Post on 30-Mar-2016
description
2
AJANDA YAZARLARI
ATA ĠSMET ÖZÇELĠK ata@ajandadergi.com - hepsidetay.blogspot.com
BANU HIDIRLAR banu@ajandadergi.com - birazsoylebirazboyle.blogspot.com
DUYGU PHILLIPS duygu@ajandadergi.com - naminghouse.com
EBRU DAĞTEKĠN ebru@ajandadergi.com
ĠMGE TAN imge@ajandadergi.com - imgeleme.com
MÜGE KARAHAN muge@ajandadergi.com - yemekbahane.blogspot.com
NADĠR KALBĠNUR blog.milliyet.com.tr/nadirkalbinur
ÖZGE DUMLU GüNESEN ozge@ajandadergi.com
PINAR DOĞAN pinar_sd@hotmail.com
SEDA ASOLAR seda@ajandadergi.com - sedasolar.blogspot.com
DERGİ TASARIM SĠNEM ERGUN sinem@ajandadergi.com - sanatnotlari.blogspot.com
KAPAK TASARIM ve ÇİZİMLER
ġULE COġKUN BALMUMCU susu@ajandadergi.com - susuoykusu.blogspot.com
İLETİŞİM iletisim@ajandadergi.com
ġubat 2011
Sayı:9
Ağustos 2011
Sayı: 14
3
Temmuz ayında Ajanda ekibi olarak izin kullanmak istedik.
Birinci yaşımızı kutlamanın gururu ve mutluluğu ile beraber yaz
ayının da başlamasıyla bir sayılık tatile girdi Ajandamız.
Ama ekip olarak öyle gönül vermişiz ki bu işe, dergimizi nasıl
geliştiririz, okuyucularımıza daha renkli ve çeşitli konularda
yazılar hazırlayabiliriz diye çalışmalar yaptık.
Ekibimizi genişlettik, konu başlıklarımızı çoğalttık. Ayrıca web sayfamızı da
neredeyse bitirdik. Önümüzdeki aylar da muhteşem sürprizlerle sizleri şaşırtmayı
hedefliyoruz.
Bizi en çok mutlu eden şey ise sizlerin düşüncelerinizi ve önerilerinizi bize
ilettiğiniz mesajlarınız oluyor. Ajanda’da okumak istediğiniz konuları bize
yazarsanız önümüzdeki sayılar için çalışmalarımızı bu yönde sizlerle ortak olarak
gerçekleştirmiş oluruz. Düşüncelerinizi iletisim@ajandadergi.com a sabırsızlıkla
bekliyoruz.
Bu ay yaza yakışır rengarenk ve cıvıl cıvıl bir sayımız var.
Öncelikle üç yeni köşemiz var. Her ay modayı yakından takip edeceğimiz Stiletto,
evlerimizi küçük detaylarla keyifli bir hale getirebileceğimiz Dekorasyon ve bebek
sahibi olmanın her yönünü okuyabileceğimiz Pudra Kokusu bölümlerimiz
eklendi.
Ayrıca bu sayıda İtalya’yı karış karış gezerken hem tarihi bilgilerle donanacağız
hem de keyifli bir İtalya seyahati için bilmemiz gereken püf noktalarını
öğreneceğiz. İstanbul’da bu sıcaklarda deniz keyfi yapmak isterseniz plaj
önerilerimiz var sizlere.
Elbette ki bu ay kaçırmamanızı düşündüğümüz şehir etkinlikleri, konserler ve
sergilerin yanı sıra okumanızı mutlaka tavsiye ettiğimiz kitap önerileri ile yine ilgi
çekici bir dizi önerimiz var. Geçtiğimiz ayın önemli ve güncel spor olaylarına bir
bakış atarken, Abrakadabra bölümümüzde bu ay düşünce gücümüzle mutlu
olmanın nasıl mümkün olduğunu göreceğiz. Tüm bunların yanı sıra gelecekte bizi
bekleyen çok ilginç mesleklerle tanışacağız. Ayın Blogu köşemizde ise Mutlu
Dükkanın yazarı Zeynep Yümlü ile başarısının sırrını ve nasıl fark yarattığını çok
keyifli bir sohbet eşliğinde okuyacağız.
Hepinize keyifli okumalar diliyorum.
4
6 Etkinlikler
10 Sinedetay ‚Breaking Bad‛
14 İstanbul’da Turist Olmak ‚İstanbul’un Plajları‛
18 Stiletto
24 İnceleme Kitap ‚Bizim Büyük Çaresizliğimiz‛ ve
‚Amcam Oswald‛
28 Gezi ‚İtalya‛
46 Gönlümün İncileri ‚Peri Masalı‛
İÇİNDEKİLER
5
50 Pudra Kokusu ‚Bebeğime En Iyı Nasıl Bakarım‛
52 Çalışanın Çığlığı
‚Fütüristlerin Öngördüğü Meslekler‛
54 Dekorasyon ‚Yazlık Evler‛
60 Abrakadabra ‚Olumsuzdan Olumluya‛
62 Bunları Biliyor muydunuz
64 Raflarda
68 Ayın Blogu ‚Mutlu Dükkan‛
İÇİNDEKİLER
6
İmge Tan http://imgeleme.com
ETKİNLİKLER
21. Most Açıkhava Konserleri
Yıllardır müzikseverlere keyifli anlar yaşatan, heyecanla
beklenen ve bu sene 21.si düzenlenen Most Açıkhava
Konserleri, bu yaz 23 Temmuz’dan itibaren müziğin
başarılı isimlerini Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava
Tiyatrosu’nda dinleyicilerle buluşturuyor.
23 Temmuz’da Candan Erçetin ile başlayan konser
serisini Haris Alexiou (konuk sanatçı Candan Erçetin),
Sıla, Nilüfer, Teoman ve George Dalaras konserleri
takip edecek. Tarihler ve biletler için Biletix’e göz atabi-
lirsiniz.
Turkcell Kuruçeşme Arena
Konserleri’ni Unutmayın!
Son yılların gözde Açıkhava konser mekân-
larından Kuruçeşme Arena’da 17 Eylül’e
kadar devam edecek olan konserlere göz
atmayı unutmayın. Zülfü Livaneli’den
Suzan Kardeş’e, Kenan Doğulu’dan
Teoman’a, Bülent Ortaçgil’den Anadolu
Ateşi’ne kadar pek çok önde gelen ismi
izleyebileceğiniz etkinlikler serisi için
yerinizi şimdiden ayırın. Biletler Biletix’te.
7
Tuluyhan Uğurlu İstanbul'un Zirvesinde!
Piyanist Tuluyhan Uğurlu'nun farklı mekânlardaki yolculuğu sürüyor.
2003'te piyanosunu 2150 metrede Nemrut Dağı'na taşıyan Uğurlu, bu kez Avrupa'nın en
yüksek binası Sapphire'de 236 metredeki Seyir Terası'nda sanatseverlerle buluşmaya
hazırlanıyor.
261 metre anten yüksekliği ile
Avrupa'nın en yüksek binası
olan Sapphire İstanbul'un
Seyir Terası'nda 360° derece
İstanbul manzarasını izlerken,
Tuluyhan Uğurlu'nun müziği
ile göklerde bir yolculuk
yapmaya hazır mısınız?
12 Ağustos Cuma ve
13 Ağustos Cumartesi
akşamları saat 21.30'da
gerçekleşecek konserlerle
Tuluyhan Uğurlu,
"Sonsuza Kadar İstanbul"
isimli yeni albümünden
bölümler seslendirecek.
Biletler Biletix’te!
8
Steve McCurry’nin ‚Son Kodachrome Filmi‛
İstanbul Modern, Magnum Ajansı ve National Geographic'in ünlü fotoğrafçısı
Steve McCurry’nin üretimi 2009 yılında durdurulan Kodachrome filminin sonuncusunu
kullanarak çektiği kareleri dünyada ilk kez sergiliyor.
Son yıllarda dijital fotoğraf makinelerinin yaygınlaşmasıyla birlikte azalan talep üzerine
Kodak, renk yoğunluğu ve uzun yıllar saklanabilirliğiyle, mekanik fotoğraf makinesi
kullanan amatörlerin ve profesyonellerin, özellikle de basın fotoğrafçılarının gözdesi
olan Kodachrome’un üretimini 22 Haziran 2009’da durduracağını bildirdi.
Bu gözde filmin üretim bandından çıkan 36 pozluk sonuncusu ise 14 Temmuz 2010’da
usta fotoğrafçı Steve McCurry’nin ellerine teslim edildi.
İşte bu usta ellerden çıkan son 36 kare 3 Ağustos 2011 – 4 Eylül 2011 tarihleri arasında
İstanbul Modern’de bizleri bekliyor olacak.
Dünyada ilk kez sergilenecek olan bu fotoğraflar arasında Robert de Niro’dan
Bollywood yıldızlarına, Ara Güler’den, Rabari aşiretine kadar çok farklı renkleri
bulabilirsiniz.
9
‚Şimdiki Zamanlar‛ 20 Temmuz’dan itibaren Pera
Müzesi’nde
Pera Müzesi, bu yıl Anadolu
Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi'ni ağırlıyor.
Resim, heykel, baskı, grafik,
animasyon, seramik, cam ve iç
mimarlık bölümü öğrencilerin-
den 111 genç sanatçının
Şimdiki Zamanlar sergisinde
yer alan 82 yapıtı, sanatseverleri bugüne ve ‚şimdi‛ye davet eden bir çağrı niteliğinde.
Pera Müzesi’nin üç katında birden yer alacak serginin ziyarete açık kalacağı 20 Temmuz
– 02 Ekim tarihleri arasında ayrıca her çarşamba, genç ve yeni müzisyenlerin
desteklendiği ‚Genç Çarşamba Konserleri‛ düzenlenecek.
Beni Bağrına Bas!
Patricia Piccinini'nin 1997'den bu yana ürettiği ve heykel,
yerleştirme, çizim, video gibi farklı mecraları kullandığı
işlerini bir araya getiren “Beni Bağrına Bas” sergisi
21 Ağustos’a kadar ARTER’de sizleri bekliyor.
Piccinini, bu sergiyle bizi aile olmanın gücü üzerine
düşünmeye çağırıyor. Bu güç, kaynağını birbirimizi
bağrımıza basmakta, diğerkâmlıkta, cömertlikte, bitip
tükenmez bir sabırda, önyargısız olmakta, birbirimizin
hatalarını, budalalıklarını ve çirkinliklerini kabul etmekte ve
en katlanılmaz durumda bile birbirimize daha sıkı sarılmakta buluyor.
ARTER adres: İstiklal Caddesi No:211 (Metronun Şişhane durağının İstiklal Caddesi çıkı-
şından yürüme mesafesinde) Tel: 0–212–243 37 67.
10
A MC’nin hit dizisi Breaking
Bad’de Walter White, Teksas
Albuquerque’deki bir lisede
kimya öğretmeni, aslında dahilik derece-
sinde zeki ama şanssızlıklar ve birtakım
kişisel kararlarlar sonucu belki de en iyi
üniversitelerden birinde profesör olması
gerekirken vasat maaşıyla hayatını idare
ettiren, fazlasıyla pasif, dışarıdan
bakıldığında sünepe bir öğretmen imajı
çizen bir adam.
SİNE DETAY
Ata İsmet Özçelik
www.hepsidetay.blogspot.com
11
Bütün bunların üstüne oğlu Walter White
Jr. da Celebral Palsy hastalığıyla doğduğu
için kas hareketlerinde ve konuşmasında
zorluk çekiyor ve sürekli koltuk değnekle-
riyle yürümek zorunda.
Eskiden muhasebeci olan güzel eşi Skyler
ile aslında biraz da sürpriz bir şekilde olan
ikinci çocuklarının doğmasını bekliyorlar.
B uraya kadar gözünüze her şey nor-
mal ve sıradan gelebilir, gerisi için
sıkı durun diyeyim. Walter gittiği doktor-
da son aşama akciğer kanser olduğunu öğ-
renince olaylar baştan sona değişiyor, ha-
liyle büyük bir bunalıma
giren Walter ailesinin gelecekte kendisi
olmadan neler yapabileceğini düşünmeye
başlıyor, ödenmesi gereken bir mortgage,
henüz yeni doğacak bir bebek ve kendisini
nasıl geçindireceği meçhul engelli bir
oğlan ile tam bir çıkmaza giriyor.
İşte bu noktada karşısına çıkan uyuşturu-
cu satıcısı, eski öğrencisi Jesse Pinkman ile
bildiği en iyi işi yapmaya, kimya bilgisini
konuşturarak metamfitamin üretmeye baş-
lıyorlar.
Tabii bu süreç o kadar da kolay olmuyor;
Walter White disiplinli bir bilim adamı,
12
her şeyi kuralına göre düzenli bir şekilde
yapmaya çalışırken öğrencisi Jesse ise liseyi
bitirememiş, başına buyruk yaşayan bir
yandan esrar çektiği için ailesinin reddetti-
ği bir çocuk.
Dizi boyunca bu karakterleri birbirine son
derece zıt ikilinin gittikçe güçlenen
dostluğunu, yaşadıkları inanılmaz olayları
görüyoruz.
İ şin bir ironik tarafı daha var Walter
White’ın kayınbiraderi de DEA ajanı, ya-
ni uyuşturucu ve benzeri maddelerle ilgili
her türlü yasadışı işi yapanları
yakalamakla sorumlu bir adam.
Walter bir yandan öğretmenliğe devam
ederken, bir yandan gizli olarak hem eşini
idare etmek zorunda, öyle ki gelişen
olaylar sonucu ‚Heisenberg‛ lakabıyla
ürettiği kaliteli met sayesinde bir efsane ha-
line geliyor. Ömrü boyunca yalan söyleme-
miş, dürüstlükten ayrılmamış idealist bir
insanın ölmekte olduğunu anlayınca ve söz
konusu ailesi olunca nasıl bir dönüşüm
geçirdiğine inanamayacaksınız.
