Post on 18-Jan-2017
T.C.
Sağlık Bakanlığı
Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
II. Genel Cerrahi Kliniği
Şef: Prof.Dr.Mustafa GÜLMEN
KİRLİ BATINDA TAUROLİDİNİN PRİMER
ANASTOMOZ ÜZERİNE ETKİSİ
( Deneysel Çalışma)
(UZMANLIK TEZİ)
DR. AŞKIN AKKUŞ
İSTANBUL – 2004
ÖNSÖZ
Bana her konuda destek olan, yönlendiren, geliştiren, bilgi, beceri, ve tecrübelerini
aktaran, bu günlere gelmemizde çok büyük emeği olan, tezimin hazırlanmasında değerli
katkılarıyla bana yol gösteren, çok değerli hocam, klinik şefim sayın Prof. Dr. Mustafa
GÜLMEN’e sonsuz teşekkür ederim.
Daima yanımızda olan, her sıkıntıda bizleri rahatlatan, her konuda yardıma koşan,
deneyimlerini bizlerle paylaşan, uzmanlık eğitimimde büyük desteğini gördüğüm, çok değerli
şef yardımcımız sayın Op. Dr. Nejdet BİLDİK’e, Op. Dr. Orhan ŞAD’a , Op. Dr. Recep
DEMİRHAN’a, ve Op. Dr. Hüseyin EKİNCİ’ye teşekkürlerimi sunarım..
Tezimin hazırlanmasında ilgi ve desteklerini esirgemeyen, herşeyini bizlere adayan,
özverili, her zaman paylaşmayı ve dostluğu bize aşılayan, uzmanlığımda çok büyük paya
sahip olan değerli ağabeyim sayın Op. Dr. Ayhan ÇEVİK’e teşekkür ederim.
Tezimin hazırlanmasında bana yardımcı olan ve çok büyük katkısı bulunan Uzm.Dr.
Nur BENZONANA’ya , Uzm. Dr. Aylin EGE GÜL’e ve Uzm.Dr. Seçkin BALABAN’a
teşekkür ve saygılarımı sunarım.
Asistanlık sürem boyunca her konuda yardımlarını esirgemeyen çok değerli
kıdemlilerime ve diğer asistan arkadaşlarıma, cerrahi kliniğinin tüm hemşirelerine, tüm
personellerine ve kıymetli, özverili aileme sonsuz teşekkür ediyorum....
2
İÇİNDEKİLER
SAYFA NO
GİRİŞ…………………………………………………………… 4GENEL BİLGİLER……………………………………………. 5MATERYAL VE METOD…………………………………….
27BULGULAR…………………………………………………… 32TARTIŞMA……………………………………………………. 35
SONUÇ………………………………………………………… 38
KAYNAKLAR………………………………………………… 39
3
GİRİŞ
Taurolidin organizmada bulunan doğal bir aminoasit olan taurinden üretilmektedir.
Taurolidin iki halkalı bir yapıdır ve iki molekül tauronamid ile üç molekül formaldehitin bir
metilen köprüsüyle bağlanması sonucu oluşur. Tauronamid ise taurinden üretilmektedir
(1,2,3).
Taurolidinin etki spektrumu geniştir. Gram pozitif , gram negatif ve anaerob
bakterilere, mantarlara ve parazitlere karşı etkili olduğu gösterilmiştir (4,5,6). Bunun yanı sıra
in vitro testlerde tümorsidal ve antiadhesif etkileri olduğu saptanmıştır (7,8,9).
Taurolidin sistemik olduğu gibi lokal olarak da kullanılabilir. (9,10,11,12). Cerrahi
operasyonlarda intraabdominal lavaj amacıyla uygulanabilir. Böylelikle tümorsidal,
antiadhesif ve antimikrobial etkisinden faydalanılabilir. Üstelik taurolidinin lavaj amaçlı
kullanımında hiçbir yan etki bildirilmemiştir (7,9).
Tüm bu özelliklerinden dolayı taurolidin yoğun bakım ünitelerinde ve cerrahi
kliniklerinde sıklıkla kullanılmaktadır.
Genel cerrahi kliniklerinde gerek elektif gerekse acil kolon ameliyatlarında kirli batın
olması durumunda özellikle sol kolona yapılacak girişimlerde primer anastomozdan
kaçınılmakta ve çok basamaklı prosedürler tercih edilmektedir (13,14). Bunun sebebi,
kontamine ortamda yara iyileşmesinin bozulması, anastomoz kaçağı riskinin yüksek olması ve
dolayısıyla morbidite ve mortalitenin artmasıdır.(15,16)
4
Bizim bu çalışmadaki amacımız deneysel ortamda oluşturulan kirli batında sol kolonda
rezeksiyon ve primer anastomoz uyguladığımız sıçanlarda taurolidinin anastomoz güvenliği
üzerine etkisini araştırmaktır.
GENEL BİLGİLER
Taurolidin (Taurolin®)
Taurolidin, iki molekül tauronamid ile üç molekül formaldehitin bir metilen
köprüsüyle bağlanması sonucu oluşan iki halkalı bir yapıdır. Tauronamid ise doğal bir
aminoasit olan taurinden üretilmektedir. Kimyasal formülü CH2H16N4O4S2 ’dir (Şekil 1 ).
Bileşik beyaz bir kristal yapıda olup kokusuzdur. %2’ lik yoğunluğa kadar suda
çözünebilmektedir.
Kaynak madde olan taurin vücutta endojen olarak da oluşmaktadır. Vücutta yaklaşık
100 – 150 mmol kadar bulunmaktadır. Bu miktarın yarısı kalpte bulunan serbest aminoasit
havuzunda olup kalan yarısı ise beyin, çizgili kas ve safrada bulunmaktadır. Üretilen taurin
trombosit ve lökositler tarafından diğer organlara taşınmaktadır.(50)
Şekil 1. Taurolidinin moleküler yapısı
5
Taurolidin, vücutta taurultam ve metiltaurultam molekülleri ile deng halindedir ve eser
miktarda formaldehit içermektedir. Bu eser miktardaki formaldehitin vücutta herhangi bir
toksik etkisinin olmadığı bildirilmiştir. (3)
Taurolidin vücutta non toksik ve stabil bir moleküldür. Bu molekül yarı ömrü daha
kısa olan taurin , karbondioksit ve suya metabolize olmakta ve % 60- 70 oranında böbrekler
aracılığıyla, kalanı da feçes ve safra ile atılmaktadır.(3)
Taurolidin yoğun bakım ünitelerinde ve cerrahi kliniklerinde sık olarak kullanılan bir
antibiotiktir. Gram pozitif, gram negatif ve anaerob bakterilere karşı etkilidir. Ayrıca
antifungal etkisi de mevcuttur. Klinik uygulamada ciddi bir sorun haline gelen Metisiline
Dirençli Stafilokok ( Methycilline Resistant Staphilococcus Aureus, MRSA) ve
Pseudomonas sepsislerinde yoğun olarak kullanılmaktadır. Ayrıca moleküler yapısı ve etki
mekanizması sebebiyle lokal uygulamada periton içi yapışıklıkları önleyebileceği, tümör
yayılımını engelleyebileceği de gösterilmiştir.(7,8,9)
Klinik uygulamada ciddi sepsis ve peritonit olgularında intravenöz ve intraperitoneal
yolla verilmesi sonucu başarılı sonuçlar alındığı bildirilmektedir.(11,12,17)
Bahsedilen güçlü antibakteriyel, antifungal, tümorsidal ve antiadhesif etkilerine
rağmen taurolidinin toksisitesi düşüktür ve güvenlik profili yüksektir.(1)
Etki Mekanizması
Taurolidinin etki mekanizması diğer antibiotiklerden farklıdır.Taurolidin direkt olarak
hücre zarında kimyasal reaksiyonlara yol açarak etki etmektedir. Bu etkiden asıl sorumlu olan
taurolidinin aktif kökleri olan tauronamid ve taurultamdır. Bu moleküller bakteri duvarları,
eksotoksinler ve endotoksinlerle reaksiyona girmektedir.(3)
Taurolidinin etki mekanizması olarak şu model öne sürülmektedir:
Reaksiyon zinciri in vivo ortamda dengede bulunan taurolidinin, taurultam ve
tauronamid bileşiklerine hidroliz olmasıyla başlar. Metiltaurultamda açığa çıkan hidroksimetil
6
grubu kimyasal dengeyi bozmaktadır. Taurultam daha sonra metiltauronamit ve taurine
hidrolize olmaktadır. Her bir taurolidin molekülünden serbestlenen üç N- metilol grubu,
bakteri veya mantar elemanları ile etkileşime girmektedir. Bahsedilen N- metilol gruplarının
hücre zarına karşı yüksek affinitesi bulunmaktadır. Böylelikle, hücre duvarına seçici ve
irrreversibl bağlanmak suretiyle etkilerini göstermektedirler.(3)Bütün bunlara rağmen
taurolidinin etki mekanizması tam olarak netlik kazanmamıştır.(3)
Bilindiği gibi enfeksiyon oluşmasında ilk adım mikroorganizmaların gastrointestinal,
üriner veya respiratuar sistem gibi epitellere yapışmaları ve kitle oluşturmalarıdır. Bu yapışma
oldukta sonra mevcut antibiotikler etkilkerini yitirmektedir.(6)
Bugüne kadar yapılan birçok çalışmada antibiyotiklerin mikroorganizmaların konak
hücrelerine tutunmalarını önleyici ( antiadherence ) etkileri ve mikroorganizmaların yapışma
özellikleri araştırılmıştır. Taurolidinin C. Albicans, E. Coli, ve S. Saprophyticus gibi
bakterilerin epiteyal yüzeylere yapışmasını engellediği gösterilmiştir. Ancak bu etkinin ortaya
çıknası için taurolidinin ortamda en az 30 dakika bulunması gerekmektedir. Taurolidinin
tutunmayı önleyici etkisi belli bir dozdan sonra artış göstermemektedir.
