1. ŞİİR “CANIM İSTANBUL” Ruhumu eritip de kalıpta...
Transcript of 1. ŞİİR “CANIM İSTANBUL” Ruhumu eritip de kalıpta...
1. ŞİİR “CANIM İSTANBUL”
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale¹
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale².
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi³, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...
1Visal: Sevgiliye kavuşma. 2Misal: Örnek olarak alınabilen, gösterilen şey, örnek. 3Servi: Servigillerden , Akdeniz bölgesinde çok yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen, 25 m boyunda, ince, uzun, piramit
biçiminde, çok koyu yeşil yapraklı bir ağaç.
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yenidünyadan mahzun, resimde eski sefir4
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tambur5 gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı6 odalarda inletir ' Katibim'i...
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef7 işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu8,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...
4Sefir: Elçi. 5Tanbur: Klasik Türk müziğinin başlıca çalgılarından biri olan, yay veya mızrapla çalınan, uzun saplı, telli çalgı. 6Cumba: Yapıların üst katlarında, ana duvarların dışına, sokağa doğru çıkıntı yapmış balkon. 7Gergef: Üzerine kumaş gerilerek nakış işlemeye yarar, çoğu dikdörtgen biçiminde olan çerçeve. 8Kurum: Kendini büyük ve önemli gösterme davranışı, büyüklenme, gösteriş, azamet.
2. ŞİİR “DESTAN”
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!
Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak:
Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden,
Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden,
Çekiyor tebeşirle yekûn9 hattını âfet;
Alevler içinde ev, üst katında ziyafet!
Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum;
Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum!
Bir şey koptu benden, şey, her şeyi tutan bir şey,
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey;
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.
Ey tepetaklak ehram10
, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!
Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil11
üstüne sebil!
Ve ferman, kumardaki dört kıralın buyruğu;
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!
Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!
Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!
Allahın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
9Yekûn: Toplam
10Ehram: Mısır firavunlarının piramit biçimindeki mezarları.
11Sebil: Kutsal günlerde karşılık beklemeden hayır için dağıtılan içme suyu.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!
Kubur faresi12
hayat, meselesiz, gerçeksiz;
Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz.
Siyaset kavas13
, ilim köle, sanat ihtilâç14
;
Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç.
Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan;
Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan!
Bak, arslan hakikate, ispinoz15
kafesinde;
Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde!
Mezarda kan terliyor babamın iskeleti;
Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?
Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap;
Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.
(1947)
Necip Fazıl Kısakürek
12Kubur faresi: Lağım faresi
13Kavas: Elçilik veya konsolosluklarda görev yapan hizmetli.
14İhtilâç: Çırpınma
15İspinoz: İspinozgillerden, gagası kısa ve koni biçiminde, sırt tüyleri yeşilimtırak mavi, boynu ve karnı kırmızı renkte, güzel
sesli bir kuş.
KALDIRIMLAR
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş16
bir âmâ17
gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş18
yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
16Mil çekmek: Birinin gözlerini kızgın mille kör etmek.
17Âmâ: Görme engelli
18Çilekeş: Hayatı boyunca birçok sıkıntı ve üzüntü çekmiş kimse.
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı19
, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...
Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.
İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
Sükût gibi münzevî20
, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.
19Tâk: Tahta vb. bir şeye vurulduğunda veya silah patlayınca çıkan tok ve sert ses.
20Münzevî: Topluluktan kaçan, yalnız başına kalmayı seven.
Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...
Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
Vecd21
içinde başı dik, hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.
Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem, fecre22
kadar yürür de,
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.
Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
Onu bir başkasına râm23
oluyor sanırım,
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.
Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...
Necip Fazıl Kısakürek
21Vecd: Tasavvufta sıkça zikredilen bir kelime olan vecd, ilahi aşkın insandaki tecellisine denir.
22Fecr: Güneşin doğmaya başlama zamanı, tan vakti, güneşin doğmasından önceki alacakaranlık.
23Râm: İtaat eden, boyun eğen.
ZİNDANDAN MEHMET’E MEKTUP
Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üst üste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...
Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'!24
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!25
24Maruzat: Mevki, makam veya yaş bakımından büyük birine sunulan, bildirilen dilek veya bilgi.
25Bilekçe: Bileğe takılan bend, kelepçe.
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn26
içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet27
;
Urbalarla28
kemik, mintanlarla29
et.
Somurtuş ki bıçak, nâra30
ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!
Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!
Peykeler31
, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!
26Yekun: Toplama işleminin sonucu.
27Kemmiyet: Bir şeyin ölçülebilen, sayılabilen veya azalıp çoğalabilen durumu, nicelik.
28Urba: Her türlü giyim eşyası, giyecek, elbise.
29Mintan: Yakasız, uzun kollu erkek gömleği.
30Nara: Haykırma, bağırma.
Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali32
kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.
Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İplik ki, incecik, örer boşluğu.
Ana rahmi zâhir33
, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
Necip Fazıl Kısakürek
31Peyke: Genellikle eski iş yerlerinde ve evlerde bulunan, duvara bitişik alçak, tahta sedir, kerevet. 32Muhal: Olamaz, olmaz, olmayacak, olması, gerçekleşmesi olanaksız.
33Zahir: Görünüşe göre, anlaşıldığına göre.
SAKARYA TÜRKÜSÜ
İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin34
?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor41
, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..
Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara35
kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
34Perçin: (Fars.) İki veya daha fazla parçayı ayrılmayacak şekilde birleştirmek için kullanılan, iki ucu dövülerek baş
durumuna getirilmiş çivi veya madeni parça. 35Kehkeşan: (Fars.) Samanyolu. Saman uğrusu. (Gökte sık yıldız ışıklarıyla hasıl olan yol biçimi uzayıp giden ışıklı
manzara.)
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift36
bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran37
döktü geceler.
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya38
!
İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten39
sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya40
;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..
(1949)
Necip Fazıl Kısakürek
36Girift: (Fars.) Dolaşık. Birbiri içine girik. Girintili çıkıntılı, karışık. 37Katran: Siyah, sert kokulu, süratle yanan, hararetli, keskin ve suda erimeyen bir madde. 38Parya: Herkes tarafından hor görülen ve aşağılanan kimse, ayak takımı. 38İfrit : 1.Cin taifesinden çok muzır, şerir ve korkunç bir cins. 2.Korkunç, kızgın ve öfkeli insan. 40Angarya :Ücretsiz olan iş. Meccanen görülen iş. Baştan savma görülen iş. 41Hor: Kıymetsiz, ehemmiyetsiz. Adi.
TAKVİMDEKİ DENİZ
Hasreti denizlerin,
Denizler kadar derin.
Ve o kadar bucaksız.
Ta karşımda yapraksız
Kullanılmış bir takvim.
Üzerinde bir resim;
Azgın, sonsuz birdeniz.
Kaygısız, düşüncesiz,
Çalkanıyor boşlukta
Resimdeyse bir nokta;
Yana yatmış bir gemi,
Kaybettiği alemi
Arıyor deryalarda.
Bu resim rüyalarda
Gibi aklımı çeldi,
Bana sahici geldi.
Geçtim kendi kendimden,
Yüzüme o resimden,
Köpükler vurdu sandım.
Duymuş gibi tıkandım,
Ciğerimde bir yosun.
Artık beni kim tutsun.
Denizler oldu tasam42
,
Yakar onu bulmazsam
Beni bu hasret dedim
Varırım elbet dedim.
Bir ömür geze geze
Takvimdeki denize.
Ne var bana ne oldu
42Tasa: Üzüntülü düşünce durumu, kaygı.
Odama nasıl doldu
Birden bire bu meltem
Ve dalgalandı perdem
Havalandı kağıtlar.
Odamda kıyamet var.
Ah yolculuk yolculuk
Ne kadar baygın soluk
O gün bizde betbeniz43
Ve ne titrek kalbimiz.
Ve eşyamız ne küskün.