İşte Breaking Bad böylesine bir dram,
temposu çok hızlı diyemeyeceğim ama
baştan sona kurulmuş harika bir örgüsü ve
senaryosu var, öyle ki daha ilk bölümden
sezon sonunda çözülecek bir sahne
gösterilebiliyor.
Çok da isimli olmayan oyuncu kadrosu
muhteşem işler çıkarıyor.
Özellikle başroldeki Walter White rolünü
oynayan Bryan Canston üst üste 3 yıl
Emmy’de en iyi erkek oyuncu ödülünü ala-
rak bu konuda beklentileri en üste taşıdı
desek yanlış
olmaz.
Öğrencisi ve ortağı Jesse Pinkman rolünde
sezonlar geçtikçe ısınan Aaron Paul de
2009’da aday olduktan sonra 2010’da
Emmy’de en iyi yardımcı erkek oyuncu
ödülünü kazanarak yeteneğini geliştirdiği-
ni ispatladı. Bu arada engelli oğlunu can-
landıran ve gerçek hayatta da bu kadar ileri
derecede olmasa Celebral Palsy hastası
olan RJ Mitte’yi de harika performansı için
de tebrik etmek gerek.
B reaking Bad’in 4. Sezonu 17 Tem-
muz’da başladı, 3 sezon boyu ‚bu ka-
dar da olmaz‛ denilecek olayların yaşandı-
ğı bu drama özellikle 3. sezon finalini ina-
nılmaz bir şekilde yaptı, alışmanız ilk baş-
larda biraz zor olsa da bir kere alıştıktan
sonra tıpkı dizideki metamfitamin kadar
bağımlılık yaratabilecek harika bir dizi,
mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.
13
14
15
GEZİ—İSTANBUL’DA TURİST OLMAK
İstanbul’un Plajları < İstanbul’da deniz-kum-güneş keyfi
Müge Karahan
www.yemekbahane.blogspot.com
S okağa çıkmak zulüm gibi< Asfal-
tın üzerinden bir buhar dumanı
yükselirken
insan kafasını evden dışarıya çıkartmak
dahi istemiyor.
Ben, bu aralar İstanbul’da olmayan şanslı
kesimdenim sanırım. İstanbul’a yakın ama
ruhen bir hayli uzakta hissettiren bir yerde
geçiriyorum yaz aylarını yeni doğan
bebeğimle.
Bu da Ajanda’nın yaz sayısı için konu
tespitimde son derece etkili oldu
diyebilirim zira aklım hep sizde.
İ stanbul’da yaz nasıl geçer? Nerede
serinlenir, sizler için araştırdım<
Her zamanki sloganımızla başlıyorum ya-
zıma, İstanbul’da iki nokta arasında kal-
mayın, İstanbul’u yaşayın<
Çok sıcak havada dahi İstanbul’u turist
gibi soluyun<
‚İstanbul’da Turist Olmak‛ yazı dizisin-
de bu ay İstanbul’un özel plajları var<
Esasen İstanbul’un eskiden sayfiyesi
olarak bilinen Anadolu Yakası plajların-
dan başlayalım<
Tabii benim aklıma ilk olarak denize
girmek denildiğinde Prens Adaları
geliyor<
Bostancı’dan vapurla geçilen Kınalı-
Burgaz-Heybeli-Büyükada ve Sedef
Adalarında denize girmek son derece
keyifli.
Çocukken annemin hazırladığı yiyecekler-
le vapura atlayıp Sedef Adası’na gidişimizi
hatırlıyorum da ne büyük keyifti.
16
İstanbul’da beach denilince akla artık ilk
Kilyos geliyor. Gündüzleri deniz keyfi ya-
panlara ev sahipliği yapan Solar Beach
(http://www.solarbeach.org/) geceleri de
konserlerin mekanı oluyor. Çocuk ve evcil
hayvan bakım merkezleri ile de hizmet
veren plaj haftanın 7 günü saat 08:00 itibari
ile açık.
Bu keyfi halen sürmek mümkün, üstelik
çok daha modern bir hizmet anlayışı ile<
Sedef Turizm ve Dinlenme Merkezi
www.sedefadasiplaj.com doğa ile içiçe bir
plaj keyfi sunuyor biz İstanbullulara<
Sedef Adası’nda tatil keyfini yaşayabilece-
ğiniz bir başka mekan ise
Elio Sedef Beach<
Deniz mahsulleri ve Akdeniz mutfağından
nefis seçenekler de sunan Elio Sedef size
İstanbul’da farklı hissettirecek bir mekan.
Ada Beach (www.adabeachclub.com)
ise Heybeliada’da deniz ve güneşin keyfini
bizlere sunan farklı bir mekan.
Konaklama imkanı bulunan
Nakibey Plajı da Büyükada’da
İstanbul’dan fazla uzaklaşmadan hoşça
vakit geçirmek isteyenlere hizmet veriyor.
www.nakibeyplaj.com
17
Burc Beach de Kilyos’da vakitsizlik-
ten ertelenen tatil planlarına alternatif
bir keyif sunuyor.
Demirciköy-Kilyos yolu üzerinde geniş
bir plaja sahip olan Dalia Beach’de
çimlerin üzerinde minderlerde yayılıp
güneşin tadını çıkartmak mümkün.
(www.clubdalia.com)
Boğazın eşsiz manzarasıyla hizmet veren
Sanela Beach ise eski Tarabya
Plajı’nda hizmet veriyor.
Her gün 10:00-17:00 saatleri arasında
açık olan mekanda Le Pechuer
Restaurant da eşsiz lezzetleri ile hizmet
veriyor.
Rumeli Feneri’nde bulunan Golden
Beach Club misafirlerine deniz ve
ormanın keyfini bir arada sunuyor.
www.goldenbeachclub.net Butik otel ve
plajdan oluşan mekanda mini golf alanı,
bisikletle gezi imkanı, sörf, tırmanma,
dalış gibi farklı sportif aktivitelerde de
bulunmak mümkün.
İstanbul’da son dönemde bir sürü halk plajı da açıldı.. Ancak buralara ailecek gitmek
özellikle de haftasonları pek uygun olmayabiliyor; dolayısıyla güneşin en kızgın olduğu
şu dönemlerde özel işletmeli bu alternatifleri değerlendirmek en doğrusu olacaktır diye
düşünüyorum. İstanbul’da yazı yaşamanın tadını çıkartmanız dileğiyle<
18
STİLETTO STİLETTO
E ğer bu bölümü okuyan siz
sevgili okuyucu, bir
kadınsanız modaya ilişkin bu
sayfaların adının neden Stiletto olduğunu
tahmin edersiniz..
Çünkü muhtemelen siz de benim gibi
stilettolarınızın içinde kendinizi son derece
mutlu ve coşkulu hissedersiniz.. Bu ayakkabılar
size güven kazandırır, adımlarınız hep daha
kararlı, duruşunuz diktir..
Elbiseden fulara, takıdan yastığa her konuda,
modaya dair her şeyi sizlerle paylaşmak
istediğim Ajanda Derginin bu yepyeni
bölümünde elbette stilettolara da hakkettikleri
yeri vereceğim...
Adlarını defalarca duyduğumuz Manola
Blahnik, Jimmy Choo, Christian Loubotin<
Sadece onlar için çok özel bir sayı bile
yapacağız..
Peki dergimizin modaya dair bu bölümünde
başka neler olacak? Kimi zaman gardıroplarımı-
zın içinde, kimi zaman sokaklarda, kimi zaman
farklı ülkelerde keşfe çıkacağız<
Ebru Dağtekin ebru@ajandadergi.com
19
STİLETTO STİLETTO
Sezonun en trendlerini, dolapların
vazgeçilmezlerini sıralayacağız.. Erkek
modasına da eğileceğiz.. Hepsi için
bolca vaktimiz olacak..
Peki ben kimim? Esas mesleği modacı,
moda yazarı veya stil danışmanlığı
olmayan fakat gezmeyi, görmeyi,
almayı, giyinmeyi, gördüklerini ve al-
dıklarını çevresi ile paylaşmayı seven
bir moda severim ben<
Hal böyle olunca, benim tüm bu
paylaşımları keyifle yazacağım kesin..
Umarım siz de keyifle okursunuz<
V eee.. Stiletto’nun bu ilk yazısı-
nın konusuna gelince..
Sabırsızlıkla beklediğimi güneşli
günlerin henüz kapımızı çaldığı şu
günlerde, şen şakrak yazın olmazsa
olmaz şen şakrak giysi ve aksesuarla-
rından bahsetmek istiyorum bu
bölümde.
Şen şakrak diyorum çünkü sanırım
daha önce hiç bu kadar renkli bir yaz
karşılamamıştık. Geçtiğimiz yazın
pudra ve somon tonları bu yaz jeanden
trikoya, çantadan ayakkabıya her
parçada yerini neon pembelere, mavi-
lere, turunculara bırakmış durumda<
Üstelik bu yaz uyum sorunumuz da
yok. Desenler de en az renkler kadar
çılgınken, çiçekler, meyveler, enine
veya boyuna çizgiler etrafımızı
sarmışken, tüm renkleri ve hatta de-
senleri dilediğimizce kombinlemekte
özgürüz.
A ncak bana sorarsanız yeni
sezonun asıl ve en asil misafiri
hiç kuşkusuz dantel.
Elbiseler, ceketler, ayakkabı ve çanta-
lar< Dantel bütünde veya detayda
güneşin yumuşacık ışığı altında hep
aramızda< İyi ki var ve gönlüm ister
ki hep olsun. Ve işte böylece, ‚bu yaz
alınacak olmazsa olmazlar‛ listemi yaz
başında oluşturmuş bulunuyorum.
Ama önce, en sevdiğim ve Stiletto’nun
bu ilk sayısında yazmadan geçemeye-
ceğim bir söz; ‚Stil kim olduğunu-
zun son derece kişisel bir ifadesi-
dir ve giyindiğiniz her seferinde
kendinize ait bir parçayı ön plana
çıkarmış olursunuz..‛
20
İşte top 15 listem..
1- Gece veya gündüz, atlet ya da bol bir t-shirtlerle rahatlıkla kombinlenebilecek
renkli minik kot şortlar<
Resimdeki sortlar: Current/Elliot.
Alternatif markalar: Zara, Top Shop
2- İçinde kendimi hep rahat hissede-
ceğim baskılı bol döküm t-shirt ve
atletler<
Resimdeki T-shirtler: Markus Lupfer ve
Alexander Mcqueen
Alternatif Markalar: Zara, Mango, Mudo, Top
Shop, H&M
3- Hem rahat hem şık, hem gece hem gündüz, hem spor hem havalı.. Süslü düz
sandaletler<Bu yaz ayağımdan hiç çıkmayacaklar..
Resimdeki sandalatler: J.Crew ve Paloma Barcelo
Alternatif Markalar: Beymen, Zara
21
4- Cvıl Cıvıl, çiçekli neşeli renkli
mini etekler<
Resimdeki etekler: Erdem ve Adam
Alternatif Markalar: Zara, Beymen,
H&M
5- Hem sportif hem de haute tarzın
birleşimi şort tulumlar<
Resimdeki tulumlar: Missoni ve TIBI
Alternatif Markalar: Zara, Mudo, H&M
6- Rengarenk üçgen bikiniler< Yıllardır
alınan hiç sıkılınmayan<
7- Tabanlarım yüksekde olsun diyenlere (benim gibi!) arnavut kaldırımlarına dost
sandaletler<
Resimdeki Sandaletler: Paloma Barcelo
Alternatif markalar: Mudo, Mango
Resimdeki bikiniler: SHIMMI
Alternatif Markalar:. Zeki Triko,
Kyo My Friend
22
8- Altına ne uyar, üstüne ne giyeyim derdime son
veren pantolon tulumlar.. İster sandaletle, ister bir
çift stiletto ile..
9- Sezonun en gözdelerinden atlet elbiseler< Biri
mutlaka çizgili olmalı<
Resimdeki elbiseler: Juicy Couture ve J.Crew
Alternatif Markalar: Beymen, İpekyol, Zara, Mango
10- Dolapların joker parçası skinny jeanler..
En az iki rengi alınmalı, en az kendisi kadar
renkli bir atletle ve de bir boy friend ceketle
kombinlenmeli<
Resimdeki jeanler: J Brand
Altermatif Markalar: Zara, Home Store
Resimdeki tulumlar: Poul&Joe
ve T-Bags
Alternatif Markalar: İpekyol,
Stefanel, Koton
23
11- Seyahatlerin ve plajların vazgeçilmezi
bavul misali büyük çantalar..
Resimdeki çantalar: Meredith Wendel ve Coach
Alternatif Markalar: Beymen, Mango
12- Ofiste veya kokteylde, gündüz yada gece
asaletinden ödün vermeyen dantelden mutlaka bir iki parça<
Resimdeki etekler: Phillip Lim ve Bird by Juicy
Couture
Alternatif markalar: İpekyol, Beymen Club
13- Sahil, güneş, kum deyince akla ilk ge-
len; hasır şapkalar..
14- Zarif ve havalı kemik gözlük..
15- Ne kadar çok takıp takıştırırsak
o kadar iyi.. Uzun zincir bir kolye ve
kalın bir bileklik bu sezon mutlaka
edinilmeli<
Resimdeki kolye ve bileklik: Roberto Cavalli
Alternatif markalar: Accesorrize
Resimdeki şapkalar: Rag&Bone ve
Burberry
Resimdeki gözlük: Prada
Alternatif Markalar: Prada ve illaki bu model
24
Banu Hıdırlar
www.birazsoylebirazboyle.blogspot.com
E nder ve Çetin, biri kel diğeri
göbekli iki sıkı dost. Araya
zorunlu ayrılıklar girse de en
sonunda bir araya gelmeyi başarıp aynı
evde yaşamaya başlarlar.