Antibiyotikler minimal etkin dozlarının ( Minimum Inhibiting Concentration, MIC )
altında da bakterilerin davranışlarında değişiklikler oluşturabilmektedir. Taurolidin de MIC
dozlarının altındaki ( subMIC ) değerlerde bakterilerin yapışmasını önleyici etki
gösterebilmektedir, bu etki doz artımıyla artırılamamaktadır. Taurolidinin, epitelyal hücrelere
% 0.5 oranında 30 dakika uygulandığında in vitro ortamda C. albicans, E.coli ve S.
Saprophyticus’un tutunmasını belirgin olarak azalttığı gösterilmiştir.(5,6,18)
Taurolidinden serbestlenen metabolitler, tauromid ve taurin bakteri duvarına reversibl
olarak bağlanırken, eksotoksin ve endotoksinlere irreversibl olarak da bağlanabilmektedir.
Böylelikle bakteriler yavaşça öldürülürken ortaya çıkan endotoksin ve eksotoksinlerinde
inaktive edilmesi içinde gerekli süre elde edilmiş olur. İn vitro ortamda bu etkinlik için
gereken sürenin 30 dakika olduğu belirtilmiştir. Sonuçta, antimikrobial olarak sınıflandırılan
7
taurolidinin sistemik kulanımının yanında lokal ve intrakaviter kullanımı da söz konusu
olmaktadır.(18)
Taurolidinin etki spektrumu oldukça geniştir. Streptokoklar, stafilokoklar,
pnömokoklar, E. coli, acinetobacter, Klebsiella pneumonia, proteuslar, pseudomonaslar,
salmonellalar, shigella türleri, anaerob bakterilerin yanı sıra mantarlar ve parazitlere karşı
etkili olduğu in vivo ve in vitro çalışmalarda gösterilmiştir. (3)
Taurolidin protein içeren biyolojik sıvı ortamlarda da aktivitesini sürdürmesinden
dolayı intraperitoneal olarak kullanım alanı bulmasını sağlamıştır. Hayvan deneylerinde E.
coli ve B. fragilis ile oluşturulan peritonit ve endotoksik şok modelinde intravenöz ve
intraperitoneal yoldan taurolidin ve isotonik karşılaştırılmış, sonuçta isotonik kullanılan
grupta tüm hayvanların 10 saat içinde öldükleri, taurolidin grubundaki hayvanların hepsinin
yaşadığı gösterilmiştir.(19,20)
Taurolidinin intraperitoneal veya intravenöz yolla verilmesi soncunda kan düzeyleri
parallelik göstermektedir. İntraperitoneal yolla verilen % 2’lik 200 ml taurolidinin maksimum
konsantrasyona ulaşması 10- 15 dakika sürer, yarı ömrü 1 saatten azdır. Kandan tamamen
uzaklaşması ise 5,5 saati bulmaktadır. Olguda peritonit olması veya olmaması bu emilim
paternini etkilememektedir. Uygulama 4 saatlik aralıklarla devam ettirilebilirse kanda sabit
taurolidin düzeylerine ulaşılabilmektedir. (12)
Ciddi sepsisli hastalarda yüksek toksin düzeylerinin taurolidin uygulaması sonrası
belirgin oranda düştüğünü gösteren klinik çalışmalar mevcuttur. Dolayısıyla ciddi peritonit ve
sepsis gibi durumlarda taurolidin morbidite ve mortaliteyi azaltmaktadır.(12,11,17,21,22)
Taurolidinin maksimum etkisi 370 C’ da oluşmaktadır, bu sıcaklıkta kimyasal
reaksiyonlar hızlanmakta ve bakterileri öldürme süresi kısalmaktadır.(3)
Taurolidinin anaerob bakterilere karşı yüksek bakterisidal etkisi vardır. Metronidazol
haricindeki klinikte sık olarak kullanılan penisilinler, sefalosporinler ve aminoglikozitler
8
anaerob bakterilere karşı etkisiz kalabilmektedir. Taurolidinin anaerob etkinliği aerob
etkinliğinden fazladır.(12)
In vivo ve in vitro testlerde taurolidinin antiparaziter etkinliğinin de olduğu
gösterilmiştir.
Taurolidin klinik kullanımda penisilinler, sefalosporinler ve aminoglikozitler ile
pozitif etkileşim gösterirken yalnızca vankomisin ile negatif etkileşim gösterir.(3)
Taurolidine karşı herhangi bir bakteri türünde direnç gelişmediği yapılan çalışmalarda
gösterilmiştir.(3)
Taurolidinin güçlü antibakteriyel, antiparaziter ve antifungal etkilerinin yanı sıra solid
tümör hücrelerinin yayılımını engelleyici ve ameliyat sonrası yapışıklıkları önleyici etkileri de
bulunmaktadır.(7,8, 9)
Taurolidinin sitotoksik etkisi seçici özelliktedir. Örneğin taurolidin ile klorhekdisinin
neoplastik ve nonneoplastik hücre kültürlerine etkisi karşılaştırıldığında, klorheksidin tüm
hücre kültürlerine sitotoksik etki gösterirken taurolidin yalnızca neoplastik hücre kültürlerinde
sitotoksik etki göstermiştir. Taurolidinin normal hücrelere karşı etkisinin olmayışı
intraperitoneal kullanımını gündeme getirmiştir.(1,10)
Farelere yapılan çalışmalarda taurolidinin yan etkisi olmaksızın yapışıklık önleyici
etkisi olduğu gösterilmiştir. Povidon iyot ile karşılaştırıldığında povidon iyotun daha fazla
oranda yapışıklığa sebep olduğu saptanmıştır. (9,10)
Taurolidinin intraperitoneal uygulanması sonrasında heparin ve povidon iyot ile
karşılaştırmalı yapılan bir çalışmada taurolidinin solid tümör yükünü anlamlı oranda azalttığı
gösterilmiştir. (7,9,10) Barsak ve damar anastomozunun yapıldığı batın içi cerrahi
girişimlerde fibrin önemli rol oynasa da aşırı yapışıklık olması durumunda intraabdominal
sepsisin tedavisi güçleşir. Taurolidin uygulanmasıyla hem antibakteriyel ve antiendotoksik
etkisinden faydalanılmış olur hem de postoperatif yapışıklık riski önemli ölçüde azaltılmış
9
olur. Dolayısıyla taurolidinin cerrahi girişimlerde kullanılması son derecede faydalı
olabilecektir.
KOLON
Anatomi
Kalın barsaklar yaklaşık 120-200 cm olup ileoçekal valvden anüse kadar uzanır. Bu mesafe,
toplam gastrointestinal sistem uzunluğunun hemen hemen 1/5 ini teşkil eder. Terminal ileum
ileoçekal valvde posteromedial sınırda çekuma eklenir. Treves kıvrımı (ince barsağın tek
antimezenterik yağ uzantısı) ileoçekal valvin hemen proksimalinde distal ileumda lokalizedir.
Çekum, çıkan kolon, transvers kolon, inen kolon, sigmoid kolon ve rektumdan oluşmaktadır
(23)
Duodenum önünden geçen dikey bir planla sağ ve sol kolon olmak üzere ikiye ayrılır. Sağ
kolon; çekum, apendiks, çıkan kolon, fleksura hepatika ve transvers kolon başlangıcına kadar,
sol kolon; transvers kolonun distali, fleksura lienalis, inen kolon, sigmoid kolon ve rektumdan
oluşur. Terminal ileum ile kolon arasındaki geçiş yerinde olan kapağa, kolon kapağı, Bouhin
kapağı veya ileo-çekal valv denir. Bu kapak alt ve üst dudaktan oluşur. Dudaklar çift kat
mukoza ve sirküler adalelerden meydana gelmiştir. Bu valv bir sfinkter görevi görerek içeriğin
ileumdan çekuma hızla boşalmasına ve reflüye engel olur (23).
Çekum: İleoçekal valvin hemen üstünden geçen yatay çizginin altında kalan kalın barsak,
çekum adını alır. Çıkan kolonun antimezenterik tarafında bulunur ve mezenteri olmayan geniş
kör bir poştur. Uzunluğ 4-8 cm, çapı yaklaşık 7.5-8.5 cm olup kolonun en geniş kısmıdır. Sağ
iliak çukurda intraperitoneal yerleşmiştir. Üzerinde appendiksin yapıştığı yerden tenya
mezokolika, tenya libera, tenya omentalis adlarını alan üç tenya başlar.
Kolonun çapı sigmoid kolona doğru giderek küçülür. Sigmoid kolonda çap 2.5 cm’e
düşer ve burası kolonun en dar kısmıdır. Bu çap farklılığı, semptomlar görülmeden önce çekal
tümörlerin büyük hacimlere ulaşırken, sigmoid tümörlerin daha küçük çaplarda semptomatik
10
hale gelebildiğini açıklar. Daha geniş çapı nedeniyle çekum distal obstrüksiyonun olduğu
durumlarda kolon rüptürünün en sık görüldüğü bölgedir (23).
