…

Ne var ki, biz bu LATİFE-İ İLÂHİYE için:

— Kul, abd…

Adını veriyoruz… Çünkü, kuldan gidene karşılık o vardır…

Başka türlü tarif de, imkânsızdır… Yoksa: Ne kul kalır; ne Rabb…

Zira, merbubun yok oluşu ile: Rabb ismi de kalmaz…

İşbu tecellide: Ancak Allah vardır…

Tek başına… Vahid ve ahad olan Allah…

Bu mevzuda şu şiiri söylüyorum:

Halka verilen bir varlık isimdir ancak;

Başka yok, gerçek mecaz yoluyla olacak…

Nurları zuhura gelince alınırlar;

İsimden kalanlar, ne olmuş ne olacak…

Onları yok eden zaten aslında yoklar;

Ki fenada bakiler; inkâr kapanacak…

Onlar yok olunca tüm varlık Hakkın oldu;

Hüküm sahibi o, onlara ne kalacak…

Sanki kul, hiç olmamış gibi oldu artık;

Tek olan Hak'tır; ebedî baki kalacak…

Güzelliğini çıkarınca belli zaman;

Hak nurunu halk giyecek birlik olacak…

Page 15: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

15

İfna etti de, faniden kendisi kaldı;

Kaim kendisi, onlar da oturmayacak…

Onların hükmü denizde dalga gibidir;

Dalga kesret, sonra denize katılacak…

Deniz coşunca dalgalar toplanır gelir;

Sakin ise ne sayı ne dalga olacak…

-------------------

Yukarıda:

- LATİFE…

Şeklinde bir kelime kullandık… İşbu LATİFE, başlıca: Ruh'ül-kudüs'tür… O, her şeyini ifna ettiği kula; bu:

- Ruh'ül-kudüs…

Dediğimiz lütfu, ihsan yollu yapar… Ruh'ül-kudüs dediğimiz lütfu ihsan yollu yapar. İhsan, rüyetullahtır. İşte burada yaptığı ihsan yollu yapar dediği, bu zati ihsan maddi manada bir ihsan değil, verdi zenginleştirdi şeklinde değil, ihsan yollu yani zati tecellisini gösterir.

Bütün tecelliler de, bu LATİFE üzerine gelir.. Bu da, onun varlığından başka bir şey değildir… Yani ihsan ettiği şey kendi zatından başka bir şey değildir. Yani sıfat tecellisi de yapsa isim tecellisi de yapsa, onun varlığından zatından başka bir şey değildir.

Durum, anlatıldığı gibi olunca o: Ancak kendi özüne tecelli etmektedir… Yani kulun kulluğu ortadan kalktıktan sonra kula ait vehmi varlığı ortadan kalktıktan sonra zaten var olan Hakk'ın ta kendisi ki, daha evvelce nefsaniyet mertebesinden zuhurdayken ayrı olarak daha sonra bunu idrak ettiğinde rahmaniyet mertebesinden tevhid olarak zuhura gelmekte. İşte bu da ancak kendi özüne tecelli etmekte, böyle olunca o varlıkta Hakk'ın kendi özü olduğundan, kendi özüne tecelli etmekte, o zaman latif mertebesinden, kesif mertebesine tecelli etmekte.

Ne var ki, biz bu LATİFE-İ İLÂHİYE için:

- Kul, abd… Yani tecelli ettiği yere abd, abduhu ve rasuluhu, işte gerçek abd budur, biz abd dediğimiz işte başını eğen, yasaklara, emirlere uyan, Hakk'a tapan ayrı bir varlık olarak

Page 16: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

16

düşünüyoruz. Halbuki abd kelimesinin hakikati, risaletinden önce gelmekte. Abduhu ve rasuluhu, o "HU" nun abdı, "HU" da ism-i azam, "HU" nun abdı, Allah dediği zaman Allah isminin sonundaki "H" su ki o, sonda dediğimiz en baş o, gelişte en baş o. Onun için ism-i azam ilk isim "HU" yani Ahadiyetin kendi kendini anlatması evvela "HU" ismiyle başlamakta, işte onun için ism-i azam ve bu ism-i azamın hakikatini ilk idrak eden, en geniş manada ve idrak ettiren Risalet-Penah Efendimiz (Sav)'de, kesif mertebede yani beşeriyet mertebesinde de onun ismi, ism-i azam, Muhammed ismi Cenab-ı Hakk'ın ism-i azamı, en büyük en geniş manada tecelli ettiği ve bütün bu hakikatleri en geniş şekilde o ağızdan izah ettiğinden ism-i azam Muhammed ismidir. Hem faaliyetleri yönünden, hem de ismin özelliği yönünden de ismi azamdır. Yani ismin yazılışı harfleri itibariyle de, manası itibariyle de ism-i azam. Hu, uluhiyet mertebesinde ism-i azam, Muhammed ise onun zuhuru olan ism-i azam, ef'al mertebesinde yani hazret-i şehadette Hz.Muhammed ism-i azamdır. Hakkikat-i ilahiyedeki ism-i azamı zuhura çıkaran mahal olduğu için. Daha evvel ism-i azam İsa idi, en son, en büyük ism-i azam Muhammed. Yani Makam-ı Mahmud'un hakikati Muhammed isminde gizli. Makam-ı Mahmud'tan da üstün bir makam yok.

Adını veriyoruz… Çünkü, kuldan gidene karşılık o vardır…

Başka türlü tarif de, imkânsızdır… Yoksa: Ne kul kalır; ne Rabb… Yani Cenab-ı Hakk'ın en kemalli tecelli mahalli, abd olmazsa Rabb'ta olmaz. Yani abd, kul gittiği zaman mutlak olarak bu âlemde hiçbir kul olmadığı, insan diye bir şey olmadığı zaman, o zaman Rabb'ta olmaz. Çünkü Rabb olacak ki, merbubu olsun yani talebe olacak ki, öğretmen olsun. Talebe olmadıktan sonra öğretmen ne işe yarar.

Zira, merbubun yok oluşu ile: Rabb ismi de kalmaz… Yani Rabb'e bağlanan kuldur, kulun yok oluşuyla Rabb'ta yok olur.

İşbu tecellide: Ancak Allah vardır…

Tek başına… Vahid ve ahad olan Allah… Abdiyet ve Rububiyet mertebesinde kul da vardır, Rab'ta vardır. Faaliyet sahasında alacakları görüntü itibariyle, faaliyetin kemalde çalışması itibariyle Rabb'ta vardır, kul da vardır, ama bunları hakikatinin Allah olduğu bilindiği zaman, o zaman orada Rabb'a da, kula da ihtiyaç yok ve de kaldırılmış oluyor orada, kalkmış oluyor. Ama o beden olarak yine mevcut, ama idrak olarak kulluğundan geçtiği için Hu'ya kul olduğu için, nefsani bir kul kalmadığı için artık orada Rabb'ta yok, kul da yoktur. Rabbı da, kulu da kaldırdığın zaman, onun ismi Allah olur. Tek başına Vahid ve Ahad olan Allah. Yani

Page 17: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

17

Ahadiyet mertebesi itibariyle Allah düşünülür, Rahmaniyet, Rububiyet mertebesi itibariyle değil. Yukarıdaki haliyle düşünülür, zuhura gelmiş haliyle düşünülmez. O kişiye göre o daha yükselmiş olur. Yükseldiği zaman aşağıdakinin kıymeti olmaz. İşte biz de beden mülkünü, nefs mülkünü aştığımız zaman, bizim içinde hadise aynıdır. Buna bedensizler diyorlar. Bedeni, beşeriyeti aştığı zaman kişi, uluhiyetiyle kalmış oluyor.

Bu mevzuda şu şiiri söylüyorum:

Halka verilen bir varlık isimdir ancak; Putlardan bahsederken "Onları babalarınız isimlendirdiler, o putları" siz ve evvelki babalarınız isimlendirdi onları öyle bir şeyleri yoktu zaten, baştan da böyle bir şey yoktu. Yani yaratılmış diye belirtilen şeylerde isimler sadece olmakta. Bunların bir kısmı beşeriyetin isimlendirdiği diğerleri de Cenab-ı Hakk'ın isimlendirdiği. Biz isimlerin müsemmalarını gerçek varlıklarmış gibi görmekteyiz.

Başka yok, gerçek mecaz yoluyla olacak… Yani gerçekleri mecazi ifadelerle anlatacağız. Kur'an-ı Kerim'de geçiyor bu husus: "İşte biz sizlere böyle misaller vererek bunları anlatıyoruz, karşılaştırıyoruz olur ki bunları düşünürsünüz" diyor.

Nurları zuhura gelince alınırlar;

İsimden kalanlar, ne olmuş ne olacak…

Onları yok eden zaten aslında yoklar;

Ki fenada bakiler; inkâr kapanacak…

Onlar yok olunca tüm varlık Hakkın oldu;

Hüküm sahibi o, onlara ne kalacak…

Sanki kul, hiç olmamış gibi oldu artık;

Tek olan Hak'tır; ebedî baki kalacak…

Güzelliğini çıkarınca belli zaman;

Hak nurunu halk giyecek birlik olacak…

Page 18: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

18

İfna etti de, faniden kendisi kaldı;

Kaim kendisi, onlar da oturmayacak…

Onların hükmü denizde dalga gibidir;

Dalga kesret, sonra denize katılacak…

Deniz coşunca dalgalar toplanır gelir;

Sakin ise ne sayı ne dalga olacak…

-------------------

Burada; SIFAT TECELLİLERİ üzerinde daha başka hususları da

anlatacağız…

Bu anlatacaklarımız, özellikle bilmen için gerekli mevzulardır…

Anlatalım ki bilesin…

Önce Sıfat TECELLİLERİ üzerine, kısa bir tarif yapalım… Kısaca tarifimizi şöyle yapabiliriz:

— SIFAT TECELLİLERİ kulun; zat durumuna göre, rabb sıfatı ile sıfat almasıdır…

Evet… SIFAT TECELLİLERİ bundan ibarettir…

Ne var ki, bu sıfat alma durumunda: Aslî, hükmî ve kat'î bir kabul olacaktır…

Tıpkı; Görülen açık manası ile, bir sıfatla sıfat alan kimsenin durumu gibi… Bu kimsenin, o kendisine verilen sıfatı kesin olarak alıp kabul ettiği gibi…

Üstte anlatılan mana, daha önce de geçen:

- İLÂHİ LATİFE…

Şeklinde tarifini yapıp, sonucunu bağladığımız mana gibi olacaktır…

Ki, bu kuldan yana; kulun görülen heykeline kaim olan odur…

Böyle olunca: Kul olmaz; o olur… Çünkü o:

- LATİFE…

Dediğimiz İlâhî sıfatlarla sıfat almıştır… Onun böyle oluşu: Aslîdir… Hükmîdir… Kat'îdir…

Page 19: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

19

Şimdi bir sonuca varmak için soralım:

- Kimdir bu sıfatı alan?

Şüphesiz; yüce Hak'tan başkası değildir; olamaz da…

Sebebine gelince: Bu makamda, kula hiç bir şey kalmamıştır…

Bunu, böylece bağlayalım… geçelim…

-------------------

Burada; SIFAT TECELLİLERİ üzerinde daha başka hususları da anlatacağız…

Bu anlatacaklarımız, özellikle bilmen için gerekli mevzulardır…

Tevhid-i hakiki’yi idrak etmek için bunları,

Anlatalım ki bilesin…

Ve hakikat ile hayali ayırabilesin.

Önce Sıfat TECELLİLERİ üzerine, kısa bir tarif yapalım… Kısaca tarifimizi şöyle yapabiliriz:

- SIFAT TECELLİLERİ kulun; zat durumuna göre, rabb sıfatı ile sıfat almasıdır…

Zat durumuna, gerçek hakikatine göre, zuhur mahalli olan rab tecellisidir. Bir bakıma rab ismiyle de zuhura çıkıp zatını perdelemiştir. Rahmaniyyetinden rububiyyetine geçmesi yani bütün esma-i ilâhiye ile tecelli etmesi sıfat mertebelerinin esma ismiyle zuhurudur.

Evet… SIFAT TECELLİLERİ bundan ibarettir…

Ne var ki, bu sıfat alma durumunda: Aslî, hükmî ve kat'î bir kabul olacaktır…

Aslî, kabul hakikat-i üzere, hükmî, kabul kulluk idrakine göre ve kat'î, bir kabul her ikisi ile birlikte olacaktır…

Tıpkı; Görülen açık manası ile, bir sıfatla sıfat alan kimsenin durumu gibi… Bu kimsenin, o kendisine verilen sıfatı kesin olarak alıp kabul ettiği gibi…

Bu sıfatları almaması mümkün değildir, eğer alamaz ise zaten halife olması mümkün değildir.

Üstte anlatılan mana, daha önce de geçen:

Page 20: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

20

- İLÂHİ LATİFE…

Şeklinde tarifini yapıp, sonucunu bağladığımız mana gibi olacaktır…

Ki, bu kuldan yana; kulun görülen heykeline kaim olan odur…

Ancak genelde kul ismi ile perdelenip zuhurdadır, bu hali ise ancak gerçek irfan ehli anlar.

Böyle olunca: Kul olmaz; o olur… Çünkü o:

- LATİFE…

Dediğimiz İlâhî sıfatlarla sıfat almıştır… Onun böyle oluşu: Aslîdir… Hükmîdir… Kat'îdir…

Şimdi bir sonuca varmak için soralım:

- Kimdir bu sıfatı alan?

Şüphesiz; yüce Hak'tan başkası değildir; olamaz da…

Sebebine gelince: Bu makamda, kula hiç bir şey kalmamıştır…

Bunu, böylece bağlayalım… geçelim… Yani bütün bu tecelli olan şey hepsi Hakk'tan, Hakk'adır. Kendinden, kendinedir, kula bir şey kalmamıştır. Çünkü bu mertebede kul “fenafillâh”tadır.

-------------------

İnsanların durumu, SIFAT TECELLİLERİ bahsinde çok değişik şekil alır…

Her biri, bir başka şekilde bu tecelliyi alır…

İşbu değişik durumun sebepleri şunlardır…

a) Alış kabiliyetinde durumları…

b) İlmî yöndeki yetenekleri, ilim sahasındaki kavrayış durumları…

c) Azim ve sebatlarının derecesi…

Kendilerinde üstte sayılan üç halde, ne kadar ilerleme varsa… bu tecelliden yana nasipleri o kadardır…

Bunu da, böyle bağlayalım… Onların SIFAT TECELLİLERİ sahasında aldıkları şekle bakalım…

Page 21: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

21

Bakalım ve üstte sayılan üç duruma dikkate alarak dinleyelim…

-------------------

İnsanların durumu, SIFAT TECELLİLERİ bahsinde çok değişik şekil alır…

Her biri, bir başka şekilde bu tecelliyi alır…

İşbu değişik durumun sebepleri şunlardır…

a) Alış kabiliyetinde durumları…

b) İlmî yöndeki yetenekleri, ilim sahasındaki kavrayış durumları…

c) Azim ve sebatlarının derecesi…

Kendilerinde üstte sayılan üç halde, ne kadar ilerleme varsa… bu tecelliden yana nasipleri o kadardır… Kendi kabiliyetlerimizi ne kadar geliştirirsek, ne kadar çalışırsak, ne kadar gayret edersek isim tecellisi, sıfat tecellisi ne olursa yani bütün gelen tecellilerden o nispette yararlanırız . Yani netice yine biraz kulun gayretine kalmış oluyor.

Bunu da, böyle bağlayalım… Onların SIFAT TECELLİLERİ sahasında aldıkları şekle bakalım…

Bakalım ve üstte sayılan üç duruma dikkate alarak dinleyelim…

-------------------

Şimdi onları sıraya koyalım…

… Ve HAYAT'tan başlayalım…

HAYAT…

Yüce Hak kulları arasından, bazılarına; HAYAT sıfatı ile tecelli eder…

Bu sıfatı alan kul, âlemin hayatı olur... Hem de tümüne birden…

Bu varlıklara baktığı zaman: Onlarda hayatının yürüdüğünü görür… Ama, bütünüyle…

Bu hayatın yürümesi; varlıkların, ruh durumlarını aldığı gibi, cisim durumlarını da içine alır…

Böyle olunca; o kul: Manaları, varlıklara suret olmuş görür…

Böyle oluşun, kendisinden gelen bir hayatla olduğunu bilir…

Page 22: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

22

Öyle bir hayat ki, her şey onunla kaim…

Durum anlatıldığı gibi olunca, sözlerin ve emellerin bir manası kalmaz…

Latif bir halde olan suretler de hükümsüz kalır… Kesif bir hal alan ruhları da al, at..

Cisimleri de, bu arada say…

Bunların artık hiç bir manası yoktur; sadece, HAYAT sıfatı tecellisine nail olan kul kalır… Bunun hayatı, artık onların tümüne hayattır…

Bir müşahede yolu ile, hayatın onlarda sürüp gittiğini görür… Bütün bu olanları kendisinden bilir… başka yerden değil…

Bu arada vasıta da kabul etmez…

İlâhî bir zevk olarak kabul eder…

Gizli, ama ayan beyan bir keşif sayar…

-------------------

Şimdi onları sıraya koyalım…

… Ve HAYAT'tan başlayalım…

HAYAT…

Sıfat- subutiyenin başıdır. Böyle olunca her şeyin de başıdır. Hayat olmayınca hiçbir şey olmaz.

Yüce Hak kulları arasından, bazılarına; HAYAT sıfatı ile tecelli eder…

Yüce Hakk bütün alemlerdeki her zerreye hayat sıfatı ile tecelli etmiştir, ancak bunu idrak etmek başka şeydir, bundan habersiz gafletle yaşamak başka şeydir.

Bu sıfatı alan kul, âlemin hayatı olur... Hem de tümüne birden…

Bu sıfatla hayatının var olduğunu idrak eden kul, bütün aleminde böyle olduğunu bildiğinden, ferdiyeti yönünden bütün alemin hayatı olur.

Bu varlıklara baktığı zaman: Onlarda hayatının yürüdüğünü görür… Ama, bütünüyle…

Kendi hakikatini idrak etmiş olan bir kimse, diğer varlıklara baktığı zaman kendindeki hayat hükmünün onlarda da yürüdüğünü görür. Ancak bu hale bir tasarrufu olamaz sadece kendi şahsındaki

Page 23: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

23

kendi bilincinin bir hakikatidir. Ancak aynı halin onlarda da olduğunu bildiğinden değerlendirmesi ona göre olur.

Bu hayatın yürümesi; varlıkların, ruh durumlarını aldığı gibi, cisim durumlarını da içine alır…

Hayat yaşamak demektir yaşamakta zamana bağlı bir hareketler devamlılığıdır, devamlılık ise aynı yerde durmakla olmayacağına göre, yürümek demektir

Böyle olunca; o kul: Manaları, varlıklara suret olmuş görür… Böyle oluşun, kendisinden gelen bir hayatla olduğunu bilir…

Öyle bir hayat ki, her şey onunla kaim… Cenab-ı Hakk, bir insana değişik şekilde hayat sıfatıyla tecelli eder. Şu anda şurada yaşıyorsak, bir kimliğimiz, bir varlığımız varsa, zaten Cenab-ı Hakk'ın bize daha evvelden tecelli ettiği hayat sıfatıyla varız. Hayy esmasının zuhuruyla varız. Hayy esmasını çekmemiz, bizdeki hayatın hakikatinin Hakk'a ait olduğunu ilmi olarak, o mertebede anlamak. Nefsimizdeki, varlığını müşahede etmek. Yani biz de Hakk'ın hayatı olduğunu müşahede etmek, ilk anlaşılması gelen şeydir, daha sonra ileri ki, yaşantılarda bu ilmel yakinden, aynel yakin haline geçip burada Hakk'al yakin halini anlatıyor. Hayat tecellisinin Hakk'al yakin halini anlatıyor ki, bu tecelli, her tecellide Allah muhafaza etsin hepimizi, o tecelli şiddetli geldiği zaman onu kaldırmak biraz zordur.

Hayy tecellisi de icmal olarak geldiği zaman yani bütün külli olarak geldiği zaman, Abdülkerim Cili hazretleri de burada çok zorlanmış, zordur. Biz şimdi ancak ilim olarak bunu bilelim, daha fazlasına da gerek yok zaten. Bazı şizofreni derler, hastalıklar vardır, kendisini bir başka şekilde görür, bir başkasında görür. İşte onlara bu nefsani yönden tecellisidir Cenab-ı Hakk'ın, rahmani yönden değil. Nefsani yönden tecellisi, nefsani yönden olduğu içinde, içinden çıkması mümkün değil ve herhangi bir psikiyatristin şunun, bunun... bunu oradan çıkarması mümkün değildir. Çıkarması için kendisinde gerçek hayat nefhası olması lazımdır. Yani ilahi hayat kendisinde olan birisi oradan onu ancak çıkabilir. Başka türlü de çıkarılması mümkün değildir. İlaç verir, uyutur, uyuşturur, unutturmaya çalışır ayrı, zaman içerisinde de Cenab-ı Hakk, o tecelliyi hafifletir, çeker de, o şekilde çıkmış değil, unutmuş olur. Ama bir başka şeyde o tekrar nükseder, zuhura gelir.

Durum anlatıldığı gibi olunca, sözlerin ve emellerin bir manası kalmaz…

Page 24: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

24

Latif bir halde olan suretler de hükümsüz kalır… Kesif bir hal alan ruhları da al, at..

Oldukça tehlikeli bir sahadır insan-ı kayıtsız hale getirir, görünen suretlerin kendilerine ait bir varlıklarının olmadığını idrak edince kendisi için ne bir gaye ne bir arzu kalır. Ortada sadece sonsuz bir hayat kalır.

Cisimleri de, bu arada say…

Lâtif olan varlıklar böyle olduğu gibi cisimler kesif cisimlerde böyledir.

Bunların artık hiç bir manası yoktur; sadece, HAYAT sıfatı tecellisine nail olan kul kalır… Bunun hayatı, artık onların tümüne hayattır…

Kul görünümünde zat tecellisidir, kaldırması zordur.

Bir müşahede yolu ile, hayatın onlarda sürüp gittiğini görür… Bütün bu olanları kendisinden bilir… başka yerden değil…

Bu biliş tehlikeli bir biliştir, daha sonra kendisinde gizli benlik yapma tehlikesi vardır.

Bu arada vasıta da kabul etmez…

Aslında arada vasıta yoktur, ancak sistem gereği her şey bir vasıtaya bağlıdır, ancak bu sahada olan kimse her şeyi kendinden zanneder. Ancak bu zannediş hakikat-i yönüyledir zahir kimliği yönü ile geçersizdir.

İlâhî bir zevk olarak kabul eder…

Eğer bu hususta tasurruf iddiası olmaz ise, bu hali sadece ilâhî bir zevk olarak kabul ederse tehlikesi olmaz. Ahrette ise bu hakikati daha geniş hali ile yaşar.

Gizli, ama ayan beyan bir keşif sayar…

-------------------

Evet… Ben bu tecellide bir süre kaldım… Zaman süremden bir süre, bu tecelli içinde geçti…

İşte o zamanda ben: Bütün varlıkların hayatını kendimde gördüm…

Her varlıkta, hayatımdan ne kadar varsa… bakıp görüyordum…

Görüyordum ki; onların zat kabiliyetleri ne kadarsa, o kadar alıyorlar…

Page 25: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

25

Ben bu tecellide, yüce zatla bir hayattım... Bölünmez, parçalanmaz…

Bu tecellide, nice zaman kaldım; taa, yardım eli bana uzanıncaya kadar…

O yardım eli geldi; beni bir başka hale geçirdi… Başka yer dahi aslında yoktu… İşte, sözün gelişi böyle…

-------------------

Evet… Ben bu tecellide bir süre kaldım… Zaman süremden bir süre, bu tecelli içinde geçti…

İşte gerçek tasavvuf budur, her mertebeyi o mertebe sahasının içinde yaşamaktır. Yoksa tasavvuf bir kaç tabir ve menkıbe aktarımı değildir. Gerçek müşahede halidir. Bu müşahedeye ermek içinde mutlaka daha evvelce oralardan geçmiş bir irfan ehlinin eğitimine ihtiyaç vardır.

İşte o zamanda ben: Bütün varlıkların hayatını kendimde gördüm…

Bu hal vitriyyetten Ferdiyet haline geçiştir.

Her varlıkta, hayatımdan ne kadar varsa… bakıp görüyordum…

Bu halde oranın müşahede hallerinden bir haldir.

Görüyordum ki; onların zat kabiliyetleri ne kadarsa, o kadar alıyorlar…

Her varlığın kendine ait bir a’yân-ı sabitesi vardır ve onun programı ne ise ilâhi tecelli ve zuhurunu o kadar yansıtabilir.

Ben bu tecellide, yüce zatla bir hayattım... Bölünmez, parçalanmaz…

Tuhfetu-l Uşşaki de,“Aslı vahid olmayan vahidleşemez” diyen Cemaleddin üşşaki Hz. Bu sahada ne güzel söylemiştir.

Çünkü bu tecellide olan kimse bilirki aslı hakkın ta kendisidir bunu idrak ettiğinde aslına rucu edince arada hiçbir varlık kalmadığından, Hakk ile Bölünmez, parçalanmaz… halde olduğunu idrak etmiştir. Ancak bu zevk ve irfaniyyet anlayışı suret ve zuhur gereği geçince, bu düşünce batının da ayrı ve gayrı düşünce kulluğu yönünden zahire çıkmıştır. O halde bu madde elbisesi üstümüzde iken devamlılık arzetmez zaman zaman yaşantısı zuhur eder ve vuruntu yapar.

Page 26: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

26

Bu tecellide, nice zaman kaldım; taa, yardım eli bana uzanıncaya kadar…

Bu tecellide çok fazla kalınmaması lâzımdır, çünkü bu dünyada beden ve nefs taşıdığımız için bu halde kalmak mümkün değildir, eğer kalan varsa zaten mecnunlar sınıfına dahil olmuştur. O yardım elide gene bir arifin “yedullah” elidir.

Bende bu devreyi bir zamanlar geçirmiş idim, o sürede de “Atayım dedim” şiirimi yazmış idim, oradan bir misal olması için, iki satırını buraya aldım. T.B.

--------- Ufkunu geniş tut ey zahit, bildiğin gibi değil işler.

Alemde ‘Ben’dir tek vahit, her şeyi isimlerim işler

---------

O yardım eli geldi; beni bir başka hale geçirdi… Başka yer dahi aslında yoktu… İşte, sözün gelişi böyle…

Bakar insan bütün varlıkta kendinin olduğunu, bütün varlığa sari, bütün varlığa cami olduğunu düşünür, böyle geniş bir sahaya yayılınca kendisini de bulamaz, dünyadaki bireysel iletişimini de kaybeder. Dağ başında bir yere çekilmesi lazım, yalnız başına geçmesi lazım. Bunları bilelim de ama tahakkukunu pek arzu etmeyelim. İşte İsa (a.s), çamurdan kuş suretleri yaptığı zaman, Cenab-ı Hakk: "Fe tenfehu biizni" "Benim iznim ile üfledi üstüne" dedi. "Biizni" oradaki "ni", orada İsa (a.s)'a hayat sıfatının tecellisinin zuhurunu göstermekte yani orada İsa diye demin söyledik ya abd diye bir şey kalamadı ortada, Rabb'ta kalmadı, Hakk kaldı. Hakk, İsa (a.s)'ın varlığından o kuşa üfledi, hayat sıfatını verdi, hayat meydana geldi, gelmezse zaten olmazdı. Gözünü açtı, ölüyü diriltti, işte bu sıfatı İsa (a.s)'a o anda vermesi dolayısıyla. İsa (a.s)'ın diğerlerinde de öyle ya, zaman zaman kendi bireysel yaşantıları, Cenab-ı Hakk'ın vermiş olduğu sınırlı hayatları, zaman zaman da sınırsız hayatları vardı.

İşte Cenab-ı Hakk'ın, o sınırsız hayatta, o kişilere ettiği tecelli anındadır, mucizeler. Beşeriyetiyle acizdir, onu yapamaz. Yani kendi kimliği ile yapamaz ama ilahi nefha oradan zuhur ettiğinde "Biizni" dediği o işte. Yani ben oradayım demek istiyor. Bunu böylece kamufle etmiş oluyor. Doğrudan doğruya ben yaptım demiyor da, İsa (a.s) elinden yahut nefhasından, benim iznimle o yaptı diyor. O dediği "Hu" zaten orada, o da ben demek yani kendisi demek. İşte Cenab-ı Hakk'ın, Hayy esmasınında külli zuhuru olan Rahmaniyet mertebesi, nefes-i rahmani "Hu" diye âleme yayıldığı zaman Hayy esması oradan bütün âleme yayılmış

Page 27: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

27

oldu. Bütün âlemdeki varlık, hissesine düşeni oradan aldılar ve hayat sahibiyiz o yüzden her birerlerimizin hayatı vardır. Ama her birerlerimiz bunu kendimize ait bir hayat zannettik.

Yani bütün âlemdeki hayatın kendinin hayatı, kendinin de Hakk'tan başka bir şey olmadığını düşündüğün zaman ne kadar geniş bir ihata gerektiği kolayca anlaşılır. İşte onun için böyle düşünülse dahi icmal yolludur yine de bu düşünce, tafsil yollu bu hayatın nerelerde olduğunu bilmemiz mümkün değildir. Denizlerin dibinde sayılamayacak kadar mahlukat var, gözle görülmeyecek kadar küçük, onların hayatlarının da hepsi senden olduğunu düşündüğün zaman, bunu tafsilatıyla bilmen mümkün değildir. Onun için biliş icmal-toplu yollu olmaktadır.

-------------------

İLMİYE…

Yüce Allah, kullarından bazılarına bu İLMİYE sıfatı ile tecelli eder.

Bu tecelliye, hayat sıfatı tecellisinden girilir… Bu durumu şu şekilde anlatabiliriz…

Yüce Allah, kuluna bütün mevcudata sirayet eden hayat sıfatı ile tecelli ettikten sonra; o kulda bir zevk başlar…

İşbu zevk, anlatılan hayat birliğinin gücünden doğar…

İşbu hayat birliğinde, bütün mevcudat, anlatılan tecelli dolayısı ile; o kulla bir olmuştur…

Anlatılan bu birlikten sonradır ki; yüce zat o kula, İLMİYE sıfatı ile tecelli eder…

İşte… bu ilim sıfatı tecellisini aldıktan sonradır ki o kul; Bütün âlemi, içinde bulundukları duruma göre bilir…

Anlatılan âlemlerin bütün dalları ve kolları, o kulun ilim çenberine girer…

Başlangıcından taa, sonuna kadar…

Böyle olunca: O kul her şeyi bilir; Nasıl oldu, ne şekilde oluyor ve sonunda nasıl olacak?

Bütün bunları bilir…

O bilir: Bu iş, olmamıştır…

O bilir: O olmayan şey, ne sebeple olmamıştır?

Page 28: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

28

O bilir: Olmayan bir şey, olunca nasıl olur? Ve nasıl olacak?

Bütün bu anlatılanlar; o kulda bir ilim olarak mevcuttur…

Ama aslî bir ilim…

Ama hükmî bir ilim…

Ama keşfe, zevke dayanan bir ilim…

Öyle bir ilim ki… yani: Öyle bir bilgi ki, malum olup bilinenlere onun zatından sirayet edip geçmiştir…

Hem de, icmal yolundan…

Hem de, tafsil yolundan…

Hem de, külli ve cüz'î yoldan…

Onun tafsili icmalinde gizli... Ama, gizliden de gizli bir gayb âleminde… Ledünnl ve zatî olaraktan…

O, öyle bir gelişle gelmektedir ki; gaybın da gaybı âlemin, tafsilinden gelmektedir. Bu şehadet âlemine çıkmaktadır…

Böyle olunca, onun icmal tafsili, gaybında müşahede olunur…

Toplu icmali ise… gaybın da gaybındadır…

-------------------

İLMİYE…

Yüce Allah, kullarından bazılarına bu İLMİYE sıfatı ile tecelli eder. Seb'ül mesani bu. Yani Fatiha şerif yedi ikili, kim bunları kendi varlığında müşahede ederse, o seb'ül mesani olur. Yani Cenab-ı Hakk'ın, yedi sıfatının zuhur, tecelli mahalli, kişi olursa. Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de bahsediyor: "Biz sana yedi ikiliyle birlikte, Kur'an-ı azimüşşanı verdik" diyor. Yedi ikili, Fatiha-ı Şerif suresinin bir ismidir, yani yedi ikilinin izahını şöye yapıyor fıkıh âlimleri: Hem Mekke'de, hem Medine'de zuhura gelmiş, nüzul etmiş Fatiha yani hem Mekke devrinde nazil olmuş, hem Medine'de iki defa nazil olmuş, öyle olduğunu söylüyorlar. Sistemede bu uygun. İşte Mekke'de nazil olması hakikat-i ilahiye yönündeki sıfat-ı subutiye, sabit sıfatları yani mutlak sıfatları, olmazsa olmaz hükmünde olanlar. Medine'de zuhura gelmesi ise, nazil olması ise Hakikat-i Muhammediyenin mutlakiyetini belirtmek üzere, biri uluhiyet mertebesinden, biri risalet mertebesinin bayrağını çekiyor. Yedi ikili işte bu demektir.

Bir de yarısı kulluk mertebesi, yarısı uluhiyet mertebesi. Besmele-i şerif, istiklal bayrak, Rahman ve Rahim zata ait, yarısı

Page 29: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

29

rububiyet, yarısı abdiyet mertebelerinide ifade etmektedir. Sonra yedi ikili, biri zahir, biri batın manasına yani biri bu sıfatların zahir manaları, zahirdekiler, biride batındakiler yedi ikili. Diğer bir yedi ikili, kulla, Hakk arasında müşterek olduklarından, kulda da bu sıfatlar var, Hakk'ta da bu sıfatlar var. Hakk'ta olduğu için kulda var, kulda olduğu için zaten Hakk'ta vardır. Bir şey kulda olsun, Hakk'ta olmasın olmaz ama yine aynı şey Hakk'ta olsun kulda olmasın o da olmaz. Çünkü "Allah, Âdem'i kendi sureti üzere halk etti" o halde bütün her şey onda mevcut olacak. Hayat sıfatını vermiş, kendi hayatımızı sürdürecek kadar, kudret sıfatını vermiş, bizim kapasitemiz kadar, beşeri ihtiyaçlarımızı görecek kadar bize kudret vermiş Cenab-ı Hakk ki, bu da en adaletlisi zaten.

İşte sıfat-ı subutiye, ahirette kulunun dünyadaki gücünü nereye

kadar ulaştırdıysa o güçte, o miktarda kullanacak onu. Kim ki, dünyadaki ilmi çalışmalarını irfaniyet çalışmalarını muhabbet çalışmalarını geliştirdi, kendini geliştirdi, ahirette bu sıfatları kullanması o kadar geniş sahada olacak. Cennetti de o genişlikte olacak. Kim ki, kendini dar çerçeve içerisinde gördü, cennete gidecekse cenneti o kadar olacak veya cehenneme gidecekse çok küçük bir sahası olacak, çünkü geliştirmediği için onları. Her birerlerimizde zaten mevcut olan hayat sıfatının, hayat olgusunun, hayat gerçeğinin bize ait olmadığını Hakk'a ait olduğunu, Hakk'ın nefhasıyla var olduğumuzu, beşeriyetimizin bunu anlamaya engel olduğunu idrak ettiğimiz zaman ve beşeriyetimizi de ortadan çıkardığımız zaman, zaten bizde kalacak olan bir "HU" dur, netice de hayat onun hayatıdır.

Bu tecelliye, hayat sıfatı tecellisinden girilir… Bu durumu

şu şekilde anlatabiliriz… Bir varlıkta hayat olmazsa, onun arkasından gelecek hiçbir şey olmaz, evvela hayat lazımdır. İşte Âdem (a.s)'ın cennetten, yeryüzüne inmesi hadisesini biz kendi bünyemizde tahakkuk ettirdiğimiz zaman hayata başlamış oluyoruz. Yeni bir hayata, Âdem-i hayatına başlamış oluyoruz. Hayal cennetinden, kendimizi bilmediğimiz hayalde yaşadığımız, kendimizi zati varlığımızda yani ilahi varlığımızla bilmediğimiz, vehmi varlığımızla yaşadığımızı zannettiğimiz ama aslında hiçbir zaman yaşamadığımız, çünkü ona bir yaşam denmez, ölü yaşamdır o, oradan kurtulupta, nefsaniyetimizden kurtulupta, ruhaniyetimizi hayal cennetinden gerçek arza, beden arzına varlığımızı, ruhaniyetimizi indirmediğimiz sürece, ve orada yeni bir hayata başlamadığımız sürece, ne bunların anlaşılması mümkün, ne de insan olmamız mümkündür.

Page 30: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

30

Yüce Allah, kuluna bütün mevcudata sirayet eden hayat sıfatı ile tecelli ettikten sonra; o kulda bir zevk başlar…

Bu zevk beşeri anlamda nefsi tatlanma zevkinden değildir, ilâhi bir zevktir ki, idrak ile gerçeği tadıştır. Diğer yönüyle ilmi mutmeinniliktir.

İşbu zevk, anlatılan hayat birliğinin gücünden doğar…

Kendinde ve alemde tek varlığın hayatının hakikatini idrak eden kimsede bu hayat birliğinin idraki gücü doğar ve kendinde çok başka açılımlar olduğundan her bir açılış ta bir ufuk genişliği olduğundan yeni yeni ilmi tadışlardır. Her yeni tadış ta bir ilmi ve ilâhi zevktir.

İşbu hayat birliğinde, bütün mevcudat, anlatılan tecelli dolayısı ile; o kulla bir olmuştur…

Tabi insan kendini öyle düşündüğü zaman çok güçlü görür. Bütün güçler, bütün insanların gücü tek bir güç oluştuğu zaman ne kadar güçlü görür. Bazen öyle olur insanda yapılmayacak gibi görürsün, o anda yaparsın, nasıl oldu şaşırırsın. Çünkü o hayat sıfatına, diğer hayatların toplanması, mıknatısın onları o anda ihtiyacı olduğu için, onlardan çekip bir yerde zuhura çıkmasıdır.

Anlatılan bu birlikten sonradır ki; yüce zat o kula, İLMİYE sıfatı ile tecelli eder…

İlmiye sıfatı demek genel arifler demektir. Bahsi geçen tevhid-i ilimler bu zevat-ı Alilere tümden icmalen verilir bazılarınada bazı hususlar bazı bölümler kendilerine has olarak tafsilen verilir. O kişi kendine verilen özel bir yoldan o ilmi daha geniş olarak ihata eder halde olur.

İşte… bu ilim sıfatı tecellisini aldıktan sonradır ki o kul; Bütün âlemi, içinde bulundukları duruma göre bilir…

Burada aslında kuldan murat “abduhu” hakikatinde olan kuldur ki, bu da Hakikat-i Muhammediyye’dir. Burası da zaten sıfat mertebesidir. Diğer ismi de Hakikat-i insaniyye’dir.

Anlatılan âlemlerin bütün dalları ve kolları, o kulun ilim çenberine girer…

Yukarıda bahsi geçen Bütün âlemlerin kaynağı olan Hakikat-i insaniye olan mertebenin çemberindedir.

Başlangıcından taa, sonuna kadar…

Çünkü bütün bu âlemlerin başı da sonu da o dur.

Page 31: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

31

Böyle olunca: O kul her şeyi bilir; Nasıl oldu, ne şekilde oluyor ve sonunda nasıl olacak?

O hakikat-i insaniyye zaman ve mekân mufhumu olmadan zuhur eden ve edecek olan her şeyi bilir çünkü her şey zaten kendi şeyleri yani zuhurlarıdır.

Bütün bunları bilir…

Bilir çünkü zaten sadece kendinde kendi vardır ve âlemler kendinin zuhurudur.

O bilir: Bu iş, olmamıştır…

Zuhura çıkarmadığı bir şeyi de çıkarmadığı yönden bilir.

O bilir: O olmayan şey, ne sebeple olmamıştır?

O zuhura çıkarmadığı şeyi neden zuhura çıkarmamıştır o nu da bilir gene o zuhura çıkarmadığı şeyi ne zaman zuhura çıkaracağını da bilir.

O bilir: Olmayan bir şey, olunca nasıl olur? Ve nasıl olacak?

Çünkü alim ismi ile her şeyi bilir, o bildiği şeyin zuhura çıktığında nasıl olacağını da bilir ve O nun için zaman mefhumu olmadığından bir şeye Kün ol emrini verince o da hemen oluverir.

Bütün bu anlatılanlar; o kulda bir ilim olarak mevcuttur…

Hakikat-i Muhammed-i kulunda bunların hepsi ilim olarak mevcuttur vakti geldiklerinde ilmi mahiyette olan her şey suri ve zahiri olarak da zuhur edip görüntüye gelirler.

Ama aslî bir ilim…

Ama hakikat-i Muhammedînin asli ilmi.

Ama hükmî bir ilim…

Bu asli ilim bir ilâhi hüküm olaraktır

Ama keşfe, zevke dayanan bir ilim…

Bütün bu hakikatleri cem olarak idrak eden birey abd-kul ki Hakikat-i Muhammediyyenin ilk nokta zuhur mahalli olan Hazret-i Muhammed’dir ondan sonra gelenlerde onun halifeleri olan Kâmil insanlardır. İşte bu cem-icmal-toplu ilimleri keşfe ve zevke dayanan bir anlayışla bilip idrak etmeye çalışırlar.

Öyle bir ilim ki… yani: Öyle bir bilgi ki, malum olup bilinenlere onun zatından sirayet edip geçmiştir…

Page 32: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

32

İşte Cenab-ı Hakk, bu tecellide olan kimselere gayb ilimlerini veriyor. Mesela bu kitap, “İnsan-ı Kâmil” bu tecelliyle yazılmış bir kitaptır. Açık olarak ifadesi budur. Gönül âleminden yeni bilgiler almak, tabi kişi için güzel bir hadise zaten bizim de istediğimiz budur. Yani kişileri, Cenab-ı Hakk'ın Alim sıfatına bağlayıp, oradan bilgilerini alma yolunu açmaktır. En kemalli bilgide zaten budur. Satırdan değil, sadır okumak, ilmi bu yani gönlünden. Ama satırdanda okunur, sadırdan gelip, satıra yazılmışsa o satırdan okunanda sadırdan okunandır aynı zamanda. İlim ona denir ki sadırdan gelsin, "Elem neşrah leke..." gelsin. İşte hayali ve vehmi yazılan kitapların hepsi kişiyi hiçbir yere götürmez, ancak hayal âleminde dolaştırır. Ama hangi kitap sadırdan gelmişse, gönülden yani Allah'ın ilim sıfatından gelmiştir, işte o tasdik edilecek en doğru kitaptır ve o zaten diğerlerinden hemen ayrılır.

Hem de, icmal yolundan…

Yani toplu olarak, Furkan yolundan.

Hem de, tafsil yolundan…

Yani tafsilâtlı olarak kitabül mübin yolundan.

Hem de, külli ve cüz'î yoldan…

Yani kül ve cüz olarak imâmu-l mübin yolundan.

Onun tafsili icmalinde gizli... Ama, gizliden de gizli bir gayb âleminde… Ledünni ve zatî olaraktan…

Bahsi geçen her türlü hâl ve idrak yaşam ve anlayışı o ibarelerin içinde mevcuttur. Ancak bunların te’vil ve izahlarını bu sahaya-sahayı vahdet, adım atmış ve gerçek ihlâs olmuş kimseler anlayıp anlatabilmektedirler.

O, öyle bir gelişle gelmektedir ki; gaybın da gaybı âlemin, tafsilinden gelmektedir. Bu şehadet âlemine çıkmaktadır…

Batıni âlemden, mana âleminden gelip, lisan ile yahut konuşmadan yazıya dökerek, mana âleminden tafsil âlemine şehadet âlemine çıkmaktadır.

Böyle olunca, onun icmal tafsili, gaybında müşahede olunur…

Bu haller ilmi hakiki yolundan icmal ve de yeri geldiğinde tafsili olarak gayden müşahede edilip gerektiğinde şehadet âlemine ilmin kelâm yönü ile zuhura çıkartılır.

Toplu icmali ise… gaybın da gaybındadır…

Page 33: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

33

-------------- Sıfat tecellisi içinde, olana; ilmin gelişi, zâhirde olan bir şey

değildir… Gizlinin de gizlisi âlemde, o ilmin içine dalan bilir!

Burada anlatılanlar, çok ince manalardır... Ancak:

— Gureba…

Adı ile çağırılanlar anlarlar…

Burada tadılması gereken zevkleri, kimse tadamaz; ancak:

— Ümena ve üdeba…

Adı ile anılan zatlar tadarlar…

------------------- Sıfat tecellisi içinde, olana; ilmin gelişi, zâhirde olan bir

şey değildir… Gizlinin de gizlisi âlemde, o ilmin içine dalan bilir!

Bu hususu anlamak oldukça zordur çünkü müşahedeli ilmi tadış sahasıdır ehli zahir bu sahayı bilemediği için bu hususları değerlendirmesi ve fikir yürütmesi mümkün değildir, şu veya bu şekilde fikir yürütmeye kalkması zahiri akıl yönünden olacağından, zahiri aklında o sahada her hangi bir vechesi olmadığından bu sahada ortaya bir fikir koyması mümkün değildir. Çünkü bu ilâh-i ve zati bir ilimdir. Kişinin bu ilmi anlamasının ilk şartı evvelâ kendisini gerçek hali ile tanıyıp ben neyim ben kimim? Sorusun gerçek cevabını verip bu hali hayatına intibak ettirebilmesidir.

Kişi evvelâ kendinin içine dalması o kanaldan da o gizli âlemin içine dalması oradan inci hadislerini ve mercan âyetlerini çıkarmasıdır. İşte o bahsi geçen ilmin içine dalanların o sahadan haberleri vardır ehli zahirin bu sahadan haberleri olmadığı içinde oraya dalma imkânları yoktur.

Burada anlatılanlar, çok ince manalardır...

Gerçekten de anlatılanlar hemen anlaşılacak şeyler değildir. Kelime ve cümleler tekrar tekrar okunabilir fakat sadece yüzünden okumak okunanı anlamak demek değildir. Dili ile sadece birkaç hece hecelemekten başka bir şey değildir. Bu tevhid-i konuların anlaşılması için ehli indinde uzun seneler bunun tahsilinin yapılması gerekmektedir. Evvelâ bilim olarak yaklaşmak sonra da yakîn ilmi olarak uzun zaman harcayarak bazı ölçüler elde etmek, daha sonra da “ledün ilmi” sahasından kendisine bu ince ve derin ma’nârının açılması mümkün olacaktır. Bunların hepsi ince ma’nâlardır.

Page 34: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

34

Ancak: - Gureba…

Garipler. Yani genelde nefsani yönden hiçbir şeyi kalmış kimseler demektir, ama nefsaniyeti gittikten sonra onun yerine Hakk kaim olmuş demektir. Nefsaniyetinden garip ama Hakk'la birlikte Hakk’ta Hayy olanlar demektir.

Adı ile çağırılanlar anlarlar…

Bunlar asılları olan “Hakk” adı ile çağrılırlar, diğer isimleri, “Ehlullah” Allah ehli olanlardır. Gönülden bu isimleri ile çağrılırlar.

Burada tadılması gereken zevkleri, kimse tadamaz;

Çünkü ehli âlemde bu tadı tadacak ölçü ve terazileri yoktur, onların tadış sahaları nefsani ve beşeri tadışlar olduğundan, ilâh-i Muhammed-i, olan nefesi Rahmani kokusunu tadamazlar, çünkü kendilerindeki ilâh-i tadış kanalları açılmamıştır. Ebedi olarak bu ilâh-i ilim zevklerinden mahrum olup tadamazlar.

ancak: - Ümena ve üdeba… Ümena, emin olunanlar, Muhammed'ül-Emin o yolda olanlar, Hakikat-i Muhammedi yolunda olanlar. Üdeba, edipler, edebli olanlar. Dergahların kapılarında "Edeb Ya Hu" yazılır idi. Kendisinden emin olunanlar, Cenab-ı Hakk, kendilerine bir sır ifşa ettiği zaman kendilerinde tutanlar, tutabilenler, muhafaza edebilenler, gayrıya açmayanlar, sır tutabi-lenler, emin kimselerdir. “Velilerin kalpleri sırlar hazineleridir.” O sırrı tutuyorlar, Hakk'ı ifşa etmiyorlar, yani önlerine geldiği yerde, O nu ifşa etmiyorlar, Hakk'ı kendilerinde gizlemişler, sırlamışlardır.

Ama hak edene de bunu açarak. “İlmi hak edene vermemek hak edene ihanettir, ilmi hak etmeyene vermek ilme ihanettir” denmiştir. Üdeba, edepliler demek yani kendi sınırlarını bilenler demektir. Bazen kişiye yakınlık gösterirsin, samimiyet gösterirsin, buradan laubali haller oluşmaya başlar. Siz, hoş görüde bulunursunuz, yakınlık gösterirsiniz o bunu istismar eder. İşte bu edepsizliktir, ama o kişi ona bir şey söylemez, o edepsizliğini yapsın, yüzüne vurmaz ama notu kırılır, ilerleyemez, gidemez.

Adı ile anılan zatlar tadarlar…

“Dünyanın tadını dervişler çıkarır,” denmiştir gerçektende doğrudur. Ancak bu söz izah gerektirir. Acaba gerçek dervişin tarifi nasıldır.? Üstüne bir birkaç kıyafet ilâve edenmi gerçek derviştir yoksa hiçbir vasfı olmayanmı derviştir. İsteyen bunları düşüne dursun biz yolumuza devam edelim.

Ümena ve üdeba… olanlar tadar diye bize bir yol gösterilip o yolun yolcularının kimler olduğu da bildirilmiştir.

Page 35: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

35

Diğer yönden Ümena kendilerinde Hakk’ın zahir batın zuhuru olan emin kimselerdir ve sözlerinden emin olunan kimselerdir.

Ve üdeba… Hakk’ın indin de edebi ilâhi ile edeplenmiş, ve diğer yönden edib-i ilâhi olarak her söylediği sözde ilâh-i bir edebiyat nezaketi ile konuşanlar, bu konuşmalarını yapmak için, Hakk’ın kelâm sıfatından aldıkları, ledün ilmi kanalından, Hakk edenlere aktarmaları, ile bu kimseler aynı zamanda üdeba isminide almaktadırlar.

İşte bütün bu ilâh-i tadışları bu zevat-ı âliler ilâhi bir yoldan gelen tadış ile tadarlar.

-------------------

BASAR…

Yüce Allah, kullarından bazılarına da, bu BASAR sıfatı ile tecelli eder…

Bu tecellide, o kulun durumu şöyle olur:

Bu tecelli yüce Allah katından; ilme, ihataya, keşfe dayanan bir tecellisi ile geldiği zaman, onun için tam bir BASAR tecellisi yolu açılır…

Bu açılış, o kulun görüş açılışıdır… İlminin uzandığı yere kadar ne varsa, hepsini görür…

Bu makamda:

a) Hakka dönük ilmin sözü geçmez…

b) Halka dönük ilmin sözü de geçmez…

Bu makamda sadece: BASAR tecellisine nail olan kulun görüşü vardır…

Varlıkları tümden, içinde bulundukları halleri ile, o kul görür…

Ama, gizlinin gizlisi bir âlemde…

Burada pek hayret veren bir nokta vardır; şudur: O kul, gizlinin gizlisi âlemdeki her şeyi bildiği halde; bu şehadet âlemindekilere

karşı bilemeyişi ve göremeyişidir…

-------------------

BASAR…

Yüce Allah, kullarından bazılarına da, bu BASAR sıfatı ile tecelli eder…

Page 36: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

36

Sıfat-ı subutiyyenin yedinci ismi olan basar-görüş-müşahede, hali a’yan-ı sabitesi yoluyla o kulda biraz daha fazla oranda olması ile kendinde bu sahada daha geniş idrakler oluşması mümkün olur.

Bilindiği gibi a’yan-ı sabiler esma-i ilâhiyyeden birer terkip-çeşitlilik, üzeredir ve bunların içinden bazı isimlerin terkibi diğerlerine göre biraz daha farklıdır ve gene bu farklı olanlardan en fazla olanı onun rabb-ı hası durumundadır.

İşte kimin a’yan-ı sabitesinde ki “basar” esmasının oranı diğerlerine göre biraz daha fazla ise bahsi geçen tecelliler bu kimselerde meydana gelir. Ancak bunlar kesin değildir bir kimse çalışmaları neticesinde a’yan-ı sabitesindeki esmaların yerlerini değiştirebilir eksileri arttırabilir. Ama artıları da gafleti yönünden eksiltebilir. İşte bu yüzden emir ve nehiyler sistemi kurulmuş ve kişiler bunlardan mükellef tutulmuştur.

Bu tecellide, o kulun durumu şöyle olur:

Bu tecelli yüce Allah katından; ilme, ihataya, keşfe dayanan bir tecellisi ile geldiği zaman, onun için tam bir BASAR tecellisi yolu açılır…

Basarından basiretine geçer, idrak anlayış ve ihata kabiliyeti daha çok zenginleşmiş ve genişlemiş ve derinleşmiş olur.

Bu açılış, o kulun görüş açılışıdır… İlminin uzandığı yere kadar ne varsa, hepsini görür…

İlmi ne kadar genişlemişse, ahiretteki mekanı da o kadar geniş olacaktır, yaşantısı da, sahası da ona göre olacaktır.

Bu makamda:

a) Hakka dönük ilmin sözü geçmez…

Çünkü aleme baktığı zaman, her zerrede Hakk-ı müşahede eder, bu yüzden kimi kime, kimden kime söz edecektir.

b) Halka dönük ilmin sözü de geçmez…

Çünkü bu tecellide olan kimsenin basarı halkı da görmediğinden halkın sözü de geçmez. Halk yok hükmündedir ki, nasıl bahsedilmiş olsun.

Bu makamda sadece: BASAR tecellisine nail olan kulun görüşü vardır…

Çünkü bunların hepsi dışarıda kalır. Artık o kul için bunlar dışarıda kalır. Halka dönük bir söz, halka dönük ilmin sözü geçmez gerek yoktur, bunlar dışarıda kalır. Halka dönük sözler hayali,

Page 37: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

37

vehmi olduğundan süpürür gider. Hakka dönük olanlarda, Hakka dönük sözleri kitaplardan alacaksın, o kitaplarında sözü geçmez, geçmez derken, kitaplardakini inkar manasında değildir, onların hakikatlerini kendisinde bulur ama halka dönük sözleri iter, atar. Onun için onlar geçmez, çünkü ilgilenmez. Halkın ilmiyle ilgilenmez, Hakk'ın ilmini de, Hakk'tan değil, kendinden almış olur, kendinde bulamadığı zaman Hakk'tan almış olup onu anlatmış olmakta ama, kendinde bulduğunda zaten kendinde de Hakk olduğundan, hem kendinden hem Hakk oldu mu o zaman yine şirke düşmüş olur. Kur'an-ı natık mı mühim, Kur'an-ı samit mi? Kur'an-ı samitten ilmini almaz yani Kur'an-ı samitten ilmini alır ama o anda Kur'an-ı natık olarak, o samit faaliyete geçmiş olur. Evvela samitten aldı aldı... ondan sonra Kur'an-ı natık olunur.

Varlıkları tümden, içinde bulundukları halleri ile, o kul görür…

Yani hem zahir hem batın hakikatleri ile idrak ve ibret ile görür

Ama, gizlinin gizlisi bir âlemde…

Yani kendi batın hakikatinde kendisinin dahi olmayan bir alemde sadece bir ruh ve şuur olarak.

Burada pek hayret veren bir nokta vardır; şudur: O kul, gizlinin gizlisi âlemdeki her şeyi bildiği halde; bu şehadet âlemindekilere karşı bilemeyişi ve göremeyişidir…

Çünkü o kula Cenab-ı Hakk, bu tecelliyi yaptığında batınen bütün bu âlemde ne varsa bilir, yani ruhaniyeti itibariyle bilir. Ama şehadet âlemindekilere aktaramaz, çünkü zuhura çıkmamıştır, rububiyet mertebesinde kaldığından, melikiyet mertebesine intikal ettirilmez, o. Gerektiği kadarı ettirilir ama gerekmeyen ettirilmez. İç bünyesinde kalır, ruhaniyetinde kalır. Çünkü bütün âlemdeki rububiyet faaliyette olan Rab, kendinde de faaliyette olduğundan, o Rabbında varlığını kendisi müşahede ettiğinden, o halde Rabb'ta ne varsa, hepsi kendinde var demektir. Ama bunun tamamı zuhura çıkmaz. Çünkü ihtiyacı olmadığı için çıkmaz, eğer zuhura çıkmış olsa, bütün rububiyet hakikatleri o varlıkta zuhura çıkmış olsa kendisi yaşayamaz. Bu dünya sistemine uymaz çünkü, ihata edemez, alamaz, kendisi hasta olur, rahatsız olur, çünkü bu beden ona dayanamaz. Ama depoda gizlidir. Bir tüccar düşünelim, 1000 ton buğday aldığını düşünelim, dese ki, ben bunların hepsini yiyeceğim diye, bunu yapamaz. Ancak günde belirli bir kapasitede yiyebilir. Çevreyle birlikte ne gerekiyorsa, ona o kadarı verilir, o malzemenin. Ama batında o deposundaki buğday, kişinin buğdayıdır. Yahut tarlada ki buğday hepsi kişinindir ama hepsini

Page 38: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

38

yiyemez. Yani kullanamaz, zaten kullanmasına gerekte yoktur. Yani ne sistem olarak hazmedebilir onu, ne de zaman yeter.

Burada pek hayret veren bir nokta vardır; şudur: O kul, gizlinin gizlisi âlemdeki her şeyi bildiği halde; bu şehadet âlemindekilere karşı bilemeyişi ve göremeyişidir…

Yani bu mertebede esma-i ilâhiye yönüyle batınen bildiği halde, zahiren bilmemesi hayret verici bir şeydir. Çünkü gerek yoktur. Gerek yoktur, ayrıca mümkünde değildir. Bize yaşamamız için ne kadar enerji bilgi lazımsa, o kadar enerji ve bilgi yeterlidir.

-------------------

Bu müşahede makamının yüceliğine dikkat et; bak…

Bu güzel manzarayı seyret…

O kadar hayret verici bir şeydir ki, verdiği bu hayret kadar da tatlıdır…

-------------------

Bu müşahede makamının yüceliğine dikkat et; bak…

Bu tecelliye sahip olan kimseler, halkı Hakk makamında görmüşler, sonra da Hakk-ı halk makamında görmüşlerdir. Daha sonra da her ikisini de tevhid edip bir birinden ayıramamışlar. Daha sonrada hepsini kendilerinde müşahede ettiklerinden kendilerinden başka bir alem görememişlerdir. Bu yüce Bir mertebedir.

Bu güzel manzarayı seyret…

"Mahbubu Hakk'sın ilminde zevk et" M.N.T..

O kadar hayret verici bir şeydir ki, verdiği bu hayret kadar da tatlıdır…

Bu tadış ilâh-i yoldan gelen ilmi ve irfani bir tadıştır. Nefsi emmarenin hayali ve geçici tadışları değildir.

-------------------

Yukarıda anlatılan durumun, özellikle cehalet durumunun meydana gelişi şu manaya bağlıdır:

— Kulun halk cephesinde; Hakka ait olanlardan hiç bir şey yoktur…

Bu mana yanlış anlaşılmasın:

— Halk durumunun kalkması…Demektir…

Bu mana; başlıca: İkiliğin ortadan kalkması demektir…

Page 39: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

39

-------------------

Yukarıda anlatılan durumun, özellikle cehalet durumunun meydana gelişi şu manaya bağlıdır:

Cehalet iki türlüdür, biri ilâh-i ve biri de nefsi’dir. İlâh-i cehalet kişinin nefsaniyetinden cahil olması, tüm varlığı ile Hakk üzere olmasıdır. Nefsi cehalet ise Hakk’tan cahil olması, tüm varlığı ile nefsi emmare halinde olmasıdır.

“İlim bir nokta idi onu cahiller çoğalttı” sözü iki yönlü cehaleti de bildirmektedir. İlâh-i cahiller hakikat ilimlerini çoğalttı, nefsi cahiller ise, nefsin cehalet ve hayellerini çoğalttılar.

Allah’ın emaneti işte bu ilâh-i cahillere, yani kendilerinde beşeri nefislerinden bir şey kalmamış, nefsi emaresinin cahili olmuş, böylece “ümena ve üdeba” olmuş kimselere yüklenmiş oldu.

— Kulun halk cephesinde; Hakka ait olanlardan hiç bir şey yoktur…

O kul hükmündeki zuhur, kulluğu ve zuhuru yönünden hükmen böyle kabul edilince on da Hakk’a ait bir şey yoktur, çünkü hükmen halk’tır.

Bu mana yanlış anlaşılmasın:

Bu mesele ince bir iştir. Ancak daha sonra kul kendinde batının da bulunan Hakk-ı ortaya çıkardığında bu sefer,

— Halk durumunun kalkması… Demektir…

Böylece kişi iki mertebeyide kendinde müşahede edip, hem halk yönünü hem de Hakk yönünü, kendinde müşahede ve zuhur ettirdiğinde.

Bu mana; başlıca: İkiliğin ortadan kalkması demektir…

Böylece Halk ve Hakk ikiliği ortadan kalkınca gerçek teklik meydana gelmiş olur işte bu kimseler tam bir tevhid ehlidirler. Yeri gelir halkıyyet elbiselerini giyerler halkın arasına öylece halk olarak karışırlar. Yeri gelir Hakk libasını giyerler halkın arsında Hak olarak dolaşırlar, ancak bunları o halleri ile kimse tanıyamaz.

-------------------

Burada anlatmak istediğim esas manayı şu şekilde kısaca anlatabilirim:

— Sıfat tecellisine nail olan kulun, gayb âleminde bulunan şeyleri bu şehadet âleminde zuhur etmez…

Page 40: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

40

Şayet bir zuhur olacaksa, bu nadirat hükmündendir… Ancak, bazı şeylerde olur…

Çünkü: O nadirattan şeylerin zuhurunu ise… yüce Hak, o sıfat tecellisine nail olan kula ikram yollu çıkarır…

Bu arada bir noktaya dikkati çekmek isterim…

Bu dikkati çekmek istediğim nokta, zat tecellisine nail olan kulun durumudur…

Bu kula her şey birdir… aynıdır…

Şehadet âlemi, gayb âleminin aynıdır… Gayb âlemi ise, aynen

şehadet âlemi gibidir… Bu manaları anlamaya çalış…

-------------------

Burada anlatmak istediğim esas manayı şu şekilde kısaca anlatabilirim:

- Sıfat tecellisine nail olan kulun, gayb âleminde bulunan şeyleri bu şehadet âleminde zuhur etmez…

Sıfat mertebesinden bir şeyi idrak ettikten sonra kişi, orada bulduğu şeyler bu şehadet âleminde zuhur etmez.

Şayet bir zuhur olacaksa, bu nadirat hükmündendir… Ancak, bazı şeylerde olur…

Yani Cenab-ı Hakk'ın, İsa (a.s)'da misal olduğu gibi, hayat sıfatını verdiği bir kuluna İsa (a.s)'a diyelim onun gibi. Cenab-ı Hakk, Ümmet-i Muhammed'ten de bir çoklarına bu sıfatı verdi. Mesela, Abdülkadir Geylani hazretleri bir tavuğu diriltmiş. İşte onlarda hayat sıfatı ortaya gelince bu işler yapılıyor ama diyor bunlar nadiren, gerektiğinde bu işler yapılır. İşte İsa (a.s)'da ki hadise de o nadirattan bir hadisedir, yani peygamberliğini ispatlamak içindir, Cenab-ı Hakk oradan öyle tecelli etti. İsa (a.s) her an bu durumda değildi, onda hayat tecellisi olduğu halde kendisi çok fakir yaşıyordu. Kendisinde Cenab-ı Hakk'ın bir çok sıfatı olduğu halde. Hz. Rasulullah (Sav)'de bunların şaheseri olduğu halde yerinden, memleketinden çıkardılar. Hz. Rasulullah (Sav), kendindeki o sıfatları, mesela kudret sıfatını kullanamaz mıydı, kullanırdı ama kullanmadı, tabii seyrine bıraktı.

Çünkü: O nadirattan şeylerin zuhurunu ise… yüce Hak, o sıfat tecellisine nail olan kula ikram yollu çıkarır…

Page 41: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

41

Bu arada bir noktaya dikkati çekmek isterim…

Bu dikkati çekmek istediğim nokta, zat tecellisine nail olan kulun durumudur…

Bu kula her şey birdir… aynıdır…

Şehadet âlemi, gayb âleminin aynıdır… Gayb âlemi ise, aynen şehadet âlemi gibidir…

Maddi manada baktığımız zaman, biz varlığı şehadet âlemi olarak diyoruz, müşahede âlemi yani elle tutulur, gözle görülür bir âlem olarak. Acaba aslında bu hakikaten böyle mi? Yani bunlar tuttuğumuz gördüğümüz gibimi? Kur'an-ı Kerim: "Siz, dağları yeryüzünde sabit durur zannedersiniz, halbuki onlar bulut gibi geçmektedirler" denmekte. Yani yoğunlaşmış bir malzemedir, bir oluşumdur diye geçer. Yani taşı taş, toprağı toprak olarak baktığımızda, bu zahiri müşahede âlemi ama bunun özüne nüfus ettiğimiz zaman, Rasulullah (Sav) Efendimizin : "Ya Rabbi bana eşyanın hakikatini göster" buyurduğu gibi bizde o yoldan gittiğimizde o eşyanın hakikatinin ne olduğunu anlamamız gerekiyor.