Yola çıktığımız gün
Bir sıraya dizilmiş
Gözyaşlarını silmiş,
Bakarlar sinsi44
sinsi
Niçin o anda hepsi
Bir kuş gibi hafifler
Arkandan geleyim der
Niçin o güne kadar
Dilsiz duran ne kadar
Eşya varsa dirilir
Yolumuza serpilir
Ufak böcekler gibi
Gezer onların kalbi
Üstünde döşemenin
Gizli bir didişmenin
Saati çalar o an
Birden bakar ki insan
Herşey karmakarışık.
43Bet beniz: Yüz rengi.
44Sinsi: Gizli ve kurnazca kötülük yapan
Ayırmak olmaz artık
Bir kalbi bir taraktan
Ve kalb ağlayaraktan
Çekilir geri geri
Terkeder bu mahşeri.
Bu mahşerin45
içinden
O gün ben de geçtim ben,
Nem varsa evim, anam,
Çocukluğum, hatııram,
Ve ne sevdalar serde
Bıraktım gerilerde
Kaçar gibi yangından.
Rüzgarların ardından
Baktım da süzgün süzgün
Kurşun yükünü gönlün
Tüy gibi hafiflettim.
Denize hicret46
ettim.
Necip Fazıl Kısakürek
45Mahşer : Toplanma yeri. Kıyametten sonra insanların tekrar dirilip toplanmaları ve toplandıkları yer. Haşir meydanı.,
46Hicret: Bir yerden bir yere göç etmek. Kendi memleketini bırakıp başka memlekete taşınmak.Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Mekke'den Medine'ye hicret etmesi.
PERDELER
Perdeler, hep perdeler...
Her yerde, her yerdeler.
Pencerede, kapıda,
Geçitte, kemerdeler...
Perdeler, hep perdeler...
Ya benim sevdiklerim,
Şimdi nerde, nerdeler?
Önü bomboş perdenin;
İçerde, içerdeler!
Perdeler, hep perdeler...
Gönülde asıl perde;
Onu hangi göz deler?
Surat maske altında,
Sis altında beldeler47
.
Perdeler, hep perdeler...
Perdeye doğru akın;
Atlılar, piyadeler48
.
Yollar, yönler dolaşık;
Değişik ifadeler.
Perdeler, hep perdeler...
47Belde:1. Memleket, şehir.2.Büyük köy.
48Piyade: Orduda tüfekle teçhiz edilmiş olan ve muharip sınıfların asli unsuru bulunan efrada bu ad verilir. Yaya askeri.
Bir tohumda bin gömlek.
Giyim giyim fideler49
.
Kalbler dilini yutmuş;
Bangır bangır50
mideler.
Perdeler, hep perdeler...
Son noktada son perde;
Çevrilmiş seccadeler.
Orada işte işte,
Ölümden âzadeler51
!
Perdeler, hep perdeler...
Necip Fazıl Kısakürek
49Fide: Bahçıvanlıkta yastıklarda tohumdan yetiştirilip başka yerlere dikilmek için hazırlanan sebze veya körpe çiçek.
50Bangır bangır: Yüksek sesle, gürültüyle.
51Azade: Bağlardan kurtulmuş. Serbest. Kayıtsız. Hür. Sâlim.
KARACAAHMET
Deryada sonsuzluğu zikretmeye54
ne zahmet!
Al sana, derya gibi sonsuz Karacaahmet!
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde?
Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...
Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek.
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.
Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.
Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz;
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.
Karacaahmet bana neler söylüyor, neler!
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,
Zaman deli gömleği, onu yırtan da ölüm;
Ölümde yekpare52
an, ne kesiklik, ne bölüm...
Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Bu mu dersin, taşlarda donmuş sukuta53
sebep?
Kavuklu, başörtülü, fesli, başacık taşlar;
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar,
Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;
Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.
Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.
Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar,
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.
Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih!
Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih!
Necip Fazıl Kısakürek
52Yekpare: Tek parçadan meydana gelen.Bütün.Parçasız. 53Sükut : Susma, konuşmama,söz söylememe,sessizlik. 54Zikretmek : Adını söylemek, sözünü söylemek, anmak
ÇİLE
Gâiblerden55
bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...
Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent56
,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı.
Ateşten zehrini tattım bu okun.