Çıkan kolon: Çekumdan başlayıp karaciğerin alt yüzüne kadar çıkar ve burada hepatik
fleksurayı yapar. Uzunluğu yaklaşık olarak 15-20 cm olup çap çekumdan dardır. Ön ve yan
tarafları peritonla kaplı olup retroperitonel yerleşimlidir. Doğrultusu aşağıdan yukarıya ve
önden arkaya doğru eğiktir (23).
Şekil 2. Kolonoskopik olarak kolonun bölümleri
Transvers kolon: Hepatik fleksura ile splenik fleksura arasında uzanır. Ortalama 40-50 cm
uzunluğundadır. Uzun bir mezoya sahip olan transvers kolon peritonize olup iki kolon dirseği
arasında konkavlığı yukarı bakan bir yay yapar. İntraperitoneal yerleşimli transvers kolonun
sekonder olarak bursa omentalis ile kaynaşmış bir mezenteri vardır (27).
İnen kolon: Splenik fleksuradan başlayıp pelvis girişinde sigmoid kolona kadar uzanır.
Ortalama 25-30 cm uzunluğundadır. Kolonun ön ve her iki yan yüzü peritonla kaplı olup
retroperitoneal yerleşimlidir (23).
11
Sigmoid kolon: Crista iliaca hizasında psoas kası kenarından başlar, üçüncü sakral vertebra
hizasında rektumda sonlanır. Ortalama 40 cm kadardır. Pelviste bulunan üst ve alt kenarları
fikse, orta kısmı çok mobildir. Bu özelliğinden dolayı volvulus en sık sigmoid kolonda
görülür. Tamamen peritonla kaplı ve mezokolonu olup intraperitoneal yerleşimlidir. Bu
seviyede tenya sayısı biri önde diğeri arkada olmak üzere iki tanedir. Bu tenyalar rektuma
gittikçe rektumun longitudinal kas lifleri ile uzanarak kaybolur. Sol üreter sigmoid
mezokolonun tabanından intersigmoid girinti içinden geçer. Rektosigmoid bölge ise bazı
anatomik farklılıkları ile kolonun diğer bölümlerinden ayrılır. Periton, tenyalar ve appendiks
epiploikalar bu bölgede kaybolur. Kolon çapının en dar yeri olup, bariz bir mezenteri yoktur
(23,24).
Rektum: Rektum yaklaşık 12-15 cm uzunluğunda ve sigmoid kolon ile sakrum eğilimini
takip eden anal kanal arasında uzanır. Anterior peritoneal refleksiyon kadınlarda anüsün
yaklaşık 5-7 cm, erkekte ise 7-9 cm üzerindedir. Posterior peritoneal refleksiyon genelde
anüsün 12-15 cm üzerinde yer alır. Rektumun üst 1/3 bölümü ön ve yan yüzeylerinde
peritonla örtülüdür. Orta 1/3 bölümünün yalnızca önyüzü periton tarafından çevrilir ve alt 1/3
bölümü peritoneal izdüşümün altındadır. Rektumun proksimali, yaklaşık olarak sakral
promontoriumun seviyesinde longitudinal bir kas tabakasını şekillendirmek üzere birleşen
kolonun tenya kolileri düzeyi olarak tanımlanır.
Rektum üç keskin kavis içerir. Proksimal ve distal kavisler sola doğru konveks, orta
kavis ise sağa doğru konvekstir. Bu katlantılar lümen içinde sol üst (4-7 cm), sağ orta(8-10
cm) ve sol alt(10-12 cm) da bulunan Houston valvlerine karşılık gelmektedir. Dördüncü sakral
cisim seviyesinde başlayarak sakrumu örten ve sinirlerle damarların üzerinden geçen,
rektumun arkasında uzanan Waldeyer fasyası yoğun bir rektosakral fasyadır. Ekstraperitoneal
rektumun önünde erkekte rektovezikal septum ve kadında rektovajinal septum olarak bilinen
Denonvillier fasyası bulunur (25,26).
12
Anal kanal: Anal kanal pelvik diaframdan başlar ve anal sınırda bıter. Yaklaşık olarak 4 cm
uzunluğundadır. Anatomik anal kanal anal sınırdan dentat sınıra kadar uzanır. Bununla
birlikte pratikte cerrahi anal kanal ise anal sınırdan puborektalisin rektal tuşe ile palpe
edilebilen sirküler alt sınırını oluşturan anorektal halkaya dek uzanan bir yapı olarak
tanımlanır. Anorektal halka dentat sınırın 1,5-2 cm üzerindedir. Anal sınır anodermal ve
perianal deri arasındaki birleşme yeridir. Dentat sınır anal sınırın 1,5-2 cm üzerinde yerleşmiş
gerçek bir mukokutanöz bileşkedir(5,6).
Anal kanal birlikte anal sfinkter mekanizmasını oluşturdukları internal ve eksternal bir
sfinkter tarafından çevrilmiştir. İnternal sfinkter rektumun iç sirküler düz kasının devamından
meydana gelmiştir. İstemsiz bir kastır ve istirahat halinde iken kasılı durumdadır. Eksternal
sfinkter U şeklinde üç halkadan oluşan (subkutanöz,süperfisial,derin) çizgili, istemli bir kastır.
Pubokoksigeal, ileokoksigeal ve puborektal kaslar Levator Ani kasını meydana getirir. Bunlar
birbirini saran tek bir birim gibi hareket eden kas bölümleridir. Morgagni kolonları dentat
sınırın hemen üzerinde bulunan ve distalinde anal kriptlerden oluşan 8-14 adet longitudinal
mukozal katlantıdan meydana gelir (25,27).
Arteryel beslenme
Süperior Mezenterik Arter (SMA ) : Sağ kolon arteryel beslenmesini ince barsaklar gibi
SMA sağlar. SMA, L1 seviyesinde Truncus Coeliacus’un 1,25 cm distalinde aortun ön
yüzünden çıkar, pankreasın arka yüzünden geçip, pankreas alt sınırı ile duedonumun 3. kısmı
arasında seyreder. Üç ana dalı mevcuttur : A.Colica Media, A.Colica Dekstra ve A.İleocolica
dır. A.colica media transvers kolonu besler, yan dalları ile sağ ve sol kolik arterler arasında
anastomozları vardır. A.colica dekstra, A.colica media’ nın SMA’den ayrıldığı yerin 1-3 cm
distalinden başlar veya İleokolik arterle beraber SMA’dan ayrılır ve hepatik fleksura ile
beraber çıkan kolonu besler. A.İleocolica çekumu ve appendiküler arter dalı ile de appendiksi
besler. Appendiküler arter terminal arter olup başka arterlerle anastomoz yapmaz.
13
Kolonu besleyen arterler, arkadlar oluşturur ve bunlardan vasa rektiler medial kolon
duvarına geçerler. Vasa rektiler iki dala ayrılarak, kısa dalı mezenterik yüzü, uzun dalı lateral
ve antimezenterik kısımı besler ve bu bölgede anastomozlar yaparlar (23,24).
İnferior Mezenterik Arter (İMA) : Sol kolon arteryel beslenmesini İMA’den sağlar. İMA
aotr bifurkasyosunun 2-4 cm proksimalinden, renal arterlerin distalinden, L3 hizasında, aortun
ön yüzünden çıkar. A.colica sinistra İMA’nın ilk 3 cm’ lik kısmından çıkar, yukarı ve aşağı
doğru uzanan iki dala ayrılır. Üstteki dalı transvers mezokolonda seyreder ve splenik
fleksurada veya distal transvers kolon hizasında A.colica media ile anastomoz yapar. Aşağı
doğru uzanan dalı ise sigmoid mezokolon içinde seyreder, inen kolonu besler ve sigmoid
arterle anastomoz yapar.
A.sigmoidea ise tek başına çıkabileceği gibi dallara ayrılarak da İMA den ayrılabilir.
A.rectalis superior İMA’in terminal dalıdır, S3 seviyesine kadar uzanır ve rektosigmoid
bölgeyi besler (23,24).
Drummond’un Marjinal Arteri : Kolonun mezenterik sınırını paralel olarak takip eden,
barsak duvarından 1-8 cm mesafede kollaterallerden oluşur. İleokolik, sağ, orta ve sol kolik
arterlerin yaptığı kemerler periferde birleşip, kolonun mezenterik sınırı boyunca uzanıp,
kolona vasa rektalar verirler. Marjinal arter süperior rektal artere kadar uzanabilir (23).
Riolan Kavsi : Arteryel kemerlerden oluşan, mezenterik köke yakın yerleşimli ve İMA sol
kolik dalı ile SMA orta kolik dal arasında bulunur. Kıvrık yapısı nedeniyle sıklıkla dolambaçlı
mezenterik arter adıyla anılır (23,24).
14
Şekil 3. Kolonun arteryel beslenmesi
Rektum ve Anal kanalın arterleri : Bunlar Süperior, orta, inferior ve median sakral
arterlerdir. İMA’in terminal dalı, A.İliaca communis sinistra’yı çaprazladıktan sonra oluşan
Süperior Rektal Arterdir ve rektumun arka duvarına doğru iner. S3 seviyesinde ikiye ayrılarak
üst ve orta rektumu besler.