İşte bu eşyanın hakikatini idrak ettiğimiz zaman da, bunun aynı zamanda gayb âlemi de olduğunu anlamış oluyoruz. Çünkü bu varlığın kendine ait herhangi bir, şahsına mahsus bir özelliği, bir varlığı olmadığından, gayb âleminin yoğunlaşması suretiyle zuhura geldiğinden, müşahede edilmeye başlandığından buna şehadet âlemi ismini vermişler. Zuhur noktası olarak, zuhur mahalli olarak ama özüne baktığımız zaman özü, her varlığın özü atomdan olduğuna göre, atomunda elle tutulur, gözle görülür bir hali olmadığına göre, atomunda, bir merkezi bir çekirdeği, etrafında dönenleri olduğunu ama latif bir varlık yine hayali bir varlık olduğu madde olarak ele alınmadığı, işte maddenin aslı, özü buysa maddenin tamamı da bu demek olduğundan şehadet âlemi gayb âleminin aynıdır dediği bu yani asılları birdir. Bir tarafta yoğunlaşmış kısmı, bir tarafta latif olan kısmıdır.

İşte bizimde varlığımızda ruhumuz, aklımız diye his, duygular diye bildiğimiz şeyler var olduğu halde, ama görmemiz mümkün olamamakta, işte görmediğimiz için bu bizim gaybımız yani batınımız olmakta, ama aynı zamanda bunlar belirli bir yoğunluğa ulaşıpta et-kemik vasıtasıyla bir mevcudiyet, vücud bulup ortaya çıktığında şehadet âlemi oluşmakta. O halde üstümüzde ve bütün âlemde gayb âlemi de, şehadet âlemi de birlikte, birlikte olduktan sonra bunlar birbirinden ayrı şeyler değil olmuş olur. Genel olarak yaşantımızda hiçbir şeye duhul etmeden bilgi dahi meseleye

Page 42: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

42

girmeden, taşı taş, toprağı toprak... gördüğümüz zaman burası bedenimize göre müşahede âlemi, şehadet âlemi, beden yönüyle şehadet âlemi ama bu elbise üstümüzden çıktığı zaman batın âleme geçtiğimiz zaman, gayb âlemine geçtiğimiz zaman orası bize mutlak şehadet, burası gayb âlemi olacak. Çünkü burada ki, sistemimiz biz bu sistemle burasının müşahede âlemi olduğunu zannediyoruz, böyle anlıyoruz. Ama bunun müşahedesine göre müşahede ediyoruz. Yani bedenimizle baktığımız için burasını bedensel, maddi varlık olarak görüyoruz ama bu beden bizden alındıktan sonra aynı varlığa latif varlık olarak bakıyoruz, çünkü baktığımız yer latif olduğu için burayı da latif tarafını görebiliyoruz, yani görüyor. Yani elimizdeki mekanizma değiştiği zaman, madde mekanizmasıyla baktığımız zaman burası madde âlemi bizim için ama mana mekanizmasıyla baktığımız zaman burası aynı zamanda mana âlemi ve burası ruhlar âlemi, mana âlemi tamamen. Onun için işte görecelik meselesi hep ortaya gelmektedir.

Bu manaları anlamaya çalış…

-------------------

SEMİ'…

Yüce Allah kullarından bazılarına da, bu sıfatı ile tecelli eder…

Bu SEMİ’ sıfatı tecellisine eren kul:

— Cemadat hükmünde bulunan (taş, toprak, vb.) şeylerin konuşmalarını dinler…

Bitkilerin sözlerini işitir…

Cümle canlı varlıkların dillerinden anlar…

Meleklerin sözlerini de anlar…

Bütün değişik dilde konuşanların lügatlerini bilir…

Hali anlatıldığı gibi olan bir kul için: Yakın ile uzağın hiçbir farkı yoktur… Onun katında uzak, yakın gibidir…

-------------------

SEMİ'…

Yüce Allah kullarından bazılarına da, bu sıfatı ile tecelli eder…

Bu SEMİ' sıfatı tecellisine eren kul:

- Cemadat hükmünde bulunan (taş, toprak, vb.) şeylerin konuşmalarını dinler…

Page 43: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

43

Kur'an-ı Kerim'de bu mertebeyi çok açık olarak bir çok hadiselerle, kişilerde belirtiyor, Cenab-ı Hakk. Ebu Cehil gibi bazı kimseler ellerine bir avuç taş alıyor, "Ya Muhammed diyorlar, söyle bakalım madem peygambersin avucumuzda ne var" O zaman diyor ki, "Ben mi söyleyeyim avucunuzda ne olduğunu, yoksa avucunuz-dakiler mi benim kim olduğumu söylesinler deyince, taşlar 'Eşhedü enla ilahe illallah...' demeye başlıyorlar. İşte burada Cenab-ı Hakk, cemadatın konuşmasını açık olarak Ebu Cehil'e duyurtuyor. Bu tecelli ona açık olarak veriliyor. Semi' tecellisi orada Ebu Cehil'e veriliyor, taşa da kelam tecellisi veriliyor. Ebu Cehil'e, rahmete ve, hakikate ersin diye semi' tecellisi veriliyor,.

"İnni Enallahu Rabbü'l Âlemin" diye ağaçtan Musa (a.s)'a duyurulması. Ağaçtan kelam, Musa (a.s)'ında o kelamı duyması, işte bu semi' tecellisi Musa (a.s)'da oluyor. Tur Dağında Musa (a.s)'a, "Vaktaki Musa sözleştiğimiz yere geldi, İnni Enallahu Rabb'ül âlemin" tecellide bulundum, kelam da bulundum dediği zaman Cenab-ı Hakk, işte Musa (a.s)'a bu semi sıfatı verilmiş oldu. Bunu duyduğu için, yani semi sıfatı kendisinde en geniş manada orada tecelli etti, mahlukat üzerinde ilk olarak. İşte onun için kendisine Musa Kelimullah dendi, Allah'ın kelamını semi sıfatıyla duyduğu için. Semi sıfatı Musa (a.s)'ın üzerinde tecelli ettiği için Allah'ın kelamını duydu, ve Cenab-ı Hakk'ta o duyuş sıfatını ona verdiği için, o kelamı ona söyledi. Eğer o duyuş olmasaydı, zaten o kelamı alamayacaktı.

Bunun daha üzerinde Hz.Rasulullah (Sav)'de "İKRA" hadisesiyle ortaya çıktı. Hz.Rasulullah (Sav)'e orada semi yani duyuş sıfatı en geniş manada verildi o güne kadar gelen bütün insanlarda ondan sonra da "İKRA" dedi, ondan sonra da "KUL" dedi yani o duyuştan sonra söyle hükmü geldi. "Bişnev" kelam sıfatının zuhuru, duyanlara da semi sıfatı ne kadar güçlü semi sıfatını kullanabilirse gerek mesnevi'den, gerek sohbetlerden, semi sıfatı en geniş manada kimde tecelli ederse, en geniş manada hadiseleri o idrak etmekte, anlamakta. Hz. Rasulullah (Sav)'de çakıl taşları konuştu, onlar da dinlediler, bu konuşmaları Hz. Rasulullah (Sav) dinlemesi, duyması başkaydı, Ebu Cehil'in duyması başkaydı. Ebu Cehil duydu küfrünü arttırdı, Hz. Rasulullah (Sav) duydu muhabbetini arttırdı. "Biz sivrisineğin kanadıyla misaller veririz, bu misallerden bazıları imanlarını arttırır, bazıları da inkarlarını arttırır" deniyor. Bazıları, ne gereği vardı bu, küçücük sineğin kanadıyla misal vermeye Allah'a yakışır mı gibilerinden, iki duyuş ama biri ikrarı arttırıyor, biri inkarı arttırıyor. İkrarı arttıran hakkani semi faaliyete geçtiğinden, inkarı arttıranda nefsi semi'in faaliyete geçtiğinden yani nefsin nefsani duyuşundan olmaktadır.

Page 44: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

44

Bitkilerin sözlerini işitir…

Musa (a.s)'a, ağaçtan nur-ateş ve ses olarak gelmesi.

Cümle canlı varlıkların dillerinden anlar…

Meleklerin sözlerini de anlar…

Bir zamanlarım vardı, gece ilk kalktığım zaman, bir kaç meleğim vardı, bana haber verirlerdi. Gayb âleminden haberler verirlerdi ama diyeceksin ki, bu cinni olamaz mı? Olmazdı, çünkü onların gelişleri başka türlüdür yani cinni kelam tecelliler başka türlüdür, meleki kelam tecelliler de başka türlüdür. Hemen ayrılır onlar, ehli tarafından kolayca anlaşılır. İki melek aralarında konuşurlardı, duyurmak için, bu duyurmak lafzi, kelami olarak değil, ilmi konuşma olarak. Bir çok şeyler söylerlerdi, mesela birisinde hiç bilemediğimiz şeyleri söylerlerdi. Birisinde Satürn, Satürn’ün gezegenleri var, onların o gezegende ışınsal varlıklar vardır diye, haber veriyorlardı. Bir müddet böyle gittikten sonra, ben onları hepsini terk ettim. Çünkü onlarla ilgili ilgi, sürdüğü müddetçe orada kalırsın, melekut mertebesinde kalırsın daha yukarıya çıkamazsın. Onun için bize meleklerden alma haberler değil, Rabbından alma haberler gerekir. Daha güçlü olmak için, yoksa onlar insana perde olur. Hakk yolunda giderken, latif yollardan geçerken, her vadiye uğrarsın, nasıl Musa (a.s) eymen vadisine uğradı, Rabbından orada emirleri aldı.

Bu yolda cinnilerin vadisine de uğrarsın, meleklerin vadisine de uğrarsın, insanların vadisine de uğrarsın ama bunların hiçbirine iltifat etmeden yoluna devam etmemiz gerekiyor. Bunlarla ilgilendiğimiz sürece orada kalırız. Bize ne kadar büyük haberler getirirlerse, getirsinler, hiçbirine iltifat etmemek gerekir. O zaman perde olur, vasıtalı olur ama bunlar başka yollardaki insanlar için belki çok büyük hadiseler gibi olur, keramet gibi, olabilir ama bizler için bunlar övünç meselesi, taltif meselesi de olmaz. Bu bir tecellidir, yaşanması gereken bir yerdir, sofrada yemekler vardır, bunlar yenmesi gereklidir, tatlısı da, tuzlusu da lazım vücut için, hepsi lazımdır. Böyle bir çeşnidir, yolda geçerken bunları da görürsün, eğer görmezsen bilgin olmaz, bilgin olmazsa müşaheden olmaz. Bir başka şekilde karşına çıktıkları zaman yanıltırlar.

Yolcuya, yol ehli olması gerekir. Ta ki hedefine ulaşıncaya kadar, hedefine ulaştıktan sonrada oturmak gerekmez, çünkü o ulaştığın hedef, çok geniş bir sahada olduğu için, bu sefer o ulaştığın hedefi araştırman gerekir, onunda sonu yoktur. Buna da Seyrifillah, Allah'ta seyir, herkeste bunun tecellisi başka türlü olur. Tabi umumi tecelliler içerisinde özel, has tecellilerde olur. Bunların

Page 45: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

45

hepsini bilmemiz lazım geliyor, yani hiçbir şeye iltifat etmeden, nasıl mir'aç gecesi Efendimiz (sav)'in karşısına o kadar çok şeyler çıkarıldı ki, yolundan alınsın, mani olunsun diye, ama o hiçbirine iltifat etmeden yoluna devam etti. Eğer onlara iltifat etseydi, oralarda eylenip kalacaktı.

Yolda giderken çayırlık, yeşillik bir yer görürsün de orada, tabi oturabilirsin ama ancak bir mola verecek kadar, ihtiyacını giderecek kadar, yakıt, su, erzak alacak kadar, ihtiyaç için bu da makul bir duruştur. Ama günlerce, aylarca orada kalırsa insan ve orası hoşuna giderde, yan gelip yattın mı, o yolundan kalmış olur, orada rahat etse dahi. İşte tarikatların tehlikeli yerlerinden bir tanesi bu duygusallık sahasında, duygu sahasında rahatlayıp kaldığı zaman, rehavet çöktüğü zaman işini bitirmiş olur, yolunu bitirmiş olur, yolu oraya kadar gelir. İlahiler, zikirler, duygusal şeyler, o sahada çok kaldığı zaman insan oranın ehli olur. İlahide söylenecek, zikirde yapılacak ama orasını mesken tutmayacak kişi zaman zaman oraya gelip geçerken tabi uğranır, ihtiyaç gidermek için, bunlarda hepsi lüzumlu şeylerdir, ama orada sabit kalmadan, yine yoluna devam etmek üzere.

Bütün değişik dilde konuşanların lügatlerini bilir… Tabi herkeste bu semi tecellisinin olacağı herkeste bunlar olacak demek değildir. Bu genel olarak, bu halin en üst derecesini vermektedir. Bütün değişik dillerde konuşmak demek, aslında bunlara insanın gerçek olarak ihtiyacıda yoktur yani bütün değişik dilleri 2700 küsur dil olduğu söylenmekte, bu kadar büyük dili bilmeye gerek yoktur ama Cenab-ı Hakk, bunların hepsini bilmekte, biz bunların içerisinden en lüzumlu olan, Arab ve Rab dilini bilirsek onun içinde hepsinin toplamı zaten vardır, bize bu yeterli. İşte burada belirtmek istediği sadece kendi lisanın ile kalma gerçekte olan başka lisanları da anlamaya çalış demektir. İşte kim ki Rab lisanını biliyor, bütün diğer lisanları da biliyor demektir.

Çünkü hepsi onun, rububiyet lisanının içindedir, daha üstte yok, o konuşulan dillerin hepsi Rab lisanının altında olan dillerdir. Arapça, Arapça'dan da Rabçaya geçebiliyorsak eğer, bu tabi Rabça lisanı belirli bir telaffuz kelam lisanı değildir, bu mana lisanıdır. Arapça telaffuz, ama Rabça mana lisanıdır. İşte onun için Cenab-ı Hakk, Rabçadan Arapça'ya tercüme ederken, Rabça manasını yükledi, Arapça lafzın üstüne. Rab yaptı, bu tercümeyi. Kur'an-ı Kerim'in batın âleminde yapılan son tercümesi Rabçadan Arapça'ya. "Kolayca anlayasınız diye size Arapça olarak indirdik bu Kur'an'ı" deniyor. Ne kadar açık ve bütün mertebelerde bunun içerisinde "Rahman ve Rahim olan Allah'tan size kolayca anlayasınız diye akıl sahipleri için kolayca anlaşılsın diye Arapça

Page 46: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

46

olarak indirdik, bu Kur'an-ı Kerim'i" size diyor. Rahman, Rahim, Rabça ve Arapça ve de akıl sahipleri için, bu şartların olması lazımdır. Evvela Allah uluhiyet lisanını, Rahman sıfat mertebesini Hakk lisanını yani rahmaniyeti, Rahim ise rububiyet mertebesini yani esma mertebesini, Rab mertebesini orada bildirtmekte ve Arapça. Arapçadan da diğer lisanlara beşer aklı ile çevrilmiştir.

Kelimeleri çok iyi anlamamız gerekiyor, tenezzül; bir yerden bir yere inmek değil, mananın hafifleştirilmesi, kolaylaştırılmasıdır. İnsan beşer aklının alabileceği şekle dönüştürülmesi "Ve tilkel emsalu nadribuha lin nasi leallehum yetefekkerun" İşte biz böylece misaller vererek insanlara bu hakikatleri anlatıyoruz umulur ki akledersiniz" deniyor. Yani bu misallerden hakikatine geçersiniz bunu sizden ummaktayım diyor yani sizde bu kapasite, kabiliyet var demek istiyor.

Hali anlatıldığı gibi olan bir kul için: Yakın ile uzağın hiçbir farkı yoktur… Onun katında uzak, yakın gibidir…

Çünkü beyin ve gönül 'inşirah' olduğundan yani aklıda, gönlüde genişlediğinden, artık onun için zaman, mekan mevzuu da kalmamış oluyor.

-------------------

Yukarıda anlatılan manaları biraz açalım…

Yüce Allah bu semi' sıfatı ile, o kuluna tecelli ettiği zaman: Bitkilerin dillerini, cemadatın gizli sesini, bütün değişik dilleri; ondaki ahadiyet gücü ile, o kul işitir ve anlar…

-------------------

Yukarıda anlatılan manaları biraz açalım…

Yüce Allah bu semi' sıfatı ile, o kuluna tecelli ettiği zaman: Bitkilerin dillerini, cemadatın gizli sesini, bütün değişik dilleri; ondaki ahadiyet gücü ile, o kul işitir ve anlar…

Kulun beşeriyetiyle değil, ahadiyet gücü ile. Çünkü her şeyin kaynağı zaten ahadiyet olduğundan, oraya ulaştığı zaman, her şeye ulaştın demektir. Mesela, pazardan bir şey almak istiyorsan, pazara gittiğin zaman, o pazarda aradığın her şey mevcut, yeter ki pazarın yolunu bulup, pazara ulaşmış ol. Pazarı bilemiyorsan aç kalırsın, ihtiyaçlarının hiçbirini alamazsın.

-------------------

Bu tecelli sayesinde ben: Rahmaniyet ilmini rahmandan

Page 47: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

47

dinledim…

Kur'an okumayı öğrendim…

Bir ölçü birimi olan rıtıl oldum…

-------------------

Bu tecelli sayesinde ben: Rahmaniyet ilmini rahmandan dinledim…

Kabe-i Muazzama'da bulunduğumuz bir devrede bende "Kelime-i Tevhid" ilmini Rabbımdan dinledim. O söyledi ben yazdım, ben söyledim o yazdı. Burada olsaydım, o kitabı yazamazdım, mümkün değildi, oradaki tecelli içerisinde rahmaniyet tecellisi içerisinde rububiyet ilmiyle, semi hakikatiyle zuhura çıkmış oldu ve onu okumayı öğrendim. Yani kelime-i tevhidi okumayı öğrendim. Bu arada “Errahmanü fes’el bihi habira” ayetini rahman dan sordum.

Kur'an okumayı öğrendim…

Bende baştan Kur'an-ı Kerim'i beşer lisanıyla, Arab lisanıyla okumuş, anlamaya çalışmış idim. Sonra Kur'an okumayı, Rabçasını öğrenmeye çalışmış idim.

Bir ölçü birimi olan rıtıl oldum…

Bu husus gerçekten anlaşılması güç bir durumdur, ilâh-i bir lütuf yolundan açılması lazımdır. Gerçek bir tevhid eğitimi ile kişinin kendi “rıtıl-bir ölçü” olur ve bu ölçüye göre Kur’ana ve alemlere dair yorumlamalar yapmaya başlar ki bu yorumları ehli zahir anlayamaz.

-------------------

İşbu anlatılan manaları, Kur'an ehli zatlar anlayabilir…

Başkaları anlayamaz…

Çünkü Kur'an ehli olan zatlar;

— Ehlullah…

Adı ile çağırılır… Öyle anılırlar… Ve yüce Hakkın özelliğine sahip olmuşlardır…

-------------------

İşbu anlatılan manaları, Kur'an ehli zatlar anlayabilir…

Kur'an ehli demek, ehlullahtır. Ehil demek, ev ehli demek, hane halkı demektir. İşte Kur'an ehli, ehlullahtır, Allah'ın ehlidir. Allah'ın

Page 48: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

48

beytullahın hane ehlidir. Onlar ancak bu sırlara ulaşabilirler, bu hakikatlere ulaşabilirler. Semi esması içerisinde bunlar, Onlara açılır. İşte orada yazılan Kelime-i Tevhid tamamen bu sistem içerisinde oluşan bir şeydi. Orada bir şiirde geçer;

“Her şey, herkes bir şeyle meşgul, ben seninle meşgulüm”

Yarabb-i diye geçer.

Başkaları anlayamaz…

Bu halleri başkaları anlayamaz çünkü onların hayatları zahiri alemde Bunların hayatları ise Batıni alemde geçer. Arada çok fark vardır.

Çünkü Kur'an ehli olan zatlar;

- Ehlullah… Allah'a ehil olanlar demektir. Ehlullah, Allah tecellisinde olan Ev halkı demektir. Hz. Rasulullah (Sav)'in evine de, halkına da ehlibeyt, ev ehli. ve risalet tecellisinde olanlarda ehlibeyt oluyor. Risalet, ulaştırıcı mertebede olanlarda ehlibeyt oluyor.

Adı ile çağırılır… Öyle anılırlar… Ve yüce Hakkın özelliğine sahip olmuşlardır… Yani zati tecelliye mazhar olmuşlardır.

-------------------

KELÂM…

Bütün varlıklar, bu kelâm sıfatı tecellisine eren kulun kelâmın-

dandır…

Bunun oluş yolu, aşağıda anlatıldığı gibidir…

Yüce Allah:

a) Kuluna hayat sıfatı ile tecelli eder…

b) Sonra, ilim sıfatı ile tecelli eder ve hayat sırrının ondan geldiğini öğretir…

c) Bundan sonra, basar sıfatı ile tecelli eder; bildiklerini gösterir…

d) Bundan sonra, semi’ sıfatı ile tecelli eder; gördüklerinin seslerini duyar ve anlar…

İşbu anlatılan durum, ondaki hayat birliği yüzünden hâsıl olur…

Böylece, konuşmaya başlar…

Page 49: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

49

İşte… bütün bunlardan sonradır ki:

— Bütün varlıklar, bu KELÂM sıfatı tecellisine eren kulun kelâmındandır…

Dediğimizin manası anlaşılmış olur…

İşbu halet içinde; yüce Allah'ın kelamını; ezelde olduğu hali ile müşahede eder… Keza, ebedde olduğu gibi…

... Ve anlar ki: Onun kelâmı için bir tükenme yoktur…

Yani: Sonsuzdur…

-------------------

KELÂM…

Bütün varlıklar, bu kelâm sıfatı tecellisine eren kulun kelâmındandır…

"Semavat ve arzda ne varsa hepsi Hakk'ı tespih etmektedirler." Dolayısıyla yukarıda bahsettiği kullarda bunların tespihlerini duyarlar. Tabi o duyuş, nasıl bir duyuştur, ayrı. Onunda izahını yaparlarken, bazıları mutlak olarak onların seslerini duyar diye yani lafzi seslerini duyar ve anlarlar diye ifade ediyorlar. Bazıları manevi yönden anlarlar diye izah ediyorlar ama onlarında tespihleri, zikirleri gerçektir. Her varlığın Hakk'ı tesbih etmesi gerçek bir oluşumdur.

Bunun oluş yolu, aşağıda anlatıldığı gibidir…

Yüce Allah:

a) Kuluna hayat sıfatı ile tecelli eder…

İnsanın insanlığı, bütün varlığın varlığı aslında hayat sıfatıyla başlamakta. Hayat sıfatının ilk kemalli zuhur yeri, hayvan ismini verdiğimiz o mahlukatta zuhura gelmektedir. Cemadatında yani medenlerin de hayatı var, nebatlarında, bitkilerinde hayatı vardır, ama onlara maden diğerlerine bitki ama ondan sonra gelen mertebeye Hayy esması verilmektedir. Çünkü madenler yerinde durmakta, bitkilerde yine yerinde durmakta ama dikey olarak yukarıya çıkmaktalar, aralarındaki fark o ama belirlir bir yerde sabit bulunmaktalar. Hayvanların onlardan farkı müstakil hareket edebilme kabiliyetlerinin olmasıdır. İşte oradaki kemalat Hayy sıfatının kemalli zuhur yeri, onun için onlara hayvan ismi verildi. Hay ve an, yaşayan an manasına. Anda zaman demektir, "Dehre küfretmeyiniz dehr Allah'tır" deniyor. O hayvanları hakir gördüğümüz, zaman zaman kovaladığımız mahlukat Cenab-ı Hakk'ın Hayy esmasının tecellisinde başka bir şey değildir.

Page 50: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

50

Onun için onların en kötüsüne dahi hürmet etmek zorundayız, en kötü diyebildiğimiz, kötü diye bildiğimiz bizim şartlanmamıza göre kötü aslında o Cenab-ı Hakk'ın Hayy ismini kendi mertebesinde en kemaliyle zuhura getirmektedir. Nerede bir varlık varsa o varlık, bulunduğu halin kemalindedir, ama bir başkasına göre zeval olabilir. Çünkü kemal ve zeval görecelidir. İşte biz göreceliği bırakıp Cenab-ı Hakk'ın semi sıfatıyla onun zikrini oradaki hakikati duyalım. Cenab-ı Hakk'ın basar sıfatıyla oradaki basiretiyle, oradaki hakikatini görmeye çalışalım. Efendimiz (sav) ashabıyla birlikte bir yerden geçerken, ölmüş bir hayvan görmüşler. Hayvanın yanından geçerlerken Sahabe-i Kiram'dan bazıları burunlarını tıkayarak, yolu değiştirmişler, Efendimiz (Sav)'de bakıyor "Ne güzel dişleri varmış" diyor. İşte ne güzel bir terbiye hali, biz bunu sadece bir hikaye olarak görüp, geçiyoruz. İşte orada Hz. Rasulullah (Sav)'in basar sıfatının ne kadar geniş olduğunu görmekteyiz yani her şeydeki görüşünün derinliği, hakikatini görmekteyiz.

Cenab-ı Hakk'ın bir kuluna hayat sıfatıyla tecelli etmesi zati manada hayat tecellisidir. Hayvana yapılan hayat tecellisi maddi manadadır. Kuluna, abdına yani insana hayat sıfatıyla tecelli etmesi zati manada yani ilahi hayatın orada başlaması, zuhura çıkması demektir. Artık orada hayat-ı ebediyenin olması demektir. Ama Hayy esmasının zuhurları olan hayvanlara tecellisi maddi manadadır. İşte bizim insanlığımızı bu tür Hayy tecellisi ortaya getirmekte, evvela bir Hayy, hayvan tecellimiz vardır. Yani beşeri bir Hayy tecellimiz var, bu beşeri Hayy hayat tecellisine bir de ilahi hayy yani "Venefahtü" geldiği zaman, işte hayvanla, insanın arasındaki fark bu iki hayat farkının olmasındadır.

Zahir mana itibariyle hayvanlarla beraberiz o da yüksek bir şeref ama hayvanlarda olmayan bir hayatta insanlarda vardır. Nefs-i Natıka, diyorlar insanlara yani konuşan nefis. Ama diğer yönüyle de hayvan-ı natıkta diyorlar, yani hayvanların arasında konuşan hayvan ama birde Kur'an-ı Natık diyorlar insana, işte bu Allah'ın zati hayatını verdiği yerler Kur'an-ı Natık yani konuşan Kur'an yani Kur'an'a hayat veren. Kur'an'ın hayatı zaten var da karşı tarafa Kur'an'ın hayatını nakledenler. Hayat sahibi olduğundan "Venefahtü" nefhayı ilahiyeyi vererek, ancak işte bunların yaptığı sohbetler yahut okuduğu Kur'an'lar karşı tarafa hayatı aktarmakta, nakletmektedir. Kişi ancak bunlardan nefhayı ilahiyeyi alırsa kendi de canlanmış oluyor, hayat-ı ebediyeye ulaşmış oluyor.

Page 51: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

51

b) Sonra, ilim sıfatı ile tecelli eder ve hayat sırrının ondan geldiğini öğretir…

Hayat ile birlikte hakkani ilim sıfatının, ilmi ilahi sıfatının orada zuhura çıkması, kelami ilim değil. İslam'ın içerisinde ilmi kelam diye bir ilim vardır, sureti düzenleyen yani bedenin şekillerini, münasebetlerini, sosyal yaşamını düzenleyen ilim değildir. O da bir ilimdir ama o ilim içerisinde ebedi hayat yoktur, ilahi nefha yoktur. İşte bu ilim rububiyet ilmi, hayy ilmi, hayat ilmi olacaktır.

Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde, “El ilmü hayyen lem yemud ebeden” yani “ilim ile diri olan ebeden ölmez” dedikleri işte bu ilimdir.

c) Bundan sonra, basar sıfatı ile tecelli eder; bildiklerini gösterir…

Hayat, ilimden sonra müşahede gerekiyor. İşte İslam'ında ilk emri zaten odur "Eşhedü enla..." burada basar sıfatının Müslüman da kemale ermiş olması gerekiyor. Kendisi bu sözü söylemesi gerekiyor, İslam'ın ilk şartı bu, ilk şartı müşahededir "Ben görüyorum ki, şehadet ediyorum ki, şahidim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve yine şahidim ki Hz.Rasulullah O'nun peygamberidir".

Bu hususun gerçeği ile idrak edilmesi, ancak bu yoldan gelen bir idrak ile olması mümkündür, ancak bunun içinde ehlinden çok güzel bir eğitimin alınması lâzımdır ki ondan sonra bu tecellilere mahal olabilsin.

d) Bundan sonra, semi' sıfatı ile tecelli eder; gördüklerinin seslerini duyar ve anlar…

İşbu anlatılan durum, ondaki hayat birliği yüzünden hâsıl olur…

Kendi canlı olan bir insan, o canlılarında halini bilir. Canlı, canlının halinden anlar, ilmi kadar anlar, müşahedesi kadar anlar ama yine de bir şeyler anlar. Kişi kendi hayatının miktarını, genişliğini ne kadar idrak ederse, diğer varlıklardaki yaygınlığı, genişliği de o nispette olur. Ruh tek olduğuna göre hayatında gerçek sahibi ruh olduğundan, ruh hayat verdiğinden, ruhunda tek olduğundan, o ruh da senden başkası veya senden başkası gayrısı olmadığından, o zaman bütün canlarda olan benim, bütün varlıkta olan benim, dediğin zaman yanlış bir şey söylememiş olursun. Gerçi biraz iddialı söz gibi olur ama, aslında hiçbir iddiası da yoktur, gerçeğin ta kendisi olur. "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" Muhakkak ki biz, Allah içiniz ve biz ona döneceğiz, rücu edeceğiz, yani dönüşeceğiz. Şimdi biz kendimizi beşer olarak görüyorsakta

Page 52: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

52

ama aslında biz, Allah'a dönücüyüz, yani dönüşeceğiz, uluhiyete dönüşeceğiz, aslımıza dönüşeceğiz. "Bütün işler Allah'a dönecektir" deniyor, hep onda son bulacak, başka mahallimiz yok, gidecek yerimiz yok, kimsenin yok, hiçbir varlığın yoktur.

Böylece, konuşmaya başlar…

İşte… bütün bunlardan sonradır ki:

- Bütün varlıklar, bu KELÂM sıfatı tecellisine eren kulun kelâmındandır…

Hayat sıfatını idrak ettin, bütün varlıkta da aynı hayatın olduğunu idrak ettin, semi sıfatı, basar sıfatı, kelam sıfatı hepsi de senden oluyor. Ne var âlemde, o var Âdem'de demişler, kendinde olanı bildiğin zaman Hakk'ta ne varsa hepsini bilmiş oluyorsun.

Dediğimizin manası anlaşılmış olur…

İşbu halet içinde; yüce Allah'ın kelamını; ezelde olduğu hali ile müşahede eder… Keza, ebedde olduğu gibi…

Şu anda veya geçmiş anda veya gelecek zamanda okunan, kim okursa olsun Kur'an-ı Kerim'i okuduğu anda, bu hal içerisinde olan kimse yüce Allah'ın kelamını ezelde olduğu hali ile müşahede eder. İşte tevil bu demektir, tevil demek işin evveline gitmek demektir. İşte bunlar ehli Kur'an, ehlullah oluyor. Yani aslı üzere müşahede eder, tercümeden okuduğu gibi, tefsirden okuduğu gibi değil, tefsirinden o ayetin nüzul sebeplerini anlayabilir, öğrenebilir. Bu da tabi bir ilimdir ama, bütün bu sebeplerin dışında ayetin gerçeğini anlamak gerekiyor, özünü, hakikatini anlamak gerekiyor. Çünkü o zaman bütün zamanlara şamil oluyor, o ayet-i kerime sadece nüzul sebebini okuduğumuz zaman, oraya hasretmiş oluyoruz. Hangi sebeple nazil olmuşsa, o sebeple orada hem geçmişe bırakmış ve de oraya sınırlandırmış oluyoruz. Ama Allah kelamı bir zaman içerisine sığacak bir kelam değil, ezel ve ebede geçecek bir şeydir. Ancak o zaman Kur'an'ın aslını anlarsın demek istiyor ki, yapmaya çalıştığımız işte bunlar.

... Ve anlar ki: Onun kelâmı için bir tükenme yoktur…

Yani: Sonsuzdur…

İşte elinize bir ayet alırsınız, eğer Hakk'tan geliyorsa o konuşulur, sabaha kadar konuşulur, çünkü Hakk'ın kelamı tükenmez sonu olmaz. Ama beşer lisanının izahı tükenir ayrı ama, o da diğerlerine göre çok uzun sürer. -------------------

Page 53: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

53

Bu KELÂM tecellisi üzerinde biraz duralım… Faydalı olacağı düşüncesiyle, bazı çeşitlerini önünüze serelim…

Bu tecelli çeşitlerinden bir tanesi: Yüce Allah'ın kulları ile konuşmasıdır… Bu konuşma, arada bir perde olmadan olur… İşbu perde, tecelliden önce gelir… Tecelli anında kalkar…

-------------------

Bu KELÂM tecellisi üzerinde biraz duralım… Faydalı olacağı düşüncesiyle, bazı çeşitlerini önünüze serelim…

Bu tecelli çeşitlerinden bir tanesi: Yüce Allah'ın kulları ile konuşmasıdır… Bu konuşma, arada bir perde olmadan olur… İşbu perde, tecelliden önce gelir… Tecelli anında kalkar…

Kur'an-ı Kerim'de diyor ya, biz kullarımızla üç şekilde konuşuruz. Birisi maddi yönden, maddeden çıkarak, yani maddeyi aracı yaparak, birisi misaller yoluyla bir şeyler anlatarak, birisi de bizatihi kendimiz söyleyerek diyor. "Venefahtü fihi min ruhi" Ben nefyettim diye karşıdakine kendisi söylüyor, duyana, işte kimde semi duyucu kulağı varsa, bu kelamın gerçekten Allah'ın kendisine söylediğini o anda anlar. Hz.Rasulullah (Sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Benim Rabbımla öyle bir zamanım olur ki, ne Nebi-i Mürsel, ne Melek-i Mukarreb oraya giremez"

Ayrıca Tur dağında musa (a.s.) a Tevrat-ı şerifi bildirdiği gibi.

Ancak o mertebede müşahede yoktur sadece duyuş vardır, görüş ise Nur-u Muhammediyeye havi olanlara onu taşıyanlara aittir. Arada çok fark vardır. Bu hususta, Ümmeti Muhammed hakkında, “Allah-ı görmek mümkünmü?” diye sorulduğunda bunun cevabı “görmemek mümkünmü?” dür. Bu görüş içinde Kişinin gözünün açık olması lâzımdır.

-------------------

Burada, bu konuşmaya nail olan zatlar üzerinde duracağız… Onlardan bazıları yüce Hakkın zatına bağlı hakikatle münacaatını yapar… Ama bu münacaatı, kendi özünden yapar… dıştan değil…

Bir hitab duyar…

İşbu hitabın açılıp gelen belli bir yönü yoktur…

İşbu hitabı o kul, bütün varlığı ile duyar; yalnız bir kulak ile değil…

-------------------

Page 54: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

54

Burada, bu konuşmaya nail olan zatlar üzerinde duracağız… Onlardan bazıları yüce Hakkın zatına bağlı hakikatle münacaatını yapar… Ama bu münacaatı, kendi özünden yapar… dıştan değil…

Bir hitab duyar…

İşbu hitabın açılıp gelen belli bir yönü yoktur…

İşbu hitabı o kul, bütün varlığı ile duyar; yalnız bir kulak ile değil…

İnsana bunlar birer ölçüdür, bir ses geldiği zaman bir yerden maddi gibi veya latif yani sessiz, bir hitap geldiği zaman kişinin buna dikkat etmesi lazımdır. Eğer mahluk cinsinden geliyorsa bu belli bir yönden gelir, yani tek yön olarak gelir. Ama İlahi hitap yönsüz gelir, aradaki fark budur, her yönden gelir yani başını ne tarafa çevirsen o yönden de, bütün yönlerden de gelir, yön tayin edemeyiz. İşte mahluki ve ilahi olan hitapların arasındaki farkı böyle ayırabiliriz. Tek yönden gelmişse o mutlaka mahluk kaynaklıdır, daha ağırlıklı cinni kaynaklıdır, tek yönden geldiği zaman, ama genel bir yerden geldiği yön tayin edilemiyorsa, sesli de gelse, sessiz de gelse o rahmanidir, Hakk'tandır. Çünkü Hakk'a bir yön tayin etmek mümkün olmaz. Yalnız bu gelenlerin hepsi de mutlaka cinden, vehimden, şundan, bundan... gelecek demek değildir, rahmani olan insan sesi de tek yönden gelebilir, çünkü o da bir mahalden zuhur etmektedir, mahluktan zuhur etmektedir.

Bu mevzu ile ilgili size bir hatıramı anlatayım: " Bir grup arkadaşla hacca gitmiştik, özel olarak gittik 30-40 kişi kadar vardık. Arafat'a çıktık ama çadırımız yoktu, minibüs gibi büyükçe iki arabamız vardı. O arabalarla çıktık, seyyar olarak, çünkü yer yok. Özel olarak gittiğimiz için çadırımızda yoktu. Akşam ezanına yakın, ikindi üstü çıktık. İki minibüs arka arkaya bir yerde durdular, bizde aşağıya indik. Baktım ki, Cebel-i Rahme'de biraz uzakta akşam namazına kadar gider, gelirim dedim. Yalnız başıma oraya gittim. Tabi çok kalabalıktı Cebel-i Rahme'ye çıktım, nereden çıktım, nereden indim bilmiyorum. Hangi tarafından çıktım, hangi tarafından indim, her taraf çadır, her taraf aynı, herkes aynı beyaz , ne yerimi biliyorum, ne de bir işaret var. Öyle bakınıyorum yok ihramlı, ne cemaat var ortada, ne minibüsler var, ne bir şeyler var. Tahmini bir yere doğru gidiyorum, tam o anda 'Necdet abiii' diye bir ses duydum. Tanıdığım, bildiğim bir ses, sesin tarafına doğru gittim, minibüsleri önümde gördüm. İşte bu da o anda Rahmani bir sesti, bir yerden geliyor, mahluktan geliyor ama Rahmani geliyor ve yön tayin ettiriyor idi. O arkadaşın bundan haberi yoktu, bana bağıran kimse yoktu, onun ismiyle bağıran vardı. Bu kimdi diye

Page 55: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

55

bunun da üstünde durmamıştım.

İşte Musa (a.s) Tur Dağında semi hakikatiyle, her zerresinden Hakk sözünü duydu Cenab-ı Hakk'ın hitabını, sadece kulağıyla değil, semi sıfatı genel olarak onda tecelli etti, ama vücudunun her zerresinde Hakk'ın kelamını duydu. "Ya Rabbi madem bana bu kadar yakınsın, seni göreyim" dedi. Bu oluşum içerisinde semi ve kelam tecellisi olduğu zaman, Cenab-ı Hakk'ı ne kadar yakınında, benliğinde hissediyor insan, bu mertebe işte Museviyet mertebesi, tarikat mertebesinin kemalatı. Buna cevap olarak "Len terani" sen, beni göremezsin, hükmünü, cevabını aldı. Çünkü kelam ve semi mertebesi orası, duyuş mertebesi. Görme, iseviyet mertebesinde başlıyor, o da sınırlı görme, bir mahalde görme. Esas görme "Feeynema tuvellu fesemma vechullah" ayetiyle Ümmet-i Muhammed'e ait. Evvela Efendimiz (Sav)'in şahsına, miraçta sonra da bizlere ümmetine ait, o mertebe. Bunları çok iyi anlamamız lazım ki, kendi değerimizi, ilahi değerimizi bilelim ve O yüce sultanın ne büyük mertebelerde olduğunu anlayalım. Kendi değerimizin ne olduğunu iyi bilelim de, bu dünyada ona göre yaşayalım.

-------------------

Bu hitab için, bir örnek verelim… Mesela: Ona şu nida gelir:

— Sen sevgilimsin… Sen sevdiğimsin… Arzulanan sensin…

Sen kullardaki yüzümsün…

Sen, en üstün gayesin… En çok aranan sensin…

Sen, sırlar içinde sırrımsın…

Sen, nurlar içinde nurumsun…

Gözümsün; süsümsün…

Cemalim sensin; kemalim sensin…

İsmim sensin... Zatım sensin… Vasfım sensin… Sıfatım sensin…

Ben, senin isminim… Ben senin resminim…

Nişanın benim... Alâmetin benim, sevdiğim…

Sen, bu kâinatın özüsün... Bütün bu varlıklar, ve olanlardan maksad sensin…

Müşahedeme yaklaş; ben, sana varlığımla yaklaştım... Uzak

durma; çünkü ben:

Page 56: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

56

— «Biz, ona şah damarından daha yakınız...» (50/16)

Sözünün sahibiyim…

Kulluk ismi ile bağlanıp kalma…

Rabb olmasaydı, kul da olmazdı…

Ben, seni nasıl izhar ettimse, sen de beni izhar ettin…

Senin kulluğun olmasaydı; benim de, rububiyet vasfım olmazdı…

Ben, seni nasıl bulduysam, sen de beni öyle buldun…

Senin vücudun olmasaydı, benim vücudum da olmazdı…

Sevgilim, yaklaş yaklaş…

Sevgilim, yüksel… yüksel…

Sevgilim, seni vasfım için istedim; kendim İçin yaptım…

Kendin için başkasını isteme; senin için de benden başkasını arzulama…

Sevgilim, bütün kokularda beni kokla…

Sevgilim, bütün taamlarda beni ye.

Sevgilim, mevhum şeylerden beni çıkar…

Sevgilim, malum şeylerden bana akıl yolu bul…

Sevgilim, bu hissedilen şeylerde beni müşahede et…

Sevgilim, el değdirilen şeylerde bana dokun…

Sevgilim, giyilen şeylerde beni giy…

Sevgilim, benden murad sensin… Benimle künye aldın... Namıma künye alan sensin…

-------------------

Bu hitab için, bir örnek verelim… Mesela: Ona şu nida gelir:

- Sen sevgilimsin… Sen sevdiğimsin… Arzulanan sensin…

Yukarıdaki bölümde bahsi geçen bu ifadeler, kendisine “Hubbiyyet-Vedut” ismi şerifinin kelâm yönünden gelir. Çünkü İnsan Hakkın aynası ve hakikati yönünden aynısı olduğundan, bu muhabbet kendinden kendine bir sesleniştir. Yani bir makamından başka bir makamına söyleniştir.

Page 57: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

57

Sen kullardaki yüzümsün…

İşte Nusret babamın bu tecellisi daha ağırlıktaydı, muhabbet tecellisi, şiirlerini okuduğumuz zaman "Sen ben miyim, ben sen miyim bilemedim" gibilerinden "Beni kaldır, gör Allah'ı, seni kaldır gör Allah'ı, bizi kaldır gör Allah'ı" diyerek, muhabbeti coşup, taşıyordu.

Sen, en üstün gayesin… En çok aranan sensin…

“Sen olmasaydın sen olmasaydın, bu alemleri halketmezdim” kutlu sözü alemlerin gayesinin ne olduğunu açık olarak göstermektedir. Bu alem zuhurları arasında zuhuru ilâh-i olan sureti Adem en çok aranan zat-i zuhur mahalli makamıdır.

Sen, sırlar içinde sırrımsın…

Ehli gaflet için bu alem sırlarla dolu olan bir alemdir. Ehli hâl için ise sır diye bir şey yoktur, ancak onun hakikatini anlayamanlar için kendi sır’dır. Onun varlığında hakikat-ı olan Hak ise onun içindeki sırrıdır. Yani hem kendi ağyara karşı sırdır hem de hakikatinde olan Hakk ‘ta gene onda sırlanmıştır. Bu sırrın açılması ancak “Fettah” ismi yönüyle gerçek bir İrfan ehlinin nurlu kelâmıyla mümkündür.

Sen, nurlar içinde nurumsun… Gözümsün; süsümsün…

Aslında bu alemin tamamı nurdur, insan ise nur içinde nurdur. Nur olmayınca da görüş olmaz, görüş içinde bir göze ihtiyaç vardır. Göz ise o varlığın göz bebeği durumundadır. İşte sen benin gözümsün zahir alemde ben senin gözün ile görmekteyim ki, o gözde benimdir. Ve sen bu alemlerde en güzel biçimde, “ahseni takvim” üzere halkettiğim “kerremnâ” tacını taktığım süsümsün.

Cemalim sensin; kemalim sensin…

Cenab-ı Hakk'ın insanlara ne büyük lütfudur ki, her birimizde bulunan yüzümüz sıfat-ı subutiyeyi zuhura getirmekte. Yüzümüz, insanın en değerli yeri yüzüdür, işte seb'ül mesani insanın yüzüdür bir bakıma, iki göz, iki burun deliği, iki kulak ve bir ağız. İşte her bir delik yani her bir mertebe, bir esma-i ilahiyenin zuhuru, zuhur kaynağı yani sıfat-ı subutiyenin insandaki zuhur mahalli, zahir görünüşte budur. Birde bunun batını vardır, esas buralardan mahal olarak giripte, özde yaşanması yani batını vardır. İşte seb'ül mesani dediği budur, Fatihayı Şerife insanın yüzünde zuhura gelmiş, onun için rabıtada bu yüzden oraya yapılıyor. Çünkü burası da ilim merkezi, tevhid ilminin merkezidir.

Page 58: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

58

İsmim sensin... Zatım sensin… Vasfım sensin… Sıfatım sensin…

Bu alemde en kemalli zuhur mahallim sensin, o halde her şeyde ve her yede, her şeyim sensin.

Ben, senin isminim… Ben senin resminim…

Sende ne varsa hepsi benim, hepsi ben’im. Resmin de ben’im, ismin de benim, ben’im.

Nişanın benim... Alâmetin benim, sevdiğim…

Nişanın, belirlilik, işaretin alâmetin, neyin varsa hepsi benim ben’im, sevdiğim sen-ente, ismiyle gene benim ben’im.

Sen, bu kâinatın özüsün... Bütün bu varlıklar, ve olanlardan maksad sensin…

Tabi insan olmasaydı, bütün bu varlıklara zaten ihtiyaç yoktu, gerek yoktu. Bir yönüyle de bu hâl “Hakikat-i insaniyye yönüyle alemlerin insan ismi ile vasfedilmesidir.

Müşahedeme yaklaş; ben, sana varlığımla yaklaştım... Uzak durma; çünkü ben:

Sana mi’raç gecesi o kadar yaklaştım ki, “kabı kavseyna ev ednâ” oldum hatta daha da yakın oldum.

- «Biz, ona şah damarından daha yakınız...» (50/16)

Sözünün sahibiyim…

Şah damarı kişinin bedeni, zahir hayatı suretidir. Daha yakını ise ruhaniyetidir, Orası ise “venefahtü” dür ve oda hakk’tan başka bir şey değildir.

Kulluk ismi ile bağlanıp kalma…

Buradaki kulluktan kasıt, beşeriyetiyle yaşayıp’ta orada kalma-maktır. Kulluğun hakikati olan “abdühu” “Hu’nun abdı” yani zati zuhur mahalli olan kul, olarak yaşamaya bak denmektedir.

Rabb olmasaydı, kul da olmazdı…

Bu mertebe itibari ile, F. Mekkiyye de.

“Rabb Hakk’tır, ve hakikat nazarı ile bakılınca kul da Hak’tır, Mükellefin kim olduğuna, şuurum ve vakıf oluşum olsa idi ne olurdu! Eğer mükellef kuldur desem, o ölüdür, ve yoktur. Ve eğer mükellef Hak’tır desem, o zaman teklif olunan nerde?”

Bu husus çok dikkat çekici, yüksek bir irfaniyyet yaşantısının

Page 59: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

59

izahıdır. Bu kaydın yazıcısı M. Arabi hazretleri bu ilk yaşadığı zamanda böyle ifade etmiştir daha sonraları bu halinde cevabını bulunca, yaşadığı bu güzel halleri kendinden sonra gelecek irfan olma eğitimini almak isteyenlere bir yaşanmış tecrübe olarak kalması için böyle kayda almıştır. Gerçekten büyük bir irfaniyyet yaşantısıdır Allah (c.c.) lühü razı olsun.

Merak edenler için bu halin yaşandığı sürecin, gerçek “fenâ fillâh” mertebesi itibari ile yaşayan kimselerin içinde bulunduğu haldir diye bildirmiş olalım. Çünkü bu mertebede gerçekten kul yoktur, kulun olmadığı yerde ise teklifat-ı ilâhiye de yoktur. Teklif yaşayan-Hay olan kimseleredir.

Ben, seni nasıl izhar ettimse, sen de beni izhar ettin…

Yani ben seni nasıl zuhura çıkardımsa, sende beni zuhura çıkardın. Eğer kelam tecellisi, semi tecellisi olmasa insanlarda, ne kadar çok bilirlerse bilsinler, Hakk-ı ortaya çıkaramadıklarından bunlar batında kalacaktı, kimse ne Allah bilgisiyle, bilgisini bilebilecekti, ne kendini anlayabilecekti. İşte o zaman bizde sadece Hayy esmasının zahir tecellisi olacaktı, ve o hayvanlardan farkımız olmayacaktı.

BU muvzular, hakikati itibari ile “bakabillâh,” mertebesinin ifadeleridir. Kul vardır ancak Hakk’ın varlığı ile Hak olarak vardır.

Senin kulluğun olmasaydı; benim de, rububiyet vasfım olmazdı…

Rabb olmasaydı ona bağlı olan kul merbub-bağlı olanı da olmazdı. Bir yede kul varsa, o kul rabbın varlığının mutlak nişanesi ve ispatlayıcısıdır. Rabb varsa onun kulu olacağı da mutlaktır. O halde sen beni bende seni açık olarak ispatlamaktayız.

Ben, seni nasıl bulduysam, sen de beni öyle buldun…

Ben seni halkıyyetimde, nasıl olman gerektiğini buldum bildim ise, sende beni aynı yollardan aynı şekilde buldun.

Senin vücudun olmasaydı, benim vücudum da olmazdı…

Senin vücudunu görmek isteyişim, benim vücudumun varlığındandır. Seni istemem olmasaydı, o zaman benim varlığımın da olup olmaması bir mesele olmazdı. Mademki senin vücudun ezeli vardır benin vücudum da seninle ezeli vardır.

Sevgilim, yaklaş yaklaş…

Müşahedeme yaklaş, ben sana varlığımla yaklaştım demesi, yani o gece sarktı o kadar yaklaştı ki iki yay arası kadar "Kab-ı

Page 60: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

60

kavseyni ev edna" hatta daha da yakın bir halde oldu. Yaklaş yaklaş, ikilik ortadan kalksın, iki görünümünde ki bir olan nâ-biz olarak teklikte kalalım, bu hali seyredenler kul ile rabb’ın birlikteliği hakkında hayretlerde kalsınlar.

Sevgilim, yüksel… yüksel…

Ehlullahtan birisi,

“yükselki yerin bu yer değildir, dünyaya gelmek hüner değildir.”

Demiştir. Ancak yukarıda bahsedilen, bu yükselişin çok üstündedir. Burada ki yükseliş dünyadan yükselmeye teşfiktir. Metindeki yükseliş ise, muhabbet ruhaniyet ve abdiyyetinden rububiyyetine oradan Uluhiyyetine yükseliştir.

Sevgilim, seni vasfım için istedim; kendim İçin yaptım…

Ben kendi vasfımı sende zuhura çıkarmak için ve kendim için yaptım.

Kendin için başkasını isteme; senin için de benden başkasını arzulama…

Yani mahlukattan bir şeye gönül verme.

Sevgilim, bütün kokularda beni kokla…

Bütün kokular nefes-i Rahmaniyyenin Rahmani kokularıdır, bunu bilip idrak edersen, bütün kokularda beni koklamış olursun, Böylece kokularda dahi gene beni bulmuş olursun.

Sevgilim, bütün taamlarda beni ye.

Risale-i Gavsiye'de buyurdu: " Ya Rabbi yer misin, içer misin, yediğin içtiğin nedir senin" diye soruyor. "Yediğim, içtiğim fakrın yediğidir" denmektedir.

Sevgilim, mevhum şeylerden beni çıkar…

Hayali düşüncelerden beni arındır.

Sevgilim, malum şeylerden bana akıl yolu bul…

Gördüğün bütün bu bilinen şeylerden bana akıl-tefekkür yoluyla her birinden onların hakikatleri yönü ile bana ulaşmayı bil.

Sevgilim, bu hissedilen şeylerde beni müşahede et…

Müşahede aleminde görülen ve hissedilen şeylerin Hakk’ın zahir ismi ile göründüğünü müşahede etmek, O nun habibi olmak demektir.

Sevgilim, el değdirilen şeylerde bana dokun…

Page 61: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

61

Elinin değdiği ne varsa hepsinde isimlerim yönünden bir gerçeğim ve zuhurum vardır. Bir kimse hangisine değse benim o ismim üzere bana değmiş-dokunmuş olmaktır.

Sevgilim, giyilen şeylerde beni giy…

İşte hullet mertebesini burada gösteriyor. Aslında giyilen şey demek, o halin ve o ismin hakikatinin ruh varlığımıza ahlâk olarak giydirilmesidir.

Sevgilim, benden murad sensin… Benimle künye aldın... Namıma künye alan sensin…

Aslında gerçektende öyledir. Bütün esmaları ile isimlenmiş ve sıfatları ile sıfatlanmış bir zuhurda, künye alan kendisinden başkası değildir. Bir bakıma Hakk on da künye almıştır, diğer bakımda o da kul-abd ismi ile, Hakk’ta künye almıştır. Bunları birbirinden ayırmak oldukça zordur. Bir yönüyle bakınca Hakk’tır bir bakım ile de kuldur. Diğer yönü ile de hem Hakk’tır hemde aynı anda kuldur.

--------------------

Yukarıda anlatılan kelâmlar o kadar güzeldir ki, o kadar tatlıdır ki… o yoldan yapılan ihsanlara ne doyulur, ne de o latifelerden bıkılır…

-------------------

KELÂM sıfatı kendisinde olanlardan bazıları da: Hak’la konuşur… Ama, halk dili ile…

Söylenen sözü bir yönden duyar... Ama, o bilir ki: O söz, bir başka yönden gelmektedir…

Halktan biri ona seslenir; o da duyar…

Ama, Hak'tan duyar… Halktan değil…

Bu manada şöyle söyleyelim:

Leylâ ile olurdum, gayrı yoktu görsem bile;

Cemadatla konuşurdum Leylâ'ya hitab ile…

Şaşılacak bir şey yoktur, onlarla konuşsam da;

Cemadattan cevab aldım, Leylâ'dan cevab ile…

-------------------

KELÂM sıfatı kendisinde olanlardan bazıları da: Hak'la konuşur… Ama, halk dili ile…

İşte Beyazıd-i Bistami hazretlerinin dediği mertebe burasıdır.

Page 62: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

62

"Kırk yıl var ki ben halk ile konuşmaktayım, halk beni kendiyle konuşur zanneder halbuki ben Hakk'la konuşmaktayım" diyor. Halk ile konuşuyor ama halk diliyle Rabbına konuşuyor.

Söylenen sözü bir yönden duyar... Ama, o bilir ki: O söz, bir başka yönden gelmektedir…

Beşeriyyet ve madde hükmü ile herhangi bir söz bir yönden duyulur eğer o söz Hakk sözü ise her yönden gelmektedir.

Halktan biri ona seslenir; o da duyar…

“Her ne söz ki, söylenir alemde Türkî ya Arab,

Tut kulağın kim, sanadır cümle dillerden hitab.”

Denmiştir ki, bu mertebenin halidir.

Ama, Hak'tan duyar… Halktan değil…

İrfan ehli bu duyuşunu halk lisanından ancak, halkta olan Hakk’tan duyar.

Bu manada şöyle söyleyelim:

Leylâ ile olurdum, gayrı yoktu görsem bile;

Leyla ileydim ben gayrı yoktu, gayr gibi görsen bile gayrı yoktu. Yani eşyayı, insanları görsem bile, ama gayrı olarak değildi.

Cemadatla konuşurdum Leylâ'ya hitab ile…

Madenlerle konuşurdum ama, en ilk mertebeyle de konuşurdum ama orada Leyla'ya hitap ederdim. Çünkü onda da Leyla vardır. Leyla; Leyl, gece demek. Laleyl, gece yok, gecesiz demektir. Yani Hakk güneşi ile geceden doğanlar baka sahibi olanlardır.

Şaşılacak bir şey yoktur, onlarla konuşsam da;

Bu mertebeye gelenler için bu mertebe onlar için tabii bir mertebe olduğundan şaşılacak bir şey değildir, ancak ehli gaflet için çok şaşılacak bir husustur.

Cemadattan cevab aldım, Leylâ'dan cevab ile…

“sanadır cümle dillerden hitab.” İle duyulan her şey “leylâ”dan yani mahbub-u ezeli olan Hakk’tandır.

-------------------

KELÂM tecellisine nail olan kullardan bazılarını; yüce Hak cisimler âleminden alır, ruhlar âlemine götürür…

Page 63: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

63

Mertebe bakımından, bunlar en yüce mertebelerin sahibidir…

-------------------

KELÂM tecellisine nail olan kullardan bazılarını; yüce Hak cisimler âleminden alır, ruhlar âlemine götürür…

Burada fazla kalınmaz, çünkü beden madde arzımız buna manidir.

Mertebe bakımından, bunlar en yüce mertebelerin sahibidir…

-------------------

Bazı kullar, bu yüce hitabı kalbinde bulur.. Kalben, yüce Hak'la konuşur…

Bazıları, ruh ile, dünya semasına yükselir…

Bu sınıfa mensub olanlar arasında; ikinci ve üçüncü semaya yükselen zatlar da vardır…

Haliyle, bu yükseliş, kimin kısmetindeyse… kısmeti ne kadarsa, o kadar olur…

Sidre-i müntehaya yükselen kimseler de vardır...

Yükselirler; konuşmalarını orada yaparlar…

-------------------

Bahsi geçen mevzular genel değil özel hallerdir, böylece bilinmesi yeterlidir. Tahakkuku ender olan yaşantılardır ve yaşayan herkeste de yine başka başkadır.

-------------------

Hasılı: KELÂM tecellisine nail planlar, hakikatler âlemine girdikleri kadar yüce Hakkın muhatabı olurlar…

Bu böyledir; başka türlü olamaz… Zira, her şeyin bir yeri vardır…

Yüce ve sübhan Hakkın şanı ise… her şeyi, yerinde yerine getirmektir…

---------

Bu yüzden Allah sözü ifade edilirken, “bütün varlıkları kendi mertebelerinde korumaya” Allah denir, şekliyle ifade edilmektedir.

-------------------

KELÂM sıfatının tecellisi, Hakkın kelâmına muhatab olacak

Page 64: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

64

kimselerden bazıları için bir şeref köşkü kurulur…

Hem de, nurlu ve parlak bir şekilde… Pırıl pırıl yanan bir köşk gibi…

-------------------

Bazı kullar da, iç âleminde parlayan bir nur görür... Yüce Hakkın hitabına, o nurlu yönden nail olur…

Bu nurun şekli değişiktir…

Bazen, çokluğu kavranabilir ve:

— Şu kadardır…

Denebilir…

Bazen, o nurun çokluğunu anlamak mümkün değildir… Çok çoktur… Çoktan da çoktur…

Anlatılan nur, yuvarlak daire biçiminde olabilir…

Uzayıp giden bir şekilde de olabilir…

-------------------

Bazıları, bu KELÂM tecellisinde, ruhanî bir suret görür… Münacaatını o suretle yapar…

-------------------

Aslında, kulun bu anlatılanlarla nail olduğu KELÂM tecellisine;

— Hitab…

Adı verilemez… Ancak, bir ilimdir…

Bu ilimle, yüce Allah kuluna, şu manayı anlatır: Konuşan, bizzat Allah'tır…

Bu manayı anlatmak için, delile ihtiyaç yoktur… Çünkü bu: Bir anlık iştir…

Kaldı ki, yüce Allah'ın kelâmında özellik taşıyan bir gizlilik yoktur…

Kul, onun kelâmını duyduğu anda bilir ki o: Hakkın kelâmıdır…

Anlatıldığı gibi açık bir durum olunca; delile, beyana artık ihtiyaç duyulmaz…

Tek başına ve mücerred olan o hitabı duyduğu anda, kul anlar ki: Duyduğu Allah kelâmıdır…

---------

Page 65: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

65

Bahsi geçen konu Mûsâ (a.s.) hakkın da (20/12-13) de geçen hakikatlerinin açılımıdır. Bu bölümlerin tekrar okunmasında yarar vardır.

-------------------

Yukarıda, bu kelâm tecellisine erip yüce Hakkın kelâmını duyanlar için:

— Sidre-i müntehaya yükselen kimseler de vardır…

Demiştik… Bunların nail olacağı kelâmın bir şeklini burada anlatmamız yerinde olur…

Bunlar arasında şu hitaba nail olan vardır:

— Sevgilim, senin benliğin işte benim kimliğimdir…

Sen, aynen osun… o ise… ancak benim; sevgilim…

Senin bu yaygın halin, benim terkibîmdir… Çokluk yönün, benim birliğimdir…

Senin terkibin dahi, benim yaygın halimdir…

Senin cehaletin, benim bilgimdir…

Senden murad, benim…

Ben, senin içinim, benim için değil… Sen de, benim içinsin… Senin için değil.

Sevgilim, sen üzerinde vücud küresinin döndüğü bir noktasın…

O varlık küresinde, sen abd olmaktasın; aynı zamanda, mabud da olursun…

Nur sensin... Zuhur sensin…

Sen bir güzelliksin; bir suretsin.

Tıpkı insana lâzım olan göz; bu göze de lâzım olan insan gibisin…

---------

Yukarıda bahsedilen hususların biraz daha açılabilmesi için (63-İnci mercan tezgâhı) isimli kitabımızdan bir ilâve aktaralım.

--------- B E N İ M L E Beni ben ettim, beni benimle, beni ben Göğsüme koydum da, bir ben.

Page 66: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

66

Beni ben ettim, beni benimle, beni ben Gayrı komadım hiç arada, Seni sen ettim, orada seninle, seni sen. Huuu dedim, hep birlikte, sana, bana, o’na.

O’nu da, huu ettim, benimle, seni, beni, benimle ben. N. A. 30.09.2004 MEKKE

--------- Beni, senin için arama. Beni benim için ara. ---------

Beni, senin için arama.

Çünkü bu arayış, nefsinden’dir, kendine dönük ve kendine bir pay çıkarmak içindir. O zaman ikiliğin devam edecektir. Bu da şirk hükmündedir. Eğer “sende beni” mahv, etmek istiyorsan bu olacak bir iş değildir. O halde.

Beni benim için ara.

Tâki! Senin senliğin, istek ve talebin, bitmiş olsun. “Beni benim için ara.” Ki ben sende zuhur edeyim de ikilik ortadan kalksın senin talebin benim talebim olsun.

-------------------

Ey ruh, ruhun dahi ruhu âyet-i kübra olan; Ey yanıp kavrulmuş ciğerlere teselli olan… Ey emellere sen, arzulara dahi son gaye; Sözün bende hoş tadı, hoşça açışı bulunan… Ey tahkik âleminin kâbesi, safa kıblesi; Ey gaybın arafatları, ey alnı nurlu olan… Sana geldik, zatımız mülkünde seni bıraktık; Sen âhiretle, dünyada tüm tasarrufu olan… Sen olmasan, olmazdık; ben olmasam sen olmazdın;

Page 67: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

67

Ben oldum, biz olduk; hakikattir bilinmez olan… Ancak sensin, kasdımız izzette ve zenginlikte; Fakrı da sende saydık, ama fakrdir olmaz olan…

-------------------

Bu KELÂM tecellisine nail olan zatlardan bazısına da, gayblar âleminin nidası gelir…

Bu nidayı alınca, olmadan evvel; olacak işlerin haberini söyler…

Bu haber, ondan bir sual yolu ile gelir…

Bu zümre çoğunluktadır…

Daha çok, bu gibi işler, yüce Hak yoluna girilişin ilk anlarında görülür…

-------------------

Bu KELÂM tecellisine nail olan zatlardan bazısına da, gayblar âleminin nidası gelir…

Bu saha çok tehlikeli bir sahadır, evvelâ gelen nidanın tesbiti lâzımdır, çünkü zahiren fiziken ayırt edilmesinin ölçüsü yoktur.

Bu nidayı alınca, olmadan evvel; olacak işlerin haberini söyler…

Bu saha çok tehlikeli bir sahadır, evvelâ gelen nidanın tesbiti lâzımdır, O haberin hangi yoldan geldiğinin tesbiti lâzımdır. Çünkü kişi farkında olmadan eksi bir kanala girmiş olur oradan kendisine bazı gaybi bilgilerin geldiğini zanneder. Ve bunları gerçekmiş gibi hemen açıklar bu durum tehlikeli bir durumdur. Kişi bu şekilde sonradan mahcup olabilir, örnekleri de çoktur.

Bu haber, ondan bir sual yolu ile gelir…

Gerçek ma’nâ da Hakk ehli kendine gelen ilâh-i haberi vaktinden evvel açıklamaz, çünkü bu haber kendisine emanet edilmiştir, vaktinden evvel açıklanan böyle bir haber ile emanete ihanet edilmiş olur, bu ise gerçek Hakk ehline yakışacak bir ahlâk değildir. Ancak çok yakın bildiği kimseler varsa onlara da bu durumu ima ile belirtmeye çalışır.