Ender, çevirmendir. Aynı zamanda kitabın
anlatıcısıdır. Çetin ise mühendistir ve
hergün karşılaştığımız insanlardan biridir,
sıradandır.
Çocukluk arkadaşları, Amerika’da yaşayan
Fikret tatil için Türkiye’ye geldiğinde ailesi
ile birlikte bir trafik kazası geçirir. Tatil bi-
tip dönmesi gerektiğinde ise üniversitede
okuyan kardeşi Nihal’i emanet edebileceği
iki insan vardır, Ender ve Çetin.
Kendi dünyalarında yaşamaya alışan
ikilimiz için bir misafirle zaman geçirmek
kolay olmaz. Nihal’e nasıl davranmaları
gerektiğini bilemezler. Ancak ilk günlerde
onlara uzak duran Nihal’in kendilerine
yakınlaşması ile bir aile ortamı oluşur ev
içinde.
Fakat bu durumda
uzun sürmez çünkü
hem Ender hem de
Çetin, Nihal’e aşık
olur.
“ Her şeyin geçip
gittiğine, yaşadıkla-
rımızın geçmişte
kaldığına kim
inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu
su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe
yaramayacağına kim inandırabilir ? ”
B u muhteşem cümleyle başlıyor kitap.
İki erkeğin aynı kadını nasıl farklı gö-
rebildiğini, aşklarını nasıl kendi içlerinde
yaşatıp, dostluklarına zarar vermediğini
anlatıyor.
Yazarın okuduğum ilk kitabıydı, bloglarda
daha önce görmüş olsam da okumamda en
büyük etken filmin fragmanıdır. Ancak da-
ha ilk yirmi sayfasında karar vermiştim ya-
zarın diğer kitaplarını okumaya. Benim
için ilk yirmi sayfa yeterli bir referans ol-
muştu.
Keyifli okumalar.
İNCELEME - KİTAP
Bizim Büyük Çaresizliğimiz—Barış Bıçakçı
“Sen yine kendini sevdin. Bense onu sevdim ! ”
25
R oald Dahl (1916 – 1990)
Roman ve kısa öykü yazarıdır.
Dahl, 1940'lı yıllarda yazdığı özellikle
çocuklara yönelik kitaplarla en çok satan
yazarlar arasına girmiştir.
II. Dünya Savaşı'nda RAF savaş uçakların-
da pilotluk yaparken, başından aldığı ağır
bir darbe sonucu ordudan ayrılır ve
yazmaya başlar.
Çocuk kitaplarının yanı sıra büyükler için
yazdığı kitapları ve oyunları vardır.
K itap, Oswald Hendryks
Cornelius’un hızlı ve hareketli
yaşamını anlattığı günlüklerinin bir
kısmından oluşuyor.
“Oswald Amcamı bir kez daha anmak
istiyorum.
Amcam, yani müteveffa bilgiç, çelebi,
örümcek, akrep ve baston koleksiyoncusu;
opera aşığı, Çin porseleneleri uzmanı,
çapkın ve hiç kuşkusuz tüm zamanların en
büyük baştan çıkarma uzmanı Oswald
Hendryks Cornelius’tan söz ediyorum.”
Oswald, 17 yaşındayken Cambridge’deki
Trinity Kolejinden burs kazanır.
Ancak bursu kullanabilmesi için 18
yaşında olması gerekir.
Bir yıl boyunca Fransa’da dil eğitimi alma-
ya karar verir.
Bu karar aslında tüm hayatını değiştirecek
olayların başlangıcı olacaktır.
Fransa’ya gitmeden bir gece önce babası-
nın arkadaşı Binbaşı Grout’un anlattığı bir
olayın etkisiyle tüm hayatı değişecektir.
Amcam Oswald — Roald Dahl
26
Binbaşı, Sudan’da rastladığı ve Sudan
Kabarcık Böceği olarak adlandırılan bir
tozdan bahseder. Bu tozun çok küçük bir
parçası bile 9 dakika içerisinde bir erkeği
delirtmektedir.
Oswald, Sudan’a giderek bu tozdan alır ve
katıldığı davetlerde el altından satmaya
başlar. 17 yaşında biri için fena sayılmaya-
cak bir servete sahip olur.
“ Büyük servetler, miras yoluyla
kalmamışsa, çoğunlukla dört yoldan elde
edilirler; hileyle, yetenekle, içgüdüsel ka-
rarlarla ya da şansla.
Benimki bu dördünün de karışımıydı. İyi
dinleyin, ne dediğimi anlayacaksınız.”
Servetini artırma yollarını aradığı bir dö-
nemde karşılaştığı Profesör Woresley’in
önemli bir buluşunu öğrenir.
Bu buluştan faydalanmak için bir plan ha-
zırlar ve hem profesörle hem de Yasmin
isimli bir kadınla anlaşır.
Kimler yoktur ki planın kurbanları arasın-
da; Freud, Picasso, Bernard Shaw, Sir
Arthur Conan Doyle, Puccini, Monet,
Einstein, birçok ülke kralı ve daha niceleri.
Amcam Oswald, biraz abartılı, çoğunlukla
saçma ancak bir o kadar eğlenceli bir
kitap.
Keyifli okumalar.
27
DİKKAT! Türkiye’nin İlk Marka İsimlendirme Rehberi
İsmin Marka Hali raflardaki yerini aldı!
Detaylı bilgi için:
www.naminghouse.com
28
GEZİ
İmge Tan
www.imgeleme.com
Yaklaşan bayram tatilini düşünerek bu
sayıda siz sevgili Ajanda okurları için gezi
notları yazmaya karar verdim.
Ağustos sonuna denk gelen tatilde sizler
için seçtiğim gezi rotası ise yakışıklı ve
leziz bir Akdeniz ülkesi olan İtalya!
Erkeklerinin yakışıklılığıyla ve mutfağıyla
ünlü bir ülke olduğu için bu sıfatları kul-
landım, ama İtalyan kadınlarının da çok
güzel olduğunu belirtmeden geçemeyece-
ğim. İsterseniz başkent Roma ile başlaya-
lım turumuza<
Yakışıklı ve leziz bir Akdeniz ülkesi İtalya!
29
Roma
Önce Kolezyum’dan başlayalım gezmeye.
Burası yapımına M.S. 72 yılında komu-
tan Vespasianus tarafından başlanmış
ve M.S.80 yılında Titus döneminde
tamamlanmış bir arena.
Daha sonra Domitian hükümdarlı-
ğı zamanında birtakım değişiklikler yapıl-
mış. İmparatorlar burada Roma halkını
eğlendirmek için gladyatör dövüşleri dü-
zenlermiş. Bahçesinde I.
Önemli Not: Öncelikle Roma'da üç gün geçirmeyi planlayan herkese 20 EURO'luk
Roma Pass paketi almasını öneririm. İçinde kapsamlı bir Roma haritası bulunduran,
3 günlük bedava metro+otobüs ulaşımı ve ilk iki müze girişinizi bedava sonrakileri ise
indirimli yapmanızı sağlayan faydalı bir kart. Ayrıca Kolezyum ve Roman Forum gibi
önünde kuyrukların uzadığı yerlerde de beklemeden içeri girme şansınız oluyor.
30
Konstantin'in 312 yılında yapılan Milvian
Köprüsü Savaşı'nda Maxentius'a karşı
kazandığı zafer sonrasında yaptırılan
Konstantin Takı’nı da görebilirsiniz.
Bu takın sağından yolunuza devam
ederek Palatino ve Roman Forumu'na
doğru gidiyorsunuz. Palatino, Palatines
Tepesi'nin üzerine kurulmuş ve Romalı
yönetici ve kralların yaşadığı bölgeye veri-
len ad.
Burada devlet binaları, hamamlar ve diğer
kalıntıları görebilirsiniz. Ayrıca Roma
Mitolojisi'ne göre, Palatine tepesi
Romulus ve Remus'un dişi bir kurt
tarafından bulunarak hayatlarının kurtarıl-
dığı yerdir.
Daha sonra Roma Forumu'na doğru
yolumuza devam ediyoruz. Roma
Forumu, Antik Roma'nın geliştiği merkez
bölgesiymiş. Ticaret, iş, fahişelik, ibadet ve
adaletin yönetimi burada gerçekleşmekte
olup, burası toplumsal ocağın olduğu ana
yermiş. Ve oldukça iyi korunmuş olduğu-
nu söyleyebilirim.
Roma'nın Turistik Piyasası:
Aşk (!) Çeşmesi ve İspanyol Merdivenleri
Roma denilince akla gelen ilk yerlerdendir
bunlar. İkisine de ait çok şık resimler
görürsünüz Internet'te, dergilerde, vs.
Turistlerin adeta akın ettikleri, hırsızlık
olaylarının en yoğun yaşandığı, en kalaba-
lık ve "piyasa" yerlerden ikisi karşınızda:
Fontana di Trevi
(Aşk Çeşmesi) ve İspanyolMerdivenleri.
Öncelikle Fontana di Trevi'nin Türkçe
karşılığı "Aşk Çeşmesi" değil. "Fontana",
çeşme anlamına geliyor. "Trevi" ise özel
isim. Yani Papa’nın güzergahında olan
binalarının bir cephesine Papa'ya hoşluk
olsun diye çeşme yapılmasına izin veren
ailenin soyadı Trevi. Yani aslında Türkçe
dışında hiçbir dilde Aşk Çeşmesi olarak
anılmayan bu çeşmenin adı Trevi Çeşme-
si oluyor.
Önünde yarım daire şeklinde iki sıra
oturma yeri var. Heykellerine falan
diyecek lafım yok, görsel olarak güzel
olduğunu da kabul ediyorum, ama
hayallerimden çok farklı çıktı burası.
Ben kocaman bir meydanın göbeğinde
kocaman bir çeşme bekliyordum oysaki!
31
Bu arada çeşmeye arkanızı dönüp para
atarsanız, Roma'ya yeniden gidermişsi-
niz. Trevi Çeşmesi'nden her gün yakla-
şık 3,000 EURO toplanıyormuş (tabi mık-
natıslarla veya alenen bunların bir kısmını
çalan hırsızlar olmadığı zamanlarda).
Bu toplanan paralar ise Roma'daki muhtaç
insanlara yardım amacıyla kullanılıyor-
muş.
Şimdi bende hayal kırıklığı yaratan ikinci
bir mekâna geçiyoruz.
Yapımı 1726 yılında tamamlanan ve 137
basamaktan oluşan İspanyol Merdivenle-
ri adını üst kısmında yer alan İspanyol
Büyükelçiliği'nden alıyor.
Kesinlikle resimlerde gördüğünüz o şık,
çiçeklerle süslü ve şirin görüntüsü olan bir
yer değil!
32
Daha önce de belirttiğim üzere merdiven-
lerin hemen karşısında Gucci, Dior,
Bulgari gibi lüks mağazaların sağlı sollu
sıralandığı Via Condotti (Condotti Cadde-
si) bulunuyor. İspanyol Merdivenleri'nin
bulunduğu meydanın adı Spagna.
Burası, merdivenleri çok etkileyici bulma-
sam da genel olarak meydanı, çevresini ve
sokaklarını beğendiğim bir yer oldu diye-
bilirim. Sanırım bir beklenti-gerçek uyuş-
mazlığı ile karşı karşıyayız. Yine de bana
sorarsanız aklımda Roma'yla ilgili kesin-
likle daha güzel kareler var...
Bayıldım 'Piazza'larına!!
Roma'da en sevdiğim yerler meydanlar
oldu. Piazza, meydan anlamına geliyor
ve Roma'da irili ufaklı pek çok piazza var.
Bunların arasında yeme-içme mekânları-
nın, dikilitaşların ve çeşitli anıtların bulun-
duğu meydanlar olabileceği gibi üç tarafı
binalarla çevrili bir yarım avlu görünü-
münde küçücük olanlar da mevcut!
Gelin birkaç tanesine göz atalım.
İlk olarak Piazza Venezia'dayız
(Venedik Meydanı).
Önünde İtalya'nın ilk krallarından ve ku-
rucusu sayılan II. Vittorio Emmanuele'in
heykeli bulunan aşağıdaki koca yapı
da Venedik Sarayı oluyor.
Önünden birçok otobüs geçen ve bir dolu
yeme-içme mekânına sahip olan bu mey-
dan çok merkezi bir konumda.
Ayrıca meçhul asker ve Roma'nın koruyu-
cu tanrıçasının heykellerini de barındıran
bu yapının üst katındaki on altı sütun
ise İtalya'nın 16 bölgesini temsil ediyor-
muş.
Bu arada size bir dedikodu vere-
yim: İtalyanlar bu yapıyı hiç beğenmezler ve
hatta dalga geçerlermiş, çünkü şehrin tarihi
dokusunu bozacak kadar yeni olduğunu düşü-
nüyorlarmış!
İmparator Hadrianus tarafından 118–125
yılları arasında inşa ettirilmiş ve bir pagan
yapısı olarak gökbilim çalışmalarını yürüt-
mek için yaptırıldıktan sonra kiliseye dö-
nüştürülmüş olan Pantheon’un bulundu-
ğu Piazza Rotonda'daki dikilitaşın al-
tındaki çeşmenin merdivenlerinde otura-
rak Pantheon'a karşı biraz dinlenebilirsi-
niz.
Kubbesinin büyüklüğü ve mimarisiyle ün-
lü bu dev yapı, öteki tapınaklar gibi tek bir
tanrıya değil, bütün tanrılara adanmıştır.
7. yüzyıldan bu yana Hıristiyan kilisesi
olarak kullanılan Pantheon, Roma'daki en
eski kubbeli binadır.
33
Şahsen benim de çok beğendiğim yapılar-
dan biri oldu Pantheon!
Fazla bir süslemeye ya da şaşaaya rastla-
mıyorsunuz, ama o sade heybeti sizi etki-
lemeye yetiyor.