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna (yok) un,
Kustum, öz57
ağzımdan kafatasımı.
Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet58
, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat59
, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!
Ensemin örsünde60
bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye.
55Gaip: Göz önünde olmayan
56Tülbent: İnce ve seyrek dokunmuş, hafif ve yumuşak pamuklu bez
57Öz: Bir kimsenin benliği, kendi manevi varlığı, iç, nefis, derun, varoluş karşıtı
58İstikamet: Doğrultu
59Hakikat: Gerçek 60Örs: üzerinde maden dövülen, çelik yüzeyli, demir araç
Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor;
Mekânı61
bir satıh62
, zamanı vehim65
.
Bütün bir kâinat63
muşamba64
dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.
Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!
…………………………………..
…………………………………..
…………………………………..
…………………………………..
Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe.
Deliler köyünden bir menzil66
aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.
Niçin küçülüyor eşya uzakta?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl?
Zamanın raksı67
ne, bir yuvarlakta?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl?
61Mekan: Yer, bulunulan yer
62Satıh: Yüzey
63Kainat: Evren
64Muşamba: Bir tarafına kauçuk veya yağlı boya sürülerek su geçirmeyecek duruma getirilen kalın bez
65Vehim: Kuruntu
66Menzil: Yolculukta dinlenmek amacıyla durulan yer, konak
67Raks: Bir tür dans
Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selâm, selâm sana haşmetli68
azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı69
kütük70
.
Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci kat gök, esrarını 71
aç!
Annemin duası, düş de perde ol!
Bir asâ72
kes bana, ihtiyar ağaç!
Uyku, kaatillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak.
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.
Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet73
,
Sırrını ararken patlayan gülle74
?
Yeşil asmalarda depreniş75
, şehvet76
;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...
Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda77
yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.
…………………………………..
…………………………………..
…………………………………..
…………………………………..
68Haşmet : Görkem
69Tılsım: Tabiat üstü işler yapabileceğine inanılan güç * Büyülü şey, muska * Çare, önlem, kuvvet
70Kütük: Kalın ağaç gövdesi * Kesilmiş ağaç gövdesi * Kesimden sonra ağaç gövdesinin toprakta kalan bölümü
71Esrar: Gizler, sırlar
72Asa: Eskiden ihtiyarların baston yerine kullandıkları uzun sopa
73Cinnet: Delilik
74Gülle: Eskiden som taş veya demirden, yuvarlak bir biçimde yapılırken, günümüzde çelikten silindir biçiminde, bir ucu
sivri olarak yapılan top mermisi
75Depreniş: Deprenme işi.
76Şehvet: Aşırı istek
77Cımbız: Kil gibi ince şeyleri tutmak veya çekmek için kullanılan küçük maşa * Özellikle dokumacılıkta kumaş
yüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri temizlemekte kullanılan el aracı
Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm78
,
Yetişir çektiğim mesafelerden79
!
Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz80
;
Yollar bir yumaktır81
, uzun, dolaşık.
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde bir mavi ışık.
Büyücü, büyücü ne bana hıncın82
?
Bu kükürtlü83
duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehirli kıymık84
gibi, beynimde.
Lûgat85
, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım86
tutun elimden;
Aynalar, söyleyin bana, ben kimim?
Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı87
boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir88
, eşyadan öksüz?
78Ürkmek: Bir şeyden korkup birden siçramak,
79Mesafe: Ara, uzaklik
80Kurnaz: Kolay kanmayan, başkalarini kandirmasini ve ufak tefek oyunlarla amacina erişmesini beceren, açikgöz
81Yumak: Yuvarlak biçimde sarılmış iplik, yün vb.şey
82Hınç: Öç almayı güden öfke, kin,
83Kükürt: tom numarasi 16, atom agirligi 32,06 olan, dogada saf veya başka cisimlerle birleşik olarak bulunan, sari renkli,
119 C° de eriyen ve 444 C° de kaynayan element
84Kıymık: Çok küçük ve sivri tahta veya kemik parçası
85Lügat: Sözlük
86Esvap: Giysi, giyecek, elbise
87Arz: Anlatma, bildirme
88Muhacir: Göçmen
Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim89
ki, Arş'a90
gebeyim,
Dev sancılarımın91
budur kaynağı!