Bu zümre çoğunluktadır…

Çünkü merak uyandıracak sahadır.

Daha çok, bu gibi işler, yüce Hak yoluna girilişin ilk anlarında görülür…

Page 68: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

68

-------------------

Bu KELÂM tecellisine nail olan bazı zatlar da, kerametler talebinde bulunurlar…

Allah-ü Teâlâ ise… ikram babından onun bu talebini yerine getirir.

---------

Ancak mühim olanı keramete muhabbet duymamaktır. Kişinin üzerinde ilâh-i irade ile olağan üstü bir hal zuhur ettikten sonra eğer bunun devamını içinden bile geçirirse hemen hayal ve him üç harfliler birlikte olur ve onun üzerinden hayali olarak bazı olağan üstü görüntüler sergileye bilirler, bu kişi bu hususu idrak edmedi ise iş tamamen tersine döner ve artık o kişiden hayal ve vehim aktarılmaya başlar. Allah muhafaza eylesin çok tehlikeli bir sahadır.

---------

O keramet ikramına nail olan zat, bu his âlemine döndüğü zaman, aldığı kerameti kendisine delil olur… Bu delil sayesinde, Allah ile olan makamının sağlamlığını anlar…

---------

Bu böyledir ancak mutlak ma’nâ da güven değildir her an düşme ve bu sahayı hayal ve vehme kaptırmak mümkündür, bundan korunmak ise mutlak ihlâsa ve irfaniyyete ihtiyaç vardır.

-------------------

KELÂM ikramına nail olanlara dair bahsimizi burada kesiyoruz…

Onlar hakkında bu kadarı yeter…

Biz, yine yolumuza girelim...

Yani; SIFATLAR TECELLİSİ bahsine…

-------------------

İRADE…

SIFATLAR TECELLİSİ içinde ehliyet kazanan bazı kimselere yüce Allah, İRADE sıfatı ile tecelli eder…

Bu tecelliye nail olunca, yaratılmışlar hep onun iradesi, arzusuna göre olur…

Bu tecellinin yolu, kelâm sıfatından geçer…

Yüce Allah, mütekellim sıfatını o kulda tecelli ettirince; o kul, bu

Page 69: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

69

sıfatın ahadiyet yönü ile, mahlukatta iradesini yürütmeye başlar…

Artık her şey, onun arzusuna göre olur…

-------------------

İRADE…

SIFATLAR TECELLİSİ içinde ehliyet kazanan bazı kimselere yüce Allah, İRADE sıfatı ile tecelli eder…

Dervişliğin başlarında olan kimselere, veya o yolda yürüyen kimselere, mürid denmesinin sebebi budur. Yani dünya nizamından başka bir sistem içerisinde yani mana sistemi içerisinde çalışmaya başlayanlarda Cenab-ı Hakk'ın, daha başlangıçta irade sıfatının verilmeye başlaması mürid ismiyledir. Buradaki hali de bu mürid isminin kemalli olarak zuhura gelmesi. Mürid, irade eden demektir.

Bu tecelliye nail olunca, yaratılmışlar hep onun iradesi, arzusuna göre olur…

Bu hususun izahı gerekmektedir, bahsedilen irade “irade-i külli”dir. Birey kul bu hükmü kaldıramaz çünkü beşeriyeti manidir.

Bu tecellinin yolu, kelâm sıfatından geçer…

İrade-i külli her varlıkta o varlığın hususiyetine göre kendisine kelâm ederek oradaki muradını bildirmiş olur.

Yüce Allah, mütekellim sıfatını o kulda tecelli ettirince; o kul, bu sıfatın ahadiyet yönü ile, mahlukatta iradesini yürütmeye başlar…

Yani konuşan, kelam sıfatını o kulda tecelli ettirince, o kul, bu sıfatın ahadiyet yönü ile, mahlukatta iradesini yürütmeye başlar. Ancak bu da mahlûkatlık sınırları içinde olur. O kul her ne kadar hakikat-i itibari ile bu ma’nâ da ise de fiziki olarak ancak cüz’iyyeti itibari ile hareket ve irade edebilir.

Aksi halde, bu durumda olan diğer kimselerde, bu alem de irade güçlerini kendi istedikleri istikamette kullanmaya kalkmaları, alemin kargaşası demek olacağından, burada kulluk yönünden genel mutlak bir irade olmaz. Kulun ahrette eğer giderse cennetteki kendi sahasında mutlak iradesi söz konusu olur.

Artık her şey, onun arzusuna göre olur…

Bu hususta bir zat, “her ne yana eğilsem her şey ol yana eğilir” demek sureti ile bu hususu belirtmek istemiştir, ancak fiziken bu oluşum mümkün değildir, sadece fikrendir ve kendi dünyası içindedir.

Page 70: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

70

------------------- Burada, önemli bir noktaya işaret edeceğiz… Özellikle dikkat

edilmesi gerekir…

Çünkü, bu tecelliye erenlerden, bazısı gerisin geri dönmüş; yüce Hak'tan yana gördüğü şeyleri inkâr yoluna sapmıştır…

Bu, şöyle olmuştur:

Yüce Hak, o kimseye; İlâhî olan gayb âleminde, her şeyin kendi arzusu ile olduğunu göstermiştir…

Hem de, müşahede yolu ile… açık bir şekilde…

Kul, orada bu hale sahib olduğunu görünce; aynı şeyin bu şehadet âleminde de olmasını istemiştir…

Ne var ki, bu olamaz… Çünkü o durum, zatî özelikler arasında sayılır. Bunu sezememiştir…

İşte… anlatılan talebi yerine gelmeyince, o aynen gördüğü müşahedeyi inkâr etmiştir…

Gerisin geri dönmüş ve kalb sırçası kırılmıştır…

Bu müşahededen sonra Hakkı da inkâr etti. Onu bulduktan sonra, yitirdi…

-------------------

Burada, önemli bir noktaya işaret edeceğiz… Özellikle dikkat edilmesi gerekir…

Çünkü, bu tecelliye erenlerden, bazısı gerisin geri dönmüş; yüce Hak'tan yana gördüğü şeyleri inkâr yoluna sapmıştır…

İşte kaygan yer dedikleri yerlerden birisi de burasıdır.

Bu, şöyle olmuştur:

Yüce Hak, o kimseye; İlâhî olan gayb âleminde, her şeyin kendi arzusu ile olduğunu göstermiştir…

Ahadiyeti, ferdiyeti yönüyle baktığı zaman kendini Hakk'ın dışında bir varlık olarak görmediğinden, Hakk ile birlikte her şeyin kendi arzusu içerisinde olduğunu görmüştür ve Cenab-ı Hakk göstermiştir.

Hem de, müşahede yolu ile… açık bir şekilde…

Page 71: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

71

Kul, orada bu hale sahib olduğunu görünce; aynı şeyin bu şehadet âleminde de olmasını istemiştir…

İlahi gayb âleminde Cenab-ı Hakk bu tecelliyi o kula gösterince, kul, orada bu hale sahip olduğunu görünce, aynı şeyin bu şehadet âleminde de olmasını istemiştir. Mana âleminde sahip olunan veya ulaşılan bir yerlerin, şehadet âleminde de olması, tahakkuku gerekmiyor. Çünkü bunlar kişinin batınında olan hadiselerdir. Eğer bu zahire çıkmış olsa, diğer birisi de bunu zahire çıkaracak... o zaman dünyanın nizamı bozulacaktır. İşte Cenab-ı Hakk, bize burada verdiği irade bizim kullanabileceğimiz düzeyde ve yeterliliktedir. Mesela ayağımızı atmak bir irade, kolumuza kaldırmak bir iradedir, ama biz kolumuzu kaldırdığımızda kolumuz 100 metre irade ile uzadığını düşünelim, o zaman 100 metredeki mesafeye erişmemiz gerekecek, veya oraya zarar vermemiz imkân dahilinde olabilecektir, işte bu tür değişik yaşamlara sebebiyet verilmesin, dünya nizamı bozulmasın diye, şehadet âleminde ihtiyacı kadar, yani o beden kendini yürütecek kadar, ihtiyacı ne varsa, o kadar irade verilmektedir. Ama batındaki iradesi ahirette ortaya çıkacak, işte bugün o iradeyi üretebilirse kişi, ahirette onu kullanabilecek, ama bugün bunları üretemedi de müşahede âlemindeki iradesi kadar bir iradeyle ahirette intikal ettiğinde kullanacağı saha gene o kadar olacaktır.

Ne var ki, bu olamaz… Çünkü o durum, zatî özelikler arasında sayılır. Bunu sezememiştir…

Ayağı kayan kişi, efendim ben hakkım niye yapamayayım, yapmam lazım gibi, yapamıyorsam o zaman ben Hakk değilim, burada bir yanlışlık var durumuna gidip, geri dönüp, kayıyor, ve tevhid akidesini de inkara gidiyor.

İşte… anlatılan talebi yerine gelmeyince, o aynen gördüğü müşahedeyi inkâr etmiştir…

Bazılarıda bu hususta vehmine yenik düşüp bütün bunları kendi nefsinden zannedip, hayali bazı şeyler üretip bunları ben yaptım diyerek, nefsi benlikçi bir hali, gerçek Hakk hali zannedip, diğer insanlara pazarlamaya çalışıyor.

Bunlardan şahit olduğum birisi de şudur. Bir gün bir vesile ile yağmur duasının yapılacağı bir yerde davet ile bulunuyor idim. Dua yapıldıktan bir müddet sonra hızlıca bir yağmur yağmaya başladığı görülünce, o duayı yapan şahış, yakınımda bulunduğu sırada, “kredi bin beş yüze çıktı” sözünü kullanmış idi. Yani kendindeki irade gücünü kullanarak yağmuru yağdırdığını bu yüzdende çevrensindeki kişilerin arasında şöhretinin ve güvenilirliğinin ne

Page 72: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

72

kadar yükseklere çıktığını ima ederek, “kredi bin beş yüze çıktı” diye bu hali adeta kendisi de farkında olmayarak, nefsi bir sevinçle bana belirtmiş idi, bende karşılığında haline ibretle bakıp bir şey dememiş idim.

Gerisin geri dönmüş ve kalb sırçası kırılmıştır…

Bu halde olan bir çok kimse ile de karşılaştım. Bunlar da iki türlü idi. Bunlardan bazıları tamamen Hakk yolundan ayrılıp, nefsi yaşamlarına döndüler.

Bazıları da nefislerine dönerek bulundukları yerlerini ve hakikatlerini inkâr edip, hallerini tamamen nefsi ma’nâ da kullanmaya başladılar. Bu hususta tecrübe bakımından sitemizde bulunan “değmez” dosyalarını incelemekte yarar olacağı açıktır.

Bu müşahededen sonra Hakkı da inkâr etti. Onu bulduktan sonra, yitirdi…

Hakk-ı bulduktan sonra yitirmek bu alemin en bedbaht olan durumudur. İlâh-i hazineyi bulup onu atmak ve dünya ahret, dilenci halinde yaşamak demektir. Rabb-ımıza sığınırız.

-------------------

KUDRET…

SIFATLAR TECELLİSİ içinde bazıları bu KUDRET sıfatı tecellisine geçer…

Bu geçiş sonunda, tümden eşya onun kudreti ile olmaya başlar…

Ama gaybî âlemde… gizlide…

Aynı âlemde bulunan onun model varlığında olur…

Bu tecellide bir yükselme kaydeder ilerlerse… ondan da öteye geçerse… gizli tuttuğu şeyler, kendisine görünmeye başlar…

Hem de açıktan… zâhir…

---------

Yukarıda da belirtildiği gibi bu haller kişinin kendi bâtın aleminde olan kendine has tecellileridir, diğer başka kimseleri bağlamaz, bu yönden genel değil özeldir. Her bir insanın kendi beden mülkü içinde birde gayb alemi vardır, buda iki kısımdır, eksi yaşayan kimselere göre bu gayb alemi nefsinin hayal alemidir ve çapı çok küçüktür.

Diğeri ise Hakk-ın gerçek hayal alemidir ki, bütün alemler

Page 73: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

73

genişliğinde dir. İşte kişi bu aleminin içinde yükselme kaydeder. Sadece kendine has bir yaşantıdır. Bu yaşantısından kendinin en yakının da olan bile haberdar olamaz.

-------------------

Bu tecelliye nail oldum ve orada:

— Salsala-i ceres…

Adı ile bilinen zil sesini duydum… Onu duyunca bu yapım dağıldı… terkibim çözüldü…

Resmî varlığım yok oldu…

İsmim de silinip gitti…

Karşılaştığım bu halin şiddetinden eski bir sergi bezi haline geldim…

Âdeta bu bez; yüksek bir ağaca asılı gibi idi…

Şiddetli esen rüzgâr ondan parça parça koparıp götürüyordu…

Artık bu halimde, hiç bir şey görmüyordum…

Ancak gördüğüm: Gök gürültüsü ve şimşeklerdi… Nurları yağdıran buluttu... Ateş dalgalandıran denizlerdi…

Yer yer gök birbirine karıştı…

Bu halde ben: Kat kat katmerli zulmet içindeydim…

KUDRET tecellisi böylece sürüp gidiyordu… meydana gelen hadiseler, birbirinden daha kuvvetli idi…

Benim için açılan yollar, alabildiğine uzuyordu…

Taa, celâl ismi yüce köşke çarpıncaya kadar; böylece sürüp gitti…

Taa, cemal devesi hayal iğnesi deliğinden geçinceye kadar…

Bundan sonra, en yüce manzara açıldı… Sağ el dahi böylece bağlandı.

İşte… o zaman: Eşya tekevvün etti… Âmâ hali gitti…

Bütün bu olanlardan sonra, Cudî üzerine gemi oturdu…

Ve… şu nida geldi:

— «Ey yer ve sema, isteseniz de istemeseniz de geliniz...»

Dediler ki:

Page 74: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

74

— «İsteyerek gelmişiz...» (41/11)

-------------------

Bu tecelliye nail oldum ve orada:

- Salsala-i ceres…

Yol ehli bu hallere bazen girer. Hakk'ın şiddetli zuhur tecellisidir.

Adı ile bilinen zil sesini duydum…

Bu hususta, “11 vahy ve Cebrâîl” isimli kitabımızdan küçük bir bölüm aktaralım.

---------

4. Cebrâilin görülmeden, çıngırak sesine benzer bir sesle vâhyi bildirmesidir.

Kendisinde korkutma ve azap bulunan âyetler bu şekilde gelirdi. Peygamberimiz; vâhyin bu çeşidi gelirken titrer ve terlerdi. Hatta heyecanlanırdı.

---------

Açık olarak görüldüğü gibi bu kitabında oluşumunda İlhami yönden böyle hadiseler yaşanmıştır,

Onu duyunca bu yapım dağıldı… terkibim çözüldü…

Beşeri ve izafi benliğinin yok oluşudur.

Resmî varlığım yok oldu…

Sadece nüfus kâğıdında kalan bir isim gibi kalışıdır.

İsmim de silinip gitti…

Bu halde ismin dahi kalmayışıdır.

Karşılaştığım bu halin şiddetinden eski bir sergi bezi haline geldim…

Ne yeni, ne çok eski, bir müddet kullanılmış suret bir beden gibi.

Âdeta bu bez; yüksek bir ağaca asılı gibi idi…

Güzel bir tarif olmuş. Beden bezi ruh ağacına asılmış gibi olmasıdır.

Şiddetli esen rüzgâr ondan parça parça koparıp götürüyordu…

Page 75: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

75

Esen Celâl rüzgârları son kalmış hayal ve vehim kalıntılarını da koparıp götürmesidir.

Artık bu halimde, hiç bir şey görmüyordum…

Tam fenâ hali ile beşeriyetinin bilinmez bir hale gelmesidir.

Ancak gördüğüm: Gök gürültüsü ve şimşeklerdi… Nurları yağdıran buluttu... Ateş dalgalandıran denizlerdi…

Bunlar Celâl ve Kahhar tecellilerinin neticeleridir. Nefsi safiyeye geçiştir.

Yer yer gök birbirine karıştı…

Beden “yeri-arzı” ile “gönül göğü” bir birine karışıp onlarda tevhid olmakta ve bir birlerinde fani olmaktadırlar.

Bu halde ben: Kat kat katmerli zulmet içindeydim…

Bu zulmet “ve hamelehâl insânu, innehu kâne zalûmen cehûlâ” (33-72)

Evet biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arzettik, onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi, o cidden çok zalim, çok câhil bulunuyor.

Yani o nefsini göremez halde idi ve kendindeki a’mâ’iyyet hakikatini idrak etmiş idi. Beşeriyetini görmaz halde idi.

KUDRET tecellisi böylece sürüp gidiyordu… meydana gelen hadiseler, birbirinden daha kuvvetli idi…

Kudret, Kadiriyyet tecellisi, idrak edildikten sonra bu tecelliler devam eder. O yüzden

“İnnâ enzelnâhü fî leyletil kadr. 2. Ve mâ edrâke mâ leyletül kadr.” (97- /1-2)

1-Doğrusu biz Kur’an’ı Kadir gecesinde indirdik. 2 — Kadr gecesinin ne olduğunu bilir misin sen? ...

Yukarıda bahsedilen zulmet bu “Kadir-kudret ” gecesidirki, arkasından ilâhi hakikat güneşi doğar. İdrak edilmesi lâzım gelen budur. Bundan sonra da hakikatler idrak edilmeye başlandıkça meydana gelen hayretler daha da artmaya başlar.

Benim için açılan yollar, alabildiğine uzuyordu…

Bu yollar ma’nâ aleminin idrak yollarıdır, ve sonu yoktur uzar gider.

Taa, celâl ismi yüce köşke çarpıncaya kadar; böylece

Page 76: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

76

sürüp gitti…

Celâl ismi Hakkın vechinin gayriyyet elbisesi ile perdelenmesi olduğundan bunda örtünme vardır bu örtünün açılması gene Celâl gerektirir. A.A.Konuk.

Yüce köşk, Allah’ın kadiriyyetidir. Kudret köşkünü kurmuştur, kendi vechinin Cemalinin açılması için celâl perdelerinin açılması için kudret köşküne çarpması lâzımdır ki beşeriyet libası üzerinden parçalanarak çıkarılsın, bu böyle sürüp gider çünkü perdelerde oldukça çoktur.

Ta ki, Nusret Babamın “yüz kırk bin perde var derler birin görmem ey erler” dediği hale gelinceye kadar.

Taa, cemal devesi hayal iğnesi deliğinden geçinceye kadar…

Celâl Ulûhiyet Cemâl Muhammediyyettir, Cim Cemâl, Lâm Ulûhiyettir, cim cemal mim muhammediyettir.

(30/11/2014) -------------------

Ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hıyât, “Onlar, deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete de

giremezler!” (7-40)

--------- Zahiren bir devenin iğne deliğinden geçmesi mümkün değildir. Bazı insanlar bu hükmün kapsamındadırlar, ebedi olarak cennete giremiyeceklerdir. Deveden kasıt, dünyalık kullanıldığı zaman, nefsi emmâredir. (105-Fil suresinde) fildir. İğne deliğinden bunların bu halleri ile geçmesi mümkün değildir. Ancak her şeyin bir çaresi olduğu gibi, bunun da çaresi vardır. O da, şu dur. Deve biraz küçülecek ve iğne deliğide biraz büyüyecektir, o zaman denge kurulup deve iğne deliğinden geçmiş olup bahsi geçen cennete giriş tahakkuk etmiş olacaktır. Deve veya fil’in küçülmesi nefsin hakikatinin bilinmesi ve gerçek halinin ortaya çıkması ile, kendinin hiçte o kadar büyük olmadığı, hayal ve vehim ile şişirilerek gereksiz büyütüldüğü anlaşılınca zaten o yeteri kadar küçülmüş olacaktır. Vahdet elbisesi diktiğimiz iğnemizin deliğini idrak makkabı ile genişlettiğimizde, hakikatini anladığımızda zaten küçülmüş olan,

Page 77: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

77

nefs devemizin büyüttüğümüz idrak iğnemizin deliğinden, hemen geçtiğini göreceğiz. İrfan ehlinden birine, bu âyet-i kerîmeyi ölçü alarak, “iğne deliğinden deve geçermi?” diye sormuşlar, bu soruya karşılık, “vızır vızır, vızır vızır,” diyerek bu hakikate dikkat çekmiştir. (63-İnci-Mercan-tezgâhı) isimli kitabımızdan aktarımdır. -------------------

Bundan sonra, en yüce manzara açıldı… Sağ el dahi böylece bağlandı.

Çünkü sağ ve sol bir oldu.

İşte… o zaman: Eşya tekevvün etti… Âmâ hali gitti…

Bütün alemlere tecellii ilâhi sıfat esma ve ef’ali ile açıldı yayıldı, fiziki hayat zahir, Â’mâ hali batın oldu.

Bütün bu olanlardan sonra, Cudî üzerine gemi oturdu… Nuh (a.s)'ın gemisi. Beden Cudî’sine oturdu.

“O nu levhalar ve çivilerle yapılmışa yükledik” (54/13) “derilerle ve kemiklerle yapılmışa, ma’nâ yı Nuh-u yükledik.

Ve… şu nida geldi:

- «Ey yer ve sema, isteseniz de istemeseniz de geliniz...»

Ey beden arzı yer, ve gönül seması gök yüzü, birlik olmaya geliniz.

Dediler ki:

- «İsteyerek gelmişiz...» (41/11)

Bunlar kendi hakikatlerini anlayınca asıllarına isteyerek gelirler.

------------------- Şu şiiri yukarıdaki manalar üzerine söyleyen söyledi: Nasıl dilersen öyle tasarruf et zamanda; Sen Mevlâsın biz dahi kullarız varlığında… Bu kılıcı da düşmanların boynunda sıyır; Kılıcın çeliktir; sözü geçer düşmanlarda… İster bağışla, istersen tut cimrilik olmaz; Arzun kadar da yaparsın cömertlik babında… Yakınlık saadetini verdiğin yaklaşır;

Page 78: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

78

Şekavete attığın da kalır uzaklarda… Dilediğine arzularını yerinde yap; Dilediğini hakir kıl, eremez murada… İstersen bağladığın çözülmez düğümü çöz; Çözdüğünü de bağlarsan, kalır bağlarında… Sakın, hükümdeki cezadan hiç korkmayasın; Başkası yoktur ki, hepsi kılıcın altında… Melekût senindir, mülkün dahi sultanısın; Ceberut da senindir, hep saadet katında… Sonra, arş-ı mecid sana aziz bir mekândır; Belli edersin, etmezsin de kürsü katında…

-------------------

Aşağıda sıra ile anlatılan haller, hep bu KUDRET sıfatı tecellisi bölümüne girer…

Meselâ:

Tasarruf ehli zatların yaptıkları himmet bu tecelli çeşidindendir…

Hayal âlemi bu tecelli babında sayılır... Keza, o hayal âleminde, benzeri olmayan harika acaib işler hep bu tecelli icabıdır…

Üstün büyü, yine bu tecelliden gelir…

Cennet ehlinin, cennette arzu ettikleri şeylerin diledikleri gibi olması bu tecellinin sonucudur…

Muhîddin b. Arabî Hz. eserinde anlattığı:

— Âdem'in a.s. tıynetinden kalan, semseme-i bakiye…

Acaibatı bu tecelli iledir…

Su üzerinde yürümek, bu tecelli iledir…

Havada uçmak, yine bu tecelli icabıdır…

Azı, çok yapmak; çoğu da, azaltmak vb. harika sayılan işler hep bu tecelli icabıdır…

-------------------

Ey kardeşim,

Anlatılan manadan yana mahcub olma… Bütün bu planlar bir

Page 79: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

79

çeşitten ibarettir…

Gösterdiği yüzlerin şekillerine göre değişmektedir…

Saadet ehli olanlar, onunla saadeti bulmuştur… Tard olanlar, yine bu yoldan şekavete girmiştir…

Bu manaları anla…

-------------------

Ey kardeşim,

Anlatılan manadan yana mahcub olma…

Yani perdeli olma, gaflette olma. Uyanık ol.

Bütün bu planlar bir çeşitten ibarettir…

Esmaların her mertebe de o mertebenin zuhur ve tecellileridir.

Gösterdiği yüzlerin şekillerine göre değişmektedir…

Tecellilerde kendi hakikatleri gereği değişik zuhur etmektedir-ler.

Saadet ehli olanlar, onunla saadeti bulmuştur… Tard olanlar, yine bu yoldan şekavete girmiştir…

Bunların oluşması için hep bir kudrete ihtiyaç vardır, kudret olmayınca, ne saadet ne şekavet oluşmaz.

Bu manaları anla…

-------------------

Burada sana bazı işaretlerde bulundum…

Müşkil manalı cümlelerin sırlarını gösterdim…

Eğer bunlara karşı bir vukufun olur; orada bir durak makamı alırsan; saklı, gizli kader sırrına muttali olabilirsin…

İşte o zaman; bir şeye;

- Ol…

Dersen, o şey olur…

O, öyle yüce Allah'tır ki, emri KÂF ile NUN arasındadır…

-------------------

Burada sana bazı işaretlerde bulundum…

Gerçektende yukarıda bahsedilen konular çok değerli ve ufuk açıcı konular ve işaretlerdir.

Page 80: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

80

Müşkil manalı cümlelerin sırlarını gösterdim…

Bunların anlaşılması için oldukça güzel bir irfan eğitiminin alınması lâzım gelmektedir.

Eğer bunlara karşı bir vukufun olur; orada bir durak makamı alırsan; saklı, gizli kader sırrına muttali olabilirsin…

Kader sırrını idrak etmek demek, bu alem hayatının nasıl bir sistem içerisinde dönüp durduğunu anlamış olmak hayatın genel sırrını idrak etmiş olmak demektir. Bu hali idrak eden bu alemin genel sistem hakikatini idrak etmiş demektir.

Ancak kişiler kader sırrını idrak etmekten kasıt, yarın ne olacak daha sonra ne olacak, olan hadiseleri bilmek gibi zannederler. Halbuki kader sırrını bilmek demek bu alemin bütün mertebeleri ile yaşantısının yakîn bir ilimle ferdi ve genel olarak müşahede etmek demektir.

Bu hususta daha geniş bilgi, (78-A’yan-ı sâbite kazâ ve kader) isimli kitabımızda vardır oraya bakılabilir.

İşte o zaman; bir şeye;

- Ol…

Dersen, o şey olur…

Ancak bu cümleler üzerinde de biraz durmak lâzımdır. Ve tehlikeli bir durumdur. Bu husus kişinin kişiliği kendinde iken, bu hâl tahakkuk etmez. Ayrıca “ol” deyince bir şeyin olması için iki hususiyetin oluşması lâzımdır. Birisi o anda kişinin kişiliğinde kendine ait bir kırıntının dahi olmaması, ve ikinci husus ise, olması istenen şeyin ilâh-i kadere uygun olması lâzımdır.

O, öyle yüce Allah'tır ki, emri KÂF ile NUN arasındadır…

Kaf, yücelikler sonsuzluğu, nun, ise bütün alemlerin genişliğidir.

Kudretullah bütün bu alemde tasarruftadır, hangi isim ve sıfatını hangi mahallinde zuhura çıkarmak isterse ona “kün ol” der oda hemen oluverir.

36.82 - O'nun emri, birşeyi dileyince ona sadece «Ol!» demektir. O da oluverir.

-------------------

RAHMANİYET…

Yüce Allah, bazılarına da, bu RAHMANİYET tecellisi ile tecelli eder…

Page 81: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

81

Kulun, bu sıfat tecellisine ermesi; ancak: Kendisi için ruhubiyet arşı kurulup ona yerleştikten sonra olur…

İşte… o zaman, ayakları altına bir de iktidar kürsüsü kurulur…

Bu yoldan onun rahmeti, bütün mevcudata geçer…

İşte… o zaman o; Zatın kürsüsüne bağlanır… Sıfatlar kıyamını bulur…

Ve… âyetlerden şu âyet-i kerimeyi okumaya başlar:

— «De ki: Ey mülkün sahibi Allah, sen mülkü kime dilersen, ona verirsin… Mülkü, kimden dilersen; ondan alırsın... Kimi dilersen, onun kadrini yükseltir; kimi dilersen, onu alçaltırsın… Hayır, yalnız senin elindedir. Şüphesiz sen, her şeye kadirsin…

Geceyi gündüzün içine koyarsın; gündüzü de geceye sokarsın… ölüden diri çıkarırsın; diriden ölü çıkarırsın… Sen kimi dilersen, ona sayısız rızık verirsin...» (3/26-27}

-------------------

RAHMANİYET…

Yüce Allah, bazılarına da, bu RAHMANİYET tecellisi ile tecelli eder…

Buna sıfatiyyun deniyor, zat tecellisi ile, sıfat mertebesinde olanlardır.

---------

Ey salik, Hak yolunda “Makam-ı Cem-ül Cem”e gelip, cümle “Esma-i İlahiye”nin eser ve ahkamı senden zahir olduğu vakit;

sen, hakikatinle Hak ol. Suret ve zahirinle de halk ol.

Hakk’ın bütün mertebelerinin ahkamı sende toplanmış olmakla, sen sureti İlahiye üzere bulunman ile bütün halka Rahman olursun. Zira “İnsan-ı Kamil” zahiri ve batını ile halka rahmettir.

S.A.V Efendimiz hakkında, Kur’anı Keriym Enbiya Suresi 21. sure 107. ayette

“vema erselnake illa rahmeten lil alemiyne”

“Biz seni ancak alemlere rahmet olasın diye gönderdik” buyuruldu.

ve “İnsan-ı Kamil” Hakk ile halkı camidir.

Page 82: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

82

Ve halkıyyetiyle cemî a’yan ve ekvana, yani bütün alemlere “Rahman”dır.

“İnsan-ı Kamil” Hakk’la halkı birlemiştir. Yani suret ile manayı, halk ile Hakk’ı birlemiştir.

Aslında bunlar ayrı şeyler de değildir. Ancak genelde hayal aleminde yaşadığımızdan; hayal ise varı, yok; yoku, var gösterdiğinden gerçeğin tersini görmekteyiz.

İşte biz tek alem olan bu varlığa, hayali gözle baktığımızdan “Hakk” ve “halk” diye ikiye ayırıyoruz.

İnsan-ı Kamil bu hayal mertebesinden geçipte hakikat mertebesine ulaştığından, Hakk ile halkın ayrı şeyler olmadığını müşahede ettiğinden, tek görüşe ulaşıp gerçek tevhid ehli olmuştur.

Rahmaniyyet mertebesine verilen zahiri isim “Rahman”dır.

Bu mertebede “Rahman” ismi ile bir özellik almasının sebebi, “Hakk”a ve “halk”a bağlanan bütün mertebeleri rahmet kapsamına almasıdır.

Hakk’a bağlanan mertebelerdeki zuhuru ile halka nispet edilen mertebelerde zuhur etmiş olur. Böylece “Rahman” bütün mevcudata şamil olan bir rahmet olur.

(9-Er Rahmân) isimli kitabımızdan aktarmadır.

---------

Kulun, bu sıfat tecellisine ermesi; ancak: Kendisi için ruhubiyet arşı kurulup ona yerleştikten sonra olur…

İşte… o zaman, ayakları altına bir de iktidar kürsüsü kurulur…

Bu yoldan onun rahmeti, bütün mevcudata geçer…

İşte… o zaman o; Zatın kürsüsüne bağlanır… Sıfatlar kıyamını bulur…

Ancak bu tabirler bâtında olan tarif ve hükümlerdir. Zâhirde bunların görüntüsü ve faaliyeti bu alemde olmaz. Eğer olma salâhiyeti o kimselere verilmiş olsa, bu alemin düzeni bozulur, çünkü burası sonsuz bir alem değil, her şeyin kendine yetecek kadar sınırları içerinde yaşanan bir alemdir.

Ve… âyetlerden şu âyet-i kerimeyi okumaya başlar:

- «De ki: Ey mülkün sahibi Allah, sen mülkü kime

Page 83: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

83

dilersen, ona verirsin… Mülkü, kimden dilersen; ondan alırsın... Kimi dilersen, onun kadrini yükseltir; kimi dilersen, onu alçaltırsın… Hayır, yalnız senin elindedir. Şüphesiz sen, her şeye kadirsin…

Geceyi gündüzün içine koyarsın; gündüzü de geceye sokarsın… ölüden diri çıkarırsın; diriden ölü çıkarırsın… Sen kimi dilersen, ona sayısız rızık verirsin...» (3/26-27}

------------------- “Geceyi gündüzün içinde sokarsın, gündüzü gecenin içine sokarsın, ölüden diri çıkarırsın diriden ölü çıkarırsın, dilediğine de hesapsız rızık verirsin.”

Gece ve gündüz aslı olmayan iki izâfi olan bir yaşam gereğidir. Bunlar evvelce olmayıp gezegenlerin dönmesi ile meydana gelmektedir’ler ve her sistemde süreleri farklıdır. Hiç biri bâki değildir, biri gider biri gelir ve hiçbir zaman ikisi bir arada durmaz. İşte gezegenleri müthiş bir kuvvetle döndüren, “bânîi İlâh-î” nin gücü onları kendi yörüngelerinde döndürdükçe gece ve gündüz meydana gelmektedir. Biri çıktığında arkadan diğeri gelmektedir. Onun arkasından gene diğeri gelmektedir. Onların kıyametlerine kadar böyle devam edecektir.

Bu husus zâhiren böyle olduğu gibi bâtınen de böyledir. Gönlümüzde de, bazen karanlık-gece-karamsarlık olur, bâzen de Nûr’lanma-aydınlık-gündüz olur, işte bunların da biri gelir biri gider. Ayrıca bir de şu husus vardır. Bilindiği gibi gece fenâfillâh, gündüz ise bakâbillâh ’tır, bunlarında zaman içinde biri gelir biri gider. Ancak İnsân-ı Kâmilde bu husus tevhid edilir, zamâna bağlı değildir, bulunduğu ortama göre bazen fenâfillâh’ta gece bazen bakâbillâh’ta gündüz, olur, onu tanımak oldukça zordur. Ayrıca Nûr ve zulmet iki ayrı hususturki, bütün bu âlemler, (a’mâ) dan, “Sevâd-ı a’zâm-büyük karanlık” tan, “Nûr’a-aydınlığa çıkmıştır.

Aslında bütün âlemde “mutlak ölü-cansız” bir varlık yoktur. Ancak varlığın bazıları hareketsiz, “madenler” gibi, bazıları yarı hareketli, “bitkiler” gibi, bazılarıda tam hareketli, hayvanlar ve İnsânlar gibidir. İşte kudretli “Hayy” hayat sahibi olan Zât-ı mutlak, hareketsiz ölü hükmünde olan topraktan, insan gibi muthiş canlı bir âlem halketmiştir. Gene o canlı diri Hayy olan insân-ı tekrar eski ölü toprak hükmüne dönüştürmektedir.

Page 84: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

84

Zâhiren böyle olduğu gibi bâtınen de böyledir. Ailesi ölü hükmünde olan, hiçbir mânevi görünümü ve faaliyyeti olmayan kimselerden, tam bir imân ehli diri olan kimselerin çıktığı bilinen gerçeklerdendir.

Ayrıca daha mühimi, Cenâb-ı Hakk’ın ölü olan kulunda Hayy esmâsı ve zuhuru ile onu “diri” ebedî hayat sahibi yapması hepsinden güzelidir.

Dilediğine de zâhir bâtın, dünya ahret, hesapsız rızık verir.

-------------------

Bütün bu olanlar, onun gayb âleminde olur… Oluş şekli, şekten ve şüpheden beridir…

Her şey, kendi sinesinde, kendi kalbinde olduğu gibi açıktır…

Zata mensup zatlarla, sıfatlara mensup kimseler bu makamda ayırd edilir…

Yukarıda da bahsedildiği gibi bunlar gayb âleminde olur.

-------------------

ULUHİYET…

Bazılarına da: yüce Allah, ULUHİYET sıfatı ile tecelli eder…

Bu tecelliye nail olan kimse… zıdları özünde toplar…

Beyazı ve siyahı bir eder…

Yükseklikleri de, aşağıları da şümulüne alır…

Toprağı da, incileri de bir görür…

Bu tecellide, kulun aklı: İsme, vasfa erer... Ama, açılıp kapanmayı kabul etmez…

Bunun katında o gibi işler, susuza su gibi gelen serap gibidir… git git bulunmaz… sonu yok…

Bir şey bulamaz; sonunda, Allah'tan başka…

Allah'ını bulur; Allah da onun hesabını görür…

Sağlı sollu kitabı alır; ve şu âyetin okunuşunu duyar:

— «Uzaklık, zalim topluluğa...» (23/41)

-------------------

Page 85: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

85

ULUHİYET…

Bazılarına da: yüce Allah, ULUHİYET sıfatı ile tecelli eder…

Bunlar da zatiyyun ismi ile belirtilen kimselerdir. Bunları tanımak çok zordur, dışarıdan belli olacak hiçbir nişanları yoktur. Ancak bazı hassas kimselere onlar hemen Hakk’ı hatırlatırlar. Çünkü içlerinde olan uluhiyet hakikatlerinin sızıntıları vardır ve gören kimselerde huzur ve muhabbet hali oluşur. Eğer onlarla saf bir halle konuşsalar konuşmalarından huzur ve güven duyarlar.

Bu tecelliye nail olan kimse… zıdları özünde toplar…

Uluhiyet, her mertebede o mertebenin gereği olanı muhafaza etmek olduğunu bilir. Ve hiçbir şey için tasarrufta bulunmaz. Çünkü kaza-ı ilâhiyyenin hükmünü bilir. Cem ehli olduğundan hiçbir varlığı kendi ihata çevresinin dışında bırakmaz. Bu anlayış zat mertebesine göredir. Gene bu tecellide olan kimsenin zahir müşahede alemindeki bakışı ise yine aynen şeriat mertebesindeki kurallara uymaktır. Yani zıtların varlığı olduğu mertebe olduğundan zahiren bura da zıtlar vardır. O zıdları özünde toplamıştır, fark aleminde ise zıtlar vardır birbirlerine zıttırlar eğer bu zıtlık olmazsa dünya dediğimiz şehadet ve fark alemi olmaz.

Beyazı ve siyahı bir eder…

Aslında renkler madde aleminde oluşmuş değişik görüntülerdir. Hepsinin kaynağı “a’ma” iyyet mutlak karanlıktır. Yani siyahtır. Efendimizin bir hadisinde Cenâb-ı Hakk’ın ilk olarak halk ettiğinin bir beyaz inci olduğunu ifade etmiştir. Böylece renklerin aslı siyah ve beyazdır. Siyah zatı mutlağın batın hali beyaz zahire dönük uluhiyyet mertebesinin rengidir, İşte bu iki renkten bütün renkler her mertebede diğerine tecelli ederken değişen tecelli ile diğer renklerin oluşumu meydana gelmiştir.

“Renksizlik renge esir oldu” hükmü ile, Beyaz ve renksiz olan Ulûhiyet sıfat ve esma renkleri ile renklendiği zaman varlıkla kendi renkleri ile görünmeye başladılar. Böyle her varlığın batındaki hali renksiz iken zuhura çıkınca zuhur renbi görüldü batın renksizliği görülmedi. Böylece geçici olarak, “Renksizlik renge esir oldu” daha sonra maddenin ömrü son bulunca, bu seferde “renk renksizliğe esir oldu” Bu yüzden aynı zamanda “suyun rengi kabının rengidir” denmiştir. Aslı itibari ile su olan hayat-ı ilâhiyye renksizdir, ancak hangi zuhur kabının içine girerse onun rengini alır.

Tevhid ehli olmayanda o rengi, mutlak gördüğü varlığın asli rengi sanır, halbuki mutlak varlık renksiz izafi varlık renklidirki, o

Page 86: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

86

rengi ile varlık gösterir. Kişinin birine herhangi bir renk göstermişler, bu hangi renktir diye sormuşlar, o da o renge siyah demiş, daha sonra gene o kişiye daha başka bir göstermişler, o na da siyah demiş, bu şekilde o kişiye bir çok renk göstermişler, hepsine siyah demiş. Peki bu nasıl bir iş renklerin hepsi nasıl siyah oluyor dediklerinde, verdiği cevap “hepsini yakın da görün” demiş. Yani her şey aslına döner misali, yandıktan sonra kararır, kül olur gerçek aslı olan yokluğa a’mâ-iyete-mutlak karanlığa döner.

Yükseklikleri de, aşağıları da şümulüne alır…

Yukarı ve aşağı, şehadet aleminde izafi ve göreceli bir husustur. Dönen bir varlığın gerçek ma’nâ da aşağısı neresidir, yukarısı neresidir.? Bu hususu gerçekten tesbit etmek için mutlak sabit bir ölçüye ihtiyaç vardır ki, böyle bir sabit yerde yoktur. Bunların hepsi Ulûhiyet’in “Vâsi” ismi hakikati kapsamında olduğunu bilir.

Toprağı da, incileri de bir görür…

O’nun yanında toprak ve inci birdir, Çünkü ikisinin de aslı yokluktur, ve gene yokluğa gidicidir belirli bir süre görüntüye gelirler, müddetleri dolunca asılları olan yokluğa dönerler. Değer bakımından da aslı itibari ile bir birinden farkı yoktur. Ancak zahir alemin ölçülerine göre, ikisi de ayrı, ayrı kendi değerlerinde dir.

Bu tecellide, kulun aklı: İsme, vasfa erer...

Bu tecellilerin hakikatini o kul idrak eder.

Ama, açılıp kapanmayı kabul etmez…

Bu cümlede “açılıp kapanma” ile ne denmek istediğini pek anlayamadım.

Bunun katında o gibi işler, susuza su gibi gelen serap gibidir… git git bulunmaz… sonu yok…

Bir kişi bu alemde bir yolculuğa çıktığında, gördüğü hep aynı şeylerdir. Kendisine göre bunlar halkedilmişlerdir. Bu anlayış ile hangi şeye uzaktan baksa bir varlık görür, ama yakınlık idraki gelince, onun varlıklığı yok olunca o varlık seraba dönüşür yok olur gider. Bu anlayış ilede ömrünü hep serap görmekle geçirmiş olur.

Bir şey bulamaz; sonunda, Allah'tan başka…

“Hiçbir şey yokturki o şeyi görmezden evvel Hakk’ı görmiyeyim” hükmü ile irfan ehli, her neye baksa hakikati itibari ile o nun Hakk’ın bir isminin veya sıfatının tecellisi olduğunu bilir. Bunu bilen kimse bu alemde Allah’tan başka hiçbir şey bulamaz. Böylece serap gerçeğe dönüşmüş olur.

Page 87: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

87

Allah'ını bulur; Allah da onun hesabını görür…

Böylece zahirden-görünenden giderek, zahirin batınını-içini idarak ederek, zahir ve batın aynı şey olduğunu müşahede-şuhut ile idrak ettiğinde, her zerre de Allah’ı o suret ile, ancak hiçbir suret kaydında olmadan bulur. Böylece o kişinin sureti üzerindeki beşerlik, düşünce de düşmüş, batının da olan ilâh-i hakikati öne çıkmış olur. Yani o kul zahiri itibari ile mahlûk ancak hakikati itibari ile Hak’tan başka bir şey olmadığını idrak etmiş olur. Böylece hesap görülmüş, iş aslına varmıştır. Ancak bu husus sadece bilinçte olacak bir husustur, zahirde istisnaları ayrı olmak üzere hiçbir yaptırım gücü yoktur. İşte bir bakıma “enel hak” budur ancak bu husus sadece kendi beden mülkü cihetiyle “enel hak” tır, yoksa bütün alemlerde olan Hak değildir. Bu ise vitriyyettir.

Bu hususun bir ilerisi daha vardırki, o da “ferdiyet” tir. Kendi varlığında gördüğü Hakk’ı, bu sefer bütün alemlerde de müşahede eder, ve bütün alemi kendinde, kendini de bütün alemde müşahede eder. Ancak bu sadece kendi bünyesinde ve kendine ait bir anlayış ve idraktir. Zahiren kendinin dışındaki hiçbir varlığa hüküm etme hali yoktur. Tarihte çok istisna olmak üzere bazı mahalli haller zuhur etmiş ise de bunlar ölçü değildir.

Böylece gerçek kulluk-abd hakikatiyle, Ulûhiyet hakikati birleşip evvelce ayrı görülen bu sahalar, birleşince hesap görülmüş olur.

Sağlı sollu kitabı alır;

Yani Sağ doğu, sol ise batıdır. Bütün yönleri ile alemi idrak etmiştir.

(2-115) “ ve lillâhil maşrıku vel mağribu, feeynema tüvellu fe seme vechullahi innellahe vasiun alîm”

“Doğuda batıda Allah-ın dır, nereye dönerseniz orada Hakk’ın bir veçhini-yüzünü görürsünüz, muhakkak ki, Allah her şeye vasi-kaplamıştır, ayrıca ilmi ile de her şeyi kaplamıştır.”

Ayeti Kerimesindeki hakikati, kendi hakikati ile yaşar böylece her mertebesi itibari ile, Sağlı sollu, alem kitabını müşahedeli olarak kendi bünyesine almış olur. İşte gerçek fiili ve ma’nevi kitabı okuyan ve bütün mertebeleri ile alan bunlardır ki, gerçek “hamele-i Kur’an-Kur’an-ı yani zatı taşıyanlar zatın hamili-hammalı olanlardır.

ve şu âyetin okunuşunu duyar:

- «Uzaklık, zalim topluluğa...» (23/41)

Bu hakikatlerden haberi olmayan kimseler, Hakk’tan uzak kendi nefsi ile yaşayan kimselerdir. Bunlarda hakikatleri itibari ile

Page 88: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

88

kendilerini tanıyamadıklarından nefislerine zulmetmiş “zalim” lerden olmuşlardır. Nefsine zulmetmek kişinin hakikatinde olan “esma-i ilâhiyyeleri” “esma-i nefsiyye” olarak bırakıp nefsi emmarenin hükmü altında bırakmak o yönde kullanmak, “nefsine zulm etmektir” İşte - «Uzaklık, zalim topluluğa...» dır. Onlar hiçbir zaman Hakk’a ulaşamazlar. Allah (c.c.) muhafaza buyursun.

-------------------

Burada; nur için de, bir mana vermemiz gerekir ki; onu da bilesin…

Nur:

— Kitab-ı, mestur…

Olarak tarif edilen satırlar halinde yazılan kitabdır…

Bu kitabda yüce Allah, istediğini dalâlete; istediğini hidayete getirir…

Haliyle bu hidayet ve dalâlet, onların istidadları ve kabiliyetleri icabıdır…

Bu manayı, yüce kitabda; yani: Kur'an'da bulabiliriz…

Allah-ü Teâla, getirdiği bir misal dolayısıyla şöyle buyurdu:

— «Allah onunla, çoğunu dalâlete düşürür; çoklarına da, hidayeti nasib eder...» (2/26)

Haliyle, bu hidayet ve dalâlet işi; onların, getirilen misaldeki anlayışlarına göre olmaktadır…

-------------------

Burada; nur için de, bir mana vermemiz gerekir ki; onu da bilesin…

Sıfat Ruh mertebesinden, ilâh-i tecelli olduktan sonra, meydana gelen esma Nur-melekût mertebesi, itibari ile varlıkların ef’al aleminde zuhura çıkmaları için, bir aydınlık lâzım geldiğinden bu sahada Nur-u ilâhi varlıkların özleri itibari ile faaliyete geçmektedir. Ruh ve nur’un izdivacından “atom” madde meydana gelmiştir. Bütün alemin ana kaynağı bunlardır.

Nur:

Nur kendisi görülmediği halde eşyanın kendisi ile görünendir.

Aydınlık ise eşyayı dışından gösterendir.

“Allah göklerin ve yerin Nûr’udur” (24/25) görüldüğü gibi “Nûr”

Page 89: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

89

Zât-i bir hakikattir. Ve her şey aynı zaman da Nûr ile de kaimdir. Bu hususta daha çok bilgi için, ayrı bir kitap düzenlemek lâzımdır. Burada bu kadarla yetinelim.

- Kitab-ı mestur… (52/2)

“Yayılmış ince deri üzerine satır satır dizilmiş kitaba.” -------------------

Not=Yeri gelmişken, (118-52-Tur suresi) isimli kitabımızdan ilgili ayeti kerimesini bir fikir vermesi yönünden buraya da aktaralım.

---------

ر ب و

52.2 - Ve kitâbim mestûr. 52.2 - Yazılmış bir kitaba. “Mestûr-satır, satır Yazılmış” -------------------

Satır, satır yazılmış kitap, zahir mertebesi itibarı ile, bütün bu âlemdir. Tevhid ehli bir kimse, bu hususta şöyle demiştir.

Hep kitab-ı Hakk’tır eşya sandığın,

Ol okur kim seyru evtan eylemiş.

---------

Şartlanılmış ön yargı anlayışıyla, eşya zannedilen şeylerin aslı, kendi mertebesi itibari ile, Hakk’ın bir kitabıdır.

---------

İşte bu yüzden Kur’an-ı Kerîm’in bir ismi de, “Kitabü-l mübîn’dir. Yani “açık kitap” (27/1) demektir. Bu âlemlere aynı zamanda, “Kur’an-ı tafsili- Kur’an-ı fiili” de denmektir. Kur’an yani, zâtın okunmasının birçok yönlerinden biri de. Bir bakıma bu âlemler kitabını okumak, gerçek Kur’an-ı fiilen okumaktır.

Bu kitabın en geniş şekilde açılım ve yazılım yeri ise, “Kâmil İnsan”-ın vücud varlığıdır.

---------

Mestûr, kelimesinin Türkçe anlamı ise, “gizli, kapalı, örtülü” demektir. İşte bu âlemde Hakk’ın en açık olduğu yer, “Kâmil İnsan” ise de en kapalı, örtülü, mestûr, perdeli olduğu yerde gene, “Kâmil İnsan” dır.

Page 90: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

90

Onlardan biri olan “Nusret Babam” da ehli zahire karşı, “mestur” örtülü kapalı. Ehli Hakk’a ise “mestur” satır, satır yazılmış Tûr dağı gibi heybet ve üns sahibi olan açık bir kitaptır.

Bu âlem Hakk’ın “ef’al” mertebesi itibari ile yazdığı ve yaşattığı açık fiiller âlemidir. Kim bu âlemlere, taş toprak olarak bakarsa, onlar için öyledir. Kim de bu âlemlere, Hakk’ın “ef’al mertebesinden isimleri yönüyle zuhur mahalleridir, derse o da doğru söylemiş olur. Ancak bu görüşler kişilerin bulunduğu idrak sevilerini gösterir.

Bu mertebenin insandaki yeri ise, bir bakıma ehli zahire karşı, “mestur” örtülü kapalı. Ehli Hakk’a ise “mestur” satır, satır yazılmış Tûr dağı gibi heybet ve üns sahibi olan açık bir kitaptır.

-------------------

Olarak tarif edilen satırlar halinde yazılan kitabdır…

Bu kitabın yazılımı alemler zuhura çıkmazdan evvel “Nun vel kalem” ile başlamış, “ve ma yesturun” (68/1) olmuş ve ilâhi yazılım her an yeni tecelliler ile devam etmektedir, ve kıyamete kadar bu alem tecellileri yazılmaya devam edilecek, ve bunlar uygulanacaklardır.

Bu kitabda yüce Allah, istediğini dalâlete; istediğini hidayete getirir…

İçindeki hakim hükümleri, kendi isadeleri ile bazıları kabul eder, bazıları kabul etmez. Bu yüzden kabul edenler hidayete, kabul etmeyenler de delâlete düşerler. Yoksa daha baştan, bunlar dalâlet ehli, bunlar hidayet ehli olacaktır, diye yazmaz. Eğer böyle bir şey olmuş olsa, o zaman mükellefiyet ve hilâfet olmaz, herkes memur olmuş olur, memur da mazurdur, o halde cennet cehennem de olmaz.

Haliyle bu hidayet ve dalâlet, onların istidadları ve kabiliyetleri icabıdır…

A’Yan-ı sâbite, denilen kişinin kendi asli hakikati üzere amal eden kişi yaptığından sorumludur çünkü bu alemde “emri teklifi” diye bir emir ve nehiyler sistemi vardır buna uyanlar ehli hadi uymayanlar ise, ehli mudilden olur. İşte bu yüzden muhteşem “Elhamd” hakikatinin sonun da, “veleddallin-dallinden eyleme” niyazı vardır. Yani bize gayret kuvvet verde “dallin” gurubundan olmayalım demektedirler. Ancak bunu böylece söylemek kâfi gelmez kişinin yapacağı nefs mücadelesi ile ehli “Hadi” den olmaya çalışması kendinin her iki alemde de saadetini sağlamış olacaktır. Cenâb-ı Hakk’ın isimleri arasında hadi de vardır mudil de ancak

Page 91: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

91

Cenâb-ı Hakk kulunun dalâl-mudil tarafına gitmesini istemez işte bu yüzden daha baştan “emri teklifisi” ile uyarmaktadır.

Bu manayı, yüce kitabda; yani: Kur'an'da bulabiliriz…

Kur’an-ı Kerîm de olmayan hiçbir şey yoktur.

Allah-ü Teâla, getirdiği bir misal dolayısıyla şöyle buyurdu:

- «Allah onunla, çoğunu dalâlete düşürür; çoklarına da, hidayeti nasib eder...» (2/26)

Allah sivrisineğin kanadıyla misaller verir, bazıları Allah bu misalleri niye veriyor diye bunu sorarlar, yani Allah ile bir sivrisineğin kanadı arasında ne ilişki olabilir diye, işte bu misallerle, Allah onunla, çoğunu delalete düşürür, çoklarına da hidayeti nasib eder. Bazıları tenzihi olarak, Allah (c.c.) ötelerde alemin üstünde farzederler ve öyle inanırlar, onlara göre doğrudur.

Ancak Cenâb-ı Hakk her an, her yerde, o mertebenin hakikati içinde, zuhurda ve hakikati itibari ile de hazırdır. Tenzihi bakış ile bakanlar Allah ile sivri sineği ve arlarındaki bağı fark edemediklerinden, bu kıyası yakıştıramazlar. İnkârcılar ise bunu daha ileriye götürüp sivri sineği hakir görerek, Allah ile birlikte ifade edilmesini anlayamadıkları için, delâletete düşerler.

Eğer biraz ince görüşlü olsalar, sivrisineğin oluşumundaki ilâh-i teknelojiyi biraz anlamış olsalar o hayvana son derece hürmet ederlerdi. Ve bu yüzden de beğenmedikleri o sivrisinek vasıtası ile hidayete ererlerdi. Bu hususta internette geniş bilgi vardır merak edenler oraya bakabilirler.

Haliyle, bu hidayet ve dalâlet işi; onların, getirilen misaldeki anlayışlarına göre olmaktadır…

Bahsedildiği gibi, kişinin hayata bakışı, ön yargıları ve çevreden aldığı şartlanmalar, ve ön yargılar neticesinde, kendince bir değerlendirme yaptığı için bir hüküm verecektir, bu hükümde kendine kurduğu, kendi değerler dünyasına göre olacağından, hidayet ve dalâlet hakkın da, verdikleri kararları kendilerinin olacaktır.

Cenâb-ı Hakk’ın kulunun dalâl- mudilliğine rızası yoktur. Kişi kendi dalâl ve hidayetini kendi hazırlar.

-------------------

Yukarıda anlatılan nuru, bilhassa, ULUHİYET tecellisi babında gerekli bil…

Page 92: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

92

Bil ki…

Bu nur, olmadan, yol kapalıdır…

Çünkü o: Yüce Allah'ın sıratıdır…

Bu, anlatılan tecelliye ermeyi arzu edenlere, bir yol gösteren hidayettir…

Bundan yana nasibsiz olanlara da dalâlet olur…

Gelen hitap, her iki şekilde de tecelli edebilir... Sana düşen, her ikisine de itibar etmektir.

Keza, hidayet ve dalâlet yollu olan, her iki isimle de isimlendirilmiştir…

Yani: ULUHİYET tecellisi…

ULUHİYET semalarında, aydınlatarak döndükleri halde; o parlak yıldızlar batabilir…

Ama şaşma, yoluna devam et… Dışa kanma; içe dönük ol… Yolu bulursun…

-------------------

Bu arada, bu ULUHİYET tecellisinin bazı özelliklerini de anlatmamız yerinde olacak…

Bu ULUHİYET tecellisine nail olan kul: Çeşitli dinlere ve milletlere mensub olanların görüşlerinde isabet bulur…

Onları yanlışlama yoluna sapmaz… Onların, görüşlerindeki asıl mahazı bilir…

Onlardan, saadeti bulanların; nasıl saadet ehli olduklarını müşahede yolu ile anlar…

Aynı şekilde, onlardan şekavet yolunda olanların da; o yola nasıl saptıklarını müşahede yolu ile anlar... Onların şekavetine sebeb olan şeyi bilir…

Yine bilir ve anlar ki: Dalâlet bataklarına batanlardan her biri; o dalâlet yollarına ne yoldan girmiştir?

-------------------

Bu arada, bu ULUHİYET tecellisinin bazı özelliklerini de anlatmamız yerinde olacak…

Uluhiyet tecellisi, diğer kapsamların hepsin daha kapsamlıdır.

Page 93: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

93

Çünkü her şey ve bütün varlık bu kapsamın içindedir. Hadi ve mudil kemâl3atı da bu kasmamın içindedir.

Bu ULUHİYET tecellisine nail olan kul: Çeşitli dinlere ve milletlere mensub olanların görüşlerinde isabet bulur…

Bu tecelliye nail olabilmek için, gerçekten bir irfan ehlinin yanın da, evvelâ onun çıraklığını, sonra kalfalığını, daha sonra da, ustalığını öğrenmesi, ve kendi gönül âlemi tezgâhını kurması lâzımdır. Bunun dışındakiler, Uluhiyet tecellisini ifade eden, bütün kitapları okuyup, ezberlemiş olsalar bile, bu sahaya girmeleri mümkün olamaz. Sahaya girmeleri mümkün olmadığı gibi, inkâr vadilerine düşmesi de çok mümkündür. Çünkü saha gerçekten çok tehlikeli, ve zemin çok kaygandır.

Onları yanlışlama yoluna sapmaz… Onların, görüşlerindeki asıl mahazı bilir…

Yani hakikati itibari ile, çıkış noktasını bilir. Bu çıkış noktası ise, bir yönü ile bütün âlemi, “âlemi halk” olarak değil, sadece “Hakk” olarak bilir. Bu bilinç ise “fenâfillâh” bilincidir. Halk-ı görmez sadece bütün âlemde Hakk-ı görür. Bu bakış ise, her şeyin genel olarak, “kendi merkezinde” olduğu bakıştır. Bu yönüyle de kimse hakkında bir yorum yapmaz ve her şeyi ve bütün itikatları yerli yerince görür.

Aslında, görür ifadesi bile, bu hali anlatmak için kullanılan bir tabirdir. Ne görür, ne düşünür, hiçbir şey hakkında fikir yürütmez-yürütemez, çünkü zaten kendi yoktur, sadece hayali bir şuuru vardır, ve buda değer yargıları itibari ile pek kullanılmaz. Her hadise ve oluşumu, kendi seyri içinde sadece seyreder. O mertebede bu husus geçerlidir, ancak “baka billâh” mertebesine geçilince, bu husus o kişi için mutlak ölçüler değildir değişebilir.

Onlardan, saadeti bulanların; nasıl saadet ehli olduklarını müşahede yolu ile anlar…

Güzel bir irfani eğitim alması neticesinde, “Gönül âlemi” diye bilinen tefekkür ve muhabbet sahasına girildiğinde, ve tecelli-i ilâhi olan âlemleri âlemler olarak ve “Men-kim” leri de gerçek mükellef olduklarını, tekrar hakikatleri itibari ile, idrak ve müşahede ettiğinden, ve bunların saadet ehli olduklarını bu yolla anlamasıdır.

Aynı şekilde, onlardan şekavet yolunda olanların da; o yola nasıl saptıklarını müşahede yolu ile anlar... Onların şekavetine sebeb olan şeyi bilir…

Ayrıca gene aynı anlayış ile Hakk’ın mükellefiyet verdiği “Men-kim” leri de mükellefiyetlerini yerine getirmedikleri için, hayatlarını

Page 94: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

94

Hadi’nin yolunda değil, mudil-in yanın da ve yolunda, geçirdikleri ve isyan üzere olduklarından, bu yönlü sapıklıklarını gerçekten müşahede yollu bilir.

Yine bilir ve anlar ki: Dalâlet bataklarına batanlardan her biri; o dalâlet yollarına ne yoldan girmiştir?

İşte bu bakımdan yüce Peygamberimiz, Allahımızdan aldığı “seb’ul mesani” olan “iki yedili” Muhteşem hamd suresini bizlere aktarması “dâllîn’den eyleme” yönü ile, ne kadar büyük bir hususa dikkat çekmiş olduğunu, bu gibi mevzular ile daha iyi anlamaya çalışıyoruz. Allah (c.c.) hazmını versin.

-------------------

Yine ULUHİYET tecellisi özellikleri arasında kalan: Bütün din, millet ve mezheb mensuplarının hatalı yönlerini tesbit edip bulur…

O kadar ki; Müslüman, mümin, muhsin, irfan sahibi kimselerin de hatalı yönlerini tesbit eder…

Bu meyanda, onun doğru bulduğu; yalnız, tam kemal halini bulan hakikat ehli kimselerdir… Başkaları değil…

-------------------

Yine ULUHİYET tecellisi özellikleri arasında kalan: Bütün din, millet ve mezheb mensuplarının hatalı yönlerini tesbit edip bulur…

Bilindiği gibi, Ulûhiyet bütün mertebeleri kendi bünyesinde korumaktır. Ancak bu korumak onlara ruhsat verme yönünden değildir. Varlıklarını devam ettirme yönünden dir. Eğer bütün zıt mertebeler yaşam sahasında olmamış sadece, Hadi sahası korunmuş olsa, o zaman bunun dışındaki bütün inançlara yaşam sahası olmayacağından, bu şekilde de, hiçbir nefis mücadelesi olmadan, doğal olarak, Allah’a ibadet edileceğinden, bunun da hiçbir değeri olmayacağından, insanlık mertebesi ve hilâfet te oluşamayacağından, insanlar sadece birer yönlendirilmiş varlıklar olacağından, bunlarında hiçbir kıymeti olmazdı.

O zaman ne ahirete, ne cennete, ve ne de cehenneme, gerek kalmazdı. İşte Ulûhiyet, bütün zıt düşünce yaşam tarzı ve inançları, geçici olan bu dünya mekânın da, koruyup hayatlarının devamını sağlamaktadır ki, bunların arasından mücadele ile, doğrunun bulunup “Hâdi” ehli olunsun, ve “Mudil”den ayrılmış olunsun.

İşte bu şekilde hayata bakan kimse, onların geçici varlıkları üstünde nasıl bir yaşam tarzı olduğunu idrak edip bilir.

Page 95: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

95

O kadar ki; Müslüman, mümin, muhsin, irfan sahibi kimselerin de hatalı yönlerini tesbit eder…

Gerçek bir tevhid eğitimi almış olan bir kimse, bu makamdan bakarak herkesin bulunduğu yeri, hallerine, sözlerine, ve anlayışlarına göre, tespit eder. Çünkü hayata tek taraflı, beşer gözüyle bakan değil, her mertebesi itibari ile Hakk ve tevhid gözü ile bakandır. İyi yönlerini de hatalı yönlerini de tesbit eder.

Bu meyanda, onun doğru bulduğu; yalnız, tam kemal halini bulan hakikat ehli kimselerdir… Başkaları değil…

Kemâl halde olan, bu hakikat ve ma’rifet ehli kimseleri, onların dışında, başkalarının tanıması da pek mümkün değildir. Çünkü değer yargıları bunları ölçüp değerlendirecek kapasiteye sahip değildir. Bunlar fırka-i Naciye denen zümredendir.

-------------------

Yine bu ULUHİYET tecellisi özellikleri arasında, ona nail olan kul için: Nefyin mümkün olmayışıdır... Keza, isbatın da mümkün olmayışıdır…

Böyle olunca: Onun için:

— Vasıftır… zattır…

Gibi sözler edip bir ayırd edici duruma girmek de mümkün değildir…

İsimlere meyli mümkün değildir…

Resmen görülür şeylere de, ihtiyacı yoktur…

-------------------

Yine bu ULUHİYET tecellisi özellikleri arasında, ona nail olan kul için: Nefyin mümkün olmayışıdır...

Gerçektende Ulûhiyet tecellisinde olan bir kimse için, “nefiy ve ispat” diye bir şey söz konusu değildir. Ancak şeriat ve tarikat mertebesi itibari ile, bunlar kelâmen ve lâfzen geçerlidir. Orada ikilik üzere hayata bakış vardır. Hakikatte ise, “Lâ ilâh” “Allahtan başka bir şey yoktur” Yani teklik üzere olan bir bakış vardır. Hâl böyle olunca, nefiy diye bir şeyin olması da mümkün değildir. Çünkü her şey Hakk’tır ve yerli yerincedir, o halde nefy edilecek bir şey de yoktur. Ve olması da mümkün değildir.

Keza, isbatın da mümkün olmayışıdır…

Bir şeyde o şeyin zıddı yoksa diğer tarafıda hükümsüz kalır, nefiy yoksa ispatta yoktur. Çünkü zaten her şey Hak’tır, o halde

Page 96: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

96

neyi kime ispatlama ihtiyacı olsun. O halde nefiy etmekte mümkün olmayacaktır. Kelime-i tevhid’in başındaki, “Lâ” yani “Lâm elif” te iş zaten hem başlamış, hemde bitmiştir. Çünkü orada ki, “Lâm-Lâhud” âlemini, “Elif” ise Ehadiyet âlemini temsil etmektedir. Lâm olan Lâhud âlemi kucaklamış olduğu, Elif Ehadiyet âlemine, ben yokum sen varsın, ey sevgili, diyerek daha baştan bütün hakikati ilâhiyeyi meydana çıkarmış olmaktadır. O halde orada ispat hükmüde geçerli değildir ve mümkünde değildir. Nefiy ve ispat ikilik gerektirir böyle bir şeyde söz konusu olmadığından, bu mertebede nefiy de ispatta söz konusu değildir.