Ortaçağ'da bir dönem hapishane olarak da
kullanılmış ve Fatih Sultan Mehmet'in oğ-
lu Cem Sultan'ın da sürgün geçirdiği yıl-
ların bir kısmına ev sahipliği yapmış olan
Castel Sant'Angelo kalesinin bulunduğu
Piazza Adriana’dan ayrılıp nehir bo-
yunca biraz yürüyünce Piazza Cavour'a
geliyorsunuz.
Bu arada bu kale bir tünelle Vatikan'a da
bağlanıyormuş. Bu bilgiyi Dan Brown'un
Melekler ve Şeytanlar kitabın-
dan hatırlarsınız.
Vatikan'ın önündeki meydan St.
Pietro'ydu. Campo de Fiori adlı küçük ve
şirin meydanda yemek yiyebilir ya da ak-
şamüstü yemek öncesi ayağınızın altında
gezinen güvercinler eşliğinde birer içki içe-
bilirsiniz.
Ve son olarak benim favori meydanımda-
yız: Piazza Navona! Bu meydan öğlen
ve akşam yemek için önerebileceğim en
canlı ve güzel yerlerden biriydi.
Akşamüstü yavaş yavaş ortadaki bölümü
ressamların doldurduğu bu meydanda üç
tane de kocaman çeşme bulunuyor. Bunla-
rın bir tanesi Bernini tarafından tasarlan-
mış Dört Nehir Çeşmesi (Fontana dei
Fiumi). Meydanın tam ortasında bulunu-
yor. Onun dışında yine bu meydan-
da Neptün ve Moor çeşmeleri de bulunu-
yor.
Şehrin içinde bir Ülke: Vatikan
Katolik Hıristiyanlığın merkezi olan bu
devlet, yaklaşık 1000 kişilik nüfusuyla ve
440,000 metrekarelik alanıyla dünyanın en
küçük üçüncü ülkesi. Roma şehri içinde
yer almasına rağmen başlı başına bir ülke
olan Vatikan sınırları içerisinde İtalyan
kanunları işlemiyor. Roma'daki ilk günü-
müzde "turistik" Vatikan'ın büyük bir bö-
lümünü oluşturan St. Pietro Bazilikası'nı
ve Meydanı'nı gezdik.
Bu bazilikaya girerken çok kısa şort veya etek
ve askılı bluz giymeniz yasak! Ama yaz sıcak-
larında bunun için en uygun çözüm yanınızda
bir şal bulundurarak omuzlarınıza sarmanız
olacaktır!
İlk gün Michelangelo tarafından yapılmış
olan Cupola'ya (Kubbe) çıkacak zamanı-
mız yoktu.
34
Onu daha sonra Vatikan Müzesi'ni ziyaret
edeceğimiz güne bıraktık. Ama o gün de
yapamadık, çünkü anormal bir kuyruk
vardı! St. Pietro Bazilikası, görüp görebi-
leceğiniz en görkemli bazilikalardan biri.
Tavanları, duvarları, işlemeleri, süslemele-
ri, heykelleriyle sergilenen ihtişama hay-
ran kalıyorsunuz. Daha sonra bol bol kilise
ve dinsel temalı sanat eseri görmekten
baygınlık geçirebileceğinizi düşüne-
rek Roma'ya gittiğinizde önce mutlaka bu-
rayı görmenizi öneriyorum.
Bu arada kesinlikle görmenizi tavsiye etti-
ğim bir yer de 1400 odalı Vatikan Müzesi.
İçinde bana göre en dikkate değer
bölümler ise 1473 yılında inşa edilen ve
adını Papa Sixtus IV’den alan Sistine
Şapeli ve Papa Julius II’nin görevlendir-
diği Raphael’in dekore ettiği Raphael
Odaları.
Bu arada Michelangelo'nun o ünlü Last
Judgment tablosunu da daha görmedik
derken çıkıştan önceki son odanın devasa
duvarında devasa bir Ahiret Günü
görüntüsü karşımıza çıktı!
Sanatseverler İçin Harika Bir Durak:
Galleria Borghese
Yemyeşil ve kocaman bir park alanının
içindeki bir villadayız. Burası Borghese ai-
lesine ait bir yapı ve yine bu aileden
olan Kardinal Scipione Borghese'nin özel
koleksiyonunu barındıran muhteşem bir
müzeye dönüştürülmüş. Burayı gezmek
için rezervasyon yaptırmanızı tavsiye ede-
rim. Roma'ya gidenlere müze olarak mut-
laka görmelerini tavsiye ettiğim iki müze-
den biri burası. İçeride muhte-
şem Bernini heykelleri var. Aklınızda ol-
sun.
Roma'da Yeme-İçme
* Kocaman porsiyonları olan leziz makar-
nalar için Roma'daki Termini İstasyonu'-
na çok yakın olan Pastarito'ya mutlaka
gitmelisiniz.
(Adres: via Gioberti, 25 00185)
* Bir akşam Trastevere'de pizza yemeyi
unutmayın! Çoğu restoran 3 ile 7 arası
kapalı; açık olanların ise pizza fırınları ak-
şam açılıyor.
35
* Campo di Fiori'de Saby's restoranın
pizzasını, lazanyasını ve kırmızı ev şarap-
larını öneriyorum. Meydanın en görünür
köşesinde gözünüze çarpacaktır.
* Bu arada hemen her restoranda ev şarabı
söyleyebilirsiniz. Hepsi de çok lezzetli. El-
bette sıkça karşılaşacağınız Toscana bölge-
si şaraplarından Chianti ve
Montepulciano’yu da denemeyi unutma-
yın.
* Roma'nın dondurmasının da meşhur ol-
duğunu biliyorsunuz.
Pek çok yerde karşınıza çıkacak Blue
Ice dondurma zincirinin nefis çeşitlerinin
tadına mutlaka bakın.
* Meraklıları için Roma'da bir Hard Rock
Cafe olduğunu da belirtmeden geçmeye-
yim.
Şık bir cadde olan Via Vittorio
Veneto üzerinde yer alan Hard Rock
Cafe'nin çok yakınında Barberini metro
durağı var!
Yani son metronun son dakikasına kadar
içmeye devam edebilirsiniz!
Yabancı bir yerde bundan daha büyük bir
rahatlık olabilir mi? :)
Açıkhava Müzesi Gibi Zarif ve Olgun Bir
Tarih Şehri:
Floransa
Sırada Floransa var. Rönesans'ın aydınlık
yüzlü torunlarının yaşadığı ve maddi yön-
den ziyade sosyal ve kültürel altyapısıyla
burjuva olan bu şirin kenti gezmeye önün-
de Dante heykeli bulunan Santa Croce
(Kutsal Haç) Kilisesi'nden başlıyoruz.
Daha sonra ara sokaklardan yürüyerek
ve Adalet Binası'nı gördükten son-
ra Uffizi Galeri'nin avlusuna geliyoruz.
36
O gün yalnızca öğleden sonra Floransa'da
olacağımız için bu seferlik yalnızca avlu-
sundaki heykelleri görmekle yetiniyoruz.
Uffizi Galeri'yi gezmek isteyenlere bir tavsi-
ye: Internet üzerinden rezervasyon yaptırın.
Birkaç gün orada kalacaksınız, gittiğiniz ilk
gün galeri gişesinden de bunu yapabilirsiniz.
Bu size büyük kolaylık sağlayacak ve zaman
kazandıracaktır.
Buradan sonra o meşhur Senyörler Mey-
danı'ndayız (Piazza della Signoria). Önce
ortada Neptün heykelinin ve yanında ise
denizkızları ve çeşitli deniz tanrılarının ol-
duğu Neptün Çeşmesi'ni görüyoruz.
Sonra Michelangelo'nun
ünü David heykelinin kopyasına bakıyo-
ruz hayran hayran...
(Heykelin aslı Galleria dell'Accademia'da
bulunuyor)
Ve tarih yolculuğumuz Duomo Meydanı'-
na doğru devam ediyor. Burada o görkem-
li Santa Maria del Fiore Kilisesi'ni, Çan
Kulesi'ni ve Vaftizhane'yi görüyoruz.
Sonra Santa Maria Novella Kilisesi'ni
görmek ve hemen karşısında bulunan ve
aynı adı taşıyan tren istasyonundan bilgi
almak var. Çünkü o trenler bizi Pisa ve
Siena’ya götürecekler.
37
İlk paragraflara bakarak Floransa'nın yalnız-
ca heykellerden ibaret olduğunu
düşünmeyin. Hemen hemen her yerde karşını-
za muhteşem sanat eserleri çıktığı doğru,
ama Floransa aynı zamanda içinden Arno
Nehri geçen, şirin meydanları, köprüleri ve
cafeleri olan, Pitti Sarayı'nın arkasında bulu-
nan Boboli Bahçeleri ve Ponte Vecchio
(Eski Köprü) gibi görülesi yerleri barındıran
çok güzel bir şehir!
Arno Nehri'nin de öyle sessiz sakin dur-
duğuna bakmayın: bu nehir ortalama ola-
rak her yüz yılda bir yatağından taşıyor ve
felakete neden oluyormuş!
Nehir üzerindeki köprülerden en eskisi
ve II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar
tarafından bombalanmadan günümüze
kadar ulaşabilen Ponte Vecchio’nun üzeri
kuyumcularla dolu!
İlgilenenlere duyurulur<:)
Floransa'yı genel olarak en güzel izleyebi-
leceğiniz yerlerden biri de Michelangelo
Tepesi. Ve burada da yine
Michelangelo'nun David heykellerinden
birinin kopyası bulunuyor.
Zaman Makinesinde Ortaçağ'a Dönüş:
Siena
Siena istasyonunda iner inmez bir harita
alıyoruz. "Hımm, surlar içindeki bu şehir bi-
raz tepede görünüyor gibi!!"
Yokuş tırmanarak zaman ve enerji kaybet-
memek için istasyondan kalkan shuttle’a
biniyoruz.
Surlardan içeriye giriş yapıyoruz. Kale du-
varı gibi uzun taş duvarlar, dar ve kıvrımlı
ara sokaklar, hafif kasvetli ve hüzünlü bir
hava karşılıyor bizi...
38
İşte farklı bir gerçeklikte olduğumu en çok
hissettiğim yerlerden biri de burası. Üzeri-
mizde zaman tüneline girmişiz
ve Ortaçağ'a dönmüşüz gibi bir izlenim
bırakan bu büyülü kentin turist kalabalığı
olmadığında nasıl göründüğünü çok me-
rak ettim doğrusu.
Siena'nın tarihi şehir merkezi,
UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası
Listesi'ne alınmış. Yani Ortaçağ'dan bu ya-
na taşına, toprağına dokunulmamış mey-
danlar ve yapılarla karşı karşıyasınız!
Ve ilk olarak o meydanların en ünlüsü
olan Campo Meydanı'na çıkıyoruz.
İstiridye biçimindeki Piazza del Campo
(Campo Meydanı), 1347 yılında yapılmış.
İtalya'nın meşhur Palio yarışları da bu
meydanda yapılıyor. Buradaki en önemli
yapıların Palazzo Pubblico (Belediye Sa-
rayı) ve onun 103 metrelik çan kulesi Torre
del Mangia olduğunu söyleyebiliriz.
39
Meydanın 13. ve 14. yüzyıldan kalma di-
ğer yapıları da en az bunlar kadar etkililer.
Ara sokaklarda geziyoruz, Siena'nın
da "Duomo"sunu (Katedralini) görüyoruz,
ama vaktimizin büyük çoğunluğunu bu
büyüleyici meydan ve çevresinde geçiriyo-
ruz.
Bu arada efsaneye göre Roma'yı kuran
Romulus ve kardeşi Remus'u dişi bir
kurdun emzirdiği söyleniyor.
Siena ise Remus'un oğlu Senius
tarafından kurulduğu için şehrin her ya-
nında iki kardeşi emziren dişi kurt heykel-
lerine rastlayabilirsiniz.
Toscana bölgesini geziyorsanız Siena'yı gör-
mek için mutlaka zaman ayırmalısınız. Ayrıca
sakın oraya gitmişken şarap almadan, eliniz
boş dönmeyin! Ara sokaklarda tadım yaparak
alabileceğiniz şarap dükkânları da bulunuyor.
Ayrıca dönüş için tren saatlerini dert etmeyin.
Gramsci Meydanı'ndan Floransa'ya saat
başı otobüsler kalkıyor ve yolculuk bir saat sü-
rüyor.
Mucizeler Meydanı'nın Eğik Kulesi: Pisa
Piazza dei Miracoli'de (Mucizeler Mey-
danı) bulunan Pisa Kulesi'nin bana kalırsa
pek bir özelliği yok. Ama oraya kadar git-
mişken görmeden dönmeyelim diye gittik.
Şimdi size "gitmenize çok da gerek
yok" desem de beni dinlemeyip gidersiniz
zaten, değil mi?
Bu kule meydandaki katedralin çan kulesi
olarak 1173 yılında yapılmış. Sonra da te-
melindeki yumuşak zeminin çökmesinden
dolayı her yıl yavaş yavaş güneye doğru
eğilmeye başlamış. (Her işte bir hayır var-
dır, yoksa turist falan çekemezmiş za-
ten..:) ) Artık yıkılma aşamasına geldiği
uyarıları yapıldığı için kule bir süre kapalı
tutulmuş ve 20 milyon sterline mal olan
40
bir onarım projesi gerçekleştirilmiş. Yani artık daha fazla eğilmiyormuş! Gitmişken kule-
yi tutan bir fotoğraf çektirmeyi unutmayın, ama kadraja giren diğerlerine de dikkat edin!
Bir Masal Kenti: Venedik
Venedik'teki ilk ve tek günümüz-
de vaporetto'dan indikten sonra ilk ola-
rak Santa Maria della Pieta Kilisesi'ni
gördük.
Daha sonra deniz manzaralı kocaman ha-
pishanenin öyküsünü dinledik.