Orta rektal arter A.iliaca internadan çıkar, erkekte rektumun kas yapısı ve prostat
bezini beslerken, kadınlarda bazen olmayabilir, yerini uterin arter almıştır. Denonvillier
fasyası boyunca geçer ve anorektal halka seviyesinde anorektal yüzden rektal duvara girerler.
İnferior rektal arter internal pudental arterden çıkar, öne ve mediale doğru ilerleyerek
anal kanalın pektinat çizgi distalinde kalan kısmı beslerler.
Median sakral arter aort bifurkasyosunun hemen altında çıkar ve periton arkasından alt
lomber vertebraların, sakrumun ve koksiksin ön yüzünden aşağı doğru iner. Rektum arka
duvarına birkaç küçük dal verir (26).
Venöz drenaj
15
Aynı isimli arterlerin beslediği alanlardaki venöz dönüşü sağlarlar. Sağ kolonun venöz
dönüşü Süperior mezenterik ven(SMV) yoluyla portal vene ulaşır. Sol kolonun venöz dönüşü
ise İnferior mezenterik ven(İMV) yoluyla splenik vene, ordanda portal vene olmaktadır.
Çekum ve appendiks bölgesindeki venöz dönüş, ileokolik ven yoluyla SMV’e ulaşır. Çıkan
kolon ve hepatik fleksuradaki venöz dönüş, V.colica dekstra yoluyla, transvers kolon venöz
dönüşü ise middle kolik ven yoluyla SMV’e doğrudur. Splenik fleksuradaki venöz dönüş,
hem V.colica media ile hem de V.colika sinistra yoluyla olmaktadır. İnen kolon venöz
dönüşü, V.colica sinistra yoluyla, sigmoid kolon venöz dönüşü ise V.sigmoidea yoluyla
İnferior mezenterk vene(İMV) doğrudur. İMV inen kolon, sigmoid kolon ve proksimal
rektumu drene eder. Treitz ligamanının solunda retroperitoneal lokalizasyonda gider,
pankreasın arkasından devam eder ve splenik venle birleşir. Rektumun venöz drenajı
arterlerine paralel seyreder, portal ve sistemik(kaval) dolaşımın her ikisine birden boşalır.
Rektumun üst kısmı Süperior rektal ven aracılığıyla İMV’e drene olur. Bu drenaj portal
sistemedir. Orta ve alt bölge ise Middle rektal ven ve İnferior rektal ven aracılığıyla İnternal
pudental vene ordanda internal iliak ven yoluyla sistemik dolaşıma drene olurlar. Süperior
rektal ven (Portal) ile orta ve inferior rektal venler ( sistemik ) arasında anastomozlar
bulunmaktadır ve bunlar bir portosistemik şant meydana getirirler. Dentat sınırın üzerinde üç
submukozal hemoroidal yapı vardır. Sol lateral, sağ posterolateral ve sağ anterolateral internal
hemoroidal venler süperior rektal vene drene olur. Dentat hattın altında eksternal hemoroid
venler pudental venlere drene olur(23,25,26).
Lenfatik drenaj
Kolon submukoza ve muskularis mukozada lokalize lenfatik kanallarla çevrilidir.
Sirküler dizilmiş lenfatikler annüler lezyonlara neden olmaktadır. Bu nedenle tümörler barsağı
genellikle çepeçevre sarma eğilimindedirler. Bu segmental mimari yapı tümörlerin
16
longitudinal intramural yayılımını sınırlar. Submukozal ve serozal zonlara dairesel ilerlemeler
yine annüler lezyonlarla sonuçlanır. Lenfatiklerde arterleri takip eder.
1. Epikolik lenf bezleri : Küçüktür ve hemen kolon duvarı üzerinde seröz membranın altında
yerleşmişlerdir.
2. Parakolik lenf bezleri : Barsak duvarı ile marjinal arter arter arasında bulunurlar.
3. Mezokolik(İntermezenterik) lenf bezleri : Kolonun esas damarları SMA, İMA boyunca
uzanırlar.
4. Mezenter kökü (Principal) lenf bezleri : Süperior ve inferior mezenterik arter kökü
etrafındaki ve aortik düğümler ile sol lomber düğümleri içerir.
Rektum ve anal kanal lenf yolları, biri pektinat çizginin üstünde, biride altında olmak
üzere iki duvar dışı pleksus oluşturur. Üst pleksus, arka rektum düğümlerinden süperior rektal
arter boyunca bir düğüm zincirine ve İMA boyunca aortik ganglionlara drene olur. Orta ve
inferior rektal arteri takip eden lenf ganglionları ise hipogastrik ganglionlara ve pelvis yan
duvarlarında iliaka interna lenf ganglionlarına drene olur. Rektum alt, anal kanal ve perineal
derinin lenfatik drenajı her iki taraf inguinal lenf bezleri ve A.iliaca interna etrafındaki lenf
bezlerine doğru olmaktadır(24).
Sinirler
Sempatik sinirler peristaltizmi inhibe ederken, parasempatikler ise stimüle eder. Sağ
kolona giden sempatik lifler spinal kordun aşağı altıncı torasik segmentinden kaynaklanır.
Torasik splanik sinirlerle çölyak pleksusa sonrada süperior mezenterik pleksusa geçerler. Sağ
kolonun parasempatikleri sağ vagustan gelir. Sol kolonun ve rektumun sempatik innervasyonu
ilk üç lumbal segmentten kaynaklanır. Bu sinirler preaortik pleksuslara katılır ve aorta
bifurkasyonunun aşağısında inferior mezenterik pleksus adını alır. Sol kolonun
parasempatikleri rektumun her iki yanında ‘nervi erigentesleri’ oluşturmak üzere sakral
17
sinirlerden (S2,S3,S4) gelir. Sakral parasempatiklerin uzantıları splenik fleksura bölgesine
hipogastrik pleksuslar yoluyla çıkar(23).
Rektumun innervasyonu pelvisin ürogenital organları ile paylaşılır. Torakokolumnar
segmentlerden çıkan sempatik sinirler inferior mezenterik pleksusu oluşturmak üzere inferior
mezenterik arterin altında birleşir.Bu saf sempatik sinirler aortik bifurkasyonun altında
lokalize süperior epigastrik pleksuslara inerler. Daha sonra hipogastrik sinir adıyla ikiye
ayrılıp pelvise inerler. Aşağı rektum, mesane ve cinsiyet organları hem erkek hemde kadında
hipogastrik sinir yoluyla sempatik innervasyon alırlar. İnferior mezenterik pleksustaki bir
hasar, inferior mezenterik arter ligasyonu sırasında meydana gelebilir. Nervi erigentes
(S2,S3,S4)’den çıkan parasempatik lifler pelvik pleksusu oluşturan hipogastrik
sinirle,rektumun önü ve yanında birleşerek, burdan çıkan dallar, rektumu, internal anal
sfinkteri, prostatı, mesaneyi ve penisi innerve eder. Bu bölgenin cerrahi diseksiyonunda pelvik
otonomik sinirlerin hasarı mesane disfonksiyonu ve impotansla sonuçlanabilir. İnternal anal
sfinkterin motor innervasyonu kontraksiyona neden olan sempatik ve kontraksiyonu inhibe
eden parasempatik lifler iledir. Eksternal anal sfinkter ve levator ani kası internal pudental
sinirle innerve olur. Rektumun distansiyonu internal sfinkterin relaksasyonuyla sonuçlanır.
Eksternal sfinkter istemli olarak kasılır(26,27).
Fizyoloji
Kalın barsağın primer fizyolojik görevleri şunlardır: mikroflora metabolizması ile
alınan gıdaların yıkılması, su ve elektrolitlerin emilmesi, semisolid maddelerin depolanması
ve feçesin rektum ve anüse doğru itilmesidir. Bu kolonik fonksiyonlar uygun fekal materyali
oluştururken aynı zamanda vücudun ihtiyacına cevap verir.
Çekum ve çıkan kolon : Alınan materyaller kalın barsağa gelir ve barsak florası tarafından,
geride kalan karbonhidrat ve proteinin aerobik ve anaerobik metabolizmasına izin sağlar, daha
sonraki periodlar için ağ kolonda kalır. Bundan dolayı çok sayıda ürün oluşur, bunların çoğu
18
daha sonra geri kalan kolon boyunca absorbe edilir. Çıkan kolon ve proksimal transvers kolon
da sodyum ve su emilimine ek olarak lümen içi sıvı volümünü düzenler (25,27)
Transvers skolon : Transvers kolonun genellikle kolonun proksimal ve distal komponentleri
arasında hızlı bir kanal olduğuna inanılır. Aynı zamanda sodyum ve su emilimi için önemli bir
yerdir (25).
Sol kolon : boşaltımdan önce lümen içi bileşiklerin son olarak dengelendiği yerdir. Distal
kalın barsak aynı zamanda anal kanalın yeterliliğini devam ettirmede önemli depo görevi
görür (25).
Rektum : Rektumun in vitro çalışmalarda emilim kapasitesinin çok az olduğu veya hiç
olmadığı gösterilmiştir(27).