---------

NOT= Bu husuta geniş bilgi, (10-kelime-i Tevhid) isimli kitabımızda mevcuttur dileyen oraya bakabilir.

---------

Böyle olunca: Onun için:

- Vasıftır… zattır…

Gibi sözler edip bir ayırd edici duruma girmek de mümkün değildir…

Zâti tecelli ve idrak olduğu zaman herhangi bir tabire ihtiyaç kalmaz çünkü zatın kendisinin olduğu yerde sıfat ve isimlerinin saltanatı yoktur.

İsimlere meyli mümkün değildir…

Çünkü Zât âleminin hükümleri geçerlidir. Padişahın olduğu yerde onun emrindekilere meyil mümkün değildir.

Resmen görülür şeylere de, ihtiyacı yoktur…

Ayrıca meydana çıkması için, görülen ayrı varlıklara da ihtiyacı yoktur, çünkü onlar dahi, O nun isimlerinin zuhurlarından başka bir şeyler değildirler.

-------------------

Bu ULUHİYET tecellisinde:

— Müheyminun…

Adı ile anılan meleklerle görüşüp buluştum…

Onları, değişik müşahede makamlarında gördüm…

Onların her birini, kendilerine çizilen sınırlarda; hayranlık içinde buldum…

Page 97: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

97

Bazısı: Cemal tecellisi içinde, hayrette donup kalmıştı…

Bazısına: Celâl gemi vurulmuş; susup kalmıştı…

Bazısına: Kemal salınışı gelmiş; konuşturup duruyordu…

Bazısı: Kendi kimliği içinde kaybolmuştu…

Bazısı: Kendi benliği içinde ve yerinde hazırdı…

Bazısını: Esas varlık yok etmişti…

Bazısı: Müşahede içinde vardı…

Bazısı: Dehşetine düşmüş; hayran olmuştu…

Bazısı: Hayretine dalmış; dehşete düşmüştü…

Bazısı: Fenası içinde eriyip gitmişti…

Bazısı: Beka içinde yükselmişti…

Bazısı: Sırf yokluk içinde secde ediyordu…

Bazısı: Vücub içinde ibadet ediyordu… Varlığı elzem bir durumda idi…

Bazısı: Varlık içinde helak olup gitmişti…

Bazısı: Müşahede içinde boğulmuştu…

Bazısı: Ahadiyet ateşinde yanıyordu…

Bazısı: Samediyet denizlerinden avuç avuç alıyordu…

Bazısı: Ünsiyeti yitirmiş; kudsiyeti bulmuştu…

Bazısı; Kudsiyeti kaybetmiş; ünsiyeti bulmuştu…

Hâsılı: Onların hali, göreni dehşette bırakıyordu…

Konuşmaları, şaşkınları ayıktırıp yola getiriyordu…

-------------------

Bu belirtilen haller kendine ait hallerdir yoruma içindedir. Bir başkasına göre daha başka tecellilerde olur. O da kişiye has tecellileridr.

-------------------

Bütün bu olanları gördükten sonra…

Onların arasında bulunan müşahede bakımından en kâmiline yanaştım… Gerek neşet ediş şekli, gerekse kendisine verilen makam bakımında en yükseğinin yanına gittim…

Page 98: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

98

Bu gidişim bir meyilden ibaretti; ama, ittila halinde bir meyil… Onların halini görüp hayret içinde kalan bir kimsenin edindiği kanaat cinsinden bir meyil değildi…

-------------------

Şanını, yukarıda anlattığım meleğin yanına vardım ve şöyle dedim:

— Ey yakınlığı bulan kâmil, edebi tam mukaddes ruh; bana halinden anlat…

Bu müşahede makamlarını, hallerini bana bildir…

Bu resmî durumu, bana anlat; söyle…

İsmini bana açık anlat…

Bu talebimde, benden iraz etti… Açık söylemekten kanat açar gibi, omuz silkti…

Ama, sonra döndü… Fasih bir dille konuşmak isteyenin dönüşü gibi bana döndü…

Ve… dizleri üzerine oturdu... Hayret hali ile çöktü…

-------------------

İşte… bundan sonra tekrar halinden sordum... O da, anlattı.

Önce şöyle dedi:

— İsimden sorma… Eğer isimden sorarsan, resmiyette bağlı kalırsın…

Ama, onu bırakma da; sonra hakkın tam bir sönüşle söner…

Sonra bu, safha safha görülen şeylere de yanaşma… Sonra, semalara dalar; rabbından yana perdeli kalırsın…

Zata da yönelme; bu meyilli yönelme ile, un ufak olan bir yokluğu taleb etmiş olursun…

Nefyetmek, küfrandır…

İsbat etmek, hüsrandır…

İsbat ve nefyetmek, iki denizdir… Yüce Hak ise, onlar arasında bir berzah… İki deniz birbirine taşmaz…

Beni isbat yoluna gidersen; beni senden başka yapmış olursun… gayrının yerine oturtmuş olursun…

Page 99: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

99

Beni nefyedersen, kendi öz mananın hakikatinden yana mahcub olursun.. Perdelenirsin…

Şayet diyecek olursun:

— Sen, benim…

O zaman denir:

— Hani sende benim fennim?

Şayet dersen:

— Sen de, benden ayrısın; başkasın…

O zaman: Hayrımdan yana her manayı yitirmiş olursun… Bu manada hayrete dalarsın; tam bir fakre düşmüş olursun…

Şayet:

— Acizlik…

Babında bir dille konuşursan; o zaman da, izzet vasfını öldürmüş olursun…

Bir kemal ve son gaye iddiasına yeltenirsen… iş yine değişir… Çünkü, senin işin nihayette değil; bidayettedir…

Eğer bunları tümden bırakıp:

— Uykudan, dalıp gitmekten…

Yana bir şey söylersen, gayrı her şey biter… Ne kadar şeyler kaybedersin ne kadar…

Şayet zatında ikamet eder; arşın kemaline kurulursan söyle, hani ne var benim kemalimden sende? Bendekilerden sana ne kalır?

Bu arada şu şiiri söyledim: Hayretime de hayret ettim, neden diye; Vehmim de şaştı, onun hayretinde diye… Bu şaşkınlığı hiç bilemedim nedendir; Kalbimin cehli onun ilmimi ki diye… Cehl dersem, onu tam yalanlamış olurum; İlim dersem kal ehli olan nerde diye…

-------------------

Page 100: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

100

İşte… bundan sonra tekrar halinden sordum... O da, anlattı.

Önce şöyle dedi:

- İsimden sorma… Eğer isimden sorarsan, resmiyette bağlı kalırsın…

Ama, onu bırakma da; sonra hakkın tam bir sönüşle söner…

Yani ne isimler mertebesine dalıp, orada kalacaksın, isimlere dalarsan fark âleminde kalırsın, onun ismi, onun ismi... diye isimlerde çokluğa, kesrete girersin ama isimleri de bırakma deniyor. İsmi bırakırsan, kendinde isimsiz kalırsın, kendi varlığın ortada kalmaz. Hem var, hem yok; Hem yok, hem varsın, bu âlemde de öyleyiz zaten. Hem varız, hem yokuz, bir yönden mutlak varız, bir yönden mutlak yokuz.

Yok olduğumuz yerde mutlak varız, var olduğumuz yerde mutlak yokuz. İşte tasavvufun ince, hassas noktaları buraları. Ne nefiy var, ne ispat var aslında. Kelime-i tevhid, ilk telkin ediliyorken, tarikat mertebesi itibariyle "La ilahe" bölümü nehiy, nehyetmek yani kaldırmak, "İllallah" bölümü de ispatlamak yani Allah'ın varlığını ispatlıyorsun. Bir yerden bir şeyi kaldırıyorsun, bir yerden ispatlamaya kalkıyorsun, orada geçerli o, tarikat mertebesinde geçerli. Ama hakikat âlemine geçtiğin zaman neyi kaldıracaksın, neyi ispatlayacaksın, kime ispatlayacaksın, ispatlamak için başka birileri olması lazımdır.

Sonra bu, safha safha görülen şeylere de yanaşma… Sonra, semalara dalar; rabbından yana perdeli kalırsın…

Yani bu mükevvanatın varlıklarıylada uğraşma deniyor, onlarla uğraştığın zaman, tabiatçılar nasıl şununla, bununla uğraşıyorlar, gökyüzüyle uğraşıyorlar, ama Rablarından mahcub oluyorlar, perdeli oluyorlar. Bunlarla uğraşılmayacak demek değil ama Rabbını bilerek onlarla uğraşmak gerek.

Zata da yönelme; bu meyilli yönelme ile, un ufak olan bir yokluğu taleb etmiş olursun…

Yani Allah'ın zatına yönelirsen, senden bir şey kalmaz. Yani ortadan kalkman lazım gelecektir.

Nefyetmek, küfrandır…

Yani küfürdür, bir şeyi ortadan kaldırmak. Nefiy, kaldırmak demek. Yani nefyetmeye çalışmak daha doğrusu küfrandır.

Page 101: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

101

İsbat etmek, hüsrandır…

İspat etmeye çalışmak hüsrandır, hüsrana uğrarsın edemezsin çünkü bundan acizsin. Neyi ispat edeceksin, kime ispat edeceksin. Yani ispat etmen için başka varlıklar halk etmen lazım ki, onlara ispatlamaya çalışasın. Ama bu husus şeriat ve tarikat mertebesinde geçerlidir.

İsbat ve nefyetmek, iki denizdir… Yüce Hak ise, onlar arasında bir berzah… İki deniz birbirine taşmaz…

Tatlı su ile acı su beraber akarlar ama birbirlerine karışmazlar.

Beni isbat yoluna gidersen; beni senden başka yapmış olursun… gayrının yerine oturtmuş olursun…

Bir şeyi ispatlamaya kalkarsan, kendinden başka, ispat ettiğin şeyden de başka birşey yapmış olursun.

Beni nefyedersen, kendi öz mananın hakikatinden yana mahcub olursun.. Perdelenirsin…

Yani karşıdaki birini nefyetmeye kalktığın zaman, bütün varlık tek varlıkta mevcut olduğuna göre, neyi, nereden kaldırmaya kalkıyorsun. O zaman kendinden perdelisin demektir ki, bu işi yapmaya çalışıyorsun. Ama şeriattan, tarikat mertebesine geçerken orada bunlar geçerli. Çünkü orada kaldırdığın nefyettiğin şeyler aslında kendi hayalinde ürettiğin, hayali, vehmi varlıklardır, nefyettiğin onlardır, orada o gerekiyor. İspatlamaya çalıştığın hakikati idrak etmeye çalışmak, yine bu hayalini nefyedeceksin ki, saf, salt Allah ilmi ortada kalsın. Bu hali geçtikten sonra artık neyi ispat edeceksin, neyi nefyedeceksin.

Şayet diyecek olursun:

- Sen, benim…

O zaman denir:

- Hani sende benim fennim?

Yani sen benim dersen, peki benim bilgim nerede sende? Fennim dediği benim bilgim madem sen bensen, benim bilgim nerede sende?

Şayet dersen:

- Sen de, benden ayrısın; başkasın…

Page 102: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

102

O zaman: Hayrımdan yana her manayı yitirmiş olursun… Bu manada hayrete dalarsın; tam bir fakre düşmüş olursun…

Yani benim dersen de olmuyor, ayrıyım dersen de olmuyor. Sende, benden ayrısın, başkasın dersen, o zaman hayrımdan yana her manayı yitirmiş olursun, manayı kaybetmiş olursun.

Bu manada hayrete dalarsın; tam bir fakre düşmüş olursun…

Acze düşmüş, yokluğa düşmüş olursun.

Şayet:

- Acizlik…

Babında bir dille konuşursan; o zaman da, izzet vasfını öldürmüş olursun…

Ben acizim, acizim dediğin zaman, sendeki izzeti öldürmüş olursun, asaletini öldürmüş olursun deniyor. Ama ben asaletim diye çıktığın zaman, o zamanda acizliği öldürmüş oluyorsun. Gurur, kibirde kalıyorsun. Yeri gelince hepsinin hakkını vereceksin.

Bir kemal ve son gaye iddiasına yeltenirsen…

Yani ben şu kemale erdim, şu iddiada bulundum.

iş yine değişir… Çünkü, senin işin nihayette değil; bidayettedir…

Sonumdan değil, evvelimden korkarım demişler. Gidişinden değil, gelişinden korkarım demişler. Çocuk doğduğu zaman, daha doğmadan, çocuğun ölümünden korkmam ben diyor, doğumundan yani gelişinden yani programından korkarım diyor.

Eğer bunları tümden bırakıp:

- Uykudan, dalıp gitmekten…

Yana bir şey söylersen, gayrı her şey biter… Ne kadar şeyler kaybedersin ne kadar…

Yani bunlarla hiç ilgilenmezsen, boşa bırakıp gidersen neler kaybedersin diyor.

Şayet zatında ikamet eder; arşın kemaline kurulursan söyle, hani ne var benim kemalimden sende? Bendekilerden sana ne kalır?

Bu arada şu şiiri söyledim:

Page 103: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

103

Hayretime de hayret ettim, neden diye; Vehmim de şaştı, onun hayretinde diye… Bu şaşkınlığı hiç bilemedim nedendir; Kalbimin cehli onun ilmimi ki diye… Cehl dersem, onu tam yalanlamış olurum; İlim dersem kal ehli olan nerde diye…

-------------------

Devam etti:

— Semam, yücelerin yücesidir…

Mescidim, taa... ötelerin ötesindekidir... Onun çevresi, gelenler için çok güzeldir... Yolcular için, tatlı akan suyu vardır…

Denizime girip yüzenleri, gerdanıma inci gibi dizerim…

Atıma binene, ülkemi gezdiririm…

Ama, her kim haddini aşar ve kendinde olmayanı söylerse, ona ceza verir; kendilerine şu emri okurum:

— «Allah'a karşı yalan söylemeyin; azabla sizi kurutur...» (20/61)

Doğru yol, benim…

Kıvrılan, düz olan benim... Kadim de, sonradan yaratılan da benim…

-------------------

Devam etti:

- Semam, yücelerin yücesidir…

Gönül seması yücelerin yücesidir.

Mescidim, taa... ötelerin ötesindekidir... Onun çevresi, gelenler için çok güzeldir... Yolcular için, tatlı akan suyu vardır…

Bütün bu âlem O’nun mescididir. Bütün bu âlemde ne varsa hepsi kendi hakikati ve mertebesi itibari ile onu tesbih etmektedirler, Böylece secdelerini de yapmaktadırlar bu yüzden bütün bu âlem O’nun mescididir. Hakk ve zat yolcuları için tevhid-i hayat suları vardır.

Denizime girip yüzenleri, gerdanıma inci gibi dizerim…

Page 104: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

104

(55/22) “O ikisinden inci ile mercan çıkar.”

Zat denizine girenleri de, O gönül âlemine gerdanlık gibi dizer, ve onlarda onun, zat ve sıfat deryalarına dalarlar, oralardan inciler ve mercanlar çıkarırılar. Ahadiyet incisinin içinden çıkan vahidiyet mercanlarıdır.

Atıma binene, ülkemi gezdiririm…

Uruc burak’ına bindirip gök ve gönül semalarımı geziririm.

Ama, her kim haddini aşar ve kendinde olmayanı söylerse, ona ceza verir; kendilerine şu emri okurum:

- «Allah'a karşı yalan söylemeyin; azabla sizi kurutur...» (20/61)

Ne yazıkki yukarıda bahsedilen konu çok mühimdir. Kendisine Hakk’ın söylemediğini, Bana söyledi, diye nefsinin ağzından duyduğu vesveseyi, ilham zanneden nede çok varlık varmış, hayret etmemek mümkün değildir.

Doğru yol, benim…

Kıvrılan, düz olan benim... Kadim de, sonradan yaratılan da benim…

Yani kadim, ezeli olan da sonradan olan da benim. “İhdinessıratal müstekîm” işte doğru yol budur. Bu da sırat-ı Muhammedi’dir. O nun devamı ise “sıratullah” tır ki zat-i yolculuktur. Yanında ehli olmadan yalnız gidilmez.

-------------------

Bu münademe kadehleri, yüce Hakkın varlığında devam etti.

Konuşma, böylece sürüp gitti…

Taa, içten içe bir ses gelinceye kadar… Ve mana ibriğinin inbiğinden sular akıncaya kadar…

-------------------

Bu münademe kadehleri, yüce Hakkın varlığında devam etti.

Konuşma, böylece sürüp gitti…

“Münademe” Lügatta, “Sohbet arkadaşı, meclis arkadaşı, tatlı konuşma,” olarak bildirilmiştir.

Zâti muhabbet konuşmaları gönül âleminde Hakk’ın varlığında ilâh-i muhabbet içinde sürüp gitti.

Page 105: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

105

Taa, içten içe bir ses gelinceye kadar… Ve mana ibriğinin inbiğinden sular akıncaya kadar…

Ma’nâ âleminin derinliklerinden esma âleminin gizli kanallarından ilâh-i hayat suları akıncaya kadar. Devam eden konuşmalar, sürüp gitti.

-------------------

Bundan sonra, bazı sorular sordum; saklı manaları anlatmasını diledim…

— «Özünde çeşitli fikirler yürütülen büyük haberden sordum...» (78/2-3)

Meâline gelen âyet-i kerimedeki büyük haberleri sordum…

Buna karşılık bana şöyle dedi:

— Dinle… Bu sorduğun şey, yüce iştir... Ama bu yüce işin zirvesinde, ondan daha âlâsı ve daha yücesi vardır…

Oraya çıktığın zamandır ki, münacaatını açık bir dille yaparsın… Sarih beyanla konuşursun... Bu, o yüce makamlardan bir ihsandır… Saklı tarafı yoktur; açıktan verilir…

-------------------

Bundan sonra, bazı sorular sordum; saklı manaları anlatmasını diledim…

Bu derinliklere gelmişken, biraz daha ilerleyelim ve daha başka hakikatlerden de biraz daha bahsedelim diye anlatmasını istedim.

— «Özünde çeşitli fikirler yürütülen büyük haberden sordum...» (78/2-3)

“Aninnebeil azîm, ellezihüm fihi muhtelifun.”

Üzerinde, anlaşmazlığa düştükleri, büyük bir olay olan tekrar dirilme olayınımı?

Meâline gelen âyet-i kerimedeki büyük haberleri sordum…

İhtiyari ve ızdirari, Yani, ölmeden evvel ölünüz, hükmü ile ihtiyari, ve Azrâîl (a.s.) ın gelip aldığı ruhumuzun çıkması ile ızdirari-zorunlu olarak, geçilen ölüm tadışından sonra, berzahta beklenecek belirli sürelerden sonra da, tekrar bu hep birlikte ızdırari-zorunlu dirilişten bahset. Bu rada ihtiyari dirilme yoktur.

Buna karşılık bana şöyle dedi:

Page 106: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

106

— Dinle… Bu sorduğun şey, yüce iştir... Ama bu yüce işin zirvesinde, ondan daha âlâsı ve daha yücesi vardır…

Bu yüce işe, beşeriyetin itibari ile bakmanın ötesinde, olan daha alâsı, Hakkani bakış ve yaşayış ile bakmandır. Burada sen olmadan seninle yaşama vardır.

Oraya çıktığın zamandır ki, münacaatını açık bir dille yaparsın… Sarih beyanla konuşursun... Bu, o yüce makamlardan bir ihsandır… Saklı tarafı yoktur; açıktan verilir…

Kendi hakikatinden kendi zahirine haber verirsin. Bunun saklı tarafı yoktur, ancak bilen bilir ehline her şey ayan beyandır. Kendinden haberi olmayana ise, her taraf perde, her taraf duvardır. Aslında ise, ne duvar vardır, ne perde, her şey meydanda’dır, ve gizlenecek hiçbir şey yoktur. Ancak bu bir idrak ve anlayış meselesidir. “Çık aradan kalsın yaradan” dendiği gibidir, ancak kelâmen ve lâfzen değil, idraken ve irfanen. Ruhen’dir. Sensiz sen olaraktır.

-------------------

Sordum:

— Anlattıkların hakikati nedir?

— «Rahman… Kur'an öğretti...» (55/1-2)

Ayet-i kerimesini okudu…

-------------------

Sordum:

— Anlattıkların hakikati nedir?

Rahmâniyyet mertebesinin hakikatidir.

— «Rahman… Kur'an öğretti...» (55/1-2-3-4)

Evvelâ rahman kur’an olan zattan, Rahmaniyyeti öğrendi, “alleme” talim etti, “halâkal insan” bu tarif ile Ruh mertebesinde insan-ı halketti, “allemehul beyan” ondan sonra da ona beyanı, yani hakikat-i ilâhiye sırlarını öğretti. Ve bunları öğretmeyide öğretti. Bu mertebe insan hakikatinden bahsedilen bilginin ikinci yönüdür.

Not=Bu hususta geniş bilgi, (9-Sure-i Rahmân) isimli kitabımızda mevcuttur dileyen oraya bakbilir.

Ayet-i kerimesini okudu…

Page 107: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

107

-------------------

Sonra; KADİR ismini sordum ve:

— Ey falan, bana benden haber ver…

Dedim… Bunun üzerine şu âyet-i kerimeleri okudu:

— «İnsanı yarattı... Ona beyanı öğretti...» (55/3-4)

Sonra, devamını okudu:

— «Ay da, güneş de hesaplıdır... Yere serili bitki ve dik ağaçlar secde ederler…

Semayı, Allah yarattı; ona ölçüyü o koydu...» (55/5-7)

-------------------

Sonra; KADİR ismini sordum ve:

Bu nasıl bir kudrettir! En küçüğü ne kadar erişilmez ise, en büyüğüde aynı şekilde erişilmezdir. Başından sonundan söz edilemez. Başından sonundan söz edilen mahlûktur, dedi.

— Ey falan, bana benden haber ver…

Bana, bende olan senin hakikatinden, haber ver. “Men” “kim” dir? O men-kim’lik, benmiyim, yoksa sen misin veya, hem sen hem benmiyim?

Dedim… Bunun üzerine şu âyet-i kerimeleri okudu:

— «İnsanı yarattı... Ona beyanı öğretti...» (55/3-4)

Bunlardan az yukarıda bahsetmiş idik.

Sonra, devamını okudu:

— «Ay da, güneş de hesaplıdır...

Nur-u Muhammed-i olan ay-kamer, Güneş olan Ruh-u a’zâm, âlemlerde her zerre de, o zerrenin hakikati ile mevcutturlar, bunların hepsi ilâh-i bir hesap-düzen içinde durmadan hareket etmektedirler.

Yere serili bitki ve dik ağaçlar secde ederler…

Bazı ağaçların dalları aşağıya doğru sarkarlar. Bunlar zaten görüntü itibari ile rukü ve secde hükmündedirler. Yerde serili bitkiler ise, fideliklerinden başlayıp kemâle erme sürelerinde de, hep secdededirler. Birde şöyle bir durum vardır. Dünyanın dönmesi ile üzerinde bulunan her şey on iki satte bir kıyamda ve on iki satte

Page 108: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

108

de tersine geldiklerinde bir evvelki hallerine göre secdededirler.

Semayı, Allah yarattı; ona ölçüyü o koydu...» (55/5-7)

Sema iki türlüdür, biri gökyüzü denilen, gözü açık olan herkesin gördüğü gibi, sonsuz semâdır. Diğeri ise görülmeyen, varlığı sadece idrak ve irfan sahiplerinin, muhabbetle yaşadıkları gönül âlemi, gönül semasıdır.

Zahirdeki gökyüzü semasında, Ulûhiyet hakikatlerinin zâhiren zuhurları olan, Esmâül Hüsnânın zuhur mahalleridir.

Gönül âlemi seması ise, Hakk’ın her mertebesi itibari ile bâtınen zuhur mahallidir. Fiziken küçük gibi görünen gönül âlemi, zâhiren büyük görülen, gök yüzü semâdan daha büyüktür.

İşte bu yüzden, “yere göğe sığmayan” Zât-ı ilâh-i, kulunun kalbine sığdığı bu gönül âlemi göğüdür.

Beledil emin burasır, Tur-u sinâ-sine-turu-dağı burasıdır, mi’rac bu âlemde olmaktadır. Muhabbet-i ilâhinin kazanları bu sahada kaynamaktadır. İşte bu yüzden “ya bir gönül ol, ya da gir gönüle gir” denmiştir.

Bu gönül göğünün dışında kalanlar, şeriat ehli olup cennete girseler dahi Hakk’ı, hakikati yönünden müşahede etmeleri mümkün olmayacaktır.

-------------------

Bundan sonra, MÜRİD için sordum ve:

— Ey kadim olan yani... Benden anlat… Beni bana gönder…

Dedim... Şu âyet-i kerimeleri okudu:

— «Güneş dürüldüğü zaman... Yıldızlar düştüğü zaman… Dağlar yürütüldüğü zaman… Bulutlar yağmursuz kaldığı zaman... Vahşi hayvanlar bir araya geldiği zaman… Denizler ateşe verildiği zaman... Ruhlar birleştiği zaman...» (81/1-7)

Sonra, alim ve hakim dili ile devam etti:

— «Diri gömülen kız, hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman…

Sayfalar açılıp yayıldığı zaman…

Sema koparıldığı zaman…

Cehennem kızdırıldığı zaman…

Cennet yaklaştırıldığı zaman…

Page 109: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

109

İşte o zaman, her nefis ne getirdiğini bilecek...» (81/8-14)

-------------------

Bundan sonra, MÜRİD için sordum ve:

Genelde bilindiği gibi, “mürid” herhangi bir tarikata katılan kimseye denir ve bağlı olduğu yere kayıtsız şartsız boyun eğen ma’nâsına’dır. Aslında ise, “mürid” irade eden, irade sahibi demektir. Yani nefsine karşı irade sahibi demektir.

Mürid Allah’ın irade sıfatının, birey halife namzeti olan insan’ın kimliğinden, fiil olrak zuhura çıkmasdır. Bu zuhur naticesinde birey insan’ın kendini tanıması ile, kendi varlığında genel insan’a ulaşmadır. Genel insan ise cem’iiyeti ilâhiye üzere mahlûk olan hakikati insaniyye’dir.

- Ey kadim olan yani... Benden anlat… Beni bana gönder…

Sen kendinden zahiren uzaklaşmış bu yüzden gurbete-farka düşmüş, aslında mutlak olan, ancak kendinden haberin olmadığından, zavallı hükmüne düşmüş bir sultan varisisin.

İşte bunları anladığın zaman ve, “ve nefahtü” (15/29) hakikatini anladığın zaman, sen seni sana göndrilmişlerden yani hayalden çıkıp, kendi hakikatine döndürülmüşlerden olursun.

Dedim... Şu âyet-i kerimeleri okudu:

Bu âyeti kerîmeler de zaten kişiyi kişiye, bana beni göndermektedirler.

- «Güneş dürüldüğü zaman... Yıldızlar düştüğü zaman… Dağlar yürütüldüğü zaman… Bulutlar yağmursuz kaldığı zaman... Vahşi hayvanlar bir araya geldiği zaman… Denizler ateşe verildiği zaman... Ruhlar birleştiği zaman...» (81/1-7)

------------------- ( İzeş şemsu kuvviret. )

(81/1) “Güneş bürülüp dürüldüğü zaman.”

-------------------

Bu ve diğer Sûrelerin, tefsirlerimizde çok geniş ifadeleri vardır, bunlar genelde zâhiri ifadelerdir. Ancak Âyet-i Kerîmelerin daha bir çok ifadeleri de vardır, bunlar ise “iş’âri” “işaret” tefsir yönleridir ve indî’dir geneli bağlamaz. Zâhiri üzere olan aslını bozmadan

Page 110: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

110

bunlardan da yararlanmak yerinde olur, kişi bunlardan da istifade edebiliyorsa ne âlâ aksi halde ilgilenmez okumaz bırakır gider kendinin bileceği iştir. Burada bahsedilen hâdise genelde kıyametin oluşumunda görülebilecek hususlardan-dır. Eğer bir kimse kıyametin kopmasından evvel dünyadan ayrılmış ise, o zaman bu ve benzeri Âyet-i Kerîmelerin hükmünün dışında kalmış olacaktır. O kişi için bu bir eksikliktir. İşte bu eksikliğin ve haksızlığın giderilmesi kişinin bu ve benzeri Âyet-i Kerîmeleri kendi bünyesinde, özelinde yaşaması, bu ve benzeri Âyet-i Kerîmelerden kendilerinin de istifade etmeleri demek olacaktır. Cenâb-ı Hakk cümlemize her hususta özel bir anlayış ve idrak nasib etsin İnşeallah.

Güneş genelde bildiğimiz güneştir. Ancak değişik mertebelerde değişik ifadelerle de kullanılır. Aynı zaman da güneş, Hakîkat-i ilâhîyyenin de ifâdesidir. İnsân’ın şahsi kıyâmeti geldiğinde yani ölüm geldiğinde yani “rûh boğaza geldiğinde tövbe kapıları kapatılır” denildiği halde Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın ilâhî zâti zâhir tecellisi genelde kesilme-mektedir.

Güneşin insan da ifâde ettiği ilâhî tecelli süresi ömrünün sonu itibariyle dolmuş ve kesilmiştir, bu aşamadan sonra kişi istese dahi tevhid ilimlerinden kendini tanıması yönünden herhangi bir şey alması mümkün değildir. Çünkü İlâh-î tecelli kendisi için “dürülüp bükülmüş” sona gelmiştir. Bu tecellinin devamı dünyada ki idrak ve anlayışı itibariyle mahşerde ve mahşer sonrası ebedi olarak devam edecektir. Ancak bazılarında “Mudil” ismi ağırlıklı, bazılarında ise, “Hâdî” ismi ağırlıklı olacaktır. Burada ise bu isimler birliktedir. Dileyen dalâlete dileyen hidâyete yürüyebilmektedirler.

Kişilerin iç bünyelerinde kendilerine ait sırası ile değer yargıları itibariyle, güneşi, ayı, yıldızı vardır, bunlardan biri şu veya bu şekilde ortadan kalkınca onlarda “dürülüp bükülmüş” olurlar, Cenâb-ı Hakk bizleri kendi İlâh-î güneşinin çevresinden ayırmasın.

-------------------

( Ve izen nucûmun kederet. )

(81/2) “Ve yıldızlar solduğu zaman.”

-------------------

Page 111: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

111

Âyet-i Kerîme, zâhiren bu âlemin düzeninin bozulma-sını ifâde etmekle birlikte, bâtınen “ven necmi izâ hevâ” (Necm, 53/1) Âyetinde belirtilen hâlin daha şiddetlisinin ortaya çıkışı ifâde edilmektedir. Hevâ yıldızı kişide durduğu sürece hakîkat kamerine ulaşması yani hakîkati Muhammedî’den nasib alması mümkün değildir. Işığını nefsinden almakta olan kişide nefs yıldızı söndüğü anda ancak mi’rac yolu kendisine açılır. Kişide kopmaya başlayan kıyâmet ile birlikte ne kadar nefsâni yıldızlar var ise yıldızlaşmış oluşumlar var ise yani kişiye Hakk’ın üzerinde değer ifâde eden ne kadar şey varsa aslında bunların hiçbir değerinin olmadığının anlaşıldığı ve bunların solduğu an bu Âyet-i Kerîme ile ifâde edilmektedir.

Kendi nefsi kıyâmetini daha ölmeden önce dünyâda yaşıyorken koparan kimselerde bu hâdiseler yaşanmaktadır. Diğerleri ise her şeyde olduğu gibi bu hususta da hayal âleminde yaşamaktadırlar.

---------

Bu hususta geniş bilgi (37-53-Necm Sûresi) isimli kitaımızda mevcuttur dileyenler oraya bakabilirler.

---------

( Ve izelcibâlu suyyiret. )

(81/3) “Ve dağlar yürütüldüğü zaman.”

-------------------

Fizik beden vücûdumuz dağ hükmündedir. Bu oluşum yerinden kaydırıldığı zaman yani her birerlerimizin vücûtlarında tabîattan kaynaklanan toprak oluşumları yürütüldüğü yani şartlanma dağlarımız değişmeye başladığı zaman ve anasır-ı erbâanın toprak kısmı kişinin elinden alınmaya başladığı zaman, demektir.

Bu hâle gelen kişi artık sırtında taşıdığı nefsi beden yükünü yavaş yavaş yere aslına indirerek oda kendi aslı yani hakit-i olan ruhani tarafı ile ünsiyet kurmaya başladığı zaman kendisinde büyük bir hafifleme olacaktır bu halde ise seyri daha hızlanmış olacaltır.

-------------------

(Ve izel ışâru uttılet. )

Page 112: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

112

(81/4) “Ve yüklü develer başıboş bırakıldığı zaman.”

-------------------

Bizim için çok değerli olan nefs develerimizin üzerinde yol almaktayız ki bu bizim için sürekli faaliyet ortaya koyan oluşumlardır. Bunlar dahi o kıyâmet sürecinde unutulduğu Artık eğitimin sona erdiği zamanlar demektir.

-------------------

( Ve izel vuhûşu huşiret. )

(81/5) “Ve vahşi hayvanlar toplandığı zaman.”

-------------------

Nefsaniyyet ormanlarımızda yaşamakta olan vahşi hükmünde olan nefsâni oluşumların ortaya çıkmasıdır, çünkü o anda onların faaliyet sahaları ellerinden alınmaktadır. Nefsi emmâre faaliyetini ortaya getirebileceği bir mahâl bulamamaktadır çünkü kişide artık sâdece ölüm korkusundan dolayı bütün güçler tek yere toplanmaktadır. Ve o güçler bu tek yerde toplandıkları anda yaşadıkları vahşi hayatın farkına varacaklardır ancak ve bu kadar güzel ilâhî muhabbet ile yaşanacak haller var iken kendilerindeki vahşilik yaşamanın pişmanlığını duyacaklardır.

---------

“Bu hususta da oldukça geniş bilgi (61-4-Bir ressam hikâyesi) isimli kitabımızda mevcuttur dileyen oraya bakabilir. Eğer vakti varsa hepsini, eğer vakti kısıtlı ise özet olan son bölümünü okusun, tavsiye ederim.”

---------

(Ve izel bihâru succiret. )

(81/6) “Ve denizler kaynaştığı zaman.”

-------------------

Deniz, sudur ve bizim varlığımızda mevcût anasırı erbâanın su kısmının ifâdesidir. Yukarıda dağ ifâdesiyle toprak kısmı kaydırılan anasır-ı erbâanın burada su kısmınında kaldırılması anlatılmaktadır.

Diğer yönden, su ilim ve hayattır. Her bir esmâ-i İlâhiyyenin de kendi özellikleri itibariyle birer deryalığı vardır. Yani her bir

Page 113: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

113

esmâ-i ilâhiyye kendi hakikatleri itibariyle birer derya, denizdir işte ilm-î derya ve denizinde faaliyyetlerini sürdürürler. İşte kıyamet yaklaştığında bütün bu Esmâ denizlerinde çok büyük faaliyyetler oluşacaktır her biri kendi kutrunda kaynaşmağa başlayacak ve emri İlâhiyye yi yerine getireceklerdir. Yani çalışma kapasiteleri çok yükselecek kıyametlede bir çoklarının faaliyyeti arzımızda sona erecektir.

-------------------

( Ve izen nufûsu zuvvicet. )

(81/7) “Ve nefsler eşleştirildiği zaman.”

-------------------

Kıyâmetin kopmaya başlayarak büyük hâdiselerin olduğu anda nefslerin birleşmesi, kişinin önceleri var zannettiği bireysel nefsi ile, bireysel varlığı ile ilâh-î nefsin birleştiği andır. Ve bu idrâk ancak kıyâmet halinde olabilmektedir, zâhiren bahsedilen kıyâmetin dışında, bizler seyri sülûk yolunda kıyâmet hakîkatini kendi varlığımızda ortaya getirdiğimiz anda, bizim var sandığımız bireysel varlığımız yokmuş, o aslında Hakk’ın imiş dediğimiz anda, bu âyeti kerîmenin hükmü bizde tahakkuk etmiş olacaktır. Yani bireysel nefs ile, İlâh-î nefsimizin birleştiği zaman beşeri nefsimizin kıyamet-i kopmuş olacak nefs, nefs-i sâfiye olarak gerçek haline ulaşmış olacaktır.

-------------------

---------

Sonra, alim ve hakim dili ile devam etti:

- «Diri gömülen kız, hangi suçundan dolayı öldürüldüğü sorulduğu zaman…

Sayfalar açılıp yayıldığı zaman…

Sema koparıldığı zaman…

Cehennem kızdırıldığı zaman…

Cennet yaklaştırıldığı zaman…

İşte o zaman, her nefis ne getirdiğini bilecek...» (81/8-14) Her insan demiyor, her nefis diyor.

---------

Page 114: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

114

( Ve izel mev’udetu suilet. )

(81/8) “Ve diri olarak toprağa gömülen kız çocuğuna sorulduğu zaman.”

-------------------

Zâhiren cahiliye döneminde yapılmış olan bir uygulamadır ve daha sonra müslüman olan birçok kimse bu hallerden dolayı çok üzülmüşlerdir.

-------------------

( Bi eyyi zenbin kutilet. )

(81/9) “Hangi günâh sebebi ile öldürüldü?”

-------------------

Bâtınen bu iki Âyet-i Kerîme’ye bakabilirsek; seyri sülûk yolunda olan dervişe nefsi küllden bir ilim gelirse ve o gelen bilgilere îtibar edilmeyerek hükümsüz bırakılıp yere gömülürse, bu Âyet-i Kerîme hükümleri icra edilmiş ve bu halin hükmü altına girilmiş olmaktadır.

Bu nefs-i küll bilgilerini burada ne için tatbik etmedin ihtarı verilmektedir.

Nefsi küllden gelen bilgilerin şeytanî ve vehmî bilgilere yakın olabilmesi kişileri aldatabilmektedir ve bu nedenle bunları iyi ayrımak lâzımdır. Eğer bu gelen bilgileri geliştirerek büyütebilirsek zaman içerisinde onlar üretici olmaktadır yani kız çocuklarının büyüyünce doğurgan olması gibi o ilimlerde doğurgan olmaktadırlar ve bu nedenle çok mühimdirler. Kişilerin sâdece aklı küllden gelen bilgileri almaları yeterli olmaz nefsi küllden gelen bilgilerinde alınarak ikisinin birlikteliğini sağlayıp üretken olmak gerekmektedir.

Âyet-i kerîme’nin zâhiren ifâde ettiği hallerde göz önüne alındığında görüyoruz ki, bu gelen ilimler gömüldüğünde İslâmiyetten evvelki haller yaşanmakta ve mânen İslâmiyyet’te dahi olsak fiilen câhiliyye dönemini yaşamaktayız demektir. Günümüzde de dinimizde oluşan cahillikde bu yüzdendir yoksa Efendimiz (s.a.v)in getirdiği ışığı idrâk ettiğimizde hepimizin zâhir ve bâtınımızın apaydınlık olması lâzımdır.

Page 115: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

115

-------------------

( Ve izes suhufu nuşiret. )

(81/10) “Ve sayfalar açıldığı zaman.”

-------------------

Herkesin eline amel defteri verildiği zaman. Bir insânın ömrü boyunca yaptıkları amel defterlerinde yazılıdır ve bir kısmına defterleri sağından bir kısmına solundan verilir. Amel defterleri sağından verilenler sâid, soldan verilenler ise şâki olanlar olacaklardır.

Diğer yönüyle ise, kişi yalnız başına kaldığı bir zaman tefekkürü nispetinde yaptıkları gözlerinin önüne gelerek onların muhasebesini yaptığında bu âyeti kerîme hükmünce sayfalar kendisine açılmaktadır.

-------------------

( Ve izes semâu kuşitat. )

(81/11) “Ve semâ sıyrılıp kaldırıldığı zaman.”

-------------------

Kişinin gönül semâsı bozulduğu zaman. Semâ havanın ifâdesidir ve yukarıdaki Âyetlerde anasırı erbâadan toprak ve suyun kaldırılmasında olduğu gibi bu Âyet-i Kerîme ile de havanın bozulup kaldırılma zamanından bahsedilmektedir.

Kişisel kıyâmetimiz olan ölüm anı ile birlikte hem hevâmız, bozulup havaya gitmektedir ve hem de nefes alıp verme sisteminin tamamen bozulması ifâde edilmektedir.

---------

Not=Tam bu iki Âyet-i Kerîme’yi yazıyorken, Bu gün ramazanın altısı hava oldukça sıcak, günler en uzun zamanında, (26/07/temmuz 2012) Perşembe’ye yeni girdiğimizde (saat 00.30) da orta şiddette bir zelzele oldu adeta yazmaya çalıştığım bu Sûre-i Şerifte bahsedilen hâlin küçük bir tatbikatı gibi oldu. Cenâb-ı Hakk daha şiddetlilerinden korusun İnşeallah.

---------

( Ve izel cahîmu su’ıret. )

Page 116: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

116

(81/12) “Ve cehennem kızıştırıldığı zaman.”

-------------------

Genel olarak cehenneme gireceklerin zamanları yaklaştığında cehennemin hazır hale getirilmesi için yapılacak olan işlemdir.

Kendi nefsimiz yönünden ise bizde mevcût olan anasırı erbâadan ateş unsurunun kıyâmet halinden bahsedilmektedir. Bununla kıyamet anında bizdeki dört unsurun kaldırılmasından bahsedilmiştir.

Bizde bulunan nefsi ateş yani kendimizde sahiplendiğimiz mal, mülk, evlât, hayât vb. ne varsa ölüm anında hepsinin elimizden gittiğini gördüğümüz anda bizde bir alevlenme başlıyor ve bu da cehennem ateşini ortaya getiriyor eğer biz vaktiyle bu ihtiraslardan kurtulmuş olsaydık cehennem alevlenmez idi.

-------------------

(Ve izel cennetu uzlifet. )

(81/13) “Ve cennet yaklaştırıldığı zaman.”

-------------------

Cennet huzur mahâlli, ilâhî tecelli mahâlli olduğuna göre ileriki dönemlerde Rabb’in ile bulunacağın zamanların sana daha açık olarak gösterildiği zaman demektir.

Ayrıca kıyâmetin kopmasıyla Rabbinden uzak kalacağın şeklinde bir ümitsizlik içinde olunmaması da ifâde edilmektedir.

-------------------

(Alimet nefsün mâ ahdaret. )

(81/14) “Her nefs, hazırlamış olduğunu bilmiş olacak.”

-------------------

Ömrümüzü Hakk’ın yolunda geçirmiş, ibâdetlerimizi yapmış, belirli sohbetlere katılmış, Hakk yolunda kitâplar okumuş, kendimizi belirli bir şekilde tanıyabilmiş isek kendimizi Hakk’a sunmaya hazırlamışız demektir.

Page 117: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

117

Buraya kadar olan Âyet-i Kerîmeler’de kıyamet sahnelerinden bahsedilmişti. Bundan sonraki Âyet-i Kerîmeler’de ise muhtelif haller bildirilmktedir.

-------------------

Bundan sonra ona şöyle dedim:

— Ey anlaşılmaz hakim zat… Bana anka-i mağribden haber ver… KÂF ile NUN arasında bulunan hazineyi bana göster… delilim ol...

Dedi ki:

— Benden bu kadarı yeter... Kadim zatın söylediği kâfi…

Dedim ki:

— Bu yetmez…

Dedi ki:

— Sana daha fazlasını söyleyip artırayım…

Dedim ki:

— Artır, lütfun olur…

Dedi ki:

— Kalanı, benden sana gelen sağlam haberdir... Aydınlık görüştür…

Dedim ki:

— Anlaşılması bana zor geliyor... Sen kimsin? ey efendimiz…

Dedi ki:

— Kulun özüyüm…

Sonra şu âyet-i kerimeleri okudu:

-- Onlar cehennemin hışıltısını bile duymazlar. Canlarının istediği nimetler içinde ebedî olarak kalırlar. (21/102)

— «Bir şeyi dilediğimiz zaman, ona emrimiz, ancak ona:

— Ol…

Demekten ibarettir... O şey olur...» (16/40)

-------------------

Bundan sonra ona şöyle dedim:

Page 118: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

118

- Ey anlaşılmaz hakim zat… Bana anka-i mağribden haber ver… KÂF ile NUN arasında bulunan hazineyi bana göster… delilim ol...

Bu ifadeler özde ve şahsidir, ancak mademki az da olsa, şerhe başlandı bizde birkaç kelâm edelim.

“anka-i mağrib” “Hâkim zâtın” kendi hakikatlerinden bir hakikattir ki, imâ yollu bahsedilir. Bir ma’nânın hayali bir suret şeklinde gizli ifadelerle gerçeğinin hayalen resmedilmesidir.

“anka-i mağrib-batının anka’sı” veya “anka-i maşrık-doğunun ankası. Diye de ifade edilebilir. İlgili kitaplarda bu hususta birçok bilgiler vardır. Sadece isminin olup kendinin olmadığı ve dağ başlarında yaşayan hayali bir kuş cinsi olduğu bildirilir. Ancak böyle bir kitapta söz konusu edilmiş olması mutlaka burada belirtilmek istenen, çok mühim bir hikmeti olduğu da açıktır.

Bazen gizli ma’nâlar, mecazi anlatımlarla o sahaların varlığından heber verilir, ve özel eğitim gerektiren sahalardandır, herkesin hemen anlaması mümkün olmadığından böyle ibareler kullanılır.

“anka-i mağrib-batının anka’sı” demek bir bakıma bizim hayali olarak, ancak farkında bile olmadığımız benliğimizi, göklere çıkardığımız nefsi emmâremizin, batışını ve nasıl bir hayal ile, ona aslında yok olduğu halde, beden dağımızın en üstüne çıkarıp, baş tacı ettiğimizi anladığımızda. “anka-i mağrib-batının anka’sı” zâten yok olan, kendi asli yokluğuna gitmiş olacaktır.

Bunu idrak ettikten sonra, “anka-i maşrık-doğunun ankası. Kendi ilâhi hakikatiyle doğup, o beden “Kaf” dağının başına kurulup baş tacı olur, böylece de hayal olan o Anka kuşu gerçek olup, Ulûhiyet göklerinde ebedi olarak kanat açıp, süzülerek bir menzilden bir menzile, bir zirveden bir zirveye, ilmi ve irfani seyahatlerine devam eder.

---------

Not= Bu husuta daha geniş bilgi, (128-Kaf dağı ve zümrüd-ü anka kuşu) ismindeki kitabımıza bakılabilir.

---------

Dedi ki:

- Benden bu kadarı yeter... Kadim zatın söylediği kâfi…

Page 119: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

119

Dedim ki:

- Bu yetmez…

Lütfu ihsanın olsun biraz daha haber ver.

Dedi ki:

- Sana daha fazlasını söyleyip artırayım…

Ne zaman ki, hayali olan kendinden geçip, gerçek olan kendine dönüp, gönül tahtına sultan olacaksın, işte o zaman bunları beden mülkünde daha da çoklarını kendin bulacaksın.

Dedim ki:

- Artır, lütfun olur…

Dedi ki:

- Kalanı, benden sana gelen sağlam haberdir... Aydınlık görüştür…

Aydınlık görüşten kasıt, berrak ilâh-i bilgidir, o bilgide ise nefsaniyet yoktur, gerçek Kaf dağından gelen bir ilâh-i pınardır ki, eksilmesi azalması bozulması gibi haller söz konusu değildir. “Biz sana Kevseri verdik” (108/1) hakikatidir ve kuluna gelen sağlam haberdir.

Dedim ki:

- Anlaşılması bana zor geliyor... Sen kimsin? ey efendimiz…

Burada da gerçekten oldukça ileri derecede bir gerçeğe ışık tutulmuştur. Geçektende bazı zamanlarda Hak yolunda ki gerçek seyr de, bu hâl ve yaşantıların vuruntuları olur, ancak bu saha çok tehlikelidir aynı veya benzeri haller, hayal ve nefstende gelebilir, bunların çok iyi tahlil edilmesi gerekir. Aksi halde kişi gerçek hakikatine ulaşamadan, hayali kurgu ve kuruntuları gerçek ve sahih imiş gibi zannedip aldanır, farkında bile olmaz.

Geçektende bu sahalardan geçerken kişi oldıkça zorlanır. Ayrıca nefsini terk ediş safhalarıda, kolay aşılacak menziller değildir. Kişinin içinde oluşan ilâ-i varlığı, özünde kimlik oluşturmaya başladığında, kendi aklı, bu oluşmaya başlayan kimliğe yüceliğinden. Sen kimsin? ey efendimiz… Diye de burada olduğu gibi, hayretle sorar.

Dedi ki:

Page 120: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

120

- Kulun özüyüm…

İfadesi ile, kulunun, gerçek abdi’nin özüyüm, yani onun hakikati benim, onun kaf dağının burcunda ben oturmaktayım.

O na “ente-sen,” deyip bir kimlik verdim ki, bu kimliği hiçbir varlığa vermedim. Çünkü o bu hususla, aslında “Ene-Ben” den başka bir şey değildir, O nu “sen” hükmü ile ağyara karşı perdeledim ki, bu sır onunla benim aramda, ve bazı bu hakikat sahasında olanlarla birlikte, sadece onlarda olsun ki, bu kaf dağı bazıları için hayal, bazıları için ulaşılması imkânsız bir menzil olsun.

İşte bu yüzden içimde, bende olan, O’na Sen kimsin? ey efendimiz… diyerek akıl mertebesinden hörmetle hitab ettim.

aslında orasıyla konuşması, kendi özüyle konuşması, kendindeki İlahi zatın zuhuruyla, sessiz sözsüs, konuşmasıdır.

Bu halin zahiren sesli ve sözlü ifadesi ise, “biz ona şah demarından daha yakınız” hükmü ile bütün âleme ilân edilip bildirilmesidir.

Sonra şu âyet-i kerimeleri okudu:

-- Onlar cehennemin hışıltısını bile duymazlar. Canlarının istediği nimetler içinde ebedî olarak kalırlar. (21/102)

Çünkü daha dünya da iken, nefs-benlik cehalet ve cehenneminden kutulmuş olduklarından, onun sesini bile duymazlar. Kendi gerçek hakikatlerine daha dünya da iken ulaşmış olduklarından ahirette irfan ve idrak nimetlerinin içinde ebedi olarak kalırlar.

- «Bir şeyi dilediğimiz zaman, ona emrimiz, ancak ona: - Ol…

Demekten ibarettir... O şey olur...» (16/40)

Bu şekilde kendilerinde, kendi kaf dağlarında ki kudret-anka kuşu ahrette faaliyete geçeceğinden cennette ne şekilde isterlerse o hale ve şekle ol diyecekler onlarda olacaktır.

Bu husus istisnaları hariç bu dünyada tahakkuk etmez. Eğer ederse tehlikeli olur. Çünkü hemen bu tür hallere nefsi emmâre canlanıp sahip çıkmaya başlar önüne geçilemez hale dönüşür ayrıca herkes kendinde olan bu kudret sıfatını kullanmaya kalksa insanlar birbirlerine çok büyük kötülükler yaparlar. Bu yüzden kişilere kendi ihtiyaçlarını görecek şekilde belirli bir kuvvet

Page 121: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

121

verilmiştir. Böyle olduğu halde genede insanlar o küçük kudret ve kuvvetleri ile ne büyük kötülükler yapmaktadırlar.

-------------------

Bu üstün huzur konuşmaları sürüp gitti... Böylece onların el değmemiş hayır yönleri bana göründü…

Taa, saadet rüzgârı esinceye kadar…

Onun için, yücelik nişanları da hakikat halini buldu…

Onun getirdiği tatlı kokuyu aldım…

Öyle bir hal aldı ki o koku: Lezzetle, lezzet için, lezzette nefha nefha geliyordu artık…

Beni, benden aldı…

...Ve benden aldığını yine bana getirdi…

Duygularım dağıldı… Civam aktı, kayboldu…

Olmuş ve olacak yok oldu…

Dönen de, kalan da ondan hakkını aldı…

Artık bölge isimleri silindi…

Ne ölü kaldı; ne de diri…

İşte… bu andadır ki: Ebedî bir ölümle öldüm…

Sonsuz bir yokluğa kavuştum… Ama bir başka varlıkta…

Bundan sonra, ne dirilme kaldı; ne de yayılma…

Bu makamda, kayıp da yok; huzur da…

O anda diri fani oldu... Evde bulunanlar hep helak oldular…

İşte o zaman özüne sordu:

— «Bugün mülk kimin?

Cevabını verdi:

— Vahid kahhar olan Allah'ın...» (40/16)

-------------------

Bu üstün huzur konuşmaları sürüp gitti... Böylece onların el değmemiş hayır yönleri bana göründü…

Her tevhid ehlinin kendine göre, özel bir tevhid meşrebi idrak ve yaşantı hali vardır. Bahsedilen halde o hallerden bir hâldir.

Page 122: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

122

“el değmemiş” ten murat ehli zahirin sahası içinde olmadığından madde anlayışı ile idrak edilemecek hususlar olduğundandır. Bunların “hayır yönleri” ise ehli bâtının kendi hakikatinde bulduğu Zâti idraklerdir ki, gerçekten çok büyük hayırdır. “bana göründü…” den maksat, bunların bâtın gözü ile müşahedeli idrak edilmesi demektir.

Taa, saadet rüzgârı esinceye kadar…

“saadet rüzgârı” Uzun süreler “ente” ile ayrı kaldıktan sonra, kişinin “ene” aslına ulaşması ile, bulduğu huzur tam bir ilâhi saadet olduğundan, ve devamlılk üzere olduğundan, muhabbet esintileri olarak devam etmektedir.

Onun için, yücelik nişanları da hakikat halini buldu…

“yücelik nişanları” ndan kasıt, sıfat-ı İlâhiyyelerin lâfızdan ma’nâya dönüşmeleri aşamalarında idrak edilerin hakikat ve gerçeklerinin anlaşılması ile asli yaşam haline dönüşmesidir.

Onun getirdiği tatlı kokuyu aldım…

O kokudan murat, “Nefes-i Rahmanidir”, “Rahmanın kokusunu yemenden duyuyorum” ma’nâsına’dır ki, sağ taraf olan akl-ı küll, den gelen, hakikat-i ilâhiyye, ilmi kokularıdır.

Öyle bir hal aldı ki o koku: Lezzetle, lezzet için, lezzette nefha nefha geliyordu artık…

Arkası kesilmeyen bir huzur idrak ve muhabbet-i ilâhiyye olarak devamlılığını sürdürmesidir.

Beni, benden aldı…

Beşeri benliğimden aldı, eski benliğime ait bir şeyim kalmadı.

...Ve benden aldığını yine bana getirdi…

Aldığı beşeri benliğimin yerine, ilâh-i benliğimi verdi ki, işte bu benim asli ve ebedi varlığım idi.

Duygularım dağıldı… Civam aktı, kayboldu…

Beşeri duygularım dağıldı, hükümsüz kaldı, “civa” hükmünde olan nefsi varlığım aktı gitti kayboldu.

Olmuş ve olacak yok oldu…

Zahiri hayatın hiçbir hükmü kalmadı, zaten hayal olan bu âlem hakikati itibari ile idraken de yok oldu.

Page 123: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

123

Dönen de, kalan da ondan hakkını aldı…

Ulûhiyet, in hakikati, bütün varlıkları zıtlıkları ile birlikte kendi mertebelerinde korumaktır. Hâl böyle olunca her varlık kendi istikakını böylece almış oldu.

Artık bölge isimleri silindi…

Bölge ve varlık isimleri silinip, âlemde tek isim kaldı.

Ne ölü kaldı; ne de diri…

İlâh-i yaşamda, ne ölümün sözü olur, ne de dirinin, çünkü ölümde dirim de halkıyyete aittir. Hakk’ın varlığında ölümden dirimden söz edilmez.

İşte… bu andadır ki: Ebedî bir ölümle öldüm…

Burada bahsedilen ölüm, “muti kable ente mut” “ölmeden evvel ölünüz” hükmü ile belirtilen ölümdür, bu ölüm ise, fiziken değil idraken ve irfanendir. Beşeriyetinin geçici olduğu, ve kişinin ilâhi varlığının, ebedi olmasının idrak ve şuur edilmesidir. Böylece nefsi yaşantının ebedi olarak yok olmasıdır.

Sonsuz bir yokluğa kavuştum… Ama bir başka varlıkta…

Kendi beşeri varlığımdan soyunup, “yokluğa kavuştum…” daha sonra işler değişti ben kendimi başka bir varlık olarak buldum baktım ki, bütün varlıkta ben varım, ve benden başka bir kimse daha yoktu, bütün var gibi olanların hepsi de bende idi.

Bundan sonra, ne dirilme kaldı; ne de yayılma…

Çünkü dirilende bendim yayılanda.

Bu makamda, kayıp da yok; huzur da…

Kayıp ve huzur, beşeriyete ve mülke ait hükümler olduğundan, zat makamında bunlara yer yoktur.

O anda diri fani oldu... Evde bulunanlar hep helak oldular…

“Küllü men aleyhe fen…..” (55/26-27) bütün kimliklerin fani-yok, ve bütün eşyanın da helâk-yok olduğu halin hakikati ile yaşanmasıdır. Kur’an okumak, onu ezbere okumak değildir, nefsi ile okuyan kendine göre okumuş olur. Ancak O’nu kendindeki Hakk ile okuyan, işte o zaman kur’an-ı gerçeği ile okumuş olur. Ve bu hakikatleri idrak ederek yaşamış olur.

İşte o zaman özüne sordu:

Page 124: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

124

- «Bugün mülk kimin? "Limenil mülkül yevm"

Cevabını verdi:

- Vahid kahhar olan Allah'ın...» (40/16)

"Lillahil vahidil kahhar" Biz bunu ahirette olacak diye bekliyoruz. Tabi o gün de olacak ama, o gün bir defa olacak, bugün herkes için her an olmakta, bu ayet-i kerime her an okunmaktadır. Kim ki, bu hakikatleri idrak etti, işte "Lillahil vahidil kahhar" içerisinde yok olup gitti, eriyip gitti.

-------------------

حیم حمن الر سم الله الر بBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

ZAT TECELLİGÂHI

15. BÖLÜM

ZAT TECELLİGÂHI

Esen yellerle gelen ZAT için sende tad vardır; Onun dışında kalan ise, tümden parçalardır… Temiz tecellidir, vasfedenin vasfından da; Onda bir şey yok, ne itibar ne izafet vardır… Güneş gibi açılır kapanır, vasfı yıldızlar; Yok gibi, hükmen onun için isbat vardır… Karanlıktır; onda sabah, onda şafak aransa; Yerine gelmeyince, yolcularda şaşma vardır… Onu kasd ederek nice deliller yola düştü; Şimalleri unuttu, onda şaşırmaca vardır… Gizli yoldur, ne resmi vardır ne de alâmeti; Ona varmak zordur, koruyan yücelikler vardır… Onun için yol karışıktır, öğretene de zor; Onun ötesinde mefhum sırra duraklar vardır…

Page 125: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

125

Katıksız oluşundan akıl ona yol bulamaz; Hiç katılamaz, fikir için kokusuzluk vardır… Ne hidayet ateşine yollarda bir işaret; Ne de takva için yol gösteren aydınlık vardır… Öyle yollardır ki, başında deliller koyulur; Orada, ne yaşama ne de ölmeleri vardır… Vasıfları oldu, izzet denizinde boğulmak; Hiç vefa yoktur, onun özünde ölüller vardır… Onun nihayeti için de yol bulunamaz; İsimle, sıfatla da bu zatta yücelik vardır…

-------------------

Önce ZAT üzerinde bir tarif yapalım... Bunu yapalım bilesin…

ZAT: Mutlak vücuddan ibarettir…

Vücudu burada, sadece:

— Var…

Manasında kabul etmek icab eder…

Mutlakı dahi: Tam bir bağımsızlık, olarak almalıdır…

------------------- Önce ZAT üzerinde bir tarif yapalım... Bunu yapalım

bilesin…

ZAT: Mutlak vücuddan ibarettir…

Vücudu burada, sadece:

- Var…

Manasında kabul etmek icab eder…

Mutlakı dahi: Tam bir bağımsızlık, olarak almalıdır…

Vücud, mevcud dediğimiz zaman, biz bu âlemlerin vücudu, insan vücudu, gibi varlık olarak anlamaktayız. Burada mutlak vücud, anlamında ama var anlamında dediği madde bir varlık anlamında da değil. Vücudu mutlak yani Allah'ın mutlak varlığı manasında, bu mevcud âlemler değil de, var anlamında. Bu mutlak vücud, tecelli ettiği zaman, Vahdet-i Vücud hükmünü ismini alıyor ve bunun hakikati de Vahdet-i Şuhud yani müşahede eden de

Page 126: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

126

Vahdet-i Şuhud'la müşahede etmiş oluyor.

Gerçek vücûd-un izahını, üç şekilde tarif ederek yapabiliriz.

(1) Vücûd-u mutlak.

(2) Vücûd-u izafi.

(3) Vücûd-u zâhiri. Vücûdu şuhudi.

---------

(1) Vücûd-u mutlak.

“Mutlak vücûd” olarak bildirilen husus böyle bir hakikatin olduğu hükmündedir. Ancak burada maddi olan bir vücûd yoktur, madde vücûdun bâtını hakikatidir. Diğer yönü ile ilâh-i ilmi vücûttur. Zât-ı mutlağın kendi kendinde kendi ile olduğu haldir ki, herhangi bir mahlûkun oraya duhulü mümkün değildir. Sadece varlığının bilinmesi yönüyledir, niceliği ve niteliğinden haberdar olmak mümkün değildir.

(2) Vücûd-u izafi.

İsimlendirilmiş vücuttur ki, sıfat ve semâ âlemlerinin anlatıldığı ve lâtif olarak ilmi yönden haber verilen, ve madde âleminin kaynağı olan ilmi suretler kazanmış vücuttur

(3) Vücûd-u zâhiri. Vücûdu şuhudi.

Bütün bu vücûd tanımlamalarının, suret ve şekiller olarak, her yönünde o yönün ve varlığın hakikati ile, zuhura çıkmasından ibaret olan, his ve duyu organları ile tesbit ve müşahede edilen, içinde bulunduğumuz âlemimizdir.

Tevhid ehli, bütün bu vücûtların toplu haline, “vahdet-i vücûd,” idrak ve müşahede edilişine de, “vahdet-i Şuhut” demişlerdir.

-------------------

Mana, yukarıda anlatıldığı gibi olunca; itibarların, izafetlerin, nisbet bağlantılarının, vacihlerin tümden düşmesi îcab eder…

Burada, bir noktaya dikkat edilmesi icab edecek... Anlatılan şeyler için:

— Tümden düşmesi icab eder…

Demeyi, hiç bir şekilde:

— Mutlak vücud olan ZAT'ın dışına atmak…

Manasına almak değildir... Tam tersine, itibarları ve diğerlerini, mutlak vücud cümlesinden saymak icab eder…

Page 127: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

127

-------------------

Mana, yukarıda anlatıldığı gibi olunca; itibarların, izafetlerin, nisbet bağlantılarının, vacihlerin tümden düşmesi îcab eder…

Bir şey var diyoruz, bunu biz var olarak kabul ediyoruz, aslında bu itibari bir varlıktır, yani bir şeyi ifade etmek için onu varlıkla ifade etmemiz, belirtmemiz gerekiyor. İşte atomun etrafındaki çekirdekler gibi, itibari bir varlık olarak onları göremiyoruz gözümüzle, elle tutamıyoruz... ama var olduğunu, mevcud olduğunu da biliyoruz. İşte bu itibari bir varlık. İtibar, varlığını kabul etmek manasında, göremediğimiz halde, aklımızı görebiliyor muyuz, itibari bir varlık yani ona varlığını, var olduğunu müşahede ediyoruz ama görüş, şuhuduyla değil, ilmi olarak, bilgi olarak varlığını kabul ediyoruz.

Burada, bir noktaya dikkat edilmesi icab edecek... Anlatılan şeyler için:

- Tümden düşmesi icab eder…

Demeyi, hiç bir şekilde:

- Mutlak vücud olan ZAT'ın dışına atmak…

Manasına almak değildir... Tam tersine, itibarları ve diğerlerini, mutlak vücud cümlesinden saymak icab eder…

Bahsi geçen konu çok hassas bir konudur. Hayali olarak insanların nefsi bilinçlerinde olan, kendi kurguladıkları düşünceleri ve varlıklara verdikleri kendilerinin isimleri ile, o sahada gerçek zannetmeleridir. İşte bu düşünce aslında olmayan kendi hayal ve zanlarının oluşturduğu hayali bir varlık anlayışıdır. Bunlar aslında yok hükmündedir.

Varlıkların gerçek hakikatleri ise kendi öz varlıklarından ibarettir, ve bunlar kendi hakikatleri ile zâtın varlığında mevcuttur.