Ne yalanlarda var, ne hakikatta,
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış92
.
Boşuna gezmişim, yok tabiatta93
,
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.
…………………………………..
…………………………………..
…………………………………..
…………………………………..
Gece bir hendeğe94
düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim95
çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.
Açıl susam açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mâverâ96
dede.
Yandı sırça97
saray, ilâhî98
yapı,
Binbir âvizeyle99
uçsuz maddede.
89Zerrecik: Çok küçük parçacık
90Arş: Islâm dinî inanişina göre gögün en yüksek kati
91Sancı: Iç organlarda batar veya saplanir gibi duyulan, nöbetlerle azalip çogalan agri
92Nakış: Eksik, tam olmayan, bitmemiş, noksan
93Tabiat: Insan faaliyetlerinin dişinda kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve degiştiren güç, canli ve cansiz
maddelerden oluşan varligin hepsi, doga
94Hendek: Geçmeye engel olacak biçimde uzunlamasına kazılmış derin çukur
95Ermek: (kendini Tanri yoluna vermiş kimseler için) insanüstü kutsal bir aşamaya erişmek
96Mavera: bir şeyin ötesinde bulunan
97Sırça: Camdan yapilmiş
98İlahi: Tanrı ile ilgili olan, Tanrı'ya özgü olan, tanrısal
99Avize: Tavana asilan, şamdanli, lâmbali, billûr, cam veya metal süslü aydınlatma aracı
Atomlarda cümbüş100
, donanma101
, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İçiçe mimarî, içiçe benlik102
;
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur103
!
Nizam köpürüyor, med104
vakti deniz;
Nizam105
köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel106
fikri, ebed107
duygusu.
Kaçır beni âhenk108
, al beni birlik;
Artık barınamam109
gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta110
.
Öteler öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte saman yolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.
Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen, bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...
Necip Fazıl Kısakürek
100Cümbüş: Canlilik, coşku
101Donanma: Bir devletin deniz kuvvetleri, savaş gemileri
102Benlik : Bir kimsenin öz varlığı, kişiliği, onu kendisi yapan şey, kendilik, şahsiyet
103Meşhur: Ünlü, tanınmış, herkesçe bilinen,
104Med: elgit olaylarında deniz suyunun kabarma-gelme evresine med denir.
105Nizam: Düzen
106Ezel: aşlangici belli olmayan zaman, öncesizlik
107Ebed: Sonu olmamak
108Ahenk: Uyum
109Barınmak : Yerleşmek, yaşamak için uygun şartlar bularak oturmak
110Sanatkar: Bir işi ustalıkla yapan, usta,
MUHASEBE
Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri! 144
Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan145
biri!
Bakmayın tozduğuma meşhur142
Bâbıâlide!143
Bulmuşum rahatımı ben de bir tesellide141
.
Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası!
Bir vicdanın140
, bilemem, kaçtır hava parası?
Evet, kafam çatlıyor, gûya138
ulvî137
hastalık;
Bendedir, duymadığı dertlerle kalabalık.
Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi139
kulem;
Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem.
Üstün çile, dev gibi gelip çattı birden! Tos! ! !
Sen, cüce sanatkârlık, sana büsbütün paydos! 136
Cemiyet135
, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle;
Ve cemiyet, cemiyet, yok eden güruhiyle... 133
Çok var ki, bu hınç134
bende fikirdir, fikirse hınç!
Genç adam, al silâhı; iman tılsımlı kılınç!
İşte bütün meselem132
, her meselenin başı,
Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!
Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden,131
Daha keskin eliyle, başını ensesinden,
Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına;
Yerleştirse başını, iki diz kapağına;
Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi?
Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi115
?
Dışımda bir dünya var, zıpzıp130
gibi küçülen,
İçimde homurtular129
, inanma diye gülen...
İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe!
Sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe?
Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem! 128
Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem,
Orta kat: (Mavs)127
oynayan annem ve âşıkları,
Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam)126
da çığlıkları.
Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;
Buyrun ve maktaından125
seyredin, işte evim!
Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş!
Kökü iffet124
, dalları taklit, meyvesi fuhuş...
Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım!
Mukaddes123
emanetin dönmez dâvacısıyım!
Zamanı kokutanlar mürteci122
diyor bana;
Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana.
Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde?
Bazı geriden gelen, yüzbin devir ilerde!
Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak!
Bir saman kağıdından, bütün iş kopya almak;
Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.
Mavalları117
bastırdı devrim isimli masal.
Yeni çirkine mahkûm118
, eskisi güzellerin;
Allah kuluna hâkim119
, kulları heykellerin!
Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta;
Lafını120
çok dinledik, şimdi iş inkılâpta!121
Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni!
Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez116
Yeni!
Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak!
Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak?
1947
Necip Fazıl Kısakürek
115Muhasebe: Hesaplaşma, karşılıklı hesap görme 116Pörsümek: Gevşeyip sarkmak 117Mavallar: Uydurma söz 118Mahkum: Zorunda olan, mecbur 119Hakim: Her şeye hükmeden, hikmet sahibi olan 120Laf: Söz, lakırtı 121İnkılap: Toplum düzenini ve yapısını daha iyi duruma getirmek için yapılan köklü değişiklik, iyileştirme, devrim, reform 122Mürteci: sığınmacı 123Mukaddes: Kutsal, muhterem, aziz, yüce 124İffet: Namuslu ve şerefli yaşamaktır 125Maktaın:kesit 126Tamtam: Bazı olayları haber vermeye veya açıklamaya yarayan, davulla yapılan ses. 127Mavs: Bir tür oyun 128Alem: Yeryüzü ve gökyüzündeki nesnelerin oluşturduğu bütün, evren 129Homurtu: Homurdanma sırasında çıkan sesin adı 130Zıpzıp: Zıplayan veya birdenbire fırlayan bir şeyin hareketi veya çıkardığı ses. 131Pençe: Yırtıcı hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları. 132Mesele: Sorun 133Güruhi: değersiz addedilen, küçümsenen topluluk 134Hınç: Öç alma duygusu ile dolu öfke, kin, gayz. 135Cemiyet: Topluluk,cemaat,birlik,toplanmış insanlar,birarada bulunulmuş,meclis gibi manalara gelir. 136Paydos: Yeme, dinlenme vb. amaçlarla işe ara verme süresi 137Ulvi: Ulu, büyük, yüksek 138Güya: Sözde, sanki. 139Fildişi: Fildişi fil , su aygırı , mamut ve gergedan gibi hayvanların dişlerinden oyularak yapılan sert,beyaz,opak
maddelerdir. 140Vicdan: Bireyde veya ahlâki özne ya da failde var olan doğru ve yanlış duygusu. 141Teselli: Avunç, avuntu, avunma kelimeleridir 142Meşhur:ünlü 143Babıali: yüce kapı 144Muharrir: Yazar 145Sızlayan: Filizlenen, zonklayan, sızlayan, atış�, atıcılık, av
AMAN
Aman efendim, aman!
Galiba Âhir Zaman! 166
Manzarası164
yurdumun,
Tufan165
gününden yaman!
Göz görmez aydınlıkta;
Asümanedek duman.
Yer dumanmış ne çıkar,
Duman dolu âsüman.
Türk evi delik deşik;
Yıkı dökük hânüman161
.
Duraksız itiş kakış;
Süresiz karman-çorman.
Anne çocuk doğurur,
Köpek soyundan azman.163
Beyinler zıpzıp kadar,
Mideler koskocaman.
Aziz fikir buğdayı,
Katıra mahsus saman.
Boş lâf, hep dalga dalga;
Uçsuz bucaksız umman162
.
Hayvanlık orkestrası:
Eşek, birinci keman.
Orman keleş, nebat kel;
Nebat159
adamlar orman.
Midelerde ihracat,
Günde beş milyon batman.
Milli servet matbaa158
,
Bilmem kaç milyar harman157
.
Yangın evinde satranç156
;
Plân, reform154
ve uzman.