Kolonun sindirim süreci, barsakta kolonize olan mikroorganizmaların bir sonucudur ve
konakçı ile birlikte ortak yaşama iştirak eder. Gram pozitif, gram negatif ve anaerobik nakteri
tiplerinin 400’den fazla farklı tipi idantifiye edilmiştir. Kolon lümeninde anaeroblardan
Bacteroides’lerin 109-1012 kadar bulunabildiğini, aeroblardan ise koliform basillerin 105-108
kadar bulunabildiği gösterilmiştir. Çalışmalar nemli feçesin bir gramında 1012 ’den fazla
bakteri varlığını göstermiştir. Bu verilere göre tipik batı diyeti tüketen bireylerde fekal
solidlerin %40-45’ini bakterilerin oluşturduğu bildirilmiştir (25).
Genellikle alınan nişastanın %10 kadarının ine barsaktan kolona geçtiği ve
fermantasyon için kullanıldığı düşünülür. Nişasta ve nişasta dışı polisakaritlerin
fermantasyonu sonucu kısa zincirli yağ asitleri (KZYA) ve kolayca buharlaşan yağ asitleri
oluşur. Oluşan KZYA’lerinin %90’ından fazlası kolonik mukoza tarafından alınır.
İleal akımla kolona gelen 200 mEq sodyumun %90’ından fazlası aktif olarak emilir.
Kolonda ayrıca klor emilimi de gerçekleşir. Bunun mekanizmasının enerji bağımsız,
pasif bir mekanizma olduğu düşünülmektedir. Bu süreç, elektrojenik sodyum emilimi ile
ortaya çıkan, muhtemel difüzyon ve iyonun negatif etkisiyle olur.
19
Sağlıklı bireylerde ortalama ileal akım yaklaşık 1500-2000 ml/gün’dür. Bu miktar
suyun yalnızca 150-200 ml’si dışkıda ortaya çıkar.Gerektiğinde kolonun emilim kapasitesi 5-6
lt/gün’e kadar çıkabilir.
Bunun dışında kolonda bikarbonat transportu da gerçekleşmektedir. Bikarbonat
iyonunun kolonik epitelin apikal mebranından diğer tarafa transportu klor-bikarbonat
antiportu içeren sekretuar bir olayı düşündürmektedir.
Çalışmalar kolonda potasyum emiliminin basolateral potasyum iyon kanalı ve K+/H+
ATPaz arasından elektronötral, sodyum bağımsız aracılıkla distal kolonda gerçekleştiğini
düşündürmüştür.
Sonuçta kolonun üç önemli fonksiyonu sindirim, motilite ve transporttur. Her biri
insan fizyolojisinin önemli komponentleridir.
Histoloji
Sindirim kanalında görülen 4 tabaka kolonda da vardır.
1.Tunica mucosa : Mukoza yüzey epitelyumu, kripta, lamina propria ve lamina muskularis
mukozadan oluşur. Barsagın bu bölümünde villus yoktur.
Yüzey epiteli basit kollumnar veya küboidal epitelden oluşur. Intestinal bezler uzundur
ve çok sayıda goblet ve emici ( absorbtif ) hücre, az sayıda enteroendokrin hücre ile
karekterizedir. Epitelyal hücreler arasında T lenfositler mevcuttur(7,8).
Lamina propria fibroblastlar, damarlar, sinirler, düz kas ve inflamatuar hücrelerin
gevşek bir kollesiyonunu içerir. Lenfatikler lamina proprianın alt 1/3’lük bölümünde sınırlıdır.
Normalde mevcut olan inflamatuar hücreler, lenfositler, plazma hücreleri, mast hücreleri,
eozinofil ve histiyositlerdir(28).
Muskularis mukoza ince bir kas tabakasıdır. Mukozayı daha derin submukozadan
ayırmaktadır(28,29).
20
2.Tunica submucosa : Lamina proprianın hücresel içeriği submukozal stromada da yer alır.
İki nöral pleksus submukozal bölgede yer alır. Bunlar Meissner submukozal pleksus ve derin
submukozal plesustur. Submukoza arteriolleri, venülleri ve lenfatikleri içerir(28,29).
3.Tunica muscularis : İçte sirküler, dışta longitudinal kaslardan meydana gelmiştir.
Auerbach pleksusu iki kas tabakası arasında uzanır. Dış longitudinal tabaka lifleri tenya koli
denilen üç kalın longitudinal bant halinde toplanmıştır( 29,29 ).
Şekil 4. Kolonun histolojik yapısı
4.Tunica serosa : Peritondur. Çekum, appendiks, transver kolon ve sigmoid kolonu tam
olarak sarar (intraperitoneal). Asenden kolon, desenden kolon ve rektumun bir bölümü ile anal
kanal peritonun arkasında kalır ( retroperitoneal ) (28,29).
21
PERİTON
Anatomi ve Patofizyoloji
Peritoneal boşluk vücuttaki en geniş damar dışı alanı oluşturur.İki kısmı vardır:
Paryetal periton ve viseral periton. Karın duvarının iç yüzünü örten paryetal periton
transversalis fasyanın devamı olan endoabdominal fasya ile desteklenmektedir. İç organları
örten bölüme viseral periton denir. Viseral periton parietal peritondan daha incedir,
parankimal organlarda kapsül ve içi boş organlarda seroza olarak adlandırılır. Viseral periton
karaciğer, safra kesesi, dalak, mide, uterus, over ve ince barsakları tamamen; pankreas,
mesane ve kolonu kısmen sarar (30).
Peritoneal boşluk kadınlarda fallop tüplerinin açıklığı dışında tamamen kapalı olup
küçük ve büyük omentum boşlukları olarak ikiye ayrılır. Küçük omentum boşluğu midenin
arkasında yer alır ve bursa omentalis olarak adlandırılır. Her iki boşluk winslow açıklığı
sayesinde birbiri ile ilişkilidir (30).
Peritonun iki büyük kıvrımı vardır: İlki mezenter olarak adlandırılır ve arka parietal
peritondan ince barsaklara uzanır. Yelpaze şeklindeki bu oluşum, ince barsakları karın arka
duvarına bağlar ve her iki yaprağı arasında ince barsaklara ait arter, ven, lenfatikler ve sinirler
yer alır. İkincisi ise omentum majustur. Mide ve transvers kolona tutunan viseral peritonun
kendi üstüne kıvrılması sonucu meydana gelmiştir ve bir önlük gibi barsakları örter. Büyük
omentum fazla miktarda yağ depolar ve lenf ganglionları içerir. Karın içi enfeksiyonları
sınırlamaya ve paryetal peritona geçmesini engellemeye çalışır (31).
Periton yüzeyi tek sıra yassı mezotelyal hücrelerden oluşur. Kalınlığı ortalama 1
mm’dir. Paryetal periton hem somatik hem otonom inervasyon alırken viseral periton sadece
otonom inervasyon alır. Her iki periton yaprağında ağrılı uyarana duyarlılık açısından bölgesel
farklılıklar söz konusudur (30).
22
Erişkinde periton yüzeyi tüm beden deri yüzeyine yakındır. Normalde paryetal
peritonla viseral periton arasında kayganlığı sağlayan yaklaşık 50 ml berrak, transüda
karakterinde bir sıvı mevcuttur bu sıvıdaki hücrelerin antibakteriyel özelliği vardır. Normalde
periton boşluğu sterildir (32)
Tüm periton yüzeyi su ve suda çözünen düşük molekül ağırlıklı maddelerin
difüzyonuna katılırken partiküllerin emilimi sadece diafragmatik lenfatikler aracılığıyla olur.
Diafragmanın alt yüzündeki özel lenfatik kanallar ( lakunalar), mezotelyal hücreler arasındaki
küçük delikler (stomata) aracılığıyla peritoneal boşluğa açılır. Buradan torasik kanal yoluyla
subklavyen vene boşalır (31).
Karın zarı deliklerinin büyüklüğü 8-12 μm’dir. Daha büyük partiküller ancak
omentumdan emilir. Bakterilerin ortalama çapı 0.5-2 μm arasında olduğu için kolaylıkla
karın boşluğundan temizlenirler (30).
Peritonun yaralanma ve infeksiyona cevabı hızlıdır. Hasar 4 saat içinde yuvarlak
hücreler tarafından kaplanır, tam iyileşme 1 haftayı bulur.mezotelyal hücreler plasminojen
aktivatörlerinden zengindir, dolayısıyla periton boşluğunda toplanan kan pıhtılaşmaz. Bu
fibrinolitik etki peritonitte önemli rol oynar (30).
Peritoneal boşluğun bakteriler ile kontamine olması akut inflamatuar cevabı tetikler.
Bu cevapta en az 4 ana hücre tipi önemli rol oynar: Makrofajlar, mezotelyal hücreler, kapiller
endotel hücreleri ve nötrofiller. Ayrıca trombositler, damar düz kas hücreleri ve fibroblastlar
da inflamatuar cevapta rol oynar.
23
Peritonit
Karın içi enfeksiyonlar şu şekilde sınıflandırılmıştır:
1. Primer peritonitler
a. Spontan peritonitler : Primer peritonit genellikle karın dışı odaktan kaynaklanan
bir enfeksiyonun hematojen yayılımı sonucu olur. Çocuklarda üriner veya respiratuar
sistemdeki pnömokok enfeksiyonları, nefrotik sendrom ve lupus eritematozus gibi başlıklar en
sık sebep iken, erişkinde siroz ve bazı immün yetmezlik durumları en sık görülen sebeplerdir.
Primer peritonit olduğu kesinleşmiş ise etken olan mikroorganizmaya yönelik antibioterapi
başlanmalıdır (31).
b. Periton içi protezler bağlı peritonitler : Bu başlık altında peritoneal diyaliz,
peritoneovenöz şant ve ventriküloperitoneal şant kaynaklı peritonitler kastedilmektedir.