Buradaki mahkûmların deniz manzaralı
odalarda kalmalarının nedeninin idam
cezasına çarptırılmış olmaları olduğunu
öğrendik. Yani kendilerine son bir iyilik
yapılmış oluyor ve hapishaneye atıldıkları
günden bir sonraki Pazar gününe kadar o
41
odalarda kalırken dünyanın güzelliklerini
görerek geçirdikleri hapis günlerinde işle-
dikleri suçtan iyice pişman olup, ruhları
affedilmiş bir şekilde idam ediliyorlar.
İdam günü Pazar. İdamlar
ise Napolyon'un "Avrupa'nın Salonu"
olarak adlandırdığı o muhteşem San
Marco Meydanı'nda gerçekleştiriliyor.
Yarı gotik mimari tarzda yapılmış Dükler
Sarayı'nda devletin ileri gelenleri toplanı-
yor.
Hapishane ile Dükler Sarayı'nı birbirine
bağlayan bir köprücük bulunuyor (Son
Nefes Köprüsü) ve mahkûmlar buradan
geçerek darağacına götürülüyorlar.
Meydandaki iki sütunun arasına darağacı
kuruluyor. Bu sütunların birinin üzerinde
bir ayağı denizde bir ayağı ise karada olan
bir kanatlı aslan, diğerinde ise hem deniz-
de hem karada hayatını sürdürebilen tim-
sahın yanında duran Aziz Teodor'un hey-
kelleri bulunuyor.
42
(Yani Venedik Cumhuriyeti olarak hem
denizlere hem de karalara hakimiz mesajı
veriliyor.) Halk meydanda toplanıyor.
İdamlar gerçekleştikten sonra kafalar kesi-
liyor ve Dükler Sarayı'nın iki sütununa
asılıyor. En soldaki iki sütunun renginin
kırmızı olmasının nedeni bu. Kafalar bir
sonraki Pazar gününe kadar ibret-i alem
olsun diye orada kalıyor.
Bu korkunç hikâyeden sonra kafanızı
kaldırıp da gerçek anlamda meydana
baktığınızda gerçekten de Avrupa'nın
salonu olmayı hak eden güzellikte bir yer-
de olduğunuzu fark ediyorsunuz.
Kilisesi, 1902 yılında çöken ve daha sonra
yeniden aslına uygun bir şekilde inşa
edilen Çan Kulesi, meydandaki tüm
binalar son derece estetik ve görkemli.
Venedik'in güvercinleri de meşhur ve on-
ları her yerde görebilirsiniz. Yerlerde, o
muhteşem sokak lambalarının üzerinde ve
hatta masanızda duran çerez tabağından
fıstık kapmaya çalışırken bile!!
43
İtalyan gazeteci ve yazar Nantas
Salvalaggio'nun dediği gibi:
Venedik, dünyada atların havada asılı durdu-
ğu, aslanların kanatlı olduğu ve güvercinlerin
yürüyerek dolaştığı tek yerdir.
Kanallar, Köprüler, Adacıklarla Dolu Bir
Şirinlik Abidesi
Venedik ve tarihiyle ilgili anlatılacak şeyle-
rin birçoğu San Marco Meydanı'nda sona
eriyor. Ondan sonra bu küçücük, ama çok
şirin şehri gezmek için kendinizi o daracık
sokaklara atıyorsunuz.
Yaklaşık 118 adacık üzerine kurulmuş
olan Venedik şehrinde adaları birbirlerine
bağlayan 170 kanal ve 400'e yakın
köprü bulunuyormuş. Bu kanalların en bü-
yüğü Grand Canal (Büyük Kanal) ve köp-
rülerin ise en büyüğü Rialto Köprü-
sü. Rialto Köprüsü'nün kendi görsel gü-
zelliği dışında üzerinden fotoğraf çekmeye
çok müsait bir yer olduğunu da belirtmem
gerekir.
Adacıklar arasındaki ulaşımı sağlayan kü-
çük vapurlara vaporetto diyorlar. O meşhur
gondollar ise daha sefa amaçlı kullanılıyor.
Yani akşam sevgilinizle birlikte bir gondo-
la binebilir, şampanyanızı yudumlarken
yanınızdaki gondolda size eşlik eden sere-
nat ekibi eşliğinde kanallar arasında yakla-
şık iki saat süren bir gezinti yapabilirsiniz.
Araba sesi ve görüntüsü olmayan bir şe-
hirde olduğunuzu düşünün. Binaların
hepsinin görünümü eski.
Sokaklar en fazla iki kişinin yan yana geçe-
bileceği darlıkta. Çıkmaz bir sokağa girdi-
ğinizde karşınıza bir gondol çıkabiliyor!
Şehrin her noktası koruma altında... Düşü-
necek olursanız eğer, aslında ayak bastığı-
nız her kara parçası bir adacık!
Burada farklı bir gerçeklikte olduğunuzu
hissediyorsunuz ve bu size çok iyi geliyor.
Şehrin her an kaybolabileceğiniz ama kay-
bolmanın da çok keyifli olduğu sokakla-
rında karşınıza müthiş görüntüler çıkıyor.
Venedik'teki adacıklardan en ünlü iki ta-
nesi Murano ve Burano Adaları.
Bu masal kentinde sadece bir gün geçire-
cekseniz, bu adalara gitmek yerine hiçbir
şey yapmadan Venedik sokaklarında do-
laşmanızı tavsiye edebilirim.
Ama iki ya da daha çok gününüz varsa,
ikinci günün birkaç saatini cam işçiliğinde
ustalaşmış olan Murano Adası'na ve dan-
tel işlemeleri ve örtüleriyle ünlü Burano
dası'na ayırabilirsiniz.
44
İçinde Hüzün de Barındıran Şehir
Venedik diyince akla gelen şeylerden biri
de maskelerdir. Şehrin sokaklarında birçok
maske dükkânı bulmak mümkün!
Hatta bazılarının vitrinlerine bakarken
kendinizden geçiyorsunuz. Hepsi de adeta
birer sanat eseri olan bu maskelerin hikâ-
yesi ise aslında oldukça hüzünlü...
Çünkü aslında maskelerin çıkış noktası ve-
ba hastalığı olmuş.
1348 yılında yaşanan veba salgını nüfusun
neredeyse yarısının ölmesine neden olun-
ca o dönemlerdeki giyim tarzı da bu sal-
gından etkilenmiş. İnsanların birçoğu has-
talıklı görüntülerini ve yara-berelerini giz-
lemek için pelerinler, uzun eldivenler ve
maskelerle hiçbir yerlerini göstermeyecek
şekilde giyinmeye başlamışlar.
İşte hüzünlü bir ifadeye sahip olan maskeler bu
veba salgını dönemini sembolize ediyorlar.
Bundan yaklaşık iki yüzyıl sonra
ise Venedik Cumhuriyeti'nin en şaşalı ve
sefaya düşkün dönemlerinde (bizim Lale
Devri benzeri) de maske kullanımı yeni-
den yaygınlaşmış.
Ancak bu kez amaç farklı. Bu sefahat dö-
nemi devleti çöküntüye götürürken, bu gi-
dişi tersine çevirecek hiçbir şey yapılmadı-
ğı gibi kumarhaneler, genelevler ve insan-
ların bolca zaman ve para harcadıkları bu
tür merkezler gayet iyi iş yapıyorlarmış!!
Genel gidişat bu kadar kötüyken aynı sefa-
hati sürdürmek yüz gerektireceği için yine
maskeler devreye girmiş!
Yani bu kez insanların zevk-ü sefa merkez-
lerine gittiklerini gizlemek için!
Pis pis sırıtan, mutlu maskeler bu sefa dönemi-
ni simgeliyorlar.
45
46
B ugüne kadar Avrupa şampiyona-
sına katılamayan, Polonya’da ka-
tıldığı ilk turnuvada ise finale kal-
ma başarısı
gösteren bayan basketbol milli takımımız
(potanın perileri) tarihi bir başarıya da
imza attı ya;
Maç ertesi bir gazetenin manşeti şöyleydi.
‘’Peri masalı gerçek oldu’’!.
Gerçekten de yarı finalde o Fransa
maçındaki kızlarımızın mücadelesi ve
artık gitti denilen maçı çevirip, çevirip
uzatmada da olsa kazanması bu
turnuvanın son şampiyonu Fransa’yı
GÖNLÜMÜN İNCİLERİ
Peri Masalı
Nadir Kalbinur
nadirkalbinur@hotmail.com
47
çaresizlik içinde bırakmaları, ülkemiz spo-
ru adına seyrine doyum olmayan, önceleri
hiç kimsenin inanmadığı ama gerçekleşen
bir masaldı. O manşeti sevdim.
F ransız seyircilerin mağlubiyet şaşkın-
lığı, bir küçük Fransız çocuğunun
elinde bayrakla hıçkıra hıçkıra ağlaması,
hiçbir tesellinin onu susturmak için fayda
etmemesi ve böyle bir başarı karşısında
maçı anlatan spikerin heyecanlanması ve
o şaşkınlıkla ne söyleyeceğini bilememesi
o maçın ardından aklımızda kalan,
güldüren ve düşündüren görüntülerdi.
Grup maçlarından sonra oynadığı eleme
maçlarında sırasıyla Karadağ ve Çek
Cumhuriyetini ve Fransa’yı yenerek
finalde Rusya’ya yenilmiş olsa da sanırım
hedeflenenin de üzerinde bir başarı
kazanarak Avrupa 2. olmanın mutluluğu-
nu yaşadılar ve bu sevinci bize yaşattılar.
Sporda hiçbir başarı tesadüf değildir.
Hiçbir başarı kolay kazanılmaz.
Sabır ister, emek ister.
Başarı çalışma ister.
Hedef ister,
Başarıya inanmış sporcular ister, güç ister.
İmkan ister, eğitim ister.
Basketbol sporu sürpriz ihtimali yüzdesi
en az olan sporlardan biridir.
Fransa takımını da bizden fizik olarak da
boy ortalaması olarak da üstün gözükü-
yordu, diğer rakip Rusya da.
Fransa önünde bütün periyodları önde
götürdük maçı kazandık, Rusya maçında
bütün periyodları geride bitirdik,
kaybettik.
Boy üstünlüğü avantajı ile ribauntları
armut gibi toplayan Rusya’ya karşı
çembere sokamadığımız her top, bizim
potaya sayı olarak döndü. Fransa’dan
farkları o duvar gibi alan savunmalarıydı.
İşte o final maçı da basketbolun nasıl s
ürprize yer olamayan bir spor dalı olduğu-
nun ispatıydı sanki. 3 defa daha oynasak
o takımı yenmek mümkün değil.
P eki bayan milli basketbol takımımı-
zın bu ilk kez yakaladığı müthiş ba-
şarı nasıl gerçekleşti? Nasıl oldu da daha
ilk defa katıldığı bir Avrupa Şampiyona-
sında final oynama başarısı gerçekleşti?.
Benim, dergimizin bu sayısına yazdığım
yazı aslında yine ilk defa gerçekleşen bir
başka başarı ile ilgiliydi. ‘’Fenerbahçe ve
beşi bir yerde’’ başlıklı bir yazıydı o. .
48
Son olaylar o yazının yayınını anlamsız
bir hale getirdi Fenerbahçe Başkanı,
asbaşkanı, 2 futbolcusu gözaltında.
Fenerbahçe Kulübü büyük şaibeler
altında. Futboldaki başarısı mahkemeler-
de sorgulanıyor. Adalet mutlaka tecelli
edecek, varsa eğer, suçlular her kim olursa
cezasını çekecektir. Ama<..
Bakıyorum TV lerde bir linç, bir yargısız
infaz çoktan başladı bile. Ardı arkası
kesilmiyor. Ne olduğu belli olmayan fotoğ-
raflar, hayali paralar, senaryolar,
Fenerbahçe küme düşer mi? Düşerse ne
olacağı konuları bazıları tarafından bir
ödüllü yarışmaya döndü. Çaktırmadan
ranta çevrildi. Her TV de bilgili bilgisiz
bir sürü kişi, yazar, spor adamı vs. boy
gösterip, fikir beyan ediyor.
‘’Konu adalatte, şimdi konuşmak olmaz’’
diye başlıyorlar ama susmak bilmiyorlar.
CNN de böyle bir oturumu Şirin Poyraz
isimli televizyoncu bayan yönetti dün.
Karşısında 4 spor yazarı vardı.
‘’Ben hayatımda maça gitmedim, ben
futboldan anlamam, ben takım tutmam
ama öğrenmek istiyorum’’ diye soruyordu.
Enteresandı.
Bildiği bir konuda bir oturum yapsa olmaz
mıydı mesela?. ‘’Mecbur musun o zaman’’
diye soran olmadı!!...
Fenerbahçe’nin yeni otobüsü diye bir
hapishane aracı, Fenerbahçe’nin yeni for-
maları diye çizilen hapishane elbiseleri in-
ternet geyiklerine malzeme oluyor. Bun-
dan çok büyük keyif alanlar var. Fırsat bu
fırsat. Akıllarınca eğleniyorlar!. Fenerbah-
çe olmazsa, yayın gelirlerinin bile kesile-
ceğini akıllarına getirmek istemiyorlar.
Bir Kocaman yürek isyan ediyor.
‘’Fenerbahçe’nin etrafındaki işgüzarlar
cezası varsa çeksinler ama benim
oyuncularımın, Alex’in, Gökhan Gönül’ün,
diğerlerinin akıttığı ter ve emek ne
olacak’’? Diye soruyor. ‘’Oynadığımız bü-
tün maçları dirençli rakiplere karşı oyna-
dık, 17 maçımızı da incelesinler, Trabzons-
por’un maçlarını da incelesinler, görsünler
kim rahat kazanmış, kim zor’’?.