-------------------

Bu:

— Mutlak vücud…

Dediğimiz, sadece bir ZAT'tan ibarettir…

Öyle bir sadelik ki: Onda hiç bir zuhur düşünülemez…

Özellikle: İsmin, vasfın, nisbetin, izafetin ve diğer zuhuru gereken şeylerin…

Page 128: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

128

Bu:

- Mutlak vücud…

Dediğimiz, sadece bir ZAT'tan ibarettir…

Öyle bir sadelik ki: Onda hiç bir zuhur düşünülemez…

Mutlak Vücud dediği halde anladığımız ma’nada bu somut bir vücud değil ama vardır. Aklımızı biz görebiliyor muyuz, ona bir mekan tayin edebiliyor muyuz, ruhumuzu görebiliyor muyuz? göremiyoruz. Ama mutlak varlığını müşahede ediyoruz. Onun zuhurları ve faaliyet sahasındaki gösterdiği faaliyetlerle, işte biz de akıl ve ruh olmasa, burada ne konuşabiliriz, ne yürüyebiliriz, ne bir şey düşünebiliriz... Kelam diyoruz, kelamı madde olarak tutabiliyor muyuz, somut bir şey yok. Ama itibari olarak bunların varlığını kabul ediyoruz. İşte Allah'ın zatı mutlak yönü de, böyle ifade edilebilir.

Özellikle: İsmin, vasfın, nisbetin, izafetin ve diğer zuhuru gereken şeylerin…

-------------------

Sözü geçen şeylerden yana, herhangi bir zuhur olursa… bu zuhuru, zuhur ettiği yere bağlamak icab eder; sade ve sırf ZAT'a değil…

Çünkü: ZAT parçalanma kabul etmez; bütünleri ve parçaları kapsamına alır…

O, özünde böyledir…

Nisbetlere ve izafetlere gelince: Bunları ZAT'ın bekasında bilmelidir… Hatta daha ileri bir mana ile: ZAT'ın ahadiyet saltanatı altında, kimliklerini erimiş bilmek gerekir…

-------------------

Sözü geçen şeylerden yana, herhangi bir zuhur olursa… bu zuhuru, zuhur ettiği yere bağlamak icab eder; sade ve sırf ZAT'a değil…

Bir zuhura, ve onun zuhur mahalline bakıldığı zaman, zuhur halini, o zuhuru meydana getiren isme bağlamalıdır, çünkü zat onun bâtınında olduğu için, zahir göz ve anlayış oraya erişemediği için, bunu o zuhuru zuhur yerine bağlamak gerekir.

Çünkü: ZAT parçalanma kabul etmez; bütünleri ve parçaları kapsamına alır…

Page 129: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

129

O, özünde böyledir…

Kendinde, mutlak varlığında, hakikatinde böyledir.

Nisbetlere ve izafetlere gelince: Bunları ZAT'ın bekasında bilmelidir… Hatta daha ileri bir mana ile: ZAT'ın ahadiyet saltanatı altında, kimliklerini erimiş bilmek gerekir…

Yani bütün varlıkların kimliklerini ahadiyet saltanatında erimiş bilmek gerekir. Zâhiren bakıldığında kendilerine ait, bâtınen hakikatleri itibari ile bakıldığında kendilerine ait bir kimliklerinin olmadığı hükmü ile bakılmalıdır.

-------------------

ZAT'ta; bir vasfa, yahut bir isme, yahut vasfa itibar edildiği zaman bu: O itibar edilen müşahede makamının hükmü olur; ZAT'ın değil…

ZAT'ın durumu:

— Mutlak vücud…

Şeklinde anlattığımız manaya göredir…

Dikkat edilirse:

— Kadim vücud... Vacib vücud…

Demiyoruz... Ta ki o: Bu gibi tabir bağları ile bağlanmaya…

Ancak, şunu da ifade etmek icab eder ki, burada: ZAT'tan murad olunan mana: Kadim, vacib var olan ZAT'tır…

Bunu da, böyle bilmeli ki:

— Mutlak vücud…

Sözümüzden onu:

— Mutlak…

Tabiri ile de, bağlamış olmayalım…

Kaldı ki, böyle bir manayı:

— Mutlak…

Tabirinden de, çıkarmak mümkün değildir… Zira, mutlakın kendisinde, şekillerden herhangi biri ile, hiç bir bağın olmayışıdır…

Yani: Tam bir bağımsızlık…

Bu manayı anlamaya çalış... Cidden, bu mana çok dikkat edilmesi gereken bir konudur…

Page 130: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

130

-------------------

ZAT'ta; bir vasfa, yahut bir isme, yahut vasfa itibar edildiği zaman bu: O itibar edilen müşahede makamının hükmü olur; ZAT'ın değil…

Yani neyi, nerede müşahede etmişsen, o makamın hükmüne göre müşahede etmiş olursun.

ZAT'ın durumu:

Zâtın durumu kendi asli hakikati üzeredir.

- Mutlak vücud…

Gene kendi hakikatınde olan “vücûd-u mutlak” tır.

Şeklinde anlattığımız manaya göredir…

Dikkat edilirse:

- Kadim vücud... Vacib vücud…

Kadim-ezeli, Vacip, varlığı kendinden olan.

Demiyoruz... Ta ki o: Bu gibi tabir bağları ile bağlanmaya…

Zât-ı mutlağın bu tabir ve bağlarla da ilgisi yoktur, bunları anlatmak, sadece tarif babındandır. Yoksa O’nun ne kadimliğe ne vacipliğe ihityacı yoktur.

Ancak, şunu da ifade etmek icab eder ki, burada: ZAT'tan murad olunan mana: Kadim, vacib var olan ZAT'tır…

Yani başka bir varlığa ihtiyacı olmayan mutlak varlık ifadesinin izahı için kullanılan tabirlerdir. Ve kendi kendinde kadim ve Gene kendi kendinde vacib olan zat-ı mutlak’tır.

Bunu da, böyle bilmeli ki:

- Mutlak vücud…

Sözümüzden onu:

- Mutlak…

Tabiri ile de, bağlamış olmayalım…

Çünkü mutlak, sözü söylendiği zaman, onun karşılığında mutlak olmayan bir saha, veya varlık olması lâzım gelir ki, ikisi arasında, mutlak olan, veya mutlak olmayan, değerlendirilmesi yapılsın. Mutlak olmayan bir saha, veya bir varlık olması mümkün olmadığından, o halde bu mutlaktır sözüde olmaması lâzımdır.

Page 131: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

131

Çünkü bunu ifade etmeye gerek yoktur O zâten hakikati itibari ile mutlaka mutlaktır. Dile getirilmesine de lüzum yoktur ancak tevhid-i hakikatleri tahsil için ifade edilen tabirlerdendir.

Kaldı ki, böyle bir manayı:

- Mutlak…

Tabirinden de, çıkarmak mümkün değildir…

Yani beşer lisanında bunu anlatacakta başka kelime yoktur.

Zira, mutlakın kendisinde, şekillerden herhangi biri ile, hiç bir bağın olmayışıdır…

Yani zât-ı mutlak hiçbir kayıtla kayıtlanmaz.

Yani: Tam bir bağımsızlık…

Ne ilmi ne fikri ve nede fiziki hiçbir kayda girmeden tam bir mutlakiyyettir.

Bu manayı anlamaya çalış... Cidden, bu mana çok dikkat edilmesi gereken bir konudur…

Ömrümüz olsa da kıyamete kadar şu kitabı okusak yine de bitiremeyiz. Niyazımız, bizlerde de olan bu hakikatleri, zuhura getirip, o hakikatlerimiz ile, bu hakikatleri anlamaya çalışmamız, bizlere de bu ilmi yaşantıların kapılarını, “fettah” ismiyle açmaya “bâsıt” ismi ile genişletmeye, “nâfiz” ismi ile bu Mertebelere nüfuz etmeye gayret etmeliyiz.

-------------------

ZAT'ın kendi özelliği içindeki durumunu yukarıda anlattık…

Şimdi, onun kendine has makamdan inişi üzerinde duralım..

Bu da, bilmen gereken bir mevzudur…

ZAT, kendi sadeliğinden ve sırf olma durumundan indiği zaman; onun üç tecelligâhı olur…

Yine bu üç tecelli makamı, onun sadeliği ve sırflığı içindedir; ona bağlıdır…

Bu hususlarında bilinmesi, Ulûhiyetin idrak ve yaşantısının anlaşılması için çok lüzumlu olduğu aşikârdır. Şimdi bunlarıda incelemeye çalışalım.

-------------------

Page 132: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

132

Şimdi, o üç tecelligâhı saymaya geçelim…

BİRİNCİ TECELLİGÂH: Ahadiyettir…

Burada, ZAT'ın inişi: itibarlardan, izafetlerden, isimlerden ve sıfatlardan bir şey için değildir... Hatta sayılanların dışında kalan bir şey için de değildir…

Sayılanlardan hiç birinin onda zuhuru yoktur…

Sırf ZAT'tır…

Ancak, sadeliğinden inişi hükmüne göre:

— Ahadiyet nîsbeti…

Denip bağlanmıştır…

-------------------

Şimdi, o üç tecelligâhı saymaya geçelim…

BİRİNCİ TECELLİGÂH: Ahadiyettir…

Burada, ZAT'ın inişi: itibarlardan, izafetlerden, isimlerden ve sıfatlardan bir şey için değildir... Hatta sayılanların dışında kalan bir şey için de değildir…

Sayılanlardan hiç birinin onda zuhuru yoktur…

Sırf ZAT'tır…

Yani a’maiyetten ahadiyete tecellisidir. Burası ise birlik değil, teklik makamıdır ki, tekin bir ikincisi olmaz. Bir’in ise diğer birleri olabilir.

Ancak, sadeliğinden inişi hükmüne göre:

Toplu ve küll olarak inişi hükmüne göre: aslında bu tabir dahi bir anlatım terimidir. Bura da iniş ve çıkış dahi söz konusu değildir.

- Ahadiyet nîsbeti…

Sadece bir nisbet-kıyas olarak bildirilmiştir.

Denip bağlanmıştır…

-------------------

İKİNCİ TECELLİGÂH: Hüviyettir…

Burada da, yine önce anlatılan; izafet vb. şeylerin zuhuru yoktur…

Page 133: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

133

Ancak, ahadiyetin zuhuru vardır…

Bu makamda, hüviyet, ZAT'ın sadeliğine katılmıştır…

Ancak, ahadiyetin, ZAT'a katılması gibi değildir… Ahadiyet, daha ileri geçer... Bu, biraz daha akla yakındır…

Sebebi: Bu makamdaki gizlilik, akıl yolu ile bilinsin…

— O…

Demek sureti ile, gaibe, bir işaret yolu bulunsun…

Bu mana, burada ancak bu kadar anlatılır; anla…

-------------------

İKİNCİ TECELLİGÂH: Hüviyettir…

Burada da, yine önce anlatılan; izafet vb. şeylerin zuhuru yoktur…

Ancak kendinde kendi olarak, kendi hakikati itibari ile ilk olarak izafet bakımından, haber verilen ilk bilinmesi lâzım gelen “hüvviyyeti” dir, ancak bunun niteliği ve niceliğinden haber verilmememiştir.

Ancak, ahadiyetin zuhuru vardır…

Yani hüvviyyeti itibari ile, ahadiyetten ilk bilgi haberleridir.

Bu makamda, hüviyet, ZAT'ın sadeliğine katılmıştır…

Yani esma ve sıfat mertebeleri itibari ile bilgi verilmemiş sırf ZAT olan mertebesi itibari ile söz konusu olmuştur.

Ancak, ahadiyetin, ZAT'a katılması gibi değildir… Ahadiyet, daha ileri geçer... Bu, biraz daha akla yakındır…

Ahadiyyet mertebesinde ZAT’ın durumu, sırf ZAT’tan ibarettir, orada henüz ibare ve itibarlara yer yoktur.

Sebebi: Bu makamdaki gizlilik, akıl yolu ile bilinsin…

Ancak burada akıl yönü ile, sadece bir ilmi anlayış vardır, bu husus ise, bu durumu düşünen kimselerin anlayışları itibari ile düşünene ait bir anlayıştır. Gerçeğini anlamak ise adete mümkün değildir.

- O… Hu.

Hüvviyyeti itibari ile “HU” “hüve” olan hakikat-i ilâhiye bu mertebede bu kadar cemâl-ini açma lütfunda bulunmuştur. Buradaki “VE” ise gelecekteki, velâyet ve risalet hakikatlerinin de

Page 134: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

134

işaretlerindendir.

Demek sureti ile, gaibe, bir işaret yolu bulunsun…

- O… Hu. Olarak ifade edildiğinde gaibe işarettir, yani bir birhakikatin varlığına işarettir. Bu da “hüvalla hüllezi” () dir.

Bu mana, burada ancak bu kadar anlatılır; anla…

Bu sahaya daha fazla girilemez çünkü bu mertebede Zatın zuhuru yoktur, sadece hüviyetinden haber verilmiştir.

-------------------

ÜÇÜNCÜ TECELLİGÂH: İnniyettir…

Bu makamda da, yine diğerleri için bir zuhur yolu yoktur… Ama, hüviyetin zuhuru vardır…

Burada da, ZAT'ın sadeliğine katılma vardır... Lâkin hüviyetin katılmasına benzemez… Bu, biraz daha iniktir... Halk cephesine, maddî sayılanlara biraz daha dönüktür…

Sebebi de: Sonradan yaratılan hadis şeyler, huzur ve hazır gibi manalar akıl yolu ile bilinsin…

Haliyle, bu gibi şeyler, yani; Sonradan yaratılan hadis şeyler, rütbe itibarı ile:

— Akıl yolu ile bilinen, saklı ve gaib…

Durumları ile tabir edilen şeylerden bize daha yakındır…

Bu manayı iyi anla ki, âyetle belirteceğimiz hususları kavrayabilesin…

Düşün ki; yüce Allah:

- «O… BEN... ALLAH...» (27/9)

Buyurdu… Bu yüce kelâmdaki:

- «BEN...» (27/9)

Kelimesi, ahadiyete işaret sayılır... Çünkü o, sırf isbattır... Onda bir takyid, yani: Bağlılık yoktur…

Aynı şekilde, ahadiyet sırf mutlak ZAT'tır... Kendi dışında bir şeyle bağlılığı yoktur…

- «O...» (27/9)

Zamiri ise… ahadiyete mülhak olan hüviyete işarettir…

İşbu mana icabıdır ki: Benlikle terkib edilerek meydana çıktı…

Page 135: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

135

Böylece:

- «BEN...» (27/9)

Kelimesi, inniyet ahadiyetine mülhak olan hüviyete işaret oluyor…

İş, anlatıldığı gibi olunca: «O» dan başladı; «BEN'e» dayandı…

Haberde de karar kıldı.. O haber ise:

- «ALLAH...» (27/9)

Lafza-i celâlidir…

İşbu haber, nüzul yollu bir geri dönüşle

- «BEN...» (27/9)

Kelimesine dayandı… Böylece: Ahadiyet ve hüviyet derecesinde bir inniyet, yani: BENLİK oldu…

Bütün bu anlatılan manaları, bir arada topladığımız zaman kalan: Sırf sade ZAT'tan ibarettir…

-------------------

ÜÇÜNCÜ TECELLİGÂH: İnniyettir…

Bu makamda da, yine diğerleri için bir zuhur yolu yoktur… Ama, hüviyetin zuhuru vardır…

- “İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene” (20/14)

Burada ki, “İnnenî” “muhakkak ben” İniyyetine, “enallâhu “ ise dışa dönük Ulûhiyetine işarettir. “lâ ilâhe illâ ene” ise daha sonra olan zuhuruna işarettir.

Burada da, ZAT'ın sadeliğine katılma vardır... Lâkin hüviyetin katılmasına benzemez… Bu, biraz daha iniktir... Halk cephesine, maddî sayılanlara biraz daha dönüktür…

Hüvviyyeti hakikati itibari ile asli halidir. İnniyyeti ise hüvviyyet hakikatine bağlı olduğundan hükmen Zatın sonraki bir zuhurudur.

Sebebi de: Sonradan yaratılan hadis şeyler, huzur ve hazır gibi manalar akıl yolu ile bilinsin…

Ve bunlara idrak yolu açılmış olsun.

Haliyle, bu gibi şeyler, yani; Sonradan yaratılan hadis şeyler, rütbe itibarı ile:

Page 136: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

136

- Akıl yolu ile bilinen, saklı ve gaib…

Durumları ile tabir edilen şeylerden bize daha yakındır…

Bu manayı iyi anla ki, âyetle belirteceğimiz hususları kavrayabilesin…

Düşün ki; yüce Allah:

Kendini ifade ederken.

- Yâ mûsâ innehû enallâhul. (27/9)

- «O… BEN... ALLAH...» (27/9)

Burada, Museviyyet tenzih mertebesinden, muhakkak o olan ben Allah diye.

Buyurdu… Bu yüce kelâmdaki:

- «BEN...» (27/9)

Kelimesi, ahadiyete işaret sayılır... Çünkü o, sırf isbattır... Onda bir takyid, yani: Bağlılık yoktur…

Kendi kendini kendinde olarak isbatlamasıdır.

“azîzul hakîm.” Olması ile de, kendi mülkünde yüce ve hikmet sahibi olmasından, hiçbir şeyle hiçbir şeyde kayıtlı olmamasıdır.

Aynı şekilde, ahadiyet sırf mutlak ZAT'tır... Kendi dışında bir şeyle bağlılığı yoktur…

- «O...» (27/9)

Zamiri ise… ahadiyete mülhak olan hüviyete işarettir…

İşbu mana icabıdır ki: Benlikle terkib edilerek meydana çıktı…

Böylece:

- «BEN...» (27/9)

Kelimesi, inniyet ahadiyetine mülhak olan hüviyete işaret oluyor…

İş, anlatıldığı gibi olunca: «O» dan başladı; «BEN'e» dayandı…

Haberde de karar kıldı.. O haber ise:

- «ALLAH...» (27/9)

Lafza-i celâlidir…

Page 137: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

137

İşbu haber, nüzul yollu bir geri dönüşle

- «BEN...» (27/9)

Kelimesine dayandı… Böylece: Ahadiyet ve hüviyet derecesinde bir inniyet, yani: BENLİK oldu…

Bütün bu anlatılan manaları, bir arada topladığımız zaman kalan: Sırf sade ZAT'tan ibarettir…

---------

NOT= Allah lâfz-ı Celâli hakkında geniş bilgi, (10-Kelime-i tevhid) isimli kitabımızda mevcuttur dileyen oraya bakabilir.

---------

Allah, ezelde bir inci halk etti, ona baktı, o inci eridi, aktı âlemler meydana geldi, gibi izahların, daha anlaşılır şekilde, en açık hali burası. İşte o Allah'ın inci gibi halk ettiği şey, ahadiyet mertebesinden başka bir mertebe değildir. Çünkü bütün her şey oradan kaynağını alıyor. Bunu daha bariz, daha net, daha açık en güzel şekliyle anlaşılır hali şudur. Cenab-ı Hakk, amaiyetten ahadiyetine tecelli ettiği zaman oradan iki özelliği ortaya çıkmıştır. Birisi inniyeti, birisi hüviyeti, işte burada da bahsettiği gibi. İnniyetinden; İnsan ve Kur'an, yani insan ve Kur'an'ın kaynağı eneiyeti, yani benliği yani kelam yönü, ilim yönü. Hüviyetinden de meydana gelen Beytullah, çünkü insanın oturması için evvela bir mekan lâzımdır. İşte Cenab-ı Hakk, ilk kendine ait ilmi yönden zuhurunu, muhabbet, ilim zuhurunu insan ve Kur'an aynı manada, hüviyeti yönünden de Beytullah ve âlemleri halk etti. Öncelikle Beytullah, çünkü insana lazım olan oturacağı ev, tecelli edeceği evi idi. Bu evden maksatta özel olarak Beyt'ül Atik simge olarak, genel olarakta Allah'ın tecelli edeceği bütün mevcudat, bütün âlemlerdir.

Simgesi Beytullah, genel manası da bütün âlemler, Allah'ın evi sayılır. Yani her iki yönden bakıldığı zaman, Beytullah ve Kelime-i Tevhid, çünkü Kelime-i Tevhid'in zuhur mahalli Beytullah. Hüviyetinden Beytullah ve Kelime-i Tevhid ve âlemler zuhura geldi. İnniyetinden de insan yani Muhammed, Manayı Muhammed, Hakikat-i Muhammedi, Kur'an ve Kelime-i Risalet "Muhammedur Rasulullah". "La ilahe İllallah" kısmı hüviyetinden, çünkü bu Allah'ın varlığını belirtiyor, zuhur halini, kendi kimliğini belirtiyor. İnniyeti de risaletini belirtiyor "Muhammedur Rasulullah" inniyetinden kaynaklanıyor. Risalet, hüviyetini açıklıyor. "La ilahe İllallahın" ne olduğunu risaletiyle açıklıyor. İşte "Er-Rahman, Allemel Kur'an, Halekal insan" (55/1-2-3) bu mertebede oluşan bir hadisedir.

Page 138: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

138

Rahman, Kur'an'ı talim etti, ahadiyetin inniyetinden talim etti, Rahmaniyeti yani Kur'an'ı öğrendi, rahmaniyet evvela Kur'an'ın talebesi, zatın talebesi, ilk talebesi o. İlk kelime-i tevhidi de zikreden de böylece zaten o mahal olmuş oluyor, insanlardan evvel. Rahman, zatının ilk talebesi ve ona emanet edildi, ilm-i ilahiye, "Allemel Kur'an, Halekal insan ve Allemehul beyan" onu beyan etmeyi de öğretti yani kendisi öğrendi, bir de öğretmeyi de öğretti ona. İnsan kendisi usta olabilir, ama eğitemez, kalfa yetiştiremez. Onun için şimdi bir ustalık belgesi veriyorlar, bir de eğitici usta belgesi veriyorlar. İşte o "Allemel Kur'an, Halekal insan ve Allemehul beyan" beyan etmeyide öğretiyor. Hem kendisi yapabiliyor, hem de yaptırabiliyor, yaptırmasını da öğretiyor.

-------------------

Yukarıda anlatılan, üç tecelligâh dışında ZAT'a yalnız bir vahidiyet tecelligâhı kalır…

Bu vahidiyete ise:

- Uluhiyet…

Tabir edilir... Ki bu da: Vahidiyet mertebesinden ayrılıp gelir… Böylece:

ALLAH…

Adını almaya da hak kazanır…

Üstte geçen âyet-i kerimenin tertibi de, anlattığımız manaya delâlet eder…

Bunu düşün; anla…

-------------------

Yukarıda anlatılan, üç tecelligâh dışında ZAT'a yalnız bir vahidiyet tecelligâhı kalır…

Bu vahidiyete ise:

- Uluhiyet…

Onların zuhur mahalli gerekiyordu, üstteki oluşumlar program olarak meydana getirildi. Oradan sonra vahidiyetine tenezzül ediyor, vahidiyetinde uluhiyet, ilahlık orada zuhura çıkıyor. Allah'lık vahidiyette ortaya çıkıyor, onun evvelki Ahad, çünkü mülkü yok ki, mabud yok ki abid olsun, yahut abid yok ki mabud olsun, daha henüz. Evvela mabudluk tesis ediliyor, ondan sonra da abid halk ediliyor. Vahidiyet, uluhiyeti ortaya getiriyor, sıfat-ı zatiye ve sıfat-ı subutiye, sıfat mertebesi bunun tecelligahı rahmaniyet meydana

Page 139: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

139

geliyor. Rahmaniyette artık her şey açılmış olarak ilm-i ilahide programları yapılmış olarak, oradan rububiyete latif varlıklar olarak, oradan da melikiyete kesif varlıklar olarak âlemler zuhura çıkmış oluyor.

Tabir edilir... Ki bu da: Vahidiyet mertebesinden ayrılıp gelir… Böylece:

ALLAH…

Böylece ZAT-ı mutlak kendine bu mertebede zuhurunun tarif ve anlatılması için “ALLAH” ismini vermiştir. Yani Allah ismi mülki değil ilâhidir.

Adını almaya da hak kazanır…

Üstte geçen âyet-i kerimenin tertibi de, anlattığımız manaya delâlet eder…

Bunu düşün; anla…

Allah’ın ilâh-i kimliğini bilmemiz için bu hallerin bahsedilen ilimlerini anlamaya çalışmamız gerekmektedir.

-------------------

Yukarıda dediklerimizi anladınsa, sana ZAT üzerine başka bir mana kapısı açalım…

Anlayışına göre, oradan gir ve bil…

ZAT'a mensub olanlar, kendilerinde:

— Latife-i İlâhiye…

Bulunan kimselerden ibarettir…

İşbu manayı daha önce:

— Yüce Hak: bir kuluna tecelli eder ve kendi varlığında fenaya vardırırsa… onun yerine: İLÂHİ LATİFE yerleştirir…

Şeklinde sarf ettiğimiz bir cümle ile de anlatmıştık…

-------------------

Yukarıda dediklerimizi anladınsa, sana ZAT üzerine başka bir mana kapısı açalım…

Bu anlayışın oluşabilmesi için, kişinin kendi nefsini ilim ve idrakle tanıması ve nasıl bir değer sahibi olduğunu bilmesi lâzımdır. Aksi halde kendinden ilâh-i ma’nâ da haberi olmayan kişilerin, bu sahaya girmeleri ve bu konulardan haberi olması mümkün değildir.

Page 140: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

140

Anlayışına göre, oradan gir ve bil…

Bu tevhid anlayışı ile, kazandığın temiz ve berrak bir ilâh-i akıl ve idrak ile kendinde kurduğun yoldan gir ve beşeri senliğinden geçerek öyle bil.

ZAT'a mensub olanlar, kendilerinde:

Âlemde yaşayan kimselerin, kimileri fiiller mensubu, kimileri esma mensubları, kimler sıfatlar mensublarıdır. Onların üstünde olanlar ise “ZAT’a mensub” olanlardır.

— Latife-i İlâhiye…

Bunlarda kendilerinde ilâh-i lâtife bulunan kimselerdir.

Bulunan kimselerden ibarettir…

İlâhi lâtifenin oluşması ise, ehli yanın da ve kontrolunda, büyük bir eğetim ve cehd gerektirmektedir.

İşbu manayı daha önce:

— Yüce Hak: bir kuluna tecelli eder ve kendi varlığında fenaya vardırırsa… onun yerine: İLÂHİ LATİFE yerleştirir…

Şeklinde sarf ettiğimiz bir cümle ile de anlatmıştık…

Bu hâl ise evvelâ “fenâfillâh” hali ondan sonra da, kendisinde görülen ilâh-i kemâlât ile lütfedilen, “İLÂHİ LATİFE” ile “bakabillâh” halidir.

-------------------

Yukarıda anlatılan LATİFE iki şekilde olur:

a) ZATİ…

b) SIFATÎ…

Şimdi bunların manasını açalım…

Anlatılan latife, ZATÎ olduğu zaman, insana bağlanan bu heykel: O kâmil ferd olur… Her şeyi özünde toplayan bir gavs olur…

Bu varlığın işleri onda çevrilir…

Yapılan secde ve rükûlar onun için olur…

Yüce Allah âlemi onunla korur…

— Mehdi ve hatem…

Tabirleri, onu anlatmak için kullanılır…

Page 141: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

141

İşte… HALİFE, odur…

-------------------

Yukarıda anlatılan LATİFE iki şekilde olur:

a) ZATİ…

Aati olan lâtife o kişinin hakikatinde olur.

b) SIFATÎ…

Sıfati olan ise zatının hareketleri olan fiillerinde olur.

Şimdi bunların manasını açalım…

Anlatılan latife, ZATÎ olduğu zaman, insana bağlanan bu heykel:

Yani vücud evi-kümbetinde mahallini bulur.

O kâmil ferd olur…

Diğer bütün insanlarda fizik yapıları itibari ile birer kâmil ferttirler. Ancak bu bahsedilen kemâlat, hakikat-i insaniye yönündendir. Beşeriyeti yönünden değildir.

Her şeyi özünde toplayan bir gavs olur…

Bilindiği gibi “gavs” derine dalan derinlerde yüzen ma’nâsına dır. Buradaki derinlik kıyasidir. Belirtilmek istenen ilâh-i derinlik ve sonsuzluktur. “Ahsen-i takvim” (95/4) üzere halkedilmiş olan o kâmil insan varlığında her şeyin özünü toplamıştır.

Bu varlığın işleri onda çevrilir…

Varlığın sebebi gayesi, onun zuhuru ve yaşayabilmesi için mahal olmasıdır. Bu yüzden o olduğu sürece âlemler olacaktır. Bu yüzden varlığın bakası onun varlığı iledir.

Yapılan secde ve rükûlar onun için olur…

Kendinde Allah’ın zati tecellisi olduğundan, ve bu tecelliye mahal olduğundan bütün rukü ve secdeler onun yönüne olur.

Kâ’be-i Muazzama da hep birlikte kılınan farz namazların her bir fert kaşına düşen diğer ferde karşı rüku ve secde etmektedir. Bu secdeler, her kişi de mevcud olan hakikati itibarile zati tecelli, zuhuru itibari ile de kulluk tecellisidir. Bu hüküm farz namazı hakikatinde faaliyete geçer. Herhangi namaz kılan bir kimse kendisinin tam karşısına düşen kişiye kendi kulluk hakikatiyle karşısına düşen kinin hakikatine rüku ve secde etmektedir

Page 142: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

142

Aynı şekilde onun karşısına düşen kimse de, aynen kendi halinde olduğu gibi, karşısındaki kişi onun kulluk yönüyle kendinde bulunan ilâh-i ve zat-i tecellisine rüku ve secde etmektedir. Bu husus orada bulunan herkes için geçerlidir hâl böyle olunca herkes hem rüku ve secde mahalli hemde rüku ve secde edilen mahal olmaktadırki, bütün zuhurlarda müşterek bir hükmü küllidir.

Bu halden gaflette olan, hayalindeki rabb-na rükü ve secde etmiştir. Bu halin idrakinde olanlar ise, tam bir ibadet etmiş ve hakikat-i itibari ile de bu halin irfaniyyetini yaşamış olmaktadırlar.

Yüce Allah âlemi onunla korur…

Yani Allah-ın zati, sıfati, esma-i, ve ef’ali ile bütün tecellilerini zuhura getiren Kâmil İnsanlar olmasa, bu âlem varlığına gerek kalmayacağından, bunların sebebi vücutları yüzün bu âlemlerin varlığı ve bakası korunmaktadır.

— Mehdi ve hatem…

Mehdi-hadi-hidayet vesilesi. Hatem-son-. İnsanların yeryüzü serüveni sonuna yaklaştığı zaman geleceği bildirilen “hatmi velâyet-velâyetin sonu da onunla noktalanacaktır.

Tabirleri, onu anlatmak için kullanılır…

İnsan fertleri arasından çıkacak, o günlerde onların en kemallisi hükmünde olacak, o günün halifesidir. Yukarıdaki isimlerde onun dur. Bu husus özdeki olan hilâfettir, aslında ise zahiren bütün insanlar, kendi bulundukları halleri üzere Hakkı halifeleridir, ancak ehli gaflet bu hakikatin değerini bilememekte, ne yazıkki nefsi yaşantıları yüzünden, nefsinin halifesi olmaktadırlar. Ve beden mülklerini nefsi olarak kullanmaktadırlar.

İşte… HALİFE, odur…

-------------------

Âdem'in a.s. kıssasında geçen işaret bu manayadır…

Bu mana icabıdır ki: Varlıkların öz hakikatleri onun emrini edaya koştular…

Tıpkı: Demir çeşidinin, mıknatısın kucağına koştuğu gibi…

Anlatılan LATİFE'ye: ZAT yönünden sahib olan kimsenin kahrı altında, kâinat kahrolur…

O kimse, sahib olduğu bu güçle istediğini yapar…

Hiç bir şey, ona kapalı değildir…

Page 143: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

143

Bütün bunların o velîde var oluşu; o İlâhî LATİFE'nin: Sırf, sade ZAT olarak var oluşuna bağlanır…

Bu manadaki ZAT tek yönlü olarak, hiç bir rütbeye bağlı değildir…

Ne İlâhî olan Hakka has rütbelere… ne de, kula ait halka mahsus rütbelere…

Böylece, varlıklara ait rütbelerden, her rütbenin hakkını verir…

İster İlâhî olsun; isterse halkî…

Bu makamda bulunana, hakikat vergilerinden hiç birini, sahibine vermeye engel olan bir şey bulunmaz…

-------------------

Âdem'in a.s. kıssasında geçen işaret bu manayadır…

Bahsi geçen işaret ve hedef “Hilâfet-i ilâhiye” dir.

Bu mana icabıdır ki: Varlıkların öz hakikatleri onun emrini edaya koştular…

Yani, varlıkların dış görüntülerinin içinde, bulunan öz hakikatleri, ile Hilâfet sureti içinde olan “Hilâfet-i ilâhiye” den gelen tecellileri yerine getirmek için bunları tabik etmeye koştular.

Tıpkı: Demir çeşidinin, mıknatısın kucağına koştuğu gibi…

Bu husus, madde de ki cazibenin zuhur halidir. Bunun gibi bütün varlıkta da, 0 cazibenin zuhurları vardır. Bu sebebten bütün varlık halifeye teshir edilmiştir. Yani onun cazibesine tutulacak şekilde halkedilmişlerdir.

Anlatılan LATİFE'ye: ZAT yönünden sahib olan kimsenin kahrı altında, kâinat kahrolur…

Bu hususu abartmamak lâzımdır, fiziki olarak böyle bir şey mümkün değildir. Ancak, kişinin kendi beden mülkü kâinatının altında olan nefsi saha kâinatı kahrolur.

O kimse, sahib olduğu bu güçle istediğini yapar…

Gene denildiği gibi, o kimse sahib olduğu bu gücü ile, sadece kendi beden mülkünde istediğini yapar.

Hiç bir şey, ona kapalı değildir…

Bu açıklık batını itibari iledir. Bunların zuhura çıkıp tafsili olarak bilinmesi mümkün değildir.

Page 144: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

144

Bütün bunların o velîde var oluşu; o İlâhî LATİFE'nin: Sırf, sade ZAT olarak var oluşuna bağlanır…

Bu ilâh-i lâtifenin gönlünde var oluşu o kişinin çok büyük bir özelliğidir, ancak dışarıdan bakanlar bunun farkında olamazlar, taki bu hakikatleri idrak eden başka birisi oluncaya kadar.

Bu manadaki ZAT tek yönlü olarak, hiç bir rütbeye bağlı değildir…

Bâtınen en büyük rütbeye sahip olan bu kimseler, zâhiren hiçbir rütbeye sahip ve bağlı değillerdir. Ancak bütün rütbelrin de sahibirler fakat bir rütbe ile kayıtlanmazlar.

Ne İlâhî olan Hakka has rütbelere… ne de, kula ait halka mahsus rütbelere…

Hiçbir rütbe ile kayıtlanmaz, çünkü bütün rütbeler kendinde ve kendisinindir. Halkı zâhirinde Hakk-ı batınında muhafaza eder. Aynı anda her iki mertebeyi hem zâhirinde ve hem de bâtının da da muhafaza eder.

Böylece, varlıklara ait rütbelerden, her rütbenin hakkını verir…

Bütün varlık mertebelerinin varlık hakikatlerini bildiği için, bütün bu rütbelerin kendi idrak ve düşüncesinde hak ettikleri haklarını irfaniyyetle verir.

İster İlâhî olsun; isterse halkî…

Bu hak edişler, ister ilâh-i hilâfet hakikati yönünden olsun ister halki beşeriyet hakikatlerinden olsun.

Bu makamda bulunana, hakikat vergilerinden hiç birini, sahibine vermeye engel olan bir şey bulunmaz…

Bu hakikatleri idrak edip, irfaniyetine sahip olan kimse, bunları kabiliyeti olan kimselere, aktarmaya hiçbir mani yoktur, ve aslında işin gereğide budur. Gelecek kuşaklara hakikat ilimlerinin aktarılmasıdır.

-------------------

ZAT için bir bağlılık olabilir; hatta tutuculuk da…

İşbu bağlayıcı ve tutucu şey, isim olabilir... Hakka has bir vasıf da olabilir. Halka mahsus bir vasıf da olabilir…

Ama, daha önce anlatılan makamda bulunan ZAT için, böyle bir tutucu durum yoktur…

Page 145: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

145

Çünkü o: Sade bir ZAT'tır… Bilfiil eşya onun katındadır… bilkuvve değil… Zira, arada bir engel yoktur…

Eşyanın ZAT vasfını alanlarda, bazen bilkuvve bulunuşu; bazen de bilfiil gelişi: Anlatılan engellerin gelişine ve kalkışına göredir…

Burada, anlatılan ZAT'a gelen bazı badireleri ve ondan sadır olan bazı halleri de nazara almak icab eder…

Bu badirelerde, engellerin kalkışı durur…

Bu duruşu; bir hale, bir vakte, bir sıfata, ya da önce anlatılan bazı sebeplere bağlamak gerekir…

Fakat… asıl anlattığımız öz ZAT, bütün bu anlatılanların hepsinden temizdir…

Bu mana, şu âyet-i kerime ile daha güzel anlaşılır:

— «Her şeye yaratılış hakkını verdi; sonra hidayet etti...» (20/50)

-------------------

ZAT için bir bağlılık olabilir; hatta tutuculuk da…

Zât-i hakikatlreri anlatımda, bazen terimlerde bağımlılık izahları olabilir. Bazı yönde de tutculuk olabilir. Bu hususlar Zâtın zuhur mahallerinde, o mahallin sabit hallerine göredir.

İşbu bağlayıcı ve tutucu şey, isim olabilir... Hakka has bir vasıf da olabilir. Halka mahsus bir vasıf da olabilir…

Bu bağlayıcılık sıfat mertebesinde sıfat-i bir hüküm ile, esmâ mertebesinde bir ismin özelliği mertebesinde, Ef’al mertebesinde halka ait hükümde bu hükmülerin sabitliği hususnda tutuculuğu vardır.

Ama, daha önce anlatılan makamda bulunan ZAT için, böyle bir tutucu durum yoktur…

Zât-ı mutlağın mutlak halinde böyle kayıtları ve tutuculuğu yoktur. O rası sadece “sırfı Zâ-i-sırf zattır.

Çünkü o: Sade bir ZAT'tır… Bilfiil eşya onun katındadır… bilkuvve değil… Zira, arada bir engel yoktur…

Bu husus “eşya-şey’iyyet-müşahede ve fil âlemi” olan bu cisimler âleminde, eşya kendi katında olduğu zannedilir, aslında eşya bu âlemde dahi Hakk’ın katındadır. Çünkü Hakk bütün bu âlemi zâhir ve bâtın, içten ve dıştan ahataetmiş, sarmıştır.

Page 146: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

146

Eşyanın ZAT vasfını alanlarda, bazen bilkuvve bulunuşu; bazen de bilfiil gelişi: Anlatılan engellerin gelişine ve kalkışına göredir…

Bahsi geçen konu eşyayı gerçek halleri ile tanımanın hangi yollardan olabileceğini açıklamaya çalışmaktadır ve çok mühim bir irfani sahadır.

Burada, anlatılan ZAT'a gelen bazı badireleri ve ondan sadır olan bazı halleri de nazara almak icab eder…

Anlatılmak istenen, Zât-i zuhur mahalli olan bazı kimselere, gelen bazı sıkıntılar, ve onların kendilerinden çıkan bazı özellikler ile geçici olarak kayıtlanmış olur.

Bu badirelerde, engellerin kalkışı durur…

Bu badireler hemen kalkmaz, belirlenen bazı süreleri vardır. Kişi ne kadar Hakk ile Hakk olsa da, zuhurda olduğundan, bu zuhur da bir suret ve beden derektirdiğinden, beden de, mahlûk olduğundan, bazı engeller devam eder, onlar biter daha sonra diğerleri başlar.

Bu duruşu; bir hale, bir vakte, bir sıfata, ya da önce anlatılan bazı sebeplere bağlamak gerekir…

Bu âlem, sebebler âlemi olduğundan, her şey bir sebeb iledir. “feetbea sebebâ” (18/85) hükmü ile, bu âlem sebebler ve vesileler ile varlık ve devamlılığını sürdürmektedir.

Fakat… asıl anlattığımız öz ZAT, bütün bu anlatılanların hepsinden temizdir…

Zât-ı mutlak ise bütün bu anlatılan sebeblerin dışındadır, ve onun sebeblere ihtiyacı yoktur. Ve âlemlerin oluşumu için sebebleri halkeden odur.

Bu mana, şu âyet-i kerime ile daha güzel anlaşılır:

— «Her şeye yaratılış hakkını verdi; sonra hidayet etti...» (20/50)

Hangi ismin, hangi yer de, ve nasıl zuhuru gerekiyorsa, ona göre programını yapıp, en kemâlde hakkını verir. Ve o mahalde zuhura çıkacak her ne ise, ona kendi hakikati itibari ile hidayetini de verir. Hadinin hidayeti hadiliği, mudilin hidayeti ise mudilliğidir.

-------------------

Burada, bu kadar... Daha ileri gidemeyiz…

Page 147: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

147

Ehlullah, ZAT bahsi şöyle dursun; ahadiyet bahsine bile engel olmuşlardır…

Eğer öyle olmasaydı; ZAT üzerine çok şeyler anlatırdık…

İşitilmemiş, görülmemiş tecellilerini söylerdik…

Hayretengiz, İlâhî ve sırf ZATÎ yüceliklerden anlatırdık... Anlattıklarımızda, ne isim veya resim kalırdı; ne de vasıf… Bunların dışında kalanlar için dahi, orada bir kıpırdama ve bir giriş hakkı yoktur…

Biz, manalarımızı, kendi gayb anahtarlarını alarak; saklı gayb hazinelerinden indirdik…

Onları, safha safha alır; en güzel ibare ve en ince tabirlerle, bu şehadet âlemine çıkarırdık…

Ve… o anahtarlarla, akılların kapalı kilitlerini açardık…

Açardık ki; Kul devesi, vüsul deliklerinden onun ZAT cennetine girsin…

Yani; Onun, nurlar ve zulmetlerle kaplı, sıfat perdeleri ile saklı cennetine…

-------------------

Burada, bu kadar... Daha ileri gidemeyiz…

Ehlullah, ZAT bahsi şöyle dursun; ahadiyet bahsine bile engel olmuşlardır…

Eğer öyle olmasaydı; ZAT üzerine çok şeyler anlatırdık…

İşitilmemiş, görülmemiş tecellilerini söylerdik…

Hayretengiz, İlâhî ve sırf ZATÎ yüceliklerden anlatırdık... Anlattıklarımızda, ne isim veya resim kalırdı; ne de vasıf…

Yani ne mü'min kalırdı, ne kâfir kalırdı hepsi kendi yerlerine otururlardı, o zaman kime tebliğ yapılacaktı.

Bunların dışında kalanlar için dahi, orada bir kıpırdama ve bir giriş hakkı yoktur…

Muhiddin Arabi hazretleri şöyle buyurmuştur: "Cenab-ı Hakk, peygamberlerine kader sırrını açmaz, ta ki ömrünün sonlarında görevinin bittiği devrelerde kader sırrını açar" diyor. Eğer Cenab-ı Hakk, peygamberlerine kader sırrını açmış olsaydı, tebliğ görevlerini yapamazlardı.

Biz, manalarımızı, kendi gayb anahtarlarını alarak; saklı

Page 148: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

148

gayb hazinelerinden indirdik…

Onları, safha safha alır; en güzel ibare ve en ince tabirlerle, bu şehadet âlemine çıkarırdık…

Ve… o anahtarlarla, akılların kapalı kilitlerini açardık…

Açardık ki; Kul devesi, vüsul deliklerinden onun ZAT cennetine girsin…

Beden devesi, vasıl olma deliklerinden girerdi diyor.

Yani; Onun, nurlar ve zulmetlerle kaplı, sıfat perdeleri ile saklı cennetine…

-------------------

Son olarak şu âyet-i kerimeyi okuyalım ve ZAT bahsini burada bitirmiş olalım:

— «Allah, dilediğini nuruna ulaştırır... Allah, insanlar için misaller getirir... Allah, her şeyi bilendir...» (24/35)

Yukarıda bahsedilen hususlar, hep kıyas ve misallerle belirtilmiştir. Çünkü doğrudan her şeyi açık olarak anlatmak imkânı yoktur. Peygamberimiz dahi ilâh-i hakikatleri “musavvir-suretlendirme” şekli ile belirtmiştir.

-------------------

سم الله حیم ب حمن الر الرBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

HAYAT

16. BÖLÜM

HAYAT

Bir şeyin kendi nefsi için varlığı: Onun, tam bir HAYAT'ıdır…

Ve… bir şeyin kendinden başkası için varlığı, onun için izafet

yollu bir HAYAT'tır… -------------------

16. BÖLÜM

HAYAT

Page 149: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

149

Bir şeyin kendi nefsi için varlığı: Onun, tam bir HAYAT'ıdır…

Musa (a.s)'a hitabında Cenab-ı Hakk: “Seni nefsim için seçtim” (20/41) diyor. Buranın tam ifadesi, seni nefsim için seçtim yani Cenab-ı Hakk'ın zati hakikatlerinin, o mertebede zuhura çıkması için seçtim diyor. O halde, o hayat, tam bir hayat ve Hakk'ın ona bağışladığı tam bir hayat olmaktadır. Cenab-ı Hakk'ta, orada Musa (a.s)'ı kendi nefsi için var ettiğinden tam bir hayat sahibi olmakta. O mertebede o, iseviyet mertebesinde İsa (a.s), Muhammediyet mertebesinde Hz. Muhammed (Sav), Âdemiyet mertebesinde Âdem (a.s) diye misal gösterebiliriz.

Ve… bir şeyin kendinden başkası için varlığı, onun için izafet yollu bir HAYAT'tır…

Musa (a.s)'ın hayatı, Hakk'ın zuhuru için oldu. Orada o hayat ona izafi bir hayat hükmünde, yani kendi bireysel varlığı izafi bir hayat oldu, veya itibari bir hayat oldu. Öyle kabul edilir oldu, ama aslı Hakk'ın hayatı oldu, kendi nefsi için yani Allah yolundan baktığımız zaman, o hayat Allah'ın kendi hayatı oldu, Musa (a.s) yönünden baktığımız zaman, ona izafi bir hayat oldu. Her birerlerimizde bulunan hayatlarımız, eğer biz bu hayatın tam sahibi olmuşsak, Hakk bizden tecelli ettiğini biliyorsak, bu mutlak bir hayat olmuş olur. Ama biz bunun farkında değilsek, bizim hayatımız izafi bir hayat olmaktadır. Yani bir bakıma taklidi bir hayat veya rastgele bir hayat olmaktadır.

-------------------

Yukarıda anlatılan kısa girişten şu mana çıkar:

Yüce ve sübhan olan Hak, kendi nefsi için mevcuddur…

Böyle olunca, asıl HAYAT sahibi odur... HAYAT'ı da, tam bir HAYAT'tır… Ona, ölüm gelemez… gelemez; böyle bir şey düşünülemez de…

Halkın durumuna gelince: Onlar, Allah için mevcud olanlar cümlesinden sayılır…

HAYAT durumlarına gelince: Ancak, izafet yollu bir HAYAT'tır… Onun tam sahibi değillerdir…

Onların fenaya maruz kalmaları, kendilerine ölüm gelmesi bu sebebe dayanır…

NETİCE: Halkın HAYAT'ı Allah'ın HAYAT'ıdır…

-------------------

Page 150: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

150

Yukarıda anlatılan kısa girişten şu mana çıkar:

Yüce ve sübhan olan Hak, kendi nefsi için mevcuddur…

Âlemde Hakk’tan başka bir şey olmadığından, Zât-ı mutlak ta “kaimi bi nefsi” olduğundan o halde nefsi ile kâim’dir. Ve böylece kendi varlığı ile bütün varlıkta mevcuttur. Yani varlık kendisidir.

Böyle olunca, asıl HAYAT sahibi odur... HAYAT'ı da, tam bir HAYAT'tır… Ona, ölüm gelemez… gelemez; böyle bir şey düşünülemez de…

Ebedi hayat O’nun dur, diğer zuhurlarda olan hayatlarda O’nundur, ancak onlar süreli hayatlar olduğundan, onlar için doğum ve ölüm hükümleri vardır.

Halkın durumuna gelince: Onlar, Allah için mevcud olanlar cümlesinden sayılır…

Kendinden başkası için varlığı, Hakk'ın zuhuru için olan bu varlıklar "İnna Lillahi" kim bunu anlamışsa bu hakikate ulaşmış oluyor burada. Biz Allah içiniz ve ona döndürüleceğiz. Biz Allah içiniz diyor, kendi hayatının, kendine ait hayatın izafi bir hayat olduğunu, kendilerinde Hakk'ın hayatının varlığını o ayet içerisinde açık olarak belirtmiş oluyorlar.

HAYAT durumlarına gelince: Ancak, izafet yollu bir HAYAT'tır… Onun tam sahibi değillerdir…

Hayat-ı izafi-isimlendirilmiş hayat. Mahlûkatın hayatıdır. Hayat-ı ilâhi ise Zât-ı mutlağın mutlak hayatıdır. Hayat-ı izafi sahiplerinin hayatı kendilerine ait olmadığından, hayat müddetleri sona erince bu hayat izafi olduğundan, ellerinden alınır ve durdurmaları mümkün değildir, çünkü hayatın gerçek sahibi değillerdir. Bu hayat kendilerine imtihanları için emanet verilmiştir.

Onların fenaya maruz kalmaları, kendilerine ölüm gelmesi bu sebebe dayanır…

Hayatları izafi olduğu için ölürler, yani onların beden heykelleri görünür âlemden görünmez âleme nakledilir. Aslında ölüm-görüntü dışı kalmak kişinin mahlûk tarafının halidir çünkü geçicidir. Aslında ise o kimse, diğer bir makam da, o makamın hali ile gene hayattadır. Tekrar dirilme zamanına kadar, berzahta-ara durakta yeni bir heykele sahip olacağı güne kadar beklemektedir.

NETİCE: Halkın HAYAT'ı Allah'ın HAYAT'ıdır…

Hakk kendine zâhir ismi yönünden “halk” bâtın ismi yönünden ise “Hakk” ismini verdi. Böylece her iki mertebeninde hayatı Hakka

Page 151: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

151

aittir.

Bazen bazı makam da, halk zâhir, Hakk bâtın olur, bazı makam da ise, Hakk zâhir halk bâtın olur, ve o hallerin gereği olan hayat her yönü ile Hakk’a aittir. Zuhur mahalli bilse de bilmese de böyledir. Bilmesi irfaniyeti yönüyledir. Bilmemesi benliği ve cehaleti yönüyledir.

-------------------

Şimdi, yüce Allah'ın insanlardaki HAYAT durumuna geçelim.

Aslında, Allah'ın halktaki HAYAT'ı, tamdır; birdir…

Ne var ki, halk kendi durumlarına göre, o HAYAT'ta değişik şekil alırlar…

-------------------

Şimdi, yüce Allah'ın insanlardaki HAYAT durumuna geçelim.

Bütün âlemlerdeki hayat bulundukları mertebe itibri ile Allah’ın hayatıdır. Ef’al-fiiller mertebesindeki fiili haytalar, esmâ mertebesindeki esmâ-i hayatlar, sıfat mertebesindeki sıfat-i hayatlarda Hakk’ın hayatından başka bir şey değillerdir.

Ancak zat mertebesindeki hayat ise, sadece insana mahsus bir hayattır, ve sayılan diğer bütün mertebeleride kapsamına alır. İnsanların değeri yaşadığı mertebnin hukukuna göre değer kazanır.

Ef’al-şeriat mertebesinde yaşayan, hayat sahibi olan bir kimse, esmâ-tarikat mertebesinde yaşayan insanın halini bilemez, kendisi gibi bir insan zanneder.

Esmâ-tarikat mertebesinde yaşayan bir insan da, sıfat-hakikat mertebesinde yaşayan kişinin halini bilemez, kendisi gibi esmâ tarikat mertebesinde yaşadığını zanneder.

Sıfat-hakikat mertebesinde yaşayan kimse de zat-ma’rifet mertebesinde yaşayan kişinin halini bilemez, kendisi gibi sıfat-hakikat mertebesinde yaşadığını zanneder.

Zat-ma’rifet mertebesinde yaşayan kimse ise bütün bu mertebelere aşina olduğundan karşına gelen kimse hangi hâl ve mertebede yaşıyor ise o mertebe itibari ile onun la ünsiyet eder. Eğer görüştüğü küsmede kabiliyet hissederse, ona bir üst mertebeden hitab eder ki, eğer kıymetini bilirse, hitap o kişiye büyük lütuftur.

Aslında, Allah'ın halktaki HAYAT'ı, tamdır; birdir…

Page 152: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

152

Ne var ki, halk kendi durumlarına göre, o HAYAT'ta değişik şekil alırlar…

-------------------

Allah-ın hayatı zât-i yönde hiçbir kayda girmez, ancak zuhur mahallerinde o mahallin durumuna göre kayda girer ki o saha meydana çıkmış olsun.

-------------------

Bu HAYAT, kendilerinde bulunanlara bir göz atalım… Şöyle ki:

1 - İNSAN-I KÂMİL…

HAYAT'ın zuhura geldiği kimselerden bazılarında; HAYAT tam sureti ile zuhura gelir…

İşbu HAYAT zuhurunu tam alan, ancak, İNSAN-I KÂMİL olabilir…

Çünkü: Kendi nefsi için mevcuttur... Ama hakikî bir vücudla…

Bunda ne izafet vardır; ne de mecaz…

Onun Hakka yakınlığı, sayılan hallerin hiç biri ile İlgili değildir…

Başkasına nazaran, tam HAYAT sahibidir…

-------------------

Bu HAYAT, kendilerinde bulunanlara bir göz atalım… Şöyle ki:

1 - İNSAN-I KÂMİL…

HAYAT'ın zuhura geldiği kimselerden bazılarında; HAYAT tam sureti ile zuhura gelir…

Yani o mahal, ne murad üzere halk edilmiş ise, o suretin hayatı üzere kemalli olarak zuhura gelir. Bu zuhurların en kemalli hali ise Kâmil İnsan’dır.

İşbu HAYAT zuhurunu tam alan, ancak, İNSAN-I KÂMİL olabilir…

Her mertebesi itibari ile bu hayat ancak, Kâmil İnsan da zuhura çıkar.

Çünkü: Kendi nefsi için mevcuttur... Ama hakikî bir vücudla… Bunda ne izafet vardır; ne de mecaz…

Yani İnsan-ı kâmil, Hakk'ın vücudu ile mevcut olduğundan. Onda hiçbir izafet ve mecaz yoktur.

Page 153: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

153

Onun Hakka yakınlığı, sayılan hallerin hiç biri ile ilgili değildir…

Onun misali bir kimsenin, kendi varlığından çıkardığı ve meydana getirdiği bir şeyin suretini, kopyasını, dışarıda bırakıp aslını hakikatini gene kendine çektiği gibi bir haldir.

Başkasına nazaran, tam HAYAT sahibidir…

İnsan-ı kâmil, veya Kâmil İnsan, diye ifade elden bu tanım, her iki şekilde de ifade edilmektedir ancak, ikisi arsında büyük fark vardır. Bazıları, ha ali veli, ha veli ali, olsa ne olacak ikise de aynı şey değilmidir diye sorabilirler. Ancak ikisi aynı şey değildir. Şöyle ki.

İnsan-ı kâmil, bütün âlemde sadece bir tanedir. O da genel ve özel olarak ifade edilmesi lâzımdır. Genel olanı sıfat mertebesi itibari ile zâtın ilk tecellisinin bir ismi, “hakikat-i İnsaniye-Hakikat-i Muhammediyye v.b. isimlerle de anılır. İşte genel anlamda İnsan-ı kâmil, mertebesi burasıdır. Bu mertebenin zuhur mahalli ise, Peygamberimiz (s.a.v.) efendimizdir. Yani İnsan-ı kâmil, vasfı bir tanedir ve sadece O na aittir.

İnsan-ı kâmil, demek, bütün sahalarda, sıfat-ı ilâhiye ve esma-i ilâhiye ve rabbül erbab cihetinden kemâlat sahibi olan insan demektir.

Kâmil İnsan, rabbb-ül has cihetiyle, sadece kendi sahasında kâmil olan İnsandır. Diğer mertebelerde de bilgisi vardır, ancak daha sınırlıdır. Bunlar ise İnsan-ı kâmilin gölgeleri ve zuhur mahalleridir.

-------------------

Bu çeşit HAYAT sahibi sınıfına bir başka zümre de katılır… Bunlar, yüce Allah'ın:

- MÜHEYMİN…

İsmi ile adlandırılan, illiyyun, melekleridir… Bir de, bu sınıfa katılan, KALEM-İ ALÂ ve LEVH vardır… Ki bunlar, tabiat unsurlarından meydana gelmiş değillerdir…

Tabiat unsurları dışında kalan, bu iki çeşitten başkaları da vardır.

…Ve bunların hepsi, İNSAN-I KÂMİL'e katılmıştır... Ondan sayılır…

Bu manayı anla…

Page 154: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

154

-------------------

Bu çeşit HAYAT sahibi sınıfına bir başka zümre de katılır… Bunlar, yüce Allah'ın:

- MÜHEYMİN…

İsmi ile adlandırılan, illiyyun, melekleridir… Bir de, bu sınıfa katılan, KALEM-İ ALÂ ve LEVH vardır… Ki bunlar, tabiat unsurlarından meydana gelmiş değillerdir…

İçinde yaşadığımız dünya tabiat unsurlarından, yani dört unsur, “toprak, su, ateş, hava” dan meydana gelen hayatlardır.

Diğerleri ise nur âleminden meydana gelmiş hayattır.

Tabiat unsurları dışında kalan, bu iki çeşitten başkaları da vardır.

…Ve bunların hepsi, İNSAN-I KÂMİL'e katılmıştır... Ondan sayılır…

Bu katılım İnsan-ı kâmil de, genel olarak hem unsuri ve hem de lâtif, nuri’dir. Kâmil İnsan da ise bu katılımlar kendi bünyesinde mahalli dir.

Bu manayı anla…

-------------------

2 - HAYVANİ İNSAN, MELEK, CİN…

Mevcudlar arasından bazılarında: HAYAT, kendi oluşu gibi zuhura gelir… Ama, tam bir HAYAT değildir…

Bu çeşit HAYAT’a sahib olanlar şunlardır: HAYVANİ İNSAN, MELEK ve CİN…

Anlatılanlardan her biri, kendi için vardır… Mevcud olduğunu bilir… anlar…

Bilir, onlar ama, bu vücud, onun için hakikî bir vücud değildir…

Çünkü o HAYAT'la oluşu, ona yakınlık peydah etmeyen bir oluştur…

Böyle olunca, onun mevcud oluşu, Hak içindir; kendisi için değil…

Esas HAYAT'a yakınlığı da, tam olmaz; eksik kalır…

-------------------

Page 155: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

155

2 - HAYVANİ İNSAN, MELEK, CİN…

Mevcudlar arasından bazılarında: HAYAT, kendi oluşu gibi zuhura gelir… Ama, tam bir HAYAT değildir…

Bu çeşit HAYAT'a sahib olanlar şunlardır: HAYVANİ İNSAN, MELEK ve CİN…

Yukarıda bahsi geçen, İnsan-ı kâmil, Kâmil İnsan, ın sadece suret olarak ifadesi, “Hayvani İnsan,” dır. Yani suret ve görüntü olarak insan, ancak kendini tanımadığı ve gaflette olduğu için, sadece “hay ve an” yani sadece yaşayan bir varlık hükmündedir. Diğer ismi de, “hayvan-ı natık-konuşan hayvan”dır.

MELEK ise nur’dan ve lâtiftir. Sadece bir kuvvettirler. Unsuri olanları ve nurani olanları vardır.

CİN… ise, ateş unsurundandır.

Anlatılanlardan her biri, kendi için vardır… Mevcud olduğunu bilir… anlar…

Ancak bu biliş zahiri itibari ile dir, hakikat-i itibari ile değildir.

Bilir, anlar ama, bu vücud, onun için hakikî bir vücud değildir…

İzafi bir vücuttur. Ancak kendisi bunu gerçek vücud zanneder.

Çünkü o HAYAT'la oluşu, ona yakınlık peydah etmeyen bir oluştur…

Yani bu bedenlerle oluşu, Allah'a yakınlık peyda etmiyor. Çünkü bilmedikleri için ama insan-ı kamil bu bedenle yaşadığı halde, o bedenin, o varlığın Hakk'ın olduğunu bildiği için yakınlık peyda etmiş olur.

Böyle olunca, onun mevcud oluşu, Hak içindir; kendisi için değil…

Ancak diğer taraftan ise, o nun varlığı hem kendi için, hem de Hakk içindir. Bir yönü ile bakıldığında halk içindir, diğer yönü ile bakıldığında ise Hakk içindir. Tevhid yönü ile ise, hem halktır hem Hakk’tır.

Esas HAYAT'a yakınlığı da, tam olmaz; eksik kalır…

-------------------

3 - KALAN HAYVANAT…

Bazılarında HAYAT zuhur ederken, kendi suretine göre zuhur

Page 156: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

156

etmez…

Bu da, yukarıda anlatılan: HAYVANİ İNSAN, MELEK ve CİN kısmı dışında kalan canlı HAYVANAT zümresidir…

-------------------

3 - KALAN HAYVANAT…

Bazılarında HAYAT zuhur ederken, kendi suretine göre zuhur etmez…

Bu da, yukarıda anlatılan: HAYVANİ İNSAN, MELEK ve CİN kısmı dışında kalan canlı HAYVANAT zümresidir…

Hayvanlarda, hayat kemale erdiği için Hayy isminde dolayı hayvanat yani yaşayanlar manasınadır.

-------------------

4 - NEBAT, MADEN ve BAKİ CANLILAR…

Bazılarında HAYAT iptal edilmiştir…

Bunlar, kendilerinden başkası için vardır… Kendileri için değil…

Bunlar da: NEBAT, MADEN, bir de, önce sayılanlar dışında kalan hayvan çeşididir…

Anlatılanların benzerlerini de bu arada saymak gerekir…

-------------------

4 - NEBAT, MADEN ve BAKİ CANLILAR…

Bazılarında HAYAT iptal edilmiştir…

Yani kendilerine ait bir hayatları olmadı.

Bunlar, kendilerinden başkası için vardır… Kendileri için değil…

Bir bakıma bunlar başkaları için fedai hükmündedirler. Çünkü başkalarına hayat vermek için, o hayatları yemek durumunda olanlara gıda hükmündedirler. Bizler onlara birer izafi isim verdiğimizden, daha sonraları da bu isimleri gerçek varlıklar zannettiğimizden, onlara birer kimlik verip, bu kimliklerini de gerçek zannettik. Halbuki onlar sadece “Rezzak” isminin birer zuhurları idi.

Bunlar da: NEBAT, MADEN, bir de, önce sayılanlar dışında kalan hayvan çeşididir…

Bahsi geçen varlıkların kendilerine ait bir varlıkları yoktur.

Page 157: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

157

Sadece bir görüntüleri vardır, bu görüntüleri biz onların asli varlıkları zannederiz, halbuki onlar kendi halleri üzere, Hakk’ın isimlerinden birinin zuhur mahalleridir.

Anlatılanların benzerlerini de bu arada saymak gerekir…

-------------------

Hâsılı; HAYAT, bütün eşyada vardır…

Durum böyle olunca, varlıkların hemen hepsi canlıdır; diridir…

Çünkü; O şeyin var oluşu, aynen HAYAT sayılır…

Bu arada kalan fark: Tam oluşu veya tam olmayışıdır…

Burada, HAYAT alışı yönüyle, bir şeyin tam oluşunu: Kendi mertebesinde hakkı olan miktara bağlamak icab eder...

Eksilmesini ve artmasını da; yine bu mertebeye bağlamak gerekir… Keza yokluğunu da, yine o mertebedeki yokluğuna…

Yoksa, vücudda bulunan her şey: HAYAT ciheti ile, tam HAYAT içindedir… Zira, özünde HAYAT tek HAYAT'tır... Onda, noksan olma yolu yoktur. Bölünme imkânı da düşünülemez…

Aynı şekilde; bir cevherin cüzler haline gelip parçalanması da istihale icabı mümkün değildir…

Yani: Böyle bir şeyin muhal oluşu icabı olarak…

-------------------

Hâsılı; HAYAT, bütün eşyada vardır…

Fizik âlimleri bu hayatı, canlı ve cansız varlıklar olarak ikiye ayırırlar, halbuki bu âlemde cansız bir varlık yoktur. Görüntüde olan bir cisim veya varlık var ise onun varlık sebebi hayatının olmasındandır. Mevlânâ Hz. Bu alemi canlı ve cansız varlıklar olarak ikiye ayırıyorlar, eğer taş toprak cansız olsa idi, insan gibi bir canlıyı nasıl meydana getirdi! Diye ifade etmiştir.

Durum böyle olunca, varlıkların hemen hepsi canlıdır; diridir…

“Semavat ve arzda ne varsa hepsi O’nu tesbih etmektedirler.” (59/24) Tesbîh kelâm, kelâm ise hayattır.

Çünkü; O şeyin var oluşu, aynen HAYAT sayılır…

Bir yerde bir varlık var ise, o varlık tayatı olduğu için vardır. Aksi halde bir varlık yok ise o varlığa tahsis edilmiş hayatta yoktur.

Bu arada kalan fark: Tam oluşu veya tam olmayışıdır…

Page 158: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

158

Burada, HAYAT alışı yönüyle, bir şeyin tam oluşunu: Kendi mertebesinde hakkı olan miktara bağlamak icab eder...

Hayat, o hayatın zuhur yeri olan esma varlığının kabiliyeti-programı düzeyince olduğu açıktır. Bu hale göre hayatın zuhuru her varlıkta değişik olarak zuhur etmektedir. Bunun sebebi ise o varlığın hayatının sınırlı olmasındandır. Her varlık kendi varlık sebebi ölçüleri üzerinden hayat sahidir bunlar, bunların bazılarında hayat daha geniş bazılarında daha sınırlıdır. Ancak her varlığın kendi hakikati ve kabiliyeti üzerine olduğundan her varlıktaki hayat kendi ölçüleri itbari ile hepsinde kendi kemâlindedir.