Tedavide amaç kaynağın ortadan kaldırılması ve uygun antibioterapidir (30).
c. Granülomatöz peritonitler: Tüberküloz peritonit, actinomyces peritoniti, candida
peritoniti ve amip peritoniti bu başlık altında incelenir (30).
2. Sekonder peritonitler
a. Perforasyona bağlı peritonitler : Sekonder peritonitlerin % 80’ini oluşturur. Mide
ve duodenum perforasyonlarında başlangıçta peritonit kimyasal özellikteyken, daha sonra
translokasyon nedeniyle bakteriel peeitonite dönüşür. Tüm peritonitlerin % 22’ si kolon
perforasyonlarına bağlıdır. Solid organlardaki abselerin rüptürü de sekonder peritonit yapar.
Nekrotizan pankreatitteki bakteriyel peritonitin sebebi gastrointestinal sistemden bakteri
translokasyonudur (30).
b. Postoperatif sekonder peritonitler : Sekonder peritonitlerin % 10-20’ sini
oluşturur. Genellikle 4-7. gün arası anastomoz bölgesinden olan kaçağa bağlıdır.
c. Posttravmatik sekonder peritonitler : Künt veya penetran travma sonrası içi boş
organ rüptürleri olabilir. Künt travmalarda perforasyon bazen geç dönemde oluşabilir, bu
24
yüzden tanı yöntemlerinden gerektiğince faydalanılmalıdır. Penetran yaralanmalarda erken
dönemde karın içi enfeksiyon olarak kabul edilmez. Amerika ve Avrupa cerrahi enfeksiyon
dernekleri 24 saatten az zaman geçmiş gastrointestinal traktus perforasyonlarını karın içi
enfeksiyon olarak kabul etmemektedir (30).
Karın içi enfeksiyonlar polimikrobial olmasına rağmen belli organizmaların daha fazla
ürediği gözlenmiştir. Gram negatif basiller özellikle E. coli en sık görülen aerob bakteridir.
Anaerolardan ise en sık Gram negatif bacteroidesler ( özellikle B. fragilis ) daha sonra da
clostridia ve peptokoklar üremiştir.
Peritoneal inflamatuar cevabın iki önemli parçası olan peritoneal sıvı ve fibrin fazla miktarda
olduğu zaman enfeksiyonu artırıcı rol oynar. Deney hayvanlarında E. coli ile beraber isotonik
verildiğinde sıvı miktarı ile doğru orantılı olarak enfeksiyon şiddetlenmektedir. Sıvının
opsonize edici proteinleri seyrelttiği ve fagositozu engellediği öne sürülmektedir.
Deney hayvanlarında periton içine dışkı konarak oluşturulan peritonitlerde iki evre izlenr.
Birinci haftadaki peritonit evresinde mortalite yüksektir ve peritoneal sıvı kültürlerinde E. coli
ürer. Daha sonra abse evresi takip eder, bu dönemde mortalite pek olmaz ve hemokültürde
üreme beklenmez. Abse içeriğinin kültüründe ise zorunlu anaeroblar ürer.
Sekonder peritonitli hastalarda ameliyat öncesi ve sonrası yeterli destek tedavisi verilmeli,
uygun ve geniş spektrumlu antibiyoterapi sağlanmalıdır. Cerrahi tedavi ise asıl sebebi
yoketmeye yönelik olmalıdır.
3. Tersiyer peritonitler : Karın içi enfeksiyonlarda konakçı defans yetersizliği sonucu oluşur.
Akut süpüratif peritonitlerin çoğu cerrahi ve antibiyoterapi ile tedavi edilirken bazen
enfeksiyon sınırlı bir odakta ( abse) devam edebilir. Daha nadir olarak da enfeksiyon bulguları
olduğu halde belirli bir odak bulunamaz.Klinik olarak hiperdinamik kardiyovasküler bulgular,
lökositoz ve hipermetabolik bir tablo vardır. Multisistem organ yetmezliği gelişebilir.
Tedavide amaç multisistem organ yermezliğini önlemektir. Destek tedavisi, antibiotik tedavisi
ve gerekirde cerrahi ile kombine edilebilir.
25
4. Karın içi abseler : Çevre dokudan fibröz bir kapsül ile ayrılmış pürülan sıvı
koleksiyonlarıdır. Genellikle nekrotik doku ve bakteri içerdikleri halde bazen steril olabilirler.
Abselerin sekonder peritonitlerden sonra gelişmesi daha sıktır. Abse oluşumu başarılı bir
peritoneal savunma mekanizmasının göstergesidir. Patojenler sınırlandığından diffüz
peritonitlere oranla prognoz daha iyidir (32).
MATERYAL ve METOD
26
Bu çalışma İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü laboratuarlarında 15
mayıs- 1 haziran 2004 tarihleri arasında deney hayvanları etik kurul onayı alınarak yapıldı.
Çalışmamızda toplam 40 adet Wistar Albino cinsi dişi sıçan kullanıldı. Ortalama ağırlıkları
262 gram’dı. Sıçanlar 12 saat gece 12 saat gündüz siklüsünde bireysel kafeslerde tutuldu.
Deney hayvanlarına preoperatif ve postoperatif dönemde normal diyet verildi. Çalışma için
20’şer hayvandan oluşan iki grup oluşturuldu:
Grup I : Kontrol grubu
Grup II : Deney grubu
Bakterinin hazırlanması
Çalışmada her 2 gruba da kullanılan E. Coli ( ATC 25922) suşu İstanbul Üniversitesi İstanbul
Tıp Fakültesi Kültür Koleksiyonları Araştırma ve Uygulama Merkezi Kültür Koleksiyonları
Enstitüsü ( KÜKENS) laboratuarlarından sağlandı. Elde edilen suş triptikaz soy brot agar besi
yerinde enkübe edildi. Kültürler 2000 devirde 5 dakika santrifüje edildi. Oluşan pelletler
nefelometre ile Mc Farland 3 olacak şekilde homojenize edildi. Elde edilen materyal steril
salin ile mililitrede 109 E. coli ( ATC 25922) olacak şekilde dilüe edildi.
Taurolin ( %2 Taurolidin-Geistlich Pharma AG,CH-6110 Wolhusen, Switzerland )
% 2 ‘lik taurolidin solüsyonu serum fizyolojik kullanılarak % 0,5’lik final konsantrasyona
seyreltildi. Oluşan solüsyon 370 C’e kadar ısıtıldı. İntraabdominal lavaj amacıyla bu solüsyon
kullanıldı.
Deney
27
Daha önceden hazırlanmış olan E.coli ( ATC 25227) isolatından 2 ml intraperitoneal yolla
tüm deneklere verildi, 5 saat beklendi. Takiben bütün deneklere ketamin 50 ml/kg olacak
şekilde intraperitoneal yolla verilerek genel anestezi sağlandı. Temiz şartlarda uygun cilt
traşını takiben povidon iyot ile cilt temizliği yapılarak median laparotomi ile batına girildi.
(Şekil 5)
Grup I’e 2 cc serum fizyolojik ile, Grup II’ye ise daha önceden hazırlanmış olan
taurolidin solüsyondan 2 cc ile lavaj yapıldı. Lavaj mayi yerinde bırakılarak anüsün 5 cm
proksimalindeki kolondan 1 cm’lik segment rezeke edildi. Daha sonra tek kat üzerinden uçuca
Gambee suturler ile inverte olacak şekilde no: 5/0 ipek kullanılarak primer anastomoz
uygulandı. (Şekil 6,7) Anastomoz kontrol edildikten sonra Grup I’de serum fizyolojik ile Grup
II’de ise taurolidin solüsyonu ile tekrar lavaj yapıldı. Kanama kontrolünü takiben fasya ve cilt
no: 3/0 ipek ile kapatıldı.
Postoperatif dönemde bütün hayvanlara normal diet verildi. Her iki grupta da deney
bitmeden ölen hayvan olmadı. Her iki gruptan 10’ar hayvan postop. 3. günde, kalan 10’ar
hayvan da postop. 7. günde eter inhalasyonu yoluyla sakrifiye edildi. Sakrifiye edilen
hayvanlarda anastomoz bölgesi proksimal ve distalinden 2 cm kolon segmenti ile beraber
çıkarılıp patlama basıncı ve dokuda hidroksiprolin ölçümü yapılmak üzere incelemeye alındı.
28
Şekil 5. Laparotomi öncesi traş edilmiş operasyon sahasının boyanması..
Şekil 6. Sol kolon anastomozunun yapılışı.
Şekil 7. Tamamlanmış sol kolon anastomozu.
29
Patlama basıncı
Oluşturulan düzenekle çıkarılan kolon segmenti bir branüle geçirilip distali ipek ile
bağlanarak proksimalden 4 ml/dk olacak şekilde devamlı hava verildi. Sualtı düzenekte hava
kabarcığının görüldüğü ilk basınç patlama basıncı olarak not edildi. (Şekil 8)
Şekil 8. Patlama basıncı ölçme düzeneği.
Hidroksiprolin ölçümü
Anastomoz bölgesi distal ve proksimaldeki 1’er cm kolon segmentiyle beraber serum
fizyolojik içine kondu, - 22o C’ de saklandı. Daha sonra materyaller oda ısısına getirilerek
çalışılmaya başlandı. Doku parçası 1 gr olarak alındı ve eter içerisinde homojen hale getirildi.