‘’Futbolculuk zor iştir’’ diyor. ‘’Kalp atışla-
rı 200 ün üstüne çıkar. Futbolcunun ölüm
tehlikesi mevcuttur’’ diyor. ‘’Bu kadar ko-
lay karalanmamalı. İyi incelenmeli. Maka-
rayı tekrar geriye sarma şansı yok’’.
Evet. Potanın perileri Avrupa’da müthiş
bir başarı kazandı.
Bu takımın bütün önemli oyuncuları, hat-
ta ilk beşinden, dördü Fenerbahçe’li.
49
Sayalım. Nevlin, Nevriye Yılmaz, Birsel
Vardarlı, Şaziye İvegün.
Bunlara dünyanın en iyi hocalarını getirip
basketbolu öğretip, oynatan ve de bedelini
ödeyen kulüp Fenerbahçe.
Ü lkede yalnız futbol değil, voleybol
da, basket de, kürek de, boks da, atle-
tizm de, Bunları yetiştirip milli takımlara
veren de Fenerbahçe.
Bayan basketin geri kalanı da hoca dahil
Galatasaray’lı.
Demek ki bu başarının ardında yatan ger-
çek de, her yerde gördüğümüz gibi Fener-
bahçe-Galatasaray rekabeti.
Altın çamura düşse, değerini yine kaybet-
mez ama yaşananlar üzüyor.
Ne yazık ki tarih ne kadar yazsa da, ilk de-
fa gerçekleşen bir Peri masalı da böylece
bu gürültüde karambola gidiyor, unutulu-
yor.
NADİR KALBİNUR
6 TEMMUZ 2011
50
H amile kalmadan önce nasıl bir
dünyaya giriş yaptığım
hakkında pek fikrim yokmuş,
bunu 8. ayda fark ediyorum.
Henüz bebeği kucağıma almadım ama
‘gebelik testi’ ni yapıp, olumlu sonucu
aldığınız andan itibaren büyük bir sektöre
giriş yapmış bulunuyorsunuz.
Önce etraftan da sorup soruşturularak
kendimize göre iyi bir doktor bulma telaşı,
yenmesi gereken besinler listesi, hamile
kıyafeti alışverişleri, bebeğe oda, araba,
kıyafet, temizlik ve bakım malzemeleri...
Deterjanı bile özel ufaklığın.
Sabırsızlıkla beklediğiniz doktor
kontrolleri, anne-babalığa hazırlık kursları,
‚Hamilelik günlüğü‛; ‚ Bebeğimi
beklerken‛ gibi okunacak kitaplar,
dergiler derken kredi kartı ekstrenizin
büyük bölümü bakıyorsunuz ki miniğe
rezerve edilmiş.
Manevi olarak da tabi, kaç kız arkadaş
bunaltıyoruz acaba bebeğin gelişimini
anlatırken. İnternet sörfleri, tatil planları,
hatta görülen rüyalar bile değişiyor.
Tekrar ediyorum daha doğmadı! Zaman
ilerledikçe kreş-okul seçimi gibi konularda
kararlar daha da kritikleşecek sanırım,
belki sizler de bu aralar çocuğunuzu iyi bir
okula yerleştirme derdindesiniz.
B en daha kendim çocuktum aslında,
aldığım kararların sonucunda
sevinen büyüklerim, başım sıkıştığında
yardıma koşanlardan destek alarak
kendimi güçlü hissediyordum.
PUDRA KOKUSU
Seda Asolar
www.sedasolar.blogspot.com
Bebeğime En İyi Nasıl Bakarım?
51
Şimdi başka bir canlının bu anlarına ben
sahip çıkacağım, onun ruhen ve bedenen
sağlıklı büyümesinden birinci derece
sorumlu ebeveyn, yani ‘anne’ olarak.
Şimdi elimizin altında onlarca kaynak var.
İnternet sitelerinden bebeğinizin gelişimi
hakkında güvenilir ve bilimsel bilgilere
ulaşabiliyorsunuz, alışveriş yapabiliyorsu-
nuz.
Bir ürünü almadan önce, kullanan kişilerin
yorumlarıyla kararınızdan emin
olabiliyorsunuz.
Biz yeni jenerasyon anneler daha fazla
tecrübeyi ve bilgiyi öğrenerek başlıyoruz
bu işe.
A ncak en doğrusunu yapma isteği
bazen stres yaratıyor.
En çok süt veren, en az kilo alan, normal
doğum yapan, başarı derecelerine sahip
çocuk yetiştiren anne olmak için içten içe
yanıyoruz sanki.
Bilmek, öğrenmek, yönlendirmek tabii ki
güzel ancak biraz da akışına bırakmak
gerek sanki. Sakin ve mutlu bir ev ortamı
yaratıp, aile bireyleriyle kaliteli zaman ge-
çirmek harika bir serüven.
Bebeğimize en güzel bakım sevgi dolu
ebeveynlerin ilgisi değil mi sizce de?
ÖNERİ :
'Bebeğinizin anne karnındaki gelişimini
hafta hafta takip edebileceğiniz sitelerden
bazıları aşağıdaki gibi.
Bu hafta göz rengi oluştu, artık sesleri
duyabiliyor gibi okurken heyecanlanacağı-
nız bilgiler içeriyor.
http://www.milupa.com.tr
http://www.prima.com.tr
http://www.anneoluncaanladim.com
http://www.hurriyetaile.com/hamile
http://3dpregnancy.parentsconnect.com
Bu sözü sevdim:
'Çocuğunuza kurnazlık öğretmeyin,
ilk kurbanı siz olursunuz...'
52
İ nsanoğlu bugünü yeterince heyecanlı
bulmadığı içindir muhtemelen,
gözünü geleceğe dikti.
Özellikle birkaç zamandır takip
Ettiğim, konusunda uzman gelecek
öngörücüleri ekonomik durumdan tutun
da ülkeler arası stratejik işbirliklerine kadar
birçok alanda nasıl bir geleceğin bizi bekle-
diğine dair ‚uyarıyorlar‛<
George Friedman ‚Gelecek 100 Yıl /
21.Yüzyıl için Öngörüler‛ isimli kitabında
1700’lü yılların sonundan 2000’lere gelene
kadar büyük bir ivmeyle artan nüfusun bu
yüksek ivmesini kaybedeceğini ve 2050 yı-
lına kadar %50 oranında daha artmasının
beklendiğini paylaşıyor.
20. Yüzyıla kadar nüfus artış oranının bu
denli yüksek olmasının sebeplerinin
başında ailelerin çok çocuk – çok iş gücü
felsefesi yatmaktaydı. Bu dönemde ailenin
sahip olduğu her bir eğitimli ya da eğitim-
siz çocuğun (6 yaşındaki dahi), ekonomik
döngü içinde kendine yer bulduğu görül-
mekteydi.
Ç ünkü bu dönemde yapılan iş basitti:
Tarım ya da hayvancılık alanında
çalışmak. Ancak makineleşmenin başlama-
sıyla birlikte kalifiye insan gücü ihtiyacı
ortaya çıktı, bu da beraberinde donanımlı
insan profilini doğurdu.
O dönemde karşılaştığımız mesleklere bir
fabrikada üretim hattında çalışmak, ya da
iş ilişkilerinin ilerlemesiyle ortaya çıkan
kimi farklı meslekler eklendi.
20.yüzyıl ile birlikte ise artık bir önceki
neslin hiç aklının ermediği meslekler var
ortada: Halkla İlişkiler Uzmanlığı,
Pazarlama, Sosyal Medya Planlama, İnsan
Kaynakları vs.
ÇALIŞANIN ÇIĞLIĞI
Fütüristlerin Öngördüğü Meslekler
Özge Dumlu Günesen
ozge@ajandadergi.com
53
Biz genç nesil bu mesleklere aşinayız, peki
ya fütüristlerin öngördüğü önümüzdeki
30 - 40 yıllık dilimde karşımıza çıkacaklara
hazırlıklı mıyız?
Araştırmacılar özellikle çevre ve teknoloji
açısından bizi zorlu bir dönemin beklediği-
ni, nükleer olmayan enerji kaynaklarının
araçlarda ve evlerde yaygınlaşacağını dü-
şünmekteler. Yiyecek ve taze suya olan ta-
lebin %50 oranında artacağı da bir başka
öngörü. Bilim ve teknoloji alanında ise
hologramlar, sanal gerçeklikler, interaktif
yüzeyler günlük yaşantımızın tam ortasına
oturuyor olacak.
Dikey çiftçiler: Araştırmalara göre 2015
yılında hayatımızda gökdelen tarlalarda
tarımla uğraşan çiftçiler olacak.
Karantina Koruyucusu: 2030 yılında salgın
hastalıklarla mücadelede hayatımızı
koruyan birileriyle tanışabiliriz..
Sanal Avukat: İnternetin hayatımızın tam
ortasında durduğu bir dönemde yaşıyoruz.
Bu da beraberinde küresel hukuk kavramı-
nı doğurdu. Özellikle uluslararası suçlarla
mücadele etmek için her an bu meslekten
birileriyle tanışabiliriz.
Veri Çöpü Yöneticileri: Biz bilgisayarları-
mızda çalışırken bir yerlerde iz bırakıyor
muyuz? Evet.. Peki özellikle şirketler veya
hükümetler mümkün olsa iz bırakmadan
çalışmak isterler mi? Evet... Araştırmalara
göre bu artık mümkün ve bu sanal dedek-
tifler bu yıl itibariyle aramızdalar.
Görsel Dağınıklık Organizatörleri:
Biz birer elektronik hayat sürüyoruz ve bu
hayatımızın mecraları olan bilgisayarları-
mız içinden çıkılmaz derecede karışık ve
dağınık bir hal almış olabilir. O halde 2015
yılından itibaren masaüstümüzü görsel
açıdan düzenleyecek ve hatta kullanıcı
hesaplarımızı yönetecek bir hizmet sunan
kişilerle karşılaşabiliriz.
GDO Uzmanı Çiftçiler: Hayatınıza
GDO’yu sokmak istemiyorsanız 2015 yılı
itibariyle bu hizmetten faydalanabilirsiniz.
Hafıza Artırma Cerrahları: Siz de benim
gibi gün içinde kafasında 40 tilki ile
dolaştığını düşünenlerdenseniz belki de
kapasitesini aştığınız anda hafızanızın bir
kısmını ‚boşaltabileceksiniz‛.
Yeni Bilim Etikçisi: Ve her zaman olduğu
gibi bu gelişmeler olurken bu işin etiğini de
birileri kontrol etmeli. Özellikle klonlama
gibi kaygan zeminli konularda bu
uzmanların görüşlerine başvurabiliriz.
54
DEKORASYON
Yazlık Evlerin Ferahlatıcı Etkisi
Seda Asolar
www.sedasolar.blogspot.com
55
56
Tüm Fotoğraflar Kaynak: Elle Decor
57
58
59
60
ABRAKADABRA
M utluluk nedir? Nerdedir?
Kişiden kişiye cevabı
değişen sorulardan biri
daha. Muhakkak ki hepimiz farklı cevap-
lar veririz.Geçici mutluluklar mı yoksa
bu mutlulukları hayatımızın her anına
yerleştirebilmek mi?
Aslında mutluluk elimizde!
Bunun için yapmamız gereken tek şey
negatif düşüncelerimizi pozitif olanlarla
yer değiştirebilmek.
Biliyorum bugünlerde konuşulan çok
revaçta olan bir konu gibi görünebilir,
kulak arkası edebilirsiniz.
Deneyin ve görün,değişeceksiniz.
Bu bir Pollyannacılık asla değil; bu
içinizdeki mutlu olabilme potansiyelini-
zi ortaya çıkarmak ve gerçek sizle yüz
yüze gelmektir.
Hepimizin içinde var olan bu pozitif
bakış açısı; zaman içinde ve dış etkenler
(bunlar bizim sadece bahanelerimizdir)
tarafından sindirilmeye mecbur bırakıl-
mışlardır.
Tabii ki Egomuzda onlardan yana olup
her defasında bizi kandırmaya çalışır.
Ve kandırmayı da başarır. İşte bu pozitif
düşünceler en başta Ego denen sahte bizi
törpülemeye başlar.
Bu zamana kadar neyi denediyseniz
olmadı. Bir türlü mutlu olmayı becereme-
diniz. İstediğiniz hayatı yaşayamıyorsu-
nuz.
Y alnız değilsiniz. Mutluluk herkes
için çok bilinmeyenli bir denklem
gibidir.
Hedonistik düşünceye göre mutluluk;
vücudunuzu mutlu etmek sizin ruhsal
olarak da mutlu olmanızı sağlar ve bu da
sizin pozitif düşünmenize yardımcı olur.
Olumsuzdan Olumluya
Pınar Doğan
pinar_sd@hotmail.com
61
Tüm bunların birleşimi ise sizin sebepsiz
ve gerçek mutlulukla tanışmanıza neden
olur.
Beynimiz, bütün hislerimizi yalnızca
mutlu olma fikri etrafında sabitler. Bizde
ömrümüzü bunları yorumlamak için
harcarız. Bunları yorumlarken de pozitif
ve negatif düşünceler olarak kendi
içimizde ayırırız ama genelde negatif
olanını daha çok kullanırız.
İ rade gücümüzüde kullanarak mutlulu-
ğu ve mutsuzluğu biz seçiyoruz.
Mutlu olan insanların bir çoğu hayata
anlam katanlardır.
Bu kişiler üretirler, yazarlar en önemlisi
de var oluşları içim bir sebep bulurlar.
Mutlu olmak istiyorsak yaptıklarımıza,
konuştuklarımıza, yaşadıklarımıza bir
anlam yükleyip, buna sıkıca sarılmalıyız.
Yaşam süresince ''bir işe yaramak,, ko-
nusunda da kendimizle barışırsak; insan
ilişkilerimiz daha başarılı olur, yaratıcılı-
ğımız artar, aktiviteler çoğalır. Mutluluk
aynı zamanda paylaştıkça da artan bir
histir.