Eksilmesini ve artmasını da; yine bu mertebeye bağlamak gerekir… Keza yokluğunu da, yine o mertebedeki yokluğuna…

Her mertebesi itibari ile, diğer mertebeye göre eksi veya artı olması görecelidir, o kendi mertebesinde o mertebenin kemalindedir. Her ne kadar diğer bir mertebeye göre oradaki hayat zevalde gibi görünse de, her şey kendi hakikat-i yönünden kemaldedir.

Yoksa, vücudda bulunan her şey: HAYAT ciheti ile, tam HAYAT içindedir… Zira, özünde HAYAT tek HAYAT'tır... Onda, noksan olma yolu yoktur. Bölünme imkânı da düşünülemez…

Her ne kadar görülen varlıklar, ayrı ayrı gözükse de, hayat “HAY” esmâsının varlığında, tek ve bütün bir hayattır. Kendinde bulunan mertebeleri itibari ile de, ğişik şekillerde zuhur etmektedir.

Aynı şekilde; bir cevherin cüzler haline gelip parçalanması da istihale icabı mümkün değildir…

Hayat bir bütün parçalanması mümkün değildir. Zahir gözü ile baktığımız ayrı ve cüz hayatlar, aslında bir bütün olan kabsayıcı “HAY” esmasının içinde oldukları mutlak bir ayrılıkları yoktur.

Yani: Böyle bir şeyin muhal oluşu icabı olarak…

Bir cüz-i varlığın, küll-ü varlığın dışında olması da, mümkün değildir. Eğer bir varlığı, genel-küll-ü varlığın dışında kabul etmek, o kabul, ona müstakil bir vücüt vermeyi gerektirir, bu ise o varlığın ilâhlığını gerektirir ki, böyle bir şeyde mümkün değildir.

-------------------

HAYAT, tek cevherden ibarettir… Kendisine has kemal durumu ile her şeyde mevcuddur…

Page 159: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

159

Bir şeyin şeyliği, kendisinin HAYAT'ıdır… Bu HAYAT ise, Allah'ın HAYAT'ıdır…

Öyle bir HAYAT ki, eşya onunla kaimdir…

Onların bu kıyamı ise… yüce Allah'ı tesbihtir... Haliyle bu tesbih: Yüce Allah'ın HAY isminden gelen HAYAT icabıdır…

-------------------

HAYAT, tek cevherden ibarettir… Kendisine has kemal durumu ile her şeyde mevcuddur…

Bütün varlıkta Cenab-ı Hakk'ın Hayy esması herşeyde mevcuttur. İşte her varlıkta o varlığın yaşam gereği içerisinde bir hayat olduğundan ve bununda kemalleri olduğundan, mertebeleri olduğundan madeniyet mertebesinde, nebatat mertebesinde hayy kemale ermediği için yani hayat zuhura kemalli çıkmadığı için onların isimleri değişik olmaktadır. Hayy esması, hayvanatta başlıyor ki, bu müstakil hareket edebilen varlık manasınadır.

Hayvanın hareket edebilme, yer değiştirebilme özelliği vardır, ama maden ile nebat yere bağlıdır, o yüzden Hayy esmasının tecellisi daha onlarda kemaliyle olmadığından Hayy esmasını almıyorlar. İşte hayvanlara biz hürmet etmek zorundayız, onları kötülemek değil, çünkü orası çok mühim bir hadisedir. Cenab-ı Hakk'ın, Hayy esmasının kemalli zuhur halidir, o bahsedilen mertebedeki canlılar. Hayvan-ı insan, insanda bunun kemallisidir. Bu daha kendini kemale erdirirse yani bedensel yönüyle onlara mensubuz, toprağa mensubuz, hayvanlara mensubuz. İnsanda, hepsinde olmayan bir özellik var ki, işte esas insan tarafımız oradan kaynaklanıyor, "Ve nefahtü fihi min ruhi" (15/29) Cenab-ı Hakk'ın, inniyetinden kaynaklanıyor ruhaniyetimiz, hüviyetinden de cesedimiz kaynaklanıyor. İşte Kadir gecesi denen, o muazzam an, muazzam zaman, hüviyetinden meydana gelen cesediyle, inniyetinden meydana gelen irfaniyeti, kadir gecesinde yeryüzünde vuslat ediyor, buluşmuş oluyor.

Kadir gecesinin hakikati Efendimiz (Sav)'de kemalata eren, vücudu Muhammedi, bireysel manada, bütün âlem vücudu Muhammedi, Hakikat-i Muhammedi ama bireysel manada insanın en üstün vücud yapısı Hz.Rasulullah (Sav)'de kemale erdi. İşte bu da hüviyetinin Âdem'ler, âlemler mertebesindeki kemali en üst kemal, bundan daha kemalli bir madde yapı yeryüzünde âlemde yoktur. Âdem (a.s)'dan beri hep kemale kemale çıktı, Efendimiz (Sav)'de bu kemalat uç noktaya, en üst noktaya ulaştı, Habibullah, Hakk'ın habibi zuhura geldi ve bu habibinde techizatlandırılması gerekiyordu. İşte bu ilim ile cihazlandırıldı, inniyetinden meydana

Page 160: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

160

gelen Kur'aniyet ve insanın manası, insan ve Kur'an kardeştir dediği, cesed insan kardeş değil, manası manayı insaniye, insanlık manası inniyetinden gelen insanın manası ve Kur'an, bunlar ikiz kardeş, cesedi itibariyle değil. Cesedi itibariyle de kardeş ama hüviyetinden geliyor. İşte kadir gecesi bu iki müthiş varlığın yeryüzün de buluşması onun için üstün bir gece, fiziki mana da vücudu Muhammedi'nin en kemalde gelen vücudu Muhammedi'nin, ilmi Muhammedi ile, yeryüzünde ilk buluşmaya başladığı kadir gecesi, Kur'an-ı Kerim'in indiği demesi, eğer Hz.Rasulullah (Sav)'in mübarek vücudları kemalli vücudları olmasaydı orada, kadir gecesi olmazdı, Kur'an-ı Kerim inmezdi.

Kur'an-ı Kerim inseydi de Hz. Peygamber (Sav)'in vücudu olmasaydı yine Kur'an-ı Kerim inmezdi. Yani ikiside o tarihte kemalli olarak yeryüzüne gönderildi. İşte mahal olarak Hz.Rasulullah (Sav) Mekke'de zuhur etti, Kabe'de zuhur etti, Beytullah'ta bir bakıma Beytullah, Allah'ın evi, Allah'ın ilmini alacak mahal oldu. Bir bakıma şöyle diyebiliriz, Beytullah Hz. Rasulullah (Sav)'in mübarek bedenleridir ayrıca, insan-ı kamilin zuhur mahalli, Kur'an-ı Kerim'in zuhur mahalli yani muhafaza mahalli, işte orası hazır olmasaydı, Kur'an-ı Kerim inmezdi, daha çok seneler beklerdi, yeryüzü, insanlık âlemi. Kur'an-ı Kerim'in inmesi demek, yeni bir Kur'an’ın inmesi değil, Kur'an’ın hakikatlerinin bireylerde zuhura çıkması. 1400 küsur sene evvel, Hz.Rasulullah (Sav)'a inen Kur'an-ı Kerim, kim o günlerde anlamışlarsa bugünlere kadar onlara hep inmekte, hep taze, hep iniyor, şuanda da iniyor, geçmişte de indi, gelecekte de inecek. Yani kim hangi ayetin kadrini, kıymetini yani hakikatini idrak ediyorsa, o kadir anıdır, kadir zamanıdır. İşte bunun gerçekten yaşanabilmesi için, insan fiziki olarak bir eğitimden geçmesi lazımdır, yani ibadetlerini yapacak, yapabildiği kadarını ki, kendisini temizlemiş pak, tahir, mutahhar, temiz ev, temiz hale gelecek ki, o temiz bilgi oraya inebilsin, gelebilsin.

Temiz misafir, temiz bir yer ister. Misafiri herhangi basit bir yerde bekletemezsiniz. Bir sefer alırsın, o gelir nezaketen yine bir şey söylemez ama layıkıyla kabul görmediği için bir daha uğramaz yahut gelir, kapanın kapalı olduğunu görür, gider haberin bile olmaz. İşte sana gelen Kur'an, senin Kur'an’ındır. Yeni bir Kur'an değil ama mevcut Kur'an’ın ilham yoluyla sana açılmasıdır. Asli haliyle sadece şekli haliyle, kelam haliyle değil, özüyle sana açılmasıdır. İşte şu okuduğumuz kitap bize bütün bunları anlatmakta, genel olarak, özet olarak bunu ve bunun içindeki genişliği anlatmaktadır. Bunları anlamadığımız sürece ne kadar dinin fıkhi ilimlerini öğrensek, bunları hepsi taklidi şeyler olur.

Page 161: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

161

Hayali ve vehmi hadiseler olur. Hakiki, tahkiki olamıyor ama onlar kötü şeyler mi, hayır onlarda yerli yerincedir, onlarda güzel, onlarında mertebesi vardır, onlarında tahakkuk mahalleri vardır ama, biz buraya sadece fıkıh ilmini öğrenmek için gelmedik, ilim öğrenmek için, kendi ilmimizi öğrenmek için geldik, ilm-i ilahiyeyi, ilm-i hakikiyi öğrenmek için geldik. Bu kadar çaba sarf etmelerimiz, bu kadar yol kat etmelerimiz, hep bunun için. Cenab-ı Hakk, bizi bir başka âlemlerden diyelim, hüviyetinden on sekiz bin âlemi aşarak geldik, inniyetinden de o kadar mana âlemlerini aşarak kitabı geldi. İşte bu iki muazzam hadisenin, burada birleşmesi gerekiyor, ikisi ayrı kaldığı sürece birbirinden habersiz ve o kadar uzak mesafelerden geldi geldi, şuradan on santim içeriye geçemiyor, düşünün ne kadar acayip bir hadise yani kafamızdan içeri geçemiyor.

Bunun hesabını sorarlar bizden, Cenab-ı Hakk buyurur: Ben, sizi ahadiyetimden, amaiyetimden seyahat ettirdim, buralara kadar gönderdim, dünyaya kadar zuhura getirdim sizi ama biz bunun farkında değiliz. Bize bedava verdikleri için bunun farkında değiliz, gözümüz bir parça, elimiz bir parça... küçücük bir arıza geliyor ne zahmetlere giriyoruz. İşte böyle hayata baktığımız zaman bütün âlem canlı, canlı olunca da bunun tabii ismi hayat, yaşamak demek ama Hayy esmasının zuhur mahalli, hayvanat dediğimiz mahlukatta ortaya çıkıyor. İşte bizde ceset yönümüzle o sınıftanız, o ailedeniz ama bizim onlardan üstünlüğümüz, Cenab-ı Hakk'ın bize inniyetinden verdiği ilmi ile, irfaniyeti ile. İşte bu inniyeti ile hüviyetinin kemal zuhurlarını burada oluşturduğumuz zaman, işte bu kamil insanlık halidir. Şu meseleyi bilen insan kamil insandır. Ceset yönüyle nereden geldiğini, Kur'an, ilim yönüyle nereden geldiğini ve bunları kendi bünyesinde birleştirdiğini bilsin bu insana yeter.

Bir şeyin şeyliği, kendisinin HAYAT'ıdır… Bu HAYAT ise, Allah'ın HAYAT'ıdır…

“Küllü şey’in hêlikun illâ vechehu” (28/88) “O’nun vechinden başka her şey helâk olucudur.” Âyet-i Kerîme’si bu hali açık olarak ifade etmektedir. Bizler şey’yyet olan eşyaları kendi vücutları ile var olduklarını zannederiz, halbu ki, bu husus sadece bizim zannımızdan ibarettir. Bu zannımız ortadan kalktı da, onların Hakk’ın bir isminin zuhur mahalli oldupğunu anladığızda, “şey”in kendine ait bir varlığı olmadığını anladığımızda, o şey, eşyanın eşyalığı yok-helâk olmuş olur. Aslında şey-eşya gene yerindedir ancak bizim anlayışımız değişmiş olduğundan, eşyanın bizdeki zanni hali helâk olmuş, Allah’ın HAY isminin bir zuhuru olduğu anlaşılınca o, oradaki Hakk’ın o suretle göründüğü vechinden başka

Page 162: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

162

bir şey olmadığını bu hayatların, bir ismi yönünden, Allah’ın hayatı olduğunu anlamış oluruz. Bu anlayış ve idrak ise tevhid yolunda, “tevhid-i ef’al” mertebesi itibari ile oldukça büyük bir açılım ve idrak anlayışıdır.

Öyle bir HAYAT ki, eşya onunla kaimdir…

Eşya dediğimiz, eşyaya eşyalık vasfını veren, işte bu hayattır. Ve eşya bu hayata ile kâim- var dır.

Onların bu kıyamı ise… yüce Allah'ı tesbihtir... Haliyle bu tesbih: Yüce Allah'ın HAY isminden gelen HAYAT icabıdır…

Geçmiş sayfalarda bahsedildiği gibi.

“Semavat ve arzda ne varsa hepsi O’nu tesbih etmektedirler.” (59/24) Tesbîh kelâm, kelâm ise hayattır.

Ve bunların hepsi bir “teşbih ve kıyas” yoluyla anlatılmaktadır.

-------------------

Bu varlıkta bulunan her şey, yüce Hakkı tesbih eder…

Bu tesbih ise… her isim alan varlığın Allah'ı tesbih oluşudur…

-------------------

Önce, varlıkların HAY ismi cihetinden tesbihini ele alalım…

Bu tesbihi: HAY isminin onlarda aynen HAYAT şeklindeki oluşuna bağlamak icab eder…

Aynı şekilde, onların bu tesbihini, alim ismine de bağlayabiliriz… Bu da, onların ilim altına girişlerinin bir sonucudur…

Diyelim ki, bu varlıklar yüce Allah'a:

— Ya alim…

Diyor… Onlardan biri böyle dediği zaman: Yüce Allah'a olan bilgisini onun alim olduğuna dair anlayışını, kendi özünden almıştır…

Bu ilim ise… onlara, şöyle veya böyle oluş şekillerine hükmen konmuştur…

Böyle olunca: Ondan gelen ilmi, onun şanında kullanmış olurlar… Ama, ondan ayrı değil…

Eşya, olarak bilinen mevcudatın KADİR ismi yönünden tesbihi ise: Yüce Allah'ın kudret saltanatı altında oluşlarıdır…

Bir de onların, MÜRİD ismi cihetinden tesbihini ele alalım…

Page 163: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

163

Bu tesbih de, yüce Allah'ın, bulundukları hal üzere onlara verdiği özelliktir…

SEMİ' ismi ile tesbihlerini ele alalım…

Bu tesbih ise… yüce Allah'a kendi kelâmlarını duyurmalarıdır…

Ne var ki, bu hemen olmaz... Tam da olmaz… Hal yolu ile, hakikatler cümlesinden istihkakları kadar olur…

Bu dahi, yüce Allah'la aralarına giren konuşma yolu ile olmaktadır…

BASİR ismi cihetinde tesbihleri ise: Ona görünmeleridir… Bu da, hakikat durumlarındaki istihkakları kadardır… Bir de, yüce Hakkın basarına nail oluşları kadardır…

MÜTEKELLİM, ismi cihetinden eşyanın yüce Allah'ı tesbihi ise… onun: Kelimesi ile oluşlarından ibarettir…

Buraya kadar anlatılanlar, sana bir kıyastır... Kalan isimleri, buna göre kıyas edip ölçebilirsin…

-------------------

Önce, varlıkların HAY ismi cihetinden tesbihini ele alalım…

Bütün varlıklarda “HAY” isminin zuhuru müşterek olduğundan hakikatleri yönünden ilk tesbihleri, “HAY” esması cihetiyle olmaktadır.

Bu tesbihi: HAY isminin onlarda aynen HAYAT şeklindeki oluşuna bağlamak icab eder…

Bu tesbih kelâmsız ve sözsüs, “bi lâfsu savt” olmaktadır.

Aynı şekilde, onların bu tesbihini, alim ismine de bağlayabiliriz… Bu da, onların ilim altına girişlerinin bir sonucudur…

Her mahal, o mahallin kabiliyetine göre bir ilme ihtiyacı olacağından, kendilerine aktarılan bu ilmin hakikatlerini, zuhura çıkarmaları, onların ilmi yönden tesbihleridir.

Diyelim ki, bu varlıklar yüce Allah'a:

Hakikatleri yönünden.

— Ya alim…

Page 164: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

164

Diyor… Onlardan biri böyle dediği zaman: Yüce Allah'a olan bilgisini onun alim olduğuna dair anlayışını, kendi özünden almıştır…

Bu alış ise kendisine tanınan mahallin ilmi kadar bir ilim alışıdır.

Bu ilim ise… onlara, şöyle veya böyle oluş şekillerine hükmen konmuştur…

Kendi zuhur şekillerine, şekillenmesi cihetiyle konmuştur. Her zuhurun şekli bir birinden başka olduğundan bu konuş her zuhura kendi hakikati cihetiyle, ve gerektiği kadar, ve zuhur sınırları itibari ile konmuştur.

Böyle olunca: Ondan gelen ilmi, onun şanında kullanmış olurlar… Ama, ondan ayrı değil…

Kendilerine tahsis edilen ilmi, kendi varlıklarını zuhura çıkarmak için kullanırlar, ancak onlar müstakil birer zuhur değil, gene Hakk’ın varlığında, Hakk olarak vardırlar.

Eşya, olarak bilinen mevcudatın KADİR ismi yönünden tesbihi ise: Yüce Allah'ın kudret saltanatı altında oluşlarıdır…

Her bir varlığın meydana gelebilmesi için, bir kudrete ihtiyaç vardır. O ise, varlığın özüne kendi ihtiyacı kadarı konmuştur. İşte o varlığın meydana gelmesi için, kendi içindeki kendine tahsis edilen, kudretin faaliyete geçmesi ile oluşan, o varlığın kudret tesbihi bu yönü ile olmaktadır.

Bir de onların, MÜRİD ismi cihetinden tesbihini ele alalım…

Her varlığın ortaya çıkması için bir irade gerekmektedir. İşte bu yüzden her varlık bir “Mürîd-irade eden”dir. Yani nerede hangi varlık ortaya çıkacaksa, onun ortaya çıkması, vakti geldiğinde bir iradeye ihtiyaç olmaktadır. İşte bu irade, o nun “mürîd-irade” yönünden tesbihidir.

Bu tesbih de, yüce Allah'ın, bulundukları hal üzere onlara verdiği özelliktir…

Hangi varlık hangi şekilde tasfir-musavvir ismi ile şekillendirilecek ise, onun o hal ile zuhuru, bulunduğu halin tesbihidir.

SEMİ' ismi ile tesbihlerini ele alalım…

Bu tesbih ise… yüce Allah'a kendi kelâmlarını duyurmalarıdır…

Page 165: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

165

Nerede zuhur edeceği programlanan bir varlığın, A’yan-ı sabite’sine, kendi özel hali programlanıp, vakti gelince açığa çıkmaya başlaması için, kendi programını kendi özünden, “sem-i” esması ile duymaya başlaması, kendine dönük “sem-i duyma” esmasının kendi özünde faaliyete geçmesidir. Diğer taraftan kendi varlığının zuhuru ise Hakka kendini duyurması yönüylede dış “sem-i” tesbihidir.

Ne var ki, bu hemen olmaz... Tam da olmaz… Hal yolu ile, hakikatler cümlesinden istihkakları kadar olur…

Hemen olmaz, yavaş yavaş olur, çünkü bu halkiyyet âleminde her şey zamana bağlıdır. Her ne kadar zaman genelde izafi ise de, her varlık kendi bulunduğu mekânın şartlarında, kendi yaşadığı zamanın da ki, zaman geçerlidir.

Bu dahi, yüce Allah'la aralarına giren konuşma yolu ile olmaktadır…

Konuşma iki mahal ile iletişim sağlamaktır. Her ne kadar bu âlemde, tevhid-i yönden ikilik yok isede, zuhur yönünden, şey’iyyet ve esma-i ilâhiye cihetinden, mutlak değil hükmen vardır. O halde bu konuşmalarda hükmen olacaktır.

İşte bir şeyin zuhurunu murad eden, irade-i külli, o şeyin oluşması için, hangi esma sahası gerekiyor ise, onu oraya yöneltmesi, ve yapacağı işleri ona bildirmesi, kelâm konuşma yönüyle olmaktadır. Bu oluşumda onun kelâm yönlü tesihidir.

BASİR ismi cihetinde tesbihleri ise: Ona görünmeleridir… Bu da, hakikat durumlarındaki istihkakları kadardır… Bir de, yüce Hakkın basarına nail oluşları kadardır…

Bir varlık, programı gereği kendini zuhura çıkarması sebebi ile, aslında görüntüye gelmesidir. Bu ise gören tarafından görülenin tesbihidir. O varlığın zuhura çıkma arzusu ile, zuhura çıkması ise, o varlığın basîr ismi cihetiyle kendinin tesbihidir.

MÜTEKELLİM, ismi cihetinden eşyanın yüce Allah'ı tesbihi ise… onun: Kelimesi ile oluşlarından ibarettir…

“Kün-ol” emri ile eşyaya yapılan bu hitap neticesinde, var olan her hangi bir zuhurun-eşyanın meydana gelmesi, o emre itaat ettiği için, eşyanın yüce Allah-a hâli ile olan tesbihidir.

Buraya kadar anlatılanlar, sana bir kıyastır... Kalan isimleri, buna göre kıyas edip ölçebilirsin…

Page 166: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

166

Burada bir hususu, ifade etmenin faydalı olacağı düşüncesi ile, ilâve etmek istedim. O da şudur. Acaba tesbih ile zikr arsında ne fark vardır.

Bu soruyu özetle şöyle değerlendirbiliriz.

Zikir, İnsan’a mahsus şuurlu, kelâmî, hem mülki hem de meleki ve kudsi’dir.

Tesbih ise sadece meleki ve kudsi’dir. İnsan dışı varlıkların kendi varoluş sebeblerini, sesiz ve sözsüz kendi iç bünyelerinden ifadeleridir, ayrıca suret yönündende, görüntüleri onların tesbihleri ve varoluşlarının da şükrüdür.

İnsan her iki sahanın da, kemâlinde olduğundan hem zikri, hemde tesihi, yönden bütün varlıkların üstünde rabbını, “tenzih” ile tesbih, Teşbih ile de zikreder. İrfaniyeti ile hangi mertebede ne ve nasıl gerekiyorsa o mertebenin hali içinde Rabb-i ile halleşir.

---------

NOT= Bu hususta daha geniş bilgi, (28-Kur’an da tesbîh ve zikir) isimli kitabımızda mevcuttur dileyen oraya bakabilir.

-------------------

Yukarıda anlatılan durumu bilip kavradınsa, aşağıda anlatılacakları da bilip anlamaya çalış…

-------------------

Bilesin ki…

Eşyanın HAYAT'ı: Kendilerine nisbet edildiği zaman, sonradan yaratılmış bir durum alır... Allah'a nisbet edildiği zaman ise… KADİM

olur… Yaratılmış falan olmaz…

Çünkü:

Eşya, kendi HAYAT'ıdır…

Hayatı, ise… kendi sıfatıdır…

Sıfatı ise… kendisine, yani: Zatına bağlıdır…

-------------------

Bilesin ki…

Eşyanın HAYAT'ı: Kendilerine nisbet edildiği zaman, sonradan yaratılmış bir durum alır...

Page 167: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

167

Yaşadığımız bu dünya hayatının aslı, geçicilik üzere kurulduğundan bakâsı yoktur. Baki olmayan, sonradan olan ve sonra da, kendi şartları içinde gene yok olacak olan varlığa, mahkûk denmektedir, mahluk ise Hâlikın halkediş sistemi içinde, kendi özelliklerinin dışarı sunuluşudur.

Ancak ehli gaflet bu ilâhi sunuluşa, sonradan “yaratılmış” mahlûk anlayışı ile, Haktan ayrı birer varlıklar olarak bakmaktadırlar. Bu görüş sahipleri fırka “fark” ehli, taşı taş, toprağı toprak olarak gören, kesret ehli kimselerdir. Bulundukları yer kendilerine göre geçerlidir. Çünkü gerçek tevhid ehli değil kelâm-î tevhid ehlidirler.

Allah'a nisbet edildiği zaman ise… KADİM olur…

Yaratılmış falan olmaz…

Gerçek tevhid ehli bu varlıkların sureten-zâhiren yaratılmış hakikatleri itibari ile, hiçbir zaman yaratılmamış olduğunu bilir. Çünkü mutlak hakikatte yaratılma diye bir şey söz konusu değildir.

İrfan ehli, “Kâmûsu aşk-büyük aşk kitabı” ndan yaratma sözcüğünü çıkartıp, yerine “zuhur ve tecelli” kelimelerini koymuştur. İşte bütün âlemde hakikati itibari ile, yaratılmış ve mahlûk olan hiç bir şey yoktur. Görülen görülmeyen, her şey Hakk’ın bir isminin zuhur halidir. Yukarıda belirtildiği gibi bunların tesbihleri kendilerinden kendi hakikatlerine dir. İkinci bir varlık yoktur ki, birinden diğerine bir tesbîh olsun.

Çünkü:

Eşya, kendi HAYAT'ıdır…

İşte bu yüzden Peygamber Efendimiz. (s.a.v.) bizleri eğitmek ve bu sahaya dikkatimizi çekmek için, “Ya rabbi bana eşyanın hakikatini göster” demiştir. Ki eşyanın hakikatı o mahalde mahallin hali üzere Hakk’ın bir isminin veya sıfatının hakikatidir.

İşte bu yüzden irfan ehlinin biri Allah razı olsun.

“Hep kitabı Hakk’tır eşya sandığın,

Ol okur kim, seyru evtan eylemiş.”

Diyerek bizlere çok büyük bir irfan ufku açmıştır.

Bu âlemin tamamı hakkın kendisini yazar ve anlatır. Ancak bu âlem kitabını okumak için, irfan ehlinden sadakatla devam ederek, bir “seyru sülâk” yapmak lâzım gelmektedir.

Hayatı, ise… kendi sıfatıdır…

Page 168: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

168

Hakkın Zâti hayatı bir sıfatı ile zuhura çıktığından o sıfatının da ilk şartı hayatı olması ile de, hayat bulmasıdır, bunların ise hepsi zatın varlığından dır.

Sıfatı ise… kendisine, yani: Zatına bağlıdır…

Fiileri ismleri ve sıfatları zatına bağlı olduğundan, aslında bir yönü ile o mertebenin özelliği içinde, zatının zuhurlarıdır. Ancak bu zuhurlar halki’dir.

İnsan da ise, Zât-ı ile Zât-i zuhuru vardır, bu yönden “Halife” dir. Aslın da diğer bir yön ile de, bütün bu âlem Allah-ın tümden halifesi’dir.

-------------------

Anlatılan manayı, akıl yolu ile, bulmak istediğin zaman, kendi HAYAT'ına bak… Onun sana bağlanışını gör…

Bu bakıp görmende sana has olan ruhtan başka bir şey bulamazsın…

Bu ruh ise… mahluk bir ruhtur…

Bu böyle… ama, daha ileri geçer; kendi HAYAT'ının sana ihtisasından yana bakmazsan…

Evet… anlatıldığı gibi yaparsan; her dirinin: Yüce Allah'ın HAYAT'ı ile diri olduğunu müşahede yolu ile tadarsın…

Ki, sen o HAYAT'ın içindesin…

Sonra, bu HAYAT'ın bütün mevcudatta geçerli olduğuna da şahid olursun…

NETİCE: Bilirsin ki, HAYAT yüce Allah'a bağlıdır…

Bu öyle bir HAYAT'tır ki, âlemin kıyamı onunladır…

Böyle bir HAYAT ise… KADİM'dir… İlâhîdir…

-------------------

Anlatılan manayı, akıl yolu ile, bulmak istediğin zaman, kendi HAYAT'ına bak… Onun sana bağlanışını gör…

İşte meselenin mühim noktası burasıdır. Kendi dışında zahirinde, gördüğün halleri kendinde yaşadığın zaman, bunların ne olduğunu, ilmi bir bakışla, o yakînlikler içinde müşahede etmeye başlarsın.

“Venefahtü” (15/29) “O’na ruhumdan üfledim” Zât-i hakikati ile düşünüp, bunu kendi hakikatinde bulan kimsenin, gayrdan geçip

Page 169: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

169

Hakk’a ilhak olduğunu idrak etmesi olmayacak bir iş değildir, Zâten işin aslı da budur. Biz kendimizi mahlûk-yaratılmışlık sahasından çıkaramadığımız için varlığımızı hep mahlûk olarak tasavvur ettik. Bu gayriyyet anlayışı ile, hayatımızı sürdürürsek, ebedi olarak Hakk’ı bulmamız mümkün olmayacaktır.

Bu bakıp görmende sana has olan ruhtan başka bir şey bulamazsın…

Kendi varlığına irfaniyyet ile baktığında, sende kâim olan ruhtan başka bir şey bulamazsın. Dışarıdan bakıpta gördüğün ve içinde yaşadığın bedenin, vakti gelip bir gün kenara çekildiğinde, sen gene o ruhunla var olacaksın, aradan çekilecek olan madde beden olacaktır. Sen ise madde beden değil aslın itibari ile bir ruh ve şuurdan ibaretsin.

Bir gün gelip gene sana gideceğin âlemin yapısına göre bir beden verilecek ve o zaman, o yeni beden ile hayatına devam edeceksin. O halde suretler geçici, asıl olan ruh bakidir, ve kişinin asıl kişiliği o ruh-u iledir.

Bu ruh ise… mahluk bir ruhtur…

Bu İnsani ruhun tarifini, Muhyidin-i Arabi, Hz. “Vene fahtü, Rûhu-l A’zam ve Rûhu-ul Kuds-ün, mahlük yüzü ile görünmsidir, diye bildirmiştir.

Bu böyle… ama, daha ileri geçer; kendi HAYAT'ının sana ihtisasından yana bakmazsan…

Eğer irfaniyetini daha çok arttırmazsan, bu hal böyledir. Ancak yoluna devam eder eğitimini ileriye doğru götürmeye çalışırsan.

Evet… anlatıldığı gibi yaparsan; her dirinin: Yüce Allah'ın HAYAT'ı ile diri olduğunu müşahede yolu ile tadarsın…

Aynı zaman da kendi hayatının da, yüce Allah-ın hayatı ile diri olduğunu müşahede ile idrak edersen bu senin “vitriyyet” tin dir.

Yani beden mülkünün içinde, Hakk’tan başka bir şey yoktur, hükmünü yaşadığındaki halin ifadesi budur.

Ki, sen o HAYAT'ın içindesin…

O zaman senin hayatın beşeri değil ilâh-i bir hayata dönüşmüş olur.

Sonra, bu HAYAT'ın bütün mevcudatta geçerli olduğuna. da şahid olursun…

Page 170: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

170

Bu Halide idrak edip kendi beden mülkünde âlem şumul olarak yaşarsan buna da “ferdiyet” ismi verilir. Bütün âlemde sadece sen varsındır. Ancak bu hal zâhiren mümkün değil ancak idraki bil hâl ve zevki bir yaşantıdır.

NETİCE: Bilirsin ki, HAYAT yüce Allah'a bağlıdır…

Mahlûkiyyetin yönü ile sen yoksun, ancak ilâhiyyetin yönü ile sen varsın, o ise senin gerçek halindir. Bu hali muhafaza edersen Hakk olarak ahirete intikâl edersin, bu hali muhafaza edemezsen, gene mahlûk hükmüne dönüşüp, kendi halinde mahlûk olarak ahrete intikâl edersin.

Bu öyle bir HAYAT'tır ki, âlemin kıyamı onunladır…

Âleminde senin de kıyamın o hayatla mümkündür.

Böyle bir HAYAT ise… KADİM'dir… İlâhîdir…

Böyle bir hayat için hadis-sonradan olma ve mümkün imkân dahilinde denilemez. Çünkü varlığı ile kendi varlığında Kadim ve vaciptir.

-------------------

Burada işaret ettiğim manaları anlamaya çalış…

Yazdıklarımın tümünde, bu kitapta geçen meselelerin tümünde, istilâh hariç olmak üzere: Geçmişte yazılanlardan hiç bir şey almadım…

İstilâhları da almak mecburîdir… Çünkü, her ilmin kendine has tabiri ve ifade tarzı vardır... O tarzın dışında, o ilim üzerine konuşmak yolu kapalıdır…

Bu sebeple, sadece onların istilahlarını kullandım; o kadar…

Esas duruma gelince: Benim bu kitabıma yazdıklarımı, benden önce hiç kimse, hiç bir kitaba yazmamıştır… Hele benim bildiğim kadarını…

Sonra, işitip anladığım kadarını, hiç kimsenin hitabında da duymadım…

-------------------

Burada işaret ettiğim manaları anlamaya çalış…

Gerçektende bu hakikatleri anlamaya çalışmak bir eğitim işidir. Ön yargı ve şartlanmışlıklar içinde anlaşılması mümkün değildir. Kâl ilmi değil, “hâl-hakikat” ilmidir.

Yazdıklarımın tümünde, bu kitapta geçen meselelerin

Page 171: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

171

tümünde, istilâh hariç olmak üzere: Geçmişte yazılanlardan hiç bir şey almadım…

Yani geçmiş kitaplardan yararlanmadım, bir şey almadım.

İstilâhları da almak mecburîdir…

İstilâh, o mevzuun kendine ait lugatı. Tasavvufunda kendine ait istılahları vardır. Mesela; İlmel Yakin, Aynel yakin gibi ef'al mertebesi, esma mertebesi, sıfat, zat mertebeleri gibi, bunlar tasavvufun kendi lugatı, başka bir yerde bulmak, kullanmak ve karşılaştırmak mümkün değildir. İşte tasavvufu iyi anlayabilmek için, tasavvufun istılahlarını evvela bilmek lazımdır. Kelimeler ilmin takımları, o kelimelerle, o takımlarla o mana oluşmuş oluyor, ortaya gelmiş oluyor.

Çünkü, her ilmin kendine has tabiri ve ifade tarzı vardır... O tarzın dışında, o ilim üzerine konuşmak yolu kapalıdır…

Kelime-i tevhid bir istılahtır, kelime-i tevhidin ne olduğunu bilmezsek, manasını bilmezsek, bize istedikleri kadar kelime-i tevhid desinler, ne olduğunu bilemeyiz, işte onun için istılahı bilmek lazımdır.

Bu sebeple, sadece onların istilahlarını kullandım; o kadar…

Istlah terimleri o alanın lügatıdır, tasavvufun, tbbın hukukun kendi içinde kendine göre ıstılah ve tabirleri vardır bunlar bilinmez ise o ilmi kullanmak mümkün olmaz. Bu yüzden ıstılahların da iyi bilimesi lâzımdır ki sonun da ortaya kemalli bir netice çıksın.

Esas duruma gelince: Benim bu kitabıma yazdıklarımı, benden önce hiç kimse, hiç bir kitaba yazmamıştır… Hele benim bildiğim kadarını…

Bu cümlelerde doğruluk payı yüksektir gerçektende bu kitabın içinde kendinden başka kimselerin ifade etmediği birçok konu vardır. Bende kendisine bu ilmi mirası yönünden teşekkür ederim. Allah razı olsun. Diğer yönü ile ise, bu kitapta Hakk hakikati itibarile, “Abdül Kerim Cili” ismi ile kendi ilmini kendi lisanından bizlere açıklamıştır.

Sonra, işitip anladığım kadarını, hiç kimsenin hitabında da duymadım…

Bir hakikati ifade ediyor, gerçekten şu kitabı okuduğumuz zaman hiç bir kitapta bulunmayan bilgileri bunun içerisinde ve yeni bilgileri bunun içerisinde buluyoruz.

Page 172: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

172

-------------------

Bu şekildeki ilmi, onu bir başka gözle müşahede etme yolundan elde ettim…

Öyle bir gözle ki… onu anlatabilmek İçin:

— Ondan hiç bir şey gizli değildir.

Cümlesi ile sözü açar:

— «Ne yerde, ne de gökte., ne en küçüğü kalmıştır; ne de en

büyüğü kalmıştır; hepsi kitab-ı mübine girmiştir...» (10/16)

Âyet-i kerimesindeki mana ile bitiririm…

-------------------

Bu şekildeki ilmi, onu bir başka gözle müşahede etme yolundan elde ettim…

Yani normal ilim alma yolundan değil, bir başka müşahede yolundan elde ettim.

Öyle bir gözle ki… onu anlatabilmek İçin:

- Ondan hiç bir şey gizli değildir.

Cümlesi ile sözü açar:

Yani Allah'ın zati ilhamıyla bunu yaptım diyor. Çünkü ondan hiç bir şey gizli değildir, bu bir ayet hükmünde, bir ayetin tercümesi yani Allah'ın varlığından hiç bir şey gizli değildir, cümlesi ile sözü açar oldum, yani bu hitap bana yol açtı, yani bu sözün sahibinden aldım bunları diyor. Kendisine hiç bir şey gizli olmayandan aldım, bu ilmi demek istiyor.

- «Ne yerde, ne de gökte., ne en küçüğü kalmıştır; ne de en büyüğü kalmıştır; hepsi kitab-ı mübine girmiştir...» (10/16)

“kitab-ı mübin” esmâ âlemin in yaygın kitabıdır ki, aynı zaman da âlemler kitabı, kitab-ı menşur/yayılmış kitaptır. (52/3)

Âyet-i kerimesindeki mana ile bitiririm…

Bu kitapta o kitaptan bir zati bölümdür.

-------------------

Şunu da bilesin ki…

Manalar, heyetler, şekiller, suretler, sözler ve ameller çeşidini ele al…

Page 173: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

173

Sonra, bitki ve maden cinsini vb. şeyleri kendisine;

— Vücud…

İsmi verilenleri de onlara kat… Ve bil ki: Hepsi, tam bir HAYAT'a sahiptir…

Bunlardan her birinin HAYAT'ı: Kendilerinde kendileri için tam bir HAYAT sayılır…

Tam HAYAT sahibidir: Onunla akıl eder; onunla işitir, görür, güç yetirir, diler ve dilediğini de yapar…

-------------------

Ancak, yukarıda anlatılan mana keşif yolundan bilinir… Başkaca bilinmez…

-------------------

Ancak, yukarıda anlatılan mana keşif yolundan bilinir… Başkaca bilinmez…

Müşahede yolu ve bizim yani İslam'ın ilk şiarı "Eşhedü" şehadet, müşahede, yani keşiftir. İlk şartı da odur "Eşhedü" ama biz bunu hayali bir varlığı tasdik olarak kullanıyoruz. Ben şahidim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Peki neye ve nasıl şahit, neyine şahit oluyoruz? Neye şahit oluyoruz, hayalimizde hazır ettiğimiz Rabbımıza şahitlik yapıyoruz ki, o da sadece lafzi şahitliktir, kemalli şahitlik değildir. Eğer kemalli şahitlik olsa zaten o sözü söyleyemez, şehadeti söyleyemez, çünkü mümkün olmaz. Samimi bir insan onu söyleyemez, çünkü gördüğüne şehadet eder, şu ortada yoksa, gözümü kapatayım, ben burada kasetin varlığına şahidim diyeyim, olur mu, olmaz ama gözüm açıkta bunu görüyorsam, işte bu gerçek şahitlik olur.

Allah'ın varlığı, gözümüzün önünde duruyorken, göremiyorsak ve uykudaysak, bizim şahitliğimiz neye yarar. İşte ilim ona denir ki, müşahede yollu olsun. Onun için bizde mümkün olduğu kadar ona tavsiye ve tatbik etmeye çalışıyoruz. Söylediğimiz sözler müşahedeli ilmin sözleri olsun. İşte bu karşı tarafa ulaşır, yani kendin pişirebildiğin yemeği ikram et, pişirebildiğin çorbada olsa, ama senin çorban olsun, bunu ikram et. Diğerinin çorbasını ikram ettiğin zaman, içinde ne olduğunu bilemiyorsun, zehirleyebilirsin, belki vakti geçmiştir o çorbanın, çorba çorbadır ama, bozulmuştur başkasını zehirler, bilmezsin. İşte nice nice sohbetler, nice nice kitaplar bu yönden okuyana ve dinleyene zarar vermektedir, gaye zarar değil, fayda sağlamaktır.

Page 174: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

174

-------------------

Biz, bu manaya ayan beyan şahid olduk…

Kaldı ki, bu müşahedemizi, teyid eden haberler de vardır…

O haberler bize de ulaşmış olup biri şudur:

— «Ameller kıyamet günü suretler alarak gelir... Gelir ve kendisini işleyene şu hitabı yapar:

— Ben, senin amelinim…

Der… sonra, bir başkası da gelir...»

Ve sen, onlardan istediğini tard eder; istediğinle de konuşursun...

Bu bir hadis-i şerifti… Bir başka hadis-i şerifte ise, şöyle buyuruldu:

— «Güzel kelime, şu şu suretle gelir… Kötüsü ise, şu şu suretle gelir...»

Bir âyet-i kerimede ise, bu mana şöyle anlatılır:

—«Onu hamdle, tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur...» (17/44)

-------------------

Biz, bu manaya ayan beyan şahid olduk…

Kaldı ki, bu müşahedemizi, teyid eden haberler de vardır…

O haberler bize de ulaşmış olup biri şudur:

- «Ameller kıyamet günü suretler alarak gelir... Gelir ve kendisini işleyene şu hitabı yapar:

- Ben, senin amelinim…

Eksi bir amel yapmışsan, bu suret korkunç olarak gelir, senin karşına, korkutucu olarak gelir, ama güzel artı bir amel yapmışsan, o sana güzel latif, hoş olarak gelir, bu da sevindirici olarak gelir. "Yani o gün sırlar açıldığı zaman" buna işaret ediyor. Yaptığımız ameller karşımıza suretler olarak çıkacak, zaten onlar bugünde o suretler içerisinde ama, latif suretler içerisinde olduğu için bizim bu kesif gözümüz, onları görememekte. Eğer görmüş olsak zaten yaşam şeklimiz ve şartlarımız çok değişir. Eğer yaptığımız iyi amellerden güzel siluetlerin ortaya çıktığını müşahede etmiş olsak dünyaya bağlanamayız. Yaptığımız amellerden kötü siluetler ortaya çıktığını müşahede etsek, neticesinin cehennem olacağını

Page 175: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

175

müşahede etsek, hiç kötülük işlemeyiz, o zamanda melek olmuş oluruz, meleki vasfımız olur, insani vasfımız ortadan kalkmış olur. İşte insanın özelliği kendisine verilen iki değişik gücü, rahmani ve cismani, nefsani gücü ne şekilde kullanacak diye irade oluşturması. Eğer bizde nefsani güçler olmasa sadece meleki güçler olursa, neyin iradesini yapacağız.

Melekler gibi tabii ibadet ehli oluruz, bununda bize bir getirisi olmaz. Getirisi bizim kendi kendimize yaptığımız mücadelenin neticesinde oluşturduğumuz ve ulaştığımız neticelerdir. İşte burada yaptığımız fiillerin bir manası var, söylediğimiz sözlerde bir mana, gözle görülmüyor, elle tutulmuyor ama kulakla duyuyoruz bunları çünkü ses aktarmasıyla geliyor, ama be sesin dışında da burada bazı şeyler oluşuyor şuan da, kahvede kumar oynarken de bir şey oluşuyor, camide namaz kılarken de bir şeyler oluşuyor, her yaptığımız hareketin mana âleminde bir karşılığı vardır. Yani bir oluşumu vardır. İşte bizimde yaptığımız her şey yazılıyor ve birer mana oluşturuyoruz. Eğer yaptığımız şeyleri müşahede etmiş olsak, tırlar dolusu malzeme, stadlar dolusu siluet görebiliriz, eğer biraz keşfimiz açılsa, binlerle, on binlerle, yüzbinlerle siluet, dolaşan, gezen siluetler görürüz, insan suretinde veya bir başka suretlerde, bilmediğimiz suretlerde.

Der… sonra, bir başkası da gelir...»

Kişinin bulunduğu hâli, ve hayata bakışı, değer yargıları itibari ile, kişinin amellerinin karşılığı olan suretler oluşur. Bunlar kabirde berzah âleminde karşısına çıkar.

Ve sen, onlardan istediğini tard eder; istediğinle de konuşursun...

Not= Yukarıda bahsi geçen hali ancak irfan ehli yapabilir, çünkü bu bir irade meselesidir, ve bu irade ise irfaniyetle dünya da kazanılacak bir şeydir. Ancak bu durumda olan kimseler, Berzah âleminde, bu iradeyi gösterip, görülen suretlerin bazılarını uzaklaştırır, bazıları ile yakınlık-ünsiyet peyda eder.

Eğer dünya da iken, bu hakikati idrak edip, irade gücü ve tevhid idrakini oluşturamamış ise, hiçbir kötü sureti tard edip ondan kutulamaz, çünkü o suret onun kendi hali ve ahlâkıdır ki, kendisine o şekilde gözükmektedir.

Bu bir hadis-i şerifti… Bir başka hadis-i şerifte ise, şöyle buyuruldu:

Bu hadîs-i şerifin ifade ettiği ma’nâ yı idrak edip, bu dünya da değerlendirebilirsek, gelecekte bizlere çok şeyler kazandıracağı

Page 176: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

176

aşikârdır.

- «Güzel kelime, şu şu suretle gelir… Kötüsü ise, şu şu suretle gelir...»

Her kelimenin bir ma’nâsı, ve her ma’nânın da bir sureti vardır. Bu suretler, olumlu veya olumsuz olarak iki kısımdır. Yaptığımız her hangi bir amel Allah’ın kullarına fayda sağlıyor ve kaşılığında hayır dua alınıyorsa, o amelin suretleri güzel bahçeler, güzel çiçekler, güzel yiyecekler, veya benzeri şekilde suretler oluşturur.

Kötü kelimeler ise, hangi ma’nâ da söylenmiş ise o ma’nânın sureti ile kötü bir suret ile suretlenerek kişinin karşına çıkar, ve bundan kurtulması da kolay değildir çünkü kişinin ahlâkıdır. Kişinin kişil ahlâkı ise kendinden ayrı değildir.

Bir âyet-i kerimede ise, bu mana şöyle anlatılır:

-«Onu hamdle, tesbih etmeyen hiç bir şey yoktur...» (17/44)

Bizden de ortaya çıkan, o ürettiğimiz suretler rahmani yönde bir suret oluşmuşsa, biz onun halikı, o bizim mahlukumuz olur. Bu Allah yönünden yaratıcılık ma’nasında değildir. Diyelim ki, şurada bir yazı yazdık, işte yazdığımız yazının biz halikı olduk, o bizim mahlukumuz oldu. İşte bizden meydana gelen o siluetler rahmani yönde ise bizleri zikrediyorlar. Nasıl ki bütün varlık, Allah'ın halik olarak meydana getirdiği mahlukat kendisini zikrediyorlar ise, bizim fiillerimizden meydana gelen bizim mahlukatımızda yani amellerimizin siluetleri olan mahlukatımızda bizi zikrediyorlar, bize zikrediyorlar, şükrani olarak, hamd ediyorlar. Hamd dediği bizlerin yönünden de, işte budur. Bize teşekkür ediyorlar, güzel bir siluet ortaya getirdin diye, ama bunun yanında kötü olarak ürettiğimiz kötülüklerde bize lanet ediyorlar, bizi sen bu hale getirdin diye. İşte sevap, günah cetveli dedikleri hadise budur. Şu halde her ikisi de zikretmekte yani ne üretmişsek bizi zikretmekte. Yalnız bundan Allah'ın yaratıcılığı hükmünde bir mevzu anlamayalım.

-------------------

Hâsılı; Eşyanın tümü Allah'ı tesbih eder… Hem de açık konuşulan bir dille.. Allah'ın keşif ihsan ettiği kullar, bunu duyarlar…

Keza, hal ile de tesbih ederler... Ki bunu: Bu bölümün geçen kısmında da anlattık…

Onların bu konuşma dili ile, tesbihi, Allah'a hamdledir... Ama bir gerçek olaraktan… mecazî değil…

Page 177: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

177

Bu manayı anla…

-------------------

Hâsılı; Eşyanın tümü Allah'ı tesbih eder… Hem de açık konuşulan bir dille.. Allah'ın keşif ihsan ettiği kullar, bunu duyarlar…

Genelde Allah'ın var ettiği şeyler, Hakk'ı tesbih ederler, bizden meydana gelen siluetlerde bizi tesbih ederler. Tabi bizden tesbih yine Hakk'a gitmiş olmakta, eğer sen yoksan ortada zaten tesbihde yine sahibine dönmüş olur.

Eşyanın Allah-ı tesbih etmesinin bu âlemde “sem-kulak” ile anlaşılıp duyulması bir irfaniyyet işidir. Bu duyuş bir zahiri sesli olarak olur diğeri ise betın kulağı ve idrakle olur.

Mahlûktan çıkan tesbih, herkesin duyduğu ancak tefekkür etmeden falan mahlûkun sesi diye duyup böylece söyleyip geçerler. Ancak irfan ehli kendi idrak ve anlayışına göre bu sesleri değerlendirirler, ve öyle kabul ederler. Gerçektende her hayvan veya maden bitkiden çıkan bir ses onun aynı zamanda tesbihidir.

Gök yüzünün gürlemesi, onun azamet tesbihidir. Bu halde şimşek çakması, onun sesli ve görüntülü kudret tesbihidir. Yağmurun yağması arza inmesi onun genel külli rahmet tesbihidir, şiddetli olup seller haline gelmesi,- bu arada çıkardığı sellerin sesleri, kahhar tesbihidir, her damlanın pıt pıt diye yere düştüğünde çıkardı sesi, yağmur-rahmetin cüz tesbihidir.

Diğer yönü ile her hayvan mahlûkunun, kendine ait özel çıkardığı sesleri, beğenelim beğenmeyelim, onların tesbihleridir.

Keza, hal ile de tesbih ederler... Ki bunu: Bu bölümün geçen kısmında da anlattık…

Tesbih, birbirlerinden, ayrı olan özellikleri yönünden şukranda bulunması demektir. İşte bu kaset, kaset olduğu için şukranını belirtmekte, sesleri içine alıyor, insanlara hizmet ediyor. İnsana hizmet etmesi, onun şükrü ve tesbihidir, hamdı ve tesbihi olmuş oluyor. Birde bunların ayrıca kendine ait lâfzi tesbihleri vardır ki, işte biri hali, tabii tesbihleri, biri de kelâmi tesbihleridir. Bunu da duyan duyar, duymayan da duyamaz. Bir gün, Ebu Cehil Hz. Rasulullah (Sav),a avucuna aldığı taşların ne olduğunu sorduğu zaman, ben mi söyleyeyim, yoksa avucundakilermi benim kim olduğunu söylesin dediğinde, elindekiler "Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden rasulullah" diye tesbih ediyorlar, sesle, çevredeki herkeste duyuyor.

Page 178: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

178

Varlıkların konuştuğu ve tesbihi hakkında bu hadise açık bir misaldir.

Onların bu konuşma dili ile, tesbihi, Allah'a hamdledir... Ama bir gerçek olaraktan… mecazî değil…

Varlıkların varlık sebebi onların kendi mertebelerinde, kendi lisanları ile yaptıkları hamd’ları ve tesbihleridir.

Ancak bu hamd ve tesbihleri sıradan herkes anlayamaz.

“Her şey O'nu hamd ile tespih eder. Ancak, siz onların tespihlerini anlamazsınız.” (17/44)

Bu manayı anla…

Yukarıda bahsi geçen konu hakkında, gerçekten çok düşünüp üzerinde tefekkür çalışmaları yapılması lâzımdır. Çünkü hem yaşadığımız hallerimiz ile ilgilidir, hemde geleceğimiz ile ilgilidir. Kendimize dönerek bu günden gelecek tedbirlerimizi almak bizim yakın ve uzak geleceğimiz için bu günden tedbirli olmak çok isabetli olacaktır.

-------------------

Bütün bu aza ve duygular, anlatılan kabilden konuşur…

Bize ihsanı yapılan keşifle, bütün bunları bulduk; gördük…

Bu sebeble, imanımız, artık taklid yollu değil; tahkiktir…

Bizim için, artık gayb yoktur... Ancak bir yere bağlı kalmamız icabı gayb oluyor.

Yoksa… gaybımız şehadetimizdir… Şehadetimiz dahi, gaybımızdır…

Bu şekilde, teyid yollu anlatmamız da, muhataba bir şey anlatabilmek içindir… Bizim için değildir... Bizim bu keşfi, bu gibi teyidlerle bulduğumuz manasına da gelmez…

Anla, düşün ve irşad yolunu bul... Haliyle, Allah dilerse…

Allah… Hak söyler…

Bu yola hidayeti nasib eden Allah'tır…

-------------------

Bütün bu aza ve duygular, anlatılan kabilden konuşur…

Bize ihsanı yapılan keşifle, bütün bunları bulduk; gördük…

Page 179: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

179

Cenab-ı Hakk'ın, kendisine ihsan ettiği keşifle bütün bunları gördük bildik diyor ve müşahedeli kalem oynatıyor. Yoksa öyle aktarma, şunun bilgisi, bunun bilgisi, derleme değil. İşte bizde kitaplarımızda en çok buna dikkat etmeye çalışırız, taze bir bilgi, yeni bir bilgi, tabi eski bilgilerden de faydalanmak suretiyle onları da alarak, ama içerisinde yeni bilgilerin olması, işte telif bunlar, esas telif, yani yazılan kitaplar bunlar. Diğerleri aktarmadır, derlemedir.

Bu sebeble, imanımız, artık taklid yollu değil; tahkiktir…

Buna da, “ilmi yakîn” imanı denirki, tahkik’tir. Bilindiği gibi, “ilmel yakîn, aynel yakîn ve hakka’l yakîn” olmak üzere üç yaşam hali vardır.

(2/4) Ahirete de “yükînün-yakîn” olarak inanırlar. Îmanın dört mertebesi vardır, sonuda “Îkân-yakîn” halidir. Îmân ikilik, yakîn ise gerçek tevhid, birliktir.

Bizim için, artık gayb yoktur… Ancak bir yere bağlı kalmamız icabı gayb oluyor.

(2/3) “yü’minüne bilgaybi-gaybe îman ederler” hükmündedir.

Şeriat mertebesi itibari ile bakınca gayb vardır.

İş’ari yönden ise, “kendi gaybleri ile îman ederler” hükmü iledir. Yani, kişi evvelâ kendi gaybını idrak ederek, oradan yola çıkarak âlemin de gaybını idrak etmiş olur. Bu idrak ediş ve biliş bu âlemde ilmi yöndendir. Ahrette ise ayni-gerçeği yönünden olacaktır.

Yoksa… gaybımız şehadetimizdir… Şehadetimiz dahi, gaybımızdır…

Yani bu hali idrak eden kimse için, şehadet âlemi, aynı zamanda gayb âlemidir, onun için, gayb âlemide aynı zamanda şehadet âlemidir. Yani içimiz dışımızdır, dışımız içimizdir, arada fark yoktur diyor.

Bu şekilde, teyid yollu anlatmamız da, muhataba bir şey anlatabilmek içindir…

Yani bu konuşmalarımızda dinleyenler içindir, yoksa bizim bir şeyi ispatlamaya ihtiyacımızda yoktur, gerekte yoktur.

Bizim için değildir... Bizim bu keşfi, bu gibi teyidlerle bulduğumuz manasına da gelmez…

Page 180: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

180

Bunlar bizim tabii yaşantlarımızdır. Herhangi bir şeyi isbatlamaya da çalışmıyorum.

Anla, düşün ve irşad yolunu bul... Haliyle, Allah dilerse…

Yani düşün kendi gerçek halini idrak et ve yolunu bul.

Allah… Hak söyler…

Bu yola hidayeti nasib eden Allah'tır…

-------------------

حیم حمن الر سم الله الر بBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

İLİM

17. BÖLÜM

İLİM

İLİM: Yüce Hakkın eşyayı anlamasıdır; Ama, bir yönüyle ondan gelen fenasıdır… Lâkın, alim ismidir eşyayı idrâk eden; Varlığa düşen de ondan faydalanmasıdır… Ezelleri tam olarak bilir ve bilendir; Olmuşları, sebeb: Gizlilik olmamasıdır… Aslında mukaddes İLM'in hakikati birdir; Beklenen, artık kül veya cüz olmamasıdır… O, gayb âleminde mücmeldir, ama tafsili; Bu şehadet âlemindedir ve imasıdır… Mücmeli de toplamıştır burada tafsili; Beklenen dahi bunda şüphe olmamasıdır… Buna delil: Bilinir, zatıdır hallakımız; Varlığın da, bize bildirilmiş olmasıdır…

Page 181: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

181

Onunla biliriz: Yüce Hakkı, kendimizi; Şaştığım: Tek ferdin, tüm eşyayı almasıdır…

-------------------

Bilesin ki…

İLİM: Sıfat-ı nefsiyeden sayılır ve ezelî bir vasıf taşır…

“Hayat, İlim, İrade, Kudret, Kelâm, Semi, Basar.” Görüldüğü gibi, sıfat-ı sutiyede, İlim sıfatı Hayat sıfatından sonra gelmektedir. Çünkü Hayat olmayınca hiçbir isim ve sıfatın zuhura çıkması mümkün değildir.

Yüce Allah'ın, kendi zatını bilmesi ve halkını bilmesi: Tek İLİM sayılır:

Yüce Allah'ın, kendi zatını bilmesi (bâtıni yönden) ve halkını bilmesi: zâhiri yöndendir, ve bunlar kendi zatında olduğundan, Tek İLİM sayılır:

Bölük kısmı yoktur... bir bütün halindedir, Sayıya da gelmez… Aslında yüce zatın kendi varlığındaki her oluşumunun sayısını bilir. Ancak bu sayıyı beşer ve kendinin zuhurlarından hiçbir kimse ve varlık, tafsil olarak bilemez.

Ancak o: Zatını, kendisi için olanlarla bilir…

Yani kendini Zâti zuhurunu ortaya çıkardığı, Zâti zuhur mahalli olan, kimselerle zahir bâtın bilir.

Halkını ise… oldukları hal üzere bilir…

Zâhir ve suret halleri ile bilir. Onların asılları ise isimlerine bağlıdır, isimleri yönüyle hangi hal üzere iseler öyle bilir.

-------------------

Burada bir nokta var ki, önemlidir… Ki o:

— Bilinen şeyler, yüce Hakka ilmi kendi özlerinden verdiler…

Şeklinde bir mananın çıkarılmamasıdır... Böyle bir mana:

— Yüce Hak, ilmini bir başkasından almıştır…

Demeğe gelir ki, doğru değildir…

Nitekim böyle bir söz, İmam-ı Muhiddin b. Arabi'den r.a. yanılma sonucu çıkmıştır… Ki o:

— Hakkın malumatı, kendiliğinden Hakka İLİM vermiştir…

Page 182: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

182

Şeklinde bir cümle kullanmıştır…

Kendisinden özür dileriz… Ama, biz:

— Yüce Hakkın İLİM derecesi bu kadardır…

Diyemeyiz… Çünkü biz, bundan sonraki irdelememizde, yüce Hakkı: Kendi zatından gelen köklü bir İLİM'le malumat sahibi bulduk… Hem de: Malumatta bulunan şeylerden istifade etmeden…

— Malumatta bulunan şeyler…

Dediğimiz, kendi hakikat cephelerine, yüce Hakkın hükmen verdiği şeylerdir…

Şu var ki, onların hükmen aldığı şey, yüce sübhan Allah'ın İLM'idir.

BU İLİM İktizası, onların durumlarına giren İLM'i ise, yüce Hakkın ikinci bir hükmüdür…

Adı geçen İmam'ın r.a. gördüğü, bu ikinci hükümdür…

Yüce Hakkın zatının İktizası olarak, malumatı kendinden aldığı bu ikinci hükmü görünce, sandı ki: Yüce Hakkın İLM'İ, malumatın iktiza ettiği şeylerden gelmiştir… Bu sebeble:

— Bilinen şeyler, yani: Malumat, yüce Hakka İLM'i kendi özlerinden verdiler…

Dedi…

Böylece: Malumatın İLM'i, yüce Haktaki; zatî, aslî ve küllî İLİM

olduğunu anlamayı kaçırdı… Hem bu İLİM, malumatın yaratılmasından ve icadından önce, yüce Hak'ta vardı…

Zira, onların ilm-i İlâhideki oluşu, ancak yüce Hakkın onlara karşı olan İLİM'idir…

Bu İLİM ise, ancak malumatın tek tek tek zatları için konan bir

hükümdür…

Bundan sonra, malumattan bazı işler İktiza etti… Yani: Malumattaki İLİM, yüce Hakkın zatında bir değişiklik alarak…

Önce böyle… sonra, yukarıda anlatılan ikinci hüküm gelir; malumatın İLM'i, yüce zata bağlanmış olur…

Malumata dayanan hüküm ise… malumata dair zatında olan İLM'inden başka bir şey değildir…

-------------------

Page 183: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

183

Burada bir nokta var ki, önemlidir… Ki o:

- Bilinen şeyler, yüce Hakka ilmi kendi özlerinden verdiler…

Şeklinde bir mananın çıkarılmamasıdır... Böyle bir mana:

- Yüce Hak, ilmini bir başkasından almıştır…

Demeğe gelir ki, doğru değildir…

Nitekim böyle bir söz, İmam-ı Muhiddin b. Arabi'den r.a. yanılma sonucu çıkmıştır… Ki o:

- Hakkın malumatı, kendiliğinden Hakka İLİM vermiştir…

Muhiddin b.Arabi hazretleri aramızda olsa da o bunu izah etse kendi yönüyle o da haklı çıkar, söylediği sözde, çünkü ondan da yanlış bir şey beklenmez. İki büyük kişinin bakışları itibariyle değişik müşahedeleri kanaatleri olması da tabii bir şeydir.

Şeklinde bir cümle kullanmıştır…

Kendisinden özür dileriz… Ama, biz:

Abdül Kerîm Cîlî Hz. Nezaketini de göstermiş.

- Yüce Hakkın İLİM derecesi bu kadardır…

Diyemeyiz… Çünkü biz, bundan sonraki irdelememizde, yüce Hakkı: Kendi zatından gelen köklü bir İLİM'le malumat sahibi bulduk… Hem de: Malumatta bulunan şeylerden istifade etmeden…

- Malumatta bulunan şeyler…

Dediğimiz, kendi hakikat cephelerine, yüce Hakkın hükmen verdiği şeylerdir…

Yukarıda bahsedilen hususta Muhiddin b.Arabi hazretleri, bu ifadeyi kasdetmiştir.

Şu var ki, onların hükmen aldığı şey, yüce sübhan Allah'ın İLM'idir.

BU İLİM İktizası, onların durumlarına giren İLM'i ise, yüce Hakkın ikinci bir hükmüdür…

Adı geçen İmam'ın r.a. gördüğü, bu ikinci hükümdür…

Yüce Hakkın zatının İktizası olarak, malumatı kendinden aldığı bu ikinci hükmü görünce, sandı ki: Yüce Hakkın İLM'İ, malumatın iktiza ettiği şeylerden gelmiştir… Bu sebeble:

Page 184: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

184

- Bilinen şeyler, yani: Malumat, yüce Hakka İLM'i kendi özlerinden verdiler…

Dedi…

Böylece: Malumatın İLM'i, yüce Haktaki; zatî, aslî ve küllî İLİM olduğunu anlamayı kaçırdı… Hem bu İLİM, malumatın yaratılmasından ve icadından önce, yüce Hak'ta vardı…

Zira, onların ilm-i İlâhideki oluşu, ancak yüce Hakkın onlara karşı olan İLİM'idir…

Ayan-ı sabitelerin ilminden bahsediyor. Daha bu mahlukatlar var edilmezden evvel, onların ilimleri Hakk'ta mevcut olduğunu belirtiyor. Tabi ikisinin de görüş yerleri doğru, ikisi de haklıdır, ikisinden de Allah razı olsun.

Bu değerlendirmeler üstünde fazla durmadann, kendi halleri üzere baki bırakıp, yolumuza devam edelim.

Bu İLİM ise, ancak malumatın tek tek tek zatları için konan bir hükümdür…

Bundan sonra, malumattan bazı işler İktiza etti… Yani: Malumattaki İLİM, yüce Hakkın zatında bir değişiklik alarak…

Önce böyle… sonra, yukarıda anlatılan ikinci hüküm gelir; malumatın İLM'i, yüce zata bağlanmış olur…

Malumata dayanan hüküm ise… malumata dair zatında olan İLM'inden başka bir şey değildir…

Yani bilinen şeylere dayanan ve onların halleri itibari ile kendilerinde görülen özellikleri ile hallerinde olan ilimdir.

-------------------

Yukarıda anlatılan manayı, derinliğine düşün... Çünkü bu: İnce bir meseledir…

...Ve anlatıldığı gibidir...

Eğer iş, anlatıldığı gibi olmasaydı:

— «Âlemlerden yana bir ihtiyacı yoktur; gına sahibidir...» (3/97)

Âyet-i kerimesi ile anlatılan vasfı alamazdı…

Sebebine gelince, durum:

Page 185: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

185

— Bilinen şeyler, yani: Malumat, yüce Hakka İLM'i, kendi özlerinden verdiler…

Cümlesinde anlatıldığı gibi olacak olsa idi; o zaman, yüce Hak için İLM'in oluşu, malumata dayanırdı…

Kendi vasfında, bir şeye dayanma duruma olan ise… o şeye muhtaç sayılır…

İhtiyaca sebeb olan ise: O dayanma vasfıdır…

Halbuki İLİM vasfı, yüce Allah için nefsî bir vasıftır… Yukarıda anlatılan durum ise… onun bu vasfını bozar... Ve, bir şeye muhtaç duruma getirir…

Yüce Allah ise… bu gibi şeylerden yana tam bir yüceliğe sahiptir…

Bu, böylece bilinsin… Bunun üzerinde daha fazla durmayıp, başka bir yönden ele alacağız…

-------------------

Yukarıda anlatılan manayı, derinliğine düşün... Çünkü bu: İnce bir meseledir…

...Ve anlatıldığı gibidir...