Tam bir buçuk asırdır153
,
Maymunlardan eleman.
Bizdeki hale nispet160
Maymun taklitten pişman.
Hangi yol Türke uygun,
Hangi parti tercüman152
?
Çıkamaz meydanlara;
Camide mahpus151
iman!
Silah küfrün belinde,
Küfrün elinde, ferman.
Cehle sorarsan ilim155
;
Zehre149
sorarsan, derman. 150
Rahmet, meçhul148
kelime;
Bilinmez isim, Rahmân.
Kutsal kitaptır fuhuş;
Ahlâk, okunmaz roman.
Tarih, kontra gerçeğe;
Hürriyet hakka düşman.
Millete kasdedenin
İsmi milli kahraman.
Yere batsın bu dünya,
Bu dünyadan hayr146
uman147
!
Genç adam, at yorganı!
Sana haram, uyuman!
Aman, efendim aman!
Efendim, aman, aman!
Necip Fazıl Kısakürek
146Hayr : iyi, faydalı, hayırlı, yarar. 147Umman: Ulu, büyük, engin deniz, okyanus 148Meçhul: Bilinmeyen, bilinmedik 149Zehre: çiçek. 150Derman: Güç, takat, mecal. 151Mahpus: Kapatılmış, hapsedilmiş 152Tercüman: Çevirmen 153Asır: Yüzyıl. 154Reform: Daha iyi duruma getirmek için yapılan değişiklik, iyileştirme, düzeltme, ıslahat. 155İlim: Bilim 156Satranç: İki kişi arasında altmış dört kareli bir tahta üzerinde değerleri ve adları değişik olan on altışar siyah ve beyaz
taşlarla oynanan bir oyun 157Harman: İki kişi arasında altmış dört kareli bir tahta üzerinde değerleri ve adları değişik olan on altışar siyah ve beyaz
taşlarla oynanan bir oyun 158Matbaa: Basımevi. 159Nebat: Bitki 160nispet: Birini üzmek için veya inat olsun diye yapılan iş. 161Hanüman: Ev bark, ocak, yuva. 162Uman: Umudu olan, bekleyen, umutlu. 163Azman: Aşırı gelişmiş. 164Manzara: Görünüş 165Tufan: Şiddetli yağmur 166Ahir zaman: Dünyanın son zamanı ve son devresi
BÜYÜK DOĞU MARŞI
Allahın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!
Avlanır, kim sana atarsa kement, 176
Ezel175
kuşatılmaz, çevrilmez ebet174
.
Allahın seçtiği kurtulmuş millet!
Güneşten başını göklere yükselt!
Yürü altın nesli173
, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Nur yolu izinden git, KILAVUZ172
’un!
Fethine171
çık, doğru, güzel, sonsuzun!
Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un!
Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.
Aynası ufkumun170
, ateşten bayrak!
Babamın külleri169
, sen, kara toprak!
Şahit ol, ey kılıç168
, kalem ve orak167
!
Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak!
Aynası ufkumun, ateşten bayrak!
Babamın külleri, sen, kara toprak!
(1938)
Necip Fazıl Kısakürek
167Orak: Yarım çember biçiminde yassı, ensiz ve keskin metal bir bıçakla, buna bağlı bir saptan oluşan ekin biçme aracı.
168Kılıç: Uzun, düz veya eğri, ucu sivri, bir veya her iki yüzü keskin, kın içinde bele takılan, çelikten silah
169Kül: Yanan şeylerden arta kalan toz madde
170Ufuk: Düz arazide ya da açık denizde gökle yerin birleşir gibi göründüğü yer.
171Fetih: Bir şehir veya ülkeyi savaşarak alma.
172Kılavuz: Yol gösteren, tarihî ve turistik yerleri gezerken bilgi aktaran kimse, rehber
173Nesil: Kuşak
174Ebet: Sonu olmayan gelecek zaman, sonsuzluk
175Ezel: Başlangıcı belli olmayan zaman, öncesizlik
176Kement: Hayvanları yakalamak için kullanılan, ucu ilmikli, kaygan uzun ip.