Homojenizasyon sağlandıktan sonra eter uçurularak ayrıştırma yapıldı, takiben fosfat
tamponla tamponlanarak kromatografik yöntemle ölçüm yapıldı. Ölçümde Bio Labo kiti
(İsrail) ve Hitachi 911 cihazı kullanıldı.
Grup I ve Grup II deki deneklerin patlama basıncı ve hidroksiprolin düzey ölçümleri
istatiksel olarak Student’s t testi kullanılarak karşılaştırıldı.
30
Ayrıca her iki gruptaki doku örnekleri hemotoksilen eozinle boyanıp, histopatolojik
açıdan aynı patolog tarafından değerlendirildi.
BULGULAR
Grup I ve Grup II ‘deki hiçbir sıçanda makroskopik anastomoz kaçağı gözlenmedi.
Grup I ve Grup II’deki hayvanlardan 10’ ar tanesi postoperatif 3. günde sakrifiye edilerek
anastomoz hattı patlama basınçları ölçüldü. Ölçüm sonuçları Şekil 9’da gösterildi. Buna göre
deney grubundaki patlama basınçları kontrol grubuna göre anlamlı oranda yüksek bulundu (p<
0,005).
Şekil 9. Postoperatif 3. günde ölçülen anastomoz hattı patlama basıncı değerleri
31
Grup I ve Grup II’deki hayvanlardan 10’ ar tanesi postoperatif 3. günde sakrifiye edilerek
anastomoz hattı doku hidroksiprolin düzeyleri ölçüldü. Ölçüm sonuçları Şekil 10’da
gösterildi. Buna göre deney grubundaki patlama basınçları kontrol grubuna göre anlamlı
oranda yüksek bulundu. (p< 0,005)
0
200
400
600
800
1000
1200
1400
grup I
grup II
Şekil 10. Postoperatif 3. günde dokuda ölçülen hidroksiprolin düzeyleri.
Grup I ve Grup II’deki hayvanlardan 10’ ar tanesi postoperatif 7. günde sakrifiye edilerek
anastomoz hattı patlama basınçları ölçüldü. Ölçüm sonuçları Şekil 11’de gösterildi. Buna göre
deney grubundaki patlama basınçları kontrol grubuna göre anlamlı oranda yüksek bulundu.
(p< 0,005)
32
0
20
40
60
80
100
120
140
160
grup Igrup II
0
50
100
150
200
250
300
grup I
grup II
Şekil 11. Postoperatif 7. günde ölçülen anastomoz hattı patlama basıncı değerleri
Grup I ve Grup II’deki hayvanlardan 10’ ar tanesi postoperatif 3. günde sakrifiye
edilerek anastomoz hattı doku hidroksiprolin düzeyleri ölçüldü. Ölçüm sonuçları Şekil 12’de
gösterildi. Buna göre deney grubundaki patlama basınçları kontrol grubuna göre anlamlı
oranda yüksek bulundu. (p< 0,005)
0
500
1000
1500
2000
2500
grup Igrup II
Şekil 12. Postoperatif 7. günde dokuda ölçülen hidroksiprolin düzeyleri.
33
Postoperatif 3. ve 7. günde elde edilen dokular histopatolojik özellikleri açısından aynı
patolog tarafından değerlendirildiğinde; grup II’de fibroblastik aktivitenin grup I’e göre daha
fazla olduğu belirtildi(Şekil 13).
Şekil 13. Grup II’de fibroblastik aktivite artışı. (Hematoksilen eozin x 40)
TARTIŞMA
Gerek elektif gerekse acil kolon ameliyatlarında kirli batın olması
durumunda özellikle sol kolona yapılacak girişimlerde primer
anastomozdan kaçınılmakta ve çok basamaklı prosedürler tercih edilmektedir (13,14).
Özellikle tıkanmış kolon kanserli veya Amerikan cerrahlar birliği organ yaralanma komitesinin
sınıflamasına göre grade III , IV ve V kolon yaralanması olan hastalarda risk faktörleri olarak
ciddi kolon ödemi, peritoneal inflamasyon (peritonit) ve kolon kan akımının şüpheli
bulunması, hastanın yaşı, yandaş hastalığı, tıkanma var ise süresi gibi faktörler yapılacak
cerrahi girişimin çok basamaklı prosedürlere eğilime yol açar (13). Bunun sebebi, sol kolon
gibi bakteri kolonizasyonunun fazla olduğu bölgelere yapılan anastomozlarda; kontamine
ortamda yara iyileşmesinin bozulması,anastomoz kaçağı riskinin yüksek olması ve dolayısıyla
morbidite ve mortalitenin artmasıdır.
34
Artan morbidite ve mortalite ile beraber, primer anastomoz yapmadan uygulanan geçici
kolostomiler ve kolostomi kapatılmaları hem iş güç kaybı hem de hasta maliyetinde artışa
neden olmaktadır (14). Halen tartışılmakla birlikte rezeksiyon ve primer anastomozun risk
faktörleri içerisinde sadece peritonit varlığında uygulanmasının özellikle periton temizliği ve
geniş spektrumlu antibioterapi ile yapılabileceğini belirten yayınlar mevcuttur (16,17).
Kolonun son kısmında en fazla bakteri kolonizasyonu E. coli olduğu bildirilmiştir (30,31,32).
Bizim de bu çalışma da deneysel peritonit oluşturmak için kullandığımız bakteri E.coli’dir.
Taurolidin organizmada bulunan doğal bir aminoasit olan taurinden üretilmektedir.
Taurolidin iki halkalı bir yapıdır ve iki molekül tauronamid ile üç molekül formaldehitin bir
metilen köprüsüyle bağlanması sonucu oluşur. Tauronamid ise taurinden üretilmektedir
(1,2,3).
Taurolidinin etki spektrumu geniştir.Gram pozitif,gram negatif ve anaerob bakterilere,
mantarlara ve parazitlere karşı etkili olduğu gösterilmiştir (4,5,6). Bunun yanı sıra in vitro
testlerde tümorsidal ve antiadhesif etkileri olduğu saptanmıştır (7,8,9).
Taurolidin sistemik olduğu gibi lokal olarak da kullanılabilir.
(9,10,11,12). Cerrahi operasyonlarda intraabdominal lavaj amacıyla uygulanabilir.Böylelikle
tümorsidal, antiadhesif ve antimikrobial etkisinden faydalanılabilir. Üstelik taurolidinin lavaj
amaçlı kullanımında hiçbir yan etki bildirilmemiştir(7,9). Tüm bu özelliklerinden dolayı
taurolidin yoğun bakım ünitelerinde ve cerrahi kliniklerinde sıklıkla kullanılmaktadır.
Braumann ve arkadaşlarının yaptığı deneysel çalışmada Taurolidinin intraperitoneal tedavi
ile intraperitoneal tümör büyümesini inhibe ettiği ancak subkutanöz tümör büyümesini
etkilemediğini göstermişlerdir(10).
Konukoğlu ve arkadaşlarının yaptığı çalışmalarda deneysel peritonitte kullanılan alfa
tokoferol ve taurolidinin oksidatif stresi azaltmada etkili olduğu saptamışlardır(21).
Woltmann ve arkadaşları standart peritonit yapılan hayvan modellerinde hem abdominal
hemde sistemik kullanılan taurolidin grubunda bakterial disseminasyonun belirgin oranda
35
inhibe edildiğini belirtmektedirler(17).
Popovic ve arkadaşları acil abdominal cerrahide kullanılan intraperitoneal taurolidinin septik
komplikasyonları ve mortaliteyi belirgin oranda azalttığını bildirmişlerdir(33).
Seidenschnur akut sol kolon obstruksiyonlarında 8 vakalık bir seride peroperatif lavaj ve
primer anastomozun güvenirliğinden bahsetmektedirler(34).
Biz de taurolidinin peritonit oluşturduğumuz hayvan modellerinde intraperitoneal
kullanımı ile bu olumlu etkilerini değerlendirmek için çalışmamızı planladık.
Jiborn , anastomoz değerlendirilmelerinde biomekanik inceleme olarak patlama basıncı ve
germe kuvvetini ölçmüş ve anastomozdan yaklaşık 10-14 gün sonra normalin üstüne çıktığını
bildirmiştir(36).
Cronin yaptığı bir çalışmada anastomoz patlama basıncı ölçümlerinde anastomoz yaptıktan
sonraki 3. günden itibaren uygulanacak olan kuvvetin giderek arttığını ve 7-10. günlerde
maksimuma ulaştığını, aynı zamanda ilk 3 günde hidroksiprolin konsantrasyonunun
anastomoz bölgesinde %40 azaldığını ve yaklaşık 5. günden itibaren normale yaklaştığını , 10-
14. günlerde ise normalin üstüne çıktığını
bildirmiştir(35).
Biz de çalışmamızda doku hidroksiprolin miktarını ve anastomoz patlama basıncını ölçerek
anastomoz dayanıklılığını araştırdık. Çalışmamızda deney grubunda kontrol grubuna oranla 3.
günde ve 7. günde anastomoz hattındaki hidroksiprolin düzeyinde anlamlı (p<0,001) artış
saptanmıştır. Yine deney grubunda kontrol grubuna oranla anastomoz patlama basıncı
değerleri anlamlı olarak
yüksek çıkmıştır.(p<0,001).