Eğer iş, anlatıldığı gibi olmasaydı:

- «Âlemlerden yana bir ihtiyacı yoktur; gına sahibidir...» (3/97)

Âyet-i kerimesi ile anlatılan vasfı alamazdı…

Sebebine gelince, durum:

---------

- Bilinen şeyler, yani: Malumat, yüce Hakka İLM'i, kendi özlerinden verdiler…

---------

Cümlesinde anlatıldığı gibi olacak olsa idi; o zaman, yüce Hak için İLM'in oluşu, malumata dayanırdı…

İlim bahsinde iki yön vardır, biri. “ma’lûm ilme tabidir.

Diğerinde ise, “İlim ma’lûm’a tabidir,” hükmüdür.

Yukarıda bahsi geçen husus, “İlim ma’lûm’a tabidir,” hükmüdür.

Bu durumu, (2/115) “Doğuda batı da Allah içindir, nereye dönerseniz Allah’ın vechi oradadır.” Ayet-i Kerîmesi bildirmektedir.

Page 186: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

186

Bunların her ikisi de ilmin değişik izah ve tarzlarıdır.

Kendi vasfında, bir şeye dayanma duruma olan ise… o şeye muhtaç sayılır…

İhtiyaca sebeb olan ise: O dayanma vasfıdır…

Halbuki İLİM vasfı, yüce Allah için nefsî bir vasıftır…

Yani özünde olan bir vasıftır. Bu bölümü kendi hali üzere bırakıp yolumuza devam edelim

Yukarıda anlatılan durum ise… onun bu vasfını bozar... Ve, bir şeye muhtaç duruma getirir…

Yüce Allah ise… bu gibi şeylerden yana tam bir yüceliğe sahiptir…

Bu, böylece bilinsin… Bunun üzerinde daha fazla durmayıp, başka bir yönden ele alacağız… -------------------

Burada, İLİM için üç yön çizeceğiz… Şöyle ki:

a) ALİM… (bizzat bilen)

b) ÂLİM… (bilici)

c) ALLAM… (işi, bütün inceliği ile bilen)

Şimdi, bunların kullanış şekilleri üzerinde duralım…

ALİM…

İLİM, mutlak olarak, Hakka bağlandığı zaman, bu:

- ALİM…

İsmi ile anılır… söylenir…

ÂLİM…

Eşyanın bilinmiş olması yönüyle Hakka bağlandığı zaman, bu:

- ÂLİM…

İsmi ile söylenir… anılır…

ALLAM…

Eşyanın bilinme yolu ile, İLİM; ikisi birlikte yüce Hakka bağlandığı zaman bu:

Page 187: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

187

- ALLAM…

Adı kendisi için verilir ve öyle söylenir…

-------------------

Burada, İLİM için üç yön çizeceğiz… Şöyle ki:

a) ALİM… (bizzat bilen)

b) ÂLİM… (bilici)

c) ALLAM… (işi, bütün inceliği ile bilen)

Şimdi, bunların kullanış şekilleri üzerinde duralım…

ALİM…

İLİM, mutlak olarak, Hakka bağlandığı zaman, bu:

- ALİM…

Alim; bizzat bilici, Âlim, bilici. Alim ilmin sahibi, kendisinde olan, Âlim'de bu ilimi bilen ama bir yerden almış olan gibi, tahsil etmiş olan gibi.

İsmi ile anılır… söylenir…

ÂLİM…

Eşyanın bilinmiş olması yönüyle Hakka bağlandığı zaman, bu:

- ÂLİM…

İlmin eşyadaki varlığını bilene âlim denmekte.

İsmi ile söylenir… anılır…

ALLAM…

Gerçek Allame; Alim, Âlim, Allam fiillerini üzerinde taşıması.

Eşyanın bilinme yolu ile, İLİM; ikisi birlikte yüce Hakka bağlandığı zaman bu:

- ALLAM…

Adı kendisi için verilir ve öyle söylenir…

-------------------

Yukarıda özeti çıkarılan: ALİM, ÂLİM, ALLAM isimleri üzerinde biraz daha duralım…

Şöyle ki:

Page 188: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

188

a) ALİM…

Bu isim:

- Sıfat-ı nefsiye…

Diye bilinir… Bu makamda, İLM'in dışında bir şey görmek yoktur…

Çünkü: İLİM, öz varlığın hakkıdır… Zatı için, kendi kemal durumunda böyledir…

b) ÂLİM…

Bu isim:

- Sıfat-ı fiiliye…

Diye bilinir… Bu, yüce Hakkın eşyayı bilmesidir…

Bu çeşit bilgide: İLM'in kendisi için olması veya başkasına olması aynıdır... Manayı değiştirmez…

Çünkü, fiiliye yönünden gelir…

Meselâ, bu çeşit İLM'i kullanırken:

- Kendi nefisini bilicidir… Yani: Kendisini bildi…

Dersin; sonra:

- Başkasını bilicidir... Yani: Başkasını bildi…

Dersin… Zira, işin içinde, fiile dayanan bir durum vardır…

- Fiiliye…

- Denmesi de, bu sebebe dayanır… Böyle olması da gereklidir…

c) ALLAM…

Bunun kullanılışı, iki yönden olur... Şöyle ki:

1 - İLMÎ, nisbetlere bağlanma yönünden görünürse… o zaman:

- Sıfat-ı nefsiye…

Adı verilir… Tıpkı: ALİM gibi olur…

2 - Eşyanın bilinme yönüne nisbet edilince de:

- Sıfat-ı fiiliye…

Adını alır…

Page 189: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

189

Anlatılan sebeplere dayandığı içindir ki; halkın İLİM babında vasfı:

- ÂLİM…

Olarak geçer... Hiç bir şekilde onlara:

- ALİM ve ALLAM…

Adı verilemez... Meselâ:

- Falan kimse ÂLİM'dir…

Denir; ama:

- ALİM ve ALLAM'dır…

Denmez... Meğer ki, bir kayda bağlı olarak:

- Falan kimse, şu işe, şu şu kadar ALİM'dir.

Denilmiş ola… Ama, bu:

- Şu işin şu şekilde tam ALLAM'ıdır…

Yahut:

- Mutlak bir ALLAM'dır…

Şeklindeki cümlelerde kullanıldığı gibi kullanılamaz…

Allam kelimesi beşer için kullanılamaz deniyor.

Bir şahıs, bu gibi bir vasıfla anıldığı zaman, mutlaka bir kayda bağlamak icab eder… Meselâ:

- Falan, şu fen dilinde ALLAM'dır.

Denebilir… Ki, bu şekilde bir cümlede:

- ALLAM…

İsminin kullanılması, bir cevaz yolu ile, işin genişliğini bildirmek içindir…

Ama halkın:

- Falan ALLAME'dir…

Şeklinde kullandıkları cümlede geçen ALLAME tabiri, bu kabilden değildir… Çünkü bu, Allah ismi değildir… Zira:

- Allah ALLAME'dir…

Denmesi caiz değildir…

Page 190: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

190

Bu manadaki inceliği anla…

Bu kısım yeteri kadar açık olduğundan yorum yapmadan yolumuza devam edelim.

-------------------

Şimdi, İLİM isminin bir başka manasını anlatmaya geçelim…

Bilesin ki…

İLİM: Vasıflar arasında, HAY ismine en yakın olanıdır… Nasıl ki:

Hayat da, vasıflar arasında, zata en yakın olanıdır…

Bu durumu, bundan önceki bölümde, şuna benzer bir cümle ile anlatmıştık:

— Bir şeyin varlığı kendisi için hayattır… Vücudu ise… zatından başkası değildir… Zata ise… hayat vasfından daha yakın bir şey yoktur… Hayata ise... İLİM'den daha yakını yoktur…

Çünkü, her canlıya İLİM elbette lâzımdır…

Bu manadaki İLİM iki çeşittir:

a) İLHAMÎ…

Ki bu tür İLİM, hayvanatın ve haşeratın İLM'i çeşidi arasında sayılır…

Kendilerine gerekli olan ve gerekli olmayan şeyleri bu yoldan sağlarlar…

Meselâ: Yemek, mesken, hareket, sükûn gibi…

Bu tür İLİM, her canlı için lâzımdır…

b) BEDİHİ, ZARURÎ, veya TASDİKİ…

Bu çeşitten İLİM'ler, insanın, meleklerin ve cinlerin İLİM'leridir…

Bu İki çeşit İLİM arasında, mana itibarı ile, bir fark yoktur…

Bu izahtan da, anlaşılıyor ki; İLİM hayata en yakın olan vasıflar arasında sayılır…

İşbu mana icabıdır ki, yüce Allah kinaye yollu, İLM'i hayattan saydı:

— «Yoksa, ölü iken dirilttiğimiz kimse, onun gibi mi olur ki?» (6/ 122)

Yani:

Page 191: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

191

— Cahil iken bilgi verdiğimiz kimse, onun gibi mi olur?

Denmek isteniyor... Ve devamla:

— «Kendisine bir nur verdik; insanlar içinde onunla yürür...» (6/ 122)

Yani:

— O İLM'in iktizasına göre hareket eder…

Denmek isteniyor; sonra da, buna benzemeyen şahıs anlatılıyor:

— «Öbürünün durumu, karanlıkta yürüyen gibidir...» (6/122)

Yani:

— Cehalet karanlığında…

Demeğe geliyor… Ki bu: Cehaletin aynı olan tabiat zulmetidir… Devamla bu kimse için:

— «O zulmetin dışına çıkamaz...» (6/122)

Buyuruluyor…

Bu bir gerçektir... Çünkü; Zulmet, ancak, zulmete götürür…

İşbu mana icabıdır ki; Cehaletle ilme gidilmez…

Bu cehaletten, tabiî olan cehli anlatmak istiyorum…

Böyle olunca da, bir cahil için, cehalet yolu ile, cehaletten çıkması imkânsızdır…

Aynı manadaki, âyet-i kerime devam ediyor:

— «Böylece, kâfirlere, amelleri süslü göründü...» (6/122)

Burada kâfirler:

— Kendi varlıkları ile, Allah'ın varlığını örtenler…

Manasına gelir…

Çünkü onlar; Kendilerinde, mahluk durumları dışında bir şey görmediler… Mevcudatta, aynı görüşe sahib oldular…

Böylece; Allah'ın yüzünü perdeleyip dediler;

— Onun vasfı mahluk olamaz… Onun için bir yokluk vasfı da yoktur…

Ama, işin inceliğini anlayamadılar ki: Yüce ve sübhan olan Hak, her ne kadar mahlukatında zâhir olmuş ise de; bu onun şanına

Page 192: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

192

yakışır bir şekildedir… Zatının hakkı olan biçimdedir…

Mahlukatın noksanından ona bir şey gelmez…

Şayet mahlukatın noksanından ona bir noksan isnad edilirse… o noksanlar arasında kemali zuhur eder; noksan hükmünü, o mahlukattan kaldırır… Onun zatına bağlandığı için, kâmillik durumunu kazanır…

Kâmilden ise… ancak kâmil çıkar…

Kâmil zata yapılan isnat ise… haliyle noksan yollu şeyler olabilir…

Bu manada şu şiir güzeldir:

Çirkinin noksanını onun cemali kapar; Onda parlayınca, çirkinlik ortadan kalkar… Onun celâli, düşküne değerler, getirir; Böyle olunca da, hem noksan, hem düşkün kalkar…

-------------------

Şimdi, İLİM isminin bir başka manasını anlatmaya geçelim…

Bilesin ki…

İLİM: Vasıflar arasında, HAY ismine en yakın olanıdır… Nasıl ki:

Hayat, İlim, İrade...

Hayat da, vasıflar arasında, zata en yakın olanıdır…

Sıfat-ı subutiye hayatla başlıyor, o bir sıfat, zata en yakın olanı hayattır, yani zatın ilk olarak tecellisi hayat olarak zuhur etmektedir, hayatın tecellisi de ilim olarak zuhur etmektedir. İşte onun için zata en yakın hayat, hayata en yakında ilim. Ona en yakında iradedir.

Bu durumu, bundan önceki bölümde, şuna benzer bir cümle ile anlatmıştık:

- Bir şeyin varlığı kendisi için hayattır…

O şeyin varlığı, “Hay” esmasının bir zuhuru olduğundan kendisi için hayattır.

Vücudu ise… zatından başkası değildir…

Yani o varlık hangi mertebe üzere suret almış ve o şekilde görüntüye gelmiş ise o mertebnin hayatı ve ma’nâsı ile “şehadet-

Page 193: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

193

müşahede-varlık” sahasına suret varlığının zatı ile çıkmıştır.

Zata ise… hayat vasfından daha yakın bir şey yoktur…

Zât-ı İlâhi’den ilk zuhur eden hayattırki, sükûn’dan harekete geçmeye vesiledir.

Hayat suri olarak bu alemde, madenler, bitkiler, hayvanlar ve hayvan-ı natık olan, suri insanlık olarak dört mertebelidir.

Ayrıca gayb âlemi denen sahada da lâtif ve gaybi varlıklar, Melekler ve diğerleri, olduğundan onların da o sahalarına ait hayatları vardır.

Bu yüzden madenlerde hayat vardır ancak, hareket kabiliyetleri yoktur. Bitkiler de hayat sahibidir, onlarda dikey olarak gelişir ve madene-toprağa bağlıdır. Ancak hayvan diye isimlendirilen o mahlûkatın, müstakil hereket etme kabiliyetleri olduğundan, yani hür dolaşma salâhiyetleri olduğundan, ve bir bakıma bağımsız olmak “Hay” esmasının sureten kemâli olduğundan bu mertebedeki varlıklara, “hayvan” ismi verilmiştir ki, asli hali, “Hay-ve- an” dır. Yani her an yaşayan, varlık ma’nâsına dır.

Böylece hayat her mertebede kendi özelliği ile zâta en yakın mertebedir.

Hayata ise... İLİM'den daha yakını yoktur…

Her mertebedeki hayatın devam edebilmesi için, bir sisteme ihtiyaç olduğundan, bu sistemin de bir bilinç olması lâzımdır bu bilinç ise ilimdir.

Çünkü, her canlıya İLİM elbette lâzımdır…

Her canlının kendine yüklenen ilmi, kendine lâzım olan yaşantısını sürdürebilmesi için, kendisine lâzımdır.

Bu manadaki İLİM iki çeşittir:

a) İLHAMÎ…

Ki bu tür İLİM, hayvanatın ve haşeratın İLM'i çeşidi arasında sayılır…

Kendilerine gerekli olan ve gerekli olmayan şeyleri bu yoldan sağlarlar…

Burada bahsi geçen ilham, suri ilhamdır. İnsana verilen ilhami ilim değildir. İkisini karıştırmayalım. Onlar kendi mertebeleri içerisinde aldıkları ilhamları yani manyetik yönetimleri yani kendi akıllarına gelen uyarıcıları burada ilham olarak gösterilmektedir. Yani şunu yeme, şunu içme diye geliyor, kendisine faydalı, zararlı

Page 194: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

194

şeyleri ayırabiliyor, zararlıyı bırakıyor, faydalıyı alıyor.

İşte biz arıya vahyettik dediği bu ilham türüdür. Bir bakıma da içgüdü diyorlar. Arıya bal yapmasını vahyediyor, orada vahiy olarak geçiyor ama Peygamber (Sav)'e gelen vahiy gibi değildir. Yani vahiy demesi bizatihi Hakk'ın zatından çıktığı manasında o. O da Hakk'tan çıkıyor ama biri Hakk'ın zat mertebesinden, biri ef'al mertebesinden ilhamı çıkmış oluyor, aradaki fark budur.

İşte insanlara gelen ilham rahmani ilhamdır, buraya gelen ilham fiili ilham yani varlığın yaşantısını düzenleyici ilhamdır, insanlara gelen ilham rahmanidir. Alim isminden gelen ilhamdır. Bunlara fiilden gelen ilham ki, bu gelen ilhamla hayatlarını sürdürüyorlar.

Meselâ: Yemek, mesken, hareket, sükûn gibi…

Bu tür İLİM, her canlı için lâzımdır…

b) BEDİHİ, ZARURÎ, veya TASDİKİ…

Bu çeşitten İLİM'ler, insanın, meleklerin ve cinlerin İLİM'leridir…

Bu İki çeşit İLİM arasında, mana itibarı ile, bir fark yoktur…

Bu izahtan da, anlaşılıyor ki; İLİM hayata en yakın olan vasıflar arasında sayılır…

Bu yönüyle arada fark yoktur deniyor. Yani hayattan sonra ilimin olması tabiidir, hepsinin bir yaşam sürecine, programa ihtiyacı vardır. İlim de program demektir, bir bakıma da, hayatın var olmuşta programın olmamış, o hayatla nereye hareket edilebilir ki!.

İşbu mana icabıdır ki, yüce Allah kinaye yollu, İLM'i hayattan saydı:

- «Yoksa, ölü iken dirilttiğimiz kimse, onun gibi mi olur ki?» (6/ 122)

Yani:

- Cahil iken bilgi verdiğimiz kimse, onun gibi mi olur?

Denmek isteniyor... Ve devamla:

- «Kendisine bir nur verdik; insanlar içinde onunla yürür...» (6/ 122)

Yani: - O İLM'in iktizasına göre hareket eder…

Page 195: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

195

Bu ma’nâ da. Hadîs-i Kudsi de, “el ilmü hayyen lem yemüd ebeden,” “İlimle diri olan ebeden ölmez” denmiştir.

---------

Denmek isteniyor; sonra da, buna benzemeyen şahıs anlatılıyor:

- «Öbürünün durumu, karanlıkta yürüyen gibidir...» (6/122)

Yani:

- Cehalet karanlığında…

Demeğe geliyor… Ki bu: Cehaletin aynı olan tabiat zulmetidir… Devamla bu kimse için:

- «O zulmetin dışına çıkamaz...» (6/122)

Buyuruluyor…

Bu bir gerçektir... Çünkü; Zulmet, ancak, zulmete götürür…

İşbu mana icabıdır ki; Cehaletle ilme gidilmez…

Bu cehaletten, tabiî olan cehli anlatmak istiyorum…

Böyle olunca da, bir cahil için, cehalet yolu ile, cehaletten çıkması imkânsızdır…

Yani karanlıktan, karanlık ile çıkmak mümkün değildir deniyor.

Aynı manadaki, âyet-i kerime devam ediyor:

- «Böylece, kâfirlere, amelleri süslü göründü...» (6/122)

Eğer o yaptığı amel, gerçekten kendi gerçek haliyle ehl-i küfre gösterilmiş olsa, küfür diye bir şey kalmazdı, onlardan kaçar ama o yaptığı kendisine süslü gösteriliyor, güzel gösteriliyor. Bu yüzden de yaptıklarında ısrarcı oluyor.

Burada kâfirler:

- Kendi varlıkları ile, Allah'ın varlığını örtenler…

Kâfir, örten manasına, perdeleyen manasınadır.

Manasına gelir…

Küfür iki türlüdür, birisi gaflet halinde olan küfür, birisi de bilerek yapılan küfürdür. Gaflet halinde yapılan küfür, amme umumi insanların yaptığı, bilerek yapılan küfür ise ehlullahın yaptığı küfürdür. Yalnız bu küfür kimseye zarar vermiyor ve fayda

Page 196: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

196

sağlıyor, gerek çevresine, gerek kendisine, gafletle yapılan küfürde zarar veriyor, hem kendisine, hem çevresine. Küfür kelimesi perdeleme, gizleme, gerçeği örtme, yerine başka bir şey koymak demek.

İşte gafletle yapılan bilgisizce yapılan batının veya doğunun içerisinde yapılan küfür, tabi bu doğudaki ehl-i küfür, cehaleti yüzünden oluyor ne yazık k, çünkü Allah'ın varlığını hakiki varlığını bilmediğimizden hayali bir Allah kurgusu ortaya çıkardığımızdan, Hakk'ın zatını gafletli olarak örtmüş, perdelemiş oluyoruz. Hakikatini gizlemiş oluyoruz, batı bunu kasten yapıyor ama yine gafletinden yapıyor. Yani o gaflet kısmına giriyor batı da kasten yaptıkları halde, iki türlü gaflet biri kasten, biri de cehlen yapılan. O kasten yapıyor, hakikatleri değiştiriyor, etrafa kötülük vermek için örtüyor. Gerek kendi taraflarına, gerek İslamiyete hücum etme babında kasten gizlemiş oluyorlar, işte bundan daha büyük suç yoktur.

Gafletinden örtmesi bir bakıma iyi niyeti ile "Ben, kulumun zannına göreyim" hadisi hükmünce oradan kendisini kurtarabiliyor. Yani af kapsamına girebiliyor ama bilerek örtmek, inadına örtmek ve zarar verdirmek suretiyle örtmek, bunun affı yoktur. Bir de işte dediğimiz gibi Hakk ehlinin, Hakk'ı örtmesi vardır. "Ya eyyühel kafirun" dediği de iki hükme de hükmediyor yani iki şekile de hükmediyor. İkaz babında batılılara böyle yapmayın dikkatli olun diye. Hakikat babında da ehlullaha hitab ediyor. "Ya eyyühel kafirun" Ey beni varlığında gizleyen kullarım, diye taltif olarak, diğerini de yerme olarak bildiriyor. Bir kelime iki manada, ayet-i kerimenin içerisinde ne kadar birbirine zıt değişik anlamı vardır.

Bir hikaye vardır, yeri gelmişken anlatalım; İki arkadaş varmış bir mahalle de birbirlerini çok severlermiş ve ikisi de hal sahibiymiş yani veli zatlardanmış. Birilkte akşam namazına gidiyorlar, imam efendide namazın ilk rekatında kafirun suresini okuyor, imim efendi ikinci rekatta bir daha kafirun suresini okuyor, imam efendi farkında değil. Neyse namazdan çıkıyorlar, iki arkadaştan birisi diyor ki, imam efendi ne yaptı gördün mü diyor, gördüm diyor, birini senin için, birini benim için okudu diyor.

Yani "Ey Hakk'ı gizleyenler" yani kendi varlığında muhafaza edenler demek, orada taltif var. Mesela giyinirken önümüze bir perde çekiyoruz, perdenin arkasında giyiniyoruz. İşte bu küfürlüktür, kafirliktir, kötü bir şey mi, namahremi gizlemiş oluyorsun. İşte ehlullahın yaptığı iş bu, mahremi korumaya çalışıyor. Aslında Allah onları saklıyor.

Page 197: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

197

Çünkü onlar; Kendilerinde, mahluk durumları dışında bir şey görmediler…

Kafirler, Allah'ın varlığını örtenler, çünkü onlar, kendilerinde mahluk durumları dışında bir şey görmediler.

Mevcudatta, aynı görüşe sahib oldular…

Yani kendilerini mahluk olarak gördüler, halbuki kendilerinde Hakk'ın zuhuru vardır. Bu zuhuru görmediklerinden kendilerini mahlukatlarıyla örttüler, Hakk'ı perdelediler, anlayışında örttüler deniyor. İşte ehl-i küfür buradan, "Venefahtü fihi min ruhi" (15/29) Ben ona ruhumdan nefyettim dediği anda o varlıkta, Hakk'ın varlığı vardır, ama o varlığa ben demek suretiyle, nefislerine onu mâl etmek suretiyle, Hakk'ı perdelediler. İşte böylece ehl-i küfür oldular. Şöyle bir söz vardır.

“Küfrü batıl, mutlak Hakk-ı örtmüştür,

Küfrü Hakk, kendini Hak ile örtmüştür.”

Böylece; Allah'ın yüzünü perdeleyip dediler;

- Onun vasfı mahluk olamaz…

Yani Allah'ın vasfı mahluk olamaz diye bu kanaatle perdelediler deniyor.

Onun için bir yokluk vasfı da yoktur…

Ama, işin inceliğini anlayamadılar ki: Yüce ve sübhan olan Hak, her ne kadar mahlukatında zâhir olmuş ise de; bu onun şanına yakışır bir şekildedir… Zatının hakkı olan biçimdedir…

Mahlukatın noksanından ona bir şey gelmez…

Hani O’nu her türlü noksanlıklardan tenzih ediyoruz... Her ne kadar Cenab-ı Hakk, mahlukatında zuhura gelmişse de, mahlukatın noksanlığından ona bir noksanlık gelmez. Çünkü o noksanlık dediğimiz şey mahluka bağlanmış olur. Aslında noksan dediğimiz şey nedir? İşte Allah'ı bizim ürettiğimiz noksan anlayışından, Allah'ı tenzih ediyoruz, kendi anlayışımızı temizliyoruz, Allah'ın nesini tenzih edeceğiz ki, yani nasıl tenzih edeceğiz, neyinden, kimden, kimi tenzih edeceğiz.

İşte biz, Allah'a kendimizden bir varlıklar vermişiz bizim anladığımız gibi bir vasıf vermişiz, kendi kendimizdeki olanı, kendi anladığımız Rabbımızı, kendimiz tenzih ediyoruz. Rabbımızın tenzihe ihtiyacı yok ki, tenzihe de ihtiyacı yok, teşbihe de ihtiyacı yok.

Page 198: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

198

Şayet mahlukatın noksanından ona bir noksan isnad edilirse…

Yani mahlukatta zuhur ediyor dediğimiz zaman ama mahlukatın da, bir noksanı var diye düşünülürse diyor.

o noksanlar arasında kemali zuhur eder;

Noksanların içinde kemal zuhur eder. Bize göre noksandır, zevaldir deriz ama o noksan dediğimiz şeyde, o kemalidir, o bir kemaldir orada, noksanda bir kemaldir.

noksan hükmünü, o mahlukattan kaldırır…

Mahlukatta gördüğümüz noksanlık, bizim anlayışımıza göre izafi bir noksanlıktır ama, onu Hakk'a bağladığın zaman, o noksan gördüğün şeyin oranın kemali olduğunu görürsün deniyor. İşte burada tenzih yapamazsın, tenzihi ancak biz nefsimizden yapmamız, yani onu eksik anlamamızdan dolayı, kendi kendimizi tenzih etmemiz gerekmektedir, kendi kendimiz için temizlenmemiz gerekmektedir.

Onun zatına bağlandığı için, kâmillik durumunu kazanır…

Biz eşyayı eşya gördüğümüz sürece, asli olarak mahluk gördüğümüz sürece, tabiki o noksanlığın onda olduğunu bileceğiz, mahluk yönünden bağlandığı zaman o noksanlık vardır. Ama mahlukta zuhur eden Hakk'ın varlığı ise, orada o noksanlık kemale dönüşmektedir. Bu yönde şöyle denmiştir.

Allahta acziyet vardır ancak Allah aciz değildir.

Kâmilden ise… ancak kâmil çıkar…

Kâmil zata yapılan isnat ise… haliyle noksan yollu şeyler olabilir…

Bu manada şu şiir güzeldir: Çirkinin noksanını onun cemali kapar; Onda parlayınca, çirkinlik ortadan kalkar… Onun celâli, düşküne değerler, getirir; Böyle olunca da, hem noksan, hem düşkün kalkar…

Yani güzel yüzlü birisi varsa, onun biraz sağında solunda ufak şeyler varsa, o güzellik onun noksanını kapar, kapatır. Tabi bu muhabbet yollu, duygu yollu şekilde bir misal verilerek söylenmiştir.

Page 199: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

199

-------------------

Yukarıdaki izahtan da anlaşılacağı gibi; İLİM, hayata lâzımdır… Aynı şekilde, hayat dahi, İLİM için lâzımdır…

Çünkü: Hayatı olmayan bir âlimin varlığı muhaldir…

Hâsılı: İLİM ve hayatın durumu, lâzım melzum durumu gibidir…

Ancak, esas manayı kavradıktan sonra:

— Burada, ne lâzım vardır; ne de melzum…

Diyebilirsin… Şu yönden ki: Kendi özünde, yüce Allah'ın her sıfatının istiklali vardır…

Eğer böyle bir istiklâle sahib olmasaydı; yüce Allah'ın sıfatlarından bazısı, başkası ile terkib edilmiş olurdu... Ya da, sıfatlarının bir araya gelmişi… Halbuki, böyle bir şey yoktur…

Yüce Allah, bu gibi şeyden tam manası ile yücedir… üstündür…

-------------------

Yukarıdaki izahtan da anlaşılacağı gibi; İLİM, hayata lâzımdır… Aynı şekilde, hayat dahi, İLİM için lâzımdır…

Çünkü: Hayatı olmayan bir âlimin varlığı muhaldir…

Hayatı olmayan yerde ilim olması mümkün değildir.

Hâsılı: İLİM ve hayatın durumu, lâzım melzum durumu gibidir…

Ancak, esas manayı kavradıktan sonra:

- Burada, ne lâzım vardır; ne de melzum…

Lazım ismi fail, lüzumlu olunan şey. Melzum da lazım olunan şey.

Diyebilirsin… Şu yönden ki: Kendi özünde, yüce Allah'ın her sıfatının istiklali vardır…

Cenab-ı Hakk sıfatlarına istiklal vermiştir. Onlara verdiği gibi habibine de bir istiklal vermiştir. İşte Hz.Rasulullah (Sav)'a, Allah istiklal verdiği için onu Medine-i Münevvereye gönderdi, orada onun bayrağını açtırttı. Eğer onun istiklali olmasaydı, Mekke-i Mükerreme'de kalır, Kabe-i Şerifin gölgesinde kalırdı. Hicretin esas oluşumu budur. Ona şöyle ettiler, böyle ettiler gibi şeyler onlarda bir gerçek ama onlar bu işin suri perdesidir. Orada Muhammedur Rasulullah bayrağı dalgalanmakta, Medine-i Münevvere'de, Mekke-i Mükerreme de ise La ilahe illallah bayrağı dalgalanmakta, Necef'te

Page 200: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

200

Hz.Ali Efendimizin kabrinde ise Aliyul Veliyullah bayrağı dalgalanmaktadır. Bunların hepsi birer kimlik, birer istiklal halidir. Kendine ait saltanat sahalarıdır. Harem-i şerife Hz.Ebu Bekir ve Hz.Ömer alındı. Hz.Muhammed (Sav)’in muhafazası altında, Hz. Osman’da öyle ama biraz dışarda, Baki mezarlığında, oraya gelenlere nur dağıtmakta.

Eğer böyle bir istiklâle sahib olmasaydı; yüce Allah'ın sıfatlarından bazısı, başkası ile terkib edilmiş olurdu... Karıştırılmış olurdu. Ya da, sıfatlarının bir araya gelmişi… Halbuki, böyle bir şey yoktur…

Yüce Allah, bu gibi şeyden tam manası ile yücedir… üstündür…

İşte biz dediği hakikatte buradadır, Cenab-ı Hakk, sıfatlarına birer istiklal, birer kimlik vermek suretiyle biz diyor, sıfat mertebesinden biz diyor. "Biz yaptık, biz ettik" diyor. Mesela bir Başbakanın, bakanları ile birlikte biz karar aldık, oy birliği ile karar aldık, böyle yaptık, böyle ettik diye, sıfatlarına kimlik vermesinden istiklal vermesinden, tabi neticede sıfatlarda zatına bağlı olduklarından ama kendi kumandanına, kendi istiklal vermiş oluyor.

Mesela bir Padişah, beylerbeyi olarak gönderiyor, işte bayrak, sancak, ona orada istiklal veriyor. Ama bu istiklal mutlak bir istiklal hükmünde değil, bulunduğu mahallin kontrolü, istiklalinde, hayat ismi, Hayy isminin istiklaline karışamıyor, o zaman sınırlı bir istiklal olmuş oluyor. Onun için Cenab-ı Hakk'ın 13 tane bayrağı var, istiklal verdiği esma-i ilahiyesi var evvela, sıfat-ı zatiye ile sıfatı subutiye, bu 13'te zaten Hz.Rasulullah (Sav)'in hakikatini ortaya getiriyor.

-------------------

Yukarıda anlatılan mana açısından şöyle diyebiliriz:

- Yüce Allah'ın halikıyet sıfatı; irade, kudret ve kelâm sıfatından terkib edilmemiştir…

Bu sıfat müstakildir… İçinde bir başkasının terkibi yoktur... Başkası için, bir lâzım melzum durumu da yoktur…

Kalan sıfatların da tümü, aynı şekildedir…

Düşün…

Yukarıda anlatılan mana, yüce Hak içindir… Ve sahihtir…

Aynı şekilde, bu mana: Halk için de sahihtir... Çünkü:

Page 201: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

201

- «Allah-ü Tealâ, Âdemi kendi sureti üzerine yarattı...»

Durum, böyle olunca, insanın; rahman sıfatlarından her sıfatın bir sureti olması lâzımdır…

Durum ki böyledir, insanda: Rahman'a nisbet edilen şeylerin hemen hepsi de bulunur…

İnsan, zahir ve batın bütün âlemlere rahmettir. Çünkü rahmaniyet hakikatinden meydana getirilmiştir. Bu konuda Allah âdemi, “halâkal âdeme alâ suretirrahman” üzere halketmiştir.

Hatta sen, anlatılan manaya göre: Muhal olan bir şeyi vücud hükmüne bağlayabilirsin; ama insan vasıtası ile…

Meselâ: Muhal olan bir şeyi farz kabilinden tahayyül edersin…

...Ve bu hayalinde, bir canlı vardır; ilmi yoktur... Yahut bir âlim vardır; onun da hayatı yoktur…

İster ilmi olmayan canlı, isterse hayatı olmayan âlim olsun… Hepsi de senin farz ettiğin hayal âleminde mevcuttur… Rabbin namına yaratılmıştır…

Çünkü: Hayal ve ondakiler, Allah'ın mahlukudur…

Bir bakıma sen kendinden bir şeyler dahi halk etsen, bu hayal âleminde olan bir şeydir, hayal âlemi dahi Hakk'ın varlığında olan bir şeydir.

İşbu durum gösteriyor ki: İnsan vasıtası ile, bu âlemde başkasına hayal olan şey bulunuyor…

-------------------

Şunu da, bilesin ki…

Bu his âlemi, hayal âleminin bir parçasıdır…

Hayal âlemi iki türlüdür, biri, “Hayali kebir” denilen Allah-ın bütün âlemlerin zuhurunu meydana getiren ilâh-i hayal âlemidir.

Diğeri ise kulun kendi varlığında kendine ait olan “hayali sagir-küçük hayal” denilen hayalidir.

Bu his âlemi mülk âlemidir... Hayal âlemi ise onun melekûtudur…

Yaşadığımız ve his ederek algıladığımız bu âlemi şehadet, elle tutulur gözle görülür mülk âlemidir. Bu âlemin bir üstü ise melekût âlemidir bu âlemin alt bölümünün ismi ise “misal” âlemidir.

Page 202: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

202

Melekût ve misal âleminde a’yân-ı sabitelerin hayali denilebilecek kurgularının mülk âleminde zuhuru için mülk âlemine aktarılarak suret kazanmaları sağlanmaktadır. Bu yüzden misal âleminin kendine has lügatının bu âlemde anlaşılması için bu lügatın kıyasi ve tecrübi olarak bilinmesi gerekmektedir.

İşte bu yüzden salike misal âleminden hayali-lâtif olarak gösterilen zuhuratların yorumu için âlemi misalin lügatının kısmende olsa bilinmesi lâzımdırki, gösterilen suretler ancak bu şekilde gerçek olarak değelendirilebilinmiş olsun. Aksi halde bu sahanın halinden haber olmayan bir kimsenin, yapacağı zuhurat yorumunun, hiçbir geçerliliği olmayacak ve muhtemeldir ki, yanlış bir yorumla zuhurat sahibi bundan zarar görmüş olabilecektir.

İş, anlatıldığı gibi olunca, melekût âleminde bulunan şeylerin bu mülk âleminde zuhuru gerekir…

Melekût âleminde olan programlar bu şehadet âleminde zuhuru olmasa idi, bu Şehadet âlemi olmazdı ve bizlerde bu âlemde olmazdık. Şehadet âleminin tamamı zuhur seyrinin son noktasıdır ve diğer ismi “mescid-il Aksa-en uzak mescid” tir. Yani Zât-ı mutlağın tecelli-i ilâh-i ile zuhurunu sürdürdüğü, en son en kemalli zuhur sahasıdır. İçinde de, Zât-i tecellisi olan evi, “Beytullah” vardır.

Değerini bilenler hakkında, aynı zaman da, “alây-ı illiyyin” bazıları içinde, “esfel-i safilin” dir.

Ne var ki, bu zuhur: Hal, vakit, durumlarının kabiliyetleri kadar olur…

Yani her varlığın a’yân-ı sabitesi kadar olur. Ancak insan bunun dışındadır, çünkü insan varlığının burada gelişmesi ve ilerlemesi söz konusudur, ve bu imkân kendisine verilmiştir, çünkü insan bazı hükümlerle mükelleftir, ve kendini geliştirme yeteneğine sahiptir. Buradaki amellerinin karşılığını ahret âleminde mükâfat ve mücazat olarak görecektir.

Böylece, o zuhur eden şey, melekût âlemindekinin bir zuhuru olur…

Sıfat mertebesinde ilmi olan suretler Melekût mertebesinde lâtif suretler kazanıp şehadet âleminde de hissi ve görünür hale gelirler.

-------------------

Anlatılan bu cümlelerin altında, bir çok İlâhî sırlar yatmaktadır…

Page 203: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

203

Onların şerhi mümkün değildir…

Onları anlamaya çalış; ihmal etme…

Çünkü onlar, gayb âleminin anahtarlarıdır… Eğer onları tam olarak elde edebilirsen, bu varlık âleminin kilitlerini açabilirsin… alâsını ve esfelini…

Bu ifadeler oldukça açıktır yorum yapmaya gerek yoktur. Ancak varlık âleminin kilitleri zeten açıktır, ama ehli gaflete kapalıdır. Kişinin evvelâ bir gönüle girmesi, kendi kilidini açıp kendini tanıdıktan sonra, varlık âlemini okumaya başlamasıdır. Bu okumaya başlaması da onların kilitlerinin açılmasıdır.

Bu sahada irfan ehlinden biri şöyle demiştir.

Ben bilmez idim gizli ayan hep sen imişsin, Canlarda ve tenlerde nihan hep sen imişsin, Bu âlem içre senden bir nişan bekler idim, Ahır bunu bildimki cihan hep sen imişsin.

Demek sureti ile evvelâ kendi kilidini, sonra da bütün kilitleri açtığını ifade etmektedir.

-------------------

Allah dilerse, bu kitabın belli yerinde melekût âlemi üzerine söz edilecektir…

-------------------

Yukarıda anlatılan manaları anladıktan sonra, İLİM olsun, hayat olsun; isterse bunların dışında kalan sıfatlar olsun:

— Birbirinin lâzım melzumudur.

Bu âlemlerde cem’iyyeti ilâhiyye üzere hayat vardır. Yani tek bir esmanın zuhuru ile hayat yaşanamaz, hayatın yaşana bilmesi için, bütün esmaların özelliklerine ihtiyaç vardır ve bunların tamamı zât-ı mutlağın hay esmasına bağlıdır. Bu yüzden birbirlerinin lüzumlu tamamlayıcılarıdır.

Der… telâzüm yoluna gidebilirsin… Ama, aksini de söyleyebilirsin…

-------------------

Cenab-ı ilâhî üzerine, bilhassa onun Resulünün S.A. diliyle söz yolu açıktır… Şu âyet-i kerime bu manayı ifade eder:

Page 204: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

204

— «Benim arzım geniştir; ancak bana ibadet ediniz...» (29/50)

Âdem oğullarına verdiğin beden arzlarıda geniştir, yeterki onlar kendilerinde bulunan gönül âlemlerini bulabilsinler.

------------------- Şu şiirler, yukarıda anlatılan mana üzerinedir…

Söyleyene Allah'tan rahmet dileriz… Hayret o denize ki, dışa akmaya can atar; Sahile çıkmakta, dalgalar birbirine çarpar… Onun rüzgârları, her yönden çok sert esmektedir; Dalgaları geri çevirmekte kıyama kalkar... Onda gök gürültüleri, peş peşe gelmektedir; Dalgaların sesleri gibi korkunç sesler çıkar… Şimşekleri de, bakanın göz bebeğini kapar; Bir kılıç gibi ki, hizasına gelene parlar… Bulutları dahi, hep üst üste yığılmış durur; Yağanları da, boşluğundan safha safha damlar… Bunlar dıştan zulmettir üst üste ama bir katre; O katrelerden ki, zulmet babında deniz saklar… Ondan isabet alan selâmeti nasıl bulur? Ki vasıf binekleri, zatında boğulur batar… Ne yapar o ki, yüzerken kesilince kuvveti; Bu halinde onu kurtarmaya dahi kim koşar? Allah-ü ekber, ondan kurtulan ise… hiç yoktur; Heyhat… heyhatlar içinde dahi heyhatları var…

-------------------

Page 205: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

205

حیم حمن الر سم الله الر بBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

İRADE

18. BÖLÜM

İRADE

İRADE: Bir önceliktir İlâhî ihsanlardan; Bizim için olmuştur bu, onun nefhalarından… Cemal onunla zuhura geldi, kesretten ki; Anlatma babında olmuştur anlaşılmazlardan… Güzelliklerimi gösterdi ihsanı altında; Halife, o tecelli suretleri nurlarından… Olmasaydı, gerektirmeseydi güzellikleri; Mahlukatın yaratılmasını kendi zatından Mahlukat olmazdı, kendilerine gelmeseydi; Vasıflanmış olmak, onun güzel sıfatlarından… Hep ona mazharlar, cemal mazharı da onlarla; Her şey her şeyin mazharı oldu hoşluklarından… Vahid, ferd sıfatı olan mümin bir mümin için; Aynadır, haber: Muhtar zatın anlattıklarından… O, bir mümin; alınınca, bir ferd de bizden mümin; İki ayna gibi olur zatî duruşlarından… Onun güzelliği bizdedir, güzelliğimiz de; Onda belli… lüzumsuzdur kalanı isbatlardan… Adımız adı oldu; adı dahi adımizdir; Her şey her şey için bir surettir nişanlarından… Şayet bu anlatmayı dilemiş olmasaydı o; Şanı icabı zor olur beyanı gayblarından…

Page 206: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

206

Bundandır ki, İRADE mana hükmünü geçirdi; Hepsine, kalan nisbetlerden ve vasıflarından…

-------------------

Bilesin ki…

İRADE: Yüce Hakkın ilim tecellisidir… Haliyle bu, zatî bir hükme göre olur…

O hüküm ise… bu İRADE'dir…

-------------------

İRADE: Varlık babında, malumata yüce Hakkın tahsis ettiği bir özelliktir… Bu tahsis dahi, ilmin verdiği hükme bağlıdır…

Yani: ilim neyi icab ettiriyorsa… yapılan tahsis ona göre olur…

Buraya kadar anlatılan bir vasıftır; ama yüce Hakkın vasfıdır…

Bu vasfın adına:

- İRADE…

Denir…

-------------------

Bizdeki yaratılmış vasfını alan İRADE, aynen Hakkın İRADE'sidîr… Ama, bize nisbet edildiği zaman, bize lâzım olan bir yaratılma durumu meydana çıkar... Haliyle, vasfımıza lâzım olan bir şekli ile…

İlâh-i ve mutlak olan irade Hakk’a aittir ve onu durduracak hiçbir varlık ve hüküm yoktur. O iradeden kula yansıyan irade ise kullanılmaktan yana mes’uliyet gerektiren kulluk sahasına bırakılan iradedir.

İşbu anlatılan mana icabıdır ki:

- İRADE, yaratılmıştır…

Kulluk iradesi, yatılmış-halkedilmiştir ki, kulun bunu kullanmadaki gerçek iradesi ortaya çıksın.

Diyoruz… Yani: Bizim vasfımıza göre olan İRADE…

Page 207: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

207

Ancak, bu İRADE, yüce Allah'a bağlanışı dolayısı ile, zatı için kadim vasfını alan İRADE'dir… Ezeli vasıf.

Talebe uygun bir şekilde, eşyanın beyanı için, bize engel olan durum ise… o İRADE'nin bize olan nisbetidir…

Bu âlem bir bakıma iradeler çatışmasıdır. Bir kimsenin iradesi bir şeyi yapmaktır, diğer bir kimsenin ise iradesi o şeyi yaptırmamaktır. O zaman kaba güç kullanma iradesi ortaya çıkarki bu irade haksız yere kullanılmıştır. Ayrıca haklının hakkını vermek içinde bir irade ve ona bağlı olarak güce ihtiyaç vardır. Böylece iradenin biri kötüye diğeri iyiye hizmet etmektedir.

İşte… asıl yaratılmış olan, bu nisbettir…

İRADE'nîn bize karşı olan bu nisbeti kalktığı, tamamen Hakka bağlandığı zaman… ama ondaki şekliyle… işte o zaman: EŞYA, talebe uygun bir şekilde, oluşmaya başlar…

() “attığın zaman sen atmadın ancak Allah attı” hükmü ile atış iradesi Hakk’a bağlanmış olur.

Bu manayı anla…

Tıpkı: Bize nisbet edilen yaratılmış vücudumuz gibi… Ve bu vücudumuzun Allah'a nisbeti ile, kadim oluşu gibi…

Varlığımız bize bağlandığı zaman “hadis-sonradan olma” Allah’a bağlandığı zaman kadim olmaktadır. O halde bir kul kulluğu yönüyle hadis, hakikati yönüyle ise “kadim-ezeli”dir.

Şunu da, unutmamak lâzımdır ki, bu bağlantı zarurîdir… Keşif ve zevk ona verilir… Aynen kaim olan ilim verilir…

Bu iki hakikat yaşantısını idrak ederek birlikte yaşayanlar kemâl ehli olan ehlûllah sınıfındandır. İşte bunlar ilim ve irade sahibi kimselerdir. Sadece kendi beşeriyetleri ile yaşayanlar ise “Hakk’tan mahcup-perdeli” ve gaflet ehli halkıdır.

Kendilerini zahir olarak var zannederler. Hakk ise kendi varlıklarında kendi beşeriyetleri ile perdelenmiş haldedir. İşte bu yüzden de kendilerinde bulunan Hakk-ı zuhura çıkarmadıklarından da nefislerine zulmetmişlerdir.

Şimdi… bu makamda ondan başka ne kalır?

Bu manayı da anla…

-------------------

Page 208: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

208

Bilesin ki:

İRADE için, bu yaratılmışlarda, DOKUZ zuhur şekli vardır…

Onlar, sırası ile, şöyledir:

BİRİNCİSİ: Meyil…

Bu meyil, kalbin talibi, olduğu şeye karşı bir cezbedilişi olur…

Bu meyil, kuvvetlenir ve sürüp giderse… o zaman, ikinci bölümde sayılacak VELÂ' durumuna geçer…

-------------------

İKİNCİSİ: Vela'…

Bu:

— İlgi duyup, bir bağlantı peydah etmek…

Demektir…

Bu da, şiddet kesbeder ve artarsa… üçüncü olarak sayılan:

— SABABET…

Adını alır…

-------------------

ÜÇÜNCÜSÜ: Sababet…

Bunun açık manası şudur:

— Sevdiği kimse uğrunda, kalbin tam bir salınışıdır…

Tıpkı: Bir su gibi, damla akar gider… sonunda bir şeyi kalmaz…

Biter tükenir…

-------------------

DÖRDÜNCÜ: Şegaf…

Bu, yukarıda anlatılan halin, yani: Kalbin tam salınışı ile, bir bitkinlik sonunda başlayan haldir…

Bu durumda, bir İRADE tecellisi, tecelli bulduğu yeri kendinden geçirir…

-------------------

Page 209: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

209

BEŞİNCİSİ: Heva…

Bu durumun başlaması, yukarıda anlatılan halin kalbde tam yerini bulup yerleşmesine ve onu dışta kalan her şeyden geçirmesine bağlıdır…

Böyle bir halin adı: HEVA'dır…

-------------------

ALTINCISI: Garam…

Bu, hal, heva cesed üzerindeki hükmünü tamama erdirince başlar…

-------------------

YEDİNCİSİ: Hubb…

Yukarıda anlatılanların zail olması, meyli gerektiren sebeblerin ortadan kalkması sonucu bu adı alır... Yani: Hubb… sevgi… Meyilin de adı olmayan bir hal içinde sevgi…

-------------------

SEKİZİNCİSİ: Vüdd…

Bu da, sevenin kendinden geçmesi sayılır... Bu hale, gelen için VÜDD, derecesinde bir sevgi vardır…

-------------------

Yukarıda bahsi geçen hususlar oldukça açık ve her kişiyi de ilgilendirmediği için sadece metinleri vermekle yetindim.

DOKUZUNCUSU: Aşk…

Yukarıda anlatılan haller tam bir kabarışla kabardığı zaman, bu AŞK başlar…

Bu makamda, seven de, sevilen de yok olur…

Aşk , 5 nokta dan ve 3 harften (53) diye oluşuyor. Aşkın

halini sarmaşığa benzetiyorlar. Nasılki sarmaşık sarıldığı yeri tamamen sararak bünyesine alıyor ise, işte aşk’ta sardığı veya girdiği yeri böylece sarıp kuşatmaktadır. Ve kendi hükmünü orada irade edip diğer iradeleri de kendi hükmü altına almaktadır.

(Ayn-şın-kaf) harflerinden meydana gelmiştir. Ayn, gören göz demektir. Şın, müşahede tahakkuk demektir. Kaf, ise kudret kafı’dır. Aslında bütün âlem bu hükmün altında dır.

Page 210: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

210

Aşk, aşkı hayavani, aşkı mecazi ve aşkı ilâh-i, diye üçe ayrılmıştır. Bura da bahsi geçen ilâh-i ve gerçek aşktır.

İşbu makamın adı: AŞK'tır…

Bu mazharda bulunan aşık, maşukunu görse bile tanımaz… bilmez… onu kendine çağıramaz…

Aşkın başlangıçta, ortada ve sonda olmak üzere değişik yaşam halleri vardır bunlara göre her oluşumda başka bir duygu hali ve yaşantısı olur.

Tıpkı: Mecnun'un hali gibi…

Rivayet edilir ki:

- Leylâ'nın yolu, Mecnun'a uğramış; konuşmak için, yanına çağırmış… Buna karşılık Mecnun şöyle demiş:

- Ben, Leylâ ile meşgulüm… Seninle olacak halde değilim…

Leyla ile Mecnun birbirlerini çok sevmişler. Babası Leyla'yı Mecnun'a vermemiş. Mecnun'un esas ismi Kays, sonra bu delilik halleri gösterince Mecnun demişler. Bir gün aradan epey seneler geçtikten sonra Leyla, Mecnun'a geliyor. Leyla, benim bak geldim diyor. Mecnun, ben seninle uğraşmam, ben Leyla ile meşgulüm, seni ne yapayım şimdi diyor. Ama gelen Leyla ama ben, Leyla ile meşgulüm diyor. Çünkü artık Leyla'nın cesedinden geçmiş, sadece bir muhabbet kalmış, karşısına kim gelirse, gelsin, o muhabbet hiçbir şeyi görmüyor.

Leyla'nın cesedini dahi görmüyor, o hale gelmiş. Birde yine bu mevzu ile ilgili; Demişler ki, hadi gel sana artık Leyla'yı alalım demişler, babası da vermeye razı olmuş, yok demiş, o, o zamandı. Ben Leyla, Leyla diye diye Mevlamı buldum. Leyla'yı ne yapayım demiş. Leyla'ya olan meyli kendisindeki hakkani arzunun Leyla'nın cemalinde zuhura çıkması, yani Leyla'nın cemalinde, Hakk'ın cemalini kendine uygun siluette görmesi, yani aynası olmasıdır. Ama orada gördüğü aslında sevdiği Leyla değil, Leyla zannettiği Leyla yani zannında zannettiği Leyladır. İşte onun zaman içerisinde o perdeyi kaldırınca ortadan Leyla perdesini kaldırınca, isim yine Leyla ama vasıf değişmiş oldu.

-------------------

Bu son anlatılan, vuslat ve yakınlık makamlarının sonuncusudur…

Page 211: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

211

Bu makamda arif marufunu tanımaz… bilmez…

Ne arif kalır; ne de maruf…

Ne aşık kalır; ne de maşuk…

Yalnız A Ş K kalır… o kadar…

A Ş K ise… sırf zattan ibarettir…

“Aşık, maşukunu hangi libas içinde görse tanır.”

Dediği, bu aşkın sonunda ilim ile kemalata erdiği zaman yani aşk ilim ile birleştiğinde, o meczubani haller üzerinden gitmiş oluyor ama batıni cezbesi ilme dönüşüyor. İşte o ilim sahibi olduğu zamanda maşukunu nerede görse, hangi şekil içinde görürse görsün tanıyor. Mevlana'ya sormuşlar aşk denir diye? O da ben olda gör demiş. Yani o zata ulaşta ondan sonra ne olduğunu anla. Aşk anlatılacak bir şey değil ki, yaşamadıktan sonra, ne bilsin.

"Aşık oldur kim canın feda kılar cananına, vermeyen can itiraf etmek gerek noksanına"

Ben aşığım diyen kimsenin, sevdiğine canını feda etmesi gereklidir, eğer etmiyorsa, o zaman aşkının noksanlığını itiraf etmesi gerekiyor demektir.

Orada, ne isim vardır; ne de resim… Ne nam vardır; ne de vasıf…

-------------------

Burada, şunu da anlatmak istiyorum: AŞK, ilk zuhuru anında, aşıkı yok eder…

-------------------

O kadar ki: Ne ismini bırakır; ne de resmini… Ne namını bırakır; ne de vasfını…

-------------------

Anlatılan hallerin sonunda, aşık tükenir… Sönerse… aşk onun elinden tutar; maşukunda fenaya sokar…

Aşık maşuk birbirine karışır…

Böyle bir haldeyse… aşk fena halini de söndürür… ismi önce gider; sonra da vasfı gider… daha sonra zat da gider…

Page 212: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

212

Ne aşık kalır; ne de maşuk gayrı…

Bundan sonradır ki: İki suretle de görünür… iki sıfatla da, sıfat alır…

Hem aşık ismini alır; hem de maşuk…

Muhiddin Arabi hazretleri şöyle diyor; Aşık kulun vasfıdır, maşuk Hakk'ın vasfıdır.

Hz Mevlana; “Cümle maşukesti aşk perdeyi, aşık mürdeyi maşuk zindeyi demiş. Cümle maşuk, yani gördüğün her şey maşuktur, sevilendir, aşık ise sevendir diyor. Ama aşık mürdeyi, aşık hastadır. Maşuk zindeyi, maşuk sıhhatlidir, sağlıklı olan maşuktur, sevilendir diyor.

Arif; bilen, marufta bilinendir. İşte aşık fail, maşukta meful yani bilinen, sevilen hükmüne. Tabi buradaki her şiirdeki aşk kelimesi o mevzu içerisindeki mertebeden söylenmiştir. Burada dediği gibi aşıkla maşuk artık karışmış birbirine, zaman gelir, aşık libasını giyer, zaman gelir maşuk libasını giyer. Ama maşuk ve aşığın ayrı olduğu devreleri de vardır.

Aşk, aşık, maşuk bunların birleşmesi gerekiyor. İlim, âlim, malum bunlarının üçünün birleşmiş olması gerekiyor. O zaman ilimde kemale ermiş oluyor, aşkın kemalide o zaman oluşmuş oluyor. "Ah" taki kemal aşkı budur, bu da gizli "Elif"in Allah'ın ikinci "Lam"ının önündeki gizli "Elif"in, hüviyeti mutlakaya ulaşmayı şiddetle arzu etmesi "AH". Allah lafzında bir "AH" var ki, işte oradaki "HU" ismi azam "HU"su, hüviyeti mutlakaya dayanıyor. İşte bütün aşklarda oraya dayanıyor.

Bu manada şu şiiri söyledim:

Aşk, Allah'ın ateşi, kasdım tutuşturanıdır; Onun doğuşu, batışı kalbde ulu şanıdır… Büyük bir haberdir ehline ama onlar onda; Çeşitlidir, kasdım: Ciddiyetle kapışanıdır… Şöyle görürsün onları, aşkın tek noktasında; O vahidde dağınık sıra kapışanlarıdır…

Page 213: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

213

-------------------

Burada, bilmen gereken bir husus vardır ki, o:

- FENA…

Fani yok oluş, tasavvufta çok geçen bir terimdir ancak yaşamı oldukça zordur. Kişinin idraken her türlü varlığından geçmesidir.

Diye anlattığımız tabirdir… Bu, nedir?

Bilesin ki…

FENA: Şuurun olmayışından ibarettir…

Hakk'ta fani oldu. Evvelâ Fenafişşeyh, ile başladı, sonra Fenafirrasul, sonra Fenafillah, ondan sonra da Bakabillah. İle hakikatini idrak edip hakk’ta baki olmasıdır.

İşbu şuurun olmayışı, kimde ise… fena hali: Tam bir şekilde kendinden geçiş hükmünün istilâsı ile onda olur…

Burası İseviyyet “Fenâfillâh” yokluk makamıdır. Namazın secde-hiçlik halidir. İki yaşam hali vardır. Birincisi kendi kendindeki fenası ile, kendinde kendini bulamaması. İkincisi ise kendindeki bütün âlemin ve kimliklerin “fena-fani-yok” olmasıdır ki.

(55/26) “varlık âleminde ki her kimlik fanidir”

Âyeti bu hususu çok açık olarak anlatmaktdır.

Böyle olunca, o kimse kendinden geçer… Varlığını bilemez…

Ortalıkta gezer durur, ancak kendini eski nefsi varlık halinden çok başka türlü, bilinçsiz bir bilinç ile, yani kendine ait olmayan bir bilinç ile hayatını adeta otomatik bir yaşantı ile sürdürmeye devam eder.

Böyle olunca: Bir kimsenin kendinden fenası:

- Kendini bilemeyişi…

Demektir…

---------

Sevdiğinde kendinin fenası ise: Bu üçüncü fenadır.

- Onda helake varıp yok oluşu…

Manasına gelir…

Hâl böyle olunca üç fena hali olduğu bilinmelidir. Biri kişinin kendi kendinde kendi fenası. Diğeri ise sevdiğinde yok olduğu zamanki

Page 214: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

214

fenasıdır. Üçüncüsü ise âyette bahsedilen, kendinde bütün âlemin fenasıdır. Bu makamların birde aynı şekilde bakaları vardır, yeri olmadığı için sadece bildirmekle kalalım.

-------------------

FENA, halinin evliya arasındaki tarifi şöyledir:

— Bir şahsın, kendi nefsini bilemeyişidir... Hatta, ona ait hiç bir şeyi…

-------------------

Yukarıda anlatılanları bildikten sonra, şunu da bilesin…

Halka tahsis edilen İLÂHİ İRADE, her halükârda, hiç bir illete ve sebebe dayanmamaktadır…

Her varlığın kendine verilen rolünü yapabilmesi için bir güce ihtiyacı olacağı malumdur. İrade-i külliye, cüz-i varlıkta bu gücü kullanması için, bir iradeye ihtiyaç olduğundan ona bunu vermiş, ancak bu veriş kendi özlerinden olduğundan hiçbir sebebe dayanmamıştır.

Çünkü o; yani: İRADE, azamet hükümlerinden bir hükümdür…

Bu âlemlerin düzenlenmesi ve devamının sağlanması, için mutlak bir İradeye ve azamete, ihtiyaç vardır ki zaten oda mevcuttur.

Yahut: Uluhiyet vasıflarından bir vasıftır…

Yüce Allah'ın uluhiyeti ve azameti ise… zatına aittir.. . Bunun böyle olması dahi: Hiç bir sebebe dayanmaz…

-------------------

Bizim bu manada ileri sürdüğümüz görüş, Muhiddin b. Arabi'nin r.a. görüşünün aksinedir…

Onun görüşü şöyledir:

---------

— Allah-ü Teâlâ'ya: MUHTAR isminin verilmesi caiz olmaz... Sebebine gelince: Bir şeyi kendi arzusu ile yapmaz… Yaptığı şeyi, hangi âlemde yapacaksa o âlemin kendi hükmüne göre yapar…

Âlemin kendi hükmü ise… içinde bulunduğu halden başkası değildir…

Page 215: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

215

Böyle bir hal ise… MUHTAR olmaya elverişli değildir…

---------

Muhiddin b. Arabi'nin r.a, görüşü yukarıdaki gibidir ve bunu: FÜTUHAT-I MEKKİYE adlı eserinde yazmıştır…

İRADE, tecellisi bahsinde, başarılı kelâm etmiştir... Ama, kaybettiği, başarılı olduklarından daha çoktur…

Aslında o mesele: Azamet-i ilâhiyenin iktiza ettiği ahkâmdan sayılmalıdır…

Onun başarıp zafer kazandığı noktalara biz de ulaştık…

Ama, sonradan izzet tecellisi sayesinde onu da geçtik…

Bu geçişten sonra, anlaşılan şu oldu: Yüce Allah eşyada tam bir MUHTARİYETE sahiptir…

Dilediği şekilde, onlarda tasarruf etmektedir…

Bu dileyiş, hiç bir şekilde; zaruret durumuna ve bir dileyici olmaya dayanmaz…

İlâhî bir şan icabıdır… Zatî bir vasıf gereğidir…

Nitekim bu manayı, kendi zatından anlatırken; yüce kitabında şöyle anlatmıştır:

— «Rabbın dilediğini yapar seçişte MUHTAR'dır...» (28/68)

Netice: Kadir, muhtar, aziz, cebbar, mütekebbir, kahhar olan

Allah'tır…

---------

Yukarıda bahsi geçen konu hakkın da daha başka bir şeyler ifade etmeye gerek yoktur, çünkü iki büyük şahsiyetin fikirleri arasında bu doğrudur bu değildir diye bir ayrımda yapmak doğru değildir.

Ancak çok incelenir ise tabi bazı hususları biraz daha açmak mümkün olur ama, zaten konu oldukça derindir. Bu derinliği daha da derinleştirmek, o sahaya girmeyi daha da zorlaştıracağından, olduğu hal üzere bırakıp, okuyucuların idrakine bırakmak, en iyisi olacaktır. Cenâb-ı Hakk hepimize idrak denişliği nasib eylesin.

-------------------

Page 216: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

216

حیم حمن الر سم الله الر بBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

KUDRET

19. BÖLÜM

KUDRET

KUDRET: Zata bağlı bir kuvvetttir…

Ve... bu kuvvet: Ancak Allah'ındır…

-------------------

KUDRET: Yüce Allah, şanı icabı; malumatı, yani: Mahlukatı, bu aynî âleme çıkarmasıdır…

Yani: Bu dış âleme… bu gözle görülen âleme…

Ama, İlmî bir hüküm icabı olarak…

Anlatılan âlem, KUDRET tecellisi için bir tecelli yeridir…

Yani: Onun malumatı dahilinde olan göze gelen varlığın, adem (yokluk) âleminden gelip açığa çıktığı yerdir…

Sonra… yüce Allah, zuhur bulacak şeylerin, kendi ilim gizliliğinde mevcud olduğunu da bilir…

-------------------

KUDRET: Yüce Allah, şanı icabı; malumatı, yani: Mahlukatı, bu aynî âleme çıkarmasıdır…

Kudretin genel ifadesi bu, bütün bu varlığı ayan-görünür haline ortaya çıkarması, onun külli kudreti olmaktadır, ve bu kudret kesilmeksizin devam etmektedir.

KUDRET: Yüce Allah, şanı icabı; malumatı, yani: Mahlukatı, bu aynî âleme çıkarmasıdır…

Yani bu bilinen varlıkları, mahlukatı bu ayni âleme çıkarmasıdır. Bu ayni âleme çıkarması yani batından ortaya, yani görünür hale getirmesi, kudret sıfatının zuhurudur, o kudreti olmasa çıkaramaz. İradesiyle bunları oluşturması, kudretiyle de bunları zuhura çıkarması, irade olması da sadece yeterli değil, iradeyi kudretle desteklemesi gerekiyor.

Page 217: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

217

Yani: Bu dış âleme… bu gözle görülen âleme… Aslında batın âlemde olan hadise de, kudretle olmakta, yani batında olsa kudretsiz olmaz, ama zuhuru gözle görünür hale gelmesi bu âlemde meydana gelmesi, ve bu da işte belirli bir kudret içerisinde olmasıdır.

Ama, İlmî bir hüküm icabı olarak…

Anlatılan âlem, KUDRET tecellisi için bir tecelli yeridir…

Burası ef'al fiiller âlemi, kudret tecellisinin bir tecelli ve zuhur yeridir. Yani kudretinin zuhura çıkması için, bir tecelli yeridir, bu âlemler. Yani bu âlemler olmasa onun kudret tecellisi olmazdı.

Yani: Onun malumatı dahilinde olan göze gelen varlığın, adem (yokluk) âleminden gelip açığa çıktığı yerdir…

A’dem, Âdem ikisinin de başında "A" vardır "D E M" harfleri var. ADEM biraz uzatıldığı zaman, ÂDEM olmakta ama arasında çok büyük fark oluşmakta, birbirine o kadar zıt bir hadise oluşmaktadır. İşte biz bu arasındaki farkı bilmezsek, o cümleyi okuduğumuzda, bu kelimenin geçtiği cümleleri okuduğumuzda, bunu ayırt etmemiz mümkün değildir. Okuduğumuz satırdaki manayı anlamamız mümkün değildir. Âdem, varlık demek yani Allah'ın zuhur tecellisi mutlak varlıktır. A’dem ise ikisini birbirinden ayırmamız şapkasıyla, şapkası varsa Âdem (a.s.) yani insandan bahsetmekte, şapkası yoksa A’dem geçiyorsa, yokluktan bahsetmekte. Biri mutlak varlık, biri yokluktur, aynı kelime ikisi de ama, bir birine o kadar zıttır. A’dem, Arapça'da "Ayn" harfiyle başlar, Âdem, Arapça'da "Elif" ile başlar.