Hatalar yapıyoruz. Sonucunda deneyim
kazanıyoruz. Bu deneyimler sırasında
vicdanımız, kalbimiz ve beynimiz arasın-
daki çıkan iç savaş ta bizi mutsuz etmeye
yeter. Ne kadar acı olursa olsun, dönüşü
olmayan bir hata bile olsa lütfen pozitif
açıdan bakmayı deneyin. Unutmayın bu
sırada evren bir şekilde sizin iyiliğiniz
için başka bir kapı aralamaya çalışıyor-
dur. Ona ve kendinize güvenin; sakin
olun.
Sizi mutsuz eden şeyin sonucunda
davranışlarınızı bir düşünün. Aslında
cevap bellidir bu davranışlar sizin
savunma mekanizmanızın bir
sonucudur. Kendinize bir söz verin ve
bunların etkilerinden kurtulun. Siz yeni-
lendikçe mutluluk basamaklarından bir
tanesini daha geçeceksiniz.
Bütün duygularınızın barış içinde olması
da önemli bu arada. Hangi durum içinde
olursanız olun derin bir kaç kez nefes
alıp ''geçti güvendeyim,, diye kendinize
telkinde bulunursanız bu yöntem de çok
işe yarar. Yeter ki isteyin siz.
Spora başlamak yani vücudunuzu mutlu
etmek de mutluluk hormonunu arttıran
güçlü bir etkendir.
En iyisi kendinizi hayatın akışına bırak-
mak, onu sadece iyi ve güzel taraflarıyla
anlamaya çalışmak,hayatın tam ortasında
durmak da doğru yollardan biridir.
İmkansız,sadece bizim imkansız olduğu-
nu düşündüğümüz şeydir. Ve imkansız
diye bir şey yoktur.
62
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
"İnsanların evlerinde bilgisayar bulundurmaları için herhangi bir neden göremiyo-
rum."
Kenneth Olsen, Digital Equipment Corp.'un (bir bilgisayar firması) başkanı – 1977
"Bilgisayarlar gelecekte belki sadece 1,5 ton
ağırlığında olacaklar."
Popular Mechanics Dergisi – 1949
"Televizyon en geç altı ay içinde piyasadan
silinecektir.İnsanlar her akşam böyle bir
kutuya bakmak istemez."
Daryik F. Zanuck - Twenty Century Fox'un başkanı 1944
"Artistlerin konusmalarını kim duymak ister ki?"
Harry M. Warner, film endüstrisi yöneticisi.O sıralarda yeni icat
edilen sesli film hakkında 1927
"Denizaltıların savaşta ne işe yarayabileceğini anlayama-
dım.En fazlasından murettebatın boğularak ölmesine se-
bep olabilir."
H. G. Wells - yazar 1901
Seda Asolar
www.sedasolar.blogspot.com
Vizyon Sahibi Olmak ya da Olmamak
63
"Atlar her zaman kullanılacaktır.Otomobil ise ancak geçici bir moda olabilir."
Henry Ford'un kredi talebi uzerine otomotiv sektörünün geleceği konusunda ekspertiz veren bir
banka Müdürü 1903
"Uçaklar hoş oyuncaklar.Ama askeri bir değerleri yok."
Maresal Ferdinand Foch, I.Dünya Savaşı'nda Fransız Orduları Başkomutanı 1911
"Radyonun geleceği yok"
Lord Kevin - İskoçyali fizik Alimi
*** Ailemizin favorisi bu ***
"Artık yeni hiçbir şey yok.İcat edilebilecek herşey icat edildi."
Charles H. Duell - Amerikan Patent Dairesi Başkanı 1899
64
Moll Flanders
DANIEL DEFOE
Moll Flanders, XVII. yüz-
yıl İngilteresi'nde dünyaya
gelen bir kadının yaşa-
möyküsünü, kendi ağzın-
dan aktarır. Zindanda doğup on iki yıl fa-
hişelik, on iki yıl hırsızlık yaparak yaşa-
yan, başından beş evlilik geçen, macerala-
rı İngiltere'den Amerika'ya uzanan Moll
Flanders, tartışmaya açık hayat görüşü ve
derinlemesine sunulan portresiyle İngiliz
edebiyatının en ilgi çekici kadın kahra-
manlarından biridir.
Roman türünün ilk örneklerinden olan
Moll Flanders, bir yandan dönemin top-
lumsal değerlerine ışık tutarken diğer
yandan da suç dünyasını ve cinsellik ko-
nularını, ahlak dersi verme kaygısı güt-
meksizin açıkça gözler önüne serer. İlk ya-
yımlandığı 1722 yılından itibaren büyük
ses getiren kitabın başkarakterinin temel
olarak kabul ettiği ihtiyaçlarından vazgeç-
meden ve kişiliğinden ödün vermeden
toplum içinde hayatta kalabilme mücade-
lesi, Moll Flanders'ın Defoe'nun en ünlü
eseri Robinson Crusoe'yla karşılaştırılma-
sına vesile olmuştur. Zira Moll Flanders,
binbir özveri ve kurnazlık göstererek gö-
ğüs gerdiği ataerkil toplumda, okyanusun
ortasında bir adaya düşen Robinson
Crusoe kadar yalnız, bir o kadar da yara-
tıcı ve beceriklidir.
RAFLARDA
Zor Saat
THOMAS MANN
XX. yüzyılın en büyük yazar-
larından kabul edilen
Thomas Mann, tüm dünyada
edebiyat okurlarının vazge-
çilmezleri arasında.
Zor Saat - Toplu Öyküler 1, Thomas
Mann'ın 1893-1912 yılları arasında kaleme
aldığı, aralarında "Küçük Bay Friedemann",
"Tristan" ve bu kitaba adını veren "Zor Saat"
gibi ünlü örneklerin de bulunduğu 23 öykü-
yü içeriyor.
Thomas Mann, Alman dilinde öykü anlatı-
mına yeni bir soluk getirmiş, gerçekçi ayrın-
tıları etkin bir biçimde kullanmıştır. Gördü-
ğü bir resmi ya da dinlediği bir müziği öy-
künün merkezine yerleştirerek etkileyici ve
inandırıcı bir olay örgüsüyle besler. Öyküle-
ri otobiyografik özellikler taşırken evrensel-
liği de yakalar. Yaşadığı yüzyılın iyi bir göz-
lemcisi olan yazar, bu gözlemlerini yapıtla-
rına yansıtmakta ustadır. Öykülerindeki or-
tak izlekler, "kendinde olmayana sahip ol-
ma arzusu" ve "sanatçının çektiği acılar"
olarak özetlenebilir.
Zor Saat, 1929 yılında Nobel Edebiyat Ödü-
lü'nü kazanan Thomas Mann'ın yazarlık se-
rüvenine nasıl başladığını merak eden
öyküseverler için kaçırılmayacak bir kitap.
Devamı da çok yakında Can Yayınları'nda...
65
Tutku Otobüsü
JOHN STEINBECK
Yalnız ve tutunamayan
ruhların serüveni.
Kalifornia'nın uçsuz bucak-
sız verimli topraklarında
yollar boyunca dolaşan bir otobüs, yalnız
ve tutunamayan ruhları, gitmek istedikleri
yerlere taşıyor. Sürücü koltuğunda ateşli
Juan Chichoy var, bu topraklara yakışan
ve sınır tanımayan bir adam.
Yolcular arasında, keyifle yollara düşmüş
satıcı Ernest, on yedi yaşındaki Kit, nam-ı
diğer Sivilce ve film yıldızlarına hayran
Norma var. Bir de Norma'yı kanatlarının
altına almış olan, erkek gecelerinde dans
eden striptiz yıldızı Camile.
Bu güçlü ve gerçekçi roman, yolcular sırla-
rını açığa vurup, geçmişlerinden uzakla-
şıp, geleceğin vaat ettiklerine doğru iler-
lerken, açmazların, ihtirasın, aşkın ve özle-
min hikâyesi haline dönüşüyor.
Hikayeden Çocuk
ONUR CAYMAZ
1999, Kasım. Edirne'de bir
otel.
Soğuk odada, hatıra ile anı-
nın farkını defterine yazmaya çabalayan
adam, yıllar evvel aklına takılan soruya; kır-
dığı, sevdiği insanların arasından, kitapla-
rından derlenmiş bir seçki ve hatıralarıyla
cevap veriyor.
Hikâyeden Çocuk, Onur Caymaz'ın yayım-
lanmış ilk yazısının üzerinden geçen on beş
yılı kutluyor; kibir vesikası değil, dağınık
masasının mütevazılığı olarak okunmalı!
Gülten Akın'dan Orhan Pamuk'a, Selim İle-
ri'den Attila İlhan'a, Memet Fuat'a dek uza-
nan günleri, Kadıköy kahvelerindeki edebi-
yat matinelerini, Beyoğlu'nun küçük İsken-
derli şiir akşamlarını, şair arkadaşlarını, bir
dönemin edebiyat dergilerini, ödüllerini,
şaşkınlıklarını, kavgalarını iyilik dolu bir
dille anlatıyor...
Suzan Defter AYFER TUNÇ "İnsan gençliğini aşka vermezse, gençlik ne işe yarar?"
"Ama kaybeden sonunda siz olmuşsunuz."
"Kayıp mı? Kaç kişi böylesine sevebilmiştir dünyada?"
"Ama bir kucak korla kalan siz olmuşsunuz."
"İyi ya boş değildi kucağım."
"Ama yandınız, kül oldunuz."
"Ama vardım, kül bunun kanıtı."
12 Eylül'ün gölgesinde boğulan bir aşk hikâyesi... Yaşamın kıyısında seyirci olmaktan
öteye gidememiş bir erkek... Birbirinin ışığıyla kamaşan iki ayna arasında parçalanan bir
kadın... Başkasının gözünde nasıl göründüğünü, iki günlük üzerinden anlatan deneysel
bir çalışma.
66
İğrenç Adamlarla
Kısa Görüşmeler
DAVID FOSTER
WALLACE
İnsan olmanın ve dünya-
ya atılmışlığın lanetini
bayrak gibi taşıyan, sö-
zün bittiği yerde başlayan bir kitap: İğ-
renç Adamlarla Kısa Görüşmeler. "Neye
inanacağınızı siz seçersiniz," diyen dev bir
yazardan birbirine bağlı anlatılar ve
farkındalıkla örülü, bangır bangır bir me-
tin. 25 yaşındayken yayımlanan ilk roma-
nıyla Amerikan edebiyatına yepyeni bir
soluk getiren, büyük eseri Infinite Jest ile
Tüm Zamanların En İyi 100 Kitabı (Time)
seçkisine giren David Foster Wallace, ka-
yıp bir kuşağın en özgün seslerinden biri
sayılıyor. 2008 yılında hayatı boyunca ona
eşlik eden depresyona yenik düşen ve in-
tihar ederek hayatına son veren David
Foster Wallace, İğrenç Adamlarla Kısa
Görüşmeler'de gündelik detaylardan gro-
tesk anlara uzanarak çağa özgü insanlık
tecrübesini ortaya koyuyor.
İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler, söyle-
diklerimiz ve dinlediklerimizin gerisinde-
kileri görmek isteyenleri, insan bilincinin
karanlık koridorlarına doğru kısa ama
sarsıcı bir yolculuğa çıkarıyor.
Dünyanın çamurunda gizlenmeyi sürdü-
recek misiniz, yoksa kendinize ve karşı-
nızdakilere bakmaya, gerçekten bakmaya
cesaret edecek misiniz?
Kararınızı verin.
Yüksek Pencere
RAYMOND CHANDLER
Para, para, her zaman pa-
ra... Evet, çoğu cinayetin al-
tında yatan neden genellik-
le paradır. Tabii bir de ka-
dınlar... Daha doğrusu aşk.
Parayı ya da aşkı mutlulu-
ğu sağlayacak en önemli fırsat sanırız. Oy-
sa, genellikle tersi doğrudur. Para ya da aşk
aynı zamanda mutsuzluğumuzun kaynağı-
dır. Öldürmemizin, kıskançlığımızın, kötü-
lük yapmamızın, içimizdeki şiddeti dışa
vurmamızın kaynağı. İnsanlığın tarihi, pa-
raya ve aşka ulaşmak için yaptığımız alçak-
lıkların tarihidir.
Yakışıklı dedektifimiz Philip Marlowe, bu
romanda tarihi bir paranın peşinde koşu-
yor, gerçeğe ulaşmak için. Bir hırsızlığın, bir
cinayetin, yarım kalmış bir aşkın, hepsinden
önemlisi insan denen o tuhaf mahlukun
gerçeğine ulaşmak için...
Büyük Uyku kitabıyla tanıştığımız dedektif
Philip Marlowe'un maceraları Yüksek Pen-
cere ile devam ediyor. İlk kez 1943'te yayım-
lanan bu eseri, Raymond Chandler serisinin
ikinci kitabı olarak Pınar Güncan çevirdi.
Everest Yayınları olarak Amerikan polisiye-
sinin klasikleşmiş isimlerinden Raymond
Chandler külliyatını, Türk polisiyesinin us-
ta ismi Ahmet Ümit editörlüğünde sunmak-
tan mutluluk duyuyoruz.
67
Rüzgarın Oniki Köşesi
URSULA K. LE GUIN
"Rüzgarın Oniki Köşesi"nde
öykülerini biraraya getiriyor
Ursula K. Le Guin.
Rastgele bir seçimle değil. Bugünden geri-
ye doğru bakarak, yazarlık kariyerinde
önemli bulduğu ilk dönem öykülerinden
yaptığı bir seçki.
Ressamların retrospektif dedikleri türe gi-
ren bir koleksiyon. Gecikmiş ama gözü
pek bir şekilde yayın dünyasına açıldıktan
sonraki on yıllık dönem içinde yazdığı kı-
sa öyküleri ile ilgili kabaca da olsa krono-
lojik bir etüt.