Ayrıca postoperatif 7 gün batın açıldığında deney grubunda yapışıklıkların daha az olduğunu
saptadık. Postoperatif 3. ve 7. günde elde edilen dokular histopatolojik özellikleri açısından
aynı patolog tarafından değerlendirildiğinde grup II’de fibroblastik aktivitenin grup I’e göre
daha fazla olduğunu saptadık.
36
SONUÇ
Günümüzde abdominal operasyonlarda kirli batın tablosu ile karşılaşılması durumunda
cerrahlar genellikle primer anastomozdan çekinmekte ve iki basamaklı prosedürleri
uygulamaktadır. Bu da hasta konforu ve maliyet açısından dezavantaj getirmektedir.
Bu çalışmada kirli batın durumunda primer anastomozu daha güvenli bir şekilde yapmak
amacıyla üstün antibakteriyel, antiendotoksik ve tümorsidal özellikleri olan taurolidinle
yapılan lavaj serum fizyolojik ile yapılan lavaj ile karşılaştırıldı. Hem patlama basıncı hem de
hidroksiprolin düzeylerinin taurolidin ile lavaj yapılan grupta serum fizyolojik ile lavaj
yapılan gruba oranla belirgin olarak yüksek olduğunu saptandı.(p<0,005)
Deneysel modelde elde edilen bu sonuçlarda yola çıkılarak, kirli batında primer anastomozu
daha güvenilir kılmak için taurolidin ile lavaj yapılması alternatif bir yöntem olarak
öngörülelebilir.
37
KAYNAKLAR
1. Blenkharn J.I. The antibacterial and antiendotoxin activity of taurolidine in
combination with antibiotics. Surgical Research Communications, 2:149-155.1987.
2. Erb F, Imbenotte M, Huvenne J, et al. Structural investigations of a new organic
antimicrobial : Taurolidine. Analytical study and application to identification and
qualification in biological fluids. Eur J Drug Metabolism and Pharmacokinetica 8:163-
171, 1983
3. Knight BI, Skellern G.G, Smail G.A et al. NMR studies and GC analysis of the
antibacterial agent, taurolidine. J Pharma Science, 72(6) : 705-707,1983
4. Gorman SP, McCafferty D.F, Woolfson AD et al. Electron and light microscopic
observations of bacterial cell surface effects due to taurolidine treatment. Letters in
Applied Microbiology, 4:103-109,1987
5. Gorman SP, McCafferty D.F, Woolfson AD, Jones DS. A comparative study of the
microbial antiadherence caoacities of three antimicrobial agents. J Clin Pharm, Dec:12
(6), 393-399,1987
38
6. Gorman SP, McCafferty D.F, Woolfson AD, Jones DS. Reduced adherence of
microorganisms to human mucosal epithelial cells folllowing treatment with Taurolin,
a novel antimicrobial agent. J Appl Bacteriol Apr: 62 (4):315-320, 1987
7. Jacobi CA, Wildbrett P, Muller JM. Influences of different gases and intraperitoneal
instillation of antiadherent or cytotoxic agents on peritoneal tumour cell growth and
implantation with laparoscopic surgery in a rat model. Surg Endosc Oct; 13(10) :
1021-1025, 1999
8. Schier F, Danzer E, Bondartschuk M. Hyaluronate, terachlorodecaoxide and
galactolipid prevent adhesions after implantion of gore-Tex and dura mater into the
abdominal wall in rats. Pediatr Surg Int 15(3-4) : 255-259, 1999
9. Braumann C, Ordemann J, Kilian M, Wenger FA, Jacobi CA. Local and systemic
chemotherapy with taurolidine and taurolidine/heparin in colon cancer-bearing rats
undergoing laparotomy. Clin Exp Metastasis 20(5):387-394, 2003
10. Braumann C, Ordemann J, Wildbrett P, Jacobi CA. Influence of intraperitoneal and
systemic application of taurolidine and taurolidine/heparin during laparoscopy on
intraperitoneal and subcutaneous tumour growth in rats. Clin Exp Metastasis 18(5):
547-552, 2000
11. Gortz G. Local antiseptic and anti-endotoxin measures in intraabdominal infections.
Langenbecks Arch Chir 382 (4 Suppl 1) : 37-42, 1997
12. Rosman C, Westerweld GJ, Kooi K, Bleichrodt RP. Local treatment of generalized
peritonitis in rats; effects on bacteria, endotoxin and mortality. Eur J Surg nov; 165
(11) : 1072-1079, 1999.
13. Conrad JK, F. K., Foreman ML, Gogel BM, Fisher TL, Livingston SA .Changing
management trends in penetrating colon trauma. Dis Colon Rectum 43(4): 466-
471.,2000.
39
14. Brasel KJ, B. D., Weigelt JA . Management of penetrating colon trauma: a cost-utility
analysis. Surgery 125(5): 471-9. (1999).
15. Ahrendt GM, Tantry US, Barbul A. Intraabdominal sepsis impairs colonic reparative
collagen synthesis. Am J Surg, 171: 102, 1996
16. Meyer C,Rohr S, Iderne A, Tiberio G Bourtoul C. The value of peroperative colonic
lavage in urgent colonic surgery. Apropos of 54 patients. J Chir (Paris) Dec;134 (7-8):
271-274, 1997
17. Woltmann A, Schult M, Schiedeck T, Markert U, Bruch HP. Peritoneal lavage in
standardized peritonitis models. Zentralbl Chir 124 (3): 195-195-8, 1999
18. Association Françaisade Normalisation (AFNOR). French standards for antiseptics
and disinfectants. AFNOR Edition. Paris, 1981.
19. Pfirmann R.W, Leslie G.B, De La Cerna , et al. Report on modification of the lethality
of intraperitoneal e. coli by pretreatment with povidone iodine. Interaction Data file-
Gestlich-Pharma, 1983.
20. Pfirmann R.W. a new concept in antimicrobial chemotherapy for surgical infection.
Ibid, 3-23, 1985.
21. Konukoğlu D, İynem h, Ziylan E. Antioxidant status in experimental peritonitis:
effects of alpha tocoferol and taurolin. Pharmacol Resw Mar;39(3): 247-251, 1999
22. Rosman C, Westerweld GJ, van Oeveren W, Kooi K, Bleichrodt RP. Effect of
intraperitoneal antimicrobials on the concentration of bacteria, endotoxin and tumour
necrosis factor in abdominal fluid and plasma in rats. Eur Surg Res 28(5):351-360,
1996.
23. Wheeler JMD, Mortensen NJMcC. Anatomy of the Colon. In Zuidema GD, Yeo CJ,
eds. Schackleford’s Surgery of the Alimentary Tract. 5th ed. Philadelphia: WB
Saunders,2002:IV, 3-14.
40
24. Skandalakis E.J, Colon and Rectum, Surgical Anatomy and Technique.
Ed:Skandalakis E.J, Hamilton printing, New York, 1995:(13)401-70.
25. Stocchi L, Nyam DCNK, Pemberton JH. The Anatomy and Physiology of the Rectum
and Anus Including Applied Anatomy. In Zuidema GD, Yeo Cj eds. Shackleford’s
Surgery of the Alimentary Tract 5th ed. Philadelphia: WB Saunders, 2002:IV, 332-
356.
26. Keighley MRB, Williams NS. Anatomy and Physiology Investigations. In Keighley
MRB, Williams NS. Eds. Surgery of the Anus and Rectum. 2nd ed. London: WB
Saunders, 1999:1-48.
27. Fritsch H,Brenner E, Lienemann A, Ludwikowski B. Anal sphincter complex.
Reinterpreted morphology and its clinical relevance. Dis Colon Rectum 45:188-194,
2002
28. Sternberg SS: Colon, Chapter 29, in: Histology for Pathologists, ed Sternber SS,
Raven Press, NewYork, 1992:573-588.
29. Rosai J: Large Bowel, Chapter 11. In Ackerman’s Surgical Pathology, ed Rosai J. St
Louis. Mosby New York. 1996:(1)8 th:729-799.
30. Ertekin C. Karın İçi Enfeksiyonlar. In Kalaycı G. Eds. Genel Cerrahi. İstanbul Nobel
Tıp, 2002: I, 217-243
31. Solomkin JS, Wittman DW, West MA, Barie PS. Intraabdominal Infections. In
Schwartz IS (Eds) Principles of Surgery. 7th ed. Vol. 2. 1515-1551, New York, 1999.
32. Wittman DW. Abdominal enfeksiyonlar. Editör; Sayek İ. Temel Cerrahi. 2. baskı
1408-1436, Güneş Kitabevi, Ankara, 1998.
33. Popovic M, Dugalni D, Milicevic M. Use of taurolin in the prevention of septic
complications in emergency abdominal surgery. Acta Chir İogosl. 1991; 38 (1) : 23-33
34. Seidenschnur AM, Bech K. Peroperative lavage and primary anastomosis in acute left
sided colon ileus. Usegkr Laeger. 2001 Apr 30; 163 (18) : 2489-92
41
35. Croinin K., Jackson D.S., Dunphy J.E. Spesific activity of hidroxyprolin tritium in the
healing colon. Surg Gyn Obst. 1968; 1260: 1061-65
36. Jiborn H. Ahonen J. Zederfeldt B. Healing of experimental colonic anastomosis
collagen metabolism in the colon after left colon resection. Am J Surg. 1980; 139:
398-405.
42