Yani: Onun malumatı dahilinde olan göze gelen varlığın, a’dem (yokluk) âleminden gelip açığa çıktığı yerdir…

Yani şöyle diyelim; Âdem-i mana, a’demden zuhura çıktığı zaman Âdem ismini almakta.

Sonra… yüce Allah, zuhur bulacak şeylerin, kendi ilim gizliliğinde mevcud olduğunu da bilir…

Yani bütün bu varlık ortaya çıkmazdan evvel Cenab-ı Hakk, onları ilmi mahiyette, kendi varlığında bilir, zuhura çıkmazdan evvelde onları bilir diyor.

-------------------

Şu da, bir başka tarif:

Page 218: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

218

KUDRET: Varlıkları, anlatılan İlim içinde yok gibi gelenleri, ortaya çıkaran bir kuvvettir…

-------------------

KUDRET: Sıfat-ı nefsiye meyanında sayılır…

Ve… rububiyet sıfatı onunla zuhura gelir…

-------------------

KUDRET: Sıfat-ı nefsiye meyanında sayılır…

Sıfat-ı nefsiyye önce hayattır, ve her şey hayat başladıktan sonra olabilmektedir. Olacak hadiselerde bir kudret ile zuhura çıkacaktır.

Ve… rububiyet sıfatı onunla zuhura gelir…

Yani Rablık sıfatı, kudret sıfatı olmazsa zuhura gelmez. Rab, yani terbiye edicilik sıfatı ancak kudretle ortaya gelir. O kudrette, bazen Kahhar mevkiinde gelir, bazen Cabbar mevkiinde, bazen Rahman mevkiinde gelir.

-------------------

Sonra o… yani: KUDRET; bizde var olan kudretin aynıdır…

Bize bağlandığı zaman: Yaratılmış bir KUDRET olur… Yüce Allah'a bağlandığı zaman…

— Ezelî, kadim, KUDRET…

İsmini alır…

-------------------

Sonra o… yani: KUDRET; bizde var olan kudretin aynıdır…

“Ne var alemde o var Âdemde” hükmü ile belirtildiği gibi, birey insanda da, kudret sıfatı vardır. Ve bu kudret sıfatı ile hayatını sürdürmektedir ve hayatın en hareketli sıfatıdır. Sabah kalkıldığında ilk hareket kudret sıfatı ile hareketlenerek başlar.

Günün sunun da yatağa girdiğimiz zaman fiziki hareketlerimizin sona ermesi ile, kudret sıfatının geçici bir süre uyku esnasında şuur olarak, bir müddet hareketsiz kalmasıyla, kudret sıfatı zahiren durmuş olur. Ancak batınen zuhuratlarda lâtif olarak gene faaliyettedir.

Ayrıca bütün beden varlığımızın, doğal yaşamında, gene biz uykuda bile olsak, hayatiyetimizi devam ettirmek için, bizim

Page 219: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

219

şuurumuz dışında kendi kurgusu istikametlnde kudretini sürdürür.

Bize bağlandığı zaman: Yaratılmış bir KUDRET olur… Yüce Allah'a bağlandığı zaman…

- Ezelî, kadim, KUDRET…

İsmini alır…

Cenab-ı Hakk'ın bütün hakikatleri, bütün özellikleri insanda mevcut olduğuna göre, kudret ismi de insanda zuhur etmektedir. İşte yaptığımız her şey neticede bir kudrete, iradeye, iradeyi ortaya getirende kudrete bağlıdır. Herhangi bir şey üretmemiz hep bu kudret sıfatı altında olmaktadır. İşte bu kudret bize bağlandığı zaman, zuhura gelmiş bir kudret olur. Bizden zuhura çıktığı zaman, zaman ve mekan içerisinde oluştuğundan, önceliği ve sonralığı vardır. Belirli bir müddeti var, biz yaşadığımız sürece o kudret bizden çıkmakta, dolayısıyla kısmi bir kudret, beşeriyetimize bağlanan bir kudret ama, özü ve hakikati yine Allah'a bağlı olan bir kudrettir.

Ondan gelen bir kudretin neticesidir. Tabi varlıkların kapasitesine göre, o kudret oradan çıkmaktadır. Mesela diyelim; Bizim kudretimiz tek elle 20 kg kaldıracak kapasitede, o kadar ama Allah'ın kudreti, ezeli ve ebedi, sayıya gelecek bir kudret değil. Ama bizim kudretimiz dahi kaynağını ondan almakta, biz bilsekte, bilmesekte. Bildiğimiz zaman, yaptığımız işin, kudretin Hakk tarafından olduğunu, iradi ve ilmi olarak bilmekteyiz, o zaman huzurda olmaktayız, yaptığımız işin nasıl kaynaklandığını, bilmediğimiz zaman gafletteyiz ve kudreti bize bağlamaktayız.

"Attığın zaman sen atmadın ancak Allah attı" Atış bir kudret neticesinde ortaya gelmekte, işte bu böyle atıldığı zaman bu kudret ezeli ve ebedi kudrete dönüşmüş oluyor, ama oraya bağlanmadan ben attım dediğimizde, o bizim nefsimize, beşeriyetimize bağlanmış oluyor. Bu halde yaptığımız her şeyden suçlu veya mükafat sahibi oluyoruz. Yani nefsimize bağlı olarak yaptığımız kudretli fiillerimizden her bir fiilimizden ve kudreti nefsimize bağladığımızın zaman sorumluyuz, veya mükafat alacağız, ondan ama kendimizden soyunmuşsak, geçmişsek o kudreti Hakk'a bağladığımız zaman, sorumluluğumuz kalmamış oluyor. Sorumluluğumuzda kalmamış oluyor, mükafat beklememizde olmuyor. Ne mükafat var, ne mücazat var. İşte Allah attı dediği zaman, Allah'ın fiilide kadimdir, ezelidir.

-------------------

Page 220: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

220

Bu KUDRET: Bize bağlantısı dolayısı ile, önemli işler yapmaktan yana acizdir…

Ama, yüce Allah'a bağlandığı zaman: Eşyayı icad etmeye ve onları gizlilik âleminden bu şehadet âlemine getirmeye güçlüdür…

İncelik taşıyan bu manayı anla…

Çünkü: Onda büyük bir sır vardır... Bu sırrın keşfi ise… ancak, Allah ehli kimselerden, zata bağlı olanlara layıktır…

-------------------

Bu KUDRET: Bize bağlantısı dolayısı ile, önemli işler yapmaktan yana acizdir…

Yani beşeriyetinden çıktığı zaman.

Ama, yüce Allah'a bağlandığı zaman: Eşyayı icad etmeye ve onları gizlilik âleminden bu şehadet âlemine getirmeye güçlüdür…

Biz bunları yapamayız ama O bunları yapar. İşte bizde herhangi bir hadiseyi ortaya getirdiğimiz zaman, gizlilik âleminden, şehadet âlemine çıkarmış oluyoruz. Yani batında gizli olan şeyi kudretimizle zuhura çıkarmış oluyoruz. Mesela hiç ortada bir ayakkabı yokken, oradan deri geliyor, orada kösele... topluyorsun, ortaya çıkarıyorsun bir şey ortaya çıkarıyorsun, işte bu kudret neticesinde, irade ve kudret neticesinde oluşuyor. Batındaki bilgiyi, batındaki malzemeyle, zahire çıkarıyoruz. Bu kitapların yazılması gibi satıra geçtiği zaman maddeye çıkmış, zuhura çıkmış oluyor, bir görüntüye geliyor, şehadet âlemine ulaşıyor. Batından, zahire kudretle çıkıyor.

İncelik taşıyan bu manayı anla…

Çünkü: Onda büyük bir sır vardır... Bu sırrın keşfi ise… ancak, Allah ehli kimselerden, zata bağlı olanlara layıktır…

Tabi bu işi anlamak her şeyden evvel, bir eğitim meselesidir. Sokakta gezen bir insana senin kudretin, Allah'ın kudretidir dendiği zaman, o şaşkın şaşkın bakar yüzüne, ne dediğini de anlamaz. O der ki, ben yaptım, benim elimden çıktı, ben yaptım bu işi der. Doğrudur, haklıdır ve yerli yerincedir. Bunu ancak Hakk ehli kimseler anlayabilir, yani tevhid ehli, tevhid sırrına aşina olan kimseler bunu anlayabilir.

-------------------

Bize göre KUDRET: Vasfı anlatıldığı gibi olan (ma’dum) yok oluşun bir icadından ibarettir…

Page 221: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

221

Ancak, bu fikrimiz: Muhiddin b. Arabi'nin r.a. aksinedir…

O, şöyle demektedir:

- Allah, eşyayı yokluktan yaratmadı... Ancak, İlmî varlığından aynî varlığına çıkardı…

Bu fikirde, her ne kadar akla uygun bir yön var ise de, zayıftır…

Ben, Rabbımı KUDRET yönünden tenzih ederim… Özellikle madum olan bir şeyin icadından ve sırf yokluk olan âlemden sırf varlık olan bu âleme getirmekten yana KUDRET'inin güçsüz oluşundan…

Gene burada iki kıyas vardır, düşünce sahipleri kendi fikirleri hakkında hürdürler, daha fazla üstünde yorum yapmak, doğru olmaz, sizlerde okuyup kendi anlayışlarınızı oluştutursunuz.

-------------------

Şunu da bilesin ki…

Muhiddin b. Arabî'nin r.a. yukarıda anlatılan fikri, inkâr edilmiş değildir... Onun bundan muradı şudur: Eşya önce onun ilminde idi… Sonra, onu bu göze gelen âleme getirdi… böylece gelişin adı:

— İlmî varlıktan, aynî varlığa çıkarmak…

Şeklinde söylenecek bir cümle ile konur…

Ancak, şurasını kaçırmıştır: Allah için, zatında varlık hükmü, ilmindeki eşyaya verilecek varlık hükmünden önce gelir…

Zira, yüce Allah'ın varlık hükmünde varlıklar, yokluğa mahkûmdur…

Orada, ancak tek başına yüce Allah'ın varlığı vardır…

İşbu mana icabıdır ki: Yüce Allah'a kadim olma vasfı yerinde olur…

Bunun tersi bir mana düşünüldüğü zaman, hangi yönden bakılırsa bakılsın; varlıkların kıdem babında onunla beraber yürümeleri lüzumu ortaya çıkar… Yüce Allah ise, böyle bir şeyden yana münezzehtir… yücedir…

Netice: Yüce Allah, eşyayı kendi ilminde adem (yok) babından yarattı…

Page 222: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

222

Yani: Yüce Allah, eşyayı kendi ilmindeki yokluk içinde mevcud olarak biliyordu…

Bu manayı düşün…

Anlatılan halden sonra, eşyayı ilimden bu gözle görülen âleme çıkarmayı yarattı…

— Çıkarmayı yarattı…

Diyoruz… Çünkü: Eşya, aslına bakılırsa… sırf bir ademden ibaret olarak ilimde vardır…

Durum anlatıldığı gibi olunca: Yüce ve sübhan olan Allah, eşyayı sırf yokluktan ibaret olarak yaratmıştır…

Gene burada iki görüş hakkında değerlendirme vardır. Biz kısaca yokluk hakkında birkaç kelime ilâve edelim.

Yokluk iki türlüdür.

Biri mutlak yokluk.

Diğeri ise izafi yokluktur.

Mutlak yokluk sadece bir terimden, ve kıyastan ibarettir. Mutlak yokluk, diye bir yokluk yoktur. Sadece bir terim ve bir ifade olarak kullanılır. Böyle bir şey olması zatı mutlağın acizliği demektir ki, böyle bir şey söz konusu değildir.

İzafi yokluk ise, aslında ilmi ma’nâ da var fakat henüz daha vakti gelmediğinden zahire çıkmış olmadığından, şimdilik yok hükmündedir. İşte bu hal daha henüz zuhura çıkmamış, eşya ve yaşanacak zaman içindeki haller batında vardır, ancak zahire ve görüntüye daha henüz gelmedikleri için şimdilik yok hükmüdedir bu ise izafi yokluk, bir isimden ibarettir. Batında vardır henüz zuhurda yoktur.

-------------------

Burada, biraz ilimden bahsetmemiz gerekecek…

Bilesin ki…

Yüce ve sübhan olan Hakkın ilmi iki çeşittir:

a) Kendisine olan ilmi…

b) Mahlukatına olan ilmi…

Ancak, zatına bağlı öz ilme göre, her ikisi de, bir ilimden ibarettir…

Page 223: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

223

Yüce Allah, mahlukatını bilir… Ne var ki, mahlukatı kendi kıdemine göre bir kıdeme sahip değildir…

Çünkü o: Mahlukatını yaratılmış olarak bilir… Zira, mahlukat onun ilminde yaratılmıştır…

Ve… mahlukatın kendisine yokluk hükmü geçmiştir… Hem de, bu yokluk, onların özlerine işlenmiştir…

Bu bölümde oldukça açıktır, izahata gerek yoktur,

-------------------

Yukarıda bir cümlemiz geçti; onu:

- Yüce Allah'ın varlık hükmü, eşyanın varlık hükmünden öncedir…

Bunun böyle olması tabiidir. Düşünce de dahi Allah’ın varlık hükmü, yani varlık kabulü, eşyanın varlık kabulünden öncedir.

Şekline girecek bir mana ile söylemiştik…

Özellikle, bu öncelik üzerinde duralım…

Bu, hükmî bir önceliktir; aslî değildir… Zamana bağlı bir öncelik de sayılmaz…

Çünkü, yüce Allah: Özünde zatı ile bir istiklâle sahiptir.

Mahlukatın ise… ikinci bir mana ile alınacak varlığı vardır… Bu varlığı ise… yüce Allah'a olan ihtiyacı icabı almıştır... Bu, durumda, yüce Hak için söylenen ilk varlığında yok olmuştur... Ama, yüce ve sübhan olan Allah, onları ilminde bulunan sırf yokluktan icad yolu ile yaratmıştır…

Behaim cinsinden sayılanları, İlmî âleminde, bu aynî âleme kudreti ile çıkarmıştır…

Yani hayvanlar cinsinden sayılanları.

Diğer mahlukatı ise… yokluktan ilme, ayne doğru bir icad yolundan getirip icad etmiştir…

Yaratmada ve icad işinde yol burada kalır… Daha ötesi yoktur…

Aslında, Yaratma diye bir şey söz konusu değildir. Ancak şeriat ve tarikat düzeyi olan bilgilerde kullanılabilir, çünkü bu sahalar idrak ve tefekkür sahaları olmadığından izafi yokluktan zahiri varlık sahasına çıkşı, yaratma-yoktan var etme gibi kullanılmaktadır.

Page 224: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

224

-------------------

Yukarıda anlatılan durum karşısında;

— Mahlukatı ilmindeki icadından Önce, bilmezdi…

Şeklinde bir cümle kullanılmaz…

Bu manayı, daha iyi kavramak için, zaman ve öncelik kaydını silmek icab eder…

Öncelik, ancak hükmî bir önceliktir… O da, uluhiyetin gerektirdiği bir şekilde olmaktadır…

Zira, uluhiyet, kendi özünde bir izzet sahibidir… Taşıdığı vasıfları ile, âlemlerden yana bir istiğna sahibidir…

Sonra…

Yüce Hakkın ilminde bulunan o mahlukatın varlığı da, onlar için aslî olan yoklukları arasında da bir zaman mefhumu yoktur…

Yüce Hak için, yukarıda biraz anlatıldığı üzere:

— Onları, ilminde icaddan önce, yüce Allah bilmiyordu…

Şeklinde bir söz edilebilir… Buraya kadar olan izahımız da, bu gibi sözlere yer verilmemesi içindir… Zira yüce Allah, bu gibi isnatlardan yana tam olarak yücedir…

Bu manayı anla…

-------------------

Anlatılan manayı, ilâhî keşif bize onun zatından ihsan eyledi…

Kitabımıza onu almamızın sebebi ise… o keşif üzerine bir tembihtir… nasihattir…

Bu tembih ve nasihat ise... Allah ve Resulü namına müminleredir…

Söylediklerimizi, adı geçen zata itiraz için söylemedik.

Çünkü: Anlattığımız sınıra kadar, isabetli söylemiştir… İsterse, beyan ettiğimiz hükme karşı hatalı sayılsın…

Bu manada:

-« Her ilim sahibinden üstün bir bilen vardır...» (12/76)

Âyeti ile işaret edilen manayı da kavramak icab eder…

-------------------

Page 225: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

225

Anlatılan manayı, ilâhî keşif bize onun zatından ihsan eyledi…

Kitabımıza onu almamızın sebebi ise… o keşif üzerine bir tembihtir… nasihattir…

Şu kitaptan, bu kitaptan aldım denmiyor. Şimdi bazı tevhid ehli kimseler diyelim, bu hakikat-i ilahiyeyi keşfetme yolunda veya yönünde bazı sapmalara giriyorlar. Bu tevhid ilmini tam hakkıyla almadan ve de gerektiği gibi eğitimini yapmadan, yani nefis mertebelerini aşmadan, lisanen veya ilmen, bilgi olarak sadece aldıklarını zannederek kendilerine gelen bazı duyuların, duyguların gerek bilgi kabilinde, gerek his, duygu, muhabbet kabilinde bunların hepsini Hakk'tan zannetmekteler ve yazılan yazılar ve söylenen konuşmaların Hakk'tan olduğu, bunların salt ilham olduğu düşüncesiyle yola çıkmadalar ve yazdıkları kitaplarına da o şekilde sahih hükmünü vermekteler, burası çok tehlikeli bir haldir.

Onun için tevhid hakikatlarini kişinin çok iyi anlaması lazımdır ki, bu gelenleri ayırabilsin, Hakk'tan mı? yoksa hayalden, vehimden mi? İşte nice nice büyük diye belirtilen ve peşlerinde de binlerin, on binlerin gibi olduğu sayılarla belirtilen kimselerin, hepsinin çoğunlukla düştükleri varta burası olmaktadır. Kendilerine hayali bilgiler gelmekte ve bu yönde kendilerinde bir kudret vehmetmektelerdir. İşte o kudretleri aslında Hakk'ın kudreti değil, kendilerinde ortaya gelen cümle dizilerinin, mana dizeleri demiyelimde, cümle dizilerinin hakkani olduğunu ilham yoluyla geldiğini zannetmekteler, ve kesin olarakta böyle olduğunu da kani olmadalar.

İşte burada büyük bir yanılgıya girmedeler, bunun ne olduğunu anlayabilmek için, kişinin evvela kendini tanıması gerekiyor. Yani bu tür kitap ve yazıları broşürleri okuduğu zaman ayırt edebilmesi, hayali ile Rahmani olanları ayırt edebilmesi için, evvela kendini bilmesi, elinde bazı ölçüler olması gerekiyor, o ölçülere vurduğu zaman elinde bir Hakk mizanı, Hakk ölçüsü olursa, tevhid ölçüsü o zaman, o tür yanlışlara insanlar düşmez.

Bu tembih ve nasihat ise... Allah ve Resulü namına müminleredir…

Bu kısımda da, Ümmete rahmet olma babında, ilmi şefkat vardır. Bunlar rahmeti ilâhiyyeden, aktarılan lûtuf ve ihsanlardır.

Söylediklerimizi, adı geçen zata itiraz için söylemedik.

Bu sahada bahsi geçen kişi için mutlaka hata etmiştir denmez çünkü o da yüksek bir derece sahibidir ve ilmi hayale değil

Page 226: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

226

hakikate bağlıdır. Kendi halinin kendi doğrusu ve o hale gelmişlerin doğrusudur. Bu hususta fazla söz etmeye gerek yoktur. Çünkü ayrı bir müşahede halidir.

Çünkü: Anlattığımız sınıra kadar, isabetli söylemiştir… İsterse, beyan ettiğimiz hükme karşı hatalı sayılsın…

Gene bunlar kişilerin şahsi ilâh-i anlayış ve hakikatleridir. Yorum yapmak pek isabetli bir husus olmaz.

Bu manada:

-« Her ilim sahibinden üstün bir bilen vardır...» (12/76)

Bu mutlaktır. Bir kişi bildiğinin hocası, bilmediğinin talebesidir. Hiçbir kimse, ben mutlak ilim sahibiyim, benim üstümde bir bilen yoktur, diyemez. Çünkü Hakk’ın ilmi kaşısında, kulun ilmi bir fiskeden ibarettir. Yeterki, kişi ilmi ile amil olsun, ve hakikat ilmi ile de, müşahede halinde olup gerçek hayatını yaşasın.

Âyeti ile işaret edilen manayı da kavramak icab eder…

Bunlar gerçekten yaşanarak kavramak ilede ihata edilecek sahanın yaşam halleridir.

-------------------

Yukarıda anlatılan manaları anladıktan sonra, şunu da bilesin: KUDRET-İ İLÂHİYE kendi sübutu ile sabit bir sıfattır…

Yani kendi sabitliğiyle, sabittir.

Her halden ve her yönden, onun acizlik durum kalkar…

- Sübutu ile, ondan acizlik durumu kalkar…

Cümlemizden:

- Sübutu olmadığı zaman acizliği kalır…

Gibi bir mana çıkarılmamalıdır… O, aslında sabittir… Sabitlik durumun kalkması babında bir takdir caiz olamaz…

Çünkü o: Sonuna kadar sabittir… Acizlik ebedî onda kalmamıştır…

Böyle bir şey yoktur…

Bu manayı da anla…

Tabi onun acziyeti diye bir şey düşünmek mümkün değildir, her yönüyle kendisinde her şey sabittir.

Page 227: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

227

-------------------

حیم حمن الر سم الله الر بBİSMİLLÂHİR RAHMÂNİR RAHÎM

KELÂM

20. BÖLÜM

KELÂM

KELÂM; Bu görünen belli varlıktır; Caiz varlığın hükmü de ondadır… Ama o, ilimdeki harfler gibi; Ne okunması ne seçmesi vardır… Zuhurunda seçilir anlatılır; (OL) emriyle erene bir manadır… Bil, Allah derse bir şeye: - Gerçek ol; O şey olur; o aciz olmamıştır… Gerçek kelâm onun, mecaz da onun; Hepsinin kendince bir yolu vardır..

-------------------

Bilesin ki...

Toplu bir mana ile, yüce Allah'ın KELÂM'ı ilminin tecellisidir…

İşbu tecelli: Ancak, ilmini izhar itibarına göredir…

Bu durumda onun kelâm tecellileri şu iki şekilde olabilir:

a) Bu gözle görülen varlığın özü olması…

b) Kullarının fehim yolundan anladıkları manalar olması…

Bu ikinci şekil, ya vahiy yolundan olur; yahut mükâleme şekli ile… Veya bunlara benzer bir halle…

Page 228: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

228

Ne olursa olsun; anlatılan iki şekil arasında, hiç bir fark yoktur…

Sebebine gelince: Allah kelâmı, toplu olarak;

- Nefsiye…

Adı verilen bir sıfattan ibarettir…

-------------------

Bilesin ki...

Toplu bir mana ile, yüce Allah'ın KELÂM'ı ilminin tecellisidir…

Konuşulan her şey bir mana ifade ettiğinden, manalarda bir ilim ortaya getirdiğinden, dolayısıyla konuşulan her şey bir ilim ortaya getirmektedir . Mesela kalem diyelim, bir ses çıktı, ama sesten bir bilgi ortaya geldi. Manası olan bir kelâm ortaya geldi, o da bir ilim oldu, yani bir bilgi oldu. Ama bu kelâm, kelimesiz olarak ses mahiyetinde çıkabilir. Yani ""M" "E" gibi ama buna kelâm denmez, ses denir. Kelâm olması için bir mana ifade etmesi lazımdır, yani kelâm, kelimelerle zuhura çıkan şey demektir. Yoksa sadece ses değil. Seste, kelimeler yoktur ama kelimelerde seste vardır. Çünkü kelimeler sese yüklenerek ve onun içine bir mana, bir ilim yüklenerek ortaya çıkarılmaktadır. İşte Allah'ın kelâmı ilminin tecellisidir. Yalnız burada bir hali izah etmek lâzımdır, Allah, herkese, herkesle belirli kendi lisanıyla böyle karşı karşıya geçip konuşmuyor. O zaman Allah'ın kelâmı nasıl oluyor? Allah'a bir vasıf vermemiz lâzım ki o vasfından sesli kelâmı çıksın.

İşte Allah'ın kelâmı, evvela kelâmullah dediğimiz Kur'an-ı Kerim'de toplu halde bize verilmiş, birde bütün bu gördüğümüz varlıklar, varlıkların hepsi birer kelime, birer harftir, işte Allah'ın kelâmı ender olarak kulağımıza, her an gözümüze hitap etmektedir. Ne şekilde? Mevcut vücutlar yani varlıklar şeklinde, her varlık bir kelimedir, her varlık daha ayrıştırdığımız zaman, birer harf hükmündedir. İşte bu gördüğümüz bütün âlemdeki varlıklar Allah'ın birer kelimeleri ve bunların hepsi de bir ilim ortaya getirmektedir. Gözümüze hitap ediyor, gözümüzden beynimize, aklımıza oradan bizim ilmimize hitap ediyor. Dolayısıyla kelâm eşittir ilim demek oluyor. Görülen ve gören cihetinden de, eğer bizde o ilim olmasa, yani varlıkları, eşyanın hakikatini tanıma ilmi, bilgisi olmasa, o kitabı okuyamayız.

"Hep kitabı haktır eşya sandığın, ol okur kim şeyr-i evtan eylemiş"

İşte bu sessiz, sözsüz, âlem kitabını okumaktır. Gözümüzün

Page 229: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

229

önünde her an açık duran, bu âlemler kitabını ancak, “vatanları seyreden” âlemlerde var olan makamatı ilâhiyyeyi idrak eden hâl, ilim ve idrak yönüyle, müşahedeli olarak okur. Böylece de Allah'ın ilminin, bu varlıklarda tecellisidir ve bu yolla ilmi olarak âlemlerin okunmasıdır.

İşbu tecelli: Ancak, ilmini izhar itibarına göredir…

Yani kime nereye nasıl bir tecelli gerekecek, ise o tecellisini hali üzere zuhura çıkarmasıdır.

Bu durumda onun kelâm tecellileri şu iki şekilde olabilir:

a) Bu gözle görülen varlığın özü olması…

Gözle görülen varlığın özündeki kelâm demek, görülen varlığın bütün en küçük höcrelerine kadar müşahede edilen, özünün hakikatinin sessiz sözsüz idraken anlaşılmasıdır.

b) Kullarının fehim yolundan anladıkları manalar olması…

İdraken, fehmen anlaşılan, anlatılan kelâmlardır.

Bu ikinci şekil, ya vahiy yolundan olur; yahut mükâleme şekli ile… Veya bunlara benzer bir halle…

Vahiy yoluyla Peygamberlere, ilham yoluyla da Velilerine olur.

Ne olursa olsun; anlatılan iki şekil arasında, hiç bir fark yoktur…

Sebebine gelince: Allah kelâmı, toplu olarak;

- Nefsiye…

Adı verilen bir sıfattan ibarettir…

-------------------

Yukarıda:

- Nefsiye…

Adını verdiğimiz, KELÂM sıfatının iki ciheti vardır…

BİRİNCİ CİHET:

Bu cihet iki çeşittir… Şöyle ki:

a) Bu çeşit KELÂM, izzet makamından gelir… Ve… rububiyet arşı üstündeki uluhiyetin emri ile olur…

Bu, onun yüce emridir ki, aykırı hareket edilmesi yolu kapalıdır…

Page 230: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

230

Ancak, kâinatın bu emre itaati; onu bilip anlamadıkları bir cihetten olur…

Yani toprak kendi görevini yapar, o ilham ona gelir yani kelam ona gelir, şunu yapacaksın, bunu yapacaksın diye ama onlar bunun nereden geldiğini anlayamazlar, bilemezler deniyor.

Sübhan olan yüce Hak bu tecelligâhta, var olmalarını takdir ettiği bu kâinata emrini duyurur…

Bundan sonra, o kâinatı emri cihetine çeker…

İşbu kelâmını onlara, duyurması ve onları emri cihetine çekişi, kendi yardımıdır… Ondan gelen ezelî rahmettir.

Anlatılan mana icabıdır ki, bu varlığa:

- İtaat eden…

İsminin verilmesi yerinde oluyor… Onun taat ismini alışı sonundaysa; onun için:

- Said…

Adı söylenir…

Yüce Hakkın, yer ve sema ile:

-« Ey yer ve sema, isteseniz de, istemeseniz de geliniz…

Dediler ki:

İsteyerek gelmişiz...» (41/11)

Yani varlıkların ona tabi olması.

Şeklindeki hitaplaşması, yine yukarıda anlatılan manaya işarettir…

Bu, böyledir; çünkü kâinat için verilen hüküm, onların taatı babındadır…

Yani itaati babındadır.

Onların isteyerek gelmeleri de, yine bu mana icabıdır…

Ne var ki bu: Allah'ın fazlıdır; yardımıdır…

Onun rahmetinin, gazabını geçmesi dahi; bu manayı teyid eder…

-------------------

Bu rahmetin, gazabı geçmesi manası da doğrudur…

Page 231: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

231

Çünkü yüce Hak: Kâinatı taat hükmüne bağlamış ve onları emrine muti kılmıştır... İtaat eden ise… rahmete nail olmuştur…

Her ne kadar onlara:

- İstemeyerek geldiler…

Şeklinde bir hüküm verilmiş ise de… bu hüküm, adalet sayılır…

Sebebine gelince: Kudret, kâinatı varlık olma yoluna çekmektedir… Bunda ise… mahlukatın bir ihtiyarı yoktur.

Yani Cenab-ı Hakk'ın kudreti bu gizli olan varlığı ortaya çıkarıp mahluk olma yönündedir.

Bu durumda; gazab, rahmetten daha ileri giderse de; Allah'ın fazlı yetişir; onları bu halde dahi taat hükmüne bağlar…

Çünkü: Rahmet, gazabını geçmiştir… Ve bu: Kesindir…

İşte bu âlemlerdeki varlıklar zuhura çıkıyorken biraz gadab hükmüyle yani amir hükmüyle, ateşe ateş olacaksın, suya su olacaksın gibi, amir hükmüyle bunun için biraz gadab yani ciddiyet gerekmekte, celal kısmında diye biliriz. İşte burada varlıklara gadab etmekte, mesela bir ağaç 500 sene ben niye ayakta durayım diye düşünebilir, işte durduracaksın diye orada iradesini, kudretini Cenab-ı Hakk kullanmakta. Kendi beyti dahi o kadar güneş altında durmakta.

İşte onun varoluşu, ortaya çıkması, ona hayat vermesi gadabıyla mümkün olduğundan yani gadab sıfatını kullandığından, gadab sıfatını kullanmasa hep rahmet sıfatını kullansa, bu âlemin sistemi bozulur, mümkün değildir. İşte rahmeti gadabını örtmüş oluyor, ona verdiği hayatiyetle, ona verdiği vücut, mevcut etmekle en büyük rahmeti vermiş oluyor. Batından zuhura çıkarması en büyük rahmet, yaşam vermesi, hayat vermesi. Sistem gereği zorlaması onun gadabı oluyor, ama neticede rahmet doğuyor. Gadabın sonunda rahmet doğuyor.

Bir elektrik kablosunu geçirmek için duvarı delmek, ona gadab etmektir, durup dururken parçalıyorsun, ama o duvarı delmezsen arka tarafı ışığı geçirip aydınlatamıyorsun. İşte o işi yaparken yapılan gadab, yahut celal tecellisi ama neticede nura kavuşturuyor, ona hayat veriyor, rahmete kavuşturuyor. Kendimizi ele alalım, doğarken ne zorluklar çekiyoruz, hayatımız süresi içerisinde ne gadablara uğruyoruz, ne zorluklara uğruyoruz ama

Page 232: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

232

bunlar olmasa biz zuhura çıkamamış oluyoruz. İşte bizim birey olarak ortaya çıkmamız, insan vasfını almamız onun rahmeti. İşte bu rahmeti, gadabını örtmüş oluyor. Ve gadabı bize rahmet olmuş oluyor, rahmete dönüşmüş oluyor. Çünkü böyle bir oluşum neticesinde fayda sağlamamış olsaydı Cenab-ı Hakk, o gadab hükmünü zaten ortaya çıkarmazdı.

Böyle olunca, kâinat baştan başa itaat edici bir durumdadır…

Neticede her şey rahmete dönüşünce o zaman her şey itaat hükmündedir.

NETİCE: Toplu bir mana ile, onun emrine hakikatta asi olan yoktur…

Ancak bu hususlar insan dışı varlıklar için geçerlidir. Âlemde ne varsa hepsi ona iteat halindedir, başka türlüde düşünülemez çünkü onların kendilerine ait bir varlıkları ve kimlikleri de, olmadığından asi olmaları diye bir şeyde, söz konusu değildir.

Bütün varlıklar, yüce Allah'a itaat eder… Yüce Allah, onların bu haline kitabındaki şu manayı şahit kılmıştır:

- İsteyerek gelmişiz...» (41/11)

Hasılı: Her şey, itaat halindedir... Onun için ise… ancak rahmet vardır…

Cehennemi de aynı hüküm altına girer…

Ve… Cebbar olan yüce zat, cehennem kabardığı zaman kademini onun üzerine koydu… İşte o zaman cehennem ateşi şöyle dedi:

Nefis Cehennemi de kabardığı zaman “Lâ” kılıcı kının dan ortaya çıkınca nefis’te yetti yetti der ve ateşini biraz azltır dah sonra da kora döndürür. Ancak biraz nefis rüzgârları boş bırakılıp üflemeye başladığı zaman o nefsin cehennem ateşi gene kabarmaya başlar bu yüzden nefs rüzgârlarını estirmemek en güzelidir.

- Yetti… yetti…

Ve… kabarması geçti… O ateşin yerinde artık kereviz otu biter.

Bu halin oluşması için, insan ömrü ile kıyaslanamayacak çok çok uzun senelerin geçmesi lâzımdır.

Bu mana, Resulullah S.A. efendimizden gelmiştir…

Page 233: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

233

Bu kitaptaki yeri gelince, inşaallah bundan daha fazla anlatılacaktır… O zaman açıklarız…

Allah, kademini-ayağını. cehennemin üstüne bastığı zaman, ayağını bastığı zaman, yetti yetti demiş, ondan sonra cehennemde kereviz otu biter yani bahar olur orası, yeşerir demek isteniyor.

-------------------

Buraya kadar anlatılanlar, KELÂM için anlattığımız iki cihetten birinci cihetin, birinci çeşidi idi…

Şimdi İKİNCİ ÇEŞİT'ine geçeceğiz…

-------------------

b) Burada, KELÂM, rububiyet makamından gelir…

Yani birinde zatından gelir dedi, burada rububiyet makamından gelir.

Bu geliş; halkı ile, zatı arasında bir ünsiyet lügatı ile olur…

Buna bir misal olarak: Peygamberlerine inen kitapları ve onlarla olan konuşmasını gösterebiliriz… Bir de, peygamberlerden başka velilerle olan konuşmalarını…

Taat ve mahlukatın masiyeti de, buradan çıktı... Yani: Kitaplarla inen emirlerden…

Yani iyilik ve kötülük, itaat ve isyan kitaplarla gelen emirlerden çıktı deniyor.

Yani: KELÂM'ın ünsiyet dili ile gelmesinden…

Yani yakınlık diliyle. Çünkü insanlar benlik bilincine ulaşınca kendileri mükellef olduklarından, emir ve nehiyler faaliyete geçtiğinden böylece Hakk’la kul arasındaki ünsiyet yakınlaşma başlamış oldu.

Yukarıda da, anlatıldığı gibi: KELÂM ünsiyet diliyle geldi… Bunun için, mahlukat taatta mecbur gibi olurlar…

Burada:

- Mecbur gibi…

Diyoruz… Çünkü bir yönüyle serbestlikleri vardır… Özellikle bir fiili seçmeye bağlantıları yönünden…

Bu fiili seçme durumunun onlara bağlanışı, verilecek cezanın yerinde olması içindir… Sonucu da adalettir…

Page 234: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

234

Yani insanın diğer mahlukatın dışında seçme hakkı vardır. Yani bireysel iradi hakkı vardır. Cenab-ı Hakk, bir kısmını kulun kendi iradesine bağlamıştır yapacağı fiillerin. Bazı tasavvuf ehli tabi bu mertebe gereği oralardan geçerken de öyledir, mutlak yoklukta senin hiçbir şey seçme hakkın yoktur, fenafillahta, fani olduğun anda. O zaman senden çıkan fiillerde senin değil zaten. O anda senden eksi bir fiil çıksa, ondan zaten sorumlu tutmazlar. Ama nefsani hayatını yaşarken, bireysel şuur ile, iradesiyle yaşıyorken, seçme hakkı doğuyor. Yani kahveye de gider, camiye de gider. Tamamında değil yalnız kısmen. Eğer bütün fiillerini kendi seçiyor, üretiyor olması kişinin o zaman mutezile itikadını kabul etmemiz gerekir. Kul kendi fiillerini halk eder diyorlar onlar. Yani bütün fiilleri kula bağlamaktalar.

Bütün fiilleri Allah yaptırıyor dediği zaman o da cebriyeye giriyor. Ben fiilimi yapmaya mecburum diyor, o da yanlış. Bazı fiillerimizde seçme hürriyetimiz var, bazılarında yok ama işte işin güzelliği seçme hürriyetimizin olmadığı şeylerden bizi sorumlu tutmuyor ki, adalette bunu gerektiriyor. Nerede doğduk, nerede öleceğiz, ne yapacağız, kiminle evleneceğiz gibi hayatımızın büyük safhalarını seçme hakkımız yok, oradan sorumluda değiliz. İşte sorumlu olduğumuz yerler bize bırakılan zaman bölümleri. İşte en güzel şekilde bunu böyle bilmemiz gerekiyor. Sorumluluğumuz nerede başlıyor, nerede bitiyor, ona göre hareket etmemiz gerekiyor.

Böyle olunca, cezanın karşılığında adalet, taatta ise, fazilet doğar ve bir beraberlik meydana gelir…

Kaldı ki, yüce Allah bu fiili seçmedeki serbestliği de fazlı icabı ihsan eylemiştir…

Yani lütfunun, fazlı kereminin icabı bunu ihsan etmiş.

Aslında bu fiili seçme serbestliğini, yüce Allah onların lehine yapmıştır…

Bu yapma ise… onlara sevab ihsanı edilmesinin yerinde olmasından başka bir şey olamaz…

Yani bir lütuf vermek için böyle bir serbestlik bırakmış. "Ey kulum şunu yap, sana şunu vereyim" diyor. İşte serbest bırakması bize bir nimet verilmesi için, nimete hak kazanmamız için, yolunu açıyor. Yani "Bunu yap, sana cenneti vereceğim" diyor. Ama yapmazsan, karşılığında cehennemde var deniyor,

Onun bu dolaylı yoldan verdiği sevab ise… ancak bir fazilettir… Aynı yoldan gelen cezası da adalettir…

Page 235: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

235

Burada insanın özelliğinden bahsediyor. Diğer mahlukat için bu söylenemez. Yapmıyorsa asi oluyor, asi olunca da cezasını görüyor, o da adalet oluyor.

-------------------

İKİNCİ CİHET:

Yani; KELÂM babında…

Bunun BİRİNCİ CİHET'i yukarıda anlatıldı…

Bu ciheti de anlatalım ki, bilesin…

Yüce Hakkın KELÂM'ı: Bu görünen mümkünatın kendilerinden ibarettir…

Mümkün olan varlıkların kendilerinden ibarettir, bu kelam.

Mümkün çeşidinden sayılan her varlık, yüce Hakkın kelimesindendir…

Mümkün, yani imkan dahilinde olan, var edilen bütün bu varlıklar, yüce Hakk'ın bir kelimesidir. Hakk’ın kelimesi ise âyetidir, âyetide, kur’an’dır. Kur’an ise zatıdır. Yani bu âlemler Hakk’ın halk şeklinde görünmesinden ibarettir. Bu hususta.

“yakında onlara ufuklarda ve kendi nefislerinde olan âyetlerimizi göstereceğiz.” (41/53)

Bu ma’na da nefsimizde ve âlemde mümkün çeşidinden ne varsa hepsi yüce zatın kelimelrindendir. Ancak İnsanın nefsinde olan âyetleri zat-i varlıkta olanları ise hakli âyetleridir.

Bu mana icabıdır ki: Mümkün çeşidi varlıklar için, bir tükenme yoktur…

Bu manayı bize şu âyet-i kerime açıkça anlatır:

-« De ki: Rabbımın kelimeleri için, deniz mürekkeb olsa tükenir… Ama, Rabbımın kelimeleri bitmeden… O denizin bir benzerini getirsek, o da tükenir...» (18/109)

Rabbının kelimeleri ise “esmaul Hüsna”dır. Bunlar ise sonsuzdur peygamberimiz. “Bana veril ilk şey cevami-ül-kelim” dir demiştir. Yani kelimelere cami demektir ki, bu esmalar, Rabb-ının kelimeleridir.

-------------------

Yukarıda anlatılan mana doğrudur…

Page 236: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

236

Şöyle ki: Gerçek manası ile KELÂM, toplu bir bakışla, KELÂM sahibinin ilminde bulunan manaya bir surettir…

KELÂM sahibinin muradı:

...Ve o varlıklar: Bu göze gelen dış duygular yolu ile bilinenlerdir… Bir de akıl yolundan bilinen suretler…

Anlatılan manayı, dinleyenin fehmine o suretle yerleştirmektir.

Yani kitap dedik, kalem dedik, ağaç dedik... ağaç bir kelam ama onun suretiyle idrak ettirmek dinleyenin beynine onu nakşetmek. İşte bu insanların birbirleriyle ünsiyet etmesi için en lüzumlu olan şey kelamdır, bu da neticede bir elbise, manaların elbiseleridir. Ağaç dediğimiz, dört tane harften meydana gelen o sembol, hemen kafamızda kocaman bir ağaç belirtiyor, ve bize yaşatıyor onu, ve şüphede kalmıyoruz. Mesela ağaç yerine ağuç dese birisi acaip acaip bakıyoruz. Çünkü kaydı yok bizde bilemiyoruz.

Hâsılı: Varlıklar Allah'ın KELÂM'ıdır…

Anlatılanlar tek tek, yüce Allah'ın ilminde bulunan manaların suretleridir…

Her konuşulan şey bir mana o mananın sureti bize de düşündüğümüz zaman, onu gözümüzün önünde görüyoruz. Bildiğimiz şeyleri suretlendiriyoruz, peki bilmediğimiz şeyleri nasıl suretlendiriyoruz? O zaman hayalimizden, vehmimizden biz onu mahluk hükmüne sokuyoruz. Bize göre o, o oluyor. Bir başkasına göre de o, o olmuyor, bir başka şey oluyor. Asli itibariyle değil, hayali itibariyle biz onu var etmiş oluyoruz. İnsanlar farkında olmadan bu olguyu gerçekmiş gibi zannediyorlar. Herkes kendi Rabbını ispat etmeye çalışıyor, genel Rab, genel Allah diye. İşte Allah lafzını, Elif, Lam, Lam, gizli Elif, He bu sembolü gördüğümüz zaman şartlanmış bir anlayışla Allah diyoruz. Ama nedir bu Allah? Hangimizin kafasında ne tür siluet varsa, tahtında oturur, işte yukarıdadır... gibi hep hayali bilgilerle, hayali aktarımlarla, hayali bir oluşum ile halini anlamaktayız.

Tabiki onun mutlak zatını anlamak hiçbir şekilde mümkün değildir, oraya yol kapalıdır. Ama zuhurlarıyla bilmek mümkün, sıfatlarıyla, isimleriyle, fiilleriyle ve şuunattaki kitaplarıyla, harfleriyle, kelamlarıyla bilmek mümkündür. Ne dersek diyelim bunlar mananın suretleridir. Her bir kelime delalet ettiği mananın o suretteki zuhurundan, oluşumundan başka bir şey değildir. Her bir kelime delalet ettiği mananın yani mana neye delil ise, kolonya

Page 237: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

237

dedik, işte o kelime kolonyaya delil, delalet ediyor. Kolonya şişesi, kolonyanın manasından başka bir şey değildir, gerçekte manasının zuhura çıkmış hali ama bunun aslı, bu maddesi değil manası batını yani. Eğer bu kelamı olmasa bunun bu hiç olmayacak zaten, ortada olmayacak. Ana yapısı, o kelamdaki manası, o da onun ruhu zaten.

Onun İlminde bulunan bu manalar ise:

- Ayan-ı sabite…

Tabiri ile ifade edilir

Yani burada dediğimiz kolonya bunun ayan-ı sabitesi, özü yani hakikati. Ayan-ı sabitenin zuhura çıktığında aldığı sureti bu, vücudu o. Bütün varlıklarda böyledir.

Bu ayan-ı sabite için tabir çoktur. Aşağıda, sıra ile söylenen cümlelerin hangisini istersen, onu diyebilirsin:

- Ayan-ı sabite: İnsanın hakikatleridir…

- Ayan-ı sabite: Uluhiyetin bir düzenidir…

- Ayan-ı sabite: Vahdetin yaygın halidir…

- Ayan-ı sabite: Gayb âleminin tafsilidir…

- Ayan-ı sabite: Cemal suretleridir…

- Ayan-ı sabite: İsimlerin ve sıfatların eserleridir…

- Ayan-ı sabite: Yüce Hakkın malumatıdır…

- Ayan-ı sabite: Yüce harfleridir…

Bu güzel tabirlere, gerçekten hayret etmemek mümkün değildir. Vakit olsa idi de, bunları ayrı ayrı değerlendirebilse idik.

Bu son manaya işaret olarak, Muhiddin b. Arabî r.a. şöyle demiştir:

- Biz, yücelikler vasfı taşıyan harfler gibiyiz… okunmaz.

Yani kolay okunmaz. İnsan harfini okumak, kolay olmaz. Kitapta başkasının ismi geçmiyor Muhiddin Arabi diyor, ancak onun fikirleriyle o yerde görüşebiliyor, buluşabiliyor, başka yok. İşte her birimiz Cenab-ı Hakk'ın, Kur'an'ın da bir harflik yer tutmaktayız, her birerlerimiz Kur'an-ı Kerim'den birer harfiz, birer kelimeyiz.

-------------------

İşi, bir başka yoldan ele alalım…

Page 238: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

238

Konuşan bir kimseye, bu konuşma işinde, arzuya bağlı bir hareket lâzımdır...

Yani konuşması için bir arzu lazım yahut bir sebep olacak.

Bir de o harfleri, gayb sayılan içinden dudağa çıkaracak nefese ihtiyacı vardır…

Yüce Hakkın halkını meydana çıkarması da, aynı şekildedir… yani: Onları gayb âleminden şehadet âlemine çıkarması…

İşte nefes-i rahmani dediği bu. Bu da "He" den çıkmakta, "He" mideden çıkmakta en özden, en içten. Hüviyeti mutlaka tenfis edildiğinde, nefes-i rahmani ile yani rahmaniyet mertebesinde bunlar açıldığından, orada kimliklerini bulmaktadırlar. İnsan, kelimeyi çıkarırken nefes gerekiyor, nefessiz kelime olmuyor, bir de ses telleri var tabi. İşte nefes eşittir bir bakıma kelam o da zatından çıkıyor. Bütün o baştaki sıfatlar yani hayat, ilim, irade, kudret faaliyete geçtikten sonra, kelam sıfatı kendilerine çıkacak mahal buluyor. Diğer sıfatlar olmazdan evvel kelamın söylenmesi mümkün değil, olması mümkün değildir. Başta hayat olacak, sonra ilim, sonra irade ve de kudret olacak, kudrete dönüştürecek ondan sonra kelam çıkacak. Ondan sonra o kelamdan semi sıfatı karşıda oluşacak, duyucu olacaktır.

Önce murad eder… sonra, onun bu muradını, kudret meydana getirir…

Yani programını yapar. İşte mürid dediği, murad etme, evvela Mürid ismiyle Hakk yolunda yürümeyi irade eder, murad eder. Mürid olur yani irade eden olur sonra kudretiyle yaptığı zikirlerle, tespihlerle, ibadetlerle yoluna devam eder.

Bu irade: Konuşmayı yapanın, içinde bulunan hareket arzusuna bağlı iradenin karşılığıdır…

Bu hareket: Harfleri, içten dudağa getiren nefesinin karşılığıdır…

Yani: Bunlar, birbirine misal yollu bir benzetmedir… Özellikle, halkı; gayb âleminden şehadet âlemine çıkarması babında…

Halkın olumuna ise…

Yani halkın oluşmasına.

konuşanın nefesi ile, kelimenin belli bir tertibde düzeni mukabil bir benzetmedir…

Page 239: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

239

Yani Allah nasıl bu âlemleri kendi varlığından bir sistem içerisinden düzenli olarak halk etti. Bunun misali de konuşanın bir tertip içerisinde manaları anlatması, kargaşa bir şekilde değil yani cümlelerin bağlantılı olarak anlatması, bir düzen içerisinde anlatmasıdır.

İnsanı, zatı için: Kâmil bir örnek halinde meydana getiren yüce Allah sübhandır…

-------------------

Yukarıda anlatılan manaları nazara alarak, dikkatle kendine bakarsan: Yüce Hakkın sıfatlarından her sıfat için, özünde bir örnek bulursun…

“Halakal Âdeme ala suretihi” “Allah âdemi kendi sureti üzere halketti” hakikatinde olduğu gibi. Allah’ın varlığında ne varsa ondan mutlaka bir nebze ve nişan Âdemin varlığında da vardır ki, işte bu yüzden halifedir.

Ayrıca, “ne var âlemde o var Âdemde” denmiştir, sende bir Âdem olduğundan, sende Hakk’ın her türlü isim ve sıfatları sende mevcuttur bu yüzden kendini ucuz bir değere nefsine satma. Altını pulla değişme.

Hele hüviyetine bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?

Hele bir benliğine bak: Neye benzeyen bir örnektir?

Hele ruhuna bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?

Hele aklına bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?

Hele fikrine bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?

Hele hayaline bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?

Hele suretine bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?

Gene burada da çok güzel izah ve hatırlatmalar vardır, gerçekten çok güzel izah ve tariflerdir.

Hele hayretengiz vehmine bir bak: Neye benzeyen bir örnektir?

İnsanda bir vehim var ki sonsuz vehim, işte o vehmi, hakiki hayale, hayal-i ilahiyeye döndürebilirsek, o genişlikte gerçek manalara ulaşmış oluruz. Ama bu hayali gerçeğe dönüştüremezsek oluşturamazsak, o zaman bizde hayali nefsi ağırlık kazanır, bu yüzden örnek bile olamayız, hayali nefsi oluruz.

Page 240: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

240

Sonra… hele: Görmene, duymana, ilmine, hayatına, gücüne, konuşmana, iradene, kalbine, kalıbına ve sende bulunan diğer şeylere tek tek bak; hangi şeyin kemal derecesidir?

Ve… suret bakımından ondan daha güzeli var mı?

Yani kendinden daha güzeli var mı. Hem işlemesi, çalışması yönünden, hem hareket etmesi yönünden, hem vaktinin uzunluğu yönünden bunları kendine mâl edersen, nefsini beğenmiş oluyorsun, Hakk'a ve oradan da hakkani varlığına bağladığın zaman ne kadar kendini yüceltirsen yücelt yine de azdır, benlik yapmış olmazsın. Efendimiz (sav) diyor: "Ben seni gereği gibi sena edemem, seni övemem". Aynı söz insan içinde geçerli, çünkü biz insanın gerçek halini idrak edemiyoruz. Ettiğimiz, etmiş olduğumuz zaman yaşamamız mümkün değildir.

-------------------

Eğer bağlı olduğumuz bir ahd olmasaydı; bir şartla bağlanmış durum olmasaydı… anlatılanların çok çok üstünde bir beyanda bulunurdum…

Yani mana âleminden kendisine bir çok şeyler verilmiş ama bu kadarını aç, bu kadarını açma gibi bir ahid, bağlı olduğu bir söz varmış onu anlatıyor.

Ve… o beyanı: Ayıklar için bir gıda yapardım; şarhoşlar için ise… bir nakil…

Ayık insanlara bir gıda yani uyanmış insanlara, bu dünya gafletinden uyanmış insanlara gıda olur. Sarhoşlar için ise yani hayal âleminde gezenler içinde bir nakil olurdu ancak, birbirlerine naklederlerdi ama ayılmadan, sarhoş olarak, dünya sarhoşu olarak.

Ancak işaret babında bu kadarı yeter… Basiret derecesinin en alt derecesinde olanlar için dahi yeterlidir…

-------------------

Şunu da diyeyim ki: Benim, üzerlerine dikkatle parmak bastığım sırların beyanı babında, benden önce bir kimseye izin verildiğini bilmiyorum…

Yani şu kitabın içerisinde bulunan bazı şeyleri daha evvel kimseye izin verilmemiştir diyor. Verildiyse de bilmiyorum diyor.

Bu babda, ancak ben varım ve bu iş için de emir almışım…

Bu sözü söylemek kolay bir iş değildir, işte kolayca söylediğine

Page 241: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

241

göre söyleyen o değil. Hakk diyor burada, ben varım burada diye. Bu kitabın içerisinde.

Kaldı ki: Bu kitabın çoğu kısmı bu kabildendir… Ama, ben o sırları kabukla sarıp sakladım… Onları ancak kalb sahibi olanlar dile getirir, anlarlar…

Yani tevhid ehli olanlar ancak bundan, kalp ehli dediği o. Bu kitabı bir çok kimse alıyor, bakıyor, okuyor, hayal gibi geliyor. Çünkü insanlar, bir şey anlatılırken karşılarında canlı bir cisim arıyorlar. Yani muhatab, bir siluet arıyorlar, burada siluet yok, Allah'ın varlığı var, bütün âleme yayılmış Allah'ın varlığı var. Dolayısıyla siluet arayanlar, burada bir şey bulamıyor. Siluetten kaçanlar ancak burada, yani sınırları hapis olmayan kimseler, bunun sonsuzluğunda yüzebiliyorlar ancak, aksi halde iki adım attıklarında o boşlukta kaybolup gidiyorlar ve korkup geri çekiliyorlar yani kitabı terk ediyorlar.

Onların dışında kalanlar kalır…

Tıpkı: Perde arkasında kalan kimse gibi…

Allah… Hak söyler…

Doğruya hidayeti nasib eden Allah'tır…

-------------------------------------------------

Terzi Baba Baskısı olan kitaplar. 1. Necdet Divanı: 2. Hacc Divanı: 3. İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri: 4. Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri): 5. Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı hakikatler: “İngilizce, İspanyolca” 6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve Hakikatleri: (Fransızca) 7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i): 8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri): 9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet: 10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle: 11. Vâhy ve Cebrâil: 12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi:

Page 242: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

242

13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye: 14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve şerhi 15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 16. Divân (3) 19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i. 21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.) 22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik: 24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.) 35. Fâtiha Sûresi: 39. Terzi Baba: (2) 41. İnci tezgâhı: 49. 36-Yâ’sîn, Sûresi: 59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.) 60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah: (a.s.) 61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed: (s.a.v.) 67. 067-Mülk Sûresi: 68. 1-namaz sureleri 88- Nusret Tura-Divanı. Erler demine. 91-Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13) 95- Terzi Baba-(8) (19/53) 96- 41-Fussilet Sûresi. 118- 52-Tûr suresi. Ve M. Nusret tura. ------------------- (H) Yayınları tarafından basılan kitaplarımız: ------------------- 6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve hakikatleri: 14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri. 15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem-safiyeti. Safiyyullah. (a.s.) 88- Nusret Tura-Divanı. Erler demine. ------------------------------ Terzi Baba kitapları sıra listesi

KAYNAKÇA 1. KÛR’ÂN VE HADîS : 2. VEHB : Hakk’ın hibe yoluyla verdiği ilim. 3. KESB : Çalışılarak kazanılan ilim. 4. NAKİL : Muhtelif eserlerden, Mesnevi’i şerif, İnsân-ı Kâmil, Fusûsu’l Hikem ve sohbetlemizden müşahede ile toplanan ilim.

Page 243: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

243

(Gönülden Esintiler)

1. Necdet Divanı: 2. Hacc Divanı: 3. İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri: 4. Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri): 5. Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı hakikatler: “İngilizce, İspanyolca” 6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve Hakikatleri: (Fransızca) 7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i): 8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri): 9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet: 10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle: 11. Vâhy ve Cebrâil: 12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi: 13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye: 14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve şerhi 15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 16. Divân (3) 17. Kevkeb. Kayan yıldızlar. 18. Peygamberimizi rû’ya-da görmek. 19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i. 20. Terzi Baba Umre (2009) 21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.) 22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik: 23. Değmez dosyası: 24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.) 25. -1-Köle ve incir dosyası: 26. Bir zuhûrât’ın düşündürdükleri: 27. -2-Genç ve elmas dosyası: 28. Kûr’ân’da Tesbîh ve Zikr: 29. Karınca, Neml Sûresi: 30. Meryem Sûresi: 31. Kehf Sûresi: 32. 3-Terzi Baba İstişare dosyası: 33. Terzi Baba Umre dosyası: (2010) 34. -3-Bakara dosyası: 35. Fâtiha Sûresi: 36. Bakara Sûresi: 37. Necm Sûresi:

Page 244: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

244

38. İsrâ Sûresi: 39. Terzi Baba: (2) 40. Âl-i İmrân Sûresi: 41. İnci tezgâhı: 42. 4-Nisâ Sûresi: 43. 5-Mâide Sûresi: 44. 7-A’raf Sûresi: 45. 14-İbrâhîm Sûresi: 46. İngilizce, Salât-Namaz: 47. İspanyolca, Salât-Namaz: 48. Fransızca İrfan mektebi: 49. 36-Yâ’sîn, Sûresi: 50. 76-İnsân, Sûresi: 51. 81-Tekvir, Sûresi: 52. 89-Fecr, Sûresi: 53. Hazmi Tura: 54. 95-Beled-Tîn, Sûresi: 55. 28- Kasas, Sûresi: 56. İrfan-Mek-Şer-Fransızca-Baba: 57. 20-TÂ HÂ Sûresi: 58. Mirat-ül-İrfan-ve-şerhi: 59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.) 60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah: (a.s.) 61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed: (s.a.v.) 62. -4-Bir ressam hikâyesi: 63. İnci mercan tezgâhı 64. Ölüm hakkında: 65. Reşehatt’an bölümler: 66. Risâle-i Gavsiyye: 67. 067-Mülk Sûresi: 68. 1-Namaz Sûrereleri: 69. 2-Namaz Sûrereleri: 70. Yahova Şahitleri: 71. Mü-Geceler-Fran-les-nuits: 72. Îman bahsi: 73. Celâl cemâl Celâl: 74. 2012 Umre dosyası: 75. Gülşen-i Râz şerhi: 76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi: 77. Aşk ve muhabbet yolu: 78. A’yân-ı sâbite. Kazâ ve kader: 79- Terzi Baba-(4) İstişare dosyası. 80- Terzi Baba-(5) İstişare dosyası. 81- Hayal vâdîsi’nin çıkmaz sokakları:

Page 245: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

245

82- Mektuplarda yolculuk-M.Nusret-Tura. 83- 2013 Umre dosyası. 84- Nusret Tura-Vecizeler ve ata sözleri. 85- Nusret Tura-Tasavvufta aşk ve gönül. 86- Terzi Baba-(6) İstişare dosyası. 87- Terzi Baba-İlâhiler derleme. 88- Nusret Tura-Divanı. Erler demine. 89- 6-Her şey merkezinde hikâyesi. 90- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (1-kitap-1) şerhi. 91- Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13) 92- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (2) şerhi. 93- 7. İngilizce. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i): 94- Mescid-i Dırarr-Kubbet-ul Kara. 95- Terzi Baba-(8) (19/53) 96- 41-Fussilet Sûresi. 97- 2015 Umre dosyası. 98- Solan bahçenin kuruyan gülleri. 99- Terzi Baba-(9) İstişare dosyası. 100-14-İrfan mektebi ve şerhi-İspanyolca. 101- Bosna Hersek dosyası. 102-The SCHOOL OF WISDOM (irfan mektebi) 103-terzi Baba yüksek lisans tezi. 104-Hacc Umre ve hakikatleri. 105-Cemo ve Farko. 106-(2016) Umre dosyası. 107-Vahy ve Cebrâîl- (Fransızca) 108-Tezi Baba ile ilgili zuhuratlar. 109-terzi Baba tasavvufi izahlar. 110-19-53-Şeker risalesi. 111-Lübb-ül lübb-Özün özü ve şerhi. 112-Bir kardeşin soruları ve cevapları 113- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (1-kitap-2) şerhi. 114- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (1-kitap-3) şerhi. 115- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (1-kitap-4) şerhi. 116- 2017-Kudüs seyahati dosyası. 117- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (1-kitap-5) şerhi. 118- 52-Tûr suresi. Ve M. Nusret tura. 119-Fu-Hi-01-Adem Fassı. 120-Fu-Hi-02-Şit Fassı. 121-Fu-Hi-03-Nuh-fassı. 122-Fu-Hi-04-İdris-05-İbrahim-fassı 123-Gülşen-i Raz-2-Terzi Baba şerhinin tamamı. 124-İbretlik bir değmez dosyası daha Satih ince. -------------------------

Page 246: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

246

Altı peygamber serisi: 1-15. 6 Pey-(1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 2-21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.) 3-24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.) 4-59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.) 5-60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah: (a.s.) 6-61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed: (s.a.v.) ------------------------- Terzi Baba kitapları serisi: 1-12- Terzi Baba-(1) 2-39- Terzi Baba-(2) 3-32- Terzi Baba-(3) İstişare dosyası. 4-79- Terzi Baba-(4) İstişare dosyası. 5-80- Terzi Baba-(5) İstişare dosyası. 6-86- Terzi Baba-(6) İstişare dosyası. 7-91- Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13) 8-95-Terzi Baba-(8) (19/53) 9-99- Terzi Baba-(9) İstişare dosyası. 10-103-Terzi baba yüksek lisans tezi. 11-108-Tezi Baba ile ilgili zuhuratlar. 12-109-terzi Baba tasavvufi izahlar. 13-110-19-53-Şeker risalesi. ------------------------- Bir hikâye birçok yorum serisi. 1-25 -Köle ve incir dosyası: 2-27 -Genç ve elmas dosyası: 3-34 -Bakara dosyası: 4-61-Bir ressam hikâyesi: 5-76-Doğdular, yaşadılar hikâyesi: 6-89-Her şey merkezinde hikâyesi. ------------------------- Dîvanlar serisi: 1-1-Necdet Divanı: 2-2-Hacc Divanı: 3-16-Divân (3) 4-87-Terzi Baba-İlâhiler derleme. 5-88-Nusret Tura-Divanı. ------------------------- İbretlik dosyalar serisi. 1-17-kevkeb-kayan yıldızlar.

Page 247: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

247

2-23-İbretlik değmez dosyası. 3-73-Celâl Cemâl Celâl “hayalî Kamer’in hayal vâdîsi” 4-81-Hayal vadisinin çıkmaz sokakları. 5-93-Mescid-i dırar/Kubbet-ul kara. 6-98-Solan bahçenin/kuruyan gülleri. 7-105-Cemo ve Farko. 8-112-Bir kardeşin soruları ve cevapları. 124-İbretlik bir değmez dosyası daha. Satih ince. ------------------------ Umre dosyaları serisi 1-2. Hacc Divanı: 2-20. Terzi Baba Umre (2009) 3-33. Terzi Baba Umre dosyası: (2010) 4-74. 2012 Umre dosyası: 5-83- 2013 Umre dosyası. 6-97- 2015 Umre dosyası. 7-106-(2016) Umre dosyası. 8-104-Hacc Umre ve hakikatleri. ------------------------ Diğer dillere çevrilen Terzi Baba kitapları serisi 1-5. Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı hakikatler: “İngilizce, İspanyolca” 2- 6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve Hakikatleri: (Fransızca) 3-46. İngilizce, Salât-Namaz: 4-47. İspanyolca, Salât-Namaz: 5-48. Fransızca İrfan mektebi: 6-71. Mü-Geceler-Fran-les-nuits: 7-93- 7. İngilizce. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i): 8-100-14-İrfan mektebi ve şerhi-İspanyolca. 9-107-Vahy ve Cebrâîl- (Fransızca) ------------------------ Mektuplar ve zuhuratlar serisi: Terzi Baba İnternet dosyaları: ------------------------ Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 1-2- 3- 4- 5- 6- 7- 8- 9- 10- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar.

Page 248: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

248

11-12-13-14-15-16-17-18-19-20- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar . 21-22-23-24-25-26-27-28-29-30- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 31-32-33-34-35-36-37-38-39-40- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 41-42-43-44-45-46-47-48-49-50- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 51-52-53-54-55-56-57-58-59-60- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 61-62-63-64-65-66-67-68-69-70- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 71-72-73-74-75-76-77-78-79-80- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 81-82-83-84-85-86-87-88-89-90- 91-92-93- ------------------------ Kitaplar devam ediyor şu an Yekün= (124+93=217)

Page 249: 117-İnsan-ı-Kâmil A.K.C.Cilt 1-kitap-5-şerhi- · 2020. 1. 18. · Ormanı icmal yollu, bütün olarak bildikten sonra, onu öylece yaşadıktan sonra zaten mesele kalmıyor. -----

249