Sanatçının gelişim sürecini izleme olanağı-
nın da kitabın faydaları arasında yer ala-
bilmesi için öyküler bu koleksiyonda aşağı
yukarı yazıldıkları tarih sırasına göre di-
zilmişler.
Koltuk
BENJAMIN PARZYBOK
Bu, günümüzün acımasız
gerçeklerinin bir araya getir-
diği üç kaybedenin, üç seçil-
memişin, birer kahramana
dönüştüğü kült bir öykü.
Büyülü olana inanışa, gözle görülenin ötesi-
ne, Tolkien'in efsanevi dünyasına Tom
Robbinsvari bir yolculuk.
Kahramanlarımız üç ev arkadaşı. Bir yazı-
lım devini hackleyip küçük de olsa bir şöh-
ret kazanmış -ve işsiz kalmış asosyal yazı-
lımcı Thom, hiçbir zaman yeterince akıllı ve
hızlı olamamış küçük sahtekarlıkların ada-
mı Erik ve rüyaları sıklıkla gerçek çıkıyor
olmasa kesin deli tanısı konulacak, kafası
darmaduman bir amatör kahin Tree.
Geçmişin Gölgesinde Vilette CHARLOTTE BRONTE
Charlotte Bronte'nin kendi hayatından yola çıkarak yazdığı bu roman,
hem yazarın en önemli kitaplarından biri hem de çağının gerçeklerini
en iyi anlatan yapıtlardan biri olma özelliğini taşıyor.
Charlotte Brontë, çalkantılı ve sürprizli bir yolculuğu anlattığı son ro-
manı Villette ile Jane Eyre'de ulaştığı edebi çıtayı yükseltiyor.
Brontë'nin bu otobiyografik romanı, Viktorya dönemi Avrupası'nda, sesini henüz kimse-
ye duyuramayan kadının tek başına ve dimdik ayakta durabileceğinin kanıtı.
68
AYIN BLOGU
Öncelikle Zeynep Yümlü kimdir?
Babasının Türk Hava Yılları’nda uzun
yıllar müdürlük yapmış olması sebebiyle
sık sık farklı ülkelere taşınmak zorunda
kalmış bir ailenin çocuğuyum. Bu sebeple
türkçeden önce fransızca öğrendim, tüm
eğitim hayatım farklı ülkelerde fransız
okullarında geçti, son olarak Türkiye’ye
kesin dönüş yaptığımızda Galatasaray Li-
sesi’ne girdim ve oradan mezun oldum.
En büyük hayalim babamın etrafındaki
diplomatlara olan hayranlığım sebebiyle
Uluslararası İlişkiler okumaktı, bu sebeple
Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İliş-
kiler bölümünden mezun oldum. Bu sü-
reçte aklımın bir köşesinde hep mimarlık
okumak da vardı, ancak bu düşüncemi
gerçekleştiremediğim için tasarıma olan
hevesimi hep farklı farklı hobilerle ve el
yeteneğimi farklı alanlarda değerlendire-
rek giderdim. Diplomatlık hayalinden şe-
Ata İsmet Özçelik
www.hepsidetay.blogspot.com
Mutlu Dükkan
www.blog.mutludukkan.com
69
ker hamuru sanatına varmak tabii ki bek-
lemediğim bir gelişmeydi, ama oldukça
mutluyum.
Mutlu Dükkan fikri nasıl doğdu?
Pek çok üniversite mezunu gibi, benim de
hayalimde hep kendi işimin olması vardı.
Sadece bu hayalimle el yeteneğimi birleş-
tirmek istiyordum. Hobilerimi seçerken
aslında hep bir yandan ‚ben bunu
mesleğe dönüştürebilir miyim?‛ sorusu-
nu da soruyordum kendi kendime. Biraz
da internet kurdu olduğum için yerli, ya-
bancı her türlü yeniliği kovalamayı sevi-
yorum.
Bu sırada şeker hamuru ile süslenmiş ku-
rabiye ve cupcake’leri keşfettim, ilgimi
çektiği için de konuyu irdelemeye başla-
dım. Araştırdıkça çok heyecanlandım, ben
bunu öğrenmeliyim dedim. Ufak bir kurs
sonrasında şeker hamuru ile tanıştım ve
hemen blog açmaya karar verdim.
Blogu oluştururken ismi türkçe ve pozitif
his versin istedim. Blogdan ufak ufak
kurabiye denemelerimi paylaştım, düşe
kalka birşeyler yapmaya başlamıştım ve
kısa süre sonra sürpriz bir sipariş aldım,
bu beni devam etmek konusunda çok
motive etti.
70
Yaklaşık iki sene boyunca hem profesyonel
iş hayatımı hem de Mutlu Dükkan siparişle-
rini aynı anda yürüttüm, çok zor bir
dönemdi ama buna değdiğini 2011 yeni yı-
lında Mutlu Dükkan için işten ayrılacak po-
zisyona geldiğimde anladım.
Minicik bir heyecanla başlayan, bugün ise
Trakya’dan Güneydoğu’ya Türkiye’nin her
yerine ürünlerini gönderebilen, hatta ünlü
isimlerin dahi rağbet ettiği bir adres artık
Mutlu Dükkan.
Popüler figürler üzerine çalışmak
istemeyişinizin sebebi emeğe gösterdiği-
niz saygı diye düşünüyoruz.
Daha önce de bahsettiğim gibi yabancı
yayınları, siteleri çok takip ediyorum.
Biliyorum ki marka olmuş karakterlerin
canlandırılması aslında yasak, ama bu
konuya hassasiyet gösteren yok denilecek
kadar az.
Benim ünlü karakterleri çalışmak konusun-
da temkinli davranma sebeplerimden birisi
bu, ama ondan önemlisi sanırım iyi bir takli-
din bile asla orijinal gibi olmayacağına ina-
nıyor olmam. Kötü bir benzetme yapacağı-
ma, kendi komik tiplemelerimle kişileri gü-
lümsetmeyi tercih ediyorum.
71
Ortaya çıkan ürünlerin kendisi
kadar çekilen fotoğrafları da göze hitap
ediyor, şirketleşmiş markaların dahi sizin
kadar profesyonel duran siteleri yok.
Blogunuzun dizaynı ve fotoğraflama işi
de size mi ait?
Fotoğraf konusuna başından beri gerçek-
ten büyük önem veriyorum, bunun fark
ediliyor olması da beni çok mutlu ediyor.
Ben 6 yıl kurumsal bir firmada satış yöne-
ticisi olarak çalıştım. Satışın sadece ürün-
den ibaret olmadığını çok iyi biliyorum;
ürününüzü satabilmek için onu en iyi şe-
kilde sunmalısınız.
Bu işe ilk adım attığımda hemen almam
gerektiğini bildiğim iki ürün vardı, birinci-
si hamur karma makinesi, ikincisi DSLR
fotoğraf makinesi =)
Gün ışığında elde edilen sonucun
neredeyse hiçbir şekilde suni ışıkla elde
edilemediğini bildiğim için gerekirse
sabah 6’da kalkıp fotoğraflarımı doğru
ışıkla çektim. Çok fazla web sitesi kurcala-
dığım için neyin nasıl olması gerektiğini
çok iyi biliyordum, en önemli nokta siteye
72
gelen ziyaretçinin karmaşa sebebiyle
siteden soğumasını engellemekti.
Yaptığım işte çok detay var, bu sebeple
siteyi düzenli kılmak çok büyük önem
taşıyor. Bu yüzden tasarımı eşimle beraber
‚ferah‛ ve ‚basit‛ kavramları üzerine
oturtarak yaptık. Eşim Can Yümlü bütün
altyapıyı ve photoshop işlemlerini tamam-
ladı, ben de tasarım konusunda yön
vermeye çalıştım. Herşeyi kendimiz yaptı-
ğımız için de içimize çok sindi.
www.mutludukkan.com’a taşındığımız-
dan beri tasarımla ilgili çok olumlu yo-
rumlar alıyoruz, bu bizi çok mutlu ediyor.
Kurabiye yapım malzemeleri
yurtdışından temin ediliyor sanırım daha
çok, internetten alışveriş bu aşamada ne
kadar işinize yarıyor?
Un, şeker, yumurta harici neredeyse tüm
malzemeler yurtdışından geliyor, internet
en büyük dostum diyebilirim : )
73
Bu işin yapımını öğrenmemde
yardımcı oldu dediğiniz bir kaynak var
mı? Kişi, kitap, internet sitesi gibi<
Tek bir kaynak vermek mümkün değil,
çok fazla okuyorum, onlarca yabancı
kaynaklı kitap aldım. Ama kitaptan ziyade
internet daha faydalı diyebilirim. Çünkü
bir yerden sonra tüm kitaplar aynı şeyi
anlatırken, internette özellikle YouTube’da
bu işin ustaların videolarına bile ulaşabili-
yorsunuz.
www.cakejournal.com, http://
sweetopia.net/ severek takip ettiklerim
arasında.
Birçok kişi kurabiye/pasta işine
girmek istiyor, sizce Mutlu Dükkan'ı
bunlardan farklı kılan nedir?
Mutlu Dükkan’ın farkı zannediyorum
yaratıcılıkta sınır tanımaması, bir müşte-
rim aklındakini söylüyor ve ben bunu
gerçekleştirmek için elimden geleni bık-
madan usanmadan ve en önemlisi severek
yapıyorum. Ayrıca her geçen gün ürünleri-
mi geliştiriyorum, izleyicileri ve müşterile-
rimi sanırım bu çok sevindiriyor, çünkü
sık sık sürprizlerle, yeniliklerle ve farklılık-
larla karşılaşabiliyorlar.
Çok fazla şu cümleyi içeren mailler alıyo-
rum ‚Her gün bir gazetelere bir de Mutlu
Dükkan’a bakmadan güne başlayamıyo-
rum‛ diye. Her gün aynı ürünleri görseler,
sanırım böyle bir merak uyandıramazdım.
Bu durum benim monotonluğu sevmeyen
kişiliğimi daha da motive ediyor =)
Aynı zamanda bu işin kursunu da
veriyorsunuz, detaylarından bahseder
misiniz?
Kurs bir günlük bir kurabiye kursu, 6 saat
sürüyor ve bu işin temelini verdiği için
yoğun bir kurs. Bu süre içerisinde
kurabiye işi ile alakalı tüm detayları, ürün-
leri, püf noktalarını ve benim düşe kalka
öğrendiğim konuları öğretmeye çalışıyo-
rum.
Kursun temel hedefi o gün sadece eğlen-
mek değil, ancak bir mesleğe giriş yapabil-
mek, onu öğretebilmek.
Kursa katılan kişi eğer bu konuda ciddi
düşünüyorsa kurs sonrasında çalışarak
kendisi sağlam bir temel üzerine
kolaylıkla geliştirebilir. Ama kursa gelmek
isteyen her öğrencime muhakkak söyledi-
ğim şey kurstan sonra ‚Çok çalışmak, çok
pratik yapmak‛ gerektiği.
Kurs 3 aşamadan oluşuyor, kurabiye
hamurunun karılması, kurabiyelerin
74
şekillendirilmesi, pişirilmesi ve en önemli
kısım olan süslenmesi. Atölyemde çok faz-
la malzeme çeşidi bulunduğu için, kursa
katılanlar malzeme almadan evvel ne tür
malzemelerin kullanışlı, ne tür malzemele-
rin ise kullanışsız olduğunu ayırt etmeyi
öğreniyorlar. Detaylara http://
kurabiyekursu.mutludukkan.com adresin-
den ulaşılabiliyor.
İleride bir mağaza açma niyetiniz var
mı?
Kesinlikle, hedefim bir pasta tasarım atöl-
yesi ve aynı zamanda kurs merkezi açmak.
Gıda sektöründe el emeği ile bir iş
yapıyorsunuz. Herkesin elinin lezzeti ve
işe yaklaşım biçimi farklı şüphesiz.
Hijyen için uyguladığınız standartlar var
mı? (Eldiven, bone takmak gibi)
Bu iş maalesef eldiven ile yapılabilecek bir
iş değil, ürüne şekil verebilmek için mu-
hakkak eldivensiz ellerle müdahale etmek
gerekiyor hamura. Ancak hijyeni temiz ön-
lük takarak, saçlarımızı bağlayarak sağlıyo-
rum. Yabancı ustaların atölyelerini incele-
diğimde gördüğüm tüm şartları yerine ge-
tiriyorum. Buna gerektiğinde beyaz doktor
önlüğü giymek de dahil.
Sizi etkileyen ve okuyucularımıza da
önerebileceğiniz kitap, film önerisi
alabilir miyiz?
Her mutfak aşığı gibi Julie and Julia favori-
lerim arasında; yaptığım mesleğe olan aşkı
çok iyi anlatıyor. Kitap;Bo Friberg / The
Advanced Professional Pastry ChefMichel
Roux / Pastry – Savoury and SweetMaxine
Clark / Tarts – Sweet and SavouryMarianne
Magnier-Moreno / Cooking from Above -
Baking
Takip ettiğiniz bloglar?
O kadar çok var ki =)
www.cafefernando.com
www.kitchenofoz.com
www.snowweggs.com
http://cakewrecks.blogspot.com/
http://cannelle-vanille.blogspot.com/
http://cupcakeblog.com/
http://cupcakeenvy.blogspot.com/
http://www.davidlebovitz.com/
http://www.joythebaker.com/blog/
Ajanda Dergisi ile ilgili görüşleriniz?
Ekibinizin yürüttüğü bu işi büyük başarıy-
la ilerlettiğine inanıyorum. Gösterilen özen
ve içerikteki dolgunluk ortaya çıkan kaliteli
sonuç ile kanıtlanıyor. Sizi tebrik ediyor,
kendi adıma zamanla ‚yiyecek‛ başlığına
daha çok yer ayrılmasını diliyorum : )
75
Ücretsiz Abonelik Ġçin
www.ajandadergi.blogspot.com
ĠletiĢim: iletisim@ajandadergi.com